yilmaz Posted June 22, 2013 Share Posted June 22, 2013 Almanya'da yayımlanan siyasi dergilerinden Der Spiegel'in bu haftaki kapağını Türkiye'deki Gezi Parkı olaylarına ayırarak Türkçe başlıkla çıkacağı bildirildi. 22 Haziran 2013 Cumartesi - 07:58 Timetürk Bu haftaki kapağını Gezi Parkı olaylarına ayıran Almanya'nın önde gelen siyasi dergilerinden Der Spiegel'in ilk kez Türkçe başlıkla çıkacağı bildirildi. Spiegel dergisinden yapılan açıklamada pazar günü çıkacak bu yılın 26. sayısında 10 sayfa Türkçe özel ek hazırlandığı ve dergi kapağındaki başlığın da "Boyun Eğme" olduğu belirtildi. Derginin yayın hayatında ilk kez Türkçe başlık kullanacağı ve özel ek çıkaracağı ifade edildi. Derginin genel yayın yönetmeni yardımcısı Klaus Brinkbaumer, "Bizler Almanya'da yaşayan 3 milyon Türk'ün Almancalarının yetersiz olduğuna inanmıyoruz. Türkiye'de yaşanan olaylar Almanlar, Türkler ve Avrupalılar gibi herkesi ilgilendiriyor. Hükümetin bu olayların üstesinden gelmedeki yaklaşımı rahatsız edici. Biz hem Türkçe hem de Almanca olarak bu yaşananları buradaki Türklere ve Türkiye'deki Türklere sunabildiğimiz için mutluyuz" dedi. Der Spiegel dergisinin bu sayısının fazla basılacağı ve Türkiye'de de dağıtılacağı bildirildi. Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
yilmaz Posted June 22, 2013 Author Share Posted June 22, 2013 'Boyun eyme' yazacaklarmış! Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Guest Gast - Misafir Posted June 22, 2013 Share Posted June 22, 2013 MERHABA; um die Zusammenhaenge zu verstehen: http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2429 ... Sahte haber siteleri, sahte haberler, 15 milyon tweet... Pentagon'un Yeni Tekniği: İnternet İsyan Raporu (İnternet Ağı Şemsiyesi) İstanbul'da nasıl uygulandı: Önce 7 Eylül 2012 tarihli yazımızı önemi nedeniyle tekrar okuyalım: Bugün sizlere ilginç bir çalışmadan bahsedeceğim. Konu biraz karışık ama meramımı anlatacağımı ümit ediyorum. ABD’nin özellikle internet medyasını kullanarak yaptığı bir planı deşifre edeceğim: Bu planın ana beyni yani merkezi Pentagon. Plan bu merkezden yürütülmekte ve kontrol edilmektedir. Ancak bu merkezle bağlantılı bazı özel birimlerle de işbirliği yapılmaktadır. Bunun için kullanılan ara birimlerden biri Kanada’da bir üniversite.(Başka iki ülke üniversitesi daha var.) Pentagon tüm dünyanın internet ağını izlenmekte. Bu izlemeyi basit bir takip olarak ele almayın.Yani şöyle düşünmeyin; nereye giriliyor nereler tıklanıyor vs. Benim burada anlatacağım şey işin “basit izleme kısmı” ile ilgili değil. Bu birim, özellikle sosyal medyayı ve internet kullanıcılarının girdikleri sitelerdeki yorumları takip ediyor. Neden özellikle bu iki alan seçilmiş? Bu alanlardan toplanılan bilgiler ortak bir havuzda bir araya getirilerek çeşitli analizler için kullanılıyor.(İşte üniversiteler burada devreye giriyor.) Mesela ABD, operasyon yapacağı ülkelerdeki kişilerin ruh halini ölçüyor. Bir anlamda toplumun ruhsal durumu inceleniyor. Yani kişilerin neye tepki verdikleri, neleri beğendikleri, öfkeleri, sevinçleri vs. Bu analizler kullanılarak, o ülke insanının ayaklanma tepkisi ortaya çıkarılıyor. Buna göre de raporlar hazırlanıyor.Burada önemli olan, kişilerin ruh hali ölçülürken, özellikle isyana olan eğilimlerine azami dikkat ediliyor. Konunun bazılarına çok saçma geleceğini tahmin edebiliyorum. “Biz ne ile uğraşırken, millet nelerle uğraşıyor,” diyebilirsiniz ama ben de gerçekleri yazdığıma inanıyorum. Bu bilgiyi özellikle iki nedenle paylaşıyorum: Birincisi bu çalışmadan “bizim ilgili birimlerimizi” haberdar etmek, ikincisi ise ABD’nin bu çalışmasından haberdar olduğumuzu ortaya koymak. Biraz sonra vereceğim örneklerle konu kafanızda daha da şekillenecek. Ortak havuzda toplanan bu bilgilere dayanarak analizler yapılıyor ve buna göre de senaryolar yazılıyor. Analizlerde; toplumların neye tepki verdiği, bu tepkisini ne kadar sürdürdüğü, ne zaman tepki verdiği raporlanıyor. Bu iş için çok ciddi bir ekip çalışıyor ve çalışanlar da konusunun önde gelen uzmanları. İçi boş bir toplumsal mühendislik değil bu yapılanlar. Toplumların tepkileri ölçülürken olaya bir de ticari açıdan yaklaşıyorlar. Yani bu işin bir kısmını da “ekonomik analiz” olarak ele alıyorlar. Toplumların tüketim eğilimlerini ve ihtiyaçlarını tespit ederek yeni pazarlar oluşturuyorlar. Yapılan bu analizlerin etki sahası oldukça geniş. İçinde bulundukları ruh hali tespit edilen ülkelerin tepki alanları ayrı numaralandırılmış. Mesela ekonomik olarak değerlendirilen alanlarla ilgili şöyle bir raporlama yapılıyor: Falan ülkenin batısı şu ürünü tüketir, şuna kızar, şu hoşuna gider vs. Şimdi gelelim bu işin Pentagon ayağına. Pentagon bu teknikleri nerede ve nasıl kullandı? Pentagon, bu metodu Ortadoğu’da meydana gelen ayaklanmalarda kullanmıştır. Bu metodun diğer bir ayağı olan “İnternet Ağı Şemsiyesi” aracılığı ile bu ayaklanmalar organize edildi. Arap Baharı bilindiği üzere internet üzerinden organize edilerek halklar yönlendirildi. Arap Baharı ayaklanmalarında kimsenin aklına gelmeyecek psikolojik harp teknikleri kullanıldı. Örneğin, Mısır’daki Tahrir Meydanı, bu iş için seçilmişti. Bu meydana halkı çekebilmek için işte Pentagon bu İnternet Ağı Şemsiyesi’ni kullanmıştır. Nasıl mı? Bu iş için Mısır’ın en etkili gazetelerinden biri olan Al Ahram Gazetesi’nin internet sayfası paravan olarak kullanıldı. Güya Al Ahram Gazetesi Tahrir Meydanı’na toplanma çağrısı yapmıştı. Aslında böyle bir şey yoktu. Yani Al Ahram Gazetesi çağrı falan yapmamıştı. Ama internette o gazetenin sayfası öyle sunuldu. Ancak burada bir detay daha vardı: İnternete giren tüm Mısırlılar bu çağrıyı gazetenin o sayfasında göremediler. Tahrir Meydanı’nda toplanma çağrısı sadece ilgili alanlardaki internet ağı kullanıcılarına servis edilmişti. ________________________________________ ________________________________________ İş sadece bununla da kalmadı; bunun yanında cihad çağrıları, tüm dünya haberleri farklı bir şekilde sunuldu belirlenmiş olan bu ağı kullananlara. Mesela bu ağı kullananlara; “tüm dünyada İslami seferberlik başlatıldı” haberleri yayınlandı. Oysa gerçekte böyle bir haber yoktu. Bu seferberlik haberi sadece internetten Mısır’ın belli bölgelerine gösterildi. Bu haberleri görenler sanıyorlardı ki, tüm dünya aynı haberleri görüp, okuyor. Gerçek elbette böyle değildi. Bu internet ağını kullananları, ajanlar ve özel birimler, ellerindeki bond çantalardan yönlendiriyordu. Daha açık bir örnek vermek gerekirse; Diyelim ki bir Mısırlı, bölgesindeki internet ağını kullanarak, uluslar arası bir yayın kuruluşu olan CNN’nin ana sayfasına giriyor. Ancak bu Mısırlının girdiği CNN sayfası, CNN’nin gerçek sayfası değildi. Bu Mısırlının girdiği sayfalar, önceden Pentagon tarafından hazırlanan, sahte sayfalardı. O topluma göre hazırlanmış, toplumu yönlendirmek üzere kurgulanmış sayfalardı. (Tahrir Meydan’ı ile ilgili Facebook sayfası üzerinden örgütlenme ve iPhone, Blackberry kullanıcılarının yönlendirilmeleri artık bilinen şeyler olduğu için fazla üzerinde durmadım.) ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Um die aktuellen Ereignisse richtig zu verstehen, sind vertraeunswürdige Quellen notwendig! Bitte aufmerksam lesen! http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2431 Başdanışman,Vatandaş,Yazar Oktan Keleş Başdanışman Oktan Keleş: Son yaşadığımız olaylarla ilgili olarak, yazı başlığına sadık, üç ayrı yorum ve analiz yazısı kaleme aldım. On Altı Yıldız takipçileri bilir, bugün yaşadıklarımızın hiçbiri bizler için sürpriz değil. Çok önceden yazıp çizdiğimiz, âcizane uyardığımız, kısmen de kamuoyuyla paylaştığımız bilgilerin zuhurudur. Bu küçük açıklamayı ‘bizim dediğimiz nasılda çıktı, gördünüz mü?’ cihetinden algılamayın lütfen. On Altı Yıldız takipçileri zaten konuyu nasıl algılayacağını iyi bilirler. Bu küçük hatırlatmayı; bizleri takip eden ve her geçen gün çığ gibi büyüyen yeni takipçiler için, yanlış anlaşılmamak adına yapıyorum. Zira sadece ehillerle paylaşıp da birçok konuda gerçekleşen istihbaratlarımızın yanında, yine bir çok "nokta bilgi ve istihbaratları" da kamuoyuyla zaten paylaştık. Kısacası bizi bilen biliyor! ‘İstanbul’un siluetini bozacaklar’ diyerek yazdığımda, üstelik resimlerini dahi çizdiğimde yıl 2006 idi. İstanbul’u; “avm’ne, stanciti’ye çevirecekler” diye yazdığım hala kitaplarımda duruyor. Yine Suriye ve Esad’ın meselesini kitabımda yazdığımda yıl yine 2006 idi. Daha sonra ‘Kod Çukur’ isimli makalemde ‘Kaddafi’yi çukurda yakalayacaklar’ diye yazdığım ve nasıl yakalandığı da arşivlerde duruyor. Bunları referans göstermem şunun için; gelişi güzel paylaşımlar/bilgiler/istihbaratlar yapmadığımızı vurgulamak ve yazacağım bu yazıya yararlı olacağındandır. Yoksa bundan sonra olacaklar da bizim için sürpriz değildir. Kısacası yazılarımız arşivde duruyor tarihleri ile beraber. Bugün olanları yazdık çizdik, gerekmedikçe bazılarının üfürdüğü gibi her olan hadiseye yazı yazmak, kolay ve gereksizdir, zaten yazılarımız uzun vadedeki planları kapsamaktadır. 2 hafta zamanım olsa, bir kitapçık halinde yazılabilecek bilgiler mevcut ama bizim işimiz o değil. Yani sadece kitaba yönelik çalışma… Bunlar gaybı bilmek değildir. Küresel sistemi bilmekle alakalıdır. Burada kastettiğim küresel sistem; derinlemesine, kurulduğu günden bugüne süregelen beşeri küresel sistemden bahsediyorum. Şimdi yazıya geçelim, neden üç başlık seçtim; Başdanışman, Vatandaş, Yazar Oktan Keleş. Bildiğiniz gibi Türkiye’nin en köklü partilerinden birinin Genel Başkanı’nın resmi olarak Başdanışmanlığı yaptım. Halihazırda üst düzey danışmanlıklarım da devam etmektedir. Bunu şundan dolayı hatırlatıyorum, başdanışmanlığın ve danışmanlığın ne olduğunu âcizane bildiğimi, yazacaklarımı bu fakiri tanımayanlar için,‘sen ne anlarsın bu işlerden’ deyip ‘hadi canım’ demesinler diye bir hatırlatmadan ibarettir. Çoğu kişinin bildiği bir konuyu da burada yine hatırlatayım; zamanında bu fakire Başbakan’a da danışman yapalım teklifi geldiğinde, nazikçe bir başka gönülbağım olan (siyasi anlamda değil) Genel Başkanl'a olduğumu söyleyip, kabul etmemiştim. Başdanışmanlık müessesi Genel Başkan’a en yakın olan ve Genel Başkan’ın istişare ettiği bir makamdır. Devamlı araştıran, rapor tutan, gerektiğinde halkın içinde olan kişidir başdanışman. Danışmanlık alanına göre; reel, psikolojik ve sosyolojik verileri kriter haline getiren, dünya sistemini bilen, ciddi, sorumluluğu olan bir müessesedir Başdanışmanlık. Dalkavukluktan kesinlikle uzak olması gereken bir makamdır. Zira Genel Başkan’a nazı geçecek kadar yakındır. Bu yakınlığı kötüye kullanmaması gerekir. Usulünce doğruyu söyleyecek, yaptığı hizmetin bekası için her zaman yol gösterici olacaktır Başdanışman. Şimdi ben bu son yaşanan Gezi Parkı hadiseleri ile ilgili olarak; o gün Başbakan’ın Başdanışmanı olsaydım, nasıl rapor yazar, nazım kadar kendi fikrimin ötesinde sözlü olarak neler söylerdim: Sayın Başbakanım, dış politikamız malumu aliniz, çökmüş durumda. Suriye meselesinde maalesef dışişleri ve izlenen tüm politika, ülkeyi batağa sürüklüyor. İzlediğimiz bu yanlış politika, bizi de maalesef çok yıpratıyor, halkın gözünde itibar kaybına uğruyoruz. Dinsel, mezhepsel söylemlerle kutuplaşmayı sağlamak, aslında bize oy veren tabanımızın bir kısmının gururunu okşasa da diğer oy alacağımız kesimleri bizden uzaklaştırmaktadır. Bize oy verenlerinse, bazı parametrelerin kötü gitmesi durumunda, bizden oylarını çekmesi, siyaset biliminin yanılmaz tecrübesidir. Yani karşı tarafın oy verme olasılığını yok ederek, sadece şu andaki oy potansiyeline oynamak, politik olarak risklidir efendim ve yanlıştır. Efendim, yüzde elli dediğimiz oy potansiyeli için yapılan politika, sizi Türkiye’nin değil, bir kesimin Başbakan’ı algılamasına sokar ki, bu algılama ise çok yanlıştır. Küresel güçlerin, Ortadoğu ve yeni stratejileri doğrultusunda önünüze koydukları plan ve direktifleri, bu millete anlatamayacağımız için, biz de bu metininin uygulanabilir halini “PKK terörünü sonlandırma” projesi adı altında müttefikimizin kısmi desteği ile uygulamaya koyduk. Ancak tabanımız dahil kamuoyu bundan çok rahatsız oldu. Yaptığımız gizli görüşmeler deşifre oldu artık. Bu kadar deşifre olan plan, şeffaflık argümanıyla zor yürür. Sayın Bülent Arınç Bey’in sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan 6 saniyelik konuşması (Biz teröristle, örgütle pazarlık yapacak kadar namussuz ve ahlaksızlardan değiliz. ) sözleri izlenme rekorları kırıyor. Çok zor durumdayız. İstifaya çağırmaları kozu ellerindedir ve bu durum onlara psikolojik üstünlük sağlamaktadır. Efendim, Suriye meselesinde uçağımız düşürüldü, Cilvegözü’nde ve Reyhanlı’da Cumhuriyet tarihinin en büyük kayıpları oldu. Maalesef “zalim Esad söylemleri” ile bu vahim olayın üstünü örtemeyiz. Kamuoyu rahatsız. Devlet otoritesi; iç ve dış anlamda caydırıcılığı, her söylemde artık tartışılır hale geldi. Siyasi lider vasfınızı belki değil, ama "devlet adamı" kimliğiniz sorgulanır hale geldi efendim. Reyhanlı gezisine ilk gün gitmemeniz doğruydu efendim, bu güvenlik açısından önemliydi. Ancak ABD gezinizden önce mutlaka oraya gitmeniz gerekirdi. Bu kamuoyunda siyasi rakiplerimizce gollük bir pas oldu, hem de penaltı. Özür dilerim efendim latife yaptım. İngiliz Başbakan’ı bir askerin Londra sokağında öldürülmesi üzerine yurtdışı temasını yarıda kesip, ülkesine döndü. Bizde 52 kişi -resmi kayıtlarda- vatandaşımız gitti. Üstelik siz ülkenizdeydiniz yani yurt içindeyken kalkıp, ABD’ye gittiniz. Efendim bu çok kötü bir imaj oldu, bunu bize karşı kullanacaklardır. Yaptığımız anketlerde önde görünüyoruz ama malumu aliniz, bu şirketler, bizle çalıştıklarından dolayı, bizi bir hayli pohpohluyorlar. Bu anket verilerine dayanarak değil de, tarafsız anket ve halkın sessiz fikrine göre hareket etsek daha iyi olur. PKK ile BDP ile olan sizlerin diyalogu iş deşifre olduktan sonra; mecburen görüşüyoruz, görüşürüz demenizden sonra gerçek anketlerde fark- soru biçimine göre çoklu değişkenleri de dikkate alsak iyi olur. (Efendim anketlerde şöyle soruyoruz: "Terörün bitmesini ister misiniz?" Buna cevap, yüzde yüz, "evet" diyor ama şöyle sorsak soruyu: "Terörün bu şekilde bitirilmesini ister misiniz?" Acaba cevap ne olurdu?) İstanbul aşığı Başbakan, imajınız oldukça sarsıldı efendim. İstanbul’un siluetli konusunda meczup mudur nedir, Oktan Keleş diye bir yazar, 2006 yılında “İstanbul’un siluetini bozacaklar, planlar var” demiş resmini de çizmiş. Atmış mı tutturmuş mu, aptala malum mu olmuş bilinmez. Gerçektende tam oradan iki gökdelen, sizde biliyorsunuz, yakın arkadaşınızın binaları yükseldi. Tüm gazeteler bunu konu etti. Hele Milli Gazete; ilk sayfasının ve iç sayfasının tamamını Oktan Keleş’in siluet haberine ayırdı. Sıkıştık efendim, İstanbul aşığı imajınız, iki binaya değişilir mi? Bunların hukuksal anlamında yıkılması için söylem ve girişimlerde bulunsanız. Efendim, Gezi Parkı tepkilerine karşı tavrınız gerilimi arttırıcı olmasa. Araştırdım, gördüm ki orada, halk çoğunlukta, bu çok tehlikeli bir durum.“Gösterilerde marjinal gruplar var” demeniz -adı üzerinde onlar zaten marjinal- savunmanız pek inandırıcı gelmez efendim. Zira halkın tüm kesimi; yaşlısı, genci, teyzesi sokakta. Üstelik onlara da marjinal grup derseniz, rencide olurlar, bu da içlerindeki yönlendirici unsurların tam da istediği şeydir. Efendim hele Çapulcu terimini hiç kullanmayın. Çapulcu teriminin Türkiye’deki sosyopskolojik algılaması PKK için kullanılan terim olmasıdır. Bu halk, bunu hakaret sayar, onur meselesi yapıp, daha da -haklı olarak- tahrik olur. Efendim, bir de "bu olayları CHP organize ediyor," demeniz, reel akılda karşılık bulmaz. Halk derki, “CHP bu kadar becerikli olsa, yani her vilayette bu kadar gösteri organize edecek maharette olsa, bunlar iktidar olurdu.” Bu çok inandırıcı değil efendim. Oradaki çoğunluk maalesef özür diliyorum ama bize nefrete dönüşmüş bir halk hareketi. Allah korusun, gizli servislere çok açık provokasyon alanı mevcut. ‘Yüzde elliyi evde zor tutuyoruz’ demek çok yanlış efendim. Maazallah, AKP binaları taransa veya diğer gurupların yoğunlukta olduğu yerler, bizi önü alınmaz sonuçlara götürür. Efendim gerilim politikası ülkenin hele bu konjonktürde büyük sıkıntılara sokar ki, sonuçları sizi etkiler. Efendim, ‘bir milyon kişide ben toplarım’ dediğinizde keşke sözünüze AKP Genel Başkanı olarak cümlesini ekleseydiniz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı bunu derse; kutuplaşmış diğer tarafa, yok edici, meydan okuma, tehdit kabul edilir ki bu da halkta artık Başbakan’ın meşrutiyeti kalmamıştır algısı yaratır ve şöyle düşünür: “Ben çok endişeliyim. Çünkü sadece kendi taraftarlarının başbakanı ve onlar adına savaşa hazır bir başbakan var. Bende kendi meşru müdafaa hakkımı ilan ederim.” Zira yakın geçmişte, sağ-sol olayları bu söylemlerle patlamıştı. Bu yüzden hukuken sizi zor durumda bırakabilirler ve yine bu cümleler vatandaşta antipati oluşturur. Çünkü 12 Eylül nesli, yani o günlerden geçmiş, o günleri görmüş insanlar hala aktif politikada ve hayattalar. Anılar, tedirginlikle birleşirse çok aleyhimize olur. Efendim halkın demokratik hakkına saygı göstermek mecburiyettir. Bülent Arınç Bey ‘Bende zulüm görseydin Dağa Çıkarım.’ demişti. Bu halk dağa değil, meydanlara çıkıyor, bunu kullanırlar. Sayın Başbakan’ım, Arap baharı imajı ülkemizi zedeledi, lütfen gerilimi düşürelim, bu sefer ki, tencere tava aynı ama hava aynı hava değil gibi geldi bana. Birde alkol düzenlenmesinde dinin emri dediniz, çıkar bir molla derki, bu bir küfürdür. İslam dininde gece 10’dan sonra içki almak diye bir şey yoktur. Bu fıkıhen küfürdür. İçki külliyen haramdır. Birde bu algıyla uğraşmayalım. Ha bu arada, kabinede, sizin deyiminizle; akşamcı, alkolik, üstelik bazı kanunların altında imzası olan bir bakan varsa, bunu bize karşı çok kötü kullanırlar efendim. Efendim birde 3. Köprüye hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, herkesin üzerinde birleşeceği, polemik konusu etmeyeceği bir isim önersem; Osmanlı coğrafyasını, mimarisi ile ilmek ilmek tapu senedi yapan, Mimar Sinan olsa. Tabi siz bilirsiniz. Saygılar efendim. İyi danışman için daha verilecek çok örnek var ama bu kadar yeter, arayıp bulsunlar. Kötü bir danışman, istikbal bekleyen, menfaat bekleyen, dalkavuk bir danışman ise herhalde şöyle derdi: ‘Sayın Başbakan’ım müthişsiniz, çok iyi dediniz, anketler zaten bu soytarıların aciz, acınacak hallerini ortaya koyuyor. Efendim halkımız arkanızda, sabırsızlanıyor. Hatta bazı yazar ve halk size mehdi gözüyle bile bakıyor. Bu halk sizi Menderes gibi Özal gibi yedirmez, gerçi onları yedirdi ama… Bu halk aynı değil efendim, sizinle gurur duyuyorum. Osmanlı padişahı gibisiniz hem de Yavuz gibi. Allah nazarlardan saklasın. Efendim Taksim’i düşünmeyin, Fas’a giderken nasıl olsa Muammer Güler Bey’e “ben gelene kadar bu işi bitir, göreyim seni, sana güveniyorum” dediniz, tam yetki de verdiniz. Onun için vereceğiniz beyanatlarda; “tencere tava aynı hava” deyin gitsin. Baktık olmuyor, ‘Emniyet işini yapamadı.’ deriz, olur biter efendim. Kötü danışmana örneği siz çoğaltın… Vatandaş Oktan Keleş: Milli manevi hassasiyeti olan vatandaşlardan biri olarak, kağıt üzerinde demokratik hukuk devletinde olmamızın ve hertürlü vatandaşlık görevimi yerine getirdiğimin rahatlığı ile hakkım olan yorumum: Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni sevmiyorum. Çünkü bana çapulcu diyorsun, yani halkına. Seni İslami bilirdik, 15 sene önce; ‘Erdoğan, NATO’yu, ABD’yi Müslüman ülkelere müdahale için çağıran biridir.’ deseler kimse inanmazdı. 2 milyon Müslüman’ın katili ve tecavüzcüsü olan ABD askerleri için: "Dua ediyorum, sağ salim eve dönsünler’ dediniz. Bebek katili ve çapulcularla ile şeref sözcükleriyle güven verip, iş meydana çıkınca ‘görüşür, görüşürüm’ dediniz. ‘NATO’nun Libya’da ne işi var?’ dediniz, iki gün sonra; ‘NATO’nun orada bulunması gerektiğini’ söylediniz. One Minute fatihi ilan edildiniz ama sonra “ben onu Sayın Peres’e değil, moderatöre söyledim.” dediniz. Mayınlı arazileri İsrail şirketine vermeye kalktınız. Mavi Marmara olayında vatandaşlarımızın hakkını başka şeylere alet ettiniz. İslam coğrafyasında, mezhepsel kutuplaşmalara taraf oldunuz. Millete muameleniz için Yunus’tan bahsettiniz ama hoş görü yoksunu, kibir tablosu çizdiniz. Ha bu benim fikrim değil, size Firavun diyen Numan Kurtulmuş’u yardımcınız yaptınız. Dolayısıyla sizin deyiminizle, ‘aynası iştir kişinin.’ Bu şahısta, Firavun dediği birine, herşeyi unutup, tabi olması kendisi hakkında bir fikir sahibi ediyor bizleri. Kuran’da Firavun’un yardımcısı Haman idi. Sizi edeple tenzih ederim. Numan Bey’i tenzih ederim. Ayasofya’yı tümden ibadete açacaktınız.‘Sultanahmet’te cemaat var mı ki?’ dediniz ama Çamlıca tepesine o çapta camiyi yapıyorsunuz. Cemaati garanti demek ki… Dini hassasiyetleri olmayan vatandaşlarımızın hakkı gözetilmedi. Onların hayat görüşlerine karışmadan, yaşamlarına devam etmeleri ve en ufak tedirginlik hissetmemelerini sağlamak sizin görevinizken, bugün dindarlar bile sizden tedirgin. Osmanlı’dan dem vuruyorsunuz, bazı padişahlara benzetiliyorsunuz, güzel ama onlar hiç değilse halkını azarlamadılar. Kendi vezirlerini azarladılar. ‘Neden milletime zülüm ettiniz veya hizmette kusur ettiniz’ hiç biri biz Bizan’sın torunuyuz demedi. Bilge Kağan yazıtlarında Bilge Kağan nezaketlice milletine seslendi” diyordunuz eskiden. Bu konuşmaları sizden Milli Gençlik vakıflarında dinledik. Her konuşmanız tahrik edici. Bir milyon kişi toplarım, sokaklara yüzde elliyi salarım, imajınız beni vatandaş olarak endişelendiriyor. Bari tedbir mi alsak bizde. Meşru müdafaa hakkı, yaşam, vatan hakkı için diye düşünmeye başlayanlara mı katılsak? Her insan gibi Ortadoğu’da kardeş kavgasını istemiyoruz. Dostunuz Obama’nın bölgemizdeki planlarını (Irak, Libya, Mısır, Suriye...) gördükten sonra, yastığa rahat kafa koyamıyoruz. Sokaktakiler, iki ağaçtan yola çıktılar ama siz T.C’yi kaldırma girişiminde bulundunuz. Belki de asırlık çınarlar, Barış Manço’nun 2023 albümünde dediği gibi bir sembol muydu? Kiliselere, Hristiyan cemaatine gösterdiğiniz emniyeti ve nezaketi İslam dinin mensupları, canlarım Alevi kardeşlerime göstermediniz. Dediniz ki; Allah soracak; ‘Ey Türkiye Başbakan’ı Suriye’deki akan kan için ne yaptın?’ İyi ama Allah size sormayacak mı; “Bütün Ortadoğu’da akan kana, zalimlerin planına neden ortak oldun, neden BOP’a eş başkanı oldun?” Tabi Türkiye Başbakanı için. Yoksa şahsi sorgu, seninle Allah arasında, gemicikler falan onu dillendirmiyorum. Devlet kurumları zaafa uğradı, adaletsizlikler, kayırmalar, kişilerin özel hayatına müdahale. Daha çok endişeliyim Sayın Başbakan. Reyhanlı’da 52 kişi şehit oldu. Gözlerimiz Başbakan’ı aradı. Siz ABD’ye gitmeyi tercih ettiniz. Vatandaş biraz şefkat ve saygı istiyor, çok mu? Zor günlerinde Devletin başını yanında görmek istiyor, çok mu? Bak görsel ve yazılı arşivlere - hani Allah yaşatmasın- 17 Ağustos günüydü, Adapazarı yerle bir olmuştu, halk galeyana gelmiş; “nerede bu devlet” diye bağırıyordu. Mikrofondan bir ses yükseldi: “Sevgili vatandaşlarım, nerede bu devlet diyorsunuz, bakın ben buradayım, devletin en başı ben.” Halk gözlerinden yaşlar akarak, ortalığı “en büyük Türkiye” diye sloganlarla, -enkazdaki ölülerini ve yaralılarını unutarak- yabancı basının şaşkın bakışları arasında inlettiler. Bu millet böyle bir millet. Mikrofondaki ses o gün Sayın Süleyman Demirel’e aitti. Çok mu şey istedi bu millet sizden? Size oy vermeseler bile. Bu seferki başka hava Sayın Başbakan. Başbakan'ım demek içimden gelmiyor, çünkü siz kendi deyiminizle yüzde ellinin, yani size oy verenlerin hizmetkârı, Başbakanısınız. Koltuk hırsı sizi partili Cumhurbaşkanı safsatasına götürmüş. Ne yani sadece bir partinin Cumhurbaşkanı mı olacaksınız? Olmazsa, yarı başbakanlık arayışına girişiyorsunuz. Koltuklar geçicidir Sayın Başbakan. Yine de yaptığınız güzel işlerden ötürü de teşekkür ederiz. Ama siz eleştirilme makamınızdasınız. Biz vatandaşlar olumsuzluklardan endişe duyar, dile getiririz. Balkon konuşmalarınızın yarısını fiiliyata dökseydiniz, bu gün oylarınız sandığınızdan daha fazla olurdu, yüzde otuzikilere düşmezdiniz. Neyse daha çok şey var da, endişeliyim vatandaş olarak. Sizi Allah için sevmiyorum, sizden korkmuyorum. Sizi sevmeme bir fırsat tanıyın. Eleştirimi ‘Hz. Ömer’e yanlış yaparsan seni kılıçlarımızla düzeltiriz.’ düsturu sayın. İslami hassasiyetle tabi. Yazar Oktan Keleş Yazar Oktan Keleş olarak şunları söylemeliyim; bir kere bu bir halk hareketi olarak başlamıştır. Üç vilayette, İzmir’de özellikle gördüm; yaşlısı, genci MHP’lisi, Kemalisti, solcusu hatta öğrenci yurtlarından… Altını çiziyorum, yurtlardan. Gençler, sade vatandaşlar, birçok kesim oradaydı. AKP’ye oy vermişlerden bile hatırı sayılır kişi vardı. Tabiî ki marjinal örgütler, falanlar filanlar da cirit atıyorlardı. Ancak bütün bunlar, asla devletin ve milletin bekasını zaafa uğratacak boyutlara ulaşmamalıdır. Yazdık çizdik, coğrafyamızda, bu Şeytani, büyük bir dizayn planıdır. Maalesef AKP hükümeti bu planın bir parçasıdır. Zaten Sayın Başbakan Meclis’te kendi söyledi: “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım. Biz bir proje yönetiyoruz, bir rolümüz var.” diye. Mezhepsel kutuplaşmayı, Bekir Bozdağ’ın -biz hariç- bazı İslamcıların rüyasında görse hayra yormayacağı Hizbulşeytan demesi, Boğaz Köprüsüne Yavuz isminin mesaj olarak verilmesi, ucuz istihbarat oyunları, CHP’liler bombacılarla gitmiş -tasvip edilecek bir şey değil- ama niye MİT uyarmadı. Demek ki biliniyordu da siyasi tuzak mı kuruldu denecek türden toyca faaliyetler. ABD’nin “Suriye politikasında bizim dediklerimizin dışında davranılmaması” demesi, stratejik derinliğin, stratejik rezilliğe dönmesi, Arap baharını bize örnek göstereceklerinin aşikar olması bizlere; AKP’nin ya basiretsiz veya hiç bir şey bilmeyen kadroların olduğunu gösteriyor. Ya da ABD ve diğer unsurların planını uyguladığını, tabiî ki sonuçlar bize, bir planın rol verilmiş aktörü olduğunu gösteriyor. Zaten ABD bunu ileride açıklayacak. Şimdi ABD itidal çağrısı yapıyor. ABD Dışişleri Bakan'ı Kerry geçenlerde buradaydı, bir şey demiyordu da şimdi niye kendi vatandaşlarına Türkiye ile ilgili uyarı yapıyor? "Erdoğan's Way" yazımız anımsanmalı. http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=1216 Esad’a bakış açımız malum, daha önceki yazılarımızda görüşlerimiz mevcut. Şimdi Türkiye’yi bölme işleminin, rejimin cıvatalarının oynatılması vs. sahte Osmanlıcılıkla zaten belliydi. AKP için sonun başlangıcı TC amblemlini sökmeye başladığında başladı. Şimdi birçok dış plan devrede. Erol Elmas “İnternet İsyan Raporu” yazısında http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=1825 internetin nasıl kullanıldığını yazmıştı. Ancak gerçek olan tweetler sahtesinden beter. Bir ilçenin AKP Gençlik Başkanı; “ananızla ne geldiniz, ananızı da alın gidin,” “Anıtkabiri’de yıkarız elhamdülillah” vs. ve yandaş kalemlerin kışkırtıcı halleri. Hele bir tane var ki yandaş gazetesinde, köşe yazısında "Baldırı çıplaklar cami cemaatine sataştı, çapulcular filan." Neyse… Bunlara engel olunmalı asıl provokatörlük budur. Bu yaşananlar iki ağaç meselesi değildir anlayana. Olayları bu kadar basit görmeyin. Başbakanın akıl almayacak tavrı bize şunu veriyor: Bu hükümet, planın bir parçası sonuçlar itibari ile. Yok öyle değilse, herkesi kucaklayıcı bir konuşma ve bozduklarını tamir yoluna gitmeli. Ancak Sayın Cumhurbaşkanımız “mesajı aldık” dedi. Başbakan hariç, herkes mesajı almış. Bu iş oyuncak değil. Sayın Cumhurbaşkanımız Bakanlar Kurulunu toplamalı. Toplumsal hareketlenmeler şakaya gelmez, her türlü provokasyona açıktır ve durdurulması güçtür. Bakın CHP heyeti Ankara’da bazı eylemlere engel olamadılar, iş çığırından çıkarsa Atatürk gelse bu sosyolojik patlamayı durdurması mümkün olmaz. Üstelik emniyet kurumu da zan altında, halkla arasına nefret girmiştir, bu çok yanlıştır. Bu kadar tahribatı yapan hükümetin başı hala diretiyorsa, bu işte masumiyetlik aranmaz. Bu yüzden işi Cumhurbaşkanı ele almalıdır. Sonuçta devlet bizimdir. Sevelim sevmeyelim, başbakanlık koltuğu bizim devletin temsil makamı. Başbakanın psikolojisi çok bozuk belli. Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık arasındaki diyalog devam etmelidir. Şimdi birçok menfaat gurubu ve gizli servis bu hadiseyi kullanmak için uygun ortamı bulmuştur. Çok dikkat edilmeli. Bu işin bir şekilde sonlanmasının yolları vardır ama halka rağmen değil. DİKKAT benim asıl endişem ve uyarım şudur ki, Şeytaniler Türkiye’de de Arap coğrafyasındaki isyan planlarının provalarını sahneye koydu. Tabi yönetimin zaaflarını kullanarak. Şöyle böyle bu bir deneme ve ölçümdür. Devletin tüm kurumları çok dikkatli olmalıdır. Bu ölçümün parametrelerine göre bundan sonra plan yapacaklardır. Ne zaman? Seçimlere dikkat! CİA, durmadan Türkiye’deki nüfus rakamlarını yayınlıyor. Bu masumane değil! CİA raporları ısrarla, 80.7 milyonsunuz diyor, sıklıkla Türk kamuoyuna ve dünyaya bunları deklare ediyor. TÜİK ise 75.8 milyonuz diyor, Dünya Bankası 73 milyonsunuz diyor, İMF ise 75.8 milyonsunuz diyor. Plan şu: Yerel veya muhtemelen genel seçimlerde 6 milyon gizli, sahte nüfus/ oy çıkabilir havası estirme. Yani AKP durmadan anketlerde yüzde elliyiz psikolojisini enjekte ediyor. Oylarında düşüş olmayınca, zaten böyleydi anketler diyecek. CİA ise bakın AKP seçimlerde fazla oy kullandırdı havasını Türkiye’ye yayarsa, işte o zaman kan gövdeyi götürür. Bu son yapılan provayı/ölçümü seçimlere hazırlıyor olabilirler dikkat. Acaba bazı anket şirketlerinin ABD ila bağlantısı var mı? Seçim şaibesini bu ülke kaldırmaz. Asıl sokağın sahipleri, o gün sokakta olursa, ön alınamaz. Şimdiden dijital seçimden vazgeçilmeli ve eski mürekkep usule geçilmeli. Bugün kamuoyunda ve halkın nezdinde hızla oy kaybeden AKP, iddia ettiği oyları gerçektende alırsa, ve bu şaibe planları engellenmezse, o zaman Türk vatanı iç kargaşaya döner. AKP seçim şaibesi yapacak diye bir şey yok yanlış anlaşılmasın. Dijital sistemi kontrol eden ABD, AKP’nin oylarını yüksek gösterip, sonra da bakın AKP şaibe yaptı diye yayarsa dikkat edilmeli. Bundan önce de yapıp yapmadığı bu sistemde belli değil. Bu yüzden seçimler eski usul ile şaibeye mahal kalmayacak şekilde yapılmalı. Bu sıralar gündemi değiştirmek için Şeytani planlar olabilir. Havadaki kuşlara dikkat etmek lazım. Bugünden sonra Gezi Parkı hadisesi hal yoluna, demokratik bir şekilde konulması elzemdir. Kıymetli gönüldaşlarım; Biz bir milletiz, siyasi ideolojiler bizi bölmemeli, birliğimiz beraberliğimizi bozulmamalı. Bu vatan bizim. Bir kitabımda yazmıştım; 12 Eylül zamanı deselerdi ki; “Merhum Başbuğ Türkeş’le, merhum Ecevit koalisyon kuracak” kim inanırdı ? Rüyada görülmezdi ama yıllar sonra koalisyon kurdular. Olan millete oldu. Siyasileri, bazılarının yaptığı gibi her şey sanmayın. Ölçüsüz anlam yüklemeyin. Tepkimizi ortaya koyalım, meydanlara çıkalım, halkımızın Gezi Parkı eylemlerini alkışlıyorum. Ancak aklı selimimizi diri tutalım. TSK ve Emniyet bizim kurumlarımızdır. Bunlara her zaman ihtiyacımız var, hatalar elbette cezasız kalmaz. Daha çook başbakan göreceğiz meraklanmayın. Tayyip Bey’in rahmetli Erbakan’a yaptığının aynısını, en güvendiği adamları KENDİSİNE yapacak. AKP’nin içinde çok rahatsız olanlar da var. 2014’te konjonktür değişiyor sözümü yineliyorum. Elbette Ak Parti’nin yaptığı hukuksuz her şeyin, hukuk önünde, hesabı sorulacaktır. TÜRK MİLLETİNİN SABRI TEST EDİLMEMELİDİR. Planlar tutmayacaktır, endişelenmeyin, ancak uyanık olun. SORANLARA TÜRK DEVLETİ AYAKTADIR. BU DEVLET’i iki tane BOP’çu kurmadı ki, iki tane BOP’çu yıksın. Saygılarımla. Oktan Keleş oktankeles@gmail.com onaltiyildiz@gmail.com -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Und die 3.: http://www.karakalem.net/?article=4940 191 Kemalist nihilizmin ayak sesleri Gördüğüm, bir bedbinlik, nikbinlik, karamsarlık hali. Bir nihilizm. Kemalizm, bu ülkede iktidar sayesinde varolabilmiş bir ‘parantez’di. O parantez, demokrasinin kurumsallaştığı bir ülkede ‘iktidarda olma’ anlamında kapandı, kapanacak. Bunu hissediyor olmanın yol açtığı bir hüsran hali var birilerinde. Ben şu bir hafta içinde olup bitenlerin, nicedir yapılan benzeri denemelerin ardında, bu ümitsizliği, bu bedbinliği, bu nihilizmi görüyorum. Bu nihilizmin iyi analiz edilmesi ve tedavi imkânlarının bulunması gerek. Yoksa, sahiplerine de, bu ülkeye de zarar verecek. CUMA AKŞAMLARI, benim için, iple çektiğim vakitler demek. Çünkü bu dünyada varoluşlarıyla zenginleştiğim bir grup arkadaşımla o akşam buluşup halleşiyoruz. Merkezinde Risale’den bir bahis. Bu sabite etrafında, dünü, bugünü, yarını dolaşan muhabbetli bir sohbet. Dün akşam, geç ısındığımız, o yüzden geç bitirdiğimiz bir buluşma yaşadık. Sonrasında, namazın ardından uyumaya mecal bulamadım; çünkü gecenin bir yarısında dört bir taraftan korna sesleri, tencere tava sesleri, alkışlar, bağırışlar uykuma mani oldu. Ne olduğunu anlamak için pencereye yöneldiğimde, ışık yakıp söndürenleri de gördü gözlerim. Yabancı olduğum bir manzara değildi. Sözümona ‘Susurluk aydınlansın’ iyiniyetiyle başlayan bir eylemin nasıl 28 Şubat’ın asfalt döşeyiciliğine dönüştüğünü onaltı-onyedi yıl önceden çok iyi biliyordum. Demek, birileri, ‘bu kez tamam’ psikolojisine ulaşmış; ağaçların yeşili ve polisin yanlış müdahalesi arasında, ‘Gezi Parkı’ protestosundan bir ‘ihtilal’ umudu devşirmişlerdi. Gecenin bir vakti, hastası, çocuğu, sabah işe dingin bir halde yetişmesi gerekeni demeden; komşu hukukunu hiç gözetmeden yapılan bu sözümona ‘protesto’nun Gezi Parkı’ndaki ağaçları korumak için olduğuna kim inanabilirdi? Ben inanmadım. Bu ülkede güçlünün, hele de elinde silahı varsa, bu gücü ve silahı ne kadar da kolay yanlış, usulsüz, haksız, hatta hukuksuz kullanabildiğini bilecek kadar yaşamışlığım vardı. Ama Taksim’deki eylemden 28 Şubat umudu devşirenlerin hedefinin, Gezi Parkı’nı kurtarmak yahut doğru yönetemediği gibi ciddi yanlışlar da yapan bir vali, emniyet, polisi muhasebe ve muhakemeye sevketmek olmadığının da farkındaydım. “Ehl-i adavet mizacı bozulmuş bir çocuğa benzer. Ağlamak ister, birşey arıyor ki, onunla ağlasın.” Benim dünyamda, olan bitenin özeti, Bediüzzaman’ın bu cümlesiydi. Önyargılı mı konuşuyorum. Bilakis, tecrübe konuşuyor! Varoluşunu bir ‘antagonizma’ya borçlu olan; bir Meclis darbesiyle elde ettiği iktidarı meşrulaştırmak için kendisiyle başlayan bir tarih kurgulayarak öncesini her açıdan şeytanîleştiren; ‘dört tarafı düşmanla çevrili’ bir ülkede, her daim ‘dahilî bedhahlar’ın da olduğu bir hayat algısı biçimlendiren bir yapı, ben doğmadan önce vardı, ben varken de varlığını hep sürdürdü. Onların ‘Asr-ı Saadet’i, ‘farklı herşey kötüdür’ü hükûmet ilkesi kılmış; farklı olanı ya kovmuş, ya sürmüş, ya sindirmiş, yahut öldürmüş bir Tek Parti dönemi. Açıkçası, ‘demokrasi olduğu sürece iktidarda olamayacaklarını baştan beri biliyorlardı, hâlâ daha biliyorlar. 1908’deki ‘meşrutî demokrasi’ imkânını bizden çaldılar, ‘demokrasisiz cumhuriyet’le bizi kandırmaya kalkıştılar. Küresel reelpolitik de, buna müsaitti o günler için. İkinci Dünya Savaşı tecrübesinin ardından küresel reelpolitik otoriter ‘cumhuriyet’leri ‘demokrasi’ye zorladığında, ‘açık oy, gizli tasnif’ kepaziliğinden yüksünmediler; bu kepazeliğin ömrü ikinci seçime uzanamayınca, bu defa seçimle gelen ‘hükûmet’in ‘iktidar’ olamadığı bir ‘şeklen demokrasi’ modeli oluşturmayı denediler. Buna direnen olursa, ne yapacaklarını, 1960’ta “CHP+ordu=iktidar” formülüyle gösterdiler, ibret olsun diye bir başbakanı uyduruk bir yargılamanın ardından öldürmekten de çekinmediler. Bu ülkede, seçimle gelmiş başbakanların, meselâ Turgut Özal’ın veya Recep Tayyip Erdoğan’ın, devletlûların ‘hükûmetsiz iktidar’ına makyaj malzemesinden öteye geçmeyecek ‘iktidarsız hükûmet’ formülüne dirençlerini ifade etmek için, ‘idam gömleğine hazır olduklarını’ söz etmeye mecbur olmaları yeterince anlamlı değil mi? Tek Parti dönemini çarşı ortasında bekçinin başörtüsüne saldırdığı babaannem ile onlara Kur’ân öğreten komşu teyzenin nasıl süründürülüp kahrından öldüğünü anlatan ninemden; ve yağmurlu bir günde ekmek karnesi için kuyrukta beklerken kaptığı akciğer rahatsızlığını ömür boyu çeken dedemden öğrendim. 27 Mayıs’ı, öncesi ve sonrasıyla, babamdan ve annemden. 12 Mart’ı çocuk, 12 Eylül’ü genç, 28 Şubat’ı yetişkin olarak yaşadım. Aldığım Siyasal Bilgiler eğitimi ise, yüzyılın röntgenini unutulmamak üzere yerleştirdi zihnime. Sözün özü, bu ülkede varoluşunu ve iktidarını demokrasiye borçlu olmayan; bilakis, demokrasi olduğu sürece iktidar olamayan bir yapı ve bir zümre var. Bir zümre ki, farklı olana karşı sindirme, değilse dışlama, gerekirse ötekileştirme, düşmanlaştırma ve hatta şeytanîleştirme taktiklerini kullanmış; bundan dolayı bugün dahi yüzleri kızarmıyor. Sıkışınca, ‘kendine özgü şartlar’dan söz ediyor. Bir zümre ki, Birinci Meclis’in İstanbul’da toplanması İngiliz işgali sebebiyle imkânsızlaşan Meclis-i Mebusan’ın devamı niteliğini hep gözlerden gizlemiş; Nisan 1923’te olup bitenler, hele ki İkinci Grubun önemli ismi Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi hiç konuşulmasın istiyor. Ama, seçilmiş başbakanlara ‘Menderes’in akıbeti’ni hatırlatmaktan utanmayacak kadar arsız. Bir zümre ki, 1923’ü devrim, ilk demokratik seçimlerin yapıldığı 1950’yi ‘karşı-devrim’ diye tanımlıyor. Seçilmiş yöneticilere karşı orduyu ABD-NATO destekli darbe yapmaya davet etmeyi, vatanseverlik. Allah imhal eder, ihmal etmez. Son yüz sene, hep ‘yaptığının yanına kâr kaldığı’nı düşünen; ama açıktan, ama örtülü şekilde hep asıl ‘iktidar’ olmayı başaran bir zümrenin artık yaptığı kâr etmemeye başladı. 1950’den beri, hiçbir seçimde iktidar olamadıkları gibi, artık ‘Ordu göreve’ formülleri de işlemez oldu. Yargı üzerinden sürdürdükleri bürokratik vesayet, 12 Eylül referandumuyla çöktü. Küresel reelpolitiğin rüzgârı da arkalarında değil. En son, PKK teröründen medet umdular, ‘barış süreci’ sinirlerini bozdu. 28 Şubat darbesinin yapıldığı tarihte, Yeni Asya’da köşe yazarıydım. Elindeki silaha güvenenlerin ve elinde silah olana güvenenlerin çok keyifli olduğu o günlerde, “Kemalizmin geleceği var mı?” başlıklı bir yazı yazdım. ‘Yok’ cevabını içeren bir yazıydı elbette. Niye yok? Çünkü, varolmak için iktidara muhtaç. Bugüne kadar, hep açık veya örtülü, ‘iktidar’la var olageldi; iktidarını korumak için darbeye dahi kendini mecbur biliyor diye. Şimdi, önemli ölçüde iktidarsız kalmış bir Kemalizm var karşımızda. Askerî bürokrasi veya yargı bürokrasisi üzerinden iktidar olma imkânını neredeyse tamamen yitirmiş halde. Bel bağladıkları ‘Neo-Con’ların kaybettiği bir başkanlık seçiminden çıktı Amerika. PKK silahlı mücadeleye son verdiğini ilan ederek, şehit cenazeleri üzerinden hükûmeti devirme hayallerini söndürdü. “Ne yapsak olmuyor, neden medet umsak elde kalıyor” karamsarlığıyla, Esed gibi bir zalime ‘yandaş’ haldeler. Gördüğüm, bir bedbinlik, nikbinlik, karamsarlık hali. Bir nihilizm. Kemalizm, bu ülkede iktidar sayesinde varolabilmiş bir ‘parantez’di. O parantez, demokrasinin kurumsallaştığı bir ülkede ‘iktidarda olma’ anlamında kapandı, kapanacak. Bunu hissediyor olmanın; aşağıladığı insanlarla eşit olmanın, seksen sene ders kitaplarında aşağıladığı dindar insanların seksen senede yapılmayanları on senede yapabildiğini görmüş olmanın yol açtığı bir hüsran hali var birilerinde. Ben şu bir hafta içinde olup bitenlerin, nicedir yapılan benzeri denemelerin ardında, bu ümitsizliği, bu bedbinliği, bu nihilizmi görüyorum. Bu nihilizmin iyi analiz edilmesi ve tedavi imkânlarının bulunması gerek. Yoksa, sahiplerine de, bu ülkeye de zarar verecek. Bu süreçte bize ne düşüyor derseniz, dün gece uykuma mani olan haksız ve hukuksuz gürültüler arasında, Beled sûresine, özellikle de ‘sarp yokuşu tırmanma’nın son iki göstergesi üzerinde odaklandı zihnim: “...Ve sonra, iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.” Dikkat ve rikkat gerektiren bir süreçten geçiyoruz. Biliyorum, mesele Gezi Parkındaki ağaçlar değil, bizden nefret ediyorlar. Ama bizim, bu süreci bizden nefret edenlere karşı dahi içimizde nefret uyandırmadan geçirmemiz gerek. Acımalı, öfkeden uzak durmalı, sabretmeli; birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmalıyız. Protestoculara yönelik polis şiddeti mi? Kesinlikle problemli. Çünkü, sabırsız ve merhametsiz... 01/06/2013 © 2013 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu 191 Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.