Webmaster Geschrieben 2. März 2015 Autor Teilen Geschrieben 2. März 2015 Yeni Şafak yazarı Ergun Yıldırım ne kadar haklı? Risale Haber-Haber Merkezi Bediüzzaman Hazretlerinin vasiyetlerinden biri de Risale-i Nur'un Diyanet tarafından basılmasıydı. Diyanet'in Risale-i Nur'u basıp yayımlaması Nur talebelerinin büyük bir kesimi tarafından desteklenirken bazı kesimler de bunun devletleştirme olduğunu iddia ediyor. Bu iddialardan birini de Yeni Şafak yazarı Ergun Yıldırım dile getirdi. Yıldırım, Diyanet İşleri Başkanlığı'na verilen Risale-i Nur basım yetkisini "kamusallaştırma" olarak yorumladı. Risalelerdeki bazı kelimeler Bediüzzaman Hazretlerinin hayattayken el yazısıyla düzeltilmişti. Bununla ilgili en somut delilleri talebelerinden merhum Abdülkadir Badıllı ağabey ortaya koymuştu. Buna rağmen aynı tartışmaları gündeme getiren Yıldırım, "Metnin kamusallaştırılması, bir metnin toplumsal dünya tarafından serbestçe paylaşılması, konuşulması, basılması ve yayılması manasına gelir. Oysa bizde “metnin kamusallığı”, “devlet metni” anlamına gelmektedir. Yani devlet o metne istediği biçimde tasarruf etme hakkına sahip olması demektir" iddiasında bulundu. Nurculuğun, Risale-i Nur metinlerinin etrafında meydana gelen dayanışma ağları olduğuna dikkat çeken Yıldırım, "Metin ağlarıdır. Metnin anlamını korumak, taşımak, yaymak ve saklamak için var olurlar. Bundan dolayı Nurculuğun varlığı metinseldir; metin yoksa, Nurculuk da yoktur! Nur cemaatlerin bütün meşruiyet ve var oluş gayesi buradan doğmaktadır" dedi. Yıldırım'ın yazısı şöyle: Bir metin hikayesi: Risaleler Risaleler metni, “cemaatçi metin” bağlamında da bir daralmayı ve tekelleşme sorununu yaşıyor. Ancak pratiğe baktığımızda onlarca cemaate ait metinler ve bunların serbest rekabeti söz konusudur. Her cemaat kendi açısından “cemaatsel metin” ile beraberdir, ancak genel manada bütün cemaatlere tek bir metin dayatması yoktur. Belki de ilk defa DİB aracılığıyla bu yapılacaktır. DİB, “Diyanet metni”ni bütün toplum kesimlerine sunacaktır. Herkes bu tek metne mecbur olacaktır. Ünlü filozof Gadamer anti-metin, ön metin ve sahte metin kavramlarını geliştirir. Bu sınıflama aracılığıyla Risalelerin metin tarihini okumak mümkün. Bir bakıma cumhuriyetin resmi ideoloji tarihini bu metinlerin başından geçenleri izleyerek okuyabiliriz. Bu çerçevede Risaleler resmi ideolojinin metinlerine karşı önce anti-metindir. Pozitivizm ve din karşıtı siyasetlere karşı yazılan anti metinlerdir. Dini yerinden etmeye, çarpıtmaya ve anlamını bozmaya yönelen metinlere karşı meydan okur. Bundan dolayı metinler büyük baskılarla karşılaşır. Bu baskılar nedeniyle gizli bir biçimde okunan, yazılan, basılan ve dağıtılan bir metin ağı gelişir. Metnin en büyük tehdit oluşturduğu bir düzende, mahrem bir metin ağı inşa edilir. Bunun etrafında seferber olan insanlar ortaya çıkar. Bir açıdan Nurculuk, Risale-i Nur metinlerinin etrafında meydana gelen dayanışma ağlarıdır: Metin ağlarıdır. Metnin anlamını korumak, taşımak, yaymak ve saklamak için var olurlar. Bundan dolayı Nurculuğun varlığı metinseldir; metin yoksa, Nurculuk da yoktur! Nur cemaatlerin bütün meşruiyet ve var oluş gayesi buradan doğmaktadır. Bundan dolayı egemen ideoloji her fırsatta en büyük saldırıyı metne karşı yapar. Saldırdığı nesne metindir. Metin burada özneleşmiştir. Ele avuca sığmayan, denetlenmeyen, yola gelmeyen ve meydan okuyan metin… Bu metne saldırarak, onu çözerek ve onu yasaklayarak dayanışma ağını yok etmek istiyorlar. Bunun ilk kaba tarzı metnin tümden yasaklanmasıdır. Risalelerin rengi bile telaffuz edilmez bir dönem. En büyük suçtur onu konuşmak ve onu taşımak. Çünkü ondan gelen efsunlar, resmi efsunları bozmaktadır. Metinsel çarpıtmalar Metne yapılan bu saldırı daha sonra farklı bir tarza bürünür. Metinle başa çıkılamayınca bu defa başka bir seçenek devreye sokulur. Gadamer’in kavramıyla söylersek “ön metin” keşfedilir. Ön metin, gerçeği maskelemek ve kamuoyunu yanıltmak için yapılan metinsel çarpıtmalardır. Bunun Risaleler tarihindeki karşılığı Risaleler’in bir kısmının çıkartılmaya zorlanmasıdır. Nur grupların bazısı bunu istemeyerek ya da isteyerek yapar. Egemen varlığa karşı metni korumanın ehven-i şer’i olarak bu yönteme başvurulur belkide. Bunun etrafında bir metin tartışması yaşanır Türkiye’de. Metnin sıhhati ve egemen metinle yaşadığı sorunlu ilişkiler tartışılır. Kürt, Kürtçe vb. bir çok kelime ve yine çeşitli cümlelerin çıkarılması bir “ön metin” arayışıdır. Resmi ideoloji anti-metne karşı her an tetiktedir. Türkiye’nin demokratikleşme tarihi, metnin tarihine de etkide bulunur. Risaleler bu dönemde anti-metinlere dönüşür yeniden. Yeni anti metinlerdir artık. Tenvir Neşriyat ve Zehra Yayınlarında Risaleler asıllarıyla yeniden basılırlar: Tam metin olarak. Kelimesi kelimesine…Resmi ideolojiye ters olan kelimeler, kavramlar ve cümleler yeniden görünürler. Egemen bilgi kurgusuna karşı büyük bir başkaldırıdır bu. Egemen bilgi kurgusu zaten çökmektedir. Bilginin özgürlüğü, çeşitliliği ve serbest rekabeti ortaya çıkmaktadır. Metinlerin serbest rekabet dönemidir bu. Metinlerin diyaloglara geçtiği, birbirleriyle konuştuğu ve serbestleştiği bir ortam doğmaktadır. Şimdi yeniden sahte metin aşamasıyla karşı karşıya geliyoruz. Sahte metin, metninin bazı bölümlerini çıkararak boşluklar oluşturmak ve sonra da bu boşlukları keyfi bir biçimde doldurmaktır. Sahte metin, çıkarılanların yerine yenilerini koymak: “Bir Kürd” yerine “Türkçeyi yeni öğrenen köylü” ifadesini koymak gibi. Sahte metini dilin anlamdan mahrum edilmesidir. Boşluk doldurucu metindir. Bir boşluk oluşturup sonra o boşluğu isteklerine göre doldurmak… Örneğin boşluk burada önce Kürt /Kürtçe kelimesi çıkarılarak yapılır. Daha sonra da bu boşluk “Türkçe’yi yeni öğrenen köylü” ifadesiyle doldurulur. “Kürtlerin kıyafeti” yerine “Şarki Anadolu kıyafeti” geçer. Metnin oluşumu Metnin Türkiye’deki risaleler bağlamındaki tarihi budur. Bu metin tarihi bugün büyük bir dönüm noktasındadır. O da sahte metinlerle mi, anti metinlerle mi yoksa metinlerle mi devam edeceğimiz sorusudur. Bunu daha güncelleyerek açmaya çalışalım. Risaleler örneğinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın son teşebbüslerine göz atalım. DİB, kurduğu bir kurul aracılığıyla metni tekelinde tutuyor. Çünkü metni tek başına denetleme ve yönetme tasarrufuna sahip bir tutum içine giriyor. Metni tekelinde tutmaktır bu. Uygun gördüğü (kafasındaki kollektif resmi ideolojiye göre) kelime ve cümleleri çıkarıp onların yerine başkalarını koyma salahiyetine sahip oluyor. Özellikle bu yetkiye sahip bir grup tayin ediliyor. Metne tasarruf yetkisine sahip tek otorite olduktan sonra, onun basımını serbest bırakıyor. Basımı serbest, ancak metnin oluşumu (ya da yeniden oluşumu tekel) tekel altında tutuluyor. Böylece “herkes metni basıyor” diyerek serbestlik yanılsaması oluşturuluyor. “Metnin kamusallaştırılması” sorunu ile karşılaşıyoruz bir de. Metnin kamusallaştırılması, bir metnin toplumsal dünya tarafından serbestçe paylaşılması, konuşulması, basılması ve yayılması manasına gelir. Oysa bizde “metnin kamusallığı”, “devlet metni” anlamına gelmektedir. Yani devlet o metne istediği biçimde tasarruf etme hakkına sahip olması demektir. Kamusal metin ve devlet metni bize kilise metni ya da skolastik bilgi anlayışını hatırlatıyor. Çünkü orada metne tasarruf eden tek otorite kilise babalarıdır. Onun dışında kimse metinle diyaloga giremez. Bireysel, farklı, çoğul vs. ilişki kurma yetkisine sahip olamaz. Ortaçağ skolastiğinin bu tavrı İslam dünyasında karşılıksızdır. Gazali ya da İmam-ı Rabbani metni her zaman “sivil metin”dir. Devlet tekeli ya da bir grup tekeli mevzubahis değildir. “Cemaatsel metin” Risaleler metni, “cemaatçi metin” bağlamında da bir daralmayı ve tekelleşme sorununu yaşıyor. Ancak pratiğe baktığımızda onlarca cemaate ait metinler ve bunların serbest rekabeti söz konusudur. Her cemaat kendi açısından “cemaatsel metin” ile beraberdir, ancak genel manada bütün cemaatlere tek bir metin dayatması yoktur. Belki de ilk defa DİB aracılığıyla bu yapılacaktır. DİB, “Diyanet metni”ni bütün toplum kesimlerine sunacaktır. Herkes bu tek metne mecbur olacaktır. Üstelik onun anlamıyla oynandığı konusunda da kamuoyunda büyük bir algı ve inanç varken… Bundan dolayı metin toplumsal dolaşıma (alimlerin, entelektüellerin, cemaatlerin ve de DİB’nin serbest katılımına) serbest bir biçimde bırakılmalıdır. Onunla ilgili farklı girişimlere karşı hoşgörülü olunmalı. İslam’ın hakikati her zaman üstündür! Onu taşıyan bir metin kendisini korur! Alimler, entelektüeller ve bilgi ağı ona sahip çıkar. Çıkmıyorsa buna layık olmadıkları için, metnin kendisi toplumdan çekilir! Suret olarak çekilmese, anlam olarak çekilir! Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 14. April 2015 Autor Teilen Geschrieben 14. April 2015 RİSALE-İ NUR'UN BASIM HAKLARI'NDA DANIŞTAYIN İLK KARARI Danıştay, Bediüzzaman Said Nursi'ye ait eserler üzerindeki hakların... Risale-i Nur'un Basım Hakları'nda Danıştayın ilk kararı 14 Nisan 2015 Salı 15:39 Danıştay 10. Dairesi, Bediüzzaman Said Nursi'ye ait eserler üzerindeki hakların, Diyanet İşleri Başkanlığınca kullanılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davada, ilk incelemesini tamamladı. Resmi Gazete'de 26 Kasım 2014'te yayımlanarak yürürlüğe giren "Eser Sahibi Sait Okur (Bediüzzaman Said Nursi) Olan Eserler Üzerindeki Hakların Diyanet İşleri Başkanlığı Tarafından Kullanılmasına İlişkin Karar"ın yürürlüğe konulmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle dava açıldı. Davayla ilgili ilk incelemesini yapan Danıştay 10. Dairesi, Başbakanlığın yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığının da davalı konumuna alınmasına karar verdi. Daire, davanın durumu ve uyuşmazlığın hukuki niteliğine göre, yürütmenin durdurulması isteminin, davalı idarelerin savunması alındıktan sonra incelenmesini kararlaştırdı. AA Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 2. Juni 2015 Autor Teilen Geschrieben 2. Juni 2015 [h=1]Kılıçdaroğlu: Risale-i Nur kanununu CHP iptal ettirdi[/h] CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu CNN Türk canlı yayınında gazetecilerin sorularını cevapladı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Risale-i Nurlar'ın basımını Diyanet'e veren kanunu CHP’nin iptal ettirdiğini söyledi. Gazetecilerin CHP ile dindarlar arasındaki ilişikiyi sorması üzerine Kılıçdaroğlu Risale-i Nur örneğini verdi: "Geçmişte Risale-i Nurlar okutulmazdı, yasaktı vs.vs.vs. AKP geldi Risale-i Nurlar'ın yayını için dedi ki ancak Kültür Bakanı basabilir ve yasakladı. CHP Anayasa Mahkemesine gitti siz yasak getiremezsiniz diye ve Anayasa Mahkemesi iptal etti. Dolayısıyla biz bütün çevrelere sıcak bakıyoruz. Tek arzu ettiğim şey dini siyasete malzeme edilmemesi. Onun dışında hiç bir sorunumuz yok." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 11. Juni 2015 Autor Teilen Geschrieben 11. Juni 2015 AYM, RİSALE-İ NUR KANUNUNU İPTAL ETTİ Anayasa Mahkemesi (AYM), Risale-i Nur’ların basım ve yayımlanması yetkisinin Diyanet'e verilmesi ile ilgili kararı oyçokluğuyla iptal etti. AYM, Risale-i Nur kanununu iptal etti 11 Haziran 2015 Perşembe 13:09 AYM, sahibi vefat eden her eserin memleket kültürü bakımından önemli görülerek kamuya mal edilmesi sonucunu doğurabilecek şekilde Bakanlar Kurulu'na takdir yetkisi tanınmasının, ifade özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlüğüne demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan bir müdahale teşkil ettiği kanaatine ulaşarak dava konusu kuralın Anayasa’nın 13., 26. ve 27. maddelerine aykırı olduğuna karar verdi. Kültür Bakanlığı'nın Risale-i Nur Neşriyatı'na yönelik bandrol tedbiri bir yıldan fazla süredir yürürlükte. Kültür Bakanlığı'nın uygulamaya koyduğu bandrol tedbirinin ardından geçen Ağustos ayında, Torba Yasa'ya sonradan eklenen madde ile Risale-i Nur'ların basım yetkisi Diyanete verilmişti. Risale-i Nur'lar hakkındaki bu karar için AYM’den hükümet kararnamesi için de Danıştay’da yürürlüğün durdurulması talepleriyle açılan iptal davalarından karar çıktı. AYM, hükümet kararnamesini oy çokluğu ile iptal ettiğini açıkladı. AYM, kararı mülkiyet hakkı ve ifade özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlüğü yönünden ele alındığının altını çizerek şu ifadelere yer verdi: “Anayasa Mahkemesi, eser sahibinin mirasçılarının eser sahipliğinden doğan mali hakları ile manevi haklarının kullanım yetkilerinin kamuya mal edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşıdığı tespitinde bulunduktan sonra, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğini vurgulamıştır. Eser sahipliğinden kaynaklanan hakların kamuya mal edilmesinin, memleket kültürü bakımından önem taşıyan eserlerin kamuya ve dolayısıyla toplumun yararlanmasına sunulmasında devamlılığın sağlanması amacına dayandığı ve bunda kamu yararına aykırı bir yönün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Mülkiyet hakkına sınırlama getirilebilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen güvencelere uyulması gerekliliğinin altını çizen Anayasa Mahkemesi, sınırlamanın ölçülü olup olmadığı üzerinde durmuştur. Bu yönüyle dava konusu kuralla, kamuya sunumunda herhangi bir sorun yaşanmayan eserler üzerindeki hakların da, Bakanlar Kurulunca kamuya mal edilebilmesine imkân tanındığına işaret eden Anayasa Mahkemesi, mirasçının tasarruflarıyla kamusal erişimi sağlanabilen eserler üzerindeki hakların Bakanlar Kurulu kararıyla kamuya mal edilebilmesinin ve bu suretle malikin mülkiyetinden yoksun bırakılabilmesinin, değinilen amaca ulaşılması bakımından gerekli bir araç niteliği taşımadığını ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca, dava konusu kuralda Bakanlar Kurulu'na tanınan kamuya mal etme yetkisinin, memleket kültürü için önem taşıyan eserlerle sınırlandırılmış ise de 'memleket kültürü için önem taşıma' kriterinin sübjektif yönünün ağır bastığını göz önünde bulundurarak, kuralın, öngörülen amacın dışına çıkılacak şekilde yetki kullanımına zemin hazırladığını ve bu haliyle amaca ulaşmaya elverişli olmadığını belirtmiştir. Son olarak dava konusu kuralda, mülkiyet haklarından yoksun bırakılan kişilerin “…münasip bir bedel talep etme hakları…” saklı tutulmak suretiyle kamu yararı ile bireysel yarar arasında adil bir denge kurulmaya çalışılmış ise de kamuya mal edilen hakların ekonomik değerinin doğrudan hak sahibine ödenmesi yerine talep hakkı tanınmakla yetinilmesinin, Anayasa’nın 35. maddesinde öngörülen mülkiyet hakkı güvenceleriyle bağdaşmadığına vurgu yapan Anayasa Mahkemesi, tüm bu hususları göz önünde bulundurarak dava konusu kuralla fikri mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmış ve kuralın Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün, kişinin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına geldiğini belirtikten sonra düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek her türlü aracın anayasal koruma altında olduğunun altını çizmiştir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 27. maddesinde güvenceye bağlanan bilim ve sanat özgürlüğünün, her türlü bilim ve sanat eserinin oluşumu, tanıtımı, yayılması ve kamuya sunulmasına yönelik faaliyetlerin, devlet veya devlet dışındaki üçüncü kişilerin müdahalesi olmaksızın serbestçe yürütülebilmesini ifade ettiğini vurgulamıştır. Zihni çabanın ürünü olan fikir ve sanat eserlerinin kamuya sunulması ve yayılmasının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine işaret eden Anayasa Mahkemesi, fikir ve sanat eserinin, sahibinin ölümünden sonra kamuya mal edilmesinin, mirasçıların eserin kamuya sunulması ve yayınlanmasının biçim ve araçlarını belirleme serbestîsini sınırlayacağından dava konusu kuralla ifade özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlüğüne müdahalede bulunulduğu sonucuna ulaşmıştır. İfade özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlüğünün, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temeline dayanan demokratik toplumun vazgeçilmez öğelerini teşkil ettiği saptamasında bulunan Anayasa Mahkemesi, demokratik bir toplumda bu özgürlüklere müdahale edilebilmesinin ancak zorlayıcı nedenlerin varlığına bağlı olduğunu ifade etmiştir. Kararda, mülkiyet hakkı kapsamında görülse de fikri hakların aynı zamanda demokratik toplumun vazgeçilmez bir unsurunu teşkil eden ifade hürriyetiyle yakından ilişkili olduğu, dolayısıyla bu haklara yapılan müdahalenin demokratik toplumda gerekli olup olmadığı değerlendirilirken, salt ekonomik bir değer ifade eden mülkiyete konu diğer varlıklardan farklı bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiş, bu kapsamda fikri haklara yapılacak müdahalenin demokratik toplum bakımından gerekliliğinin farklı bir yaklaşımla ele alınması zorunluluğuna vurgu yapılmıştır. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi, zihni çabanın ürünü olan fikir ve sanat eserinin kamuya sunuluş biçim ve araçları ile ölçüsünün belirlenmesinin eser sahibinin ölümünden sonra öncelikle mirasçılarının tasarrufunda bulunmasının, ifade hürriyetinin ayrılmaz bir parçası olan düşünce ve kanaatleri yayma hakkının bir gereği olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, eser sahibinin mirasçılarının haklarına yapılacak müdahalenin ancak zorlayıcı nedenlerin varlığı hâlinde haklı bir temele dayanabileceğini hatırlattıktan sonra, bu kapsamda bir zorunluluktan söz edilebilmesi için hukuki veya fiili birtakım sebeplerle eserin kamuya sunumunda ve kamusal erişiminin sağlanmasında önemli sorunlarla karşılaşılmış olması gerektiğine işaret etmiştir. Dava konusu kuralın, halen kamuya sunumunda herhangi bir sorunla karşılaşılmayan eserlerin de kamuya mal edilmesine imkân sağladığını belirten Mahkeme, kamu otoritelerinin imkân ve katkıları olmaksızın erişimi sağlanabilen eserlerin kamuya mal edilmesinin zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklandığının söylenemeyeceğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi, sonuç olarak, sahibi vefat eden her eserin memleket kültürü bakımından önemli görülerek kamuya mal edilmesi sonucunu doğurabilecek şekilde Bakanlar Kurulu'na takdir yetkisi tanınmasının, ifade özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlüğüne demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan bir müdahale teşkil ettiği kanaatine ulaşarak dava konusu kuralın Anayasa’nın 13., 26. ve 27. maddelerine aykırı olduğuna karar vermiştir.” Cihan Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 2. Juli 2015 Autor Teilen Geschrieben 2. Juli 2015 [h=1]Aytimur ağabeyden Cumhurbaşkanına Risale-i Nur mektubu[/h] Ana Sayfa» RİSALE-İ NUR http://s.risalehaber.com/i/1x1.gifhttp://s.risalehaber.com/i/1x1.gif 02.07.2015 15:01 http://d.risalehaber.com/news/178992.jpg Aytimur ağabey Risale-i Nur’un basımı ile ilgili Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan’a bir mektup gönderdi... http://www.risalehaber.com/d/banner/uygulama.jpg İbrahim Mert’in haberi: RİSALEHABER- Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin taleberinden Ahmet Aytimur ağabey Risale-i Nur’un basımı ile ilgili Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan’a bir mektup gönderdi. Aytimur ağabey, mektubunda Risale-i Nur’ların Diyanet’in korumasına verilmesi ile ilgili bazı sıkıntılar olduğunu bunun aşılması gerektiğini söyleyerek, “Bu koruma memnuniyet verici olmakla beraber, tatbikatta bazı sıkıntılar olduğu herkesin malumudur. Bunun için risalelerin basımının serbest kalması Üstadımızın arzusuna muvafık olacaktır” dedi. Mektubu şöyle: “Şöhreti memleketimizin ve dünyanın her tarafını kaplayan Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin telifatı olan Risale-i Nur eserlerini altmış beş senedir neşretmekteyiz. Bu neşriyatımız Hazret-i Üstadın sağlığında bizzat onun tensibiyle olduğu gibi vefatından sonra da aynı esaslar çerçevesinde bu neşriyatımız devam etmektedir. Üstadımızın tayin ettiği varisleri ve onlardan neşriyat esaslarını öğrenenler de çeşitli merkezlerde bu hizmetlerini bugüne kadar ifa etmişler ve edeceklerdir. Üstadımız, Diyanet Riyasetinin de; ”has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla” neşriyatını arzu etmişlerdir. Hem Diyanetin münasib gördüğü risaleleri neşretmesini istemiştir. Yıllardır bu neşriyatı yapan has talebelerin bastıkları sahih, sıhhatli eserler binlerce, milyonlarca insanlara ulaşmıştır. Yani değişmez ve değiştirilmez orjinal eserler millete malolmuştur. Bu gün elliye yakın dilde tercüme Risale-i Nurlar binlerce adet basılıp onlarca merkezlerde neşriyatı yapılmaktadır. Son zamanlarda aslına uymayan bazı risale yayınları yapılmışsa da milletimizin sağduyusu o işi yapanlara gereken cevabı vermiş ve vicdanlarda mahkum etmiştir. Zaten Türkçe olan Risaleleri bilerek değiştirenler, risaleye ihanet ettiği gibi vatan ve memlekete de ihanet eder. Şimdi ise, saygıdeğer Cumhurreisimiz ve Başbakanımız ve ilgili bakanlarımız ve bakanlar kurulunun gayretleriyle gerekli düzenlemeler neticesinde resmi muhafaza altına alınmış ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın korumasına verilmiştir. Bu koruma memnuniyet verici olmakla beraber, tatbikatta bazı sıkıntılar olduğu herkesin malumudur. Bunun için risalelerin basımının serbest kalması Üstadımızın arzusuna muvafık olacaktır. Ayrıca Üstadımızın Konya’da bulunan yeğeni hemşirem Saadet Hanım’ın da arzusu da bu istikamettedir. Bu hususa zıt harekette bulunanları da Hazret-i Üstadın “Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cem'iyet-i ülemaya havale etmektir” kaidesine bırakılmalıdır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Hizmetkârı Ahmet Aytimur ENVAR NEŞRİYAT Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. August 2015 Autor Teilen Geschrieben 16. August 2015 RİSALE-İ NUR AYRINTISI Kılıçdaroğlu ve Davutoğlu arasındaki ilginç diyalog... CHP-AK Parti koalisyon görüşmesinde Risale-i Nur ayrıntısı 16 Ağustos 2015 Pazar 09:08 Risale Haber-Haber Merkezi CHP ile AK Parti arasında koalisyon görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlansa da, pek çok ilginç detayın ortaya çıkmasına da yol açtı. Bu detaylardan biri de Risale-i Nur ile ilgili çıkarılan kanun üzerindeki görüşme oldu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan Ahmet Davutoğlu'na Anayasa Mahkemesinin Risale-i Nur'la ilgili kararını hatırlattı. CHP-AK Parti öngörüşme tutanaklarında Kılıçdaroğlu, CHP'deki değişimi anlatırken Davutoğlu'na şunları söyledi. Hürriyet'teki haber aynen şöyle: "Siz, CHP'nin 1930'larda Said-i Nursi'yi yasakladığını sık sık gündeme getirirsiniz. Ancak 2014'te bir torba yasaya eklenen bir madde ile Said-i Nursi eserlerinin basımını devlet tekeline aldınız. Bu haksızlığı durdurmak da CHP'ye düştü ve AYM'ye yaptığımız başvuru sonucunda bu düzenlemeniz iptal edildi." AK Parti, geçen yıl Gülen Cemaati'nin Said-i Nursi'nin eserlerini vârislerinin ve öğrencilerinin onayı olmadan bastığı gerekçesiyle bu kitapların sadece Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılmasını öngören bir yasal düzenleme yapmıştı. CHP de ilgili torba kanunla ilgili başvurusunda bu düzenlemenin de iptalini istemişti. Anayasa Mahkemesi de Haziran 2015'te oy çokluğuyla aldığı bir kararla bu düzenlemeyi CHP'nin talebi doğrultusunda iptal etmişti." Hürriyet, bu kararın Nur Cemaati'nde büyük bir memnuniyete yol açtığını iddia ederken haberde herhangi bir cemaat ismi yer almadı. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 24. August 2015 Autor Teilen Geschrieben 24. August 2015 [h=1]Risale-i Nur kanunu neden çıkarıldı?[/h] İngilizlerin Shakespeare’i, Almanların Goethe’sinin eserlerine dokunmak nasıl mümkün değilse... http://www.risalehaber.com/d/banner/uygulama.jpg Fatih Özkılınç’ın haberi: RİSALEHABER-Manisa İlim ve Kültür Vakfı tarafından geleneksel olarak her yıl yapılan “Muhabbet Pilavı” programlarına bir yenisi daha eklendi. Manisalı hafızların Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan programda Risale-i Nurlardan çeşitli dersler yapıldı. Dünyanın değişik bölgelerinden Risale-i Nur hizmetleri aktarıldı. RİSALE-İ NUR KANUNU NEDEN ÇIKARILDI? Programda konuşan Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Mehmet Fırıncı Ağabey, Risale-i Nurların Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılmasını değerlendirdi. Risale-i Nurların dünyanın çeşitli ülkelerinin yanından yakın zaman önce Suudi Arabistan’da da basıldığını belirten Fırıncı ağabey, Risale-i Nur külliyatını tahrifatlara karşı korunması için çıkarılan kanunla ilgili açıklamalarda bulundu. İngilizlerin Shakespeare’i, Almanların Goethe’sinin eserlerine dokunmanın mümkün olmadığına dikkat çeken Fırıncı ağabey onların da devlet tarafından korunduğunu, Risale-i Nurların üzerinde tahrifat yapılmasının çıkarılan kanun sayesinde önüne geçildiğini vurguladı. RİSALE-İ NUR VE BEDİÜZZAMAN İLE İLGİLİ AKADEMİK ÇALIŞMALAR ARTIYOR İİKV başkanı Faris Kaya ise Hindistan’da da İngilizce ve Arapça dilerinde külliyatın basılmaya başlandığını belirtti. Kaya, farklı ülkelerdeki Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri üzerine yapılan akademik çalışmaların gidererek arttığını açıklayarak, “Gün geçmiyor ki bir tez çalışması vakfa gelmesin” dedi. İnsanların Risale-i Nur tarzındaki İslam anlatısına aç olduğunu söyleyen Kaya, Risale-i Nur tarzındaki İslam yorumunun diğer İslam eserlerine göre farklı olduğunu, bunu tenkit için söylemediğini Risale-i Nurların tarzının bu zamanın ihtiyacı olduğunu belirtti. Program öğle namazı ardından “Muhabbet Pilavı”nın ikram edilmesiyle sona erdi. Programa son şahitlerden Selahattin Akyıl, Manisa milletvekili Murat Baybatur, Manisa Şehzadeler ve Yunus Emre ilçelerinin belediye başkanları ve çok sayıda Risale-i Nur talebesi katıldı. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. September 2015 Autor Teilen Geschrieben 16. September 2015 [h=1]Aytimur Ağabeyden devletin zirvesine Risale-i Nur mektubu[/h] RİSALEHABER - Haber Merkezi Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebesi Ahmet Aytimur ağabey devletin zirvesine Risale-i Nur'un basımı ve neşriyat usulüne dair bir mektup gönderdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Meclis Başkanı İsmet Yılmaz ve Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu'ya hitaben gönderilen mektupların içeriği şöyle: Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nurlarlarla hizmeti imaniye ve Kur’aniye neşriyatının resmi şekle sokulamayacağını ve bu neşriyatın ticari amaçla da yapılmayacağını beyan etmişlerdir. Sadece sıhhatine (içine bir harf dahi karıştırılmayacağına) dikkat etmek şartıyla isteyenin neşriyat yapabileceğini söylemiştir.. Şöyle ki: “İkinci Mes'ele: Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok. Elcevab: Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur'an nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı suretine sokulmaz; belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim, fakat maaşını terkettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlık vesikasıyla her yerde amel edebilirim; çünki benim nefyim haksız olmuştur. Hem menfîler madem iade edildi, eski vesikalarımın hükmü bâkidir. Sâniyen: Yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitab etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur'aniyeyi arayıp buluyorlar. Yalnız medar-ı maişetim için, yeni huruf çıkmadan evvel, haşre dair bir risalemi tab'ettirdim. Bunu da, bana karşı insafsız eski vali, o risaleyi tedkik edip, tenkid edecek bir cihet bulamadığı için ilişemedi. Üçüncü Mes'ele: Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şübheli baktıkları için, ehl-i dünyaya hoş görünmek için; benden zahiren teberri ediyorlar, belki tenkid ediyorlar. Halbuki kurnaz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinablarını, o ehl-i dünyaya sadakata değil, belki bir nevi riyaya, vicdansızlığa hamledip, o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar. Ben de derim: Ey âhiret dostlarım! Benim Kur'ana hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız. Çünki inşâallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse, siz benden teberri ile kurtulamazsınız.. o hal ile, musibete ve tokata daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki, evhama düşüyorsunuz? Dördüncü Mes'ele: Şu nefiy zamanımda görüyorum ki: Hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım. Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünki sâbıkan isbat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir, bana eziyet veren, rakibane ilişen adam düşünsün ki; o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer. Beşinci Mes'ele: Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. (Haşiye) (Haşiye): Bu mademler içindir ki; şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. "Meraka değmiyor" diyorum ve dünyaya karışmıyorum. ” (Envar Neşriyat Mektubat sh: 72) Bediüzzaman Said NursiHazretlerinin HizmetkârıAhmet AytimurENVAR NEŞRİYAThttp://www.risalehaber.com/d/other/mektup-aytimur-agabey.jpg Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. September 2015 Autor Teilen Geschrieben 16. September 2015 [h=1]Aytimur Ağabeyden devletin zirvesine Risale-i Nur mektubu[/h] RİSALEHABER - Haber Merkezi Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebesi Ahmet Aytimur ağabey devletin zirvesine Risale-i Nur'un basımı ve neşriyat usulüne dair bir mektup gönderdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Meclis Başkanı İsmet Yılmaz ve Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu'ya hitaben gönderilen mektupların içeriği şöyle: Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nurlarlarla hizmeti imaniye ve Kur’aniye neşriyatının resmi şekle sokulamayacağını ve bu neşriyatın ticari amaçla da yapılmayacağını beyan etmişlerdir. Sadece sıhhatine (içine bir harf dahi karıştırılmayacağına) dikkat etmek şartıyla isteyenin neşriyat yapabileceğini söylemiştir.. Şöyle ki: “İkinci Mes'ele: Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok. Elcevab: Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur'an nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı suretine sokulmaz; belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim, fakat maaşını terkettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlık vesikasıyla her yerde amel edebilirim; çünki benim nefyim haksız olmuştur. Hem menfîler madem iade edildi, eski vesikalarımın hükmü bâkidir. Sâniyen: Yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitab etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur'aniyeyi arayıp buluyorlar. Yalnız medar-ı maişetim için, yeni huruf çıkmadan evvel, haşre dair bir risalemi tab'ettirdim. Bunu da, bana karşı insafsız eski vali, o risaleyi tedkik edip, tenkid edecek bir cihet bulamadığı için ilişemedi. Üçüncü Mes'ele: Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şübheli baktıkları için, ehl-i dünyaya hoş görünmek için; benden zahiren teberri ediyorlar, belki tenkid ediyorlar. Halbuki kurnaz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinablarını, o ehl-i dünyaya sadakata değil, belki bir nevi riyaya, vicdansızlığa hamledip, o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar. Ben de derim: Ey âhiret dostlarım! Benim Kur'ana hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız. Çünki inşâallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse, siz benden teberri ile kurtulamazsınız.. o hal ile, musibete ve tokata daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki, evhama düşüyorsunuz? Dördüncü Mes'ele: Şu nefiy zamanımda görüyorum ki: Hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım. Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünki sâbıkan isbat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir, bana eziyet veren, rakibane ilişen adam düşünsün ki; o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer. Beşinci Mes'ele: Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. (Haşiye) (Haşiye): Bu mademler içindir ki; şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. "Meraka değmiyor" diyorum ve dünyaya karışmıyorum. ” (Envar Neşriyat Mektubat sh: 72) Bediüzzaman Said NursiHazretlerinin HizmetkârıAhmet AytimurENVAR NEŞRİYAThttp://www.risalehaber.com/d/other/mektup-aytimur-agabey.jpg Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 10. Dezember 2015 Autor Teilen Geschrieben 10. Dezember 2015 GÖRMEZ'DEN 'RİSALE-İ NUR TEKELLEŞTİRİLDİ' İDDİALARINA CEVAP Bakanlar kurulunun kararını düzenledik... Görmez'den 'Risale-i Nur tekelleştirildi' iddialarına cevap 10 Aralık 2015 Perşembe 10:58 Risale Haber-Haber Merkezi Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Risale-i Nur'ların tekelleştirildiği iddialarına cevap verdi. Görmez, "Eserlerin neşir yetkisinin yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesine verilmesi gündeme gelmiş ancak Diyanet İşleri Başkanlığı bu eserlerin neşrinin tamamen kendi tekelinde olmasının uygun olmayacağı yönünde kanâat belirterek eserleri aslına uygun şekilde yayınlamak isteyen tüm yayınevlerine yayın iznini verecek şekilde bu Kararın düzenlenmesini sağlamıştır" dedi. Diyanet tarafından basılan Risale-i Nur eserlerine önsöz yazan Görmez, bugüne kadar Diyanet tarafından Risale-i Nur aleyhine bir karar olmadığına dikkat çekti. Bediüzzaman Hazretlerinin sözlerinden örnek veren Görmez, "Her biri kıymeti hâiz olan ve kültür mîrâsımızın güzide örneklerinden sayılan Bediüzzaman Said Nursî’nin bu eserlerinin okuyucu ile buluşturulması, bilgi, fikir ve kültür hayatımıza önemli katkılar sunacaktır" dedi. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in açıklaması şöyle: KUR'AN-I KERİM'DEN HAREKETLE... Bismillahirrahmanirrahim. Bediüzzaman Said Nursi milletimizin yetiştirdiği büyük âlim ve mütefekkirlerdendir. O hayatını bu çağın insanlarına iman hakikatlerini anlatmaya adamıştır. Bediüzzaman’ın en büyük arzusu ve hayali, yüz yılın başında 60-70 cilt olarak tasarladığı büyük bir Kur’ân tefsiri kaleme almaktır. Tefsirin mukaddimesi olarak da Muhâkemât adlı eserini kaleme almıştır. Birinci Dünya Savaşında bu tefsirin birinci cildi olan İşârâtü’l-İ’câz’ı cephede yazmıştır. Ancak 1915-1918 yılları arasında, Bolşevik ihtilalinin hemen öncesinde uzun bir zaman Rusya’da esîr kalmış ve bu esâreti sırasında pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi cereyânların Müslümanlar ile Hristiyanların inanç dünyâları üzerinde meydana getirdiği sarsılmaları bizzat müşahede ettiğinden bu fikrinden vazgeçmiştir. Bunun yerine Kur’an-ı Kerim’den hareketle özellikle bu günün inanç problemlerini kaleme almayı tercih etmiştir. ESERLERİNDE NELER VAR? O eserlerinde îmân hakikatleri, ahlâk-ı İslâmiye, ibadetlerin hikmetleri, İslâm birliği, İslâm’ın mebde’ ve meâd anlayışı, insânın varoluş gayesi, mevcûdâtın yaratılış hikmetleri, esmâ-i hüsnânın mevcûdâttaki tecellîleri, mikro kozmos olan insân ile makro kozmos olan kâinat arasındaki râbıtalar, imân hakikatlerinin günümüz gençliğine anlatılması, ihlâs, uhuvvet, iktisâd, kanaat, şükür, gençlik, hastalık ve ihtiyarlık gibi temel konular üzerinde durarak Kur’ân ayetlerini etkileyici bir dil ve üslûb ile çağımızın idrâkine sunmayı tercih etmiştir. BÜTÜN MAHKEMELER BERAETLE NETİCELENDİ Ancak onun kaleme aldığı bu eserler, te’lîfleriyle eş zamanlı olarak takibâta uğramış, kendisi ve talebeleri defâatle sürgünlere, mahkemelere ve hapislere ma’rûz bırakılmıştır. 27 Mayıs ihtilâline kadar onlarca, 1980`li yılların sonlanna kadar da yüzlerce kere mahkemede eserler yargılanmış ve bu yargılamaların tamamı beraatle neticelenmiştir. Söz konusu mahkeme her defasında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan bilirkişi raporu istemistir. Din İşleri Yüksek Kurulu da her defasında bu eserlerin Kur`an-ı Kerim`in bir tefsiri mahiyetinde imân hakikatlerini ele alan eserler olduğunu, herhangi bir menfi düşüncenin bu eserlerde yer almadığını açıkça belirtmiştir. Buna rağmen Bediüzzaman ve eserleri üzerinde ortaya konan menfi mülâhazalar sonraki dönemlerde de uzun süre devam etmiştir. Kendisi maruz kaldığı tüm bu sıkıntı ve tazyiklere rağmen eserlerini yazmayı ve neşretmeyi hayâti bir vazife addetmiştir. AKSEKİ ,1950'DE NEŞRETMEYİ ARZULADI 1947 yılında Diyanet İşleri Başkanı Merhum Ahmed Hamdi Akseki, Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye yıllarından beri tanıyıp dostu olduğu ve devrin ulemâsı arasındaki yüksek mevkiini takdir ettiği Bediüzzaman'dan ısrarla bir takım Risâle-i Nûr Külliyatı istemiştir. Ancak o günlerde Külliyât’ın elyazması ve bazı nüshalannın teksir olması münasebetiyle tashih gerektiği ve 1948-1950 yılları arasında Bediüzzaman’ın Afyon'da hapiste bulunmasından dolayı ancak 1950 yılında bir takımı Din İşleri Yüksek Kurulu’na verilmek üzere, iki takım hâlinde gönderebilmiştir. Merhûm Ahmed Hamdi Akseki eserlerin bir kısmını neşretmeyi arzulamasına rağmen buna ömrü yetmemiştir. DİYANET MÜSBET MÜTALAA VERDİ 1960 ihtilâlinden sonra Bediüzzaman ve eserleri ile ilgili mahkemelerin ve ta’kibâtın şiddeti daha da artmıştır. Bütün bu süreçlerde mahkemeler Risale-i Nûrlar hakkında Diyanet İşleri Başkanlığından ve Din İşleri Yüksek Kurulundan mütâlaalar istemeye devam etmiştir. Bu mahkemelerin isteklerinin tamamında Din İşleri Yüksek Kurulu müsbet mütalaa vermiştir. Nitekim Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 13.05.1955 tarihli mütâlaası şöyledir: "İlişik eserler teker teker gözden geçirildikte: Münderecatları itibariyle Kur’ân-ı Kerimden alınmış duâları ve âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin şerhlerini ve âyât-ı celîlede mündemic olan hakaik-i diniyenin izahlarını ve ibadetin esrar ve hikmetleriyle faziletlerini ve Ramazan orucunun fazilet ve hikmetlerini ve Cenab-ı Hakka yaptığı münacatı ve kendisinin Tarihçe-i Hayatını ve Müslümanlığa ait vâki sorulara fennî ve felsefî ve iknâî cevabları muhtevî olduğu; ve 1326 senesinde Cami-i Emevî’de irâd eylediği Hutbe-i Şâmiye’de, İslâmlara lâzım olan ittihad ve şecaat ve hamasetten ve dine hizmetin ve iman kuvvetinin maddî ve manevî faidelerinden bâhis bulunduğu anlaşılmış; ve muhtevâsında dinî ve idarî mahzurlu bir ifadeye tesadüf edilmemiş olduğunun bildirilmesi uygun olacağı mütâlaasiyle Yüksek Reisliğe arzına karar verildi.” DİYANET SAİD NURSİ DIŞINDA PEK ÇOK ALİMİN ESERİNİ YAYINLAMIŞTI Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihinin en zor dönemlerinden birini 1960-1966 yılları arasında geçirmiştir. Bu dönemde 6 Başkan değiştirmiş ve Din İşleri Yüksek Kurulu bu eserler hakkında menfi raporlar vermeye zorlanmıştır. Dinî ve ahlâkî temelde bu talebler reddedilerek eserler hakkında herhangi bir menfî rapor verilmemiştir. Binaenaleyh Diyanet İşleri Başkanlığımız Türkiye’den ve dünyâdan pek çok âlim ve mütefekkirin eserlerini yayınladığı hâlde Bediüzzaman Said Nursî’nin herhangi bir eserini son dönemlere kadar yayınlamamıştır. İlk defa 20 Ocak 2014’te Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim’in tefsirinin ilk cildi olarak yazılan İşârâtû’l-İ’câz’ı orijinal metni ve tercümesi ile birlikte neşretmiştir. Eserin yayınlanması milletimizin her kesiminden büyük bir teveccühle karşılanmıştır. TEKELLEŞME VAR MI? 2014 yılının Kasım ayının sonlarına kadar uzun bir süre bazı hukuki gerekçelerle bu eserlere bandrol verilememesi sebebiyle eserler yayınlanamaz hâle gelmiş, 26.11.2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Devlet bu eserleri koruma altına almıştır. Bakanlar Kurulu’nun 2014/7007 sayılı kararı ile de eserleri yayınlama hakkı ve eserleri neşredecek yayınevlerine eserlerin aslına uygun metnini verme görev ve yetkisi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Esasen Bakanlar Kurulu Kararı hazırlanırken öncelikle eserlerin neşir yetkisinin yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesine verilmesi gündeme gelmiş ancak Diyanet İşleri Başkanlığı bu eserlerin neşrinin tamamen kendi tekelinde olmasının uygun olmayacağı yönünde kanâat belirterek eserleri aslına uygun şekilde yayınlamak isteyen tüm yayınevlerine yayın iznini verecek şekilde bu Kararın düzenlenmesini sağlamıştır. Böylece eserlerin sadece Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında değil ayrıca aslına uygun olarak yayınlama şartını kabul eden tüm yayınevleri tarafından yayınlanmasının yolu açılmıştır. Bu çerçevede şimdiye kadar müracaat eden yirmi kadar yayınevi bu izni almıştır ve müracaat edecek diğer yayınevlerine de gerekli izin verilecektir. BEDİÜZZAMAN ŞU İHTARI DAİMA GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALI Gerek bu eserleri okurken gerekse de Kur’ân-ı Kerim dışındaki bütün kitâbları okurken Bediüzzaman Said Nursi'nin şu ihtârı dâima göz önünde bulundurmalıdır. “Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî değil. Onu hatâsız zannetmeleri hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla hazineyi kıymetten düşürtmez.” “Bâki bir hakikat, fani şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikate zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye ma’ruz ve mübtelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır” demek sûretiyle âciz, fânî, hatâlı gördüğü kendi şahsiyetinden ziyade nazarlan yazdığı eserlerine tevcîh etmiştir. İlk dönem büyük âlimlerinden İmâm-ı Şafii ve İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin de kendi düşünceleri için söylediklerini Bediüzzaman da kendi eserleri için şu şekilde ifade etmektedir: “Siz mihenge vurmadan almayınız. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnüzan edip tamamını kabul etmeyiniz. … Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.” Şübhesiz burada Üstâdın sözünü ettiği mihenk Allah’ın kelâmı ve sünnetten başkası değildir. KÜLTÜR MİRASIMIZIN GÜZİDE ÖRNEĞİ Her biri kıymeti hâiz olan ve kültür mîrâsımızın güzide örneklerinden sayılan Bediüzzaman Said Nursî’nin bu eserlerinin okuyucu ile buluşturulması, bilgi, fikir ve kültür hayatımıza önemli katkılar sunacaktır. Bu vesileyle eserlerin yayına hazırlanması süreçlerinde emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.