Webmaster Geschrieben 28. Januar 2015 Teilen Geschrieben 28. Januar 2015 [h=1]Berrin Göncü Işıkoğlu ile psikoloji konuştuk[/h]Berrin Göncü Işıkoğlu ile psikoloji konuştuk Berrin Hanım, size Almanya´dan başvuran oluyormu? Oluyorsa Türkiye´den başvuranlarla kıyaslandığında bir fark varmı? Mesela en çok hangi konuda yardım istiyorlar? Tabii ki, Almanya’dan gerek radyo ve TV, gerekse de e-mail aracılığıyla ya da bizzat terapilerini sürdürdüğüm danışanlarım mevcut. Bunların bir kısmı ikili ilişkilerle ilgili gençlerin sorunları… Mesela bir gayri müslimle başlayan duygusal yakınlaşma sonucu gelişen sıkıntılar…Gençler bu tarz konuları ailelerine açamayınca sağlıklı bir karar verebilmek için danışacak bir makam arayışındalar. Görüştüğüm gençler Almanya da kendilerine gerekli yönlendirmeyi yapabilecek ve ilgili alanda ihtisas yapmış uzmanlara ulaşma noktasında zorluk yaşadıklarını aktarıyorlar. Almancası iyi olsa dahi Alman bir terapist yerine Türk bir danışmanla çalışmak istiyorlar.Esasında haklılık payı da yok değil! Çünkü kültürel ve manevi değerler dikkate alınmadan oluşturulan çözümler kendi içinde bir sürü çelişkiyi barındırmakta ve de yepyeni sorunlara kapı aralamakta. Yardım için en çok başvurulan konulardan bir diğeri çocuk eğitimi ile ilgili konular. Tuvalet eğitiminden başlayarak tırnak yeme korku ve kaygı bozuklukları, sosyal çevreye uyum sorunları ve de buhran dönemi olarak adlandırdığım 1,5-4 yaş arası çocukların en sık karşılaştığı söz dinlememe, inatçılık kıskançlık gibi konular… Öte yandan Türkiye‘ye tatil için gelen yada bir iki yıllığına geçici bir süre için dönen ailelerle ve çocuklarla çalışıyorum. Terapi süresince en sık karşılaştığım sorun dil meselesi… Psikoterapi esnasında Türkiye‘de yetişen genç ve çocuklarla doğal akışta kullandığım ya da anlattığım bir kıssa bir öykü bir metafor bir deyim ya da bir benzetmenin, bazen dinleyen tarafından karşılık bulmaması sürece zarar verebiliyor ve aksatabiliyor. Dolayısıyla psikoterapi biraz daha sığ bir çerçeveye mahkum oluyor. Önemli gördüğüm bir başka konu, bir takım nedenlerden ötürü kısa ya da uzun süreliğine dönüş yapanlar… Bir kısmı babayı Almanya’da bırakarak geliyor. İşte burada ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Öncelikle bir baba özlemi baş gösteriyor. Bir zaman sonra anne çocukların sorunlarını çözmeye çalışırken tükenmişlik duygusunun eşiğine gelip depresyona girebiliyor. Her ne kadar kişilik yapısının da hissesi olsa alışılmış bir çevreden çok farklı bir kültürel ortama girmek adaptasyon sorunlarına yol açıyor. Üzülerek söylemek zorundayım ki Almanyadan gelen çocuklar Türk okullarında örtük bir dışlanmışlıkla karşılaşabiliyor. Bununla birlikte eğitim sisteminin birbirinden çok farklı olması da çocuğun sırtına yeni bir yük ekleyip özgüven sorunlarına kadar gidebilmekte. Çoğu durumda benzer sıkıntıları yaşayan çocuklar için sanal alem maalesef kurtarıcı rolünü üstleniyor. Peki çocuk eğitiminde ve disiplin sorunları konusunda gurbetçilerimize ne önerirsiniz? Çünkü gurbetçilerimiz özellikle çocuk eğitimi konusunda sorun yaşıyorlar? Aslında çocuk eğitimi konusunda Almanya‘da yaşayan gurbetçilerimiz değil, Türkiye’de ki ailelerde ciddi gel-gitler yaşanmakta. Bizzat Türkiye‘de farklı yerlerde, okulllarda bizzat danışman, psikolog ve yönetici olarak çalışmış biri olarak çoçuklarımızı doğal ortamlarında izleyerek çocuk yetiştirme tarzındaki hatalarımızı müşahade etme fırsatım oldu. Maalesef çocuklarımız kendiliğinden büyüyor. Çok özür dileyerek söylemeliyim ki bahçedeki ot da kendiliğinden büyür. Amel defterimizi açık tutan arkamızdan bizi hayır dua ile yad edebilen, düşünce ve duygularını tanzim ederek yönetebilen bir çocuk nasıl kendiliğinden yetişir? Hani bir söz vardır, dereye su gelir ama gelene kadar kurbağanın da gözü patlar diye. Genelde biz uzmanlara kurbağanın gözü patladıktan sonra başvuruluyor. Benin derdim gözü partlamadan dereye suyu ulaştırabilmek… Yani 12 yaşa kadar altın dönemi heba etmemek… Tren 12’de(yaş)kalkıyor. Sindirellanın ayakkabısı misali büyü 12‘de bozuluyor. Çocukluk treni kalkmadan ne yaptık yaptık. Öyleyse anne-babalık mesleğine gönül veren herkesi bu alanda kariyer yapmaya davet ediyorum. Öyle bir kariyer ki, size hem dünyada hem de ötelerde bire bin kazandıran bir kariyer bu… Peki ne yapmalıyız? Anne babalardan sık duyduğum bir serzeniş şöyle: Yediği önünde yemediği ardında, hocam bu çocuk neden böyle? Acaba, fiziksel olarak ihtiyaçlarını gidermek için varımızla yoğumuzla çalışırken duygusal ihtiyaçlarının farkında mıyız, ne kadarını karşılayabiliyoruz, duygusal açıdan olgunlaşması için bebekliğinden itibaren nasıl bir yol izliyoruz. Karnı tok, ya kalbi? İlk yapılması gereken sorgulama bu bence…“Küçük bir delik kocaman bir gemiyi batırabilir“ der Mevlana. İşte bu yüzden çocuk yetiştirirken hiçbir sorunu küçümsememeliyiz. Çözüm konusunda ehil insanlara ve kitaplarına başvurmaktan çekinmemeliyiz. Disiplin konusunda önerilerime gelince… Disiplin nedir? Disiplin davranış eğitimidir. Yani çocuğa doğruyu ve yanlışı öğreten, vicdanı ve merhameti geliştiren bir eğitim süreci. Bu eğitim iki şekilde verilir. Birincisi doğru model olarak…Lisanı hal lisanı kalden etkilidir, malumunuz….İkincisi öyküleme ve oyun teknikleriyle. Davranış eğitimi bu şekilde verilirse iç muhakeme yapabilen bir çocuk gelişir. Televizyondan uzak, oyunlarla öykülerle eğitilen çocuk değer verildiğini ve önemsendiğini hisseder. Değer gören çocuk da ileride bize ve değerlerimize değer verir. Berrin Hanım, Almanya´da yaşayan ailelerde bir iletişim kopukluğunu görmek mümkün. Veliler çocukları anlamıyorlar, çocuklarda velileri. Bu iletişim kopukluğunu gidermek için neler yapılmalı, sizce? Çocuk ve ebeveyn arasındaki ip bilinçli gayretlerle çocukluk döneminde halata dönüşebilir. Eğer bu evrede muhabbet ve duygusal bağ tesis edilememişse, halat oluşturulamamışsa iletişimde her daim kopukluk yaşanıyor. Hasılı, evladımızın dünyasında bebeklikten itibaren var olmak, kök salmak için yanmamız lazım! Ekmediğimiz yerden biçemeyiz. İletişimde açmaza girmemek için bilhassa çocukluk döneminden itibaren kurduğumuz duygusal alışverişte çek değil nakit kullanma gerektiğine inanmaktayım. “Biraz sonra, haydi ben yorgunum” ya da “şimdi dinleyememem, sen TV izle, bilgisayar oyna”… Bu replik tanıdık geliyorsa, erteleme sorunlarımızla yüzleşelim lütfen. Bugün biz ona “yorgunum, biraz sonra” dersek o da büyüyünce aynısını bize yapar. İletişim çöker ve aynı frekanstan yayın yapamayız. Ve de saygı duymak… Saygı duyarsak saygı görürüz. Aile bireylerinin birbirlerine duyduğu saygı iletişimin olmazsa olmazı. Bunu evladımıza hissettirebilmekte maharet! Bakınız Hz Ali de “7 yaşına kadar çocuğunuzla oynayın, 15’e kadar arkadaş olun, 15’den sonra istişare yapın” der. Çok ilginçtir ki, Hz Ali 15 yaşına kadar bizim şu ana kadar anlattıklarımıza vurgu yapmakta. 15 ten sonraysa bir birey olarak çocuğu istişare makamında yani saygı duyulan danışılması gereken fikri alınması gerekli bir yerde konumlandırmakta… Anlatmak için değil, anlamak için dinleyelim gençlerimizi… Onlar fırtınada açık denizde ilerlemekteler. Fırtına dinecek elbet… Ama kazasız belasız fırtınayı atlatma sürecinde bizler anne baba olarak deniz feneri olmaya çalışalım. Evet biraz uzak ama her ne olursa olsun her daim yanlarında… Avrupa´da yaşayan türkler asimile edilmekten korkuyorlar. Alman devletinin uyum projelerine dahi bazen endişeyle bakıp, ´asimile´ olarak görebiliyorlar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendi diline gelenek ve göreneklerine değerlerine inançlarına bağlı kalarak da uyum, uzlaşı ve hoşgörü içinde yaşamak mümkün diye düşünüyorum. Erimeden de çoğunluğun içinde var olabiliriz. Erimek başkalaşımdır, özünü kaybetmektir, yok olmaktır, yabancılaşmaktır. Entegrasyon ve asimilasyon arasındaki ince bir çizgi var. Kesişen daireler yerine iç içe giren daireler şeklinde bir yaşamın varlığı söz konusu… Ama bunun için ilk önce biz kimiz, sorusunun vevabını verebilen bir yeterliliğe ulaşmamız lazım. Kendi kültürünü, tarihini tanımayan, içselleştirmeyen biri için değerler neyi ifade edebilir ki? Düşünün zırhsız bir insanı sıcak savaşa müdahil etmek ne kadar mantıklı? İşte bu zırh itinayla ilmek ilmek çocukluktan itibaren işlenirse kendi varlığını kaybetmeden uyum içinde yaşamak neden olmasın? Asimile olmamak için ne yapılmalı? Kanımca burada nitelikli bir eğitim ön plana çıkıyor. Önce anne babaların sürekli kendini geliştirmek için yatırımlar yapması lazım! Bir günümüz diğer güne eşit olmamalı. Hiç hatırımızdan çıkarmamalıyız ki; bilinçli nesli, bilinçli anne baba, irfan mektebi olan sıcak bir yuvada yetiştirir. Burada eğitimden amaç ana maksat para kazanmak değil. Aile eğitim mevzunu nefes almak gibi ihtiyaç haline getirebilirse tıkanıklıklar yavaş yavaş çözülmeye başlar. Takip ettiğim kadarıyla Almanya’da çok sınırlı sayıda Türk çocuk üniversite tahsili alabiliyor. Esasında bu sayının artması hem Almanya hem de Türkiye’nin lehine… Mesela, bu anlattığımız safhaları başarıyla tamamlamış Türk gençleri örnek bir rol model olarak tanıtılmalı. Türkçeyi güzel ve düzgün konuşmayla ilgili çalışmalara ağırlık verilmeli. Bebekliğinden itibaren düzgün bir Türkçeyle kitaplar okunmalı. Bu kitaplar aracılığıyla dil gelişimime katkıda bulunurken tarihi, kültürel ve manevi gelişimin alt yapısı sağlamlaştırılmalı. Peki, röportaj için çok teşekkür ediyoruz, Berrin Hanım. Allah çalışmalarınızda yardımcınız olsun. Teşekkür ederim, bende bu röportaj vesilesiyle gurbetçilerimizin dertleriyle dertlendiğiniz için, sürekli çözüm üretmeyi ve bu konuları gündeme taşımayı bir vazife bildiğiniz için sizi canı gönülden tebrik ediyorum. Allah muvaffak eylesin. Ayasofya Dergisi, Nr. 50 Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge