Webmaster Geschrieben 6. September 2023 Teilen Geschrieben 6. September 2023 Türkiye´liler ve gurbetçiler arasındaki ekonomi tartışmaların sosyolojik analizi Türkiye´deki insanlarımız ile yurtdışında yaşayan Türklerin arasındaki iletişim ve ilişkiyi aslında geniş bir sosyolojik analiz olarak ele almak gerekir. Fakat bize verilen kâğıt ve mürekkep sınırlı olduğu için sadece ekonomi endeksli tartışmaları ele alacağız. Baştan söyleyelim ki değindiğimiz konular genelleme olarak algılanmasın. Burada geçen konular çoğunluğun değil, az sayıda insanın davranışı ve düşüncesini ele alıyor. Fakat sayısal olarak az olan bu insanların sesleri çok çıktığı için, sanki herkes bu şekilde davranıyor gibi gözüküyor olabilir, fakat hakikat öyle değil. Türkiye´deki insanlarımız ve yurtdışında yaşayan Türkler arasında „gurbetçilik“ başladığı günden itibaren para, mülk ve zenginlik ile ilgili tartışmalar hiç bitmedi. Türkiye´deki insanlarımız özellikle kapitalizmin geliştiği 90´lı yıllarda „gurbetçiler buraya gelip arabalarıyla hava atıyorlar“ derken, gurbetçiler de „esnaf da bize kazık atıyor“ diyorlardı. Yani karşılıklı bir „atma“ vardı. Örneğin eğer gurbetçiyseniz 10 Liralık bir elbise birden 50 Lira olabiliyordu. Gurbetçi olduğunuzu nereden anladığını bir esnafa sorduğunuzda „yürüyüşünüzden, konuşmanızdan, kıyafetinizden sizi 100 metre ileriden tanıyoruz“ cevabını alıyordunuz. Bu durum pek değişmedi. Nitekim bu yazıyı yazdığım günün sabahında 1 haftalık İstanbul´a giden alman iş arkadaşım aynı tecrübeden bahsediyordu. 10 Liralık malı 50 Lira´ya satarak günü kurtardığını zanneden esnaf, maalesef ahiretini kaybettiğini fark etmiyordu. Bu muamele sadece sokaktaki esnaf için geçerli değil tabii. Bir müzeyi gezmek istediğinizde Türk vatandaşıysanız 100 Lira, yabancı vatandaşıysanız 500 Lira ödüyorsunuz. Örneğin Almanya´dan gelen evli bir çiftin birisi Türk vatandaşı, diğeri alman vatandaşı olunca 600 Lira ödüyorsunuz. Yani zengin veya fakir oluşunuz değil, elinizdeki pasaport giriş ücretini belirliyor. Aynısı özel hastanelerde de geçerli. Aynı hastanede aynı muameleyi gören türk vatandaşı 100 Lira ödüyorsa, yabancı vatandaş 500 Lira ödüyor. Vatandaşlığa göre fiyat farkının hiçbir mantığa ve hakperestliğe uymadığını anlamak herhalde zor değildir. Yine de insanlarımız şikâyet etmiyor, bu gibi durumlara kat kat para ödeyerek katlanıyor. Ekonomi tartışmaları sadece gurbetçilerin Türkiye´ye gittiği durumlarda değil, imkanların çoğaldığı modern dünyada daha Türkiye´ye gitmeden de yaşanıyor. Mesela Türkiye´den Almanya´ya konferans vermek için gelen yazarlar, sosyal medya konuşmacıları vs. astronomik rakamlarla Almanya´daki Türk derneklerinden ücret alıyorlar. Akademisyenlerin ve gerçek manada faydası olacak bilgileri verenlerin bile almadığı rakamları, bu yazarlar kimseye bir faydası olmayan hep aynı hikayeleri anlatarak alıyorlar. Bu istismar, Almanya´daki Türk dernekleri arasında son yıllarda ciddi sıkıntılara yol açtı. Üstüne bir de Türkiye´de ki yaşam koçlarının, pedagogların veya psikologların online seminerleri, online terapileri eklenince güven sarsılmaya başladı. Aklı başında her psikolog veya terapist bilir ki, online terapinin uzun vadeli hiçbir faydası yok. Çünkü terapi gördüğünüz ortam eviniz olunca, nötr bir ortam oluşmayınca, terapi uzun vadeli etkisini de görmüyor. Bir de online terapi gördüğünüz kişinin aslında psikolog değil de Türkiye´de çok yaygın olan „uydurma meslek“ olan yaşam koçu olduğunu öğrendiğinizde, ücretini çoktan ödemiş oluyorsunuz bile. Yaşam koçlarının her konuyla ilgili verdikleri sertifikaların da Avrupa´da hatta tüm dünyada hiçbir faydası olmadığı ve kabul de görmediği anlaşılmasına rağmen, astronomik rakamlarla gurbetçilere her konuda sertifika dağıtma çabası yine de maalesef durmuyor. Buraya kadar saydıklarımız uzun yıllardır bilinen ve herkesin katlandığı durumlar. Fakat Türkiye´de son yıllarda oluşan siyasal ve toplumsal kamplaşma, burada konu ettiğimiz ekonomi endeksli tartışmaları yeni bir boyuta taşıdı. Futbol takımından daha koyu bir taraftarlık gibi tutulan siyasi partiler insanımızı öyle bir şekle soktu ki, kendi partisinden olan şeytan gibi bir insan melek olarak, karşı partiden melek gibi bir insan şeytan olarak algılanmaya başladı. Sokakta bir çöp kutusu yere düşse, o şehrin belediyesinde hangi parti yönetimdeyse, karşı parti tarafından sorumlu tutuluyor, fakat kendi partisinin sorunlu olduğu belediyede aynı olayda muhalefet sorumlu tutulan bir ortam oluştu. Yani herhangi bir olayın içeriği değil, hangi tarafda olunduğu ön plana çıkıyor, haliyle hiç bir mesele böyle bir tarafgirlik ve holiganlık sebebiyle çözülemiyor. Hatta bu yazıyı okuyan bazı okurlarımız bile, yazının içeriğine bakmak yerine, hangi tarafdayım diye çözmeye çalışıyor olabilirler – ki ona göre tavır almak için. Halbuki burada yazdıklarımız – hiç bir tarafı tutmadan - sosyolojik bir analizdir. Yurtdışındaki insanlarımız da yaşadıkları ülkelerde seçme imkânı buldukları için, kamplaşmanın parçası haline geldiler. Örneğin yurt dışındaki insanlar belli bir partiye oy verdiklerinde karşı partinin insanları „siz burada yaşamıyorsunuz, sizin oylarınız bizi burada daha fakirleştiriyor, daha kötü bir hayata sürüklüyor“ itirazına maruz kalıyorlar. Yurt dışında oy veren gurbetçiler, Türkiye´de ki ekonomik durum ile irtibatlandırıldığında „Kim daha fakir? Kim daha rahat yaşıyor? Asgari ücret kime yetiyor? Sizin durumunuz bizden daha iyi“ gibi gereksiz, anlamsız, faydasız bir tartışma başladı. Sadece alınan maaşa bakıp, giderlere veya tüm dünyada yaşanan ekonomik krize bakılmayıp yapılan değerlendirmeler, yurt dışındaki Türklerin sanki sokaktan para topluyor algısını oluşturdu. Türkiye´deki Türkler ile ilgili oluşan resim de bundan farklı değil. „Herkesin elinde I-phone var, lokantalar dolu, kredi kartsız kimse yok“ gibi yorumlar, aynı polemik kapısına çıkıyor. Bu minvalde asgari ücret tartışmaları da konuya eklendi. „Kim daha az asgari ücret alıyor? Kim asgari ücret ile fakir olarak yaşıyor? Kim asgari ücrete rağmen kral gibi yaşıyor?” seviyesinde yürütülen tartışmalar da mantıksız. Çünkü her ülkenin şartları farklı olduğu gibi, asgari ücret ile çalışanların sayıları da çok farklı. Dolayısıyla herhangi ülkeyi bu şekilde kıyas etmek sadece matematiksel olarak hatalı değil, aynı zamanda da anlamsız bir kıyas. Fakirlik konusunda hemfikir olunan tek nokta Küçük Emrah´ın hepimizden daha fakir olması. Fakat bunun dışında her konuda şükürsüzlük gösterilip, hırs, kıskançlık, memnuniyetsizlik, kanaatsizlik yaygın olunca, her konuya şikâyet edilince mecburen bu duruma da bir sorumlu, bir suçlu bulunması gerekiyordu. Türkiye´de yaşamadığı halde Türkiye için oy kullanan yurt dışındaki Türkler de bu suçlu kıyafetine tam uydular. Sorumluya kesilen ceza ile ilgili, örneğin sosyal medyada ağıza alınmayacak küfür ve beddualar veya „vatana ayak basma parası olarak 1000 Avro vergi ödeyin“ gibi absürt tartışmalar başladı. Tüm sene boyunca çalışıp, en az 2 aylık maaşını Türkiye´de 1 ay kalabilmek için harcayan yurt dışındaki Türkler bu gibi tartışmaları ciddi almasa da ilişkide bir yara açtığı aşikar. Tartışma kültüründen uzak olan toplumumuz, her konuyu 85 milyon insan ile beraber tartışıyor. Bir mahallede bir olay oluyor, kimileri bunu kameraya alıyor, sosyal medyada paylaşıyor ve tüm toplum 3 gün boyunca sanki ölüm-kalım meselesiymiş gibi bu olayı tartışıyor. Ardından yeni bir olay oluyor, eski olay unutuluyor ve yeni olay tartışılıyor. Bu davranışın getirdiği sosyal-psikolojik yaralar birçok yeni problemleri de yanında getiriyor. Stres, öfke patlamaları ve agresif hareketler bu problemlerin sadece bazıları. Tartışmalar genel olarak şahsi boyutu ele alınarak tartışılıyor. Yani ortadaki olayı tartışmak yerine, şahısların kililikleri tartışılıyor. Olaya değil, şahısa bakılıyor, “kendine yakın” biriyse savunuluyor, “uzak” biriyse yadırganıyor. Dolayısıyla hakaret ve küfürler havada uçuyor. Küçükten büyüğe hemen hemen herkesin sosyal medyayı kullandığı bir ülkede en küçük ve gereksiz tartışmalar dahi bu şekilde büyüyor. Ekonomi endeksli yapılan bu tartışmalar ve gerilmeler daha derin ve detaylı analiz edilmeli. Konu tüm boyutlarıyla ele alınmalı. Şüphesiz yukarıda saydığımız hususlar toplumumuzun genelini kapsamıyor. Genel olarak baktığımızda Türkiye´de yaşayan insanlarımız ve yurt dışındaki insanlar arasında bir gerginlik, bir tartışma yok. Fakat her iki tarafda bulunan azınlık tarafından yukarıdaki durumlar meydana getiriliyor ve dolayısıyla gereksiz gerginlik oluşuyor. Dr. Cemil Şahinöz, Öztürk, Eylül 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.