Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Bediüzzaman´ýn yeme içme kültürü

 

M.Latif Salihoðlu

 

21.03.2005

 

Fikir ve yorumlarý gibi, yaþayýþ tarzýný da dikkat ve merakla araþtýrýp öðrenmeye çalýþtýðýmýz Üstad Bediüzzaman'ýn, yeme ve içme alýþkanlýðý gibi özel hallerinin "sünnet-i seniyye" ölçülerine tamamiyle uygunluk arz ettiðini görmekteyiz.

 

Az uyuyor, çok çalýþýyor; az yemek yiyiyor, çok gayret sarf ediyor; kendinden çok baþkasýný düþünüyor; en zengin biri gibi yaþayabilecekken, en fakir bir insan gibi yaþýyor, vesâire...

 

Ana hatlarýyla, esasýnda bütün yaþantýsý böyle âdâb-ý sünnet üzeredir.

 

Hayatýnýn hiçbir devresinde, ne israfýn ve ne de cimriliðin izine rastlamak mümkün.

 

O, tam bir iktisat, kanaat ve bereket üzere yaþadý.

 

Zaman oldu, açlýða, fakirliðe kanaat getirdi; ama, kimseye el açmadý, yüzsuyu dökmedi, kimseden yardým dilemedi, kimsenin minneti altýna girmedi.

 

Kasten ve bilerek ne zekât aldý kimseden, ne de sadaka...

 

Bu "istiðna" düstûru ve "nâsýn hediyelerini mukabilsiz kabul etmeme" prensibi, hayatýnýn baþýndan sonuna kadar kesintisiz devam etti.

 

Zaten o "yemek için yaþamýyor; belki yaþamak için yiyor"du.

 

Onun bütün hayatý, yine kendi ifadesi olan "Ekmeksiz yaþarým, hürriyetsiz yaþayamam" gerçeðiyle, tam bir paralellik içinde sürüp gitti.

 

En büyük kuvvet kaynaðý olarak kabul ettiði "hakiki ihlâs"ýn gereði olarak, fikrinde olduðu gibi, hayatýnda da tam bir "minnetsizlik" hali tahakkuk etti.

 

Hasýlý, sünnet üzere yaþamak, o­nun yegâne hayat düsturu oldu.

 

Temel özellikleri itibariyle, yaþayýþ tarzý böyledir.

 

Yalnýz, kendisinin mâruz kaldýðý birtakým özel ve mücbir þartlar sebebiyle, yemesinde ve içmesinde—çoðu ilâç niyetine olmak üzere—alýþýlmýþýn dýþýnda gibi gözüken kendine has birtakým alýþkanlýklarýn varlýðýndan da söz etmek mümkün. Ki, bunlarýn da sünnete aykýrýlýk arzeden herhangi bir tarafý yoktur.

 

Bu mukaddemeden sonra, geçelim Üstad Bediüzzaman'ýn yeme içme alýþkanlýðýna dair esas bahsimize...

 

 

 

Yiyecek-içecek listesi

 

Konu hakkýnda, uzun zamandan beri birtakým hazýr bilgilere sahibiz. Bunlara ilâveten yaptýðýmýz bu özel çalýþma esnasýnda, yeni karþýlaþtýðýmýz, yahut yeni farkýna vardýðýmýz daha baþka bilgiler de edindik.

 

Buna göre, aktaracaklarýmýzýn bir kýsmýný canlý þahitlerden bizzat dinleyip tesbit ettiklerimiz teþkil ederken, önemli bir diðer kýsmýný ise, Risâle-i Nur Külliyatý ile "Son Þahitler" isimli seri kitaptan yaptýðýmýz muhtelif iktibaslardan müteþekkil olacak.

 

Ayrýca, þu noktayý da hatýrlatalým ki, Üstad Bediüzzaman'ýn yeme ve içme tarzýna dair mâlumat aktaran bütün kaynaklar, birbirini aynen teyid ve te'kit ediyor.

 

* * *

 

Muhtelif kaynaklardan edindiðimiz bilgilere göre, hayatýnýn çeþitli safhalarýnda Üstad Bediüzzaman'ýn yiyecek ve içecekler listesine dahil olmuþ Ýlâhî nimetlerin önemli bir kýsmý þunlardýr: Çorba, bulgur, pirinç, sade ekmek, yoðurt, peynir, yumurta, tereyaðý, bal, kabak tatlýsý, hurma, incir, üzüm, kuru üzüm, kayýsý kurusu, üryani erik (hoþafý), limon, limon tuzu, elma, çay (daha çok limonlu), su (genellikle soðuk ve buzlu)...

 

Ýþte, bu yazý dizisi boyunca, bu nimetlerin zikredildiði eserlerden bazý iktibaslar yaparak, bunlarýn hayatýnda ne suretle yer aldýðýný delilleriyle ve yorumlarýyla aktarmak arzusundayýz.

 

 

 

Paylaþma âdeti

 

Üstad'ýn kendisi ve bilhassa talebeleri, dýþarýdan alacaklarý yiyecek ve içecekleri kimsenin göremeyeceði þekilde ve âzami derecede bir dikkat ve itina ile taþýyýp eve getirirlerdi. Tâ ki, o nimetin üzerine kimsenin nazarý düþmesin, o­nda kimsenin gözü kalmýþ olmasýn...

 

Hatta, fýrýndan bir ekmek aldýracak olursa, o­nu da kimsenin gözüne görünmeden torbanýn içine konularak getirilmesini tembihlerdi. Aksi halde, yiyeceði herþey Üstad'a dokunurdu.

 

Öte yandan, Üstad'ýn kendisi fakr û zaruret içinde yaþadýðý halde, kendi yiyeceklerinden de talebelerine ve misafirlerine ayrýca ikram ederek, o­nlarýn nefsini kendi nefsine tercih eder.

 

Bir baþka ifade ile, elinde avucunda ne varsa, çevresindekilerle paylaþýr.

 

Onun bu hususiyetini, talebesi ve hizmetkârý olan (merhum) Bayram Yüksel, hatýralarýnda bize þu þekilde naklediyordu: "Üstad yemek yerken çoðu kez yalnýz yerdi. Yanýnda olursak, bize de muhakkak ikram ederdi. Biz ise, almak istemezdik. O da, 'Keçeli, vermezsem, ikram etmezsem bana dokunur' derdi. Üstadýmýz yemeðini rahat yesin diye, yemek esnasýnda dýþarý çýkardýk. Bazan 'Herhalde yemeðini yedi' zanný ile sofrayý kaldýrmak üzere gelip habersiz girdiðimizde, bizi görüp 'Keçeli, keçeli, midenin kerâmeti var' diyerek, o yemeðinden bize yine de yedirirdi." (Ayrýca bakýnýz: Son Þahitler-III/97)

 

 

 

"Yarýdan fazlasýný kendine alan"

 

Gençliðinde çok zaman Üstad Bediüzzaman'ýn yanýnda ve hizmetinde bulunan Sýddýk Süleyman'ýn yeðeni Barlalý Hüseyin Bülbül'den bizzat dinlediðimiz bir diðer hatýra da þudur:

 

Birlikte kahvaltý yaptýklarý bir gün, eline bir parça ekmek alan Üstad, o­na þunlarý söyler:

 

"Hüseyin, bak kardaþým. Birisi seninle bir dilim ekmek paylaþýrsa, yahut bir elmayý bölüþürse, eðer yarýdan fazlasýný kendine alýrsa, o kiþiyle sakýn arkadaþlýk yapma."

 

Buradaki inceliði hiç de basite almamak lâzým. Zira, bu bir ibre, bir gösterge mahiyetindedir. Böyle basit bir paylaþýmda arkadaþýný deðil de kendi nefsini önceleyen bir kimse, baþka zaman daha büyük ve daha mühim meselelerde de arkadaþýný dýþlayýp, kendi nefsini tercih edecek demektir.

 

Bu ise, Risâle-i Nur'daki ihlâs sýrrýna, uhuvvet esasýna ve tefâni düstûruna uygun düþmüyor.

 

 

 

Üryani erik (hoþafý)

 

Üstad Bediüzzaman'ýn "caným istedi" deyip çok kullanmýþ olduðu taamlardan biri de "üryani erik"tir. Daha doðrusu bu yemiþin kompostosudur.

 

Bu nimetin bahsinin geçtiði Emirdað Lâhikasý-I, s. 146'da þu ifadeleri okumaktayýz:

 

"...Kahraman Tahirî'nin teberrük olarak getirdiði tatlý lokmalar, acip bir bereketle, hergün ikiþer üçer yediðim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki alacaktým; baktým yalnýz iki tane kalmýþ. Ýktisat için birisini aldým. Ayný saatte, Hýfzý'nýn iki mâsum evlâdýnýn, bir kutu içinde yazdýklarý nüshalar altýnda þekerden, ekmekten, aynen Tahirî'nin lokmalarý gibi, hem o­nun miktarýnda elime verildi. Ben bu tatlý tevafuktan zevk alýrken, dünkü gün, ayný saatte çok hararetim vardý, çok su içiyordum. Caným üryani erik hoþafý istedi. Ben bilmiyordum, unutmuþtum; þiddetli bir arzuyla hararetimi teskin edecek eskide alýþtýðým ve çok istimal ettiðim üryani erik, bir kutu içinde ve Âsiye'nin has arkadaþlarýndan Nurcu Þerife Hanýmýn þekeriyle elime verildi. Ben de bu çok tatlý tevafukun hatýrý için hem mâsumlarýn, hem o­nlarýn teberrüklerini yüz misli kadar kabul ettim."

 

Buradaki ifadelerden hareketle, üryani erik bahsini þifalý bitkiler uzmaný Tillolu Celâleddin Sancar Beye açarak, bunun ne gibi þifâî faydalarý olduðunu sorduk.

 

Bize þu cevabý verdiler: "Daha çok Kastamonu yöresinde yetiþen üryani erik, bilhassa aðrý gidermede, hararet düþürmede ve hastayý teskin etmede çok faydalý ve þifâlý bir nimettir. Ýstanbul'da Mýsýr Çarþýsý gibi büyük kuruyemiþ maðazalarýnda bu eriðin kurutulmuþ olaný var. Bunun kompostosu hem çok lezzetli, hem de þifalýdýr."

 

 

 

Çay ve yemek kaplarý

 

Baþta Isparta olmak üzere, muhtelif yerlerde görüp incelediðimiz Üstad Bediüzzaman'a ait çay ve yemek piþirme kaplarýnýn genelde hep küçük hacimli olduðunu müþahade ettik.

 

Tencere küçük, çaydanlýk küçük, vesaire...

 

Ýçine bereketin girdiðine tam kanaat getirdiðimiz bu küçük kaplarda yemek yapmayý herkes beceremez. Bunun için de, yine Üstadýn tarifi gerekiyor.

 

Nitekim, yýllar önce (Aðustos, 1995) hatýralarýný bizzat dinleyip kaydettiðimiz Hüseyin Bülbül Aðabey, Üstadla beraber Barla Daðlarýnda bir obaya misafireten gidip kaldýklarý o­n iki günlük bir seyahatten söz ederek þunlarý anlatmýþtý:

 

"Üstad Bediüzzaman, namaz gibi farzlarý ihmal eden yayladaki çobanlara zaman zaman gidip nasihatlerde bulunurdu.

 

"Bir defasýnda yine öyle bir obaya gittik. Baþlarýnda yaþlýca bir çoban vardý. Çoban Üstadý görünce, elpençe divan hürmetle selâma durdu.

 

"Üstad ise, o­na þöyle dedi: 'Çoban efendi. Bu civarda o­n iki gün kadar kalmak istiyoruz. Bize kendiliðinden yað, peynir, et, süt falan vermeyeceksin. Þayet ihtiyacýmýz olursa, senden parasýyla alýrýz. Þimdilik bizim kendi malzememiz var.'

 

"Oysa, yanýmýzda sadece büyükçe bir tas bulgur ve yarým bardak kadar da tereyaðý vardý. Ve, tam o­n iki gün boyunca bunlarla idare ettik.

 

"O bir tas bulguru nasýl o­n iki kýsma ayýrarak piþirmiþim, hâlâ da hayret ediyorum.

 

"Zaten bulgur piþirmeyi de bilmezdim. Tarifini Üstad'ýn kendisi söylerdi. Þöyle bir avuç kadar bulgur, þu kadar su diyerek tarifi söyler, ben de küçücük tencerenin içinde öyle piþirirdim.

 

"Ayrýca, tereyaðýný da kýzartmadan, yani çið olarak pilava karýþtýrmamý söylerdi. Her defasýnda bir tatlý kaþýðý kadar da tereyaðý katarak piþirirdim.

 

"Önce Üstad yer, içine bereket girer, sonra da ben doyuncaya kadar yerdim, zor bitirirdim. Halbuki, evde iken tek baþýma o bulgurun tamamý kadarýný bir günde yiyebiliyordum."

 

Evet, bunun gibi daha birçok yazýlý ve sözlü hatýradan biliyoruz ki, Üstad Bediüzzaman, iktisat ve bereket ile yaþýyordu.

 

 

 

Þartlý yemek dâveti

 

Þimdi de, Üstad Bediüzzaman'ýn yeme-içme âdetlerine þahit olan diðer bazý þahýslarýn anlattýklarýna kulak verelim.

 

Burdur'lu Þeyh Mehmed'in oðlu Hilmi Balkýr anlatýyor:

 

"Bediüzzaman büyük bir zattý. Babamgil kendisini rehber kabul etmiþlerdi.

 

"Bediüzzaman, çok az yemek yerdi. Bir gün kendisini evimize dâvet etmiþtik. Bizimle önceden pazarlýk yaptý. 'Ýki dilim ekmek ve bir tek çeþitten az yemek' diye, þart koþarak geldi ve yemekte ayrý oturdu." (Son Þahitler-1/258)

 

 

 

Pullu balýk

 

Barla'da Üstad'ýn o meþhur çift sarýklý resmini çeken Mustafa Çavuþ'un oðlu Enver Tevfik Bey anlatýyor:

 

"Kullandýðý bir su termosu vardý. Kýrýlmýþtý. Üzüldü. Caný sýkýldý. 'Fesübhânallah, bunda da vardýr bir hikmet' diyordu.

 

"Sirke ve soðanla yapýlan pullu balýðý (sazan?) severdi. Zaman zaman bizim valide yapar, ben de götürürdüm. 15-16 yaþlarýnda iken (1926), Üstadla arkadaþ gibi, senli benli konuþurduk. Þimdi olsa, öyle konuþamazdým." (A.g.e., s. 420)

 

 

 

Limonlu çay

 

Üstad Bediüzzaman'ýn limonu çok sevdiðini ve bilhassa içtiði çaylara limon suyu kattýðýný pekçok kimse biliyor.

 

Öyle ki, limon bulunmadýðý zamanlarda, yanýnda taþýdýðý limon tuzundan içtiði çaylara minik birer parça atarak, bu âdetini devam ettirirmiþ.

 

Þimdi, bu limon alýþkanlýðý ile ilgili bazý hatýralarý özet halinde sunmaya çalýþalým.

 

Zübeyir Gündüzalp'in hatýra notlarýndan:

 

"Üstad, seher namazýný edâ ettikten sonra, bir bardak limonlu çay içerdi.

 

"Hz. Üstadýmýz, her ne zaman olursa olsun, çaya ve limon konulacak yemeklere limon damlatýrdý."

 

 

 

Çaya, çorbaya limon

 

Bayram Yüksel'in hatýra notlarýndan:

 

"Üstad çayý fazla içmezdi. Harareti olduðu zamanlarda, o da limonlu olarak bir bardak ancak içerdi.

 

"Limonu çok severdi. Yemeklerinde de limon kullanýrdý. Limon bulunmadýðý zamanlarda ise, çayýna çok cüz'i miktarda limon tuzu koyardý."

 

 

 

Hangi öðünde ne kadar yemek

 

Bu konuyla ilgili olarak, Üstad'ýn yanýnda ve hizmetinde en çok bulunanlardan yine Zübeyir Gündüzalp ile Bayram Yüksel'in anlattýklarýndan sunmaya çalýþalým.

 

Önce, Zübeyir Gündüzalp'in hatýra notlarýndan:

 

"Kahvaltý yemeðini kuþluk zamanýnda yerdi. Öðle vakti pek az, birkaç lokma bir taam alýrdý. Ýkindi namazýndan sonra asýl yemeði yerdi.

 

"Akþam namazýndan sonra, okuyacaðý esnada limonlu bir bardak çay içerdi.

 

"Üstad Hazretleri, çorba olarak pirinç ve þehriye yerdi. Ýçine yumurta kýrdýrýrdý. (75 yaþýndan sonraki hayatýnda.) Yemeðin üzerine 4-5 habbe (tane) üzüm yerdi. Her habbeyi yiyiþinde Besmele okurdu." (Son Þahitler-III/22)

 

Þimdi de Bayram Yüksel'in Üstadýn yemek adeti hakkýnda, gerek yazýlý ve gerekse sözlü olarak kayda geçen diðer bazý tesbit ve müþahadelerini aktaralým:

 

"Üstadýn yemekleri çok sade idi. Ekseri yemekleri þehriye çorbasý, pirinç çorbasý, sulu yemekler, yoðurt ve yumurta idi.

 

"Sulu yemeklere muhakkak yoðurt katardý.

 

"Üstadýmýz yemekleri bize ekseri þu þekilde piþirttirirdi: Meselâ, küçük bir sefer tasýna az su koyardýk. Bir çay kaþýðý tereyaðý (Üstadýmýz, yaðý katiyyen yaktýrmazdý) ve çok cüz'i miktarda tuz ile ateþe koyardýk. Kaynamaya baþladýðýnda, üzerine yumurtayý kýrardýk. (Üstad yumurtayý yýkattýrýrdý.) Yumurtanýn beyazý piþmeye baþladýðýnda, içine ekmeði doðrar, öyle servis yapardýk. 1948 Afyon hapsinden sonra, Üstadýmýzýn kalan son diþleri de döküldü. Aðzýnda bir tek diþ kalmadý.

 

"Þehriye çorbasý olsun, pirinç çorbasý olsun, o­nlar da biraz su ile kaynamaya baþladýðýnda, yine içine yumurtayý koyardýk. Beyaz kýsmý piþtiðinde içine yoðurdu boþaltýp karýþtýrýrdýk. Hafif kaynadýðýnda indirirdik."

 

 

 

Diðer bazý yemekler

 

"Üstadýmýz, yoðurtlardan da inek yoðurdu yerdi. Koyun yoðurdu yemezdi.

 

"Yemeklerden sonra ise, az da olsa tatlý yerdi. Meselâ, Isparta'da yapýlan beyaz kurabiye çok yumuþak olurdu. o­nu kaþýkla ezer, toz haline getirir, kaþýkla yerdi.

 

"Üstad, kavunu da sever, kaþýkla yerdi.

 

"Üzümün kabuðunu ve çekirdeðini ayýrýr; domatesin de kabuðunu soyardý."

 

 

 

Etli yemekler:

 

"Üstadýmýz o­n beþ günde bir et yerdi. Taze koyun eti alýr, çok piþirirdik. Bazan da köfte yaptýrýrdýk.

 

"Köfteyi, Emirdað'da Ceylan Abinin annesine, Isparta'da ise evin sahibesi Fýtnat Anaya yaptýrýrdý."

 

 

 

Ve yemekten sonra

 

"Üstadýmýz çok az yerdi. Yediði zaman da beþ saat geçmeyince tekrar yemek yemezdi. Yemekten sonra da, (sünnete uygun olarak) iki saat geçmeden su içmezdi. Saate bakar, o­n dakika da kalmýþ olsa 'Daha iki saat olmadý' diye bekler, sonra su içerdi." (Ayrýca bakýnýz: Son Þahitler-III/49. sayfa.)

 

 

 

Kanaat, iktisat, bereket...

 

Âzami iktisat ile yaþayan, tam bir kanaat ve bereket ile hayatýný idame ettiren Üstad Bediüzzaman'a, evham ve kuruntu içinde debelenen ehl-i dünyadan kimseler, þu tarz sorularý mütemadiyen sorup dururlar:

 

"Neyle yaþýyorsun? Çalýþmadan nasýl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanlarý ve baþkasýnýn sa'yiyle (emeðiyle) geçinenleri istemiyoruz."

 

Bediüzzaman ise, "Elcevap" diyerek, o­nlara þu mânâ ve hikmet dolu izahatý yapar:

 

"Ben, iktisat ve bereketle yaþýyorum. Rezzâkýmdan baþka kimsenin minnetini almýyorum ve almamaya da karar vermiþim. Evet, günde yüz para, belki kýrk para ile yaþayan bir adam, baþkasýnýn minnetini almaz.

 

"Þu meselenin izahýný hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoþtur. Fakat, madem ehl-i dünya evhamlý bir surette soruyorlar. Ben de derim ki:

 

"Küçüklüðümden beri halklarýn malýný kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaþý kabul etmemek (yalnýz bir iki sene Dârü'l-Hikmeti'l-Ýslâmiyede dostlarýmýn icbarýyla kabul etmeye mecbur oldum), o parayý da mânen millete iade ettik. Hem maiþet-i dünyeviye için minnet altýna girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatýmdýr. Ehl-i memleketim ve baþka yerlerde beni tanýyanlar bunu biliyorlar. Bu beþ seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalýþtýlar; kabul etmedim.

 

"'Öyleyse nasýl idare edersin?' denilse, derim: Bereket ve ikram-ý Ýlâhî ile yaþýyorum..." (16. Mektup'tan)

 

* * *

 

Ehl-i dünyanýn meraklý, evhamlý ve ýsrarlý suâllerine mukabil, Üstad Bediüzzaman'ýn "Þu meselenin izahýný hiç arzu etmiyordum" dediði hadise, Barla'da sürgün olarak ikamet ettiði 1930'lu yýllarýn baþýnda yaþanýr.

 

Bediüzzaman Hazretleri, her ne kadar "kanaat, bereket ve Ýlâhî ikram sayesinde yaþýyorum" diyor idiyse de, muarýzlarýnýn ve evhamlý kesimin buna inanmayacaðýný biliyordu. Hakikati ispat sadedinde göstereceði deliller ve sýralayacaðý misâller noktasýnda ise, haklý olarak bir çekingenlik gösteriyordu.

 

Bu halin sebebini þöyle þu sözlerle izah ediyor:

 

"Bir þükr-ü mânevî olmakla beraber, korkuyorum ki bir riyâ ve gururu ihsâs ederek, o mübarek bereket kesilsin. ...Fakat, ne çare, söylemeye mecbur oldum."

 

Ýþte, bu "mecburi açýklama" cümlesinden olarak, bereket ve ikrâm-ý Ýlâhî nevinden birkaç nümune zikrediyor.

 

On Altýncý Mektup'ta geçen bu misâlleri kýsaca þöyle bir hatýrlamaya çalýþalým:

 

Birinci misâl: "Þu altý aydýr, otuz altý ekmekten ibaret bir kile buðday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiþ." (Haþiye: Bir sene devam etti.)

 

Ýkinci misâl: "Þu mübarek Ramazan'da, yalnýz iki haneden bana yemek geldi; ikisi de beni hasta etti. Anladým ki, baþkasýnýn yemeðini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün Ramazan'da benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadýk bir arkadaþým olan o hane sahibi Abdullah Çavuþ'un ihbarý ve þehadetiyle, üç ekmek, bir kýyye pirinç bana kâfi gelmiþtir. Hattâ o pirinç, o­n beþ gün Ramazan'dan sonra bitmiþtir."

 

Üçüncü misâl: "Daðda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kýyye tereyaðý, hergün ekmekle beraber yemek þartýyla, kâfi geldi.

 

"Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardý..."

 

Bu misâlde þahit olarak gösterdiði kiþi, 1963'te vefat eden Barlalý "Mübarek Süleyman"dýr.

 

Bu zat, 1930'lu yýllarýn baþlarýnda birkaç ay müddetle Barla Daðlarýnda yalnýz kalan Üstad Bediüzzaman'ýn ziyaretine gider. o­na misafir olur. O esnada yiyecek ekmekleri kalmaz.

 

Gerisini, Üstad Bediüzzaman þöyle anlatýr:

 

"...Ýki saat, her tarafýmýzda kimse yok ki oradan ekmek alýnsýn.

 

"...Ben de dedim: 'Tevekkelnâ alâllah.'

 

"...Sonra, derin bir dereye bakar bir katran aðacý altýnda oturdum; müteessifâne þöyle düþündüm ki: Küflenmiþ bir parça ekmeðimiz var; bu akþam ancak ikimize yeter. Ýki gün nasýl yapacaðýz ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceðim diye düþünmedeyken, birden bire baþým çevrilir gibi baþýmý çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran aðacýnýn üstünde, dallarý içinde bize bakýyor. Dedim: 'Süleyman, müjde! Cenâb-ý Hak bize rýzýk verdi.'"

 

Bu tarihten yýllar sonra, Mübarek Süleyman'la ayný mevkiye birlikte giden Hüseyin Bülbül, vaktiyle yaþanmýþ olan bu hadiseyi o­nun dilinden ayrýca ve tasdiken þöyle dinler:

 

"...Ýþte, þu gördüðün katran aðacýnýn dallarý üzerinde, kocaman bir ekmek aniden beliriverdi. Üstad'ýn emir buyurmasýyla aðacýn üzerine çýktým. Ekmeðin yakýnýna vardým. Baktým ekmekten buhar çýkýyor. Alýp aþaðýya indim. Baktýk ki, ekmek taze ve saðlamdýr. Karýnca bile dokunup ýsýrmamýþ.

 

"Sonra, ben safiyane bir þekilde 'Üstad'ým, bu ekmek bize helâl olur mu?' diye sorunca, Üstad da bana 'Hey mübarek...' diye çok mânidar bir edâ ile seslendi. Ýþte, o günden sonra adým "Mübarek Süleyman" oldu."

 

* * *

 

Yine 16. Mektubun bir baþka yerinde, bereketli rýzka dair þu misâl zikrediliyor:

 

"Bir tavuðum var. Þu kýþta yumurta makinesi gibi, pek az fasýlayla hergün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem birgün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldým.

 

"Dostlarýmdan sordum, 'Böyle olur mu?' dedim. Dediler: 'Belki bir ihsan-ý Ýlâhîdir.'

 

"Hem þu tavuðun yazýn çýkardýðý bir küçük yavrusu vardý. Ramazan-ý Þerifin baþýnda yumurtaya baþladý, tâ kýrk gün devam etti. Hem küçük, hem kýþta, hem Ramazan'da bu mübarek hali bir ikram-ý Rabbânî olduðuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin þüphemiz kalmadý. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o baþladý, beni yumurtasýz býrakmadý.

 

* * *

 

Üstad Bediüzzaman'ýn maiþetinde görünen Ýlâhî ikrâm ve berekete þahit olan Barla'daki Süleyman Rüþdü, Hüsrev, Refet, Bekir, Mustafa Çavuþ, Barlalý Süleyman gibi güvenilir zâtlar, müþtereken imza attýklarý bir mektupta þunu ifade ediyorlar:

 

"Evet iki sene evvel, bütün Ramazan'da üç ekmek, bir okka pirinç o­na ve dört kedisine kâfi geldiði gibi, bir sene evvel üç fýrancala, bir Ramazan yine kâfi gelmiþti. Bu Ramazan-ý Þerifte, otuz günde, yarým okka yoðurtla, yarým okkadan daha az pirinç ve dört kuruþluk bir fýrancala yediðini-yalnýz bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanýnda bir çay kaþýðý bal yemek müstesna-baþka birþey yemediðini bizzat müþahede ettik.

 

* * *

 

Yine, ayný "Barla Lâhikasý" isimli eserin 120. sýradaki mektubunda, kanaat, iktisat ve bereketin sýrrýna dair yazýlmýþ bir hakikati, yazýmýzýn bugünkü bölümüne ilâve ederek geçelim.

 

"Hem iktisat, bereket ve kanaat sayesinde, þiddetli ihtiyacým olmadýðý halde, dünya malýna el uzatmak elimde deðil, ihtiyarým haricindedir. Hem bir misalle ince bir sebebi anlatacaðým:

 

"Mühim bir tüccar dostum otuz kuruþluk bir çay getirdi, kabul etmedim. "Ýstanbul'dan senin için getirdim, beni kýrma" dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiyatýný verdim.

 

"Dedi: Niçin böyle yapýyorsun, hikmeti nedir?

 

"Dedim: Benden aldýðýn dersi, elmas derecesinden þiþe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatýmý terk ediyorum. Çünkü, dünyaya tenezzül etmez, tamah ve zillete düþmez, hakikat mukabilinde dünya malýný almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alýnan ders-i hakikat elmas kýymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuþ, ehl-i servete tasannua muztar kalmýþ, tamah zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiþ, sadaka verenlere hoþ görünmek için riyakârlýða temayül etmiþ, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiþ bir üstaddan alýnan ayný ders-i hakikat, elmas derecesinden þiþe derecesine iner. Ýþte, sana mânen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruþluk menfaatimi aramak, bana aðýr geliyor ve vicdansýzlýk telâkki ediyorum. Sen mâdem fedakârsýn; ben de o fedakârlýða mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme.

 

"O da, bu sýrrý anladýktan sonra kabul etti, gücenmedi."

 

 

 

Hediyeyi, teberrükü, yine baþkasýna yediriyor

 

Mümkün olabildiðince kimseden karþýlýksýz yemek ve hediye gibi þeyler almayan ve alamayan Üstad Bediüzzaman, hatýr kýramayýp verilen hediyeyi geri çeviremediði durumlarda, bir baþka metod uyguluyor: Gelen hediye ve yiyecekleri yine baþkasýna teberrüken daðýtýyor.

 

Duruma göre böyle bir usûl dairesinde hareket ettiðini, hem bazý hatýra notlarýndan, hem de kendi ifadelerinden anlýyoruz.

 

Ýþte, Emirdað Lâhikasý'nda yer alan bir mektuptaki ifadeler:

 

"Salisen: Nur'un demirbaþ kâtibi ve þakirdi Kâtip Osman'ýn Risale-i Nur bahçesinden gönderdiði yaþ üzüm teberrükünü ve Medresetü'z-Zehranýn çok ehemmiyetli bir þubesi ve bir merkezi olan Sava'nýn (Isparta) gayet mübarek teberrüklerini, kaideme muhalif olarak o­nlarýn hatýrý için kabul ettim. Ve kime yedirsem de, o­nlarýn hayrý olarak yedireceðim. (Emirdað Lâhikasý-II, s. 300)

 

Bu gerçeði doðrulayan bir hatýrayý da, bizzat kendimiz dinleyip tesbit ettik.

 

"Sason isyaný" sebebiyle 1937 senesinde Kastamonu'ya sürgün edilen ve orada yedi yýl Üstad Bediüzzaman'la komþuluk yapan hamal Ahmet Atak Efendi ile birkaç kez görüþüp hatýralarýný not ettik.

 

Bir defasýnda, kendisine gelen karpuz hediyesini geri çeviremeyen Üstad'ýn, aylar sonra o karpuzu getiren kiþiye ve misafirlerine nasýl yedirdiðini anlattý.

 

Hadisenin özeti þudur: Ayný yýllarda Kastamonu'ya yine sürgün olarak gelen Kurtalanlý aðalardan Yusuf Toprak, Üstad'a mevsimin ilk karpuzlarýndan alýp hediye etmek ister.

 

Ne var ki, o­nun aðalýk servetine haram para karýþmýþ olmasý ihtimaline binaen, orada hamallýkla geçinen Ahmet Efendiden 50 kuruþ borç alarak, yani alýnteriyle kazanýlmýþ o helâl parayla gidip iki adet Adana karpuzlarýndan alýp getirir.

 

Yusuf Aðayý elinde karpuzla odasýnýn kapýsýnda gören Üstad, o­nun içeri girmesine izin vermez. Sert ve hiddetli bakýþlarla o­nu kapýda durdurarak þöyle seslenir: "Yusuf Aða, sen benim 70 yýllýk âdetimi bozmak mý istiyorsun?"

 

Aða, kapýda heykel gibi dikilip kalýr. Ne ileri, ne de geri gidemez.

 

Üstad ise, sað elini iki kaþýnýn arasýna götürür, baþýný eðer ve bir süre mütalaa eder.

 

Sonra, baþýný kaldýrýr ve aðaya þunu söyler: "Yusuf Aða! Seni o karpuzlarla birlikte geri gönderecektim. Fakat, o­nlarý yanýndaki þu muhacir hamalýn parasýyla aldýðýndan, o­nun hatýrýna ve kalbi kýrýlmasýn diye kabul ediyorum."

 

O anda, Yusuf Aðanýn dermaný biter, dizlerinin baðý çözülür. Orada daha fazla dayanamaz ve karpuzlarý yere býraktýðý gibi, gerisin geriye kaçarcasýna gider.

 

Aylar sonra, birkaç misafiriyle birlikte Üstad'ýn ziyaretine gelen Yusuf Aðanýn önüne, arka odada muhafaza edilen ayný karpuzlar kesilip konur.

 

Aða ise, misafirlerle birlikte hiç bozulmamýþ o karpuzlarý ancak afiyetle yedikten sonra gerçeði öðrenir.

 

Üstad, o­na þu hatýrlatmada bulunur: "Yusuf Aða! Ben sana demedim mi, kimsenin hediyesini karþýlýksýz almýyorum, alamýyorum, yiyemiyorum diye..."

 

Mukabelesiz dokunuyor

 

Yemek ve sair hediyeleri karþýlýksýz aldýðý takdirde, kendisini hasta edecek derecede dokunduðunu muhtelif vesilelerle ve tekraren ifade eden Üstad Bediüzzaman, hediye sahibi çok yakýn bir kimse olsa bile, o­na mukabele olarak mutlaka bir hediye verilmesini ister:

 

"...O kardeþimizin Nur avukatý Ahmed Feyzi'nin incir teberrüküne mukabil, benim namýma bir Sikke-i Gaybiye mecmuasýný o­na gönderiniz ki, incirleri bana dokunmasýn. Çünkü bu âhirde kat'iyen mukabelesiz hediyeler beni hastalandýrdýðý, çok tecrübelerle pek kat'îleþti. (Emirdað Lâhikasý-I, s. 239)

 

"Kuru ekmek" ve "âlâ baklava"

 

 

 

Kezâ, kendisine hediye gönderen mühim bir talebesine verdiði cevabî mektubunda, Üstad Bediüzzaman, kendi parasýyla yediði bir parça kuru ekmeði, baþkasýna ait en iyi baklavaya tercih ettiðini þu sözlerle beyan ediyor:

 

Hem bende bir tevahhuþ var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkýn hediyesini kabul etmek, o­nlarýn hatýrýný sayýp istemediðim vakitte o­nlarý kabul etmek lâzým geliyor. O da hoþuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalý bir libas giymek, bana daha hoþ geliyor. Gayrýn en âlâ baklavasýný yemek, en murassâ libasýný giymek ve o­nlarýn hatýrýný saymaya mecbur olmak, bana nâhoþ geliyor. (Ýkinci Mektup'tan)

 

Düðün yemeði

 

 

 

Hediye olarak getirilen bir nimet, velev ki düðün yemeði de olsa, yine karþýlýðýný vermeden rahat edemeyen Üstad Bediüzzaman, esasýnda hiç vazgeçemeyeceði bir prensibinin, herkes tarafýndan ayrýca bilinmesini istiyor.

 

Ýþte, Emirdað'lý Abdullah Gayretlioðlu'nun anlattýklarý:

 

"Oðlumun düðünü vardý. Üstad'a düðün yemeði götürmeye niyet ettim. Hizmetkârý Zübeyir'e danýþtým. O da, Üstadýn mukabelesiz birþey kabul etmedeðini söyledi. Yemek götürmekte ýsrarlý olduðumu anlayýnca, o zaman 'Kapalý kapta götür, yoksa hiç kabul etmez' dedi.

 

"Hazýrladýðým yemek çeþitlerini küçük kaplar içinde bir sepete koyarak, aðzýný kapatýp götürdüm.

 

"Filhakika Üstad, âdeti olduðu üzere karþýlýksýz birþeyin kendisine dokunduðunu ifade etti ve bana mukabele olarak bir lira verdi. O para o zaman çok kýymetliydi. Ben de o­nun verdiðini mecburiyetle kabul edip aldým." (Son Þahitler-III/140)

 

 

 

Düþündürücü bir hassasiyet örneði

 

Üstad Bediüzzaman'ýn hayatýnda cimrilik gibi israfýn da yeri yoktur. Ýhtiyaç fazlasý olan bir yiyeceði, hiç israf ettirmeden, en iktisatlý ve en insaflý þekilde deðerlendirmek ister.

 

Ýþte, bu halin bir nümunesi olarak, ihtiyaç fazlasý gibi görünen bazý yiyeceklerin deðerlendirilmesi için, bakýn talebelerine nasýl yol gösteriyor ve ne gibi tavsiyelerde bulunuyor:

 

"Kardeþlerim,

 

"Hem benim iþtahým kesildiði, hem hediye bana dokunduðu için, benim hisseme düþen üç parça yað ve bir sepet üzüm ve bir kîse elma ve iki paket çay ve þekeri size gönderdim. Ben sizlere teberrük verecektim. Fakat sordum, sizinki de var. Hem ben o­nlarýn fiyatýyla yoðurt, yumurta, ekmek gibi þeyleri alacaðým, tâ Medresetü'z-Zehrâ benden gücenmesin. Hem muhtaca, hem bir parça ucuz, hem lâyýklara satýnýz ki, iki cihetle Medresetü'z-Zehrâ ve þubelerinin hediyeleri tam mübarek, hem bana, hem alanlara ilâçlý bir teberrük olsun. Hüsrev nezaretçi ve Ceylân, Hýfzý satýcý olsun. (On Dördüncü Þuâ'dan)

 

 

 

Rabbânî bereketin bir nümunesi

 

Þimdi de, Kastamonu Risâle-i Nur þâkirtlerinden Feyzi, Hilmi, Çaycý Emin, Tahsin'in fýkralarý içinden seçtiðimiz rýzýkta bereket ve inþiraha dair birkaç nümuneyi takdim ediyoruz:

 

"Kardeþim Emin ile beraber Üstadýmýzýn ziyaretine gittik. Ýkindi vakti beraber namaz kýldýktan sonra bize emretti ki: 'Size yemek yedireceðim, burada tayýnýnýz var.' Mükerreren, 'Yemezseniz bana dokuz zarar olur' dedi. 'Çünkü yiyeceðinize karþý Cenâb-ý Hak gönderecek.'

 

"Yemek yemekten affýmýzý rica ettikse de, emretti ki: 'Rýzkýnýzý yiyin; bana gelir.' Emrini kýrmamak için, lütuf buyurduðu tereyaðý ve kabak tatlýsýný ekmekle yemeye baþladýk. Daha sofrada iken, ümit edilmeyen bir vakitte, bir tarzda ve ayný vakitte bir adam geldi. Elinde yediðimiz kadar taze ekmek, ayný yediðimiz miktar (fýndýk kadar) tereyaðý ve diðer elinde bize verilenin tam misli kabak tatlýsý olarak kapýyý açtý. Artýk taaccüp edilerek, hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak, Risâle i Nur þakirtlerinin rýzkýndaki bir bereket-i Rabbanîyi gözümüzle gördük."

 

 

 

Altý ayda bir kilo peynir

 

"Üstadýmýzýn bir okka (yani kilo) peyniri vardý. Ekser günlerde o peynirden hoþuna gittiði için, bir iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduðu ekser vakitlerde o­ndan yediði halde, altý ay kadar devam ettiðini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduðunu yakinen görüp tasdik ediyoruz.

 

"Evet, bereket hususunda þâyân-ý hayret bir hadisedir. Hem yarým kilo bir tereyaðý, ekser günlerde fazlaca sarf olduðu halde, elli güne yakýn devamý, þüphesiz bir bereket içine girmiþ."

 

 

 

Risâle-i Nur'a çalýþýnca...

 

"Yine aynen Ramazan Bayramýnda Üstadýn rýzasý olmadýðý halde, bir kilo ince þeker getirmiþtik. Ekseri yoðurt ve süt ve tatlý kabaða ve sair þeylere, bazan yirmi otuz dirhem kadar kattýklarý halde, iki aydan fazladýr o þekerden yüz dirhemden fazla kalmasý, elbette bereket sebebiyledir.

 

"Hem bu havalideki þakirtler, herkes cüz'î-küllî hissetmiþ ve itiraf ediyorlar ki: Risâle-i Nur'a çalýþtýðýmýz zaman, hem rýzkýmýzda bereket ve suhûlet, hem kalbimizde bir inþirah ve ferah zâhiren hissediyoruz." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den, 32 ve 37. sayfalar)

 

 

 

Otuz gün, nasýl üç güne indirildi?

 

Uhdesinde bulunan gýda ve sâir yiyecekleri son derece ihtiyatlý ve iktisatlý bir þekilde kullanan Üstad Bediüzzaman, talebelerine de ayný hayat tarzý üzere gitmelerini tavsiye etmekten geri durmaz.

 

Ancak, yanýnda bulunan bazý talebeleri, kendilerince bir formül bularak, iktisat düsturunu zaman zaman ihlâl ettikleri olmuþtur.

 

Meselâ, kýymetli bir yiyecek olan bal nimetini, birbirlerine cömertçe ikrâm etmek suretiyle, iki-üç okkalýk bir miktarý kýsa sürede "kemâl-i âfiyetle" yiyip bitirmiþler.

 

Bu lâtifeli hatýra Ýktisat Risâlesinde þöylece anlatýlýyor:

 

"Bu risâlenin telifi senesinde Isparta'da hücremde cereyan eden bir vakýa var. Þöyle ki: Kaideme ve düstur-u hayatýma muhalif bir surette, bir talebem iki buçuk okkaya yakýn bir balý, bana hediye kabul ettirmeye ýsrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadý. Bilmecburiye, yanýmdaki üç kardeþime yedirmek ve o baldan iktisatla otuz-kýrk gün üç adam yesin ve getiren de sevap kazansýn ve kendileri de tatlýsýz kalmasýn diyerek, 'Alýnýz' dedim. Bir okka bal da benim vardý. O üç arkadaþým, gerçi müstakim ve iktisadý takdir edenlerdendi. Fakat, her ne ise, birbirine ikram etmek ve herbiri ötekinin nefsini okþamak ve kendi nefsine tercih etmek olan, bir cihette ulvî bir hasletle iktisadý unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balý bitirdiler. Ben gülerek dedim: 'Sizi otuz-kýrk gün o bal ile tatlandýracaktým. Siz otuz günü üçe indirdiniz. Afiyet olsun!' dedim. Fakat ben, kendi o bir okka balýmý iktisatla sarf ettim. Bütün Þâban ve Ramazan'da hem ben yedim, hem, lillâhilhamd, o kardeþlerimin herbirisine iftar vaktinde birer kaþýk (büyükçe bir çay kaþýðý) verip, mühim sevaba medar oldu.

 

 

 

Hadisenin yorumu

 

Talebeleriyle aralarýnda yaþanan bu enteresan hadiseyi, cimrilik ve cömertlik ekseninde þu mânâda yorumluyor Hz. Üstad:

 

"Benim halimi görenler, o vaziyetimi belki hýsset telâkki etmiþlerdir. Öteki kardeþlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmertlik telâkki edebilirler. Fakat, hakikat noktasýnda, o zâhirî hýsset altýnda ulvî bir izzet ve büyük bir bereket ve yüksek bir sevap gizlendiðini gördük. Ve o civanmertlik ve israf altýnda, eðer vazgeçilmeseydi, bir dilencilik ve gayrýn eline tamahkârâne ve muntazýrâne bakmak gibi, hýssetten çok aþaðý bir hâleti netice verirdi.

 

 

 

Lezzet mi, besin mi?

 

Yine Ýktisat Risâlesinde bahsi geçen, yemek alýþkanlýðý ile ilgili bir nüktenin izahýyla devam ediyoruz.

 

Burada, aðýzdaki geçici lezzetten ziyade, bir gýdanýn vücuda faydalýlýk cihetinin tercihi söz konusu ediliyor: "...þimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kýrk para (yani bir kuruþ); diðer lokma en âlâ baklavadan o­n kuruþ olsa; bu iki lokma, aðza girmeden, beden itibarýyla farklarý yoktur, müsavidirler. Boðazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kýrk paralýk peynir daha iyi besler. Yalnýz, aðýzdaki kuvve-i zâikayý okþamak noktasýnda yarým dakika bir fark var. Yarým dakika hatýrý için kýrk paradan o­n kuruþa çýkmak ne kadar mânâsýz ve zararlý bir israf olduðu kýyas edilsin."

 

Limon, nasýl ki damlatýlan çayýn sertliðini kýrýyor ve bu keyifli içeceði bir nevi þifâlý "serum" mahiyetine çeviriyorsa, ayný þekilde yoðurt da, üzerine dökülen yemeklerin sertliðini alýyor ve sindirimini çok daha kolay bir mahiyete dönüþtürüyor.

 

Ayrýca, hararet teskininden panzehire, kemikleri saðlamlaþtýrmaktan vücuda zindelik vermeye kadar, limon ve yoðurt nimetinin daha pekçok faydalý, þifâlý özellikleri var.

 

Bu sebeple, çayý tamamen bulandýrmayacak limon ve yemeði bütünüyle boðmayacak kadar da yoðurt katarak beslenme alýþkanlýðý edinmenin vücuda yararý büyüktür.

 

Ki, Üstad Bediüzzaman'ýn gýda ve beslenme tarzýna baktýðýmýzda, bu hususiyetlere dikkat ve itina ile riayet edilerek, dengeli bir yeme içme alýþkanlýðýnýn hükmettiðini görmekteyiz.

 

 

 

Soðuk su

 

Yoðurt ve limon nimetinden istifadeyi, normal beslenme alýþkanlýðý haline getiren Bediüzzaman'ýn, bir de kendine mahsus "soðuk ve buzlu su içme" alýþkanlýðý vardýr ki, bunun izahý baþkadýr.

 

Muhtelif kaynaklardan edindiðimiz bilgilere göre, Üstad Hazretleri, bilhassa vücuduna þýrýnga edilen, yiyecek ve içeceklerine defalarca konulan öldürücü zehrin, vücudunda hasýl ettiði þiddetli sancý ve hararetin tesirinden dolayý, yýlýn dört mevsimi de soðuk ve hatta buzlu su içiyordu.

 

Gerçi, baðýþýklýk kazandýktan sonra suyu soðuk içmek, sýcak veya ýlýk içmekten daha lezzetli ve daha faydalýdýr.

 

Ancak, bu durum yine de bünyeden bünyeye farklýlýk göstermektedir. Soðuk su, kimine yararlý iken, kimi bünyeye de zararlý olabilmektedir.

 

Týpký, Yirmi Yedinci Söz'deki "Ýçtihad" bahsinde þöylece ifade edildiði gibi:

 

"Bir su, beþ muhtelif mizaçlý hastalara göre nasýl beþ hüküm alýr. Þöyle ki: Birisine, hastalýðýnýn mizacýna göre su ilâçtýr; týbben vâciptir. Diðer birisine, hastalýðý için zehir gibi muzýrdýr; týbben o­na haramdýr. Diðer birisine az zarar verir; týbben o­na mekruhtur. Diðer birisine zararsýz menfaat verir; týbben o­na sünnettir. Diðer birisine ne zarardýr, ne menfaattir; âfiyetle içsin, týbben o­na mübahtýr. Ýþte hak burada taaddüt etti. Beþi de haktýr. Sen diyebilir misin ki, 'Su yalnýz ilâçtýr, yalnýz vâciptir, baþka hükmü yoktur?'"

 

* * *

 

Bunca izah ve iktibastan sonra, þimdi yeniden hatýra notlarýna dönüyoruz.

 

Üstad'ýn sürekli hizmetkârlarýndan Bayram Yüksel, o­nun soðuk su içme âdeti hakýnda þunlarý naklediyor:

 

"Üstadýmýz, suyu çok soðuk içerdi. Termosa koymak için çoðu kez buz bulamýyorduk. Eskiden mâlum buzdolaplarý yoktu. Meselâ, o zaman (1953...) Isparta'da iki adet eczane bulunuyordu. Sadece birinde buzdolabý vardý. Rica eder, parasý ile o­ndan buz alýrdýk. o­nu bol su ile yýkar, sonra termosa doldururduk.

 

"Buzu termosa koyarken, Üstadýmýz baþýmýzda durur, 'Ben de size yardým edeyim. Ben de iþtirak edeyim. Bu iþtirakten beni mahrum etmeyin' derdi.

 

"...Ekseri, Üstadýn çok sevdiði, yazýn çok soðuk ve lezzetli, kýþýn da normal olan Sidre Daðýndan su getirirdik. Bazý gün sabah akþam iki sefer getirirdik. Ýki sene böyle devam etti.

 

 

 

"Zehrin tesirinden"

 

"...Üstadýmýz, bir gün soðuk su içmesinin, vücudundaki zehrin tesirinden olduðunu söyledi. Kendisine 1923'te zehir enjekte edilen iðnenin yeri, göðsünde hâlâ belli idi. Uzun zaman akmýþ. Bizim zamanýmýzda kurumuþ gördük."

 

 

 

Nazardan ve zehirden sakýnýrdý

 

Soðuk sudan sonra "ekmek" bahsine geçiyoruz.

 

Zehirlenmekten sakýnan Üstad, ihtiyacý olan ekmeðin nazara gelmesinden, yani baþkasýnýn görmesinden de çekindiði için, el deðmeyecek ve gözlere görünmeyecek þekilde getirilmesini ister.

 

Bu konu hakkýnda, yine merhum Bayram Yüksel, bizzat müþahade ederek sahip olduðu þu bilgileri naklediyor:

 

"Fýrýndan bazan bir, bazan da yarým ekmek alýrdýk. Bu ekmek bir hafta giderdi.

 

"Ekmeði alýrken ve getirirken, çok dikkat eder, ekseri beyaz bir torbanýn içinde getirirdik. Üstadýmýz, nazardan ve zehirden çok sakýnýrdý. Çünkü, o­nu zehirlemek için çok desiselere baþvurulurdu.

 

"O tarihlere kadar, tahminime göre o­nu 17 kez zehirlemiþlerdi.

 

"Bu sebeple, fýrýncýnýn verdiði ekmeði deðil, kendimiz seçer alýrdýk. Keza, mandracýdaki yoðurdu öyle alýrdýk."

 

 

 

Pirinçli kabak yemeði

 

Üstad Bediüzzaman'ýn yeme içme tarz ve âdeti ile ilgili iki-üç kýsacýk hatýrayý da naklederek, bu mevzuyu þimdilik noktalamaya çalýþalým.

 

Emirdað'da imamlýk yapan Bozüyük'lü Hafýz Nuri Güven anlatýyor:

 

"Bir defasýnda, yanýnda Zübeyir, Dr. Tahir Barçýn olduðu halde, bizi Tez Daðlarýna dâvet ile, orada bize çay ve pirinçli kabak yemeði ikram etti.

 

"Hayatta öyle lezzetli yemek yediðimi bilmiyorum. O yemeðin tadý hâlâ damaðýmda durur." (Son Þahitler-III/157)

 

 

 

"Yemek bizi taþýyor"

 

Mustafa Sungur anlatýyor:

 

"1950 yýlý baharý, Ziya ve Zübeyir Aðabeyle birlikte Üstadýn hizmetinde kaldýk.

 

"...O yaz, ekseriyetle Keçili köyü civarýnda bir baðda kalýrdýk.

 

"O zamanlar, Üstadýmýzýn yanýnda iken, yediðimiz yemek þöyle hülâsa edilebilir: Biz yemeði taþýmýyor, yemek bizi taþýyordu.

 

"Üstadýmýz, öðle vakti bazan üzüm, karpuz gibi hediyeleri, mukabilini vererek alýr, bize taksim ederdi. O lezzeti ise, þimdi bulamýyoruz." (Son Þahitler-IV/39)

 

 

 

Un kavurmasý

 

Yine, 1953 yýlýna ait bir hatýrayý Mehmet Fýrýncý þöyle anlatýyor:

 

"Hazret-i Üstad, Fatih'teki Reþadiye Oteline geçmiþti.

 

"...O sýrada bir gün 'Sen bana yemek yap' dedi.

 

"Nasýl bir yemek olacaðýný sorunca, orada bulunan tereyaðý ile un alýp kavurmamý söyledi.

 

"Ben nasýl olacaðýný kavrayamamýþtým. Lâtife ederek 'Bizim Kürtler yaparlar. Un ile yaðý beraber kavuracaksýn' dedi.

 

"Evden gidip tencere ve yandan pompalý gaz ocaðý getirerek, Hazret-i Üstad'ýn gözleri önünde un kavurmasý yaptým.

 

"Çok lezzetli olmuþtu. Bir parça da bize de verdi, yedik.

 

"O gün âdeta hakiki bir cennette yaþamýþ gibi oldum. Bayram, bahar, þehr-i âyin gibi bir âlemdi o gün..." (Son Þahitler-IV/348)

 

 

 

 

 

Ýki öðünlü hayat; oh ne rahat!

 

M. Latif Salihoðlu

 

 

 

Sabah, öðlen, akþam, yani günde üç öðün yemek yemenin yararlý mý, yoksa zararlý mý olduðunu, yýllar yýlý araþtýrýp durduk. Sonunda, gerek týbbî ve gerekse "Sünnet–i Seniyye" açýsýndan günde üç öðün yemek yemenin hatalý ve zararlý bir beslenme tarzý olduðuna kesin kanaat getirerek "iki öðün"de karar kýldýk. Ve, 1992'den bu yana, yani tam 17 senedir "iki öðünlü" bir hayata tâlim etmekteyiz.

 

 

 

Þükürler olsun, bundan dolayý da herhangi bir sýkýntý yaþamadýk. Kilomuzu, formumuzu aynen koruduðumuz gibi, mesleðimizi, hizmetimizi, ibadet ve sair iþlerimizi de daha rahat bir þekilde idame ettirebilmekteyiz. Bu alýþkanlýðý arasýra bozmak mecburiyetinde kaldýðýmýzda ise, illa ki bir sýkýntý yaþamakta, âdeta iþlediðimiz hatanýn saatlerce cezasýný çekmekteyiz.

 

 

 

Öte yandan, Sünnet–i Peygamberîye âzamî derece riayet eden Bediüzzaman Hazretlerinin hayatýný ve beslenme tarzýný bir de bu açýdan inceledik. Ayrýca, onun hayatta olan yakýn talebe ve hizmetkârlarýndan birbirini tam teyid eden mâlumatlar aldýk. Neticede kat'î sûrette öðrendik ki, Üstad Hazretleri de günde iki öðünle idare etmiþ: Sabahlarý birkaç lokmalýk kahvaltý ve bir de akþam yemeði. Ara öðünlerde ise, baþta birer–ikiþer bardak limonlu çay olmak üzere, arasýra sebze–meyve ile bazý kuruyemiþ çeþitlerinden aldýðý anlaþýlýyor.

 

 

 

Tabiî, o zâtýn yaptýðý gibi yapmak, yani aynen onunki kadar bir gýda miktarý ile beslenmek (ki, bazý günler bir tek yumurta ve 90 gramlýk gýda ile besleniyor) her kiþinin harcý deðildir. Ama, yine de günde iki öðünlü bir beslenme alýþkanlýðýný kazanmanýn—özellikle 20'li yaþlardan sonra—hemen herkes için mümkün olduðunu bilgi ve tecrübeler ýþýðýnda ifade edebiliriz.

 

 

 

Evet, Risâle–i Nur'da da ifade edildiði gibi, "akýl–gadap–þehvet" duygularý gibi, "yeme–içme–uyuma"nýn da ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri olup, irade kuvvetiyle bunlarý "vasat" çizgisinde tatbik etmek pekâlâ mümkün.

 

 

 

Mevsim itibariyle, þu sýralar "okuma programlarý"nýn âzamî derecede icra edildiði günleri yaþýyoruz. Kardeþlerimiz, saðolsunlar birçok yerden bizi de programlarýna dâvet ediyorlar. Mümkün olduðunca, bu dâvetlere icabet etmeye çalýþýyoruz. Gittiðimiz yerlerde ise, aynelyakîn, hatta hakkalyakîn derecede görüyoruz ki, iki öðünlü programlarýn feyiz ve bereketi daha ziyadedir.

 

 

 

Günde üç öðün ve daha fazla yemek yiyenler ise, yaþanan israf ve meþakkatler bir yana, insanlar adeta bir "yemek öðütme makinasý"na dönüþüveriyorlar. Üstelik, bulaþýk daha fazla, çöp ve kazurat daha fazla, rehavet daha fazla, masraf daha ziyade, iþten kaytarmak da ziyade oluyor, vesselâm.

 

 

 

Hâsýlý, "Ýki öðünlü hayat, oh ne rahat" diyor ve bu tarz bir beslenme alýþkanlýðýný herkese tavsiye ediyoruz.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Yiyen üstad olunca tabii ki un ile yag, Seker serbet olur...

 

Bana birisi söyle demisti...Elbise, kiyafet kendiliginden eskimez, giyen eskitir!

 

Dolayisiyla ben Üstadi cok nezih bir insan oldugunu düsünüyorum... Sanki taamlar kiymet buluyor o yeyince...

 

Sanki diyorum.... ( Abartma yahu sesleri duyar gibiyim :-) )

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...