derguiz Geschrieben 15. Februar 2010 Teilen Geschrieben 15. Februar 2010 - “Risale-i Nur’a bir keramet-i Ýlmiye diyebilir miyiz?” Evet, Risale-i Nur, Kur’an’ýn i’caz-ý manevîsiyle ilim içinde daha kýsa, daha rasih ve daha hakikattar bir velayet yolunu açmýþ, müntesiplerine göstermiþtir. Osmanlý tedris usûlünde on, belki on beþ sene alet ilimlerinin tedrisinden sonra çýkýlabilen alî ilimlere ve esasat-ý imaniyeye; Risale-i Nur ehil olanlarý birkaç hafta içinde çýkarmaktadýr. Bakýn! Bu mazhariyet Kastamonu Lahikasý’nda þöyle ifade edilmiþtir: “Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi, tekyeler taifesine serfüru' etmiþ; yani inkýyad gösterip onlara velayet semereleri için müracaat etmiþler. Onlarýn dükkânlarýnda ezvak-ý imaniyeyi ve envâr-ý hakikatý aramýþlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir veli þeyhinin elini öper, tâbi' olurdu. O âb-ý hayat çeþmesini tekyede aramýþlar. Halbuki medrese içinde daha kýsa bir yol hakikatýn envârýna gittiðini ve ulûm-u imaniyede daha sâfi ve daha hâlis bir âb-ý hayat çeþmesi bulunduðunu ve amel ve ubudiyet ve tarîkattan daha yüksek ve daha tatlý ve daha kuvvetli bir tarîk-ý velayet; ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnet'in ilm-i Kelâmýnda bulunmasýný, Risale-i Nur Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn mu'cize-i maneviyesiyle açmýþ göstermiþ, meydandadýr.” Evet, daha kýsa, daha safî, daha hâlis, daha yüksek, daha tatlý ve daha kuvvetli bir tarîk-i velayet, ilimdedir, hakaiki-i imaniyededir. Bu nimet-i Ýlahiye’yi bu asýrda Risale-i Nur açmýþ, gözlere göstermiþtir. BEÞÝNCÝ NOKTA: Bir meslek ve meþrebin iktidar ve müessiriyetinin, güç ve dirayetinin çok önemli bir göstergesi; o mesleði omuzlayan þahýslarýn tam tesanüd ve ittifakla sergiledikleri fedakarlýklar ve teþkil ettikleri þahs-ý manevîdir.. Evet, bir þahs-ý manevîye merbutiyet, bir þahs-ý manevînin þemsiyesi altýnda toplanmak, cüzî istidadlarý külliyete kalbeder.. damlalar derya olur.. hamiyetler taþar.. Fertler, istidad ve kabiliyeti ölçüsünde þahs-ý manevîye kuvvet verir ve ondan kuvvet alýrlar. Baþarýlar, þahs-ý manevîye mâl edilir, umuma daðýtýlýr. Enaniyet baþýný kaldýramaz. Meþveretin kuvveti, paylaþýmýn zevki, hizmetin ciddiyeti; ruhlarý ateþler, hamiyetleri tutuþturur; teblið ruhu, temsil sýrrý inkiþaf eder. Eðer, istidadlar o þahs-ý manevînin potasýnda erimezse, yapýlacak hizmetler ve sergilenecek faaliyetler çoðu zaman kopuk ve düzensiz, cýlýz ve yetersiz olur. Bu noktalarý dikkate alarak Risale-i Nur hizmetine baktýðýmýzda; Risale-i Nur’un bir þahs-ý manevî oluþturduðunu; bu þahs-ý manevînin bütün dünyaya kollarýný açan bir mektep, bir dar-ül fünûn hükmünde küllî hizmetleri icra ettiðini görürüz. Risale-i Nur’un þahs-ý manevîsinin þemsiyesi altýnda, fedakarane hizmete koþan, imana hizmeti gaye-yi hayat bilen yüzlerce, binlerce müntesipleri var.. Onlar, hasbi bir ordu.. O ordunun leventleri dünyanýn her tarafýnda.. Onlar, hayatlarýný ve vakitlerini hizmete tahsis eden fedakarlar, hakiki ve hakikattar þakirtler.. Onlar “hizmetkarlýk kisvesi” ile hizmete koþuyorlar, iman hakikatlerini muhtaçlara ulaþtýrmak için gece gündüz çalýþýyorlar. Evet, Risale-i Nur, bu asýrda cilve-i ism-i Hâdî’ye mazhar olmuþ.. Bütün dünyada her gün yüzlerce, belki binlerce insan bu hizmetin vesilesi ile hidayetle nasipleniyor, imanýný tazeliyor, maneviyatýný tahkim ediyor. Bu oluþum, manevî bir tezgah… Manevî bir kýþla… Nurlu bir mektep… Bulunduklarý mekanlar hem bir mescid, hem bir dergâh, hem de bir medrese hükmünde… Ýbadet zamanlarýnda o mekan bir mescid… Tesbihat, dua ve münacatlarda bir nevi dergah… Hakikat-i imaniyenin talim ve tedrisinde bir medrese.. bir mütalaa ve müzakere salonu… Bu mektepte dünyevî ve siyasî bir gaye yok; maddî ve manevî bir makam yok.. Fisebilillah teblið var; imanýn güzelliðini hayatýnda teþhir ve temsil var.. Ýslam’ýn derdi ile dertlenmek, aþk-ý Ýslamiyet ile yanmak ve tutuþmak var.. Bu mektepte teblið sorumluluðu var, hizmeti omzuna almak ve sorumluluðunun bilinci içinde hizmete koþmak var.. Ve bir ömür boyu, iman esaslarýnýn dellallýðý var.. - “Bu dellallýðýn çerçevesi çizilmiþ mi? Görev ve sorumluluklarý belirlenmiþ mi?” Evet, bu dellallýðýn çerçevesi bizzat Üstad tarafýndan çizilmiþ, vasýf ve nitelikleri belirlenmiþ. Hz. Üstad kendisini ziyarete gelenleri, maddî ve manevî kemalat ve makamat cihetiyle deðil, doðrudan doðruya dellallýk kisvesiyle kabul etmiþ.. Hizmetle alakadar olanlarý derecelerine göre üç tarzda tavsif etmiþ, vasýf ve özelliklerini beyan etmiþ, niteliklerini belirtmiþ. Bu üç tarz dost, kardeþ ve talebe olarak ifade edilmiþ.. Bakýn, bu çerçeve ve sorumluluk bilinci, bu hizmet yükümlülüðü nasýl beyan edilmiþ: “[Ziyaretçilere ait bazý dostlar tarafýndan ihtar ile, bir düstur izah edilmek istenilmiþtir. Onun için yazýlmýþtýr.] Malûm olsun ki: Bizi ziyaret eden, ya hayat-ý dünyeviye cihetinde gelir; o kapý kapalýdýr. Veya hayat-ý uhreviye cihetinde gelir. O cihette iki kapý var: Ya þahsýmý mübarek ve makam sahibi zannedip gelir. O kapý dahi kapalýdýr. Çünkü ben kendimi beðenmiyorum, beni beðenenleri de beðenmiyorum. Cenab-ý Hakk'a çok þükür, beni kendime beðendirmemiþ. Ýkinci cihet, sýrf Kur'an-ý Hakîm'in dellâlý olduðum cihetledir. Bu kapýdan girenleri, alerre'si vel'ayn kabul ediyorum. Onlar da üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeþ olur, ya talebe olur. Dostun hassasý ve þartý budur ki: Kat'iyyen, Sözler'e ve envâr-ý Kur'aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksýzlýða ve bid'alara ve dalalete kalben tarafdar olmasýn, kendine de istifadeye çalýþsýn Kardeþin hassasý ve þartý þudur ki: Hakikî olarak Sözler'in neþrine ciddî çalýþmakla beraber, beþ farz namazýný eda etmek, yedi kebairi iþlememektir. Talebeliðin hâssasý ve þartý þudur ki: Sözler'i kendi malý ve te'lifi gibi hissedip sahib çýksýn ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neþir ve hizmeti bilsin. Ýþte þu üç tabaka benim üç þahsiyetimle alâkadardýr. Dost, benim þahsî ve zâtî þahsiyetimle münasebetdar olur. Kardeþ, abdiyetim ve ubudiyet noktasýndaki þahsiyetimle alâkadar olur. Talebe ise, Kur'an-ý Hakîm'in dellâlý cihetinde ve hocalýk vazifesindeki þahsiyetimle münasebetdardýr. Þu görüþmenin de üç meyvesi var: Birincisi: Dellâllýk itibariyle mücevherat-ý Kur'aniyeyi benden veya Sözler'den ders almak. Velev bir ders de olsa. Ýkincisi: Ýbadet itibariyle uhrevî kazancýma hissedar olur. Üçüncüsü: Beraber dergâh-ý Ýlahiyeye müteveccih olup rabt-ý kalb ederek, Kur'an-ý Hakîm'in hizmetinde el-ele verip, tevfik ve hidayet istemek. Eðer talebe ise; her sabah mütemadiyen ismiyle, bazan hayaliyle dahi yanýmda hazýr olur, hissedar olur. Eðer kardeþ ise, birkaç defa hususî ismiyle ve suretiyle dua ve kazancýmda hazýr olup hissedar olur. Sonra umum ihvanlar içinde dâhil olup, rahmet-i Ýlahiyeye teslim ediyorum ki, dua vaktinde "ihvetî ve ihvanî" dediðim vakit onlar içinde bulunur. Ben bilmezsem, rahmet-i Ýlahiye onlarý biliyor ve görüyor. Eðer dost ise ve feraizi kýlar ve kebairi terkederse, umumiyet-i ihvan itibariyle duamda dâhildir. Bu üç tabaka dahi, beni manevî dua ve kazançlarýnda dâhil etmek þarttýr.” Ýþte, birbiri içinde üç sorumluluk dairesi: Dost, kardeþ, talebe… Bunlarýn da birbiri içinde tabakalarý var.. Bütün tabakalarýn þahs-ý manevî içinde bir payý, bir ayinedarlýðý var.. YEDÝNCÝ NOKTA: Bu asýrda nefsin yalpasýndan daha dehþetli bir yalpa, nefsanî arzularýn taslitinden daha korkunç bir tahrip, yýkým ve ihanet küfrü mutlaktan, anarþiden ve mülhitlikten gelmektedir. Ýslam’a tecavüz ve taarruz, ihanet ve hýyanet, sinsi ve þuurlu bir biçimde gençliðe ya uyutucu hevesat içinde takdim edilmekte, ya ilim kâsesi içinde içirilmekte, ya da felsefî düþünceler buketinde sunulmaktadýr. Evet, nefsin yalpasý insaný hata ve kusurlarýn içine yuvarlayabilir; istikameti kýrýp, ifrat ve tefrit cehennemine insaný düþürebilir. Ama anarþizm, küfr-ü mutlak ve ateizmin karanlýk ve kirli elleri genç kuþaklarý darmadaðýn etmekte, imanlarý sarsýp, itikatlarý uçurmaktadýr. Fýtratlarý çürüten, ebedi hayatý bombardýman eden; kalbe, imana ve itikada yönelik, ihanet ve senaryolar; küfür üreten tezgâhlar, derin ve karanlýk odaklarýn sergilediði tuzak ve ihanetler, nefsin yalpasýndan belki bin derece daha dehþetli, daha korkunç ve daha tahripkârdýr. Bu dehþetli tahrip, bilgisayarlara musallat olan virüsler misali itikat sistemini çökertmektedir. Ateizmden, materyalist felsefe ve zýndýk fikirlerden kaynaklanan dehþetli yýkým ve tahribatlara karþý, manevî bir sedd-i Kur’anî oluþturmak ve o nuranî rasih sed ile ehl-i imaný muhafaza etmeye çalýþmak, teblið adýna zaruri olduðu gibi; akýl, hikmet ve müdebbiriyet adýna da lazým ve elzemdir. Ýþte, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu sorumluluðu, bütün hayatý boyunca tam omuzuna almýþ, âlem-i Ýslam’ýn yaralarýna, derd ve sýkýntýlarýna cevap verebilecek bir iman seti hazýrlamýþ; Risale-i Nur Külliyatý’ný umum insanlýðýn, hususan ihtiyacýný hissedenlerin nazarlarýna sunmuþtur. Evet, Risale-i Nur, küfr-ü mutlakýn ihanet ve karanlýðýna, batýdan gelen felsefî rüzgarlarýn ve habis fikirlerin taslitine, sefahatin yakýcý ateþine ve cehaletin karanlýðýna karþý, iman hakikatlerini Güneþ gibi göstermiþ, þek ve þüpheleri izale etmiþtir. Emirdað Lahikasý’nda bu husus þöyle beyan edilmiþtir: “Size kat'iyyen ve çok emarelerle ve kat'î kanaatimle beyan ediyorum ki; gelecek yakýn bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i Ýslâm'a ve dünyaya karþý gayet þiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, þerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazýyla gösterecektir.” Evet, bin seneden beri Ýslamî ve imanî hakikatleri tahrip etmeye çalýþan, erkan-ý imaniyeyi sarsan, kalb-i külliyi ve vicdan-ý umumiyi bozan ve dehþetli yaralayan fikir, düþünce ve faaliyetlere karþý, Risale-i Nur, Kur’an’ýn icazý ile hakikat-i imaniyeyi gözlere Güneþ gibi göstermiþtir. Risale-i Nur mesleðinin önemini vurgulayan þu metin, bu mazhariyeti þöyle dile getirmektedir: “Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve cevabý dinledim. Size bir kýsa hülâsasýný beyan edeyim: Biri dedi: Risale-i Nur'un iman ve tevhid için büyük tahþidatlarý ve küllî techizatlarý gittikçe çoðalýyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahþidat yapýyor? Ona cevaben dediler: "Risale-i Nur, yalnýz bir cüz'î tahribatý, bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatý ve Ýslâmiyeti içine alan, daðlar büyüklüðünde taþlarý bulunan bir muhit kal'ayý tamir ediyor. Ve yalnýz hususî bir kalbi ve has bir vicdaný ýslaha çalýþmýyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehþetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ý âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ý mü'minînin istinadgâhlarý olan Ýslâmî esaslar ve cereyanlar ve þeairler kýrýlmasý ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ý umumîyi, Kur'an'ýn i'cazýyla ve geniþ yaralarýný Kur'anýn ve imanýn ilâçlarý ile tedavi etmeðe çalýþýyor. Elbette böyle küllî ve dehþetli rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde ve daðlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn i'caz-ý manevîsinden çýkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanýn hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkiþafata medardýr." diyerek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen iþittim, hadsiz þükrettim. Kýsa kesiyorum.” SEKÝZÝNCÝ NOKTA: Yanlýþ yollara sapmamak, çýkmaz sokaklara girmemek, ifrat ve tefrit bataklýðýna saplanmamak için Risale-i Nur, elimize çok kýymetli ölçüler, mihenkler vermiþ, istikamet caddesinin nurlu ve hakikattar yolunu akl-ý selime göstermiþtir. Mesela, Risale-i Nur’da üstad ve mürþid, manevî rehber ve piþdarlarla ilgili çok önemli tespitler yapýlmýþ, çok ince ve çok dakik mizanlar dikkatlere sunulmuþtur. Ýstikamet çizgisinde itidal ile yürümek isteyenler, hikmete mutabýk adým atmak isteyenler bu düsturlara dikkat etmek zorundadýr. Ýþte, o ölçü ve mihenklerden birkaçý: “Nasýl ki bir cemaatin malý bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakýflarý bir adam zabtetse zulmeder. Öyle de: Cemaatin sa'yleriyle hasýl olan bir neticeyi veya cemaatýn haseneleriyle terettüb eden bir þerefi, bir fazileti, o cemaatýn reisine veya üstadýna vermek; hem cemaata, hem de o üstad veya reise zulümdür. Çünki enaniyeti okþar, gurura sevkeder. Kendini kapýcý iken, padiþah zannettirir. Hem kendi nefsine de zulmeder. Belki bir nevi þirk-i hafîye yol açar. Evet bir kal'ayý fetheden bir taburun ganîmetini ve muzafferiyet ve þerefini, binbaþýsý alamaz. Evet, üstad ve mürþid, masdar ve menba telakki edilmemek gerektir. Belki mazhar ve ma'kes olduklarýný bilmek lâzýmdýr. Meselâ: Hararet ve ziya, sana bir âyine vasýtasýyla gelir. Senden Güneþ'e karþý minnetdar olmaya bedel, âyineyi masdar telakki edip, Güneþ'i unutup, ona minnetdar olmak, divaneliktir. Evet âyine muhafaza edilmeli, çünki mazhardýr. Ýþte mürþidin ruhu ve kalbi bir âyinedir. Cenab-ý Hak'tan gelen feyze ma'kes olur, müridine aksedilmesine de vesile olur. Vesilelikten fazla feyiz noktasýnda makam verilmemek lâzýmdýr. Hattâ bazý olur ki, masdar telakki edilen bir üstad, ne mazhardýr, ne masdardýr. Belki müridinin safvet-i ihlasýyla ve kuvvet-i irtibatýyla ve ona hasr-ý nazar ile o mürid baþka yolda aldýðý füyuzatý, üstadýnýn mir'at-ý ruhundan gelmiþ görüyor. Nasýlki bazý adam, manyetizma vasýtasýyla bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karþý hayalinde bir pencere açýlýr. O âyinede çok garaibi müþahede eder. Halbuki âyinede deðil, belki âyineye olan dikkat-i nazar vasýtasýyla âyinenin haricinde hayaline bir pencere açýlmýþ görüyor. Onun içindir ki, bazan nâkýs bir þeyhin hâlis müridi, þeyhinden daha ziyade kâmil olabilir ve döner þeyhini irþad eder ve þeyhinin þeyhi olur.” "Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez." Nasýl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyarelere kadar güneþin cilveleri var. Herbirisi kabiliyetine göre güneþin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre "Güneþ'in bir aksi bende vardýr" der. Fakat "Ben de deniz gibi bir âyineyim" diyemez. Öyle de: Esma-i Ýlahiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamat-ý evliyada öyle meratib var. Esma-i Ýlahiyenin herbirisinin bir güneþ gibi kalbden Arþ'a kadar cilveleri var. Kalb de bir Arþ'týr, fakat "Ben de Arþ gibiyim" diyemez. Ýþte ubudiyetin esasý olan, acz ve fakr ve kusur ve naksýný bilmek ve niyaz ile dergâh-ý uluhiyete karþý secde etmeye bedel, naz ve fahr suretinde gidenler; zerrecik kalbini Arþ'a müsavi tutar. Katre gibi makamýný, deniz gibi evliyanýn makamatýyla iltibas eder. Kendini o büyük makamata yakýþtýrmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için tasannuata, tekellüfata, manasýz hodfüruþluða ve birçok müþkilâta düþer.” “Mübalaða ihtilâlcidir. Þöyle ki: Beþerin seciyelerindendir, telezzüz ettiði þeyde meyl-üt tezeyyüd ve vasfettiði þeyde meyl-ül mücazefe ve hikâye ettiði þeyde meyl-ül mübalaða ile, hayali hakikata karýþtýrmaktýr. Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalýk etmek demektir. Bilmediði halde tezyidinden noksan, ýslahýndan fesad, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder.” “Her muhibb-i dine ve âþýk-ý hakikata lâzýmdýr: Herþeyin kýymetine kanaat etmek ve mücazefe ve tecavüz etmemektir. Zira mücazefe kudrete iftiradýr.” “Meslek-i velayet çok kolay olmakla beraber çok müþkilâtlýdýr, çok kýsa olmakla beraber çok uzundur, çok kýymetdar olmakla beraber çok hatarlýdýr, çok geniþ olmakla beraber çok dardýr. Ýþte bu sýrlar içindir ki; o yolda sülûk edenler bazan boðulur, bazan zararlý düþer, bazan döner baþkalarýný yoldan çýkarýr. Ezcümle: Tarîkatta "seyr-i enfüsî" ve "seyr-i âfâkî" tabirleri altýnda iki meþreb var. Birinci meþreb, enfüsî meþrebidir; nefisten baþlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enaniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikatý bulur. Sonra âfâka girer. O vakit âfâký nuranî görür. Çabuk o seyri bitirir. Enfüsî dairesinde gördüðü hakikatý, büyük bir mikyasta onda da görür. Turuk-u hafiyenin çoðu bu yol ile gidiyor. Bunun da en mühim esasý; enaniyeti kýrmak, hevayý terketmek, nefsi öldürmektir. Ýkinci meþreb; âfâktan baþlar, o daire-i kübranýn mezahirinde cilve-i esma ve sýfâtý seyredip, sonra daire-i enfüsiyeye girer. Küçük bir mikyasta, daire-i kalbinde o envârý müþahede edip, onda en yakýn yolu açar. Kalb, âyine-i Samed olduðunu görür, aradýðý maksada vâsýl olur. Ýþte birinci meþrebde sülûk eden insanlar nefs-i emmareyi öldürmeye muvaffak olamazsa, hevayý terkedip enaniyeti kýrmazsa; þükür makamýndan, fahr makamýna düþer.. fahrden gurura sukut eder. Eðer muhabbetten gelen bir incizab ve incizabdan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, "þatahat" namýyla haddinden çok fazla davalar ondan sudûr eder. Hem kendi zarar eder, hem baþkasýnýn zararýna sebeb olur. Meselâ: Nasýlki bir mülazým, kendinde bulunan kumandanlýk zevkiyle ve neþ'esiyle gururlansa, kendini bir müþir zanneder. Küçücük dairesini, o küllî daire ile iltibas eder. Ve bir küçük âyinede görünen bir Güneþi, denizin yüzünde haþmetiyle cilvesi görünen Güneþle bir cihet-i müþabehetle iltibasa sebeb olur; öyle de: Çok ehl-i velayet var ki; bir sineðin bir tavus kuþuna nisbeti gibi, kendinden o derece büyük olanlardan kendini büyük görür ve öyle de müþahede ediyor, kendini haklý buluyor. Hattâ ben gördüm ki: Yalnýz kalbi intibaha gelmiþ uzaktan uzaða velayetin sýrrýný kendinde hissetmiþ, kendini kutb-u a'zam telakki edip o tavrý takýnýyordu. Ben dedim: "Kardeþim! Nasýlki kanun-u saltanatýn, sadrazam dairesinden tâ nahiye müdürü dairesine kadar bir tarzda cüz'î-küllî cilveleri var; öyle de velayetin ve kutbiyetin dahi, öyle muhtelif daire ve cilveleri var. Herbir makamýn çok zýlleri ve gölgeleri var. Sen, sadrazam-misal kutbiyetin a'zam cilvesini, bir müdür dairesi hükmünde olan kendi dairende o cilveyi görmüþsün, aldanmýþsýn. Gördüðün doðrudur, fakat hükmün yanlýþtýr. Bir sineðe bir kap su, bir küçük denizdir." O zât þu cevabýmdan inþâallah ayýldý ve o vartadan kurtuldu. Hem ben müteaddid insanlarý gördüm ki, bir nevi Mehdi kendilerini biliyorlardý ve "Mehdi olacaðým" diyorlardý. Bu zâtlar yalancý ve aldatýcý deðiller, belki aldanýyorlar. Gördüklerini, hakikat zannediyorlar. Esma-i Ýlahînin nasýlki tecelliyatý, Arþ-ý A'zam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmaya mazhariyet de, o nisbette tefavüt eder. Öyle de mazhariyet-i esmadan ibaret olan meratib-i velayet dahi öyle mütefavittir. Þu iltibasýn en mühim sebebi þudur: Makamat-ý evliyadan bazý makamlarda Mehdi vazifesinin hususiyeti bulunduðu ve kutb-u a'zama has bir nisbeti göründüðü ve Hazret-i Hýzýr'ýn bir münasebet-i hâssasý olduðu gibi, bazý meþahirle münasebetdar bazý makamat var. Hattâ o makamlara "Makam-ý Hýzýr", "Makam-ý Üveys", "Makam-ý Mehdiyet" tabir edilir. “Ýþte bu sýrra binaen, o makama ve o makamýn cüz'î bir nümunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebetdar meþhur zâtlar zannediyorlar. Kendini Hýzýr telakki eder veya Mehdi itikad eder veya kutb-u a'zam tahayyül eder. Eðer hubb-u câha talib enaniyeti yoksa, o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla davalarý, þatahat sayýlýr. Onunla belki mes'ul olmaz. Eðer enaniyeti perde ardýnda hubb-u câha müteveccih ise; o zât enaniyete maðlub olup, þükrü býrakýp fahre girse, fahrden git gide gurura sukut eder. Ya divanelik derecesine sukut eder veyahut tarîk-ý haktan sapar. Çünki büyük evliyayý, kendi gibi telakki eder, haklarýndaki hüsn-ü zanný kýrýlýr. Zira nefis ne kadar maðrur da olsa, kendisi kendi kusurunu derkeder. O büyükleri de kendine kýyas edip, kusurlu tevehhüm eder. Hattâ enbiyalar hakkýnda da hürmeti noksanlaþýr. Ýþte bu hale giriftar olanlar, mizan-ý þeriatý elde tutmak ve Usûl-üd Din ülemasýnýn düsturlarýný kendine ölçü ittihaz etmek ve Ýmam-ý Gazalî ve Ýmam-ý Rabbanî gibi muhakkikîn-i evliyanýn talimatlarýný rehber etmek gerektir. Ve daima nefsini ittiham etmektir. Ve kusurdan, acz ve fakrdan baþka nefsin eline vermemektir. Bu meþrebdeki þatahat, hubb-u nefisten neþ'et ediyor. Çünki muhabbet gözü, kusuru görmez. Nefsine muhabbeti için, o kusurlu ve liyakatsýz bir cam parçasý gibi nefsini, bir pýrlanta, bir elmas zanneder. Bu nevi içindeki en tehlikeli bir hata þudur ki; kalbine ilhamî bir tarzda gelen cüz'î manalarý "Kelâmullah" tahayyül edip, âyet tabir etmeleridir. Ve onunla, vahyin mertebe-i ulya-yý akdesine bir hürmetsizlik gelir. Evet bal arýsýnýn ve hayvanatýn ilhamatýndan tut, tâ avam-ý nâsýn ve havass-ý beþeriyenin ilhamatýna kadar ve avam-ý melaikenin ilhamatýndan, tâ havass-ý kerrûbiyyunun ilhamatýna kadar bütün ilhamat, bir nevi kelimat-ý Rabbaniyedir. Fakat mazharlarýn ve makamlarýn kabiliyetine göre kelâm-ý Rabbanî; yetmiþ bin perdede telemmu' eden ayrý ayrý cilve-i hitab-ý Rabbanîdir. Amma vahiy ve kelâmullahýn ism-i hassý ve onun en bahir misal-i müþahhasý olan Kur'anýn necimlerine ism-i has olan "âyet" namý öyle ilhamata verilmesi, hata-yý mahzdýr. Onikinci ve Yirmibeþinci ve Otuzbirinci Sözlerde beyan ve isbat edildiði gibi, elimizdeki boyalý âyinede görünen küçük ve sönük ve perdeli Güneþin misali, semadaki Güneþe ne nisbeti varsa; öyle de o müddeilerin kalbindeki ilham dahi, doðrudan doðruya kelâm-ý Ýlahî olan Kur'an Güneþinin âyetlerine nisbeti, o derecededir. Evet herbir âyinede görünen güneþin misalleri, güneþindir ve onunla münasebetdardýr denilse, haktýr; fakat o Güneþçiklerin âyinesine Küre-i Arz takýlmaz ve onun cazibesiyle baðlanmaz!” DOKUZUNCU NOKTA: “Vücud rüsûh peyda ettikçe kuvvet ziyadeleþir.” sýrrý, teblið sorumluluðu ve irþad dirayeti noktasýndan dikkate alýnmasý gereken çok önemli bir meseledir. Her þeyde rusûhiyet aranýr. Pamuk ipliði; kavî, rasih ve saðlam deðildir; az bir tazyikle kopar. Ama ayný kalýnlýktaki bir çelik ip, ondan belki bin derece daha kavî, daha metin ve daha saðlamdýr. Ýrþad yolunda da rusûhiyet aranmalýdýr. Ýmaný, takvasý, istikameti, ubudiyeti, sadakat ve sebatý daha rasih, daha kavî ve daha saðlam olanlar; daha fazla yük taþýr, daha büyük hizmetleri omzuna alýr, meþakkat ve sýkýntýlara daha fazla dayanabilir, daha güçlü bir metanet gösterebilirler. Bu asrýn mizacý noktasýndan bakýldýðýnda, ehl-i dalalet komitecilik, dernekçilik, particilik, kavmiyetçilik perdesi altýnda bir þahs-ý manevî teþkil ederek çok dessas ve sinsi planlarý ile kalb-i küllî ve vicdan-ý umumîyi ifsat etmeye çalýþmaktadýr. Bu dehþetli tahribata karþý, ferdî mukavemet çok cýlýz kalýr. Hatta o fert deha derecesinde bile olsa, o dehþetli tahribatý durduramaz. Çünkü, o tahribata karþý, binlerce el, binlerce dil, binlerce kalem, binlerce lisan, binlerce istidad, binlerce mekan, binlerce imkan lazýmdýr. Böyle bir donaným, böyle bir teçhizat, böyle bir güç, böyle bir imkân bu asýrda bir fertte bulunamaz. Bu asýrdaki dehþetli tahribat ve ihanetlere karþý bu görev ve yükümlülüðü ancak ve ancak metin, rasih, saðlam bir þahs-ý manevî deruhte edebilir. Ýþte bu sýrdan dolayý, Hz. Üstad kendisini manevi makam ve rütbelerden azlederek, görev ve sorumluluðu Risale-i Nur’un þahs-ý maneviyesine tevdî etmiþtir. Bu tevdîde azim sýr ve hikmetler vardýr. - “Mesela, ne gibi sýr ve hikmetler?” Bu sýr ve hikmetleri kýsaca þöyle hulasa edebiliriz: Birincisi, bu asrýn mizacý, þahýs eksenli hizmet ve irþad faaliyetlerinden ziyade, metin, saðlam ve rasih bir þahs-ý manevî hizmeti ile yürümeyi hikmeten iktiza etmektedir. Çünkü tahribat küllîdir. Küllî tahribata karþý ancak küllî bir hizmet mukabele edebilir. Ýkincisi, þahýs fanîdir, ölür, irþad görevini sürekli olarak üzerinde taþýyacak dirayet ve vasýflarýný kaybedebilir. Hafýza kaybý, aðýr hastalýklar gibi.. Üçüncüsü, þahs-ý manevî, daha metin ve daha saðlamdýr. Mukavemeti daha sürekli ve daha devamlýdýr. Tesirat-ý hariciyeye karþý daha metin ve daha mukavimdir. Þahs-ý manevîde olan güç ve dirayet þahýslarda yoktur. Þahýs, tesir altýnda kalabilir. Eksik bilgi, yalan haber ve bâtýl telkinlerle bir kýsým tuzaklara düþebilir. Yanlýþ tesbitlerde bulunabilir. Dördüncüsü, þahs-ý manevî bu asýrda bir velî-yi kamil hükmüne geçebilir. Beþincisi, küllî gayret, yüksek hamiyet, küllî hizmet ancak bir þahs-ý manevînin tahakkuku ile gerçekleþebilir. Manevî bir ordu hükmünde olan þahs-ý manevî, bir hamiyet-i kudsiye ile bir nevi bayrak yarýþý þeklinde binlerce, belki yüz binlerce el, dil ve yürek ile hizmet meydanlarýna koþabilir; himmetini okyanuslar ötesine uzatabilir. Atýný en uzak kýtalara koþturabilir, deryalara sürebilir. Evet, hem daha rasih ve daha saðlam bir hizmet iklimi oluþturabilmenin, hem de nefsin yalpa ve desiselerinden halas olmanýn en keskin yolu, bir þahs-ý manevî tesis etmektir. Ta ki, o þahs-ý manevî, hem görevini hakkýyla ifa etsin, hem de hizmete küllî kuvvet verebilsin. Ýþte, bu asýrda, bu mazhariyete Risale-i Nur’un þahs-ý maneviyesi tam ve güzel bir ayna olmuþtur. Son nefese kadar bu þahs-ý maneviyenin içinde yol kat etmek, onun küllî varidatýndan istifade etmek, küllî hizmetine kuvvet vermek, o yüksek hamiyet ehline destek olmak ve fiilî gayrette bulunmak; akýl ve hikmetin, müdebbiriyet ve maslahatýn bir gereðidir.. Bu nokta da gözlerden uzak tutulmamalýdýr. ONUNCU NOKTA: Ýslam dünyasýnýn büyük dertleri, sýkýntý ve sancýlarý var. Yaralar büyük, gedikler dehþetli, sökükler ziyade… Bugün, yaralarý saracak, gedikleri kapatacak, sökükleri dikecek fedailer lazým.. Bugün, çocuklarýn ve genç kuþaklarýn eðitim ve öðretimini yüklenecek hizmet gönüllüleri lazým.. Bugün, o körpe dimaðlarý, iman, güzel ahlak, ibadet, emniyet, doðruluk ve istikamet çizgisinde yetiþtirecek muallimler lazým.. Bugün, kendini hizmete adayacak azizler, sýddýklar, halisler, muhlisler lazým… Evet, bugün rütbe ve makam, kaftan ve paye günü deðildir. Bugün, hizmet günüdür. Bugün, hamiyet günüdür. Bugün, gayret günüdür. Bugün, Ýslam’ý dert edinme günüdür. Bugün, Ýslam’ýn güzelliðini hayatýnda fiilen teþhir etme günüdür. Bugün, istikamet ve iffeti, sulh ve sukûneti, saffet ve samimiyeti, adalet ve þefkati gösterme günüdür. Evet, hakký temsil namýna, Ýslam’ýn güzelliklerini teþhir adýna yapýlacak çok iþler, yüklenecek çok görevler, üstlenilecek çok vazifeler var. Bugün Ýslam dünyasý bu vazifeleri omuzlayacak fedaileri arýyor. Hasbî ve samimî livechillah hizmete koþacak fedaileri.. Hamiyet kýlýcýný kuþanýp, aþk-ý islamiyet ile yanan fedaileri.. Evet, bu zamanda en azim fedakârlýk, en büyük ihsan, en ehemmiyetli hizmet imaný kurtarmaktýr, imana kuvvet vermektir. Çünkü bâki hayatýn inþa ve ikmaline kuvvet veren bir hizmet küçük deðildir; çok büyüktür, çok yüksektir, çok ulvîdir, çok kudsîdir. “Evet, bir adamýn imaný, ebedî ve dünya kadar bir mülk-ü bâkinin anahtarý ve nurudur” diyen Bediüzzaman Hazretleri, imaný tehlikeye maruz her adama, bütün küre-i arzýn saltanatýndan daha faideli bir saltanat, bir fütuhat kazandýran bir hizmet yollunu açmýþ, dikkatlere sunmuþ, gözlere göstermiþtir. Ýþte bu yol, bu asýrda Risale-i Nur’un cadde-i Kübrasýdýr, hizmet-i imaniyesidir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.