Webmaster Geschrieben 12. Februar 2010 Teilen Geschrieben 12. Februar 2010 Ruhu felç eden ölümcül bir afet: Þöhret düþkünlüðü Büyüðüyle-küçüðüyle, þöhret arzusunun, nâm u niþan düþüncesinin kalbî ve ruhî hayatýmýz için öldürücü bir mülahaza, katil bir virüs olduðu muhakkak. Öyle ki bu arzu ve tutku insanýn Allah’la olan münasebetine engel olduðu hatta o münasebetin kesilip kopmasýna sebebiyet verdiði gibi, kiþiyi Allah’ýn teyidinden de mahrum býrakýr. O halde bu ölçüde tehlikeli bir virüsün gelip içimize sýzmasýna; sýzýp bizi esir almasýna fýrsat verilmeden, daha baþtan hýfzýssýhha düþüncesiyle ona karþý tedbir alýnýp tahþidatta bulunulmalýdýr. BULAÞICI BÝR HASTALIK VE KORUYUCU HEKÝMLÝK Eðer içimizde böyle bir temayül ortaya çýkmýþ veya bir arkadaþýmýzda böyle bir eðilim baþ göstermiþse, bu duygunun baþkalarýna da sirayet etmemesi, onlarýn hislerinin de depreþmesine sebebiyet vermemesi için, vakit fevt etmeden hemen karantinalar oluþturulup yayýlmasýný önlemek gerekir. Çünkü manevî hastalýklar maddî hastalýklardan daha tehlikelidir, daha hýzlý bulaþýr ve tedavisi de daha zordur. Bir kere makam, mansýp, þöhret gibi bir virüse yakalanan bir insaný geriye döndürmek oldukça zordur. Bu sebeple her zaman bu tür duygulara karþý teyakkuz içinde, hazýr ve tetikte olunmalýdýr. Yapabiliyorsak kendi marifet gücümüzü bir baðýþýklýk ve mukavemet sistemi gibi kullanarak bu virüslere karþý sürekli antiþöhret, antinâm ve antiþan korlarý üreterek onlarý henüz menþeinde etkisiz hale getirip kökünü kurutmamýz gerekir. NEFÝSLERÝNÝ YERDEN YERE VURAN DEVASA KÂMETLER Ýmam-ý Rabbanî ve Bediüzzaman gibi büyük zatlarýn hayatýna baktýðýmýzda, onlarýn çok parlak, imrendirici, hayranlýk uyandýran hizmetler sergiledikleri zamanlarda bile, birden bire kendilerini çok aðýr bir þekilde, âdeta yerden yere vururcasýna sorguladýklarýný görürüz. Mesela insaf sahibi her bir ferdin, Türkiye gibi bir ülkede, çok aðýr þartlar altýnda, yeniden din âbidesini ikame ettiðine inandýðý ve bu inancýn sözlerle, mektuplarla kendisine ifade edildiði; zatýna, eserlerine karþý büyük bir teveccühün yöneltildiði bir zamanda Hazreti Pir; “Sen, ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma. اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ “Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da te’yid ve takviye eder.” (Buhari, Cihad 182) sýrrýnca, müzekkâ olmadýðýn için, belki sen kendini o racül-ü fâcir bilmelisin.” demiþtir. Halbuki o dönemde Hazreti Üstad’ýn neþrettiði nur sadece Türkiye ile sýnýrlý kalmamýþ, anilmerkez kaynaklý bu güzellik dalgalanmasý dünyanýn dört bir yanýnda intiþar etmiþ; kýsa bir müddet içerisinde Medine-i Münevvere’de, Mýsýr ve Pakistan gibi ülkelerde hüsn-ü kabul görmüþtür. Uzun süre Baðdat’ta bulunan Ahmet Ramazan Aðabey, Baðdat’tan deðiþik yerlere bin kadar mektup gönderilmesine vesile olduðunu söylemiþti. Muhabere ve muvasala imkânlarýnýn oldukça sýnýrlý olduðu böyle bir dönemde Üstad Hazretleri’nin etrafýndaki beþ-on insanla ümit vaadeden her yere mutlaka el uzatmaya çalýþtýðý ve o cüz’i imkanlarla âdeta dünya ile oynadýðý görülür. Ve onun bu gayretleri ciddi mânâda bir hüsn-ü kabul ve teveccüh de görmüþtür. Fakat o, bütün bunlar karþýsýnda kendini mazhar bile deðil, sadece güzelliklerin kendisine uðrayýp geçtiði bir memer olarak görmektedir. Böylece o, meydana gelen güzelliklerle kendisinin aslî olarak hiçbir irtibatýnýn, hiçbir nispetinin olmadýðýný dile getirmiþ ve muhtemel beðenilme, takdir edilme, tanýnýp bilinme gibi duygulara karþý hariçte setler oluþturmuþ, onlar henüz iç dünyasýna adýmýný atmadan tahdiþatta bulunmuþ, tedbirini almýþ ve o virüslerin gelip içine sýzmasýna meydan vermemiþtir. Meseleyi bir espri içinde ele alacak olursak, sanki Üstad Hazretleri’nin bu durumu virüslerin bile canýna tak dedirtmiþ ve onlarý, “Biz bu adamý tahrik ettikçe onun mukavemet sistemini daha bir güçlendirip daha bir kuvvetlendiriyoruz. Biz ona bazý þeyler kabul ettirmek istedikçe, o, kendini, deðil düz bir insan, racül-ü fâcir yerine koyuyor; mazhar bir yana memer olarak görüyor. Ýyisi mi biz onunla hiç uðraþmayalým daha iyi!” demek zorunda býrakmýþtýr. Esasen ayný durumu, bütün büyüklerin ahval ve etvarýnda görebiliriz. Mesela, esrar-ý ulûhiyet ve esrar-ý rububiyet gibi derin meseleler hakkýnda çok rahat konuþan, bu ulvî hakikatlerin gönüllerde duyulup hissedilmesi adýna peygamberane bir azim ve ceht ortaya koyan ve netice itibarýyla bizim derinliðini takdirden aciz kaldýðýmýz Ýmam-ý Rabbanî, mürþidi Muhammed Bakîbillah Hazretleri’ne yazdýðý bir arîzasýnda kendisinden sâdýr olan bütün hayýrlý iþlerde nefsini itham ettiðini, herkesi kendinden üstün kendisini ise insanlarýn en þerlisi olarak gördüðünü ve amel defterinin hayýrlý ef’al açýsýndan bomboþ olduðunu ifade eder. Demek ki bu büyük insanlar gurura, kibre, içten içe kendini beðenmeye giden yollarý ta baþtan kapatmýþ, bariyeler koymuþ ve bu istikamette nefislerini yerden yere vurmuþlardýr. Tabiî bunun neticesinde, kendilerine gösterilen hürmet, iltifat ve takdirlerden hoþlanmak bir yana, arzulamadýklarý, beklenti içinde olmadýklarý böyle bir muameleye maruz kalýnca tepeden týrnaða terleyecek ölçüde ciddi mânâda rahatsýzlýk duyacak hale gelmiþlerdir. ÞÖHRET BAÐIMLILARI – ALKIÞ DÝLENCÝLERÝ Ýþte biz de, iç âlemimizde þöhretperestlik hesabýna harekete geçen en ufak bir kýpýrdanma karþýsýnda hemen teyakkuza geçmeli, kendimizi yerden yere vurmalý, sürekli nefsimizle yaka-paça olmalý ve böylece o öldüren virüslere karþý kalbimizin kapýlarýný bütünüyle kapalý tutmalýyýz. Çünkü baþta da ifade edildiði gibi, insan bir kere þöhret, nâm u niþan, hubb u câh deryasýna açýlýnca, onun geriye dönmesi bir hayli zordur. Meseleyi Cevdet ismindeki þair bir arkadaþýmýn aklýmda kalan bir mýsraýyla ifade edeyim: “Ýsyan deryasýna yelken açmýþam/Kenara çýkmaya koymuyor beni.” Evet, bir kere o gaflet deryasýna açýlýr, þov türünden hadiselerin arkasýna takýlýr, iltifattan zevk almaya, takdir u tebcillerden lezzet duymaya baþlarsanýz, zamanla yapacaðýnýz her iþte takdir beklentisine girer, iltifat intizarýnda bulunur, alkýþ dilencisi haline gelirsiniz. Þöhret tiryakisi olmuþ böyle birini harekete geçirebilmek, bir iþ yapmasýný saðlamak için ise mutlaka her seferinde ona bir þeyler vermek gerekecektir. Tabiî zamanla, yapýlan iltifatlar, takdir u tebciller ona kafi gelmeyecek, onlarla tatmin olmayacaktýr. Uyuþturucu mübtelasý bir zavallýnýn, uyuþturucuya olan baðýmlýlýðýnýn gittikçe artmasý ve aldýðý o zehirin dozunu her seferinde sürekli biraz daha artýrmasý gibi, þöhret düþkünü bir nefis de hep daha fazlasýný, daha fazlasýný talep edecektir. Mesela ona; “sen þöyle kýymetli bir insansýn, azizsin, rehbersin, pir-i mugânsýn, canýmsýn, cananýmsýn, sultanýmsýn, efendimsin, þem’-i tâbâným, ziya-i himmetimsin” türünden sözler söyleseniz bile, onun o doyma bilmez iltifat tiryakiliði, þöhret baðýmlýlýðý bunlarý dahi yeterli görmeyecektir. Bu hale gelmiþ bir insan, artýk korkunç bir derde mübtela olmuþ hasta bir ruhtur. Onu tedavi etmek de bir hayli zordur. Çünkü þöhret tutkusu baþýný döndürmüþ, bakýþýný bulandýrmýþ, aklýný baþýndan almýþtýr. Bu sebeple, böyle bir þahsýn kurtuluþu, tabir caizse gaybî bir inayet eline kalmýþtýr. Ýþte bütün bunlardan dolayý diyoruz ki, bu büyük âfetin önünü daha baþtan kesmeli, ölümcül virüslere karþý kendi düþünce dünyamýzý daha baþtan karantinaya almalýyýz. Mesela, yaptýðýnýz bir konuþma, yazdýðýnýz bir yazý, ortaya koyduðunuz bir eser çok ciddi takdir görüp teveccüh ve beðeniye mazhar olabilir. Ýþte bu durum karþýsýnda size düþen, koruyucu hekimlik anlayýþýyla hemen kendinizle yüzleþip bir kenara çekilmeniz ve bütün o güzelliklerin arkasýndaki hakiki maliki, o Zat-ý Ecell-i A’la’yý görüp göstermenizdir. Yoksa o takdir ve teveccüh, o alkýþ ve þöhret seylaplarý önünde kütük gibi sürüklenip gitme ihtimali vardýr. Bir arkadaþýmýzýn hal ve hareketlerinde, þöhret gibi bulaþýcý bir hastalýðýn emarelerini gördüðümüzde ona karþý muamele tarzýmýz nasýl olmalýdýr? Öncelikle temel bir düsturumuz olan “nefsimizin savcýsý, baþkasýnýn avukatý olma” disiplinini hatýrdan çýkarmamamýz gerekir. Yani içimizde en ufak bir görünüp bilinme arzu ve temayülü karþýsýnda hemen harekete geçmeli, tevsi-i tahkikatta bulunmalý ve gereðini yapmalýyýz. Ancak baþkalarýnýn tavýr ve davranýþlarýný tecessüs etme, süzüp deðerlendirme gibi bir vazifemizin olmadýðýný da unutmamalýyýz. Evet, baþkalarý hakkýnda suç dosyalarý oluþturmak bize ait bir iþ deðildir. Biz, yanýmýzda yerden yere vurulan, hakkýnda su-i zan edilen ve hatta yüz tane suçuna rastladýðýmýz kimselerle karþýlaþtýðýmýzda dahi bunlarýn hepsini unutmuþ olarak onlarla münasebetimizi sürdürürüz/sürdürmemiz gerekir. Ancak her ne kadar genel üslubumuz itibarýyla, baþkalarý hakkýnda tecessüste bulunma ve bir savcý gibi davranma vazifemiz olmasa da, eðer bir arkadaþýmýzýn þöyle-böyle vücudunda bir sivilce çýkmýþ veya çiçek ya da kýzamýk gibi bir rahatsýzlýða maruz kalmýþsa, yani rahatsýzlýðý her halinden görünüyorsa, böyle bir insanýn tedaviye ihtiyacý olduðunu da göz ardý edemeyiz. Bu durum karþýsýnda eðer söylediklerimizin müessir olabileceði ve o kardeþimizin maruz kaldýðý hastalýktan sýyrýlmasýna bir vesile teþkil edeceðini düþünüyorsak uygun bir üslupla ona yardýmcý olmaya çalýþýrýz. Þayet bizim ikazda bulunmamýza, bu durumla ilgilenmemize tepkisi olacaksa, o zaman da baþkasýný devreye sokar ve iyileþmesi adýna ne söylenmesi gerekiyorsa onlarý bir baþkasý vasýtasýyla ifade etme gayretinde bulunuruz. Çünkü bazen bize karþý bir hazýmsýzlýk hissi varsa, diyeceðimiz çok güzel þeyler bile reaksiyona sebebiyet verebilir ve karþý tarafta temerrüt duygusunu tetikler. Dolayýsýyla böyle nazik bir konuda bir insaný fasit bir daire içine veya yanlýþ bir kulvara itmeme adýna ille de ben söyleyeceðim dememeli, Üstad Hazretleri’nin Ýhlas Risalesi’nde ifade buyurduðu gibi, baþkasýna söyletmek hoþumuza gitmelidir. Eðer önemli olan husus, hastalýk sahibinin maruz kaldýðý problemden sýyrýlýp kurtulmasýysa, o zaman kime karþý tepki olmayacaksa o konuþturulmalýdýr. Bu konuda dikkat edilecek önemli diðer bir husus da, samimi olduðumuz yakýn arkadaþlarýmýzdan bir-iki insanla eðri-büðrü, yamuk-yumuk halimizi onlarýn tembihiyle görme adýna karþýlýklý bir akitte bulunmamýzdýr. Yani bu kiþilerle aramýzda öyle bir kardeþlik tesis edeceðiz ki, Kur’an ve Sünnet zaviyesinden gördükleri eksiklerimizi, eðri büðrü yanlarýmýzý rahatlýkla bize söyleyip ikazda bulunabilecekler. Mesela namaz, bir mü’minin hayatýndaki en ehemmiyetli, en ciddi bir iþtir. Kur’an-ý Mu’cizü’l-Beyan buyuruyor ki: “ قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ هُمْ فِي صَلاَتِهِمْ خَاشِعُونَ Þüphesiz, namazý huþû içinde edâ edenler kurtuldu.” (Mü’minun Suresi, 23/1-2) Her þeyden mefhûm-u muhalif çýkarmak doðru olmasa da -zira onun kendine göre bir kýsým þartlarý ve kaideleri vardýr- bu âyetin mefhûm-u muhalifi alýnacak olursa þunu söyleyebiliriz: Namazýný hudû ve huþû ile, kalb havasýnýn esinti ve feveranlarýna, kalbte oluþan heyecanlara göre edâ etmeyenler kurtulamazlar. Evet, namaz derin bir konsantre ile kulluða kilitlenmeyi, iç-dýþ bütünlüðüyle Allah’a teveccühte bulunmayý ve onun her bir rüknünü edâ ederken saniye ve saliseleri vicdanýnda duyarak, yaþayarak ikame etmeyi iktiza eder. Yani namaz insanýn kalb, vicdan ve hisleriyle onunla bütünleþmesini gerektirir. Bu yönüyle namazýn gaflete tahammülü yoktur. Ýþte benim mukavelede bulunduðum, sözleþtiðim arkadaþým, namazýmý bu derinlikleriyle ikame etmediðimi gördüðünde beni uyarmalý ve “Allah aþkýna senin konumunda bulunan bir insanýn namazý böyle mi olmalý! Millet sizin gibi insanlarýn namazýna bakýp ona göre hareket ediyor. Eðer insanlar sizin bu namazýnýza bakýp “namaz böyle de kýlýnýrmýþ” der ve namazlarýný verip veriþtirirlerse, ötede hâlimiz nice olur!” demelidir. Bu arada þunu da ifade edeyim ki, bir mukavele yapmýþ, birbirimize söz vermiþ olsak da, yine de ikaz ve tembihte bulunurken denge çok iyi korunmalý, hissiyat tahrik edilip tepkiye sebebiyet verecek davranýþlara girilmemelidir. Çünkü insan tabiatýnda, yanlýþlarýnýn söylenmesine karþý bir tepki hissi vardýr. Bu sebeple yapýlacak tembihler yumuþak söz, yumuþak üslup ve yumuþak bir edâ ile yapýlmalýdýr. Hâsýlý, nâm, niþan, þöhret, unvan, paye, makam, mansýp vs. bunlarýn hepsi öldürücü birer tehlikeli virüstür. AIDS’den daha tehlikeli olan bu hastalýklar, günümüzde salgýn hastalýk gibi yayýlmýþtýr. AIDS sadece insanýn cismaniyetine karþý bir tehlike oluþturmasýna mukabil bunlar insanýn ruhî ve kalbî hayatýna karþý birer tehdit unsurudur. Eðer vefa ve þefkat hissimiz varsa ne pahasýna olursa olsun bu tür virüslere maruz kalmýþ insanlarýn elinden tutup onlarý kurtarma gayreti mü’min olmamýzýn bir gereðidir. Fethullah Gülen, Herkul.Org, 12.02.2010 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
carpe_fortunam Geschrieben 12. Februar 2010 Teilen Geschrieben 12. Februar 2010 اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ “Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da te’yid ve takviye eder.” (Buhari, Cihad 182) "innallahe leyueyyidu hazâ´d-dine bi-r´raculi´l-fâciri." Kur’an-ý Mu’cizü’l-Beyan buyuruyor ki: “ قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ هُمْ فِي صَلاَتِهِمْ خَاشِعُونَ Þüphesiz, namazý huþû içinde edâ edenler kurtuldu.” (Mü’minun Suresi, 23/1-2) "gad efleha´l-mu´minûne´l-lezîne hum fî salâtihim ©haschiûn." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.