derguiz Posted February 4, 2010 Share Posted February 4, 2010 PROF. DR. ÞENER DÝLEK HOCAMIZLA NUR’UN TEDRÝS RAHLESÝNDE-4 “Efendim, bu makamda bir soru sormak istiyorum. Ýnsanlarýn aradýklarý, bekledikleri ve umduklarý bir nokta var. O da þu: Bir kýsým insanlar, ilim, irfan, marifet ve hakikatten ziyade karþýlarýnda bir sahib-i velayet, bir sahib-i himmet görmek istiyorlar. Bu noktaya nasýl bakmamýz lazým?” Bu soruya benzer nitelikte bir soruyu Bediüzzaman Hazretlerine sormuþlar. Hz. Üstad çok câmi ve mükemmel bir cevap vermiþ. Bu cevap, ayný zamanda Risale-i Nur’un meslek ve meþrebini; tarz, üslup ve hizmet metotlarýný gayet hakimane bir biçimde hülasa etmiþ olduðu için çok önemli.. Dikkatle ve tahkikî bir gözle okunmalý ve mütalaa edilmeli.. Çünkü Hz. Üstad’ýn bu ifadeleri, hakikat mesleðinde istikametle yürümek isteyenlere ta kýyamete kadar yol gösterecek bir keyfiyettedir. Bakýn, Hz. Üstad’ýn cevabý þöyle: [Þu mes'ele umum ihvanýmýn ekseri lisan-ý hal ile ve bir kýsmýnýn lisan-ý kal ile ettikleri umumî bir sualin, has ve hususî ve mahremce bir cevabýdýr.] Sual: Senin ziyaretine gelen herkese diyorsun ki: "Benim þahsýmdan bir himmet beklemeyiniz ve þahsýmý mübarek tanýmayýnýz. Ben makam sahibi deðilim. Âdi bir neferin müþir makamýnýn evamirini tebliði gibi, ben de manevî bir müþiriyet makamýnýn evamirini teblið ediyorum. Hem müflis bir adamýn, gayet kýymetdar ve zengin elmas ve mücevherat dükkânýnýn dellâlý olduðu gibi; ben dahi, mukaddes ve Kur'anî bir dükkânýn dellâlýyým." diyorsun. Halbuki "Aklýmýz ilme muhtaç olduðu gibi, kalbimiz dahi bir feyiz ister, ruhumuz bir nur ister ve hâkeza çok cihetle çok þeyler istiyoruz. Seni hacatýmýza yarayacak adam zannedip, senin ziyaretine geliyoruz. Bize âlimden ziyade bir sahib-i velayet, sahib-i himmet ve sahib-i kemalât lâzým. Eðer hakikat-ý hal dediðin gibi ise, ziyaretinize yanlýþ geldik." lisan-ý halleri diyor. Elcevab: Beþ noktayý dinleyiniz, sonra düþününüz. Ziyaretiniz beyhude mi, yoksa faideli midir? O vakit hükmediniz. Birinci Nokta: Nasýl ki bir padiþahýn âdi bir hizmetkârý ve bîçare bir neferi; padiþah namýna feriklere, paþalara hedaya-yý þahanesini ve niþanlarýný veriyor, onlarý minnetdar ediyor. Eðer ferikler ve müþirler, "Bu âdi nefere neden tenezzül edip, elinden ihsan ve niþanlarý alýyoruz?" deseler, maðrurane bir divaneliktir. Eðer o nefer dahi; vazifesinin haricinde müþire kýyam etmezse, kendini ondan yüksek görse, eblehçesine bir divaneliktir. Hem eðer o memnun olan feriklerden birisi, müteþekkirane o neferin kulübeciðine tenezzülen misafir gitse; kuru ekmekten baþka bulmayan o nefer mahcub kalmamak için, o hali gören ve bilen padiþah -elbette o neferini mahcub etmemek için- matbah-ý þahaneden, sadýk hizmetkârýnýn muhterem misafirine tabla gönderir; öyle de: Kur'an-ý Hakîm'in sadýk bir hizmetkârý, ne kadar âdi olursa olsun Kur'an namýna, en büyük insanlara emirlerini çekinmeyerek teblið eder ve en zengin ruhlu olanlara Kur'anýn âlî elmaslarýný yalvararak mütezellilane deðil, belki müftehirane ve müstaðniyane satar. Onlar ne kadar büyük olursa olsun, o âdi hizmetkâra, vazife baþýnda iken tekebbür edemezler. Ve o hizmetkâr dahi, onlarýn ona müracaatýnda, kendine medar-ý gurur bulamaz.. ve haddinden tecavüz etmez. Eðer o hazine-i kudsiyenin müþterileri içinde bazýlarý, o bîçare hizmetkâra velayet nazarýyla baksalar ve büyük tanýsalar; elbette hakikat-ý Kur'aniyenin merhamet-i kudsiyesi þanýndandýr ki, o hizmetkârýný mahcub etmemek için, hazine-i hassa-i Ýlahiyeden, o hizmetkârýn hiç haberi ve medhali olmadan, onlara meded versin ve himmet ederek feyizdar etsin. Ýkinci Nokta: Ýmam-ý Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sâni Ahmed-i Farukî (R.A.) demiþ: "Hakaik-i imaniyeden bir tek mes'elenin inkiþafý ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve keramata müreccahtýr. Hem bütün tarîkatlarýn gayesi ve neticesi, hakaik-i imaniyenin inkiþafý ve vuzuhudur." Madem þöyle bir tarîkat kahramaný böyle hükmediyor; elbette hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan eden ve esrar-ý Kur'aniyeden tereþþuh eden Sözler, velayetten matlub olan neticeleri verebilirler. Üçüncü Nokta: Bundan otuz sene evvel, Eski Said'in gafil kafasýna müdhiþ tokatlar indi, "El-mevtü hakkun" kaziyesini düþündü. Kendini bataklýk çamurunda gördü. Meded istedi, bir yol aradý, bir halaskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddüdde kaldý. Gavs-ý A'zam olan Þeyh-i Geylanî Radýyallahü Anh'ýn "Fütuh-ul Gayb" namýndaki kitabýyla tefe'ül etti. Tefe'ülde þu çýktý: “Sen bir Darül Hikmettesin. Kendine bir tabib ara” Acibdir ki; o vakit ben, Dâr-ül Hikmet-il Ýslâmiye âzasý idim. Güya ehl-i Ýslâm’ýn yaralarýný tedaviye çalýþan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta ben idim. Hasta evvelâ kendine bakmalý, sonra hastalara bakabilir. Ýþte Hazret-i Þeyh bana der ki: "Sen kendin hastasýn, kendine bir tabib ara!" Ben dedim: "Sen tabibim ol!" Tuttum, kendimi ona muhatab addederek, o kitabý bana hitab ediyor gibi okudum. Fakat kitabý çok þiddetli idi. Gururumu dehþetli kýrýyordu. Nefsimde þiddetli ameliyat-ý cerrahiye yaptý. Dayanamadým, yarýsýna kadar kendimi ona muhatab ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadý. O kitabý dolaba koydum. Fakat sonra, ameliyat-ý þifakâraneden gelen acýlar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadýmýn kitabýný tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münacatýný dinledim, çok istifaza ettim. Sonra Ýmam-ý Rabbanî'nin Mektubat kitabýný gördüm, elime aldým. Hâlis bir tefe'ül ederek açtým. Acaibdendir ki, bütün Mektubatýnda yalnýz iki yerde "Bediüzzaman" lafzý var. O iki mektub bana birden açýldý. Pederimin ismi Mirza olduðundan, o mektublarýn baþýnda "Mirza Bediüzzaman'a Mektub" diye yazýlý olarak gördüm. Fesübhanallah dedim, bu bana hitab ediyor. O zaman Eski Said'in bir lâkabý, "Bediüzzaman"dý. Halbuki hicretin üçyüz senesinde, Bediüzzaman-ý Hemedanî'den baþka o lâkabla iþtihar etmiþ zâtlarý bilmiyordum. Halbuki Ýmamýn zamanýnda dahi öyle bir adam vardý ki, ona o iki mektubu yazmýþ. O zâtýn hali, benim halime benziyormuþ ki, o iki mektubu kendi derdime deva buldum. Yalnýz Ýmam, o mektublarýnda tavsiye ettiði gibi çok mektublarýnda musýrrane þunu tavsiye ediyor: "Tevhid-i kýble et." Yani: Birini üstad tut, arkasýndan git, baþkasýyla meþgul olma. Þu en mühim tavsiyesi, benim istidadýma ve ahval-i ruhiyeme muvafýk gelmedi. Ne kadar düþündüm: "Bunun arkasýndan mý, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasýndan gideyim?" tahayyürde kaldým. Herbirinde ayrý ayrý cazibedar hasiyetler var. Biriyle iktifa edemiyordum. O tahayyürde iken, Cenab-ý Hakk'ýn rahmetiyle kalbime geldi ki: "Bu muhtelif turuklarýn baþý ve bu cedvellerin menbaý ve þu seyyarelerin güneþi, Kur'an-ý Hakîm'dir. Hakikî tevhid-i kýble bunda olur. Öyle ise, en a'lâ mürþid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapýþtým. Nâkýs ve periþan istidadým elbette lâyýkýyla o Mürþid-i Hakikî'nin âb-ý hayat hükmündeki feyzini massedip alamýyor; fakat ehl-i kalb ve sahib-i halin derecatýna göre o feyzi, o âb-ý hayatý yine onun feyziyle gösterebiliriz. Demek Kur'andan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnýz aklî mesail-i ilmiye deðil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesail-i imaniyedir ve pek yüksek ve kýymetdar maarif-i Ýlahiye hükmündedirler. Dördüncü Nokta: Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velayet-i kübra sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur'andan bütün letaiflerinin hisselerini aldýklarýndan ve Kur'an onlar için hakikî ve kâfi bir mürþid olduðundan gösteriyor ki: Her vakit Kur'an-ý Hakîm, hakikatlarý ifade ettiði gibi, velayet-i kübra feyizlerini dahi ehil olanlara ifaza eder. Evet zahirden hakikata geçmek iki suretledir: Biri: Tarîkat berzahýna girip, seyr ü sülûk ile kat'-ý meratib ederek hakikata geçmektir. Ýkinci Suret: Doðrudan doðruya, tarîkat berzahýna uðramadan, lütf-u Ýlahî ile hakikata geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kýsa tarîk þudur. Demek hakaik-i Kur'aniyeden tereþþuh eden Nurlar ve o Nurlara tercümanlýk eden Sözler, o hâssaya mâlik olabilirler ve mâliktirler. Beþinci Nokta: Beþ cüz'î misal ile göstereceðiz ki; Sözler talim-i hakaik ettikleri gibi, irþad vazifesini de görüyorlar. Birinci Misal: Ben kendim on deðil, yüz deðil, binler defa müteaddid tecrübatýmla kanaatým gelmiþ ki: Sözler ve Kur'andan gelen Nurlar; aklýma ders verdiði gibi, kalbime de iman hali telkin ediyor, ruhuma iman zevki veriyor ve hâkeza... Hattâ dünyevî iþlerimde; keramet sahibi bir þeyhin bir müridi, nasýl þeyhinden hacatýna dair meded ve himmet bekliyor; ben de Kur'an-ý Hakîm'in kerametli esrarýndan o hacatýmý beklerken, ümid etmediðim ve ummadýðým bir tarzda bana çok defa hasýl oluyor. Yalnýz cüz'iyattan iki küçük misal: Biri: Onaltýncý Mektub'da izahý ve tafsili geçen; Süleyman isminde bir misafirime, katran aðacý baþýnda koca bir ekmek hârika bir tarzda gösterilmiþ. Ýki gün ikimiz, o hediye-i gaybîden yedik. Ýkinci Misal: Gayet küçük ve latif, bugünlerde vaki' olan mes'eleyi söyleyeceðim. Þöyle ki: Fecirden evvel hatýrýma geldi ki; bir zâtýn kalbine vesvese verecek bir tarzda tarafýmdan sözler söylenilmiþti; keþki dedim onu görseydim, kalbindeki daðdaðayý izale etseydim. Ayný dakikada, Nis'e gitmiþ bir parça kitabým bana lâzým idi; keþki elime geçseydi dedim. Sabah namazýndan sonra oturdum; baktým ayný zât, o kitab parçasý elinde olduðu halde içeri girdi. Ona dedim: "Senin elindeki nedir?" Dedi: "Bilmiyorum, kapýnýn önünde Nis'ten gelmiþ diye birisi bana verdi; ben de size getirdim." Fesübhanallah dedim; böyle bir vakitte bu adamýn evinden çýkýp gelmesi ve þu Söz'ün Nis'den gelmesi, hiç tesadüfe benzemiyor. Ve böyle bir adama þöyle bir parça kitabý ayný dakikada eline verip bana gönderen, elbette Kur'an-ý Hakîm'in himmetidir diyerek, Elhamdülillah dedim; benim en küçük, ehemmiyetsiz, hafî arzu-yu kalbimi bilen birisi, elbette bana merhamet ediyor, beni himaye ediyor; öyle ise dünyanýn minnetini beþ paraya almam. Ýkinci Misal: Biraderzadem merhum Abdurrahman, sekiz seneden beri benden ayrýlýp dünyanýn gaflet ve evhamlarýna bulaþtýðý halde, þahsýma karþý haddimden çok fazla hüsn-ü zanný varmýþ. Bende olmayan ve elimden gelmeyen himmeti istiyor ve meded bekliyordu. Kur'an-ý Hakîm'in himmeti imdadýna yetiþti. Haþre dair olan Onuncu Söz'ü, vefatýndan üç ay evvel eline yetiþtirdi. O Söz onu manevî kirlerinden ve evham ve gafletten temizlemekle beraber; âdeta mertebe-i velayete çýkmýþ gibi, vefatýndan evvel yazdýðý mektubunda üç zahir keramet izhar etmiþ. Yirmiyedinci Mektub'un fýkralarý içinde dercedilmiþ, müracaat olunsun. Üçüncü Misal: Burdur'lu Hasan Efendi isminde ehl-i kalb bir âhiret kardeþim ve talebem vardý. Bana karþý haddimden çok fazla hüsn-ü zan ederek, büyük bir veliden himmet beklemek gibi bîçare benden meded bekliyordu. Birdenbire hiç münasebet yokken, Otuzikinci Söz'ü Burdur köylerinde oturan birisine mütalaa etmek üzere verdim. Sonra Hasan Efendi hatýrýma geldi, dedim: "Þayet Burdur'a gidersen Hasan Efendi'ye ver, beþ-altý gün mütalaa etsin." O adam gitmiþ, doðrudan doðruya Hasan Efendi'ye vermiþ. Hasan Efendi'nin eceli otuz-kýrk gün kalmýþtý. Gayet susamýþ bir adamýn, âb-ý kevser gibi tatlý suya rast gelirken yapýþmasý gibi; öyle de Otuzikinci Söz'e yapýþmýþ, mütemadiyen mütalaa yapa yapa ve tefeyyüz ede ede, hususan Üçüncü Mevkýfýndaki muhabbetullah bahsinde, tamamýyla derdine deva bulmuþ ve bir kutb-u a'zamdan beklediði feyzi onda bulmuþ. Saðlam olarak câmiye gitmiþ, namaz kýlmýþ, orada ruhunu Rahman'a teslim eylemiþ (Rahmetullahi Aleyh). Dördüncü Misal: Hulusi Bey'in Yirmiyedinci Mektub'daki fýkralarýnýn þehadetiyle; en mühim ve müessir tarîkat olan Nakþî tarîkatýndan ziyade himmet ve meded, feyiz ve nuru; esrar-ý Kur'aniyenin tercümaný olan nurlu Sözler'de bulmuþtur. Beþinci Misal: Kardeþim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman'ýn (Rahmetullahi Aleyh) vefatý üzerine ve daha sair elîm ahvalât içinde bir periþaniyet hissetmiþti. Hem elimden gelmeyen manevî himmet ve meded bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birdenbire mühim birkaç Söz'ü ona gönderdim. O da mütalaa ettikten sonra yazýyor ki: "Elhamdülillah kurtuldum! Çýldýracaktým. Bu Sözler'in herbiri birer mürþid hükmüne geçti. Çendan bir mürþidden ayrýldým, fakat çok mürþidleri birden buldum, kurtuldum." diye yazýyordu. Ben baktým ki, hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleðe girip o eski vaziyetlerinden kurtulmuþ. Daha bu beþ misal gibi pek çok misaller var. Onlar gösteriyorlar ki: Ulûm-u imaniye, hususan doðrudan doðruya ihtiyaca binaen ve yaralarýna devaen Kur'an-ý Hakîm'in esrarýndan manevî ilâçlar alýnsa ve tecrübe edilse; elbette o ulûm-u imaniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacýný hissedenlere ve ciddî ihlas ile istimal edenlere yeter, kâfi gelir. Onlarý satan ve gösteren eczacý ve dellâl ne halde bulunursa bulunsun; âdi olsun, müflis olsun, zengin olsun, makam sahibi olsun, hizmetkâr olsun çok fark yoktur. Evet, Güneþ varken mumlarýn ýþýðý altýna girmeye ihtiyaç yok. Madem Güneþi gösteriyorum, benden mum ýþýðý -bahusus bende bulunmazsa- istemek manasýzdýr, lüzumsuzdur. Belki onlarýn bana dua ile, manevî yardým ile, hattâ himmet ile muavenet etmeleri lâzýmdýr. Ve ben onlardan istimdad etmem ve meded istemem, benim hakkýmdýr. Onlar, Nurlardan aldýklarý feyze kanaat etmek, onlarýn üstünde haktýr.” Evet, metinde çok açýk, çok yüklü ve çok keskin mesajlar var. Anlamak isteyenler için yeterli… Evet, Güneþ varken, mum ýþýðý aranýr mý hiç? Evet, Risale-i Nur, en derin bir ulum-u imaniye, en yüksek bir hakikat-ý Kur’aniyedir. Risale-i Nur, ilim içinde hakikate giden bir yolu Kur’an’ýn icazýyla keþfetmiþ, hakikat-ý Kur’aniye’yi Güneþ gibi gözlere göstermiþtir. - “‘Ýlim içinde hakikate giden yol’ tabiriyle neyi kastediyorsunuz? Ýlim içinde hakikate giden yol, ilim nuru ile iman hakikatlerini yakîn derecesinde görmek ve Tevhid’e yükselmek; her þeyin üzerinde Rububiyet-i Ýlahiye’nin turra, sikke, hatem ve mühürlerini müþahede etmektir. Bu yol, ilim ve fennin rehberliðinde, o ilim ve fennin gözlüðü içinde hakikati bulmak, hakikatte derinleþmektir. Bu yol, iman ilminin nurlu ve feyizli atmosferinde delil ve hüccetle yürümek; hakikat-ý Kur’aniye’yi ilmen keþfetmektir. Bu keþif, aklýn iman noktasýnda tamamýyla inkiþaf etmesi; sýrr-ý Ehadiyet’le, Cenab-ý Hakk’ýn her þeyi bizzat kabza-i Rububiyet’inde tuttuðunun ve her þeyin Zat-ý Akdes’in kudret ve iradesi ile vücud bulduðunun kalblere yerleþmesi, idraklara nakþ olmasýdýr. Bu yol, mertebe-i Rububiyet’in Hallakiyeti’nin sýr ve hikmetlerinin akýl ve kalblerde açýlmasýdýr. Bu yol, fikirde þeffafiyet, tam bir vuzuh, kalbde tam bir inþirah, ruhda tam bir inbisat, ilimde çok keskin bir intikal gözlüðüdür. Bu yol, Rahmet-i Ýlahiye’den bir ikramdýr, bir ihsandýr; bir keramet-i Kur’aniye, bir keramet-i ilmiyedir. - “Keramet-i ilmiye ne demek? Bu tabiri nasýl anlamamýz gerekir?” Keramet-i ilmiye, kerametlerin en büyüðü, en yükseði ve en kýymetlisidir; keramet-i kevniyeden daha yüksek, daha kýymettardýr. Keramet-i kevniye, eþya ve mahlukat ile ilgili bazý sýrlarýn izn-i Ýlahî ile açýlmasý ve bir kýsým harika mazhariyetlerin ortaya çýkmasýdýr. Ehl-i þuhud evliyanýn kerametleri, galiben kevnî keramettir. Yani, “Þu daðýn dibinde ne var? Þu zatýn kalbinden neler geçiyor?” ya da, “Yum gözünü, aç gözünü!” diye beyan edilen tayy-ý mekan ve bast-ý zaman gibi harika hallerin zuhuru gibi mazhariyetler kevnî keramete birer misaldir. Keramet-i ilmiye ise, ayný zamanda bir “keramet-i Kur’aniye”dir. Yani, Kur’an’ýn envar, esrar ve hakikatlerinin idrak ve gönüllere açýlmasýdýr. Ýntikali zor, çözümü müþkül meseleler, derin ve ince sýrlar, hakikat-ý Kur’aniye’nin esrar perdeleri keramet-i Ýlmiye ile açýlýr. Bu açýlýþ, ya intak tarzýnda, ya da tulûat, sunûhat, iþârat þeklinde zahir olur. Bu keramet sýrr-ý verasetin hamili, muhakkik ve asfiya zatlarýn mazhar olduðu keramettir. Keramet-i ilmiye, kalýcýdýr; kaleme dökülürse, bakîleþir. Keramet-i kevniye ise; o an husûle gelir, yalnýz müþahede edenlerle kayýtlý kalýr. Bu asýrda ilim ve teknoloji ile kazanýlan nimetler bir anlamda tabir caizse “keramet-i ilmiye” olarak nitelendirilebilir. Mesela, uçaða biniyor, birkaç saatte Mekke’ye iniyorsunuz. Eskiden aylarca seyahatten sonra ulaþýlabilen bir mekan, bugün ilmî bir kerametle birkaç saate inmiþ.. Menkýbelerde anlatýldýðý gibi, keramet-i kevniye ile bazý evliyalar Kabe’ye gidip gelmiþler, uzak menzillere ulaþmýþlar.. “Yum gözünü aç gözünü!” sýrrýna makes olmuþlar.. Evliyalarýn þahsen ve nur-u velayet ile ulaþmýþ olduklarý bu mazhariyet, bugün keramet-i ilmiye ile külliyet kesbetmiþ.. Yüzlerce hacý, uçak ile hacca gidiyor, birkaç saatte o kudsî menzile ulaþýyorlar. Evet, bu asýrda keramet-i ilmiye ile uzak mesafeler yakýnlaþmýþ.. Telefon, uçak, internet tabiri caiz ise; birer keramet-i ilmiye.. -Devam Edecek- Salih Okur Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.