derguiz Posted January 28, 2010 Share Posted January 28, 2010 - “Bu mazhariyetlere herkes çýkabilir mi? Sadece arzu etmek yeterli mi? Bu iþin bir altyapýsý, bir kýsým þartlarý yok mu?” Bu mazhariyetlere yükselmek mümkün.. Ama þu var ki, her þeyin bir altyapýsý var; her þey bir altyapýya muhtaç.. Emek sarf etmeden, ter dökmeden, hedefe kilitlenmeden zirvelere týrmanmak mümkün deðil.. Zirvelere yükselmenin bir kýsým basamaklarý var. Bunlarýn en önemlisi, açlýðýný tam duymak, ihtiyacýný tam hissetmek, hakikatlere tam bir iþtiyak göstermektir. Evet, matlup ve maksuda ulaþmak kesb ister; ciddi bir teveccüh, tam bir gayret ve hasbi bir yönelme ister. “Þu hakikatlere herkesten önce benim ihtiyacým var! Hz. Üstad bu hakikatleri sanki benim için kaleme almýþ, benim için yazmýþ; bu sözler doðrudan doðruya bana hitap ediyor! Muhatab benim, hasta benim, muhtaç benim!” diyenlere ve tam hulûsiyet ile yönelenlere ve ciddi teveccüh gösterenlere Risale-i Nurlar kafî ve vafîdir. Bakýn! “Nurun Ýlk Kapýsý” isimli eserinde Hz. Üstad þöyle buyurmaktadýr: “…. Sonra gayet zevkli ve neþeli bir halet içinde iken, sekiz sene hiç gücendirmeden mükemmel bana hizmet eden Sýddýk Süleyman bana bir kitap getirdi. Açtým baktým ki, Eski Said ile Yeni Said’in birbiriyle münazara edip nefs-i emmareyi susturan ve þuhud derecesindeki hakikatleri ihtiva eden on üç dersler olup, bu on üç dersin doðrudan doðruya Kur’an-ý Mu’ciz-ül-Beyan’ýn ayetlerinden aynelyakîne yakýn bir surette Yeni Said’e ders olduðunu ve bütün bu derslerde doðrudan doðruya birinci muhatap Said olduðunu gördüm.” Evet, insanýn kendisini doðrudan doðruya birinci muhatap kabul etmesi ve ihtiyacýný tam hissetmesi, iþin þifresi.. Bu þifreyi yakalayanlar, azim sýr ve hakikatlere mazhar ve makes olabilirler. Evet, açlýðýný, ihtiyacýný tam hissetmek ve hakikatlere ciddi yönelmek.. Ýþte bütün mesele bu.! Diðer bir cephesiyle, Risale-i Nur delil ve hüccet kýlýcý ile küfr-ü mutlaký ve dalalet-i mutlaký param parça edebilecek bir keskinlikte; küfrün kalelerini darmadaðýn edebilecek bir güç ve dirayettedir. Nitekim Hz. Üstad, bu hakikat-ý Kur’aniye’nin kuvvetini, dirayet ve gücünü þu cümle ile dile getirmiþ: “Kardeþlerim, küfrün bel kemiðini kýrdým!” demiþtir. - “Üstadýn bu beyanýný nasýl anlamamýz lazým?” Bu hakikati bir temsil ýþýðýnda akla yakýnlaþtýrabiliriz. Varsayalým ki, veba gibi dehþetli ve bulaþýcý bir hastalýk bütün dünyaya yayýlmýþ. Her gün yüzlerce insan ölüyor.. Tehlike dehþetli ve büyük.. Týp dünyasý aciz ve mecalsiz.. Ýlim adamlarý çare arýyorlar, araþtýrma yapýyorlar, tetkiklere giriþiyorlar; fakat henüz bir ýþýk yok.. Ve nihayet bir gün, laboratuara kapanýp gece gündüz çalýþan, hayatýný ilme vakfeden bir bilim adamý uzun tetkikler neticesinde hastalýðýn ilacýný buluyor. Daha sonra bir toplantý yapýyor, bütün dünyaya sesleniyor, þu müjdeyi veriyor: “Bütün beþer âlemi duysun, iþitsin, bilsin ki; ben bugün bu dehþetli hastalýðýn ilacýný buldum, belini kýrdým, iþini bitirdim!” Evet, bu müjde iki önemli þarta baðlý.. Birincisi, o ilacý arayýp bulmak, tedarik etmek. Ýkincisi, zaman kaybetmeden düzenli olarak o ilacý kullanmak.. Evet.. Risale-i Nur, âlem-i Ýslam’ýn ve beþer dünyasýnýn dert ve hastalýklarýna bir ilac-ý manevî, bir tiryak-i kudsî ve bir iksir-i nuranîdir. Bu ilacý kullananlar, bu tiryaký istimal edenler, bu iksiri içenler, biiznillah asrýn manevî veba ve belalarýndan kurtuluyor, sahil-i selamete çýkýyorlar, inþaallah.. ÜÇÜNCÜ NOKTA: Derin bilgi ve hakikattar tefekkür, manevî hayatýn kalitesine büyük kuvvet verir. Ýslam’ýn güzelliklerini nefsinde daha þuurlu ve daha hakimane yaþamanýn yollarýný gösterir, ihlâslý istikamete destek olur. Fikir dünyasýný daha güzele, daha mükemmele götürür; hayatý daha müdebbirane tedbir ve tanzim etmeye, daha anlamlý ve daha derinliðine yaþamaya sevk eder. Hakiki þevk ve gayretin, himmet ve hamiyetin kaynaðýný oluþturur. Risale-i Nur’un mütalaa ve müzakeresinde derin bilgi ve hakikattar tefekkür vardýr. Bu ufka yükselenlerde, ince sýrlar kalblere açýlýr, derin manalar idraklere görünür, latif nükteler gönüllere iner. "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" hadis-i þerifinin beyan buyurduðu o tefekkürün risalelerde bulunduðunu ve o saatin yakalanabileceðini Hz. Üstad ifade etmiþtir. Bizler için önemli olan o saati yakalamak ve o saat içindeki o azim sýrra kavuþmaktýr. Ýman hakikatlerini emerek içine çekenler, derinliðine bir tefekkür içinde mütalaa ve müzakere edenler -muhtemel ki- o saati yakalayabilir ve o sýrra ulaþabilirler. O saat ve o sýr, doðrudan doðruya imanýn inkiþaf ve terakkisine kuvvet veren hakikatlerin içindedir. Cihanbahâ mücevherat-ý Kur’aniye olan o marifet niþanlarýný göðsüne takmak, o marifet nurlarýndan istifade etmek, herhalde, herkesten önce derin bilgiye cidden ulaþmak isteyenlerin ve tefekkürü meslek olarak algýlayanlarýn hakký olsa gerektir. Risale-i Nur’un en önemli esaslarýndan birisi, tefekkürdür. Tefekkür, bizim mesleðimizdir. Mesleðini bilmek, mesleðinde derinleþmek de zaruridir, hatta lazým ve elzemdir. Bu zaruret ve lüzum, bizi sathî ve surî bir dünyadan derin bilginin ve hakikattar tefekkürün aydýn semasýna yükseltir, terakki verir. Evet, sýrlarýn idraklere açýlmasý, hakikatlerin dimaðlarda netleþmesi, manalarýn kalplerde berrak bir biçimde tebellür etmesi ne kadar güzel, ne kadar tatlý ve ne kadar kýymettardýr. Bakýn, tefekkürün önemini ifade eden bu cümleler ne kadar dikkat çekici, ne kadar düþündürücü ve ne kadar ibret vericidir: “Ben namaz tesbihatýnýn âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i þerifte "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" Risale-i Nur'da o saat var; çalýþ, o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsýz bir surette, Kur'anýn âyet-ül kübrasýnýn iki tefsiri olan iki Âyet-i Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktým; size gönderdiðim Âyet-ül Kübra Risalesi'nin Birinci Makamý'nýn hülâsasýndan müntehab güzel bir sýrrýný hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'den müstahrec nurlu, tatlý fýkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumaða baþladým. Birkaç gün sonra hatýrýma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanýn bir mürþididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldým. Ve bütün risalelerin hususî menba'larý, madenleri olan binden ziyade âyât-ý Kur'aniyeyi, kendi Kur'anýmda evvelce iþaretler koyup bir Hizb-i A'zam-ý Kur'anî yapmak niyet etmiþtim. Þimdi bu hizb-i a'zam ve bu vird-i ekber, Risale-i Nur mensublarýna bazý eyyam-ý mübarekede okunmasý için bir zaman size de göndermek hakkýnýz var. Ýnþâallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazý kelimelerini tercüme ve bir kýsým kayýdlarýný tefhim için, vakit bulsam gayet kýsa haþiye gibi bir þeyi yazacaðým.” DÖRDÜNCÜ NOKTA: Akýl ve kalplere seslenirken, hakkýn kuvvet ve dirayeti yanýnda dikkate alýnmasý gereken çok önemli bir husus da; hakikatlerin tebliðinde ne çeþit metotlarýn, hangi tarz ve üsluplarýn kullanýlacaðýnýn bilinmesidir. Ýnsanlara ulaþmada yol çizilmezse, üslup belirlenmezse, o hakikatler zayýf ellerde garip ve yetim kalabilir. Teblið görevini omuzlayanlarýn en ciddi sorumluluðu, o hakikatleri en kolay bir biçimde, en güzel bir þekilde ve en etkili bir tarzda sunmak olmalýdýr. Bu açýlardan bakýldýðýnda, Risale-i Nur; teblið modeli, hizmet tarzý, sunuþ biçimi, takdim ve tamim þekli itibariyle fevkalade orijinaldir ve asrýn mizacýna tam mutabýktýr. - “Bu noktayý biraz daha açabilir, bir misal ýþýðýnda akla yaklaþtýrabilir misiniz?” Tebliðde, muhatap, zaman ve mekan çok önemli.. Bu asrýn þartlarý içinde, bu üç unsuru tahlil etmek lazým. Mesela, insanlarýn dert ve sýkýntýlarýna bakýn.. Aðýr geçim þartlarý, bitip tükenmeyen meþguliyetler.. Ýþ derdi, aþ derdi, eþ derdi.. Kýsýtlý zamanlar, yetersiz imkanlar.. Böyle bir atmosfer içinde, insanlar, çoðu zaman gönül dostlarýyla bir araya gelemiyorlar, kâmil insanlarý ziyaret edip, sohbetinde oturma þans ve imkânlarýndan mahrum yaþýyorlar. Ayný sýkýntýlar, o kâmiller için de geçerli deðil mi? Onlar da muhtelif belde ve þehirlerden gelen misafirlerine yeterli zaman ayýramýyorlar. Evet, irþad hareketleri ile ilgili bir deðerlendirme yaparken; asrýn niteliklerini, zamanýn getirdiði tereddüt ve çýkmazlarý dikkate almak; insanlarý mizaç, karakter, kabul, infial, teslim, teveccüh gibi vasýflarý itibariyle tahlil etmek zorundayýz. Evet, bu asrýn insanlarýnýn pek çok tereddütleri, sancýlarý, sýkýntýlarý, infialleri, ön kabulleri var.. Ýnsan bu..! Nefis taþýyor, arzular içinde kývranýyor.. Emelleri ve farklý düþünceleri var.. Deðiþik telkinler içinde çalkalanýyor, süzgeçleri bazen týkalý, bazen açýk.. Bazen lokum gibi tatlý, bazen zehir gibi acý.. Bazýlarý enaniyet kaftanýný giyiyor, bazýlarý kibir libasýna bürünüyor, bazýlarý istiðna caddelerinde yürüyor, bazýlarý gurur buzullarýnda dolaþýyor; bir kýsmý varlýk ve servet sahralarýnda berduþ, bir kýsmý da þan ve þeref sokaklarýnda sarhoþ..! Ýnsanýn irþadý, hak ve hakikat yoluna girmesi, öyle kolay deðil.. Ýnsan turnusol kâðýdýna benzemiyor; hemen küpe daldýrýp çýkartmakla mazideki kötü alýþkanlýklarýný söküp atamýyor; bir ömür boyu telkine, takviye ve tahkime muhtaç.. Bir nefeste piþemiyor, kývam ve kemal derecelerine çýkamýyor. Her insan son nefesine kadar ciddi bir imtihan içinde.. Nefsin taslit ve tahakkümünün, þeytanýn vehim ve vesvesesinin arkasý kesilmiyor. Bazen insan ahir ömründe en amansýz imtihanlarla göðüs göðüse geliyor. Hem, asýr dehþetli ve bozuk.. Asrýn çalkantýlarý büyük, dalgalarý korkunç.. Þiddetle önüne katýyor, sürüklüyor, alýp götürüyor, silip süpürüyor.. Sahil-i selamete çýkmak öyle kolay deðil.. Fen ve felsefeden gelen, itikat ve imaný sarsan batýl fikirler ve çarpýk düþünceler dimaðlara musallat oluyor, fýtratlara yapýþýyor. O zaman, “Bu dehþetli asýrda ne yapmamýz lazým? Nasýl bir yol bulmamýz lazým? Nasýl bir metod izlememiz lazým?” sualleri akla geliyor. Evet, öyle bir yol bulunmalý ki; insan istediði anda üstadý ile rahat görüþebilsin, dertlerini dökebilsin, suallerine cevap arayabilsin.. Aklen tatmin, kalben mutmain olabilsin.. Hatta öyle ki; günlerce onun rahle-i tedrisinde oturabilsin; ondan dersini alabilsin; ilminden, irfanýndan istifade edebilsin.. Hem öyle bir yol bulunmalý ki; öðrenmek istediklerine çok kolay ulaþabilsin.. Peki, öyle bir yol var mý? Evet, öyle bir yol var..! Ýþte, Risale-i Nur’un mesleði öyle bir yol.. Kolay ve çok rahat ulaþýlabilir bir yol.. - “Yani, nasýl kolay ve rahat ulaþýlabilir bir yol?” Þöyle bir yol: Mesela hava alanýndasýn. Biraz sonra uçak kalkacak. Etrafýnda aþina bir çehre yok, yalnýzlýk üþütüyor seni.. Kalbinde de biraz hüzün var.. Uçak havalandý.. Ýþte þimdi uçaðýn penceresinden gökyüzünü seyretmeye baþladýn.. Semanýn derinlik ve enginliðini seyre koyuldun.. Gönlüne bir hasret düþtü.. “Ahh! Keþke, þu anda Bediüzzaman Hazretleri yanýmda olsaydý! Sema ayinesindeki celalî tecellilerin sýr, hikmet ve hakikatlerini bizzat ondan dinlese, ondan iþitseydim. O’nun gözüyle þu sema âlemini temaþa etseydim! Ne kadar harika olurdu!” diye içten içe konuþmaya baþladýnýz. O teessür anýnda, Hz. Üstad’ýn þu cümleleri hatýrýnýza geldi: “Risale-i Nur'u okumak on def'a benimle görüþmekten daha kârlýdýr. Zaten benimle görüþmek âhiret, îman, Kur'an hesabýnadýr. Dünya ile alâkamý kestiðim için dünya hesabýna görüþmek mânasýzdýr. Âhiret, iman, Kur'an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç býrakmamýþ.” “Benimle hakikat meþrebinde sohbet etmek ve görüþmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benimle deðil, hâdim-i Kur'an olan üstadýyla görüþür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.” Sonra o an hatýrýnýza geldi: “Çantamda risaleler var!” Hemen açýp okumaya baþladýnýz, þu azim sema alemi ile ilgili bahisleri, iþtiyakla ve dikkatle.. Baktýnýz semaya.. Çarpmayan, düþmeyen, dökülmeyen, milyarlarca yýldýzlarýn arkasýndaki Kudret-i Ýlahiyye’nin haþmet ve azametini tefekküre koyuldunuz. Semanýn tedbir, tanzim, teþkil ve tedvirindeki azim tasarruf-u Rububiyyeti müþahede etmeye baþladýnýz. Ufkunuz açýldý.. Risaleler, fikren ve ilmen yetiþti imdadýnýza.. Tuttu elinizden, fikrinize derinlik kattý.. Hem mesela, “Þu yaz mevsiminde afaktan tecerrüd edeyim. Þöyle kirsiz ve gürültüsüz bir yerde, bir bað ve bahçede biraz zihnimi dinlendireyim!” diyor, sakin ve sessiz bir menzile gidiyorsunuz. Þu an, o sakin menzilde, o güzel bahçedesiniz.. Tertemiz bir hava, güzel kokulu çiçekler.. Ruhunuz teneffüs ediyor.. “Ayet-ül Kübra Risalesi”ni elinize aldýnýz, açtýnýz. Ayet-ül Kübra size sesleniyor: “Bak kitab-ý kâinatýn safha-i rengînine! Hâme-i zerrin-i kudret, gör ne tasvir eylemiþ. Kalmamýþ bir nokta-yý muzlim çeþm-i dil erbabýna, Sanki âyâtýn Huda, nur ile tahrir eylemiþ.” Þimdi siz, Ayet-ül Kübra’nýn gözü ile kainat kitabýný temaþa ediyorsunuz.. Ayet-ül Kübra size rehberlik yapýyor.. Tevhid delillerini gözünüzün önüne seriyor.. Marifet dersinde bir muallim olarak size yol gösteriyor. Hem mesela, varsayalým ki, gece bir türlü gözünüzü uyku tutmadý, kývranýp durdunuz, saða sola döndünüz. Uykunuz kaçtý.. Yataktan kalktýnýz, karþý odaya geçtiniz. Kitaplarýnýz var o odada.. Ýþte bakýn! Hakikat mürþidleri raflara dizilmiþler, sabýrla sizi gözlüyor, sizi bekliyorlar.. Ýþte! Sözler, Mektubat, Lemalar, Þualar.. Gecenin karanlýðýnda bu ilmî mürþidler ile buluþtunuz. Marifet dersini dinlediniz o mürþidlerden.. O hakikat nurlarý kucakladý sizi.. Aydýnlandý içiniz.. Yýkandý gönlünüz.. Isýndý vücudunuz.. Ya da þöyle hayal edin: Gurbettesiniz.. Gönül dostlarýnýzdan ýrakta ve uzaktasýnýz. Kalbinizde bir rikkat ve içinizde bir hasret var.. Ruhunuz bir teselliye muhtaç.. Bir inþirah arýyor gönlünüz.. Bir enîse ihtiyaç duyuyor kalbiniz.. Hemen o an, açýyorsunuz Risale-i Nur’u.. Okumaya baþlýyorsunuz. Okudukça doluyor bataryalarýnýz, açýlýyor göðsünüz.. Geniþliyor sadrýnýz.. Firdevsî bir havayý teneffüs ediyor ciðerleriniz.. Ya da, yaþlanmýþ, kuþe-i uzlete çekilmiþ anne ve babanýzý düþününüz. Yorgunluk, ihtiyarlýk ve hastalýk omuzlarýna binmiþ; hayat iki büklüm etmiþ onlarý.. Mecalleri yok.. Bir þairin dediði gibi, yýllar baþlarýna yaðmýþ, saçlarý beyaz kefene bürünmüþ.. Babana “Ýhtiyarlar Risalesi”ni, annene de “Hastalar Risalesi”ni veriyorsun.. Gözlüklerini takýyor, okumaya baþlýyorlar. Meþakkat, ihtiyarlýk ve hastalýklarýn arkasýndaki vech-i rahmeti hissediyorlar. Ýçleri açýlýyor, ferahlanýyor; Allah’a hadsiz þükrediyorlar.. Ya da, bir derece afakîleþtin, maddeye daldýn. Dünya muhabbeti kuþattý içini.. Gösteriþ, þan u þeref ve alkýþ hissi sarhoþ etti seni.. Varlýk, devlet ve servet þýmarttý nefsini.. Gönlün bulanýk, his dünyan karýþýk.. Bir lakaytlýk, bir laubalilik çöktü içine... O zaman aç þeyh-ül ekber olan “Ýhlas Risalesi”ni.. O þeyh-ül ekberin rahle-i tedrisine diz çök, boyun kýr.. Can kulaðý ile dinle, o þeyh-i ekberi.. Bak, kalbini nasýl cilalayacak o þeyh-i ekber, seni ihlas vadisine sokacak.. Ya da, uhuvvette çiðleþtin, muhabbette bedevîleþtin, gönül dostlarýný kýrýyorsun, incitiyorsun.. Kardeþlerine karþý gabîleþtin, sertleþtin, asabîleþtin.. Hemen kalk, þeyh-i kebir olan “Uhuvvet Risalesi”ne müracaat et.. O þeyh-i kebirden uhuvvet dersini al.. Kalbini yumuþatsýn o þeyh-i kebir.. Kararttýðýn dünyalarý aydýnlatsýn, kapattýðýn kapýlarý bir bir açsýn.. Ya da, daha külli, daha cami ve daha muhit bir hizmet yapmak mý istiyorsun? Hemen kalk ve þeyh-i himmet olan “Hizmet Rehberi”ne yönel.. O þeyh-i himmet, sana himmet elini uzatsýn, ufkunu açsýn, þevkini kamçýlasýn, sana büyük hedefler göstersin. Ya da, hayatýn asýl gayesi olan imanda, marifet ve hakikatte derinleþmek mi istiyorsun? O zaman þeyh-ül azam olan Ayet-ül Kübra’ya, Elhüccetü’z-zehra’ya, Ýkinci Þua’ya, Otuzuncu Lema’ya, Onbirinci Söz’e, Ayet-i Hasbiye’ye müracaat et.. O þeyh-ül azamlarýn her birinden iman, hakikat ve marifet derslerini al.. Bir alim-i arif-i ilm-i Kur’an ol.. Ya da, Resul-u Ekrem’in(s.a.v) nurlu, edepli, müstakim yoluna tam temessük etmek mi istiyorsun? Rehber-i ekmel, hoca-i kainat, mürþid-i ekmel olan Resul-u Ekrem(s.a.v) nurlu caddesini beyan eden “Sünnet-i Seniyye Risalesi”ni mütalaa ve müzakere et.. O risale, seni evc-i kemalata uçurtsun.. Kabe-i kemalata yükseltsin.. Evet, Risale-i Nur, ilmî, manevî ve Kur’anî bir mürþid olarak dünyanýn her tarafýna ulaþmýþ.. Otuz küsur dile çevrilmiþ; ulaþtýðý her mekânda, her makamda, her menzilde insanlarý tenvir ediyor, hakikat dili ile insanlarýn imdadýna yetiþiyor. Bu mürþid ile buluþma ve görüþmenin bir külfeti de yok. Bugünkü iletiþim dünyasýnda, isteyen herkes o Kur’anî mürþide rahatlýkla ulaþabilir, dersini alabilir. Evet, Risale-i Nur, Kur’an’ýn icazýný beyan etmiþ, Kur’an’ýn envar, esrar ve hakikatlerini gözlere göstermiþ. Her asýrda olduðu gibi, bu asýrda da, hakikî ve daimî mürþidin Kur’an-ý Hakîm olduðunu beyan etmiþ, muhataplarýnýn nazar ve dikkatlerini doðrudan doðruya Kur’an’a çevirmiþtir. Bediüzzaman Hazretleri de kendisini mücevherat-ý Kur’aniye’nin bir dellalý olarak tavsif etmiþ, bütün hayatý boyunca, makamatý ihsas edici hal ve tavýrlardan þiddetle kaçýnmýþtýr. “Mürþid-i hakikî ve daimî, Kur’an-ý Hakîmdir. Hakiki tevhid-i kýble Kur’an ile olur.” ifadesiyle Kur’an-ý Azimüþþan’ýn her asýrda sýrr-ý veraset noktasýndan “velayet-i kübra”dan matlub feyz ve hakikatleri verebileceðini beyan buyurmuþtur. Evet, Risale-i Nur ve Risale-i Nur’un þahs-ý manevîsi, makam-ý ferdiyete mazhardýr. Ve O’nun þahs-ý manevîsi, velayet-i kâmile unvanýna sahiptir. Ve Risale-i Nur, velayet-i kübradan matlup feyizleri ehil olanlara verir. Risalelere mukabele sýrrý ile tam teveccüh edenler, saffet ve samimiyeti, takva ve amel-i salihi, sadakat ve kanaati nisbetinde o velayet nurlarýndan tefeyyüz edebilirler. Evet, velayet-i kübradan matlup feyizleri almak, elbette tatlý, hoþ ve güzel.. Ama, bu mazhariyetlerin daha güzeli, daha tatlýsý var.. O güzellik ve o tatlýlýk, doðrudan doðruya ihlas sýrrýna bakar. Yani muhlislerin ve muhlaslarýn caddesi olan bu keyfiyet; kulun ibadet ve taatý, hizmet ve faaliyetleri karþýlýðýnda maddî manevî hiçbir þey istememesi; ecir ve ücretini yalnýz ve yalnýz Cenab-ý Allah’tan beklemesidir. Velayet nurlarýný, feyz ve keþfe medar tecellileri hiç düþünmeden istikamet çizgisinde yürüyüp, hizmete, meþakkate ve külfete talip olmasýdýr. Böyle bir yol, elbette daha selametli ve daha hasbî olanýdýr. Bakýn, Hz. Üstad’ýn þu ifadeleri bu meseleye ýþýk tutmasý ve yol göstermesi noktasýndan ne kadar hakimane, ne kadar güzeldir: “Bu dünya, dâr-ül hikmettir, dâr-ül hizmettir; dâr-ül ücret ve mükâfat deðil. Buradaki a'mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a'mal, berzahta ve âhirette meyve verir. Madem hakikat budur, a'mal-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de memnunane deðil, mahzunane kabul etmek lâzýmdýr. Çünki Cennet'in meyveleri gibi, kopardýkça yerine ayný gelmek sýrrýyla, bâki hükmünde olan amel-i uhrevî meyvesini, bu dünyada fâni bir surette yemek, kâr-ý akýl deðildir. Bâki bir lâmbayý, bir dakika yaþayacak ve sönecek bir lâmba ile mübadele etmek gibidir. Ýþte bu sýrra binaen; ehl-i velayet, hizmet ve meþakkat ve musibet ve külfeti hoþ görüyorlar, nazlanmýyorlar, þekva etmiyorlar. "Elhamdülillahi alâküllihal" diyorlar. Keþf ü keramet, ezvak u envâr verildiði vakit, bir iltifat-ý Ýlahî nev'inden kabul edip setrine çalýþýyorlar. Fahre deðil, belki þükre, ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çoklarý o ahvalin istitar ve inkýtaýný istemiþler, tâ ki amellerindeki ihlas zedelenmesin. Evet makbul bir insan hakkýnda en mühim bir ihsan-ý Ýlahî, ihsanýný ona ihsas etmemektir; tâ niyazdan naza ve þükürden fahre girmesin. Ýþte bu hakikata binaendir ki, velayeti ve tarîkatý isteyenler; eðer velayetin bazý tereþþuhatý olan ezvak ve keramatý isterlerse ve onlara müteveccih ise ve onlardan hoþlansa; bâki uhrevî meyveleri, fâni dünyada, fâni bir surette yemek kabilinden olmakla beraber; velayetin mayesi olan ihlasý kaybedip, velayetin kaçmasýna meydan açar.” -Devam Edecek- Salih Okur Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.