derguiz Posted October 23, 2009 Share Posted October 23, 2009 Hüsran Kur'ân'ýn þu dünya hayatýnýn faniliðine, onun bir aldanýþ metaýndan öte birþey olmadýðýna, asýl olanýn ahiret yurdu olduðuna dair ikazlarý akýllarý durmaksýzýn uyarýp dururken; dahasý, þu gözümüz önündeki ölümler, zevallar, yitip gidiþler dünya fani gerçeðini sürekli bize teblið ederken, insanlarýn fani dünyanýn fani yüzüne kapýlýp kalmalarýný, hele ki þu fani dünyanýn fani menfaatleri yüzünden kendilerini ebedî felâketlere atacak iþlere imza atmalarýný bir türlü aklým almýyor. Ertesi sabaha çýkacaðýnýn garantisi yokken, bir insan nasýl bir baþka insanýn elindekine gözünü diker? Ertesi ay bu dünyada yaþýyor olacaðýný kimse garanti edemezken, ertesi seneyi ‘garantiye almak’ adýna bir insan nasýl yalan söyler? Hesap Günü zerre miskal hayýr gibi zerre miskal þerrin de hesabý görülüp karþýlýðýnýn verileceði Kur’ân adlý o eþsiz fermanla açýk ve berrak bir þekilde kendisine bildirildiði halde, insanlar nasýl haksýzlýða yeltenir, nasýl ölçüde tartýda hileye kalkýþýr, nasýl adaletten sapar? Dedim ya, aklým bir türlü buna cevap bulamýyor. Ýnsanýn, baþkasýna zararý dokunmadan sýrf kendine zararý dokunan yanlýþlara duçar olmasýný bir derece anlayabiliyorum da, þehidin dahi ‘kul hakký hariç bütün günahlarý affedileceði’ nebevî haberine raðmen, insanlarýn kul hakký karþýsýnda bu kadar umarsýzca durmalarýný hiç mi hiç anlayamýyorum. Haydi çok aldatýcý olan þeytan nefsiyle baþ baþa kaldýðýnda insaný “Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir; sonra istiðfar edersin, seni affeder” diye rahmetine yanlýþ bir surette güvendirerek kandýrdý ve nefsinin emirlerine meylettirdi diyelim; peki nasýl olur da insan Hesap Gününü de bildiði halde baþkasýnýn hakkýna girer? Hem, nasýl olur da Allah’ýn Semî’ ve Basîr, Latîf ve Habîr olduðunu bile bile yalana tevessül eder? Yakýn zamanda gözümün önünde cereyan eden bir ‘düþüþ,’ Asr sûresinin aydýnlýðýnda aklýma bir türlü sýðmayan bu hallerin bir izahýna kavuþmamý saðladý ne yazýk ki... Asr’a yemin ile baþlayan bu sûrenin; meselâ ‘dehr’e deðil de, zaman olarak ‘asr’a andolsun diyor olmasý, baþlýbaþýna manidar bir husus elbette. Asr ki, zamana iþaret ediyor olmanýn yanýsýra, bir açýdan yüzyýl gibi uzun bir zamaný ifade ediyor, ve muhtemelen âyette asýl murad olunan mânâsýyla ‘ikindi vakti’ni iþaretliyor. Bu mânâsýyla, sûrenin ilk âyeti, tabir yerindeyse, haydi henüz dünya sabahýnda, uyku mahmurluðu içinde veya henüz dünya güneþi tam üstünüzdeyken aldanmýþlýðýnýzýn bir açýklamasý olabilir; ama o dünya güneþi eðilip zevale doðru yol bulmuþken, gününüz, ömrünüz ve koca dünyanýn ömrü ikindiye eriþip guruba doðru yol almakta iken, dünyanýn ve bu dünya içinde insanýn faniliði aþikâre ortaya çýkmýþken, insanýn hâlâ daha hakký görüp ona göre yolunu çizemiyor oluþundaki garabete dikkat çekiyor. Ve, bir sonraki âyetiyle, bu garabetin akýbetini insana gösteriyor: “Asr’a andolsun, insan muhakkak hüsrandadýr.” Dünya fani, ben faniyim, bel baðladýðým herþey fani diye bildikten sonra, nasýl bu fani dünyaya ruhunu boðdurabilir, nasýl bu fani dünyanýn fani metalarý için vicdanýnýn raðmýna yalana yanlýþa kalkýþabilir ki insan? ‘Asr’a, dünyanýn faniliðinin apaçýk anlaþýldýðý bir uzun hayat tecrübesine raðmen böyle yapabiliyorsa, demek ki, akledip ders alma, hadisattan hakikate yol bulma yeteneðini yitirmiþtir o insan; dolayýsýyla, hüsrandadýr. Bu hüsrandan uzak durabilmenin ise, hepsi de hakikati görüp ona râm olabilmeye bakan üç istisnaî þartý vardýr: “iman edip amel-i salih iþleyerek birbirlerine hakký ve sabrý tavsiye edenler müstesna.” Ýþte tam da burada, hüsrana düþmemek için, ‘asr’dan ders almýþlýðýn bir niþanesi olarak, sûreler boyu defaatle zikredilen iman ve amel-i salih’in yanýnda, bir üçüncü þartý zikrediyor Kur’ân: “birbirine hakký ve birbirine sabrý tavsiye.” Demek ki, iman ediyor, amel-i salih iþlemeye gayret ediyor olduðu halde insaný ‘hüsran’ riskine açýk halde tutan bir keyfiyet var ki, o keyfiyet ancak ‘birbirine hakký ve sabrý tavsiye’ edebiliyor olunduðunda izale oluyor. Ki, üç âyetlik bu kýsa sûrenin bu en son ifade grubu, hem her iki kýsmýnda da yer alan ‘tevâsav’ ile, hem de hakký ve sabrý birbiri ardý sýra zikretmekle insana büyük dersler veriyor. En baþta, ‘tavsiyeleþmek,’ birbirine tavsiyede bulunmak anlamýna gelen ‘tevâsav,’ iki tarafýn da beslendiði, iki tarafýn da birbirine destek ve yardýmcý olduðu bir muhatabiyete dikkat çekiyor. Demek ki, insanlarýn yalnýzca bir kýsmý tavsiyeye muhtaç deðil; baþkasýna tavsiye eden kiþinin de tavsiyeye ihtiyacý var. Demek ki, iman edip amel-i salih iþleyenlerin bir kýsmý ayný zamanda tavsiye eden makamýnda olup, baþkalarý tavsiye edilen makamýnda deðil. Tavsiyeye her iki tarafýn, herkesin ihtiyacý var. Demek ki, hakikî ve samimî bir beraberlikte iki taraf da birbirini besliyor, birbirini tamamlýyor, yekdiðerinin zihinsel veya duygusal kilitlenme anlarýnda tavsiyeleriyle birbirine yardým ediyor. Hem, bu tavsiyenin yalnýzca ‘hakký tavsiye’ noktasýnda olmasý da yetmiyor. Bize hakkýn tavsiye edilmesine ihtiyacýmýz olabilir, kardeþimize hakký tavsiye etmemiz gerekiyor olabilir; ama sadece bu düzeyde bir tavsiye, belki tavsiye edilen hak sayesinde ‘zihinsel’ kilitlenmeyi aþmamýza yardýmcý olurken, bu hakikati görmüþlükten bu kez bir öfke ve hýnç üretmek sûretiyle yahut kendi iç dünyamýzý bu hak muvacehesinde yeniden biçimlendirmeye çalýþýrken aceleci davranýp ye’se kapý aralamak sûretiyle bizi duygusal bir kilitlenmeye sürükleyebilir. O yüzden, ‘tavsiyeleþme,’ sadece hakkýn tavsiyesi ile sýnýrlý deðildir. Tavsiye edilen, bu hakkýn tatbikinde ‘sabýrlý’ olmaktýr; yani, birbirine hem hakký, hem de sabrý tavsiye etmektir. Ýþte dünyanýn zevale meylettiði, insanýn üstünden dünya hayatýnýn hakiki yüzünü, zevalini ve fenasýný gördüm diyebileceði kadar bir tecrübeye eriþtiði þu ‘asr’da hüsrandan yakasýný ve paçasýný kurtarabilmenin lâzýmý, ‘iman edip amel-i salih iþleyerek,’ birbiriyle hakký ve sabrý tavsiyeleþenlerden olabilmektir. Yok eðer iki insan biraraya geldiðinde birbirlerine tavsiye ettikleri yalan, hile, hüd’a, fitne ise, onlarý bir büyük hüsran beklemektedir. O halde, demek ki, arkadaþlarýmýzýn niteliði ve arkadaþ olarak bizim niteliðimiz, ‘hüsran’a düþüp düþmeme noktasýnda önemli bir kýstas niteliðindedir. Arkadaþýmýza, dostumuza, karþýmýza çýkan muhatabýmýza hakký ve sabrý mý tavsiye ediyoruz; yoksa hilesine, hud’asýna, yalanýna, tuzaðýna aklýmýzý ortak ediyor veya þu fani dünyanýn fani menfaatleri hesabýna ona hile ve hud’a mý tavsiye ediyoruz? Hem, uðradýðý bir musibet veya haksýzlýk karþýsýnda, bir dostumuza, arkadaþýmýza, muhatabýmýza öfke ve aculiyet mi tavsiye ediyoruz; yoksa hakkýný tahsil yolunda sabýr ve itidal üzere olmasý gereðine mi dikkat çekiyoruz? Ýki insanýn gözümün önünde birbirine tavsiye edip durduklarý þeyin hak ve sabýr deðil, haksýzlýk ve hile, yalan ve aculiyet, fitne ve öfke olduðunu vukuundan sonra anladýðým bir hayat tecrübesi hengâmýnda, Asr sûresi, bu mânâlarýný dünyama açýverdi iþte. Ve bu mânâlarýn hatýrýna, insanlar eliyle kurgulanýp ucu bana da dokunan bir musibete göz baþ üstüne diyebildiðim gibi, þükretmem gereken bir büyük nimeti de bu vesileyle fark ettim. Þükürler olsun Rabbim; bana, ihtiyacým olduðu anda hakký ve ihtiyacým olduðu anda sabrý tavsiye eden arkadaþlar nasip ettiðin için... Þükürler olsun Rabbim; bana, arkadaþýna ihtiyacý olduðu anda hakký ve ihtiyacý olduðu anda sabrý tavsiye edebilir bir ahlâk nasip ettiðin için... www.karakalem.net Metin Karabaþoðlu Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.