Webmaster Posted June 5, 2009 Share Posted June 5, 2009 Said Nursi’nin Fikir ve Hareketleri Iþýðýnda Ermeniler Hakkýnda Bir Deðerlendirme Ermeni meselesine dair tartýþmalar, yaþadýðýmýz ülkenin ve dünyanýn gündeminde sýk sýk yer almaya baþladý. Her ne kadar meselenin hakikatinin anlaþýlmasý için ileriye doðru adýmlar atýlmýþ olsa da önyargýlarýn olanca gücüyle hâkim olduðu ve kronikleþtiði bir ortamda bu meselenin vuzuha kavuþturulmasý oldukça zor. Çünkü geçmiþ; ‘sahiplenilen’ bir tezi ispatlamak / güçlendirmek amacýyla delil bulma yeri olarak görülüyor. Hâlbuki ‘sahiplenilen’ bir tezi ispatlamak için deðil de gerçeði arama maksadýyla ‘Geçmiþte neler oldu?’ sorusu sorulduðunda ve tüm taraflarýn sesine kulak verildiðinde meselenin hakikatini anlama imkâný doðacaktýr. Bu yazýda, geçmiþte yaþanan olaylarýn bugün etkisi devam eden bazý sonuçlarý, yani birtakým güncel sorunlar ve çözüm imkânlarý üzerinde durulacaktýr. Üzerinde duracaðýmýz güncel sorunlar; önyargýlar, insanlar arasýnda nefretin yerleþmiþ olmasý ve geçmiþte yaþananlarýn bugünkü adaletsizlikleri meþrulaþtýrmak için kullanýlýyor olmasýdýr. Bazý yanlýþ anlamalarýn önüne geçmek için Ýslamî literatürde yer alan buðz ile bu yazýya konu olan nefretin farklý þeyler olduðunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Bugün yaþayan insanlarýn hiçbirisi geçmiþte vuku bulan acý olaylarda aktör deðildi. Ayný dine mensup olmak ya da ayný soydan gelmek daha öncekilerin yaptýðý hatalardan sorumlu tutulmayý gerektirmez. Geçmiþte olanlarýn doðru bir þekilde kavranmasý ve anlaþýlmasý, güncel sorunlarýn çözümüne katký saðlayacaktýr. Güncel sorunlar çözülebilirse, geçmiþte neler olduðunun doðru bir þekilde anlaþýlmasý daha kolaylaþacaktýr. Bu iki süreç birbirini destekleyecektir. Nefretin ve önyargýlarýn yeni nesillere nasýl aktarýldýðý üzerinde biraz durmak gerekiyor. Geleneðin içinde gömülü olarak iletilen deðer, tavýr ve davranýþ þekilleri, insan iliþkilerine yön verir. Gelenek donuk deðildir, yavaþ da olsa deðiþir ve ona meydan okumak elbette her zaman mümkündür. Gelenek birçok müspet öðeler içerse de ön yargýlar ve normalleþtirilmiþ adaletsizlikler gibi menfi öðeler de içerebilir. Geleneðin katmanlarý olduðu ve bu katmanlarýn birbirini etkilediði unutulmamalýdýr. Bir ailenin geleneði olduðu gibi, bir muhitin ve bir coðrafyanýn þekillendirdiði faklý farklý katmanlar da vardýr. Bu katmanlar arasýnda ters düþmeler olabileceði, örneðin ayný konuda biri müspet þeyler iletirken diðerinin menfi þeyler aktarabileceði akýlda tutulmalýdýr. Ýnsanoðlu, dünyayý, olaylarý ve kendini geleneðin ilettikleriyle anlamlandýrýr ve kendini ait hissettiði daireyi çoðu zaman gelenek üzerinden tanýmlar. Bu dairenin içinde kalanlar bizi oluþtururken, dýþarýda kalanlar ötekileri oluþturur. Elbette aidiyet hissedilen tek bir daire yoktur. Akrabalýk, arkadaþ grubu, memleket, millet ve din vb. üzerine temellendirilmiþ birçok daireye kendimizi ait hissederiz. Dairenin dýþýnda kalanlarla iliþkiler, dairenin içinde olanlarla iliþkilere nispeten daha çok sorun yaþanýlan ve adaletsizliklerin ortaya çýkma ihtimali yüksek olan iliþkilerdir. Dairenin dýþýnda kalanlara karþý nefret besleniyor ve önyargýlý yaklaþýlýyorsa iliþkilerde sorun yaþanmasý kaçýnýlmaz olur. Bir Bütünün Parçasý Olarak Ermeniler 1877’de dünyaya gelen Nursi, tarihin Osmanlý Devleti için çok hýzlý aktýðý bir döneme tanýklýk etti. Deðiþik müderris ve âlimlerden ders alýrken þahsi okumalarýyla da kendini geliþtirdi. Seyahatleri sýrasýnda yaþadýðý bölgenin sorunlarýný yakýndan idrak etti. Sorunlara karþý kayýtsýz kalmadý ve aktif bir þekilde çözüm bulmaya çalýþtý. O dönemde en büyük üç sorun olarak gördüðü cehalet, zaruret ve husumetin önüne geçmek için mücadele verdi. Bölgede huzurun saðlanmasý ve bölgenin geliþmesi ancak bu üç sorunun halledilmesiyle mümkün olabilirdi. Ermenilerle bölge halký arasýnda oluþan gerilimin kaynaðý da bu üç ana sorundu: “Hem de bizim düþmanýmýz ve bizi mahveden, cehâlet aða, oðlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düþmanlýk etmiþlerse, þu üç müfsidin kumandasý altýnda yapmýþlar.” (Münazarat, s:68-9.) S. Nursi, doðudaki aþiretler arasýnda dolaþtý ve üç büyük sorunun üstesinden gelmek için aþiret mensuplarýnýn neler yapmasý gerektiðini anlatmaya çalýþtý. Bu seyahatleri sýrasýnda ona sorulan sorular halkýn kafasýnýn birçok konuda karýþýk olduðunu gösterir. Aþiret mensuplarý, gayri Müslimler ve onlara tanýnan yeni haklar hakkýnda birçok soru sordular. Aþiret mensuplarý, meþrutiyetle birlikte gayr-i Müslim unsurlara tanýnan özgürlüklere itiraz ettiler. Ýslam’ýn bizatihi bu özgürlüklere izin verdiðini belirterek onlara þöyle cevap verdi: “Onlarýn hürriyeti, onlara zulmetmemek ve rahat býrakmaktýr. Bu ise, þer'îdir.” Ardýndan, baþka devletlerin sýnýrlarý içinde Müslümanlarýn yaþadýðýný ve onlarýn hak ve özgürlükleri olduðu gibi Osmanlý topraklarýnda yaþayan gayr-i Müslimlerin de hak ve özgürlükleri olmasý gerektiðini ifade etti. (Münazarat, s:60-1.) Gayr-i Müslimlerin devlet kadrolarýnda görev almasýna ve özelikle kaymakamlýk gibi idari görevleri ifa etmelerine de itiraz edildi. Çünkü bu tür memurluklar reislik gibi telakki ediliyordu. Aþiret baðlarý güçlü olduðu ve aþireti bir reis yönettiði için idareci olarak bir gayr-i Müslim idareciyi kabullenmekte zorlanýyorlardý. Nursi, Meþrutiyet’le birlikte hükümetin ve memurlarýn halkýn hizmetkârý olduðunu belirterek onlarýn da bu görevleri yapabileceðini belirtti. Memurlar, reis deðil aksine halkýn hizmetkârlarýydý. Bu baðlamda, gayr-i Müslim ülkelerde ikamet eden Müslümanlarýn da yaþadýklarý ülkelerde benzer görevleri yapabilmeleri gerektiðine vurgu yaptý. (Asar-ý Bediiye, s:324-5.) Aþiret mensuplarý, gayr-i Müslimlerle eþit kabul edilmeye de itiraz ettiler. Onlara hukuk kurallarýnýn herkese ayný þekilde tatbik edilmesi gerektiðini þöyle izah etti: “Müsavat ise, fazilet ve þerefte deðildir, hukuktadýr. Hukukta ise þah ve gedâ birdir. Acaba bir þeriat, karýncaya bilerek ayak basmayýnýz dese, tâzibinden men etse, nasýl benî Âdem'in hukukunu ihmâl eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet, Ýmam-ý Ali'nin (r.a.) âdî [sýradan] bir Yahudi ile muhakemesi ve medâr-ý fahriniz olan Salâhaddin-i Eyyûbî'nin miskin [fakir] bir Hýristiyan ile mürafaasý, sizin þu yanlýþýnýzý tashih eder zannederim.” (Münazarat, s:66.) Hem aþiretlerin kendi aralarýnda hem de Müslümanlarla gayr-i Müslimler arasýnda husumet vardý. Aþiretler arasýndaki düþmanlýklar ve eþkýyalar bölge halkýnýn güvenliðini tehlikeye sokuyor ve bölge halkýna zarar veriyordu. Meþrutiyet öncesinde yöneticilerin geliþtirdiði bazý çözümler ve onlarýn uygulamasý da “eþkýyalýk ve husumet derdiyle mültehib bulunan o vücuda iltihabý tezyid ed[iyordu] (Asar-ý Bediyye, s:295). Sorunlarý çözmeye çalýþýrken sorunlarýn daha da büyümesine sebep oldular. Nursi, böyle bir ortamda mevcut kargaþa ve karýþýklýklarý önlemeye çalýþarak Osmanlýyý oluþturan unsurlarýn ittihadýný saðlamaya çalýþtý. Örneðin, aþiretler arasýnda çýkan anlaþmazlýklarda arabulucu oldu ve sorunlarýn büyümeden çözülmesini saðladý. Nursi’ye göre, Osmanlýyý oluþturan farklý unsurlar arasýnda ittihadýn çözülmesinin sebeplerinden birisi; “bihakkýn adâlet-i þeriatý gösteremedik. Þeriat dairesinde, hukuklarýný istibdâdýn sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edeme[mektir.]” (Münazarat, s:67.) Farklý etnik ve dini aidiyetleri olan topluluklar, Osmanlý topraklarý içinde uzun bir süre barýþ içinde yaþadý. Adil muamele gördükleri ve haklarýný kullanabildikleri sürece farklý gruplarýn bir arada yaþayabilmesi mümkün oldu. Adaletten sapýldýðý ve bazý haklar engellendiðinde huzursuzluklar çýkmaya baþladý. Dostluk Hayat Bulacak Aþiret mensuplarý Ermenilerin kendilerine düþmanlýk ettiðini, bu yüzden onlarla ittihat etmelerinin zor olduðunu beyan ettiklerinde yeni bir döneme girildiðini hatýrlatarak onlara þöyle cevap verdi: “Düþmanlýðýn sebebi olan istibdat öldü. Ýstibdâdýn zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, þu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak deðil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktýr.” (Münazarat, s:67-8.) Ermenilerin uyandýðýný ve terakki ettiðini, bölgedeki aþiretlerin ise uykuda olduðunu belirterek, Ermenilerden öðrenilecek çok þey olduðuna vurgu yaptý. Çünkü, “[Ermeniler] uyandýlar, dünyaya yayýldýlar, terakkiyât tohumlarýný topladýlar; vatanýmýzda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüþyâr ediyorlar. Ýþte þu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzýmdýr.” Dostluða bugün de ihtiyaç var. Çünkü Türkiye’nin uluslararasý arenada daha kuvvetli olabilmesi ve hareket sahasýnýn geniþlemesi için Ermenilerle olan sorunlarý halletmesi gerekiyor. Mevcut durum, Türkiye’nin uluslar arasý alanda etkinliðini azaltýyor. Sorunlarýn halledilmesi iki taraf için de oldukça yararlý olacaktýr. Nursi, “[Ermeniler] Zîrâ komþudurlar. Komþuluk, dostluðun komþusudur.” sözleriyle, onlarla dost olmanýn gerekliliðine vurgu yapýyordu. Günümüzde ise, sýnýrlarýn her türlü etkileþime karþý set olarak kullanýlmasýndan dolayý bu eski dostlar birbirlerine oldukça yabancýlaþmýþ durumdalar. Hiçbir iletiþimin olmamasý düþmanlýklarý giderek artýrmaktadýr. Çünkü kiþi bilmediðinin düþmanýdýr (Lemeat, s:2). Bu eski komþular arasýnda irtibatýn tekrar saðlanmasý gerekir. Ýrtibat tesis edildikçe birbirlerini daha iyi tanýyabilir ve önyargýlar yýkýlabilir. ‘Yahudileri ve Hýristiyanlarý dost edinmeyin’ (Maide, 51) mealindeki ayeti delil göstererek Ermenilere muhabbet edemeyeceklerini ileri süren aþiret mensuplarýna þöyle cevap verdi: “Bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynalarý hasebiyledir. Hem de bir adam zâtý için sevilmez. Belki muhabbet, sýfat veya san'atý içindir. Öyleyse her bir Müslüman’ýn her bir sýfatý Müslüman olmasý lâzým olmadýðý gibi, her bir kâfirin dahi bütün sýfat ve san'atlarý kâfir olmak lâzým gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sýfatý veya bir san'atý, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasýn? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!” (Münazarat, s:70-1.) Said Nursi, insanlarýn sýfatlarýna vurgu yapar ve sýfatlar üzerinden insanlar arasýnda muhabbet ve dostluk köprüsü tesis eder. Bazen, bir özelliðine veya bir sýfatýna bakarak bir kiþi hakkýnda ‘menfî’ diye hüküm verilebiliyor. Hâlbuki bir insan hakkýnda kötü birisi olduðuna hükmetmek öyle kolay bir iþ deðildir. Oysaki biraz düþünülse, o kiþinin muhabbete layýk birçok sýfat taþýdýðý görülebilir. Bunlara Ýliþmeyiniz! Birinci Dünya Savaþý öncesinde kendi medresesinde talebelerine ders verirken Ermeni çetelerine karþý mücadele etmek için talebelerine ayný zamanda silah kullanmasýný da öðretiyordu. Silahlar ve kitaplar yan yanaydý. Ermeni çetelerine ve Birinci Dünya Savaþý’nýn baþlamasýyla Ruslara karþý savunma hattýnda görev aldý ve mücadele etti: “Van - Bitlis tarafýnda Ermeni komitesi, Taþnak fedaileri çok faaliyette bulunmasýyla, Eski Said onlara karþý duruyordu, bir derece susturuyordu.” (Tarihçe-i Hayat, s:518.) Ermeni çetelerine ve Ruslara karþý vatanýný müdafaa ederken bile masumlarý korumaya devam etti. Tarihçe-i Hayat’ýnda yer alan bir olay bunu çok güzel bir þekilde gösterir. Ermeni çeteleri geri püskürtüldüðünde bölgede yaþayan bazý Ermeni kadýn ve çocuklarý kaçamadý ve geri kaldý. Onlarý bir yere topladý ve “Þer’an bunlara dokunmak caiz deðildir” diyerek halkýn onlara zarar vermesini önledi. Ardýndan, onlarý, Ermeni fedailerine teslim etti. (Bediüzzaman Said-i Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatý, s:376.) “Bediüzzaman'ýn bulunduðu nahiyeye binlerle Ermeni çocuðu toplanmýþtý. Molla Said askerlere, ‘Bunlara iliþmeyiniz!’ diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuðunu serbest býraktý; onlar da, Ruslarýn içerisindeki ailelerinin yanýna döndüler.” (Tarihçe-i Hayat, s:99.) Bu müspet hareket hemen karþýlýk bulmuþtur. Ermeni fedaileri de haber göndererek artýk Müslüman çocuklarýna zarar vermeyeceklerini bildirmiþlerdir. Asayiþi Muhafaza Nursi, bir gruba mensup olan bir kiþinin yaptýðý hatanýn tüm gruba genellenemeyeceðini düþünüyordu. Bazý üyelerin hatasýndan hareketle tüm grup üyeleri hakkýnda menfi düþünülemezdi. Aþaðýda zikredilen olayda yaptýðý izah bunu çok güzel gösterir. Ermeniler hakkýnda genel bir hüküm vermek ve ferdî hatalarý gruba genellemek yerine, sadece hatayý yapaný sorumlu tutarsak herkes için adaletin saðlanmasý kolaylaþýr. Bölge halkýndan devlete isyan etmek isteyenleri bu fikirlerinden vazgeçirmeye çalýþtý. O dönemde Bitlis’te Þeyh Selim devlete baþkaldýrdý ve Bitlis Hadisesi vuku buldu. Bazý komutanlarýn dine muhalif hareketleri isyanýn gerekçelerinden biriydi. Ýsyana karþý çýkan Nursi, ileriki yýllarda isyan teþebbüsünü þöyle deðerlendirdi: “Eski Harb-i Umumî’den biraz evvel, ben Van'da iken, bazý dindar ve müttakî zatlar yanýma geldiler. Dediler ki: ‘Bazý kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel, bize iþtirak et. Biz bu reislere isyan edeceðiz.’ Ben de dedim: ‘O fenalýklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mes'ul olmaz. Bu Osmanlý ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karþý kýlýç çekmem ve size iþtirak etmem.’ O zatlar benden ayrýldýlar, kýlýç çektiler; neticesiz Bitlis hâdisesi vücuda geldi.” (Þualar, s:315.) Kur’an-ý Kerim’den aldýðý dersle asayiþi muhafaza için etrafýndakilere þu hatýrlatmayý yapýyordu: “Bir hanede veya bir gemide bir tek mâsum, on câni bulunsa, adalet-i Kur'âniye o mâsumun hakkýna zarar vermemek için, o haneyi yakmasýný ve o gemiyi batýrmasýný men ettiði halde, dokuz mâsumu bir tek câni yüzünden mahvetmek suretinde o haneyi yakmak ve o gemiyi batýrmak, en azîm bir zulüm, bir hýyanet, bir gadir olduðundan, dâhilî âsâyiþi ihlâl suretinde, yüzde on cani yüzünden doksan masumu tehlike ve zararlara sokmak, adalet-i Ýlâhiye ve hakikat-i Kur'âniye ile þiddetle men edildiði için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur'ânî itibarýyla, âsâyiþi muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz.” (Emirdað Lâhikasý, s:382) Sonuç Yerine Genelde kimin daha çok kayýp verdiði ve daha çok acý çektiði üzerinden hangi tarafýn haklý olduðu ispat edilmeye çalýþýlýyor. Bu bakýþ açýsý, güncel sorunlara çözüm üretmekten yoksundur. Aksine sorunlarýn devam etmesine katký saðlýyor. Hem Ermeniler hem de Müslümanlar geçmiþte yaþananlarýn günahýný / sorumluluðunu þu an yaþayanlara yüklememeli. Bir Müslüman, bu tür olaylarda, haksýz yere bir kiþiyi öldürmenin tüm insanlýðý öldürmek gibi olduðu (Maide, 32) prensibi ve kul hakkýna girip girmediði kýstasý üzerinden deðerlendirme yapmalýdýr. Onun kul hakký ihlal edilmiþ olsa bile bu durum onun baþkalarýnýn hakkýna girmesini meþrulaþtýrmaz. Elbette zulüm tasvip edilemez ve zulmü önlemek için mücadele etmek gerekir. Bu mücadelede ‘biz’i oluþturanlarýn, ayný daireye mensup olduðumuz kiþilerin yaptýðý zulümler istisna tutulmamalýdýr. Günümüzde her iki tarafta öteki olarak gördükleri ile iliþkilerini ve bakýþ tarzlarýný gözden geçirmelidirler. Hareket noktamýz ön yargýlar olmamalý, aksine kendimiz ve herkes için adalet olmalýdýr. Nursi, insanlarýn kendi hürriyetleri kadar baþkalarýnýn hürriyetlerine saygý göstermelerini istiyordu. Bunu þöyle ifade etmiþti: “Sizde olaný yarý hürriyettir. Diðer yarýsý baþkasýnýn hürriyetini bozmamaktýr.” (Münazarat, s:58.) Ýnsanýn özgürlüðü sýnýrsýz deðildir. Bir arada sorunsuzca yaþayabilmek için insanýn kendi özgürlüðüne deðer verdiði kadar baþkalarýnýn da özgürlüklerine deðer vermesi gerekiyor. Son olarak, hayatýný insanlýðýn imanýný tesis ve güçlendirmeye adayan Bediüzzaman Said Nursi’nin iman ile hürriyet arasýndaki iliþkiyi açýkladýðý bir pasaja yer verelim: “Zirâ, rabýta-i imân ile Sultan-ý Kâinata hizmetkâr olan adam, baþkasýna tezellül ile tenezzül etmeye ve baþkasýnýn tahakküm ve istibdadý altýna girmeye o adamýn izzet ve þehamet-i imaniyesi býrakmadýðý gibi; baþkasýnýn hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamýn þefkat-i imaniyesi býrakmaz. Evet, bir padiþahýn doðru bir hizmetkârý, bir çobanýn tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek imân ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. Ýþte Asr-ý Saâdet...” (Münazarat, s:59) Araþtýrmacý Yazar, Celil TAÞKIN 25.04.2009 Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.