Adem Posted December 19, 2008 Share Posted December 19, 2008 Zevk ve Keramet Avcýlarý F.Gülen SORU : Ýmam-ý Rabbânî Hazretleri Mektubat' ýnda, "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkiþafýný, binlerce ezvâk, mevâcid ve kerâmâta tercih ederim.” diyor. Bu sözü nasýl anlamalýyýz? CEVAP : Bildiðiniz gibi “ezvâk”, zevk kelimesinin çoðuludur; lezzetler, tatlar ve mânevi hazlar manasýna gelmektedir. “Mevâcid” ise, kalbe gelen zevkler, mânevî coþkunluklar ve insanýn kendinden geçip nefsini unutacak kadar ilâhî aþkla dolmasý hâli demektir. Tasavvuf ýstýlahý olarak ele alýrsak; mevâcid, bir kulun, evrâd ü ezkâra devam ederek Cenabý Hak'la münasebetini derinleþtirmesi sayesinde, metafizik gerilime geçmesinin ve sürekli deðiþik vâridlere mazhar olmasýnýn unvanýdýr. Keramete gelince o, Allah'ýn halk etmesiyle Hak dostlarýnda görülen fevkalâde hâl, söz, davranýþ, nazar, teveccüh ve tesir demektir. Diðer bir ifade ile keramet, Allah'ý seven, O'na itaat eden ve O'nun tarafýndan da sevilen veli kullara bahþedilmiþ ekstra bir ikram ve Cenabý Hakk'ýn özel teveccühünden ibaret bir harikadýr. Harikulâde halleri üç kategoride deðerlendirmek mümkündür: Peygamberlik davasýyla alâkalý fevkalâde hâllere "mucize"; "tezkiye-i nefis" ve "tasfiye-i kalb"e muvaffak olmuþ bir velinin olaðanüstü hâllerine "keramet" denilegelmiþtir. Bunlardan baþka bir de “istidraç” vardýr ki, o da, fasýk ve facir kimselerin eliyle ortaya konan ve onlar için Allah'ýn bir mekri, baþkalarý için de bir imtihan olan, iman ve salih amele iktiran etmeyen harika bir hâl, söz ve tavýrdýr. Ýnsan bazen, Allah nezdinde kabul gören bir imana sahip olmadan da bazý zevk ve vecd hâlleri yaþayabilir. Mesela; bir insan kendisini mistisizme vererek çok ciddi bir ruhânî zevke erebilir.. yoga ile her þeyi tül pembe göreceði bir havaya girebilir. Vakýa, bunlar da bir uyuþturucu gibidir; bunlar sayesinde insan problem ve sýkýntýlarýný muvakkaten unutur, geçici bir tatmine ulaþýr. O hâlin tesiri geçip de tekrar gerçek hayata, problem ve sýkýntýlarýn arasýna dönünce yeniden o türlü þeylere sýðýnma ihtiyacý duyar ve bir kere daha yogaya, meditasyona, bir kýsým mistik ritüellere yönelir. Yeniden translar yaþar, fevkalâde duygular tadar, harikulâdeden bazý þeyler hisseder. Bilmem ki, bütün bunlar, birer mazhariyet midir yoksa maruziyet mi; baþa gelen bir musibet midir yoksa bir mevhibe mi? Her ne ise ve Allah'ýn ne türlü bir imtihanýysa, bunlar, dine baðlý olmadan da gerçekleþebilir. Mesela, son günlerde adý sýkça duyulan Kabala bu türlü þeylerle doludur. Kabalistler, hep böyle tatmin arayýþlarýný deðerlendirir ve bazen ervâh-ý habiseden, bazen cinden ve bazen de þeytandan istifade ederler. Kabalizm, zahiren, kötülüklerle mücadele metodu gibi gösterilse de, aslýnda semboller yoluyla güç kazanma isteðine baðlý ve büyüye dayalý bir akýmdýr. Kaynaðýnýn Ýsrailoðullarý'na dayandýðý ve Yahudilik'le ortaya çýktýðý söylense de, aslýnda Kabala'nýn Tevrat'la hiçbir alakasý yoktur; onun menþeini Eski Mýsýr'ýn putperest anlayýþýna ve Firavunlarýn sihirbazlarýna dayandýrmak daha doðrudur. Putperest kavimlerin büyü ritüellerini de kullanan Kabala sayesinde habis ruhlar, cinler ve þeytanlar, aldatýlmýþ insanlarýn etrafýnda meltemler estirirler, deðiþik esintilerle onlarý biraz rahatlatýrlar, sýcak bir havada baðrý yanan insaný serinletiyormuþ gibi, onlarýn yüreklerine de sahte bir serinlik serpebilirler. Fakat, bu da, nefs-i emmârenin, þerir cinlerin ve þeytanlarýn ayrý bir oyunudur. Týpký kâhinlerin bir tane doðru söyleyip yüz tane yalaný yutturduklarý, bir doðrunun ardýna yüz tane kizb sakladýklarý gibi, Kabala, yoga ve meditasyon benzeri uyuþturucu mahiyetli sistemler de belki geçici bir rahatlýk saðlayabilirler ama insan gönlünün ihtiyaçlarýný karþýlayamaz ve kat'iyen onun ebedi taleplerine karþýlýk veremezler. Aksine, bir süre sonra insanlarda kapanmasý zor ve daha büyük boþluklar açar, ruhî boþalmalara sebebiyet verir, iyileþmesi adeta imkansýz yaralar hasýl ederler. Çünkü bunlar, hak bir dine baðlý deðildir. Evet, Mistisizm, Hermetizm, Manihizm, Zerdüþtizm, hatta Brahmanizm ve Yogizm gibi akýmlar hak bir dine dayalý rûhî tecrübeler sonucunda deðil, bir kýsým tarihî tecrübeler neticesinde ortaya konmuþ yollardýr. Bu açýdan, ruhânî zevkler, keþifler, bir manada vecdler, maverâ-ý tabiatý okumalar.. dinin dýþýnda da hasýl olabilir. Mesela, büyücüler, kâhinler ve Parapsikoloji'nin deðiþik dallarýyla meþgul olan kimseler de sizin önünüze çok fevkalâdeden þeyler koyabilirler. Onlarýn ortaya koyduðu bu þeyler, Allah'a yakýnlýða, salih amellere ve ihlasa da dayanmaz; dolayýsýyla, Allah'ýn maiyyetine, Cenabý Hakk'ýn hýfz, riâyet ve inayetine dayanmayan bu harikulâdelikler kat'iyen bir kýymet ifade etmez. Çünkü, bir þeyin kýymet ifade etmesi, Allah'la münasebetine baðlýdýr. Ýman Sarayýnýn Fikir Mimarý Sen Olmalýsýn... Dolayýsýyla, zevk, vecd ve keramet türünden olan fevkalâdeliklerde ilk aranmasý gereken husus, bunlara hak dinin esaslarýna dayanan bir yolla mý yoksa batýl bir kýsým metodlarla mý ulaþýldýðý meselesidir. Þayet, bunlarla varýlmak istenen nihaî hedef gönül huzuru ise, o huzura ulaþmanýn yolu Peygamberlerin izlerini takip etmektir. Bir dönemde Peygamberlerle varýlan hedefe daha sonraki devirlerde de ancak onlarýn arkada býraktýðý iþaret taþlarý takip edilerek varýlabilir. Ayrýca, zevk, vecd, keþif ve keramet þeklindeki harikulâdeliklerin bir kýymet ifade etmesinin en deðerli yaný da, onlarýn bir istidraç olabileceði endiþesiyle ve þu hislerle karþýlanmasýdýr: “Ben bunlara deðil, Sana talibim Allahým. Senden zevk de, keramet de istemiyorum. Sana hâlisâne teveccüh etmeyi diliyorum. Senden tek þey dileniyorum; eðer ezvâk ve kerâmâtla baþým dönecekse gözümü hiç açma; illâ açacaksan, gönlümü sadece Sana karþý aç. Bana öyle bir iman ver ki, bin tane þeytan, bin ayrý vesveseyle gelse de hiç sarsýlmayayým.” Evet, þeytanlarýn vesveseleri karþýsýnda sarsýlmama, haramlara ve helallere riayet etmeye ve günahlara karþý tetikte beklemeye baðlýdýr. Ýyi bir kul için esas olan, zevk, vecd ve keramet deðil; herhangi bir haram karþýsýnda tir tir titreyerek, bir ilahî emri yerine getirme hususunda da arzulu olarak yaþamak, kulluk vazifesini kusursuz yapmaya çalýþmak, ahlâkýn ve dini hayatýn delinmesine sebebiyet verebilecek olan yasaklardan yýlandan-çýyandan kaçýyor gibi kaçmaktýr. Evet, zevk, vecd ve keramet peþine düþmemeli; imaný inkiþaf ettirmenin ardýnda olmalý. Ýnsan önce ibtidâî, ham ve iþlenmemiþ bir imanla iman etmiþ olur. Baþlangýçtaki o iman, kültür ortamýna ve çevreye baðlý taklîdî bir imandýr. Mesela siz, dini bilen, ona göre yaþamaya çalýþan insanlarýn arasýnda doðup büyümüþ, onlardaki inancý görüp Allah'a, Peygamber'e, Kur'an'a inanmýþsýnýz. Ýþte, sadece böyle bir duyma ve görmeyle elde ettiðiniz iman, taklidî, ham ve olgunlaþmamýþ bir imandýr. O, bir beyin fýrtýnasý neticesinde, kalbinizin heyecan ve helecanlarý sonucunda, kendi içinizde, kendi duygu, düþünce, teveccüh ve nazarlarýnýzla oluþturduðunuz bir inanç âbidesi deðildir. Þayet iman, insanýn âfâkî ve enfüsî tefekkürde bulunmasý ve akl-ý meâþýný (sadece yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eðlenmek gibi hep bedenin rahatýný ve nefsin menfaatini düþünen akýl) akl-ý meâda (ilim ve irfanla terbiye edilen, ebedî huzura kavuþabilmek için hâlini ýslâh etmeyi düþünen ve dünyâya deðil âhirete deðer veren akýl) çevirmesi neticesinde, kalbde Allah'ýn yaktýðý bir nur ise, onda bir fikir iþçiliði de bulunmalý; insan, kendi iman sarayýnýn fikir mimarý olmalýdýr. O, iþin planýný hazýrlamalý ama “Ýþi ben yapýyorum” dememeli; “Halbuki sizi de, yaptýðýnýz þeyleri de yaratan Yüce Allah'týr.” (Sâffât, 37/96) mealindeki ayet-i kerimenin fehvasýnca, iman ýþýðýný yakma ve sarayý inþâ etme iþini Allah'a vermelidir. Þu kadar var ki, insanýn “benim imaným” diyebilmesi için onda kendi eserinin de olmasý ve bir yönüyle, irade ve þart-ý adi planýnda kendine ait bir cehd ve gayretin de bulunmasý lazýmdýr. Plan ve Projelerde Sebeplere Riayet Ýnsan, iman esaslarýný ilk kabul ve ikrarýndan sonra, iman hakikatlerini inkiþaf ettirme gayretlerine girmelidir. Çocuklar için haftasýna, ayýna ve yaþýna uygun yiyecekler ayarlandýðý gibi, insanlarýn herbirinin, kendi durumuna göre imanî ve fikrî inkiþafýný temin edebilecek bilgilerle donanmaya çalýþmasý gerekir. Akýl, kalb, his, þuur, irade ve hatta zihinde herhangi bir boþluk býrakmayacak þekilde, sürekli bir donaným peþinde olmasý iktiza eder. Beden ve cismaniyet yönüyle devamlý terakki eden ve geliþen insanýn, kalbî ve ruhî hayatý itibariyle de sürekli bir inkiþaf içinde olmasý lazýmdýr. Salih bir kul, gözünü daima ufuk ötesine dikmeli, daha öteleri düþünmeli ama yüzünü de hep yerde tutmalýdýr. Yani, fevkalâde mahviyet ile harikulâde âli-himmeti cem' etmeli ve öyle âli-himmet olmalýdýr ki, “Ben kalbimi seslendirir, gönlümü konuþturursam, elimi uzattýðým zaman Cennet'i bile çekip alabilirim, Allah'ýn izniyle.” diyebilmeli ve buna inanmalýdýr. Fakat, “Ben, mikroptan daha zavallý bir mahlukum.. bana bu teveccüh ve ihsanlar nedendir, onu da bilmiyorum!” diyerek baþýný yere koyup aðlayacak kadar da fevkalâde bir mahviyet ve hacâlet ruhu taþýmalýdýr.. iþte bu, bir mü'minin karakteristik tavrýdýr. Abdülkadir-i Geylânî, Þâh-ý Nakþibend , Ýmâm-ý Rabbânî, Hâce-i Ahrar, Ebu'l-Hasen el-Harakânî gibi Hak dostlarý arasýnda çok erken ve genç yaþýnda inkiþaf eden büyükler de vardýr. Mesela, Ebu'l-Hasen el-Harakânî Hazretleri daha doðmadan, Hazreti Bâyezîd-i Bistâmî onu müjdelemiþ; Harakân'dan büyük bir velî çýkacaðýný tam bir asýr önceden haber vermiþ ve hatta oradan geçerken “Burada bir nur görüyorum, sýrtýmý dayayacaðým bir amûd-i nuranî görüyorum.” diyerek Ebu'l-Hasen Hazretlerinin evini iþaret etmiþtir. Ebu'l-Hasen el-Harakânî Hazretleri , Bâyezîd-i Bistâmî'nin manevî bir iþareti üzerine Kur'an okumaya baþlamýþ; ona medyuniyetini ifade ve onun ruhaniyetinden istifade düþüncesiyle, her gün 10 kilometrelik bir mesafeyi yürüyerek sabah namazlarýný manevi þeyhinin türbesinde kýlmýþtýr. Ýþte, Ebu'l-Hasen Hazretleri gibi bazý insanlar, çok erken dönemde bir mevhibe-i ilahîyeye mazhar olabilir; özel lütuflarla sefiraz kýlýnabilirler. Fakat, hüküm, proje ve planlar ekstra lütuflara, sürpriz ihsanlara ve harikulâdeliklere bina edilmez. Biz esbab dairesi içinde bulunduðumuzdan dolayý plan ve stratejilerimizi de sebeplere göre yapmak zorundayýz. Allah Rasûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) tavýr ve davranýþlarý bu konuda da en güzel örnektir: O'nun kadar Allah'a güvenen ve Cenabý Hakk'a itimat eden baþka bir insan yaratýlmamýþtýr. O'nun, içini dökerek Allah'tan istediði bir þeyin gerçekleþmemesi söz konusu deðildir. Allah (celle celalühû), Peygamber Efendimizin her isteðini kabul etmiþ ve O'na çok hususî lütuflarda bulunmuþtur. Bununla beraber, Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu, plan ve projelerini harikulâdeliklere bina etmemiþ, sadece kavlî dualarla yetinmemiþ ve her meselede sebepleri de gözeterek gereken esbâbý yerine getirmiþtir. Mesela, Bedir Savaþý'na çýkarken “Dua ederiz, Allah bizi muzaffer kýlar” demekle iktifa etmemiþ; þart-ý adi planýnda zafere götüren vesileleri de hazýrlamýþtýr. Askerlerini çok stratejik noktalara yerleþtirmiþ, su kuyularýný kapattýrmýþ, açýk býraktýðý tek kuyunun baþýna muhafýzlar koymuþ ve sebeplere riayetin hakkýný da vermiþtir. Bunun akabinde de, ilahî nusret ekstradan bir lütuf olarak gelmiþtir. Bir Sahabi Efendimiz diyor ki, “Savaþ sýrasýnda bütün âfâký birden bire “Ýlerle Hayzum!” þeklinde lâhûtî bir sadâ ve bir kamçý sesi doldurdu. Rasûl-i Ekrem buyurdular ki, “Hayzum, Cibril'in atýdýr. Kamçýyý vuran da O idi.” Hazreti Cibril, o gün baþýna Zübeyr b. Avvam'ýn sarýðý cinsinden sarý bir sarýk sarmýþ, saða sola koþturmuþtur. Evet, Allah (celle celalühû), Habibini melekleriyle te'yid etmiþ; O'nu hiçbir zaman terketmediði gibi, o gün de yalnýz baþýna býrakmamýþtýr. Ýslam tarihinde, harikulâdeden inayete mazhar olunan yüzlerce misal vardýr. Onlardan biri de Çanakkale'de þehadet þerbetine koþan Osmanlý erlerine nasip olmuþtur. Hazreti Aziz u Kahhar zalimlerin hesaplarýný alt-üst etmiþ, mü'minleri ilahî riayet ve kilâetiyle muzaffer eylemiþtir. Çanakkale'de Ýngiliz ordularý kumandaný Hamilton'un "Sizin ordularýnýz içinde beyaz atlý ve sarýklý insanlar savaþýyordu" dediði, çoklarý tarafýndan bilinen gerçektir. Evet, Bedir'de olduðu gibi daha sonra da, Cenabý Allah, mü'min kullarýna yardým için Melâike-i kirâmý yeryüzüne indirmiþ; muvazzaf melekler, baþlarýnda sarýklarla etrafa dehþet saçmýþ ve düþmanlarýn kalbine korku salmýþtýr. Ne var ki, Allah Rasûlü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) plan ve projelerini asla harikulâde þeylere baðlamadýðý gibi, O'nun ümmeti de fevkalâdelikleri proje dýþý tutmalý ve kat'iyen esbabda kusur etmemelidir. Ýmanda Ýnkiþafýn Vesileleri Ýþte, hakikî imaný inkiþaf ettirme mevzuunda yapýlmasý gerekli olan þeyler ve o hususta hedefe götürücü sebepler nelerse, onlarýn da yerine getirilmesi þarttýr. Öncelikle, fikrî beslenme adýna âfakî ve enfüsî tefekkürde bulunma, idrak ufkuna uygun bazý þeyler mütalaa etme, kainat kitabýný iyi okuyup deðerlendirme ve donanýmlý bir mü'min olabilmek için ciddi cehd ü gayret ortaya koyma çok önemlidir. Ayný zamanda, nefis tezkiyesi, kalb tasfiyesi ve ruh terbiyesi peþine düþme, evrâd u ezkârda kusur etmeme, geceleri ihyada gevþek davranmama ve Cenâbý Hakk'a teveccühte sürekli olma gibi hususlar imanda vüzuh ve inkiþafa götüren mühim vesilelerdir. Evet, bu mevzudaki bir cehd ve gayret, Hazreti Üstad'ýn Ýmam-ý Rabbanî Hazretlerinden naklettiði söze binaen, binlerce zevk, vecd ve kerametten üstündür. Binlerce zevk, vecd ve keramete mazhar olarak Allah'ýn huzuruna gitmektense, Zât-ý Uluhiyet'le alâkalý imanî bir meselenin daha gönülde inkiþaf etmesi ve imanýn bir derece daha kuvvetlenmesi tercih edilmelidir. Onlar, Cenabý Allah'ýn insandan istediði þeyler deðildir. Kuldan istenen þey; aksine ihtimal vermeyecek þekilde ve riyazi kat'iyyetin kat kat üstünde bir imandýr. Son cümle bana, Nakþî tarikatýnda pîr sayýlan ve “O Kâsým bin Muhammed pek güzeldir; inâyât-ý keremi lemyezeldir” diye zikredilen Kâsým bin Muhammed'i hatýrlattý. O, çok ciddi ve gözüyaþlý bir insan olmasýna raðmen, Zat-ý Vâcibu'l-vücud'un varlýðý hakkýnda þüphe ve tereddüt izhar eden birini görünce kahkaha atarcasýna güler; “Allah Allah, þu ahmak adama bakýn, Zat-ý uluhiyet hakkýnda þüphe ediyor!..” dermiþ. Belki o türlü reybîlerin haline aðlanmasý gerekir ama o büyük zat, öyle inanmýþ ki, o hususta þüphe etmeyi ancak ahmaklara yakýþtýrabildiðini ifade etmek için kendi vakar sýnýrlarýný zorlar ve adeta kahkahayla gülermiþ. Ýþte, öyle inanmak lazým... Ayrýca, insan imanýný marifete çevirme gayreti içinde olmalý, inanmayý tabiatýna mal etmeli. Eðer iman, tabiatýnýzýn bir derinliði haline gelmiþse, onunla Cennet'e gidebilirsiniz. Zevk-i ruhânîden nasibiniz çok az olsa da, þevk ve iþtiyakýnýz eksik kalsa da, iman içinizde oturaklaþmýþsa yine Cuma yamaçlarýna ulaþabilirsiniz. Önemli olan, Allah'la irtibatýnýzdýr; eðer O'nsuz edemiyorsanýz, O'nu andýðýnýz zaman burnunuzun kemikleri sýzlýyorsa, “Amaaan Sensiz bir âným bile geçmesin!” diyebiliyor ve O'nsuz dakikalarýnýzý cansýz, bereketsiz görüyorsanýz, baþkalarý gibi aðlayýp sýzlayamasanýz, içinizi dökemeseniz, þevk u iþtiyak yaþayamasanýz, keþif ve keramete mazhar olamasanýz da asýl elde edilmesi gerekeni yakalamýþsýnýz demektir. Hatta geceleri kalkýp alnýnýzý yere koysanýz, saatlerce bir üns esintisi bekleyip dursanýz, bir mevhibe-i ilahiye arasanýz, açýlma ve doya doya içinizi dökme isteðiyle çýrpýnsanýz, fakat O, size aradýðýnýzý vermese ve hiçbir þey hissedemeseniz, yine de o seccadede bulmanýz gerekeni bulmuþ sayýlýrsýnýz. Vermek ya da vermemek O'nun murad-ý sübhânisine baðlýdýr ve en büyük ihsân-ý Ýlâhî, ihsan ve ikramýný hissettirmemektir. Size düþen, meseleyi bu þekilde deðerlendirmek ve zevk ya da vecde deðil, O'nunla irtibatýnýzýn kuvvetine bakmaktýr. Evet, zevk ve vecdleri tatmadan, keþif ve kerametlere mazhar olmadan yaþayýp ölmesine raðmen Cennet'e giden çoktur; ama imansýz Cennet'e giren hiç yoktur. Bu ifadelerimden dolayý, ruhânî zevkleri ve kerametleri hor görüp hafife aldýðým zannedilmesin. Onlarýn da bir yeri vardýr; ehlullahtan binlerce insan o türlü harikulâdeliklere mazhar olmuþ ve eserlerinde o mevzulara da yer vermiþlerdir. Anlatmak istediðim husus, onlara kat'iyen gönül baðlanmamasý ve asýl maksat gibi bakýlmamasýdýr. Zevk-i ruhânîyi tatma, cezb ü incizâba mazhar olma, þevk ü iþtiyakla coþma gibi þeyler Allah'ýn deðiþik dalga boyundaki mevhibeleri ve atýyyeleridir. Fakat, insan kat'iyen bunlara tâlib olmamalý, bunlar için elini kaldýrýp dua etmemelidir. Þayet kendi ihtiyarý haricinde öyle fevkalâde þeylerle karþýlaþýrsa, o zaman da, bir imtihanla karþý karþýya olduðunu düþünmeli; onlardan dolayý asla caka yapmamalý, kendi nefsine pay çýkarmamalý; onlarý kendisine bahþedilmiþ birer varidat gibi göstermemelidir. Bir insanýn, zevk, vecd ve keramet gibi þeyleri bir üstünlük vesilesi saymasý ve kendi faziletine terettüb eden birer lütuf þeklinde kabul etmesi vesile-i haybettir, hüsrandýr ve aldanmýþlýktýr. Kulluðu Allah'a baðlama gibi âlî ve çok semereli bir þeyi, Cenabý Hakk'dan gelecek tecelli dalga boyundaki çok küçük çerezlere feda etmek demektir. Çerezlerle oyalanýp o çerezleri daðýtan Cevvâd u Kerîm'i görmeme demektir. Oysa, sadece Allah istenmeli, yalnýzca O'nun rýzasý arzulanmalýdýr. Ahiret Meyvelerini Dünyada Yememeli... Hatta insan, bazý harikulâde ihsanlara mazhar olduðu zaman, ahirete ait nimetler dünyada, fânî bir surette verildiðinden dolayý üzüntü duymalýdýr. Bundan dolayý, kâmilen kalbini Allah'a vermiþ insanlar, keþf ve kerametler karþýsýnda, “Ya Rabbi! Ben ne kusur yaptým ki, bana dünyada böyle fevkalâdeden þeyler veriyorsun?” diyerek teessürlerini ifade etmiþlerdir. Aslý münakaþaya açýk olsa da anlatmak istediðinden ibret alýnabilecek bir menkýbede denilir ki: Bir Hak dostu, ekim mevsimi geldiðinde bir talebesini çaðýrýp ona bir miktar tohum veriyor ve “Bunu al, hem kendi tarlana hem de benimkine tohum saç.” diyor. Talebe, Üstadýnýn emrini yerine getiriyor ve iki tarlayý da ekiyor. Hasat zamaný gelince gidip bakýyor ki, Efendinin tarlasýnda hiç buðday çýkmamýþ, tohumlarýn hepsi çürümüþ veya serçeler, sýðýrcýklar taneleri kapmýþ götürmüþ; fakat, kendi tarlasý öyle boy atmýþ ki, belki bir dane yedi baþak vermiþ. Talebe, Hak dostunun yanýna gelince iþin hakikatini söylemeye cesaret edemiyor; hayýr mülahazasýyla ve Üstadýný memnun etme niyetiyle yalan söylüyor. Aslýnda birini memnun etmek için de olsa yalan söylemek doðru deðildir. Yalandan fevkalâde kaçýnmak ve insaný Cennet'e koymak için bile yalan söylememek lazým. Üç yerde yalanýn tecviz edildiðine dair bir rivayet vardýr. Fakat, Hazreti Üstad'ýn çaðýn müftüsü olarak bu konuda verdiði fetvayý esas almak ve “Zaman, yalaný nesh etmiþtir” demek daha doðrudur. Üstad Hazretleri, “Maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü, yalanýn muayyen bir haddi yoktur; o, su-i istimale müsait bir bataklýktýr. Hükm-ü fetvâ ona bina edilmez” der. Evet, mü'minin her söylediði doðru olmalý; eðer sözü zarar getirecekse, sükût etmeli ama asla yalana girmemeli. Ýþin doðrusu budur ama o talebe maslahat ve zaruret için bazý âlimlerin verdiði "muvakkat" fetvâyý yanlýþ yerde kullanýyor ve hocasýna “Efendim, maþaallah, sizin tarla bire yüz vermiþ; diðer tarlalarda ise hiçbir þey bitmemiþ” diyor. Efendi, bu haberi duyar duymaz kalkýyor, hemen baþýný yere koyuyor ve hýçkýra hýçkýra aðlamaya baþlýyor. “Ya Rab, diyor, ben sadece Seni istiyordum. Ahiret meyvelerini burada yiyip bitirmeyi arzu etmiyordum. Ne yaptým ve ne günah iþledim ki, sadece benim tarlamda ürün halk ederek sa'yimin semeresini dünyada veriyorsun?” Sonra da Hazreti Ebu Bekir (radiyallahu anh) gibi sahabe efendilerimizin dünya nimetleri karþýsýnda okuyup aðladýklarý “Bütün zevklerinizi dünya hayatýnýzda kullanýp tükettiniz, onlarla safa sürdünüz.” (Ahkaf, 46/20) mealindeki ayeti okuyup iç çekiyor. Üstadýnýn çok ýzdýrap duyduðunu görünce, talebe hemen dize geliyor, “Efendi hazretleri, ben sizi üzmemek için hilaf-ý vâki beyanda bulundum. Hiçbir þey bitirmeyen tarla sizinki, baþak salan da benimki idi” diyor. Hak dostu anýnda ellerini açýyor ve “Elhamdulillah Ya Rabbi!” diye hamdediyor. Bu sözlerimin manasý da, “Tarlalarýnýz baþak salmasýn, iþleriniz hiç tutmasýn, her þeyiniz ters gitsin, sa'yiniz hebâ olsun” demek deðildir. Ben, Allah rýzasý hesabýna yapýlan iþler için dünyada karþýlýk beklememek ve dünyevî mükafât istememek gerektiðini anlatmaya çalýþýyorum. Hele halis ubudiyetlerde, yani temeli tamamen taabbüdîliðe baðlý amellerde, Allah korusun, dünyaya ait küçük bir istek aklýnýzdan geçiyorsa, “Þu namazýmý kýlarken þöyle bir huzur duyayým, zevk u þevkle coþayým” diyorsanýz ve bir de onun ötesinde þirk sayýlan “Baþkalarý da, huzur nasýl olurmuþ bir görsünler; nasýl secde edilirmiþ benden öðrensinler” þeklinde düþüncelere giriyorsanýz, Kabe'nin etrafýnda dönerken Lât'a, Menât'a temennâ çekiyorsunuz demektir. Bu çok hassas bir konudur. Allah'a kulluk ve namaz, Allah'tan gayrý her þeyden kalbin ferâðýný, masivânýn gönülden atýlmasýný gerektirir. Þayet kalbinizde masivâya yer varsa, baþka þeyler orada civciv yapýyorsa ve siz þöyle-böyle onlarla meþgul oluyorsanýz, mihrabýn dýþýnda baþka bir yöne dönüyorsunuz demektir. Sadece Seni Ýsterim!.. Bu açýdan, aslâ keþif, keramet, haz ve zevk avcýsý olmamalý, onlara karþý ciddi bir tavýr almalýsýnýz. Fevkalâdeden bazý þeyler, sýrlar dünyasýndan sizin kapýnýzýn önüne dökülünce de, þöyle demelisiniz: “Rabbim, bunu ben taleb etmemiþtim ama Sen gönderdin. Acaba, benim kestiremediðim bir hikmetin mi var? Yoksa, yürüdüðüm yol ve hizmet anlayýþým hakkýnda baþkalarýnýn su-i zanlarý ve þüpheleri vardý da onlarý izale etmek için miydi bu fevkalâde ihsanlar? Benim bir tereddüdüm yoktu Ya Rabbi. Ne Senin varlýðýn hakkýnda, ne gönderdiðin Peygamber hakkýnda, ne de bizim için seçip baðlanmamýzý istediðin din hakkýnda ne bir desteðe, ne de bir direðe ihtiyacým var. Ben Sana, sadece Sana muhtacým. Sen benim olduktan sonra, ben sarsýlmadan ayakta duracaðýma inanýyorum. Ama bunu gönderdin... Bilemiyorum; ihtimal, birinin bir avansa ve takviyeye ihtiyacý vardý da onun için gönderdin. Eðer bu bir istidraçsa, ondan Sana sýðýnýrým. Benim vefasýzlýðýma ve zaaflarýma binaen bunu gönderdinse, Sen'den onu istemiyorum; beni vefalý kýlmaný, sadýklar arasýna katmaný dileniyorum. Ýçimi vefa ve sadakatle doldur; bin cefa görsem de Sen'den ayrýlmama azmi ve kararlýlýðý içinde bulunayým.” Evet, kulluk, bu duygularla dolu olmaktýr. Kulluk, Allah'ýn kapýsýnda ortaya konan bu samimiyettir. O, imana müteallik bir meselenin vüzuh ve inkiþafýný dünyada her þeye tercih etmektir. Allah'tan, O'nun rýzasýndan baþka bir þey talep etmeyin. Daha önce deðiþik vesilelerle ifade ettiðim bir duygumu tekrarlamak istiyorum: Þah-ý Geylâni gelse, baþýmý ayaðýnýn altýna koyarým. Annemi-babamý sýrtýmda gezdirememenin ýzdýrabýný yaþayan ben, onu ömür boyu sýrtýmda taþýrým. Fakat, bana dense ki; “Sen þu hâlinden sýyrýlýp, Gavs-ý Azamlýkla serfiraz edileceksin.” Size yeminle teminat veririm, istemem ben onu. Çünkü ben hâlimden memnunum. Gözü hiçbir þeye açýk olmayan, hiçbir zevk, keþif ve keramet bilmeyen, harikulâdelikler peþine düþmeyen ama kýldýðý namaza ve tuttuðu oruca karþýlýk dünyada hiçbir beklentiye de girmeyen bir kul olarak yaþamak isterim. Yapmaya çalýþtýðým kulluða bedel olarak Cennet'e bile razý olmam; onu Allah kendi lütfuyla verirse verir, ama ben sadece O'nu isterim. Bu hâlimi, Hasan Þâzelî'liðe, Ahmet Rufâî'liðe, Þah-ý Nakþibend'liðe tercih ederim. Hâþâ, onlarý hafife aldýðýmý zannetmeyin; ben dualarýmda onlarý þefaatçi yapýyorum. Her gün isimlerini sayýyor ve “Allahým beni onlarýn þefaatine mazhar eyle” diyorum. Onlarýn nasýl yüce kâmetler olduðunun ve kendi hiçliðimin, sýðlýðýmýn da farkýndayým. Fakat, Rabbim varken ve O benim için þu andaki hâlimi takdir buyurmuþken, baþka bir konum aramayý ve baþka bir hâli taleb etmeyi de kulluk anlayýþýmla te'lif edemiyorum. O'nun bana takdir buyurduðu ölçüler içerisinde kendi kemalât arþýma yürümem gerektiðini düþünüyor ve hâlime razý olmamayý, baþka beklentilere girmeyi nankörlük sayýyorum. Ve bu sözler benim gönlümün sesidir, içimi söylüyorum. Hem, bir ayaðýmýn kabirde olduðunu bilerek ve Allah'ýn þahitliðine inanarak söylüyorum. Evet, yanlýþ tercihte bulunmamalý; Allah'ý tercih etmeli ve kalbinizi masivâdan boþaltmalýsýnýz. Eðer, düz, sýradan, basit bir insan olduðunuza kendinizi inandýrabilirseniz; aynaya baktýðýnýz zaman, “Allah Allah, tabiatým icabý ben merkub olmayý beklerdim ama nasýl olmuþ da insan þeklinde yaratýlmýþým?” diyebilir ve nefsinize bunu kabul ettirebilirseniz, iyi bir çizgide yürüyorsunuz demektir. Dua edin Allah'a, size o ufku nasip etsin. Bunun aksi, bâlâpervazâne iddiadýr ve müddeî bugün olmazsa yarýn, Allah tarafýndan konduðu zirveden baþ aþaðý düþecektir. Hem de çýktýðý zirvenin yüksekliði nisbetinde derin bir kuyuya düþecektir Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.