Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Arkadaslar cok faydali bir yazi. özellikle sufizmle budizmin birbirine benzer yanlarinin aslinda ne kadar farkli oldugunu acikladigi yerler harika.

 

PUTPERESTLÝÐÝN ÜÇ KAYNAÐI

 

Selim Gürselgil

 

Günümüz tarihçileri, semavî dinlerin kaynaðýnýn ilkel beþerî dinler olduðunu ispatlamak için, adeta çýldýrýyorlar. Oysa biz bunun tam tersini göstermek istiyoruz: Bütün beþerî dinler, semavî dinlerin bozulmuþ ve tahrif edilmiþ malzemelerinden beslenmiþlerdir.

 

Henüz bu fikri destekleyici deliller bütünleþtirilip bir tarih tezi haline getirilmedi, ancak semavî dinlere mensup olanlar için bundan çok daha önemli bir adým atýldý ve bu tezi meydana getirecek þuur ölçüleri, Büyük Doðu-Ýbda tarafýndan ortaya kondu: "Peygamberler olmasaydý medeniyet olmazdý!"

 

Bizim bu çalýþmamýzýn bilhassa giriþ bâbýnda ÝBDA Diyalektiðinden iþaretlediðimiz hikmetler ve Yunan mitolocyasýnýn hakikatine nüfuz edici gayretimiz, þimdi de diðer bilinen esatirî dinlerde ve tarihlerde ve takib edilmeye çalýþýlacak.

 

Ancak hemen söyleyelim ki, bu gezintimiz, Ýslâm Tasavvufundan iþaretlediðimiz metinlerle karýþtýrýlmasýn. Ýlmî olmak iddiasý da -taþýmamýz gerekirken gücümüz yetemediðinden- taþýmýyoruz. "Ýster inan, ister inanma" keyfiyetinde bir masal anlatacaðýz.

 

Muhtelif ansiklopedilerden kolayca devþirilebilecek malzemeyi, bir de masal halinde dinlemek, umarýz bizim inancýmýzý taþýyanlarýn ilmî çalýþmalarý için bir teþvik mesaisi olur.

 

(...)

 

Nuh Peygamber, tarihlerin dediði gibi, 5-6 bin sene önce yaþamamýþtý. Bundan çok daha önce, belki fizik ve arkeolojik keþiflerin de ötesinde, 100 bin senelik bir evveliyatý vardý.

 

Tufandan 80 kiþi kurtulmuþtu. Dünyanýn yeni nesli, bu insanlardan türedi. Mezopotamya'dan, yahut Anadolu'dan, yahut Mýsýr'dan Þark ve Garb'a doðru yürüdüler.

 

Adem Peygamber Hindistan dolaylarýnda dünyayý þereflendirmiþti. Ýnsanlýðýn bu ikinci neslinin merkezi ise Mýsýr'dý. Ondan sonra Hindistan, Çin ve Amerika'da yerleþmeler baþladý.

 

Tufan'dan sonra binlerce yýl içinde, yeryüzüne yayýlan ilk büyük insanlýk dalgasý, bugün Afrika, Avusturalya, Kore, Eskimo ve Kýzýlderili kültürleri olarak bildiðimiz en eski medeniyetleri doðurdu. Amerika'ya hem Polenezya adalarýndan, hem de Japonya ve Sibirya'dan girilmiþti.

 

Bu en eski insanlara Animistler diyoruz. Animizm, tabiat unsurlarýnýn canlý ve þuurlu olduklarý inancýdýr. Bunlar Tufan'dan önce baþgösteren ve yardýmýna ve kuvvetine inandýklarý "totem" dediðimiz putlara taparlar. Animistlerin hepsinin de ortak özelliði, ahlaksýzlýkta ileri çapa varmamýþ olmalarýydý. Bunlarýn herbirinde "aile" mefhumu vardý. Hatta bunlar, Tufan'ýn korkusunu binlerce sene üzerlerinden atamadýklarýndan, "kabile-klan" halinde yaþarlardý. Tabiat unsurlarýnýn canlý ve þuurlu olduklarýna da bu yüzden inanýrlardý.

 

Polenezya, Okyanusya kýt'asýna baðlý bir adalar topluluðudur. Onlar tufandan önceki adetlerini Tufan korkusuyla birleþtirerek, kendilerini koruduklarýna inandýklarý putlar dikmiþler ve bunlara (tabu) demiþlerdir. Sonradan Portekizli sömürgeciler, ruhlarýn maddi tasvirlerine (fetiþ) adýný verirler.

 

Animistler muhtemelen Nuh Peygamber'in beddua ettiði oðlu ve onun çevresinden geldiler ve bunlara bir daha Peygamber gönderilmedi. Ýptidaî hallerinde, tarih þuurunu büsbütün kaybederek, belki "hafýza kaybý" gibi bir tesirle, tabiat içinde yaþayýp gittiler.

 

Putperestliðin diðer iki kaynaðý ise, bu hadiselerden çok sonraki dalgalanmalardý. Bunlardan biri Firavun kültürü, diðeri ise Arî istilalarýydý. Semavi dinlerin "Ye'cüc-Me'cüc" tabiri içinde belki bu son dalganýn yeri vardý.

 

Firavunlar, Animistlerden çok farklýydý. Onlar Allah'ý inkâr etmiþler, kendilerini ilahlaþtýrmýþlar ve ilâhi tebliði kendi nefslerine uydurmuþlardý. Çýktýklarý yer, muhtemelen Çin havalisiydi. Oradan dalgalar hâlinde Japonya, Amerika, Mezopotamya ve Mýsýr'a gelmiþlerdi.

 

Romalýlar ýrken Arî olmalarýna raðmen, kafa olarak Firavun kültüründen beslenmiþlerdi. Hindliler ise Firavun kültürünün ancak bâtýnýný benimsemiþlerdi. Japonya ve Amerika'da Firavunlar, Animistlerle karýþtýlar. Firavunluðun en saf hâli ise Çin'de kalmýþtý.

 

Firavunlarý yoldan çýkaran en önemli saik, ilmî baþarýlarýydý. Cebirde, hendesede, nücumiyatta, sihir ve kehanette en büyük baþarýlara imza atmýþlardý. Ýlim onlarý ahlâki kaygýlardan uzaklaþtýrmýþtý. En tipik tutumlarý, Allah'a isyan kasdiyle büyük saraylar ve mâbedler inþâ etmekti.

 

Çinliler ilk defa "ilah"ýn yerine "imparator"u koydular. Ýmparatorun "göðün oðlu" olduðunu söylerlerdi. Çünkü eski dinlerin hepsinde, Ruh, gökten gelen erkek unsur; Tabiat ise Yer'de olan diþi unsur sayýlýrdý. Çinliler imparatorlarýnýn bu ikisinin izdirâcýndan doðduðunu düþünürlerdi.

 

Hristiyanlarýn Ýsa Peygambere "Allah'ýn oðlu" demeleri, bu en eski Firavun kültüründen gelen ve semavî hakikatle alâkasý olmayan bir meseleydi. Mýsýrlýlarýn "Firavun"u, Hindularýn "Brahma"sý ve Romalýlar'ýn "Sezar"larýna ithafen söyledikleri "Divius" sözü, hep ayný gelenektendi.

 

Çinliler tabiatta imparatorlarýnýn cisimleþmesini aradýklarýnda, onu "dað"a teþbih ettiler. Güneþi güney cihetinden gördükleri için, daðýn aydýnlýk yamacýna (Yang), karanlýk yamacýna ise (Yin) adýný verdiler; bunlardan birincisi erkek, ikincisi diþi sayýldý. Halk, daðýn eteklerinden zirvesine týrmanýcý bir yola muhtaçtýr ki, onu da "tarikat"ten bozma (Tao) olarak adlandýrdýlar.Çin dinine göre kainat, bu erkek ve diþi unsurlarýn mücadelesi ile muhtelif terkiblerinden meydana geliyordu. Bugün Kore bayraðýnda bir daire içinde terkibe giren iki parça bunu temsil ediyor. Daðýn zirvesinde imparator bulunuyor ve halk zirveye ulaþmak için nefs terbiyesi rejimlerine tâbi oluyor.

 

Ayný unsurlarla baþka diyalektiklerin oluþmasý, tarihte çok görülmüþtür. Meselâ Japonya'da Aminizme bulanmýþ Þintoculýk dini de, suyunu Çin'den almýþtýr. Ancak Japonlar, bu inancý, güzel bir tenkide tâbi tutarak, ruha "zahir" ve tabiata "gaib" derler.

 

Japon inancýnda (Materasu), "anatanrýça" idi, okyanusun ve hayatýn sahibi sayýlýrdý. (Sosanoo) ise "baþtanrý" olup, aþký ve düzensizliði temsil ederdi. Anatanrýça gaib, baþtanrý ise zahirdi. Zahir, gaibin aþkýndan deliye döndükçe, dünyâ hayatý husule gelir sayýlýrdý.

 

Sonra bu iki makuda bir Tilki ilave edildi. Ona (Ýnani) dediler. Tilki, zâhir ile gaib arasýndaki muvazene âmiliydi ve rahmet ve bereket timsâliydi. Bu düþünce belki Sümerlerin (Ýnanna)'sýnýn aynýydý. Nitekim milâdi 6. asýrda Japonlar Budizmi alýp Zen-Budizmini kurunca, onun "aydýnlanma" hedefine de (satori) adýný vermiþlerdi. Görüldüðü gibi bu da Zeus'un "kurtarýcý" (soter) lakabý ile benzerlik gösteriyor. Zaten (Materasu)'nun "ana-mâter"ile ilgisi açýk...

 

Kýptîler, nesep olarak saf deðillerdi. En eski boyalarý, en eski Hindistan yerlileri olan Bataklarla akraba idi. Berberiler ve Çingeneler de bunlardandý. Bunlar animizm devresinden çýkmamýþ kimselerdi. Mýsýr'a sonradan Hâmiler, Sâmiler ve Arîler de gelmiþti.

 

Mýsýr Firavunluðunun asýl kaynaðý Hint'ti. Ancak Mýsýr, bütün kültürel tesirlere açýk bir merkezdi. Ýbrâniler karþýsýnda zâlimlikleriyle öne çýkmýþlar, ama Peygamberler'den çok þey öðrenmiþlerdi. Girit ve Ege medeniyetleri, Mýsýr'ýn bir uzantýsýndan ibaretti.

 

Tarih babasý Heredot, ömründe Kýptîler kadar dindar insan görmediðini söyler. Doðrusu, Kýptîler kadar bâtýlda inâd eden çok az kavim olduðudur. Kýptîler, kendilerine gelen hiçbir Peygamberi kabul etmemiþler, sonradan bozuk bir hýristiyanlýðý benimsemiþlerdir.

 

Kýptî dini, Çin ve Japon dinlerinden çok farklý deðildi. "Herþeyden önce kaos vardý" gibi bir sözle baþlýyordu. Tanýdýk bir fikir olduðu için, þunu da bilmekte fayda var ki, Kýptîler kaos'a (nun) derlerdi. Bu ise bildiðimiz (nun) harfinin hikmetinden çalýnmýþtý. Baþta Gülþen-i Raz'dan iþaretlediðimiz gibi, Allah'ýn bir nazariyle "kaf" ve "nun"dan iki cihan oluþmuþtur; Kýptîler "kaf"a da Ruh manasýna (Ka) dediler.

 

(Nun) içi su dolu bir "çukur"du. Tilki Günlüðü'nde "çukur"a "hakikat" denmektedir ki, "nun" harfinin þeklini bilenler anlayacaklardýr. Bunun gibi "su"da bütün eski kültürlerde, þu veya bu þekilde "ilk hakikat" olarak alýnmýþtýr.

 

Kýptîler (Nun)'dan (Atum) isimli bir ruhun çýkýp, bir tepede kurulandýðýný ve varlýðýn da böylece baþladýðýný söylediler. Onlara göre de yer (Geb) ve gök (Nut) ilk meydana gelen "ilahlar"dý. (Geb), Yunanca (Gea)olarak geçer. (Atum) ise Demokrit'in tabiatta varsaydýðý (atom)'a benziyor.

 

Bunun haricinde Kýptî dininde pek çok mâbud varsayýldý. Mâbudlar, hanedanlarýn hükümranlýk haklarýna göre önde veya geride bir (Panteon) temsilinde yer aldýlar. Bir ara Heliopolis'in güneþi (Ra) ile Teb'in hayat nefhâsý (Amon) arasýndaki çekiþmeye son verilip (Amon-Ra) diye bir mâbud icâd edildi.

 

Kýptî dini, Ýsrailoðullarýnýn dinine inâdtan baþka bir þey deðildi. Ýsrailoðullarý Peygamberlere "Allah'ýn Elçisi" derken, Kýptîler "Güneþ'in oðlu" diye Firavunlarýn peþinden koþuyorlardý. Gene Ýsrailoðullarý arasýnda, her hayvanýn bir "harf" hikmetinden yaratýldýðý gibi bir inanç vardý. Kýptîler harflerin sûretlerini hakikat addetmiþler ve kendi ilahlarýný temsîlen, hayvanlara tapmýþlardý. Her ilâhý bir hayvan sûretinde tasavvur ederlerdi.

 

Sonra Arî istilalarý baþladý. Arîler bir þeyden mi kaçýyor, yoksa bir þey mi kovalýyor bilinmez, bundan 5 bin sene evvelinden baþlayarak, dünyâ haritasýný süratle deðiþtirdiler.

 

Tarihçiler Arîlerin Kazakistan ve Moðolistan dolaylarýndan söylerlerse de, nasýl ve niçin çýktýklarý hakkýnda kimse birþey bilmez. Bunlarýn en eski ecdadý, Ural-Altay kavimleri ile akraba idiler. Allah'ý inkâr ederek onlardan koptular ve Batý'ya doðru koþmaya baþladýlar. En büyük ahlaksýzlýklar bunlar arasýnda yaygýndý. Arîler vahþî ve barbar bir kütle idi. Ama öðrenmeye büyük istidatlarý vardý. Yerleþtikleri bölgelerde ne bulurlarsa hemen benimsemek âdetleriydi.

 

Arîlerin bir kolu, Kuzey Hindistan'a yayýlan Sanskrit boylarýydý. Ýran'a giren Mitanniler, Medler ve Farslar da Arî'ydi. Babil'i basan Kassitler, Mýsýr'a varan Hiksoslar, Deniz Halklarý... Anadolu'ya yerleþen Hititler, Lidyalýlar, Frigyalýlar vesaire...

 

Ama asýl, Avrupa için yaratýlmýþlardý. Yunanlýlar'ýn atalarý olan Elen boylarý, Ýtalya'ya yerleþen Ýtalik kavimler ve Lâtinler, Ýspanya'ya varan Ýberler, Doðu Avrupa'da tutulan Ýslâvlar, sonra Vikingler, Cermenler, Franklar, Normanlar, Saksonlar hep Arî idiler. Arîlerden önce Avrupa, uðursuz bir kýt'a sayýlýr, bu yüzden kavimler oraya gitmekte tereddüt ederlerdi. Her kavmin ulusu, "Ýstikbâlin en büyük fitnesi" diye bu kanguruyu iþaretlemiþlerdi. Ýlk uðrayan Eskimolar'dan baþka çok az insan Urallarý ve Karpatlarý aþmýþtý.

 

Bütün Arî kavimleri, bibirine çok benzeyen bir dine sahiptiler. Ýlk defa bütün Avrupa'ya yayýlan Keltler'den, en son gelip Roma Ýmparatorluðu'nu yýkan Gotlar'a kadar, pek çok barbar kavim, hemen hemen ayný kaynaktan beslenmiþlerdi. Gene baþta Dürr-ü Meknun'dan iþaretlediðimiz, "birbirini yiyen kavim" kapsamýnda, belki bu Hind-Avrupalýlar da denen cins vardýr.

 

Ýsa'dan bir asýr öncesine kadar, Romanya'dan Ýralanda'ya, bütün Avrupalýlar Kelt'ti. Bunlarýn "Katarizm" dedikleri bir dini vardý. Ýrlanda Keltleri (Dagda) isimli bir ilâha inanýrlardý. "Nur"a da, bu ilâhýn kýzý olarak, Brijit (Brigitte) derlerdi.

 

Bugünkü Galler, Ýskoçya ve Ýrlanda halklarýný teþkil eden bu boyun, asýl masallarý meþhurdu. Shakespeare'in eserlerinin bir çoðu, Kelt masalýydý. Bunlar Hristiyanlaþtýrýlýnca, âdetlerine de Nasrânî bir kisve biçtiler. "Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Þövalyeleri"nden tutun da, Cadýlar bayramýna kadar pek çok âdet, Kelt masallarýna dayanýr.

 

Keltler içinde asýl þaþaa ise, Galya Keltleri'ndeydi. Bunlarýn ilahiyât ve efsaneleri çok daha zengindi ve Romalýlar'a da tesir etmiþti. Romalýlar, (druid) denen Kelt rahiplerini düþman bellemiþlerdi. Keltlerin Latinleþtirilmesine, bu rahipler mâni olmaya çalýþýrlardý.

 

Fransa'da tutunan Galya Keltleri'nin baþ ilâhlarý (Taranis) idi. (Epona) ise Yunanlýlar'ýn (Atina)'sý gibi, harbi ve hikmeti temsil eden kýz mâbude idi. Galya panteonunda bir de (Lug) isminde soytarý bir ilah vardý ki, Sezar onu pek beðenirdi.

 

Cermenler, Avrupa'ya Keltler'den sonra geldiler ve Almanya, Danimarka, Ýzlanda, Ýngiltere, Ýsveç ve Norveç'te tutundular. Kolomb'tan önce Amerika'ya gittiklerini anlatan Vikingler, bir Cermen boyuydu.

 

Cermen ilahlarý iki kýsýmdý. Bir kýsmý savaþý ve hükümranlýðý temsil eder (Ases), bir kýsmý barýþ ve bereketi temsil ederdi (Vanes)... Baþ ilaha ise (Wotan), yahut (Odin) derler, onu ayný zamanda, etrafýnda þehitlerinin ruhlarýnýn toplanacaðý, zamanüstü bir diyar olarak tasavvur ederlerdi. Böylece (Odin)'in, Tevrat'ta (Adem) ve Kur'an'da (Adn) diye geçen, en yüksek Cennet katýnýn kiþileþtirilmiþi olduðunu anlýyoruz.

 

Cermen boylarýnda bazen, en yüksek ilah, elinde çekiciyle tasvir edilen (Tor) olurdu. Eflatun da Yaratýcý'yý, mecâzen böyle tasavvur etmiþti. (Herta) ve (Frija) ise, Cemenlerin "anatanrýça", yani "tabiat" mümessilleriydi. Muhtemelen Frigya kavmi ile (Frija) veya (freyja)'nýn bir alâkasý vardý.

 

Cermenlerin de, bugün dünyâ edebiyâtý içinde yer etmiþ, büyük masallarý vardý. Grimm Kardeþler'den Goethe'ye kadar, pek çok büyük edbiyatçý, bu masallarý derlemiþti. Kýrmýzý Baþlýklý Kýz, Fareli Köyün Kavalcýsý, Bremen Mýzýkacýlarý, Külkedisi vesaire hep Cermen masalýydý.

 

Arî istilâlarýnýn en yoðun olduðu bölge ise, Apenin Yarýmadasýydý. Villanovalýlar, Osklar, Umbriyalýlar, Samnitler, Sabîniler, Venetiler, Ligürler... hep Arî idi. Sadece Etrüksler-ve Ýspanya'da Basklar- Arî deðildir ve bunlarýn da hangi soydan olduklarý bilinmiyor.

 

M.Ö. 1000'e doðru yarýmadaya gelen Ýtalikler, bölgede ilk defa birliði tesis ettiler ve bundan dolayý diðer kavimlere de (Ýtaliot) dendi. Bir rivayete göre (Ýtaali) kelimesi, "Allah hizmetkarý" demektir. Bunlardan sonra da Roma Ýmparatorluðunu kuran Latinler hâkim olmuþtur.

 

Ýtalikler arasýnda, Arîler'in en saf bir inancý vardý. Onlar bir ilah îtikadýný az çok düþündüren tek Arî kavmiydi. Ancak dinleri, panteizme de yatkýndý. Bütün kâinata hâkim olan ilâhî bir kudret tasavvur ederler ve ona (numen) derlerdi. (Numen), Kant felsefesinde de önemli bir kavram olarak, "Ýdeler Alemi" mukabilinde kullanýldý.

 

(Numen) basitçe "üçlü birlik"ti. Birliðin baþýnda gökyüzünü temsil eden (Yüpiter) vardý. (Mars), Ýtaliklerin savaþ mâbuduydu ve dünya hayatýnýn koruyucusu (Quirinus)'tu. Galya Keltleri de, güneþ ilahý diye (Cernunnos) demiþlerdi ki, (Quirinus)'un "ebedi ateþ" olmasý muhtemel...

 

Ýtalya'ya Etrüksler hâkim olunca, aþaðý yukarý bu yapýyý muhafaza ettiler. (Yupiter)'i aynen alýrken, diðer ikisinin yerine (Yunon) ve (Minerra)'yý koydular. Ancak ilkinden sonra, bu ikisi diþi sayýlmýþ ve Yunan Mitolocyasýndaki (Ira) ile (Atina)'ya karþýlýk gelmiþti.

 

Etrüksler günümüze bir de ideoloji býraktýlar. Meþhur masal: Bir çubuk kolay kýrýlýr. Ýki çubuk, eh... Ama bir çubuk demeti, çok zor kýrýlýr. Etrüksler bu demete (Faþi) derler, milli birlik ve bütünlüklerinin de, bu demet gibi kýrýlmayacaðýný düþünürlerdi. Bu inanç sonralarý Romalýlar'a geçti ve nihayet asrýmýzýn baþýnda, Mussolini tarafýndan "Faþizm" olarak ifadelendirildi.

 

M.Ö. 6. asýrdan îtibaren, Ýtalya'ya yeni ilahlar girmeye baþladý. Bunlar, Yunanistan, Mýsýr ve Ortadoðu'dan bolca geldi. Romalýlar birçok yenisini uydurdular. Onlar için ilahlar, ancak eðlencelik ve çerezlikti. Tâtil ve eðlence günlerini, yýlda 175 güne çýkardýklarý oldu. Bu eðlendikleri günleri, ilahlarýn kendilerini serbest býraktýklarý günler sayýyorlar ve onlara (festi) diyorlardý. Bugünkü "Festival" sözü oradan gelir.

 

Romalýlar için hangi ilahýn nereden geldiðinin kýymet-i harbiyesi yoktu. Tek istedikleri eðlenmek, araba yarýþtýrmak, hayvan döðüþtürmek, spor müsabakalarý seyretmekti. Ýlahlarý arasýnda (souvetaurilia) diye biri de vardý ki, tamamen "yenebilir hayvan eti"nden uydurulmuþtu. Bu ilah "domuz" (sus), "koyun" (avis) ve "boða" (taurus) kelimelerinin birleþtirilmesinden yapýlmýþtý ve onun adýna düzenledikleri bayramlarda, bu üç hayvaný kurban edip âfiyetle yerlerdi.

 

Roma panteonunda, hemen hemen bütün Yunan mâbudlarýnýn bir karþýlýðý vardý. Ýtalikler'den aldýklarý (Yupiter)'i (Zeus)'a mukabil kullanýrlardý. Ona "rahmet ve bereket verici" manasýna (Optimus) ve "yüceler yücesi" manasýna (Maximus) demiþlerdi.

 

(Kronos)'a karþýlýk (Satürnüs), (Ýfestos)'a karþýlýk (Vulkanus), (Hestia)'ya karþýlýk (Vesta), (Hermes)'e karþýlýk (Merküryus), (Ývi)'ye karþýlýk (Yuventus), (Demeter)'e karþýlýk (Serez), (Posedon)'a karþýlýk (Neptünus), (Artemis)'e karþýlýk (Diana), (Afrodit)'e karþýlýk (Venüs), (Aris)'e karþýlýk (Mars), (Hades)'e karþýlýk (Plüto) ve (Diyoniz)'e karþýlýk (Baküs) vesaire...

 

(Apollo)'yu aynen alýp, týp ve sanat ilâhý yapmýþlardý. Suriye'den (Baal)'i, Kpadokya'dan (Kibele) ve (Attis)'i, Ýran'dan (Mitra)'yý da aldýlar. Bunlarýn yanýna bir ev hayvanlarý (Faunus), bir çiçek (Fauna), bir meyve (Pomona), bir bað bahçe (Liber) mâbudu da ilâve ettiler.

 

Ancak Romalýlar için ilah yerine geçen asýl bunlar deðil, Firavunlar gibi kayzerleriydi. Öncelikle her aile reisinin þahsiyetinde, itaat ve ibadete müstehak bir dehâ (genius) bulunduðunu düþündüler. Kayzerin dehâsýna ise ilahlýk isnâd edip (divius) dediler. Jul Sezar zamanýnda, Ýmparatorluða baðlý bütün bölgelerde, imparatorun (divius)'una ibadet edilirdi.

 

Farslarda Arî idi ve tipik Arî dinlerinin bir versiyonu olan Mezdekîlik inancýný benimsemiþlerdi. M.Ö. 6. asýrda ortaya çýkan (Avesta) isimli din kitaplarý, Yunanlýlar'ý saymazsak, ilk derli toplu Arî din kitabýydý.

 

Kainatýn yaratýcýsýna (Ahura Mazda) derlerdi. O, ayný zamanda gök ve ýþýk ilahý sayýlýrdý. Sonradan adýna (Hürmüz) dediler. Romalýlar'a tevarüs eden (Mitra) ise tabiat kuvvetlerinin ilâhý sayýlýr, "çoban" ve "yaðmurcu" diye sýfatlandýrýlýrdý.

 

Farslar'da anatanrýça, sadece sular ve pýnarlar mâbudesi sayýlmýþtý. Adýna (Anahita) denirdi ki, Yunanlýlar'ýn (Athena)'sý ile alâkasý açýk.

 

Gene bütün Arî dinlerinde, sarhoþluk verici bir içki içmek mukaddes sayýlmýþtý. Farslar ona (Haoma) derlerdi. (Diyoniz)'in þarabý nevinden bir þeydi. Her þey gibi, sarhoþluk mizacýnýn ulvî tarafýný da böyle süflîleþtirmiþlerdi.

 

Sonralarý sadece iyilik ilâhý (Yezdan) ile kötülük ilâhý (Ehrimen)'e tapýldý. (Yezdan) "ateþ" diye tefsir edildi ve onunla insanlar arasýnda bað kuruyor denerek, ateþe tapýlmaya baþlandý. Mecûsîlik ve ateþperestlik diye, Sâsâniler zamanýnda bu din yayýldý.

 

Ýran'da bazý kimseler de, Ýtalikler'in (numen)'ine benzeyen bir biçimde (yazata) dedikleri tabiat kuvvetlerine taptýlar. Bugün Kürdistan, Ýran ve Afganistan havalisinde görülen Yezidîler, bunlardýr. Yezidî sözünün, Ýslam tarihindeki Yezidîlerle alâkasý yoktur. Alevîlerin Müslümanlar'a "yezidî" demeleri de hakîkatsizdir. Ancak Alevîlikte, Ýran Yezidîliði'nden gelme pek çok unsur bilinmektedir. Bu Yezidîler'in bir bölümüne de Afganistan'da "kâfir", Batý'da "Gebr" derler.

 

M.Ö. 6. asýrda Belh þehrinde doðan Zerdüþt, enteresan bir kimsedir. Ýran dininde bir ihtilâli temsi eder niteliklerine raðmen, Mecusîlikle örtüþmüþtür.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Zerdüþt'ün bir tek ilah (Ahura Mazda) tanýdýðý, (Yezdan) ve (Ehrimen)'i ancak iyilik ve kötülük melekleri yerine koyduðu, içki içmeyi reddettiði ve ateþi de ancak sembolik olarak kabul ettiði söylenir. Filozof Nietzsche, onun dinine mensub olduðunu belirtir.

 

Milâdî 275'te zuhur eden Mani'de bir din reformcusudur. Önce din sapkýný diye öldürülür. Sonra tesiri çýð gibi yayýlýr. Ýskenderiyelere, Avrupalara ulaþýr.

 

Maniheizm dedikleri din, cinsî sapkýnlýklar taþýyan, mistik eklentileri olan bir þeydir. Moðollar ve Selçuklular'da ahlak düþkünlüklerine sebebiyet verdiði, Kýzýlbaþ kültürünü doðurduðu söylenir.

 

Bütün bunlar bir yana, asýl dinler ve fikirler cümbüþü, Hind'te ortaya çýkmýþtý. Hind dini tipik Arî özelliklerini taþýmanýn yanýsýra, Firavun kültüründen, ama onun dünyevî alâkalarýndan sýyrýlmýþ, batýnî versiyonundan da derin etkiler taþýmaktadýr.

 

Bunun yanýnda Hindliler, Animistleri de, Peygamberleri de görmüþlerdi. Avrupa bu çok zengin dünyâyý, 19. asýrda keþfetti. Onu Yunan'a rakip, hattâ üstün görenler oldu.

 

Hindliler, Yunanlý akrabalarý gibi atýlgan ve cevvâl deðil, kaçkýn ve bezgin kimselerdi. En ileri mistisizme vardýklarý intibaýný verir, ama varamazlar, "mistik" olmak adýna "miskinlik" etmeyi bilirlerdi. En koyu materyalizmi geliþtirdikleri görüldüðünde, onlarýn maddeye tahakküm cehdinden büsbütün uzaklaþtýklarý anlaþýldý.

 

Budacýlýðýn Çin'de en yaygýn olduðu zamanlarda, bir Çinli þöyle demiþti:

 

"-Biz Konfüçyüs müridleri, seciyemizi geliþtirirken, hâdiseler zeminini asla terketmeyiz. Biz yalnýz tabiat verisinin peþinden gider ve tabiî kalýrýz. Ama Buda, çevresindeki hâdiseleri yok etmek istiyor. Seciyeyi bir hayal mahsulü sayýyor; böylece boþluðun içinde yavaþ yavaþ kaybolup gidiyor. Onun için, yaþadýðý âlemle en küçük bir baðý yoktur. Onun için de, bir Budacý dünyâyý idâre edemez." (Çin denemeleri,Wolfram Eberhard)

 

Arîler M.Ö. 2000'e doðru Kuzeydoðu Hindistan'a yerleþmiþlerdi. Onlardan evvel Hindistan'da muhtelif ýrklar ve inançlar vardý. bunlar daha ziyade Animist sistemler oluþturmuþlardý.

 

Tantracýlýk, Hindliler arasýnda benimsenen en eski tarikatti. (Tantra) "kumaþtaki ilmik" demekti. Böylece ne kastettikleri, bugünkü pornografinin de ana dayanaðý olan âyinlerinde, açýða çýkýyordu. Tantracýlýk, Hindliler arasýnda devamlý yenilenen ve revaçta olan bir inanç olmuþtu.

 

Arîler zamanýnda ortaya çýkan en eski Hind dinine ise, mukaddes kitaplarý olan (Veda)'lardan maada Vedacýlýk deniyordu. (Veda) "ilim", "irfan" demekti. M.Ö. 18. asýrla 8. asýr arasýnda yazýlmýþ dört büyük kitaptan müteþekkildi. Rigveda, Samaveda, Ataraveda, Yacurveda diye...

 

Bu kitaplarda dualar, ilahiler, sihir ve naðmeler ve yer yer mücerret tefekkür arayýþlarý vardý. Ýnayet Han'ýn dilimize kazandýrýlmýþ "Müzik" isimli kitabý, bu eserlerin verilerinden hareket ediyordu. Hindliler arsýnda belli belirsiz bir "Yaratýcý" fikri vardý. Ama tipik Arî kaný taþýdýklarýndan, bunu "politeizm-çok ilahlýlýk" þeklinde ifade etmiþlerdi. Ýranlýlar'ýn ve Romalýlar'ýn (Mitra)'sý, Hind'te de meþhurdu. Romalýlarýn (Fauna)'sýný andýran (Vauna), sihir ve adalet timsaliydi. Hükümranlýk ve medeniyeti (Ýndra), sanat ve zanaati (Aditi) ve (Asvin) adlý ikizler temsil ederlerdi.

 

Bütün Arîler gibi, Hindliler'de de ruhban sýnýfý mevcuttu. Hind rahiplerine (Brehmen) denirdi. (Brehmen) muamma demekti; ayný zamanda "ilâhi", "dua" ve "hikmet" manasý da vardý. "Aþkýn varlýk"la birleþmek için, bir nevî nefsinden feragat eden ve toplumdan tecrit olan kimselere (brehmen) denirdi.

 

(Veda)'larýn ilk tefsirlerini brehmenler yaptýðýndan, bu tefsirlere (brahmana) denmiþti. Bunlarýn þerhlerinden de (Aranyaka)ve (Upaniþad) külliyatlarý meydana geldi. Daha sonra da (Sutra) külliyatý oluþtu. Hepsinin baþýnda, ilâhi vahye dayandýðý söylenen (Veda)'lar vardý.

 

Ýkinci Binin Yenileyicisi Ýmam-ý Rabbânî Hazretleri, Hindistan'da yaþadý. Hindlilere bazý peygamberler gönderildiðini, ama bunlara ya çok az kimsenin inandýðýný, yahut hiç kimsenin inanmadýðýný, arzu edilirse bu Peygamberlerin kabirlerini bile gösterebileceðini söyler.

 

Bu en eski metinlerde, en keskin halini Ýran'da gördüðümüz bir Mecusîlik inancý vardý. Bu inanca (agnihora) derlerdi. Ateþin (agni), ilahlar ve insanlar arasýnda ebedî bir vasýta olduðu fikri, onlarda da vardý.

 

(Dharma), ezeli kainat kanunu, (karma) ise mahlûkatýn fiilinin "önceki hayatý" tarafýndan tâyin edilmesi inancýydý. Hindliler "tenasuh-ruh göçü"ne inanýrlardý. Eðer yeterince arýnmamýþsa, ölen bir kimsenin ruhunun baþka bir canlýya göçeceðini, böylece dünya hayatýný, yani azabý yaþamakta devam edeceðini kabul ederlerdi. Bu yeniden dünyâya geliþler silsilesine de (samsara) adýný verirlerdi.

 

(Samsara), en eski bir hakikatin bozulmuþu idi. Ýnsanýn ezeldeki varlýðý ve istidadiyle dünyâya gelmesini, Hindliler biraz eðlenceli bir tarzda uzatmýþ ve tenâsuh fikrine âlet etmiþlerdi. Unuttuklarý birþey vardý: Ýnsanýn dünyâya "irade" sahibi olarak geldiði... "Ýrade" Hindlilerin dâima yanlýþ anladýðý bir kavramdý. Onlar iradeyi reddetmenin adýna irade derlerdi.

 

Tenâsuh fikri de, Ýslam büyükleri tarafýndan bâtýl îtikadlardan sayýlmýþtýr. Bütün ruhlar bir kökte topludur; "küllî ruh" adýnda... Ancak ruhlar birbirini bu müþterek temelleri îtibâriyle "fenâ" derecesinde müteessir etse de, birbirine geçmez ve dönüþmez. Ben, ben olan benim; geçmiþte yaþamýþ veya gelecekte yaþamasý muhtemel biri deðil... ÝBDA Mimarý "Gölgeler" isimli romanýnda, bu bahsi ilmî bir çerçevede açýklar...

 

M.Ö. 540'da doðan Mahavira, (Veda) ve (Upaniþad) metinlerini kabul etmeyerek, Caynacýlýk mezhebini kurdu. Ýsminin mânâsý "Büyük Muzaffer" olan Mahavira, Hindistan'ýn 24'üncü ve son kurtarýcýsý olduðunu ilan etti.

 

Mahavira'nýn gayesi, insaný güyâ yeniden dünyâya gelme zaruretinden kurtarmaktý. Eðer insan nefsini arýtýr, dünyâyý terkeder ve yüksek bir þuur aydýnlýðýna ulaþýrsa, ona "kurtarýcý" mânâsýna (tirsankara) denirdi. Bu kelimenin lugat mânâsý, "ýrmak geçidini aþan" demekti. Asliyle "Ýbrânî" kavramýnýn ayný olup, eðer Tilki Günlüðü'nden takip edecek olursak, (abr) yani "rüya tâbir etmek" hikmetinin, Hind kültürü içinde aldýðý yeni bir þekildi.

 

Sert bir disiplin olan Caynacýlýk, Yaratýcýya inanmamayý, kâinatýn ve ruhlarýn ezelî olduðunu düþünmeyi öngörüyordu. Et yememek, hiç bir canlýyý öldürmemek, þiddetten kaçýnmak (ahims)-Gandhi buradan esinlenmiþti- gibi tipik Hindli prensipleri vardý. Ama bir sevgi ve þefkat tarikatý deðil, bir dünyâdan kaçýþ mezhebiydi.

 

Hemen hemen ayný zamanda, M.Ö. 560 civarýnda doðan Siddhartha Guatama da, (Veda) ve (Upaniþad) külliyâtýný reddetmiþ ve Budacýlýk dinini kurmuþtu. Budacýlýk kýsa zamanda bütün Hindistan'a, sonra Çin Hindi, Çin ve Japonya'ya, zamanýmýzda da bütün dünyâya yayýlan büyük bir dindi.

 

Siddhartha Guatama'nýn, yani Buda'nýn, beyaz bir filin bir prensesten doðma oðlu olduðuna inanýlýr. Doðar doðmaz dört temel yöne yediþer adým attýðý ve annesinin ona "gayesine ulaþan" mânâsýna "Siddhartha" ismini verdiði söylenir.

 

Sarayda büyüyen Siddhartha Guatama, saray hayatýndan daha ilk gençlik yýllarýnda soðuyarak, üç kere firâr eder. Bu firârlarýnda çileyi, ölümü ve terk-i dünyâyý öðrenir. Bundan sonra kendini tamamen hikmete verir. Riyâzet ve murakebeyle uðraþýr. Bir yerde tek baþýna 6 sene yaþar. Bir incir veya elma aðacýnýn altýnda yedi hafta hiç kýmýldamadan bekledikten sonra, "aydýnlanmýþ-enver" mânâsýna gelen "Buda" adýný alýr.

 

Buda bu sürecin sonunda meþhur Benares Vaazý'ný verir. Burada, "aslolan ýzdýraptýr; neþe ve lezzet arizî duygulardýr" þeklindeki temel fikrini açýk eder. Ýnsanýn aslolan duyguyu tattýkça "fena" yani (nirvana) makamýna ulaþacaðýný söyler. (Nirvana), nefesin kesilmesi ve nefesin sönmesidir.

 

Þimdi Budacýlýðýn bu gürültülerini, Ýslâm Tasavvufuna kaynak diye göstermek isteyenler vardýr. Dýþyüzden arada bir hayli benzerlik olsa da, Ýslâm Tasavvufunun Budacýlýða bir tek harf bile borçlu olmadýðýný söyleyebiliriz. Budacýlýk hiç bir zaman, Yunan fesefesi kadar bile kýymet kazanamamýþtýr.

 

Riyazet, murakabe, vecd, zühd gibi kavramlar, hemen hemen bütün eski ahlâklarýn müþterek kavramlarýdýr. Budacýlýðýn bunlardan maksadý, hayat kavgasýný terketmek ve dünyâdan kaçmaktýr. Halbuki Ýslâm Tasavvufu'nda böyle bir gaye yoktur; terk-i dünyâ, ancak dünyâya yeniden dönmek ve hayat kavgasýný, bu kez hadiseler plânýnda deðil, genel ve büyük meseleler sahasýnda idare ve idame etmek içindir, denebilir.

 

Þu halde Budacý, belki "ýzdýrap" duygusunun azizliðini görebilir ama, "aþk" gibi bir en yüce duyguyu asla anlayamaz; çünkü kâinatý kucaklamayý bilmez. Çünkü bir Budacý, "yaratýlýþ" hikmetinden haberdâr olmamýþtýr ki, insanýn dünyâya Allah'ýn halîfesi olarak geldiðini bilsin. Nitekim ÝBDA Mimarý, bir âyette, "Ben kulumu eþyâ ve hâdiseleri teþhir etmesi, ele geçirmesi için kendime halîfe olarak yarattým" buyrulmasýnýn altýný çizer. Bir Budacý bu misyonu hiç bir zaman kavramamýþtýr. Dolayýsýyla Budacýlýðýn, Ýslâm Tasavvufu'nun kaynaðý deðil, ancak yarým kalmýþ bir Ýslâm Tasavvufu arayýþý olduðundan bahsedilebilir.

 

Budacýlýðýn pek çok prensibi gibi, "yedi haftadan önce iyileþmez" hususu da bize tanýdýk geliyor. Tevhid kelimesinin ancak,"ilah yoktur" kýsmýnda kalmýþ olan bu tarikatin, bu husus çevresinde uydurduðu (mudra) fikrini sadece komik buluyoruz. (Mudra), "bir aðaç altýnda belli bir þekilde biteviye durmak" inancýdýr. Kolunu þöyle, elini böyle tutmak, asla kýpýrdatmamak, falan, filan...

 

Onun daha geliþmiþ bir felsefesine de (yoga) derler. (Yoga), Sanskritçe "boyunduruk vurmak" mânâsýna (yuc) kökünden gelir. Lugatte (yoga), "içteki kudreti zaptetmek için bir iþle meþgul etmek" ve "iki hayvaný biraraya getirmek" demektir. Hayatýn zýtlýklarýný bir görmek için, onlarla alâkadar olacak yerde, kendini lüzumsuz bir iþe vermek, cimnastik þekillerinden birinde tutunup kalmak, nefesi bir yere hasredip, dikkati bir yerde teksif etmek gibi mânâlarý vardýr. Batýlýlar "istiðrak-içe dalma" mânâsýna (meditasyon) dedikleri bu iþi çok eðlenceli bulurlar. Osmanlýlar ise en güzelini söylemiþlerdir: "Abesle iþtigal..."

 

Burak Çileli'nin hediye ettiði "Budizm" isimli kitapta, Budacýlýk terbiyesi þöyle anlatýlýyor:

 

"Buda'nýn yaþadýðý devirde herhangi bir hâdise vukû bulmuþtur. Vukûat mahalline gelen Budacý keþiþler, ne yapacaklarýný þaþýrýrlar. Bu sýrada Buda gelir ve bu hâdisenin aynýsýnýn, eskiden de vukû bulduðunu söyler. Hâdiseyi açýklarken bir masal anlatýr. Masalýn sonunda Buda, anlatýlan masalýn kahramanýnýn kendisi olduðunu, masalda geçen kiþiler ve mücadele ettikleri düþmanlarýn hepsinin, onu dinleyen keþiþler ve o yöredeki insanlardan baþkalarý olmadýðýný söyler. Böylece masal vasýtasýyla bir taraftan keþiþlere Budacýlýk dersini naklederken, diðer taraftan dünyânýn oluþumunu, Hind kültürünün esasýný teþkil eden, "yeniden doðuþ" inancýný, Budacý bakýþ açýsýyla anlatýr."

 

Bu diyalektiði zamanýmýzda en çok, Sigmund Freud kullanmýþtýr: "Siz bilmezsiniz ama öyledir" dediðiniz zaman, kabul ettirilemeyecek fikir yoktur.

 

Hindistan'ýn bu dîni, Hindistan'da bir hayli zaman varlýðýný sürdürdüyse de, asýl Çin Hindi, Çin ve Japonya'da tutundu. Yayýlýrken de, bir çok kollara ve dallara bölündü.

 

Budacýlýðýn en eski tatbîkine, "Küçük Gemi" (Hinayana) dendi; bu gemi Hindî Çin'de karaya oturdu. Sonraki kýytýrýk versiyonuna "Büyük Gemi" (Mahayana) adý verildi; o da Çin, Kore ve Japonya'da hâkim oldu. Rahiplerine (bodhisattra), yani "aziz" adý verildi. Bir baþka Budacýlýk þekli ise Avam Hindûluðu ile Þivacý Tantra mezhebinin karýþmasýndan doðup, "Elmas Gemi" (Vacrayana) adýný aldý. Bu da, rahipler ülkesi Tibet'te hâkim olup, papalarýna (Dalay Lama) ismi takýldý.

 

Romalýlar'ýn ay prensesi (Diana)'sýna benzeyen (dhyana), Sanskritçe'de "zühd" demekti. Çin'e geçince (çan), Japonya'ya geçince (zen) adýný aldý. Bugün Þintoculukla da karýþmýþ olarak, Zen Budizmi adý altýnda, Japon Sýnaî Hamlesinin bir parçasý olarak, Batý pazarlarýnda alýcý bulmaktadýr.

 

Miladî 5. ve 10. asýrlar arasýnda, Budacýlýða teoki olarak Hindû düþüncesi doðdu. Hindûlar, Budacýlarý (Veda) ve (Upaniþad) risâlelerine ihanet etmekle suçlayarak, bugün Batý'da hürmetle yâdedilen önemli felsefe ve sentezler kurdular. Çok geçmeden de Hind havâlisini Budacýlar'dan temizlediler.

 

Hindûlar her ne kadar eski metinlere döndüklerini iddia etseler de, Teslis (Trimurti) prensibine baðlý yeni bir ilâhiyat sistemi geliþtirmiþlerdi. Bu sistemin Yaratýcý Baþilâhý (Brahma) idi. Hayatýn himaye ve idamesini (Viþnu), dönüþme ve yýkýmý da (Þiva) temsil ediyordu.

 

(Yoga) bir Hindû buluþuydu. "Hind Fakiri" dediðimiz, çivili döþekte yatan ilkel adamlarýn mezhebiydi. Bununla beraber (Vedanta) mistik bir idealizm, (Mimamsa) ise yaratýcý kelâmý inceleyen bir bakýþ olarak, Hind felsefesinin temellerini teþkil ediyordu.

 

Hindűlar edebiyat sahasýnda da, Budacýlarý çok geride býrakmýþlardý. (Purana), (Mahabharata), (Ramayana) gibi destanlarý, dünyâca meþhur olmuþtu. Hindû dünyâsý neredeyse bütünüyle bir masallar ve efsâneler diyârý hâline gelmiþti.

 

Eski Tantracýlýk inancýný da ihyâ eden Hindûlar, Budacýlardan farklý olarak, nefsi koyvermiþlerdi. Meselâ Buda, nefsini terbiye için, þeytanýn gönderdiði kadýnlardan kaçmasýný bilmiþti, ama Hindûlar ayný gâye ile "toplu seks" âyinleri yapmak ve kaba saba heykeller dikmekten kaçýnmýyorlardý. Bunlara da ulvî mânâlar atfedip, mistik izahlar getiriyorlardý. Bu mevzuda, Nietzsche'nin hayraný olduðu Ýyonyalýlar'a bir kaç tur bindirmiþlerdi.

 

Hindûlarýn bâzý din kitablarý, bütünüyle süflî zevklere tahsis edilmiþti. Bunlardan (Kamasutra) Batýlý ayaktakýmýnýn baþucu kitabý olmuþtu. Daðlara, kýrlara devâsa buudlarda ve yeterince özenerek diktikleri kaba organ heykellerinden, erkeðe ait olanýna (linga) veya (lingam) derlerdi. Sanskritçe "iþaret" mânâsýna gelen bu sözün, belki Latince "lisan" mânâsýna gelen (linguam) sözüyle bir alâkasý olabilir.

 

Gene Batýlý "hippi" tipinin batýldýðý (Kriþna), baþ ilahlardan (Viþnu)'nun baþka bir suretle tecellisi sayýlýrdý. (Kriþna) efsanelerde, ilâhî araba sürücü, hikmet öðretici ve zampara bir delikanlý olarak tasvir ediliyordu.

 

Hindû ilâhiyatýnýn baþýnda yer alan (Brahma), tipik bir "anatanrýça" olmanýn yanýnda, brehmenlerin ilâhi kiþiliði de sayýlýrdý. Heykellerde dört kollu ve dört yüzlü olarak tasvir edilmiþ, (Veda)'larda ilim ve irfan ilâhesi, zaman ve mekanýn doðurucusu, "külli diþi" veya "altun döl" (hiranyagarbha) olarak anlatýlmýþtý.

 

(Upaniþad) risâlelerinde dünyâ, bir denizde yüzen "kaplumbaða"nýn veya "ejderha-büyük yýlan"ýn sýrtýnda bir satýh olarak telâkki edilirdi. Gerek "kaplumbaða kabuðu", gerekse "büyük yýlan" olarak, bütün eski efsanelerde yaygýn olduðunu hatýrlayýnýz. Atina'da (Zeus)'un yerine büyük bir yýlana tapýlýrdý. Babil kralý Hammurabi'nin baþ ilâhý (Marduk) da bir ejderha suretinde tasvir edilirdi. Bugün ejderha figürüne daha ziyade, Çin mamülü karate filmlerinde rastlamamýz, bir tesadüf deðildir; çünkü onlar da bunu ayný "sýnýrlý ve iyi bilinen kaynak"tan almýþlardý.

 

Hindűlarýn ulu ilâhý, her þeye can verip onlarý gözeten (Viþnu), kâinatýn ilk unsuru sayýlan Þahmaran'ýn üzerinde tasvir edilirdi. Bu yüzden ona, "sularýn üstünde dinlenen" mânâsýna (Viþnu Narayana) denmiþ, kalb sâfiyeti, sevgi ve ahlâk gibi, sübut gerektiren hasletler ondan bilinmiþti.

 

Hindûlar "külli ruh"a, yani "yaratýcý erkek unsura", (Atman) demiþlerdi. Mýsýrlýlar'ýn (Atum)'unu da andýran bu yaratýcý ruh, en ilkel Animistler arasýnda bile bilinirdi. Arî öncesinde bataklar ona (Roha), Okyanusya yerlileri ise (Mana) derdi. Yaratýcý ruh, eski (Veda) felsefesinde (Manas) olarak isimlendirilmiþti. (Manas), düþünmek, istemek, arzulamak ve dikkatli olmak mânâlarýna geliyordu. Muhtemelen Kýrgýzlar'ýn (Manas) isimli destan kahramaný da buradan çýkmýþtý.

 

(Þiva) ise aþkýn tecrübelerin ve mukaddes dehþetin timsâli sayýlýrdý. Kâinatta yakýp yýkma cinsinden herþey (Þiva)'dan bilinir, binaenaleyh "istihâle" de ona atfedilirdi. (Þiva)'nýn heykelleri "Þeytan"ý düþündürecek cinsten, diþi unsuru olan (Þatki) ile birarada ve "hermafroditik-çift cinsiyetli" bir tertib içinde hayal edilirdi. (Þiva) aslýnda Heraklit'te, felsefî bir ifadesini gördüðümüz "ateþ çemberi" idi ve bu yüzden "Raks þâhý" (Nataraca) diye lâkablandýrýlmýþtý.

 

Yogacýlar ve tantracýlar, açýkça bir þeytan alâmeti olan bu (Þiva)'ya taparlar, âyinlerinde ona yaklaþmak üzere de "çýplak kadýn" unsurunu öne çýkarýrlardý.

 

Bütün hindû kollarý bir olup, Budacýlar'ý Hindistan'dan çýkardýktan sonra, Budacýlar Seylan ülkesini ele geçirip, Hindûlar'a karþý Sri Lanka devletini kurdular. Sri Lanka'da çoðunluk olan Seravada'larla, azýnlýk olan Tamill'ler arasýndaki çekiþme hâlen sürmektedir.

 

Hindûlar'ýn Ýslam düþmanlýðý ise, Ýngiliz desteðini arkasýna alarak, bütün Müslümanlarý yoketem strajetisi ile hâlen þiddetli çatýþmalara yol açmaktadýr. Pakistan ve Bangladeþ, Hind ahâlisinden ayrýlmýþ Müslüman ülkelerdir. Keþmir bölgesinde ayrýlýkçý Müslüman gerillalarýn cihadý hâlen devam etmektedir. Pencap ve diðer Hind eyâletlerinde ise, hemen hemen hergün bir cami kundaklanmakta ve bir Müslüman öldürülmektedir. Saldýrýlar karþýsýnda Müslümanlar kýrýldýðý sürece, Batý Ýmparatorluðu tarfsýzlýk edebiyatý yapmaktadýr.

 

Hindû saldýrýlarýnýn bir neticesi olarak, 15. asýrda bir de kendilerine "Sih" adý veren bir mülhidler topluluðu peydâ olmuþtur. Sihler, güyâ hem Müslümanlarý, hem Hindûlarý reddetmiþ ve tek ilahlý uydurma dinlerine bir de kitab-ý mukaddes (Granth Sahib) yazmýþlardýr. Bunlar Hindlilerin en militan ve mutaassýb kesimi olarak bilinmektedir.

 

Þu var ki, komünüzm, bütün bu dinleri geriletmiþtir. En çok Müslümanlar ve bir ölçüde Tibet rahibleri üzerinde her türlü sindirme politikasý uygulayan Çin Kültür Devrimi (1966-1976), sonunda mimarý Mao'nun "çocukluðumdan beri nefret ederim" dediði Konfüçyüs'ün dinini resmîleþtirmiþtir.

 

Netice itibariyle þunu söyleyebiliriz ki, Hind dünyâsý putperestliðin her çeþidinin, bununla beraber tevhid dininin, zengin ve yaþayan bir resmini belirtiyor. Ama gösterilmeye çalýþýldýðý gibi, bu dünyanýn temeli hoþgörü ve kardeþliðe deðil, bütün olduðu gibi savaþ ve çileye dayanýyor. Ýneðe tapan sürülerin temsil ettiði, Portekizce deyimiyle "kast sistemi" de, durmadan tekrara edildiðinin aksine, en küçük bir iyi niyet alâmeti deðil, yazýlmayan ve çizilmeyen bir barbarlýk ruhu taþýyor.

 

Türkiye'de Hind'den bahsetmek, eðer Holywood enkazý cimnastik hevesleri kastedilmiyorsa, önünde sonunda Cemil Meriç'e çýkacak bir yoldur. Komünistlikten gelen bu çok önemli mütefekkirimiz, Hind'i anlamak için, ömründen yýllar vermiþ, gözleri kararasýya okumuþtu. ilk vakitler, hiç bir sentez teþebbüsüne yanaþmaksýzýn, bir takým hümanist eleþtirmeler ve sergerdan güzellemeler yaptý. Ama en doðru adýmýný da en sonunda atýp, en ileri hayranlýða varan yazýlarýný "Bir Dünyânýn Eþiðinde" ismiyle kitablaþtýrdý ve "ben Büyük Doðu kadrosundaným" dedi.

 

Sevgili Hakan Yaman'ýn "bir bakýver" diye hatýrlattýðý ve vaktiyle Ankaralý gönüldaþlarýn gönderdiði söz konusu eser, bu masal içinde bu kadar yer ederken, ÝBDA Mimarý Salih Mirzabeyoðlu'nun da þüphesiz, Ýmam-ý Rabbâni Hazretlerine dâir bir husus olarak Hind üzerinde durduðunu belirtelim. Hind, "nehir insanlarý" demektir der ve þöyle tablolaþtýrýr:

 

"- Fetva metinlerinde kadýný temsil etmek üzere kullanýlan umûmî isimlerden biri; bir kaðýt cinsi; "Zuhal- Satürn" gezegeni; benek, hususiyle yüzde olan ben; Hintliler gibi pek çok esmer adam; okumak; þakacý ; oyun, bilmece, bulmaca (muammâ- brehmen); hükümdar, mirzâ; koþ, boþanma; mihrak, nokta; ölüm; bir ibareye hamlolunan mânâlardan her biri..." (Tilki Günlüðü 1/156)

 

(...)

 

1994 yýlýnda "Gürültülü Hikayeler" için yaptýðýmýz lugat çalýþmasý ile tamamlarsak, bu masalýn, kitabýn diðer bölümleriyle de alâkasý kurulabilir sanýrýz...

 

Genie: Cin, peri... Genii, genius: Dehâ, Ýstidat. Cin, ruh, iblis... Genesis: Baþlangýç, yaratýlýþ. Baþlama noktasý; menþe, kaynak. Ýlk kitab. Ýncil ve Tevrat...

 

Start: Baþlangýç, baþlama; âni hareket. Çýkýþ, kalkýþ, yola koyulma. Sýçrama. Kazanç, avantaj. Ürkmek... Star: Yýldýz. Kader. Talih. Sahne yýldýzý; baþrol oyuncusu. Star it: Parlamak...

 

Star: Eski, yaþlý, geçmiþ. Minalo: Geçen, geçmiþ, eski...

 

Manual: Elleri ile çalýþan, elini kullanan, el iþçisi. El kitabý, kýlavuz, kitab...

 

Bible: Kitab-ý Mukaddes. Ýncil ve Tevrat. Kitab... Babble: Çocukça ve karmakarýþýk sözler...Bubble: Su üstündeki hava kabarcýðý...

 

Biblo: Ýkona, put, fetiþ... Biblioteque: Kütübhane, kitablýk... Bibliography: Kitabiyât. Belli bir mevzuda yazýlan veya belli bir yazarca yazýlmýþ kitab ve makalelerin listesi...

 

Catalogue: Kütübhanedeki kitaplarýn arandýklarýnda bulunmalarý için hazýrlanmýþ kitab, defter veya fiþten oluþan büyük fihrist. Bazý satýþ müesseselerinin ürettikleri mallarý tanýtan broþür veya kitab...

 

Catholic: Ýlgi alaný geniþ, deðiþik zevkleri olan. Bütün Hristiyan kiliselerini kapsayan. Roma kilisesine âit. Katolik mezhebine inanan. Cattle: Sýðýr ve sýðýr cinsinden hayvanlar.

 

Library: Kütübhane. Kitaplarýn bulunduðu oda... Labour: Emek, zahmet. Ýþçiler, emekçiler. Doðum. Labour: Çalýþmak, uðraþmak, güçlükle ilerlemek... Labarotory: Ýlmi araþtýrmalara, tecrübe veya hazýrlýk yapmak için kurulmuþ, içinde lüzumlu âlet, cihaz ve madde bulunan oda yahut binâ... Liberal: Bol, pek çok; cömert, eli açýk. Baþkalarýnýn duygu ve düþüncelerini anlamaya çalýþan, hür fikirli. Hürriyet yanlýsý. Liberalizm mezhebine inanan...

 

Cinn: Ateþten yaratýlmýþ, akýl ve þuur sahibi, Ýlâhi Vahye muhatab, muhtelif þekiller girebilen ve muhtelif cinsleri olan, tabiatçe insandan aþaðýlýk bir mahluk. Bir þeyi hisseden. Gizlemek, örtmek. Gizli söylemek. Gençliðin baþý... Cann: Cinler. Bir beyaz yýlan cinsi... Cenn: Gizlemek. Ana karnýndaki cenin...

 

Can: Ruh. Hayat. Yaþayýþ. Kuvvet... Cana: Ey sevgili! Ey can!.. Câne: Silah... Câni: Cinayet iþlemiþ olan... Canî: Candan sevilen... Cü'ne: Hokka, kumkuma... Cünu': Yüzüstü düþürmek...

 

©Akademya Dergisi '99

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Siddhartha Guatama'nýn, yani Buda'nýn, beyaz bir filin bir prensesten doðma oðlu olduðuna inanýlýr. Doðar doðmaz dört temel yöne yediþer adým attýðý ve annesinin ona "gayesine ulaþan" mânâsýna "Siddhartha" ismini verdiði söylenir.

 

Sarayda büyüyen Siddhartha Guatama, saray hayatýndan daha ilk gençlik yýllarýnda soðuyarak, üç kere firâr eder. Bu firârlarýnda çileyi, ölümü ve terk-i dünyâyý öðrenir. Bundan sonra kendini tamamen hikmete verir. Riyâzet ve murakebeyle uðraþýr. Bir yerde tek baþýna 6 sene yaþar. Bir incir veya elma aðacýnýn altýnda yedi hafta hiç kýmýldamadan bekledikten sonra, "aydýnlanmýþ-enver" mânâsýna gelen "Buda" adýný alýr.

 

Buda bu sürecin sonunda meþhur Benares Vaazý'ný verir. Burada, "aslolan ýzdýraptýr; neþe ve lezzet arizî duygulardýr" þeklindeki temel fikrini açýk eder. Ýnsanýn aslolan duyguyu tattýkça "fena" yani (nirvana) makamýna ulaþacaðýný söyler. (Nirvana), nefesin kesilmesi ve nefesin sönmesidir.

 

Þimdi Budacýlýðýn bu gürültülerini, Ýslâm Tasavvufuna kaynak diye göstermek isteyenler vardýr. Dýþyüzden arada bir hayli benzerlik olsa da, Ýslâm Tasavvufunun Budacýlýða bir tek harf bile borçlu olmadýðýný söyleyebiliriz. Budacýlýk hiç bir zaman, Yunan fesefesi kadar bile kýymet kazanamamýþtýr.

 

Riyazet, murakabe, vecd, zühd gibi kavramlar, hemen hemen bütün eski ahlâklarýn müþterek kavramlarýdýr. Budacýlýðýn bunlardan maksadý, hayat kavgasýný terketmek ve dünyâdan kaçmaktýr. Halbuki Ýslâm Tasavvufu'nda böyle bir gaye yoktur; terk-i dünyâ, ancak dünyâya yeniden dönmek ve hayat kavgasýný, bu kez hadiseler plânýnda deðil, genel ve büyük meseleler sahasýnda idare ve idame etmek içindir, denebilir.

 

Þu halde Budacý, belki "ýzdýrap" duygusunun azizliðini görebilir ama, "aþk" gibi bir en yüce duyguyu asla anlayamaz; çünkü kâinatý kucaklamayý bilmez. Çünkü bir Budacý, "yaratýlýþ" hikmetinden haberdâr olmamýþtýr ki, insanýn dünyâya Allah'ýn halîfesi olarak geldiðini bilsin. Nitekim ÝBDA Mimarý, bir âyette, "Ben kulumu eþyâ ve hâdiseleri teþhir etmesi, ele geçirmesi için kendime halîfe olarak yarattým" buyrulmasýnýn altýný çizer. Bir Budacý bu misyonu hiç bir zaman kavramamýþtýr. Dolayýsýyla Budacýlýðýn, Ýslâm Tasavvufu'nun kaynaðý deðil, ancak yarým kalmýþ bir Ýslâm Tasavvufu arayýþý olduðundan bahsedilebilir.

 

Budacýlýðýn pek çok prensibi gibi, "yedi haftadan önce iyileþmez" hususu da bize tanýdýk geliyor. Tevhid kelimesinin ancak,"ilah yoktur" kýsmýnda kalmýþ olan bu tarikatin, bu husus çevresinde uydurduðu (mudra) fikrini sadece komik buluyoruz. (Mudra), "bir aðaç altýnda belli bir þekilde biteviye durmak" inancýdýr. Kolunu þöyle, elini böyle tutmak, asla kýpýrdatmamak, falan, filan...

 

Onun daha geliþmiþ bir felsefesine de (yoga) derler. (Yoga), Sanskritçe "boyunduruk vurmak" mânâsýna (yuc) kökünden gelir. Lugatte (yoga), "içteki kudreti zaptetmek için bir iþle meþgul etmek" ve "iki hayvaný biraraya getirmek" demektir. Hayatýn zýtlýklarýný bir görmek için, onlarla alâkadar olacak yerde, kendini lüzumsuz bir iþe vermek, cimnastik þekillerinden birinde tutunup kalmak, nefesi bir yere hasredip, dikkati bir yerde teksif etmek gibi mânâlarý vardýr. Batýlýlar "istiðrak-içe dalma" mânâsýna (meditasyon) dedikleri bu iþi çok eðlenceli bulurlar. Osmanlýlar ise en güzelini söylemiþlerdir: "Abesle iþtigal..."

 

Burak Çileli'nin hediye ettiði "Budizm" isimli kitapta, Budacýlýk terbiyesi þöyle anlatýlýyor:

 

"Buda'nýn yaþadýðý devirde herhangi bir hâdise vukû bulmuþtur. Vukûat mahalline gelen Budacý keþiþler, ne yapacaklarýný þaþýrýrlar. Bu sýrada Buda gelir ve bu hâdisenin aynýsýnýn, eskiden de vukû bulduðunu söyler. Hâdiseyi açýklarken bir masal anlatýr. Masalýn sonunda Buda, anlatýlan masalýn kahramanýnýn kendisi olduðunu, masalda geçen kiþiler ve mücadele ettikleri düþmanlarýn hepsinin, onu dinleyen keþiþler ve o yöredeki insanlardan baþkalarý olmadýðýný söyler. Böylece masal vasýtasýyla bir taraftan keþiþlere Budacýlýk dersini naklederken, diðer taraftan dünyânýn oluþumunu, Hind kültürünün esasýný teþkil eden, "yeniden doðuþ" inancýný, Budacý bakýþ açýsýyla anlatýr."

 

Bu diyalektiði zamanýmýzda en çok, Sigmund Freud kullanmýþtýr: "Siz bilmezsiniz ama öyledir" dediðiniz zaman, kabul ettirilemeyecek fikir yoktur.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...