Adem Posted November 17, 2008 Share Posted November 17, 2008 Gerçekler ve Ýtirazlar Arasýnda "Hoþgörü ve Diyalog" Yazar Ali ÜNAL Türkiye'de bütün toplum katmanlarý arasýnda, dünya ölçeðinde ise farklý dinlerin mensuplarý arasýnda söz konusu olan, hattâ inanmayanlarý da içine almaya namzet hoþgörü ve diyalog akým ve faaliyetlerinin gerçekte ne olduðu, ne olmadýðý, ne olmasý gerektiði halâ üzerinde durulmaya deðer bir konu olma mahiyetindedir. Bu akým ve faaliyetlere yapýlan itirazlar da, konuyu en azýndan ana hatlarýyla incelemeye deðer kýlmaktadýr: 1. Hoþgörü ve diyalog hareketine özellikle Ýslâm ve Türkiye'nin bugünü, yarýný, iç istikrar ve istiklâliyeti adýna yapýlan itirazlarýn -samimiyetten kaynaklanmalarý kaydýyla- ana sebebi, Türkiye'de bir asýrdýr oluþturulmaya çalýþýlan ve temel özelliðini insanýmýzýn kendine ait bir aksiyon ve faaliyet çizgisi takip etmesi yerine, onu gerçek veya hayalî düþmanlara karþý konumlandýrmanýn oluþturduðu tepkici ve savunmacý zihin yapýsýdýr. Bunun da iki sebebi veya boyutu vardýr: a) 20'nci asrýn ikinci çeyreðine bir dünya savaþý sonucu yýkýlan bir imparatorluðun yerinde ve bir kurtuluþ savaþýnýn ardýndan millî sýnýrlar içinde millî bir devletle giren Türkiye'nin temel politikasý, kendini düþmanlarla çevrili görme psikolojisi içinde “dýþ düþmanlar”a ve içeride etnik bölücülüðe karþý ülkenin baðýmsýzlýðýný, bütünlüðünü ve üniter yapýsýný, bir de ona karþý olduðu varsayýlan ve irtica olarak adlandýrýlan geçmiþe, yani Osmanlý Devleti döneminin siyasî sistemine dönme istek, temayül ve akýmlarýna karþý sistemi koruma üzerine oturmuþtur. Çok yoðun bir retorikle beslenen bu korumacý ve korunmacý tutum, bazý Ýslâmî hassasiyet sahibi kesimler dahil Türk halkýný da ne yazýk ki birinci derecede korumacý ve korunmacý yapmýþ, dolayýsýyla ileriye dönük bir çizgide aksiyoner ve inisiyatif sahibi olmaktan alýkoymuþtur. Yine ayný tutumdur ki, ileriye dönük aksiyoner bir çizgi izleyenlerin kendi çizgilerinde atmak durumunda olduklarý ve attýklarý adýmlarýn, takýndýklarý tavýrlarýn yanlýþ anlaþýlmasýna, çok defa da mahkûm edilmesine yol açmýþtýr ve açmaktadýr. Bu tutumun, tarihte daðlar, denizler aþmýþ, çöller geçmiþ ve imparatorluklar kurmuþ birkaç milletten biri olan Türk Milleti'nin özellikle Ýslâm'la kazandýðý dinamiðinin iþlemez hale getirilmesi adýna baþkalarýnca da istismar edilmediðini, hattâ desteklenmediðini söylemek zordur. b) Türkiye'de tepkici ve savunmacý bir zihin yapýsýnýn oluþmasýndaki ikinci sebep, bilhassa Ýslâmî hassasiyet sahibi bazý kesimlerle ilgilidir. Ýslâm'ýn asýrlarca özellikle Batý'nýn ve gerek Batý'ya gerekse baþkalarýna ait dinlerin saldýrýlarýna maruz kalmasý, Ýslâm dünyasýnýn yirminci asra sömürgeler diyarý olarak girmesi, bu dünyanýn koruyucusu ve en büyük temsilcisi durumundaki Osmanlý Devleti'nin Batýlý güçlerin saldýrýlarý neticesinde tarihe karýþmasý, Ýslâm dünyasýnda sömürgeci güçlere karþý verilen mücadeleler ve bu mücadelelerde Ýslâm'ýn ana dinamiði ve motor gücü oluþturmasý, Türkiye ile ilgili olarak ayrýca 1950'lerde Demokrat Parti-Halk Parti ve daha sonra birbirine karþýt görünen bu iki çizgideki partiler arasýnda yaþanan siyasî çekiþme ve çatýþmalar, Ýslâm'ýn hem muhafazakâr halk kesimlerinde hem de bazý Müslüman aydýnlarda bir tepki ve kavga ideolojisi, kalbe, ruha ve zihne hitap eden bir din olmaktan çok siyasî bir sistem halinde algýlanmasýna yol açmýþtýr. Bu algý dolayýsýyladýr ki, Ýslâm adýna davranma ve Ýslâm'ý anlatýp teblið etme, ona has Nebevî aksiyon çizgisini izlemek ve bu çizgide yapmaya, tamire dayalý, yani müsbet bir hareket ortaya koymaktan çok, baþkalarýnýn yaptýklarýna tepki duyma, ona göre tavýr belirleme þeklinde kendini göstermiþtir. Ne yazýk ki, bazý Ýslâmî gruplarda daha çok öne çýkan bu tavýr halâ devam etmekte ve bu tavrýn neticesinde gerek topyekûn Ýslâm dünyasýnýn içinde bulunduðu acýklý durum, gerekse Ýslâm davasý adýna yaþanan fiyaskolar, neredeyse sadece “emperyalist güçler”in düþmanlýklarý ve saldýrýlarýyla izah edilmekte ve bir nefs muhasebesinden kaçýnýlmaktadýr. Sözünü ettiðimiz ve Türkiye'de, Türk devletinde ve halkýnda savunmacý ve tepkici bir zihin yapýsýnýn oluþmasýna yol açan bu iki sebep, hem politika olarak Türkiye'nin, hem de sözkonusu Müslüman kesimlerin kendilerini, davranýþ ve tavýrlarýný kendilerine has bir aksiyon çizgisinde kendileri olarak konumlama yerine, daima düþmana, onun yaptýklarýna ve yapacaklarýna göre konumlama tavrý geliþtirmelerine yol açmýþtýr. Yine ayný iki sebep ve onun yol açtýðý bu tavýrdýr ki, hoþgörü ve diyalog hareketinin de yanlýþ deðerlendirilmesinin ve ona karþý çýkýlmasýnýn en önemli sebepleri arasýndadýr. Çünkü hoþgörü ve diyalog hareketinde tepkicilik deðil, bir inisiyatif kullanma, açýlma, aksiyoner davranma, tavýr, tepki ve davranýþlarý kendi çizgisine göre ayarlama, kendini düþmana göre deðil, kendi hareket çizgisine göre konumlama söz konusudur. Evet, büyük dinlerin mensuplarý arasýnda diyalog hareketini sadece resmî manâda ilk baþlatan Vatikan olmuþtur. Böyle olmakla birlikte, ayný harekete yýllar sonra bazý Müslüman gruplarýn tamamen kendilerine has Ýslâmî aksiyon çizgilerinin bir gereði olarak cevap vermesi ve kendi çizgilerinde bir diyalog hareketi baþlatmasý, hiç bir zaman Vatikan'ýn izlendiði manâsýna gelmez. Kaldý ki, birbirlerine en karþýt çizgiler ve hareketler arasýnda bile her zaman, hem de pek çok noktada buluþmalarýn, çakýþmalarýn olmasý, bunlarýn iki taraf arasýnda belli bir yakýnlaþma meydana getirmesi ve bu yakýnlýðýn ifade edilmesi gayet normaldir ve tabiîdir. Bu tür buluþma ve çakýþmalarý hemen karþýlýklý etkileþime, hattâ bir tarafýn diðerinin güdümünde davrandýðýna yormak, ortada kesin delil olmadýðý sürece bir zan, hattâ suizan olmaktan öteye gitmez. Zan ise ilimden hiçbir þey taþýmaz ve gerçek adýna hiçbir þey ifade etmez (Yunus, 10/36) ve zannýn bir kýsmý da aðýr günahtýr (Hucurât, 49/12). 2. Hoþgörü ve diyalogun yanlýþ anlaþýlýp itirazlara yol açmasýnýn bir diðer sebebi, bu kavramlarýn bizzat kendileri ve onlarýn sözünü ettiðimiz tepkici ve savunmacý zihinlerde meydana getirdiði çaðrýþým olabilir; daha doðrusu, yapýlan itirazlardan böyle olduðu anlaþýlmaktadýr. Bu iki kavramdan çoklarý Türkiye'nin menfaatlerine ve bekasýna, ayrýca Ýslâm'a karþý giriþilen hareketlerin ve bunlarý yapanlarýn hoþgörülmesi ve her halükârda onlarla diyalogda olunmasý gibi bir anlam çýkarmaktadýrlar. Oysa, hoþgörü ve diyalog, insan hayatýnýn, içtimaî hayatýn en tabiî iki boyutu veya özelliðidir. Müsamaha manâsýna gelen hoþgörü affedici olma, kusurlarý görmezlikten gelme, özellikle kiþinin þahsýna yapýlanlara misliyle veya fazlasýyla mukabelede bulunmak yerine affedivermesi demektir. Ýslâm ahlâkýnýn en önemli düsturlarýndan olan bu tavýr Kur’ân-ý Kerim'de çok yerde övüldüðü gibi, özellikle Ýslâm'ý teblið ederken karþýlaþýlan her türlü kötü davranýþ, alay, eza ve cefalara aldýrmama, katlanma, bu tür davranýþlarý onlarý yapanlarýn cahilliðine verme, onlarý yapanlara karþý af ve müsamaha yolunu benimseme olarak Peygamber Efendimiz'e sürekli tavsiye buyurulmaktadýr da (Ra'd, 13/22, A'râf, 7/199, Hýcr, 15/85, Mü'minûn, 25/96). Ýnsanlarla karþýlýklý münasebetin esasý olan diyalog ise, zaten içtimaî hayatýn ve ülkeler, devletlarasý münasebetin en temel unsuru ve özelliðidir. Hoþgörü ve diyalogun her düþünceyi, her inancý, hattâ inançsýzlýðý ve bunlara sahip olanlarý kendi konumlarýnda ve kendileri olarak kabûl manâsýnda kullanýlýp uygulanmasý ise, esasen hem beþerî münasebetlerde hem de kiþinin kendi düþünce ve inancýný baþkalarýna tanýtmasý, aktarmasý adýna olmasý gereken temel bir düsturdur. Çünkü, hoþgörü ve diyalog, her þeyden önce, Kur’ân-ý Kerim'in insanlarýn farklý kavim ve kabileler halinde yaratýlmasýnýn hikmeti olarak zikrettiði (Hucurât, 49/13) karþýlýklý tanýþma ve yardýmlaþma, düþünce paylaþýmý ve aktarýmý, hattâ inancýn tebliði adýna vazgeçilmez gereklikte bir köprüdür. Ýkinci olarak, insanlar arasý münasebetlerde aslolan sulhtür, savaþ deðildir. Allah savaþý fitnenin, yani insanlarý birbirlerini anlamaktan ve karþýlýklý iyi münasebetlerden alýkoyan her türlü kargaþa ve anarþi ortamýnýn ortadan kalkmasý (Enfal, 8/39), Allah'a ibadet edilmesine mani olmak isteyen kiþilerin veya güçlerin bu maksatla söz konusu bir ortam meydana getirme faaliyetlerinin önünün alýnmasý ve bu kiþi veya güçlerin zararlarýnýn def edilmesi için (Hacc, 22/40) emretmiþtir. Hoþgörü ve diyalog, böyle bir ortamýn hem olmamasý, varsa aþýlmasý, ortadan kaldýrýlmasý, farklý görüþ, düþünce ve inançtaki insanlarýn birbirlerini kavga ortamýnda deðil de sulh ortamýnda tanýyýp gerçek insanî münasebetler içinde bulunmalarý için gerekli zeminin savaþmadan hazýrlanmasý faaliyetinin, hattâ bu zeminin adýdýr. Savaþ ve kavga ortamýnda herhangi bir müsbet düþüncenin baþkalarýna aktarýlmasý ve özellikle bir düþünce veya inancýn tebliðinde en baþta gelen temsilin, o düþünce veya inanca fiilî örnekliðin baþkalarýna onlarý etkileyecek þekilde gösterilebilmesi imkânsýz denecek derecede zordur. Ancak sulh ve iyi münasebetler ortamýndadýr ki insan, kendisini inancý, düþünceleri ve ahlâkýyla baþkalarýna anlatabilir. Bu söylediðimizin tarihteki en önemli örneði Hudeybiye sulhüdür. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Mekke'de 13 yýlý her türlü zorluða, güçlüðe, karþý koymalara, alaya, iþkenceye sabýrla, hoþgörüyle, afla, kendisine bunlarý reva görenlere dua ve onlarý kurtuluþa çaðýrmakla geçirmiþ ve daha sonra “çýkarýlmasaydý (kendi gönlüyle) asla çýkmayacaðý” Mekke'den hicret etmek zorunda býrakýlmýþtýr. Hicret yurdu Medine'de de iki defa þehrin harimine kadar sokulan Mekkeliler ve müttefikleriyle üç defa savaþmak mecburiyetinde kalmýþtýr. Nihayet, Risalet'in baþlangýcýndan Hudeybiye sulhüne kadar geçen 19 yýllýk sûre içinde Müslüman olan erkeklerin sayýsý iki bini aþmazken (Hudeybiye sulhüne katýlan Sahâbe sayýsý 1500 civarýndaydý), Hudeybiye sulhü ile Mekke'nin savaþsýz fethi arasýnda geçen iki yýl içinde bunun en az beþ katý insan Müslüman olmuþtur. Çünkü Mekke'yi fetheden Ýslâm ordusu 10.000 kiþiden oluþuyordu. Bu hýzlý yayýlýþ, tamamen sulh atmosferinde gerçekleþmiþtir. Hudeybiye sulhü ile Medine ve Mekke birbirlerinin -inancýný deðil- varlýðýný kabullenmiþ, böylece ortaya çýkan sulh zemininde Müslümanlar inançlarýný her tarafta anlatma imkâný bulmuþ ve neticede binlerce insan Ýslâm'la þereflenmiþtir. Bundandýr ki Kur’ân-ý Kerim, Mekke engelinin, dolayýsýyla Ýslâm'ýn önündeki en büyük engelin aþýlmasý demek olan Hudeybiye sulhü için feth-i mübîn, apaçýk bir fetih, yani “ardýna kadar açýlan bir kapý” tabirini kullanýr (Fetih, 48/1). 3. Hoþgörü ve diyaloga, meselâ, “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hýristiyanlarý dostlar edinmeyin; onlarýn bazýsý bazýsýnýn dostlarýdýr. Sizden kim onlarý dost edinirse, hiç þüphesiz onlardandýr. Allah, zalimler topluluðuna hidayet vermez.” (Mâide Sûresi, 5/51) mealindeki âyet ve benzeri âyetlerden hareketle Kur’ân'ýn karþý olduðu asla iddia edilemez. Çünkü: Meselâ, “Onlarýn yoluna uymadýkça Yahudiler de Hýristiyanlar da senden asla razý olmayacaklardýr.” (Bakara Sûresi, 2/120) bir Kur’ân âyetidir. Buna karþýlýk, “Kendilerine (önceden) Kitap verilmiþ olanlar, onu nasýl okumak gerekiyorsa öyle okurlar. Onlar, o (Kur’ân)'a iman etmiþlerdir. Kim de onu inkâr ederse, öyleleri kaybedenlerin ta kendileridir.” de (Bakara Sûresi, 2/121) Kur’ân âyetidir. “Ehl-i Kitap'tan bir grup ister ki, sizi sapýklýða atsýnlar; ama onlar ancak kendilerini sapýklýða atarlar da, farkýnda deðillerdir.” (Âl-i Ýmran Sûresi, 3/69) âyet olduðu gibi, “Hepsi ayný deðildir: Kitap Ehli içinde doðruluktan þaþmayan istikamet sahibi bir cemaat vardýr ki, gece saatlerinde Allah'ýn âyetlerini hakkýyla okuyarak, secdelere kapanýrlar.” (Âl-i Ýmran Sûresi, 3/113) da âyettir. Ehl-i Kitap'la diyaloga itiraz edenlerin sýk sýk dile getirdikleri ve biraz önce zikrettiðimiz, “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hýristiyanlarý dostlar edinmeyin; onlarýn bazýsý bazýsýnýn dostlarýdýr. Sizden kim onlarý dost edinirse, hiç þüphesiz onlardandýr. Allah, zalimler topluluðuna hidayet vermez.” (Mâide Sûresi, 5/51) nasýl âyetse, “Ancak Allah sizi, dininizden dolayý sizinle savaþan, sizi öz yurdunuzdan çýkaran ve çýkarýlmanýza destek verenlerle dost olmak ve onlarý sahiplenmekten men etmektedir. Kim onlarla dost olur ve onlarý sahiplenirse, iþte böyleleri zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehane Sûresi, 60/9) ve “Allah, dininizden dolayý sizinle savaþmayan ve sizi yurtlarýnýzdan çýkarmayanlara iyilikte bulunmak ve mümkün olduðunca âdil davranmaktan sizi men etmez. Þüphesiz ki Allah, hak ve adalet konusunda titiz olanlarý sever.” (Mümtehane Sûresi, 60/8) de âyettir. Konuyu daha da aydýnlatmak açýsýndan baþka konularda baþka misaller de verelim: “Bakmaz mýsýn, kendilerine 'Ellerinizi savaþtan çekin denilenlere!' (Nisâ Sûresi, 4/77) bir âyetten bir cümledir. “Kendilerine savaþ açýlan mü'minlere, mukabil olarak savaþma izni verildi.” (Hacc Sûresi, 22/39) de, yine bir baþka âyete ait bir cümledir. Bunlar gibi, “Fitne ortadan kalkýp, din bütünüyle Allah'a hasredilinceye kadar onlarla savaþýn.” (Enfâl Sûresi, 8/39) da âyettir. Bütün bunlara karþýlýk, “Ýman edenlere söyle: Allah'ýn (ceza) günlerinin geleceðini ummayanlarý baðýþlasýnlar. Çünkü Allah, her topluma yaptýðýnýn karþýlýðýný verecektir.” (Câsiye Sûresi, 45/14) de yine Kur’ân'da yer alan bir âyettir. Ayný þekilde, “O Allah ki, Kitap Ehli'nden küfredenleri, Âhiret'ten önce dünyada ceza için ve sürgün edilmek maksadýyla bir araya toplayýp, yurtlarýndan çýkardý... Allah, onlarý hiç ummadýklarý yerden bastýrdý; kalblerine korku saldý onlarýn. Öyle ki, evlerini bizzat kendi elleriyle yýkýyorlar, mü'minlerin yýkmasýna hiç ses çýkarmýyorlardý.” (Haþr Sûresi, 59/2) âyetleri Kitap Ehli hakkýnda olduðu gibi, “Ehl-i Kitap'la en güzel olan yoldan baþkasýyla mücadele etmeyin! Ýçlerinden zulmedenler hariç onlara: 'Biz hem bize indirilene iman ettik hem size indirilene, bizim ilâhýmýzla sizin ilâhýnýz aynýdýr. Biz ona teslim olmuþuz' deyin” (Ankebût Sûresi, 29/46) âyeti de Kitap Ehli hakkýndadýr. Verdiðimiz bu âyetler ve bunlar gibi Kur’ân'da yer alan daha pek çok âyet, zahirde birbiriyle çeliþir gibi görünmektedir. Oysa bizzat Kur’ân, kendisinde çeliþki bulunmamasýný Allah'ýn Sözü olmasýna delil olarak zikretmektedir (Nisâ, 4/82). O halde yapýlmasý gereken, yasaklanmýþ bir tavýr ve davranýþ olarak, zahirî bakýþla birbirleriyle çeliþkili gibi görünen Kur’ân âyetlerini delil gibi kullanýp tartýþmak ve bu þekilde Kur’ân'ý muharebe meydaný haline getirmek deðildir. Bu noktada, Kur’ân'ý anlama, Kur’ân'ýn bir kýsmýnýn bir kýsmýný, yani âyetlerin âyetleri tefsir ettiði gerçeði, tahsis (umumî bir ifadenin ve ondaki hükmün bir olay, þahýs veya vakte özgü olduðunu idrak), ta'mim (genelleþtirme), takyit (sýnýrlama), esbâb-ý nüzûl (âyetlerin iniþ sebebi), nesh gibi ve daha baþka önemli düsturlar ihtiva eden usûlüyle tefsir ilmi devreye girer. Söz konusu âyetlere bu çerçevede yaklaþtýðýmýzda ortaya çýkan gerçek þudur: Bazýlarýnca Kitap Ehli'yle diyalogu kesinlikle ve her þartta men ettiði ileri sürülen Mâide Sûresi 51'inci âyette Kur’ân-ý Kerim, gerçekten “Yahudilerle Hýristiyanlarý dost edinmeyin!” buyurmaktadýr. Ama ayný Kur’ân, Mümtehane Sûresi 8 ve 9'uncu âyetlerde, “Ancak Allah sizi, dininizden dolayý sizinle savaþan, sizi öz yurdunuzdan çýkaran ve çýkarýlmanýza destek verenlerle dost olmak ve onlarý sahiplenmekten men etmektedir.” buyurmakta, bunun da ötesinde, “Allah, dininizden dolayý sizinle savaþmayan ve sizi yurtlarýnýzdan çýkarmayanlara iyilikte bulunmak ve mümkün olduðunca âdil davranmaktan sizi men etmez.” demektedir. Þu halde Ýslâm'da asýl düstur, bize karþý düþmanlýk ve harp hali olmadýkça, herkese dostluk ve insanlýk elini uzatmak, iyilikte bulunmak, düþmanlýk ve harp halinde bile adaletten ayrýlmamaktýr. Yani, Mümtehane Sûresi'nin ilgili âyetleri, Mâide Sûresi'nin 51'inci âyetini takyit etmekte, yani sýnýrlamaktadýr. Ayrýca, Mâide Sûresi'nde sözünü ettiðimiz: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hýristiyanlarý dostlar edinmeyin; onlarýn bazýsý bazýsýnýn dostlarýdýr. Sizden kim onlarý dost edinirse hiç þüphesiz onlardandýr. Allah, zalimler topluluðuna hidayet vermez.” âyetinin manâsý, “Sizden kim onlarý dost edinirse hiç þüphesiz onlardandýr”cümlesinden de açýkça anlaþýlacaðý üzere ve Hükmün müþtaka ta'liki me'haz-i iþtikakýn illiyetini iktiza eder veya, Hükmün müþtak üzerine olmasý, me'haz-i iþtikakýn illiyetini gösterir (Bir sözden çýkarýlan hüküm için temel alýnan kelime, o hükme illet olmalýdýr) kaidesince, âyetteki manâ, “Yahudileri ve Hýristiyanlarý Yahudilik ve Hýristiyanlýklarýndan dolayý dost edinmeyin. Onlarý bu þekilde dost edinen onlardandýr.” demektir. Nitekim, yukarýda naklettiðimiz ve Müslümanlarla dinlerinden dolayý savaþmayanlarýn dost edinilebileceðini, hattâ onlara iyilikte bulunulabileceðini buyuran âyetler de, bu manâyý açýk olarak desteklemektedir. 4. “Hoþgörü ve diyalog olmaz, teblið olur” diyenler, ne hoþgörü ve diyalogu bilmektedirler, ne de tebliði. Bir defa, ikinci maddede izah edildiði gibi, teblið için, özellikle tebliðin en önemli rüknü olan temsil için hoþgörü ve diyalog elzem derecesinde gerekli bir zemindir. Bir insaný bir yandan düþüncesi, inancý ve dünya görüþünden dolayý aþaðýlar veya bâtýlda olmakla suçlarken, diðer yandan ona tebliðde bulunulamaz ve savunulan düþüncenin, inancýn güzellikleri gösterilemez. Bundandýr ki, gerek hâkimiyetlerini devam ettirmek isteyen, gerekse kendi inanç ve düþüncelerinin, ideolojilerinin aksine bir düþünce, inanç veya ideolojinin hayat bulmasýna, bilhassa hâkim olmasýna tahammül ve müsaadesi olmayan güçler daima kavga ve kargaþa ortamý ister ve böyle ortamlarýn devamýný arzularlar. Çünkü bu tür ortamlarda güvenlikler ön plana çýkar, mevcut düþünce, inanç ve sistem etrafýnda kümelenme olur ve farklý düþünce ve inançlar gerektiði gibi anlatýlamaz. Ýkinci olarak, Cenab-ý Allah'ýn (c.c.) biri Ýrade ve Kudret sýfatlarýndan gelen ve kâinatýn yaratýlýþ, düzen ve idaresinden sorumlu olup, adýna Þeriat-ý Tekvîniye veya Fýtriye denilen kanunlar bütünü, bir de Kelâm sýfatýndan gelen ve Din olarak tecelli eden kanunlar bütünü vardýr. Bunlardan baþka, yine Þeriat-ý Fýtriye içinde mütalâa edelim veya etmeyelim, Cenab-ý Allah'ýn Meþîeti'nin veya Kader'in tecellilerinden kaynaklanan kanunlar bütünü de vardýr ki, bu kanunlar, fert fert ve toplumlar olarak insanlarýn hayat þartlarýný belirler. Þu kadar ki, bu noktada þart-ý âdî planýnda insan iradesi de söz konusudur. Kader veya Meþîet-i Ýlâhiye fertlerin ve toplumlarýn iradî yöneliþlerine göre hükmeder ve onlarýn bu iradî yöneliþlere göre ortaya koyduðu icraat ve tecelliler, fertlerin ve toplumlarýn hayatlarýyla ilgili Ýlâhî kanunlarýn unvanlarýdýr. Þerîat-ý Tekvîniye'nin icraatlarýnýn unvanlarý olan ve adlarýna bugün yanlýþlýkla tabiat kanunlarý denilen kanunlarý “tabiî bilimler” incelerken, fertlerin ve toplumlarýn hayatlarýnýn þartlarýný oluþturan ve insanlarýn iradî yöneliþlerine taallûkla tecelli eden Kader veya Meþîet-i Ýlâhiye'nin kanunlarý veya hükümleri ise sosyoloji, tarih, tarih sosyolojisi gibi bilimlerin konusudur. Ýþte, Din'in teblið ve uygulama zeminini ve þartlarýný belirleyen, fertlerin ve toplumlarýn hayatlarýný çerçeve içine alan Kader veya Meþîet-i Ýlâhiye'nin insanlarýn iradî yöneliþlerine göre taallûk ve tecellisiyle ortaya çýkan bu kanunlarý ya da hükümleridir. Söz konusu gerçek sebebiyledir ki, tarih boyu her resûl ayný iman, ibadet, ahlâk ve pek az istisnasýyla haram-helâl esaslarý ve düsturlarýyla gelmiþ olmakla birlikte, zamana, þartlara ve kendilerine gönderildikleri kavmin karakterine, genel mizacýna ve ihtiyacýna göre bu esas ve düsturlardan bazýlarýna diðerlerine nazaran daha çok önem vermiþ ve hangi dönemde, hangi kavimde, hangi þartlarda hangi esas ve düsturlarýn daha çok öne çýkarýlmasý gerekmiþse, o dönemde, o kavme, o þartlarda gelen rasûl veya rasûller bu esas ve düsturlarda diðer rasûllerin önünde olmuþtur. Bundandýr ki, Hz. Âdem (a.s.) safiyyullahtýr; Hz. Ýbrahim (a.s.) halîlullahtýr, yani hýllette, Allah'a hususi bir yakýnlýkta diðer peygamberlerden öndedir; Hz. Musa (a.s.) kelîmullahtýr, Hz. Ýsa (a.s.) ruhullahtýr, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) ise, her fazilette diðer peygamberlerin önünde olmakla birlikte, öncelikle habîbullahtýr. Ayný þekilde, Bedir esirlerine yapýlacak muameleyi ashâbýyla istiþare ederken de Efendimizin dikkat çektiði üzere, Hz. Nuh ile Hz. Musa, Hz. Ýbrahim ile Hz. Ýsa misyonlarýndaki hususî yönler, önde olduklarý noktalar ve aðýrlýk verdikleri meseleler açýsýndan birbirlerine benzerler. Sönünü ettiðimiz çerçeveden Ýslâmî teblið adýna bugünkü dünyanýn þartlarýna baktýðýmýzda, elbette saldýrý karþýsýnda savunma hususu mahfuz, Müslümanlarýn tarihte olduðu gibi kuvvet kullanmalarýnýn pek çok bakýmdan mümkün olmadýðýný görürüz. Buna ilâveten, kaba kuvvete dayalý olarak umran kurmak mümkün olmadýðý gibi, kuvvete dayalý olarak kurulan sistemler ve medeniyetlerin, kazanýlan baþarýlarýn asla kalýcý olmadýðýna, olamayacaðýna tarih olanca açýklýðýyla þahittir. Bugün dünya, Âhir Zaman'daki Ýslâmî hizmetleri tarif ve tavsif adýna ilgili hadis-i þeriflerde geçen mesihiyete, Hz. Mesih'te daha çok odaklanan ruha, Ýslâm'ýn mesihiyet rûhuna, yani derin imana, maneviyata, manevî derinliðe, güzel ahlâka, af ve müsamahaya, sabra, sevgiye, merhamete, þefkate, sulhe, öldürmeye deðil diriltmeye muhtaçtýr. Bunlar ise bugün en fazla ve gerçek þekilleriyle Ýslâm'da vardýr ve Müslümanlara düþen bunlarý insanlýða sunmaktýr. Teblið adýna bugün Ýslâm'da devlet, Ýslâm'da ekonomi gibi konular anlatýlamaz. Çünkü, bunlarýn en azýndan temsili yoktur, halihazýr canlý örneði yoktur, aksine menfî örneði, Ýslâm dünyasýnýn ve ülkelerinin ortada olan durumuyla, pek çoktur. Dolayýsýyla bu konularda Ýslâm adýna söz söylemek, büyük ölçüde teori, hattâ spekülasyon olmaktan öte geçmeyecektir. Ýþte, Ýslâm adýna teblið deniyorsa, hem hoþgörü ve diyalog bizatihî bir tebliðdir, hem de sözü edilen Ýslâmî deðerleri teblið adýna bütün dünyaya, bütün düþünce ve inançlara açýlýmý saðlayacak bir kapý, onlara ulaþma adýna bir köprü, bir koridordur. 5. Bazýlarý, hoþgörü ve diyaloga karþý olmadýklarýný, fakat bugün Türkiye'de hoþgörü ve diyalogu seslendirenlerin daha önce farklý düþünceleri seslendirdiklerini, ayrýca hoþgörü ve diyalog adýna hatalar yapýldýðýný ileri sürmektedirler. Birinci meselenin benim için objektif fakat baþkalarý için subjektif olabilecek tarafý üzerinde durmak istemiyorum. Ama onun herkes için objektif bir tarafý varsa o da þudur: Bir hareket, kendi çizgisinde tekâmül ederek yürür ve her tekâmül safhasýnýn kendine ait özellikleri vardýr. Bu özellikler, birbirine zýt unsurlar taþýyabilir. Kur’ân-ý Kerim de, ayný þekilde dinin tamamlanmasýndan deðil, dinin tekâmülünden ve nimetin tamamlanmasýndan söz eder ve bu tekâmül sürecinin en önemli dinamiði nesh vakýasýdýr. Bu hususlarý anlamaya niyeti olanlar ve iyi anlayanlar böyle bir itirazda bulunmazlar. Meselenin ikinci yanýna gelince: Bir hadis-i þerifte buyurulduðu gibi, bütün insanlar hata yapar, hem de çok hata yapar. Önemli olan hata yapmamak deðil, hatadan tevbe ile vazgeçebilmektir. Bu itirazý yapanlara söylenecek iki söz vardýr. Ýlk söz, Ýslâm'ý yaþamada ne kadar hatasýz ve günahsýz olduklarýdýr. Baþkalarýna ilk taþý “günahsýz” olanlar atmalýdýr. Ýkinci söz ise, hoþgörü ve diyalog iyi de, onu uygulayanlar hata yapýyorlarsa, bu itirazý yapanlardan beklenen, hoþgörü ve diyalogu sahiplenmek ve hatasýz uygulamaktýr. Netice Toplumlar ve insanlýk çapýnda ortak iradeyi temsil eden büyük çoðunluðun yöneliþlerini durdurmak mümkün deðildir. Çünkü Kader, çoðunluðun iradî yöneliþlerine ve dolayýsýyla istihkakýna göre hükmeder. Önemli olan bunu görebilmek ve ona göre davranabilmek, umumî yöneliþe yön vermenin mümkün olmadýðý zamanlarda, bu yöneliþin önünde boðulmamak, onun içinden koridorlar açmak ve o koridorlardan insanlara ulaþmaktýr. Fethullah Gülen hocaefendi, bundan 10-11 yýl önce Türkiye'nin, Ýslâm'ýn ve insanlýðýn geleceði adýna tarihin girdiði yeni kavþaðý ve bu kavþaðý dönmenin gerekli zemininin hoþgörü ve diyalog olduðunu görmüþtür. Ve bu görüþün isabeti o günden bu yana ortaya çýkmýþ olduðu gibi, gelecekte de ortaya çýkacaktýr ve hoþgörü-diyalog akýmý, önüne çýkanlarý, çýkmaya çalýþanlarý da önüne katýp götürecektir. Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.