Webmaster Posted August 17, 2008 Share Posted August 17, 2008 Ahir Zamanda Genç Olmak BÝR MAYIS günü, artýk orta yaþlýlýða terfi etmiþ biri olarak yollardaydým. Hava, tam bir bahar havasýydý. ‘Ahir zamanda çocuk olma’nýn bütün aðýrlýðýný yaþayan çocuklarýmýzý, biraz hafiflemeleri arzusuyla, erkenden ninelerine götürmüþtü haným. Çocuklar hem nine, hem de toprak yüzü göreceklerdi. Ben ise ihtida öyküleriyle meþguldüm. Hayatýnda ilk kez üniversitede iken bir müslümanla, üniversite bitiminde ise Ýslâm’la tanýþan bir hanýmýn önyargýlarla cedelleþtiði nice yýllardan sonra Ýslâm’a geliþinin öyküsünü Türkçe’ye aktarmaya çalýþmýþ; bu arada, bir hayli bunalmýþtým. Hava güneþliydi ve güneþ yakmýyordu. Bahar beni dýþarýya davet ediyor, yorgun zihnim yeni bir ihtida öyküsünün tercümesine elvermiyordu. Çoluk çocuk emin ellerde, hava da günlük güneþlik olduðuna göre, birçok yazýmýn doðum vesilesi olagelmiþ bir iþe gönül rahatlýðýyla koyulabilir; ilk anda nereye çýkacaðý belirsiz biçimde, sokaklar arasýnda rastgele bir yolculuða çýkabilirdim. Çýkmýþtým da. Yolun daha ilk adýmýnda karþýma çýkan gazete manþetleri keyfimi kaçýrmýþtý lâkin. Zihnim bu manþetlere takýlmýþ halde, sokaklar arasýnda yürümeyi sürdürdüm. Dar sokaklar, arabalarýn iþgali altýndaki kaldýrýmlar, arabalar arasýndan selametli bir geçit bulma çabasý derken Kadýköy meydanýna çýktýðýmda, bir sürprizle karþýlaþtým. Bayram deðil, seyran deðil, hafta sonu hiç deðildi. Ama meydan ve meydaný çevreleyen her yer kalabalýktý. Kafeler, kafeteryalar, muhallebiciler, pastaneler, maðazalar, fast-food mekânlarý, dükkanlar, otobüsler, dolmuþlar, banklar, vapur iskelesi, otobüs duraklarý.. her yer doluydu. Her yaþtan insan, ama özellikle de gençler doldurmuþtu meydaný. Cep telefonuyla oyalanarak arkadaþýný bekleyenleri de vardý, arkadaþýna kavuþmuþ halde gezip dolaþaný da. Kimi bir kafede tek baþýna oturuyor, kimi gruplar halinde gülüp eðleniyordu. Hafta ortasý bu meydanda bu kadar genç olmazdý aslýnda. Yoksa bir gösteri, bir olay, yahut bir konser filan mý vardý? Neden sonra anladým ki, bugün hafta ortasýydý, ama yine de tatil günüydü. Bugün, vaktiyle bayram olarak gençlere adanmýþ bir Mayýs günüydü. Günün anlam ve önemine gecikmeli de olsa intikal ettikten sonra, bugün bu meydaný gençliði esas alarak gözlemleme düþüncesi içimde belirdi. Bir gözüm denize, bir gözüm meydana yakýn vaziyette bir banka oturdum. Vaktiyle bana ‘meydan okumalarý’ yazýsýný düþündüren bu mekânda gençliðe adanmýþ bir Mayýs günü ‘gençlik okumalarý’na baþladým. Neye niye bakacaðýmý aþaðý yukarý biliyordum. Ne niyetle bakmayacaðýmý da. Gözüme iliþen kareler arasýnda “Gençliðimiz acýnacak halde” gibisinden hükümlere ulaþmaym saðlayacak bir seçmecilik yapmaya niyetim yoktu meselâ. Hem, “Gençliði eðitmek lâzým” gibi pedagoji özürlüsü cümleleri oldum olasý sevmiyordum. “Gençler kötü durumda” demek kolay, ama genç olmak zordu; bunu çok iyi biliyordum. Rudyard Kipling gibi, ben de, “I know what it is to be young” diyebilirdim, zira vaktiyle ben de bir gençtim, gençliðin ne demek olduðunu iyi bilirdim. Ayrýca, birilerine tepeden bakmak, kiþileri yönetilecek ve yönlendirilecek nesneler olarak görmek, hiç sevemediðim tavýrlar arasýndaydý. Dahasý, yarher hal ve þartta, Allah’ýn insaný temiz bir fýtratla attýðýna dair inancým vardý. Her insanýn ayný temiz fýtratla dünyaya geldiðini, sevgili Peygamberimden öðrenmiþtim zira. O yüzden, fetret manzaralarýnýn hakim olduðu durumlarda dahi, fetrete karþý fýtrata itimadým tamdý. Ne var ki, bu ülkede sittin senedir ‘durumdan vazife’ çýkaranlarýn ‘vazife’den çýkardýklarý ‘durum’ da meydandaydý iþte. Ve bende uyanan düþünce, meydandaki bu ‘durum’dan bir ‘vazife’ çýkarmaktý. O gün o meydanda o banka oturmuþ halde, bu ülkede birilerinin kendi tekellerinde zannettiði birþeyi yaptým. Ortadaki ‘durum’a baktým ve bu durumdan bir ‘vazife’ çýkardým. Ne ki, kelime anlamý dahi ‘selam’ ve ‘barýþ’ olan Ýslâm’a savaþ açanlarýn yaptýðý türden bir sosyal-siyasal mühendislik vazifesi deðildi çýkardýðým. Bilakis, ‘empati’ydi. Otuzaltý yaþýna gelmiþ, evlenip barklanmýþ, gençlikle gelen bir dizi soru ve sorundan bir þekilde kurtulmuþ biri olarak gençlere dair ahkâm kesmek kolaydý; ama aslolan, empatik olmak, kendisini o gençlerin yerine koyup onlarý anlamaya çalýþmaktý. O yüzden, o meydanda, kendi gençlik günlerime dair hafýza arþivimde kayýtlý notlardan da istifade ile, kendimi yirmi yaþ genç olarak düþündüm. Onbeþ, onyedi yahut ondokuz yaþýnda olsaydým þu ortamda ne yapardým, ne düþünürdüm, neden nasýl etkilenirdim, neye nasýl tepki verirdim; anlamaya çalýþtým. Meydanda bu düþünceyle gezindim, vitrinleri bu nazarla seyrettim; maðazalarý, gazete bayilerini, seyyar CD tezgahlarýný, kitapçýlarý, kasetçileri bu nazarla taradým; yol boyu gelip geçen arabalara, insanlara bu nazarla baktým. Vâkýa ortadaydý: Genç olmak her zaman zordu ama, ahir zamanda genç olmak zorun zoruydu. Ahir zamanda genç olmak, bir bakýma, herþeyin maddeye indirgendiði bir çaðda, maddenin olanca aðýrlýðý ve duygusuzluðu ile üzerine çöktüðü bir karabasan yaþamaktý. Lisede yahut üniversitede okuyan yahut þu veya bu iþyerinde çalýþan veyahut çalýþacaðý iþ arayan bir genç, genç olarak heveslerin ve heyecanýn zirveye týrmandýðý bir süreci yaþarken, her gün bir üst modeli çýkan arabalarýn metalik aðýrlýðý altýnda eziliyordu meselâ. Ýnsanlarýn araba modeli, gömlek markasý ve beden ölçüsü ile deðerlendirildiði bir zamandý yaþanan. Böyle bir zamanda ‘genç’ denince anlaþýlan þeyin ne olduðu, ‘gençlik’in neye indirgendiði, öncelikle ‘gençlik ve spor’ bakanlýðýnýn adýndan; ilaveten, sözümona gençlik filmlerinin birbirinin tekrarýndan öteye geçmeyen ana temasýndan; keza, gençlik adýna çýkarýlan dergilerin ruj-blucin-jöle-parfüm-gömlek reklamlarý arasýna serpiþtirilmiþ bol resimli yýðýnla þarkýcý-manken-oyuncu-kim kiminle-in’ler ve out’lar haberinden rahatlýkla anlaþýlabilirdi. Maamafih, gerek gençlik dergilerinde, gerek sair dergilerin, gazetelerin, TV’lerin, internet sitelerinin ve radyolarýn gençlikle ilgili yayýnlarýnda ‘gençliðin sorunlarý’na deðinilmiyor deðildi. Gelin görün ki, buralara bakýnca, gençliðin ‘cinsel sorunlar’dan öte bir derdinin olmadýðýný, genç olmanýn da ‘cinsel sorunlu olmak’tan ibaret olduðu pekâlâ sanýlabilirdi. Sergilenen, gençliði cinselliðe indirgemekten ibaretti. O gün o meydanda dolaþan blucinli yahut mini etekli kýzlarýn, gözucuyla onlara bakan delikanlýlarýn, hatta o kýzlar gibi giyinmeye utanan genç kýzlar ile o þekilde giyinmiþ kýzlara bakmaya utanan delikanlýlarýn sorunlarý arasýnda ‘cinsellik’in olmadýðý söylenemezdi elbette. Ýnsanýn ete-kemiðe indirgendiði bir zamanda; gençlik adýna yapýlan her etkinliðin ve her yayýnýn ‘cinsellik’ boyutunu muhakkak içerdiði bir zamanda; gözlerin, gönüllerin ve zihinlerin bu yöne adeta zorla ve ýsrarla sürüklendiði bir zamanda, ortada bir ‘cinsel sorun’un varlýðý kaçýnýlmazdý. Ne ki, helâlinden çözüm yolunu Rabbimizin bize rahmetiyle bildirdiði bu sorunun ötesinde, gençlerin baþka bir dizi sorunu vardý. Ama bunlar aklý fercine inmiþ ahirzaman ukalalarýnca asla yazýlmazdý. Ýnsanlarýn ‘para’sý kadar deðerli olduðu þu ortamda kendisini ‘para’sýzlýktan dolayý deðersiz bilen kaç genç vardý acaba; bilemezdiniz. Hem, kaç gencin hayatýnýn gayesi, ‘bu zamanda herþeyin anahtarý’ olduðu hükmünden hareketle, ‘para’ya kilitlenmiþti kimbilir? Dün caddeden son model Ferrari’yle lastikleri öttüre öttüre yol alan züppe, kaç gencin aklýný çelmelemiþti acaba? Babasý kapýcý olduðu için kendisini deðersiz zannederek okula giden kaç genç vardý? Babasýnýn dürüstlüðünün, yumuþak huyluluðunun, dindarlýðýnýn, temizliðinin beþ para etmediðini hissederek kendi geleceðini böylesi gerçek deðerlere bedel ‘hakim deðerler’e göre kurma yönünde þeytanî iðvalara maruz kalan genç sayýsý acaba ne kadardý? Hem bu sabah kaç genç kýz, aynaya bakarken siyah saçý ve esmer teni için üzülmüþtü? Bugün kaç genç kýz, saçýný sarýya boyatmak üzere kuaföre uðramýþtý? Ýnsanlar nazarýnda ‘deðerli,’ yani ‘manken gibi’ olabilmek için fazladan on santim boy kazanmaya kendini mecbur bilen, o yüzden her türlü ortopedik felaketi göze alarak on santimlik topuklu ayakkabýlarla yollara düþen genç kýz sayýsýný kim biliyordu? Bu gençlerin her birinin yüreðinde kopardýðýmýz hoyrat fýrtýnalarýn bedelinden haberdar mýydýk? Gençliði cinselliðe, genç kýzlýðý sarý saçlý beyaz tenli 1.70’lik manken görüntüsüne, delikanlýlýðý ise asgari 1.75’lik atletik bedene ve spor arabaya indirgeyen hakim anlayýþýn yol açtýðý sorunlarýn her biri, baþlýbaþýna bir inceleme konusuydu. O sorunlarýn her biri, dünyanýn her yerinde her gün binlerce, yüzbinlerce, hatta milyonlarca genci mutsuz ediyor; binlerce, yüzbinlerce aileyi kavga, öfke ve gözyaþý içinde mutsuzluða sevkediyordu. Babasý kendisine Reebok ayakkabý alamadý diye intihara yeltenen gençlerin olduðu bir dünyadaydýk da, bu dünyanýn bir ayakkabýyý uðrunda intihara teþebbüs edilecek hale nasýl getirdiðini analiz edebilmiþ miydik? Oysa, birilerine kalsa, liseli Neþe’nin sorunu ‘kepek sorunu’ndan ibaretti. Filan þampuan üç artý bir formülüyle bu sorunu çözerdi. Genç dediðin, bir cep telefonuyla özgür olur, bir þiþe kola’yla kolayca özgürlüðün tadýný bulur, karþýsýndaki insana deðil, arabasýna veyahut blucinine aþýk olurdu! Býrakalým ötesini; sadece bu örnekler dahi, ahir zamanda genç olmanýn zorluðunu ilk elden bildiren iþaretlerdi. Kendime bir bilimsel uzmanlýk alaný seçsem, galiba ‘semiyotik’i, yani ‘göstergebilim’i seçer; sonra, böylesi bin türlü ‘gösterge’yi alýp, yaþadýðýmýz günlerin ‘genç’liðe yüklediði anlamý ayrýntýsýyla gösterirdim. Maamafih, bir semiyolog olmadan da, gençliðe yüklenen bu anlamýn, özetle, ‘görüntü ve gösteriþ budalasý bir tüketim kölesi’ olmaktan öteye geçmediðini söyleyebilecek durumdaydým. Hayýr, gençlik hiçbir çaðda bu kadar aþaðýlanmýþ olamazdý. Genç olmak, hiçbir çaðda bu kadar ucuz biçimde harcanmýþ olamazdý! Hem, bir Foucault yahut Baudrillard olsam, sözde bir özgürlük görüntüsü altýnda alttan alta zihinlere kazýnan modern dayatmalarýn analizine girebilirdim. Bütün bir dünya gençliðinin kýyafeti blucin ve tiþörte indirgenmiþse, bu, bilince dokunmuyor gözüküp bilinçaltýna hükmeden bir modern despotizmin eseri deðil miydi? Ahir zamanda genç olmak zor, hem de çok zordu. Zira, ahir zamanýn despotizmi, evvel zaman despotlarý gibi doðrudan dayatmalara kalkýþýp direnç üretmiyordu, kendi tercihini size sizin kendi tercihinizmiþ gibi hissettirerek dayatan sofistike teknikler kullanýyordu. Özgür olduðunuzu hisseden bir köle, kendi kararýný verdiðini zanneden bir güdümlü kýlýyordu sizi. Farkedemiyordunuz. Kendimi herhangi bir gencin yerine koyduðum, sonuçta ‘ahir zamanda genç olma’ya dair bir yazýyla ilham olunduðum o günlerin üstünden haftalar, aylar, hatta neredeyse bir yýl geçmiþti ki, yine ayný mekânlardaydým. Özel bir sebebi olmasa da, özellikle kitapçýlarý, kasetçileri, sahaflarý, CD satan dükkanlarý, seyyar CD ve kitap tezgahlarýný dolaþmak gelmiþti içimden. Yüzlerce dergi, onbinlerce kitap, binlerce kaset ve CD arasýndan ruhuma uygun birþeyler bulmaya çalýþmýþ, böylece müthiþ bir sorgulama yaþamýþtým. Ýnsan, bu kadar çeþidin ve bu denli büyük bir enformatik kalabalýðýn ortasýnda, aradýðý þeyi nasýl bulabilirdi? Ne aradýðýný az çok kestirir halde dahi aradýðý þeyi bulmak öylesine zorken, yalnýzca ‘aradýðý’ný bilen, gerçeði aramak için yollara düþen, ama henüz gerçeðin ne olduðunu dahi kestiremeyen biri bu labirentin içinden nasýl çýkabilirdi? O gün kendimi bir keþmekeþin ortasýnda bulduðumda, ahir zamanda genç olmanýn zorluðu bir kez daha pekiþmiþti zihnimde. Ahir zamanda genç olmak zor, ahir zamanda arayan genç olmak daha zor, ahir zamanda aradýðýný bulabilmiþ genç olmak ise çok daha zordu. Kendimi bir labirentin ortasýnda hissettiðim o kitap-kaset-CD-dergi yolculuðumun sonrasýnda vardýðým sonuç buydu. Karamsar bir sonuca ulaþtýðýmý biliyor; ancak “Bu kalabalýðýn, bu keþmekeþin, bu çukurlar, girdaplar ve çýkmaz sokaklar yüklü labirentin hakikate çýkan yolunu bulmayý kim nasýl becerebilir ki? ” sorusuna bir türlü olumlu cevap veremiyordum. O günüm bu karamsar sorgulamanýn getirdiði mahzun ve müessif ruh haliyle geçmiþ; sýkýntýlý ve muzdarip bir hal, gece yarýsý gözümü kapayýncaya kadar bana eþlik etmiþti. O sýkýntý yüzünden pek uykumu alamamýþ olmakla birlikte, ertesi gün sabah namazýna kalkabilmiþtim neyse ki. Gözüm yorgun, ruhum daha da yorgun olsa bile, namazdan sonra yatma isteði hissetmedim ve bir günü daha sýkýntýyla geçirmeyi de istemediðim için, daha önce kaldýðým yerden Kur’ân okumayý sürdürerek uyanýk kalmayý yeðledim. Kehf sûresine gelmiþtim! Ýlk anda, yaþadýðým ruh haliyle sýranýn bu sûreye geliþi arasýndaki tevafuku hissedebilmiþ deðildim gerçi. Ne ki, âyetler arasýnda ilerleyip sayýlarý bizce meçhul gençlerin anlatýldýðý kýsma geldiðimde, uyanmýþ sayýlýrdým. Bütün bir toplumun þirkten yana durduðu bir zamanda hidayet üzere kalabilmiþ Ashab-ý Kehf’in tamamýnýn genç olmasý bir tesadüf müydü? Yoksa, þartlar ne kadar aðýr, küfür, þirk ve þehevât ne kadar baskýn olursa olsun, bunlarýn üstesinden gelerek hakikati bulmanýn imkânýna, ve bu imkâna en yakýn olanýn herþeye raðmen gençler olduðuna dair bir ders, iz, iþaret veya telmih yok muydu bu sûrede? Evet, vardý. Ýçtenlikle ve ýsrarla aramayý sürdüren bir gencin en ümitsiz þartlarda dahi aradýðýný bulabileceðine dair bir ders, bu sûrede kesinkes vardý. Hem, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) Deccal fitnesine karþý ümmetine bu sûreyi tavsiye buyurmasýnýn elbette bir anlamý ve hikmeti olmalýydý. Kehf sûresinin karamsarlýk iklimini daðýtan bir ümit ýþýðý olarak karþýma çýktýðý o günle birlikte, yine Kur’ân’dan, gençliðe dair baþkaca ümit ýþýklarý da girecekti dünyama. Kavminin topluca putlara taptýðý bir zamanda hakikatý bulan Ýbrahim, ateþler içine atýlýp ateþler içinde yanmayan Ýbrahim, Firavun sarayýnda Musa, Züleyha karþýsýnda Yusuf, sapanlar ve saptýranlar arasýnda Yahya ve Ýsa.. her birinin sergilediði hal, mutlak derecede ümitsiz bir durumun asla sözkonusu olmadýðýnýn; en zor zamanlarda ve en aðýr imtihan ortamlarýnda dahi bu zamanýn ve ortamýn kabýný ve kalýbýný kýrýp hakikati bulmanýn ve hakikat üzere olmanýn pekâlâ mümkün olduðunun delilleri deðil miydi? Put yapýcý babanýn evinde puta tapmayan, putperest toplumun içinde putperestliði zerre miskal bulaþmayan ve de ateþler içinde olup ateþte yanmayan Ýbrahim’in bir orta yaþlý veya yaþlý deðil de bir genç olmasý ‘ahir zamanda genç olma’nýn zorluðuna dair gözlemlerle bunalan zihnime bir yol, bir iz sunamaz mýydý? Açýkçasý, zorlukta biri diðerinden geri kalmayan ortamlarýn her birinde Ýbrahim de, Musa da, Yusuf da, Yahya da, Ýsa da, bir genç iken bu ortamlarýn karanlýðýný aþmýþ, bir genç olarak hakikate ulaþmýþ, bir genç olarak aydýnlanmýþ ve aydýnlatmýþlardý. Öte yandan, bir hükümdar nebinin, Davud aleyhisselamýn oðlu olarak servet ve þöhret içinde, bilginin ve iktidarýn zirvesinde dururken Süleyman, servetin, þöhretin, bilginin ve iktidarýn her hal ve þartta yozlaþma sebebi olmadýðýnýn; bir gencin bütün bunlarýn içinde pekâlâ hakikat üzere kalabileceðinin örneðiydi. Hem, yine Kur’ân’da, bozulmuþ bir ortamda bozulmadan kalabilen genç kýzlarýn da örneði vardý. Annelerin dahi bütün bir kavmin yoluna uyup yoldan çýktýðý bir vasatta Lût’un kýzlarý, yine sonunda haklarýnda azap inmesine sebep olan sapkýnlýklarýyla Medyen kavmi içinde Þuayb’in kýzlarý, ayrýca Ýmran’ýn kýzý Meryem bu örneklerin baþýndaydý. Ahir zamanda genç olmanýn zorluðuna mukabil, ahir zamanda mü’min genç olarak sapasaðlam durmanýn pekâlâ mümkün olduðuna iþaret eden, yalnýzca bu Kur’ânî örnekler de deðildi. Onlarýn yanýsýra, Asr-ý Saadette de buna dair bir dizi örnek vardý. Hz. Peygamber, biiznillah, kötülüðün her türlüsüne bulaþmýþ Cahiliye toplumunun gençleri arasýndan cihana ve asýrlara örnek olacak þahsiyetler çýkarmýþtý. Ali, Cafer, Zübeyr, Talha, Ammar, Abdullah b. Mes’ud, Zeyd, Mus’ab, Sa’d b. Ebi Vakkas, bu vâkýanýn Mekke’deki en parlak örnekleriydi. Bu tablonun Medine cephesinde de Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel, Sehl d. Sa’d, Cabir b. Abdullah, Zeyd b. Erkam, Seleme b. Ekvâ gibi yüzlerce, binlerce isim vardý. Hasan, Hüseyin, Üsame, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas, Enes b. Malik, Abdullah b. Cafer gibi örnekler de, Hz. Peygamber’in elinde yetiþmiþ gençler olarak, bize onun gençlerle nasýl muhatap olduðuna, dolayýsýyla bizim bir gence ne þekilde muhatap olmamýz icab ettiðine dair ipuçlarý sunuyorlardý. Bütün bu isimleri Hz. Peygamber’in yanýna çeken unsur, elbette onun elçisi olduðu hakikatti. Ancak, burada dikkat gerektiren bir husus, Hz. Peygamber’in o kudsî hakikati hakikatlý bir biçimde gençlere sunmuþ olmasýydý. Zorlayan, dayatan, suçlayan, hor gören biri deðildi Resûl-i Ekrem. On yaþýnda tanýþtýðý Hz. Peygambere on sene hizmet eden Enes b. Malik, o on sene boyunca kendisinden bir kere “Niye bunu böyle yaptýn? Niye þunu þöyle yapmadýn? ” diye bir azarlama ve tersleme duymadýðýný; kendisi zaman zaman unuttuðu, beceremediði, oyuna dalýp kaldýðý halde bunun böyle olduðunu anlatýyordu meselâ. Amcasý Abbas’ýn oðlu Fadl, Veda haccý esnasýnda, Hz. Peygamber’in þefkat ve hikmet yüklü terbiyesinin bir örneðiyle tanýþmýþtý. Fadl’ýn gözü az ötede gördüðü bir genç kýza kaymýþ, karþýlýklý, bakýþmýþlardý. Bunu farkeden Resûl-i Ekrem (a.s.m.) “Sözde hacca gelmiþsin, yaptýðýn iþe bak! ” kabilinden bir sözü asla sarfetmemiþ, Fadl’a tek kelime dahi etmemiþ, sadece elini Fadl’ýn yanaðýna koyup yüzünü hafifçe baþka tarafa çevirmiþti. Namaz ve Kur’ân öðrenmek için kabileleri tarafýndan Medine’ye gönderilmiþ bir grup genci, ana-babalarýný özlediklerini hissettiði gün, baþlarýný okþayýp sýrtlarýný sývazlayarak, memleketlerine göndermiþti. Medine’de yetiþmiþ nice genç sahabinin hatýrasýnda, Resûl-i Ekrem’in sefer dönüþü kendilerini devenin terkisine almasý, koþu yarýþý ve güreþ gibi oyunlarýnda kendilerine tezahüratta bulunmasý, kendisine getirilen turfanda meyveyi onlara sunmasý, gençliðin getirdiði toylukla meramlarýný en uygunsuz dille ifade ettikleri durumda dahi sabýr ve tahammülle kendilerini dinlemesi.. gibi bir dizi hadise vardý. Ve, gençlere yönelik bu nebevî tavrýn belki en manidar veçhesi, onun gençlere güvenmesi ve kendilerine güven vermesiydi. Kendisi henüz Mekke’de iken Mus’ab b. Umeyr’i Ýslâm’ý teblið için Medine’ye gönderdiðinde, Mus’ab yirmidört yaþýndaydý ve Medineli kalpler onun vesilesiyle Ýslâm’la tanýþmýþlardý. Üsâme b. Zeyd’i hazýrladýðý son sefere kumandan yaptýðýnda, Üsâme’nin yaþý yalnýzca ondokuzdu. Attâb b. Esîd’i Mekke’ye vali tayin ettiðinde, Attâb’ýn yaþý ya yirmi, ya da yirmibirdi. Ashabý arasýnda fýkhý en iyi bilen kiþi olarak tarif ettiði Zeyd b. Sabit, Resûlullah’ý ondört yaþýnda tanýmýþtý ve hakkýnda bu söz söylendiðinde en fazla yirmiüç-yirmidört yaþýndaydý. Kýsacasý, Resûl-i Ekrem’in Cahiliye’yi Asr-ý Saadet’e çeviren süreçte bize verdiði derslerden biri, gençlere nasýl ve ne þekilde muhatap olunacaðýnýn dersiydi. O heyecanlý taze ruhlardan iman kahramanlarý çýkmasý için nasýl bir incelikle, hangi hikmetli üslupla kendileriyle ilgilenileceðinin dersiydi. Fetret ortamýnda fýtrat tohumlarýný ezmeden ve kýrmadan uyandýrma dersiydi. Hakikatli bir biçimde sunulmak þartýyla hakikati kabule en yakýn olanlarýn, herþeye raðmen, gençler olduðunun dersiydi. Ýþte bu bakýmdan, Hz. Peygamber’in hayatýna dair heyecanla okuduðum ilk kitaplardan birinin yazarý olarak Martin Lings’in bir sözü, hâfýzamda silinmez bir yer edinmiþti. Genç yaþta, yanýlmýyorsam yirmibir yaþýnda Ýslâm’ý seçmiþ bir Ýngiliz olarak Lings, yaþlýlar, zenginler, ünlüler ve soylular Ýslâm davetine karþý direnirken gençlerin Ýslâm’a daha kolay biçimde yöneliþlerini, yönelemeyenlerinin dahi Ýslâm’a diðerlerinden daha yakýn duruþunu, þairâne bir duyarlýlýkla, þöyle tarif etmekteydi: “Elbette gençlerin ve zayýflarýn hepsi hemen ilâhî daveti kabul etmemiþti; fakat hiç olmazsa küçük yaþamlarýný bir klarnetin notalarý gibi bölen davetin önem ve þiddetine karþý kulaklarýný týkamalarýna neden olacak kendini beðenmiþlikleri yoktu.” Vâkýa, her zaman için, buydu. Gençliðin hislerin ve heyecanýn zirvede olmasý, toyluk, tecrübesizlik gibi bir dizi zorluðu olduðu gibi, bu zorluklarýn üstesinden gelmeyi mümkün kýlacak karþý-aðýrlýklarý da vermiþti Rabb-ý Rahîm. Genç demek, öte yandan, arayan adam demekti. Genç olmak, arayýþ içinde olmaktý. “Ben bileceðimi zaten biliyorum. Kimseden öðreneceðim birþey yok” türünden bir tavýr, bir gencin tavrý olamazdý. Bir genç, böylece, kendisine takdim olunan bir hakikate daha baþtan kulaðýný kapayamazdý. Bilmeye yönelik merak, öðrenmeye duyulan açlýk, hayat yolculuðunun baþlarýnda olduðunu bilmekle gelen iddiasýzlýk, bir genci hakikati kabulde avantajlý kýlan unsurlardý. ‘Ýsyan çaðý’ idi gençlik. ‘Ergenlik dönemi’ denilen þey, o güne kadar kendisine öðretilen herþeye karþý kuþku ve itiraz dönemiydi. Rabb-ý Rahîm, gençliðe adým atarken insana böyle bir halet-i ruhiye veriyordu ki, aklýný baþka akýllarýn cebine koymasýn, kendisi düþünüp tartsýn, hakikate gitmesini engelleyen bütün manialarý ve dayatmalarý aþsýn. Putperest bir kavimde, put yapýcý Azer’in evinde Ýbrahim’in bir tevhid eri olarak belirmesi, bu sýrdandý. Firavun sarayýnda Musa’nýn bir muvahhid olarak yükseliþi de bu sýrdandý. Yine bu sýrdandýr ki, Mekke’nin reisi Utbe’nin oðlu Huzeyfe, Mekke’nin ileri gelenlerinden Süheyl’in oðlu Abdullah ile kýzý Sehle, Ebu Süfyan’ýn kýzý Remle, dedesi Resûlullah’a ‘ebter’ der ve babasý Ýslâm’a karþý taktikler geliþtirir iken Amr b. Âs b. Vâil’in oðlu Abdullah, Ebu Uhayha Saîd b. Âs’ýn oðullarý Halid ve Amr, ilk müslümanlar arasýndaydý. Medine münafýklarýnýn reisi Ýbn Ubey’in oðlu Abdullah’ýn, Medineli en amansýz Ýslâm düþmanlarýnýn baþýnda gelen Ebu Âmir Fâsýk’ýn oðlu Hanzale’nin ciddi ve samimi birer Müslüman olmalarý da bundandý. Ne var ki, yine bu ‘isyan ruhu,’ doðrunun yanlýþ biçimde sunulduðu yerde, ters sonuçlar getirebilmekteydi. Sunulan bir doðru doðru biçimde sunulmamýþ; dayatmayla, zorla, zorbalýkla kabulüne çalýþýlmýþ ise, ayný genç ruh bu kez doðruyu reddedebiliyordu da. Nitekim, meselâ þu topraklarda, dinî hayatýn uzaðýndaki birçok ailenin çocuklarý dine yönelebilmiþ iken, doðruyu doðru biçimde sunamamýþ olan dindar ailelerin çocuklarý dindarâne bir hayatýn uzaðýna düþebiliyordu. Sözün kýsasý, genç ruhlarýn—ahir zaman dahil—her zaman ve zeminde hakikati bulmalarýný mümkün kýlacak bir donanýmlarý vardý; ama bu donanýmýn iþe yaramasý için, fetrete karþý fýtratýn istimali þarttý, doðrunun doðru biçimde sunulmasý þarttý. Þahsen, bunu böyle biliyor; o yüzden, ahir zamanda genç olmak ne denli zor olursa olsun, her gençte hakikati kabule yatkýn bir potansiyelin var olduðunu düþünüyorum. Hem, halihazýrda hangi vaziyette bulunursa bulunsun, her genci hakikate müþteri olabilir bir istidatta görüyorum. Yaþadýðýmýz çað kalblerin esir, nefislerin ise vezir edildiði bir dönem olsa bile; þu zamanda köpekler serbest býrakýlýp taþlar baðlanmýþ olsa bile; akýllý uslu durmanýn çýlgýnlýk, ‘çýlgýnlar gibi eðlenme’nin ise akýl kârý bilindiði bir dönemde yaþanýyor olsa bile; ahir zaman genci, hakikati gene de bulabilir. Ahir zamanýn þartlarýný en yoðun biçimde yaþýyor olan; nefislerin en ziyade serbest olduðu ve istediðini yapabilecek maddî imkânlara en ziyade kavuþtuðu Batýda þu halde bile milyonlarca gencin Ýslâm’ý seçmiþ olmasý, sayýca daha da fazlasýnýn ise gerçeði bulmak için yollara düþmesi, bize bu gerçeði haykýrýyor. ‘Dindar’ olmanýn maddî-manevî mahrumiyet ve horlanma sebebi olabildiði þu ülkede dahi, böylesi binlerce, yüzbinlerce, belki milyonlarca genç aramýzda dolaþýyor. Bu ülkede, üzerine kapý kilitlense, kendisine deli muamelesi yapýlsa dahi namazýndan vazgeçmeyen; ulaþabildiði ve ancak gizlice okuyabildiði kitaplar saklandýðý yerlerden bulunup yakýlsa dahi iman yolunda yolculuðunu sürdürebilen genç erkekler; üniversite kapýsýnda binbir mihnetle yüzyüze kalabileceðini bildiði ve ailesinde tek bir mesture olmadýðý halde Rabbinin rýzasýný gözeterek örtünebilen genç kýzlar bulunuyor. Ahir zamanda genç olmak zor, biliyorum. Ahir zamanda mü’min genç olmanýn daha kolay olmadýðýný da biliyorum. Ama doðuda batýda yaþanýp nazarýmýza iliþen böylesi milyonlarca örnek, bize ‘zor’ olanýn ‘imkânsýz’ da olmadýðýný açýkça gösteriyor. Ve, fetrete karþý fýtratýn, hazýr cevaplara karþý sorularýn, yanlýþ kapýlara karþý doðru arayýþlarýn eþliðinde yaþanan bu vâkýaya bakýp, kim olursa olsun bütün gençlere arkadaþ nazarýyla baktýðýný söyleyen bir þefkat ve hikmet erinin ruh haliyle donanalým istiyorum. Arayan her gence bu nazarla bakarken, bin türlü engeli aþýp hakikati bulabilmiþ her bir gence, ‘ahirzaman evliyasý’ gözüyle bakalým istiyorum. Zira, ahir zamanda genç olmak, ateþler içinde olmaktýr. Ahir zamanda mü’min genç olmak, ateþler içinde yanmamaktýr. Ahirzamanda mü’min genç, ateþler içinde Ýbrahim misalidir açýkçasý. Firavun sarayýndaki Musa, çaðýn Züleyha’larý karþýsýnda Yusuf misalidir. Ve, ateþler içinde Ýbrahim’i yakmayan, Firavun sarayýnda Musa’yý saptýrmayan, Züleyha karþýsýnda Yusuf’u kandýrmayan sýrra erildiðinde, ahir zamanda mü’min genç olmanýn yolu elbette görülecektir Metin Karabaþoðlu Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.