Webmaster Posted June 28, 2008 Share Posted June 28, 2008 Ýnsan tüketme sanatýnýn 'sað'ý 'sol'u yok Sað da hata yaptý sol da. Lakin söylemezsem haksýzlýk yapmýþ olurum: En çok sol yaptý bunu; bilerek, planlayarak, estetize ederek… Said Nursi, Mehmet Akif, Nurettin Topçu, Cahit Zarifoðlu, Necip Fazýl gibi isimlerin öcü gibi gösterilmesini bir kenara kaydedin; peki, yaþayanlarýn görmezden gelinmesine ne demeli? Önce Soner Yalçýn yazdý; ardýndan Serdar Turgut o yazýya atfen bazý tespitlerde bulundu. Said Nursi ile Cemil Meriç’in ortak özellikleri üzerinde durulan yazýda Yalçýn, sað ve sol kesimin ideolojik yaklaþýmlardan dolayý bazý aydýnlarý yeterince taný(ya)madýðýný söylüyor ve yazýsýna son noktayý þöyle koyuyordu: “Solcularýn Cemil Meriç’ten özür borcu var.” Bu yazýyý okuduðumda hazin bir hatýra canlandý gözümün önünde. Tarihî bir gecede bir televizyon programýnýn konuðuyuz. Karþýmda her meseleye hararetle yaklaþan, her alanda atýp tutmayý (hatta bu arada dinî konularda devasa içtihatlarda(!) bulunmayý) maharet sayan bir yazar da vardý. Sekiz dakikalýk reklam arasý verilmiþ. Yazar, çantasýndan bir kýsým belgeler çýkarmak için çabalayýp duruyor. Merakýmý celbetti ve sordum: “Hayýrdýr, vesikalarla gelmiþsiniz.” Daha bir heyecanla “Görürsünüz, biraz sonra bazý alýntýlar yapacaðým” dedi. Gazete kupürünü görünce anladým ki canlý yayýna girildiðinde Ümit Meriç ile yapýlmýþ bir söyleþi masaya yatýrýlacak ve orada ifade edilen bir cümlenin üzerinden baþörtüsü sorununa dair önemli analizler (!) ortaya konacak. Birazdan yaþanacaklarý tahmin ettiðim için dayanamadým ve “Umarým Ümit Meriç’i tanýyorsunuzdur!” dedim. Aldýðým cevap yüreðimi aðzýma getirdi: “Tanýmak zorunda mýyým?”. Ne yaparsýn böyle vahim bir manzara karþýsýnda. Ünlü þovmen Beyaz’a özenerek baþladým kýsa bir tanýtým yapmaya. “O bir profesör. O bir sosyolog. O bir entelektüel…” Bu sözler üzerine gazete kupürünün çantaya yeniden avdet ettiðini gördüm. Ne var ki bu sefer de içime baþka bir kuþku düþmüþtü. Bir yandan kabalýk etmek istemiyorum; diðer yandan sormasam ömür boyunca rahatsýz olacaðým bir soru beynimde uðulduyor. Olabildiðince nazik bir edayla sordum: “Peki siz, Ümit Haným’ýn babasýný; yani Cemil Meriç’i tanýyor musunuz?” Önce tuhaf tuhaf baktý popüler köþe yazarý ve sonra keskin bir cümleyle karþýlýk verdi: “Tanýmak zorunda mýyým?” Benim yerimde olsanýz ne dersiniz Allah aþkýna? Býrakýn Cemil Meriç’e kasten haksýzlýk yapmayý, onu unutmayý ya da unutturmayý; onun adýný bile duymamýþ. “Olabilir efendim; duymamýþ, görmemiþ, okumamýþ olmasý suç mu?” diyebilirsiniz. Nitekim tartýþma programlarýnýn cerbezeli ismi de bana böyle söyledi. Ben de mecbur kaldým ve son sözümü þöyle ifade ettim: “Evet tanýmak zorundasýnýz. Bu ülkede yazarlýk yapýyorsanýz, Cemil Meriç’i de, Kemal Tahir’i de, Necip Fazýl’ý da, Nazým Hikmet’i de tanýmak zorundasýnýz…” Türkiye’nin kanayan bir yarasýdýr bu. Ýnsanlar insanlarý tanýmaz; tanýmadýðý halde yazar, çizer, konuþur, mangalda kül býrakmaz. Müsaadenizle bir hatýramý daha nakledeyim: Kültür-sanat sayfasýnda muhabirlik yapýyorum. Fethullah Gülen’in yeni çýkan bir kitabý hakkýnda bir haber çalýþýyoruz. Cumhuriyet’te Allah’ýn her günü Gülen hakkýnda yazý yazan bir adamý da aradým. Ýlk sorum: “Fethullah Gülen hakkýnda sýkça yazýyorsunuz; acaba herhangi bir kitabýný okudunuz mu?” Hikmet dolu bir cevap (!) geldi: “Ne gereði var; o benim kitabýmý okumuþ mu ki!” Tabii bu müthiþ (!) cevap karþýsýnda söylenecek söz bulamýyorsunuz. Ne deseniz nafile çünkü. Mesela “Be kardeþim Fethullah Gülen senin hakkýnda yazý yazmýyor ki seni okumak zorunda olsun. Okumaya, hatta anlama gayreti içinde olmaya mecbur olan sensin, sen!” diyemiyorsun. Kulaklarýný týkamýþ, gözlerini kapamýþ ve ezberinde tuttuðu beþ-on cümle ve üç-beþ varsayýmla yazarlýk serüvenini noktalayan adama ne denebilir ki! Düþünebiliyor musunuz aradan on yýlý aþkýn bir zaman geçti bu insan halen Fethullah Gülen hakkýnda her gün yazýyor ve iddiam o ki Gülen’e ait tek bir satýr bile okumuþ deðil. Daha kötüsü de var: Bazen önyargý yetmiyor; peþinen verilen hükümlere hüccetler aranýyor. Yukarýda bahsettiðim Cumhuriyet yazarýyla ilgili bir anýmý daha kaydediyorum buraya. Washington’da bir grup gazeteci arkadaþla yemek yiyoruz. Yanýmýzda uzun yýllar önce Cumhuriyet’in Washington temsilciliðini yapmýþ bir meslektaþýmýz da var. Fehmi Koru’ya dedi ki “Fehmi Bey, benim size özür borcum var.” Nakletti baþýndan geçenleri. Meðer Gülen uzmaný (!) yazar (o dönemde yayýn yönetmeni) telefon açýyor ve diyormuþ ki “Bu Fehmi Koru’nun Harvard mezunu olmadýðýný ispat et!” Karar, ta baþtan verilmiþ. Delil sonra bulunacak(!). Bu nedenle Washington temsilcisi Boston’a gider ve Harvard’da araþtýrma yapar. Bütün belgelere ulaþýr ve görür ki o dönemde Zaman Gazetesi baþyazarlýðý yapan Fehmi Koru yýllar önce Harvard’da okumuþ ve mezun olmuþtur. Durumu yöneticisine beyan eder. Karþýdan hakaretamiz bir öfke yükselir ve “Kardeþim sana onu soran mý var; adamýn Harvard’dan mezun olmadýðýný ispat edeceksin” denir. Bu anlattýðým bir þehir efsanesi deðildir. Bahsi geçen olay nakledilirken pek çok gazeteci de konuþulanlarý dinliyordu. Dikkat ettim; kimse yadýrgamýyordu yaþananlarý. Zira bu ülkede bir aydýný, bir mütefekkiri, bir gazeteciyi, bir sivil toplum öncüsünü hýrpalamak için her þey yapýlýr. Didik didik edilir insanlarýn özel hayatlarý, aile baðlarý, insanlarla iliþkileri. Oradan bir çarpýcý tablo(!) devþirilemezse birtakým kurgulara baþvurulur kimi zaman. Yalanlar, yakýþtýrmalar, dedikodular, iftiralar… Aslýnda saðcýlýk solculuk bir vesiledir; hatta kutsanmýþ birer maskedir. Ýnsanlarý yok saymak ya da yok etmek için kullanýlýr ideolojiler. Eli kalem tutanlarýn bir kýsmýnda can yakmak, ihtirasa dönüþmüþtür adeta. Hatta kimisi eline geçirdiði bir gül ile dostlarýnýn kalbini delik deþik eder. Türk düþünce ve edebiyat tarihi Hallac-ý Mansurlar tarihidir. Malumunuz, Mansur taþlanýrken acý bir tebessümü yüzünden hiç eksik etmez. Recmedenlerin cehaletine gülümseyip geçmekten baþka çaresi yoktur. Ne var ki dost bildiði biri yaklaþýr o esnada ve bir gül atýverir Hallac’ýn sinesine doðru. Hallac’ýn hýçkýrýklara gömüldüðü an, iþte o andýr. Bilgisizliðin bile mazur görülebilecek bir yaný bulunabilir; yeter ki anlama gayreti içinde çýrpýnabilsin insanlar. Ancak, insanlarý daha baþtan mahkûm etmenin hiçbir makul gerekçesi olamaz. Maalesef sað da hata yaptý bu konuda sol da. Nazým Hikmet, Oðuz Atay ve Sabahattin Ali ve Ýdris Küçükömer’i zamanýnda tanýyamadý. Lakin söylemezsem haksýzlýk yapmýþ olurum: En çok sol yaptý bunu; bilerek, planlayarak, estetize ederek… Said Nursi, Mehmet Akif, Nurettin Topçu, Cahit Zarifoðlu, Necip Fazýl gibi isimlerin öcü gibi gösterilmesini bir kenara kaydedin; peki, yaþayanlarýn görmezden gelinmesine ne demeli? Sezai Karakoç, Mustafa Kutlu, Ýskender Pala, Ali Çolak, Sevinç Çokum, Beþir Ayvazoðlu… Liste uzayýp gidiyor. O kadar çok insana gizli boykot uygulanýyor ki! Daha ötesi de var: Bir zaman “solcu” kategorisine dâhil edilmiþ; ancak bugün “sað”da yazdýðý düþünülen insanlara bile korkunç bir ambargo uygulanýyor. Sezer Tansuð’a yapýlanlarýn bizzat þahitlerindenim. Hilmi Yavuz gibi, Selim Ýleri gibi deðerli kalemler hakkýnda zaman zaman sarf edilen nâbeca nâseza sözlere de aþinayým. Aydýn olmak için önce izan ve insaf sahibi olmak gerekir; bir de ma’þeri vicdanda yankýlanan bir kýsým iniltiler duymak. Bakýn, 1952’de kendini ziyarete gelen Eþref Edip’e ne diyor Bediüzzaman: “Beni anlamýyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolâstik bataklýða gömülmüþ bir medrese hocasý zannediyorlar… Bana, þuna buna niçin sataþtýn diyorlar. Farkýnda deðilim. Karþýmda müthiþ bir yangýn var. Alevleri göklere yükseliyor. Ýçinde evladým yanýyor, imaným tutuþmuþ yanýyor. O yangýný söndürmeye, imanýmý kurtarmaya koþuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiþ de ayaðým ona çarpmýþ ne ehemmiyeti var.” O kadar çok yürek acýsý var ki hangisine dokunsanýz bin âh iþiteceksiniz. Deðer mi bu kadar acýmasýz olmaya! Ekrem Dumanli ZAMAN - 28.06.2008 Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.