Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

TEBLÝÐ VARLIK GAYEMÝZDÝR

 

 

"Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker", varlýðýn yaratýlýþ gayesine götüren bir yoldur. Allah (c.c), kâinat sarayýný bu yüce vazife için açmýþ ve yine insaný o sarayda bu yüce vazife için halife yapmýþtýr. Peygamberlik manzumesi de, bu sebeple nazmedilmiþtir. Hz. Âdem (a.s), hem ilk insan hem de ilk nebidir. Evlatlarý, daha gözlerini açar açmaz karþýlarýnda babalarýný, iyiliði emredip kötülükten sakýndýran bir peygamber olarak bulmuþlardýr. Beþerî ilk oluþum nübüvvetle baþlamýþtýr. Neticede nübüvvet aðacý, baþlangýçta ona çekirdek olan Nebi'yi meyve vermiþtir. O (s.a.s), kâinat kendisi için yaratýlan Ýki Cihan Serveri (s.a.s)'dir. O'nun gönderiliþ gayesi ise tebliðdir. Tebliðin özü de, "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"dir. Demek ki varlýk, onun için var edilmiþtir. Þüphesiz varlýðýn yaratýlýþ gayesi olan bir iþ, iþlerin en mühimidir.

 

Evet, gözünü dünyaya açan Hz. Âdem (a.s)'in ilk çocuklarý, yaþadýklarý âlemin semasýnda, her an nazarýný ulvî âleme diken, emirleri oradan alan ve aldýðý bu emirlerin altýnda haþyetinden iki büklüm olan, tir tir titreyen ve dudaðýnda daima öbür âlemlerin endiþesini ürperti hâlinde yaþayan bir "Nebi Baba"yý, Kutup Yýldýzý seyreder gibi seyretmiþlerdir. Hz. Âdem (a.s), hem insan olarak hem de peygamber olarak ilk defa "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yapan insandýr.. ve bu yol, bir defaya mahsus açýlmýþ da ardýndan kapanmýþ bir yol da deðildir. Hz. Âdem (a.s)'i daha nice peygamberler takip etmiþtir. Zira insanlýðýn nebilere ihtiyacý vardýr. Çünkü insanda ne kadar fazilet mevcutsa, âdeta, zaman ve hâdiseler onlarý teker teker tüketme azmindedir. Onun içindir ki Kur’ân-ý Kerim, yenilenmeden geçen sürelerin kalb kasvetine sebep olduðuna iþaret eder. Bazý zaman ve devirler böyle bir kalb kasvetine sebep olunca, insanlarýn gözleri küsûf tutmaya, bakýþlarý bulanmaya baþlar. Ayaklar kayar, istikamet kaybolur. Cenâb-ý Hakk muhit ilmiyle bunlarý en iyi bilen olduðu ve rahmeti gadabýna sebkat ettiði için, art arda peygamberler göndermiþ; gönderilen her peygamber de devrin þartlarýna göre "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker"de bulunmuþtur.

 

Hz. Âdem (a.s), ömrünü bu uðurda bitirip tüketmiþ, evlatlarýnýn da daima iyi olaný yapmalarýný, kötü olandan da kaçýnmalarýný tavsiye etmiþtir. O'nun sesinin ihtizaz ve dalgalanmalarý, vefatýndan sonra da belli bir devreye kadar sürmüþ, titreþimler kuvvetini kaybetmeye yüz tutunca da Cenâb-ý Hakk, Hz. Âdem (a.s)'in seçkin evlatlarýndan bazýlarýný nebilik vazifesiyle görevlendirivermiþtir. Onlar da sýrasýyla kendilerine tevdî edilen bu vazifeyi hakkýyla yerine getirmiþ.. ve her nebinin güneþ gibi gurub edip gitmesiyle, diðer nebinin yine bir güneþ gibi doðuþu arasýnda, insanlýk semasýnda her zaman bir karanlýk yaþanmýþtýr. Gerçi velâyeti temsil edenler, her karanlýk geceyi âdeta yýldýzlar gibi donatýyorlardý; ancak, onlarýn güneþten beklenen aydýnlýðý getirmeleri elbette ki mümkün deðildi.

 

Hz. Nuh (a.s)'a kadar devran hep, böyle devam etti geldi. Ve bir gün beþer, O'nun ulü'l-azm bir peygambere yakýþýr ciddiyette gür soluklarýný duydu. O büyük Nebi, Kur’ân'ýn ifadesiyle:

 

 

 

"Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size nasihat ediyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahy ile) biliyorum" (Ârâf, 7/62) diyordu. Yani, beni dinleyen, bana itaat eden ve sefineme binen kurtulacaktýr. Bu kurtuluþ hem zahirî hem de batýnî olacaktýr. Sular üstündeki sefine sizin cismaniyetinizi kurtaracaktýr. Kalbinizle bana baðlanýr, dediklerime kulak verirseniz, dünyevî-uhrevî hayatýn korkunç dalgalarý arasýnda boðulmaktan kurtulur, selâmete erersiniz. Aksi hâlde, hem madde, hem de mânânýzla tükenir gidersiniz...

 

Ýþte Hz. Nuh (a.s), bin seneye yakýn bir müddet hep böyle nasihat edip durmuþtur. O'nu takiben Hz. Hûd (a.s) gelir. O da yine ayný þekilde:

 

"Ben size emin bir nasihatçýyým" (Âraf, 7/68) der. Ýnsanlarý, yaratýlýþ gayelerine uygun hareket etmeye davet eder.

 

Ýnsan ki, Cenâb-ý Hakk'ý bilip tanýmak ve bu bildiklerini vicdanýnda duymak için yaratýlmýþtýr. Ýþte ona bu vazifesini hatýrlatmak ve ayný zamanda onu bu marifete ulaþtýrmak için art arda peygamberler gelmektedir.. ve Hz. Hûd (a.s)'dan sonra da nice peygamberler gelmiþ ve hep ayný yolu takip etmiþlerdir.

 

Ama ne zaman bir önceki nebinin ses ve soluklarýnýn tesiri zihinlerden silinmiþ ise, muhakkak insanlýk bir öncekilere göre alçalýþa geçmiþ ve onun ruhî hayatýnda büyük sarsýntýlar birbirini takip etmiþtir. Manevî hayat çorak bir araziye dönmüþ, lâhut âlemine ait inþirah esintileri tamamen dinmiþ ve insanlar derbeder hâle gelmiþlerdir. Ýþte nebiler babasý Hz. Ýbrahim (a.s), gönderildiðinde insanlýk âlemi böyle bir atmosferi yaþýyordu. O, "emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker"in diriltici nefesleriyle insanlar arasýna girdi; nerede üç-beþ kiþi gördüyse, oraya gitti ve onlara hakký, hakikati teblið etti. O'nu dinleyip sözüne kulak verenler, yeniden insanî kemalat adýna zirvelere týrmandý ve hep þahikalarda dolaþmaya baþladýlar.

 

Hz. Ýbrahim (a.s)'den sonra insanlýk tekrar çýktýðý zirveden yavaþ yavaþ aþaðýya inmeye ve yeniden yozlaþmaya yüz tuttu. Her þeyi maddede arayan ve onda bulmaya çalýþan bir zihniyet, yeniden gelip baþköþeye kuruldu. Bir ucu yirminci asra kadar uzanan bu felaketin, nasýl korkunç bir þey olduðunu, zannediyorum biz bugün daha iyi anlamaktayýz.

 

Ýþte Hz. Musa (a.s), Mýsýr'da, Nil deltasýnda böyle bir anaforun yaþandýðý dönemde zuhur etti. O da kendisinden önceki peygamberler gibi, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" vazifesiyle memurdu ve inatçý bir kavme karþý mücadele vermekle görevlendirilmiþti. Bu yüce vazifeyi yüklendi ve onlarý ellerinden tutup yüceltme gayretine girdi. Bu çalýþmalarýnda bir ölçüde muvaffak da oldu. Muhataplarý çok zor yola gelebilecek bir millet olmasýna raðmen, Hz. Musa (a.s)'nýn gece-gündüz gösterdiði gayret ve çýrpýnýþlarý neticesinde ve "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker"in bir semeresi olarak, hayatta iken kendi de çok þeye þâhit oldu.

 

Elbette ki, insanlarý ellerinden tutup þahikalara çýkarmak ve onlarý birer kâmil insan hâline getirmek kolay bir hâdise deðildir. Onun içindir ki, peygamberlerden dahi nice þehitler verilmiþtir. Hz. Zekeriya (a.s) baþtan aþaðýya demir testereyle bu uðurda ikiye biçilmiþ, Hz. Yahya (a.s) yine bu uðurda þehit edilmiþtir. Zaten Hz. Ýsa (a.s) için kurulan çarmýh da, baþka bir gaye için deðildi.

 

Allah Resûlü (s.a.s)'nün maruz kaldýðý zorluklar bunlarýn hepsini aþkýndý. O’nun bu uðurda çekmediði eza ve cefa kalmamýþtý. Hatta bir defasýnda O, Hz. Âiþe (r.anha)'ye hitaben: "Ya Âiþe, kavminden çok çektim"1 diyecektir. Mahzun Peygamberin bu sözünde, bir kalb kýrýklýðýnýn iniltisi vardýr. Siz bu sözü alýn, bütün peygamberlere uðrayarak Hz. Âdem (a.s)'e kadar ulaþtýrýn. Ve hayalen bu sözü yakýn takibe alýn, onu hemen her nebinin kalb inkisarý olarak bulacaksýnýz. Hz. Âdem (a.s) evlatlarýný toplayacak: "Sizden çok çektim" diyecek, Hz. Nuh (a.s), Hz. Hûd (a.s) ve diðerleri de ayný sözü tekrar edecek ve ayný inkisarý dile getireceklerdir.

 

Efendimiz'den sonra, bu iþi devam ettiren kutlular.. onlarýn ifadeleri de sýkýlsa, damla damla ayný inkisarýn döküldüðü görülecektir: "Seksen küsur senelik bütün hayatýmda dünya zevki namýna bir þey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarýnda, esaret zindanlarýnda, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediðim cefa, görmediðim eza kalmadý. Divan-ý harplerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandým. Memleket zindanlarýnda aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldým. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eðer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altýnda çürümüþ gitmiþti."2 ifadesi, buruk bir inkisardan baþka neyin ifadesidir? Ýhtimal o bu sözü, kendi gibi bütün kalbi kýrýk büyükler için söylüyordu. Hasýlý bu hâl, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" yapanlarýn deðiþmez bir kaderidir.

 

Bu büyük iþe iþtirak etmenin þerefi mevzuunda dikkatleri çekmek için, bilhassa Seyyidina Hz. Âdem (a.s) ile Efendimiz (s.a.s) arasýnda, tefekkür mekiðinizi getirip götürmek istedim. Heyecaným, mes'elenin kudsiyetini aksettirmeden kaynaklanýyordu. Hülyâlarýmda hakikat erlerinin "hay-huy" unu duyuyor gibiydim.

 

"Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yolunda atýlan her adým, adým sahibi için nübüvvete veraset sevabý kazandýrýr. Çünkü bu vazife, esas itibarýyla peygamberlerin vazifesidir. Bu yola adýmýný atan her insan, böyle bir vazifenin altýna girmiþ ya da Ýlahî bir lütuf olarak bu vazife ona verilmiþ demektir. Öyleyse bu uðurda tek adým atan insan dahi, niyet ve derecesine göre bu vazifenin sevabýný kazanacaktýr.

 

Ayrýca þu hususa da iþaret etmek yerinde olur: Mâdem ki bu kudsî vazife peygamberlerin vazifesidir. Peygamberler ise, bütünüyle istikamet içindedirler. O hâlde, "emr-i bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker" yapanlar da, hiç olmazsa bu amelleri itibarýyla istikamet içinde sayýlýrlar.

 

Netice itibarýyla; Allah'a inanan her ferdin, Allah katýnda mü'min kabul edilebilmesinin ve mü'min kalabilmesinin garantisi, üzerindeki teblið vazifesini bihakkýn ifa etmesiyle yakýndan alâkalýdýr. Allah'a inanan fert ve cemaatler, varlýklarýný ancak ve ancak bu vazifeyi yerine getirmekle devam ettirebilirler. Hakk ve hakikate tercüman olma, haksýzlýk karþýsýnda dilsiz þeytan kesilip susmama, her zaman hayatý ve ölümü istihkâr edip hiçe sayma, hep sahabe anlayýþý içinde olma ve bu kudsî vazifeyi hayatýn gayesi bilme; hem var olmanýn sýrrý, hem de mü'min kalmanýn þartýdýr. Bunlar yaþanmadan geçen günlere yazýklar olsun!.. Aslýnda her mü'min de, bu kudsî vazifenin yapýlmadýðý bir cemiyet içinde yaþamaktan Allah'a sýðýnmalýdýr.

 

Fert, bu vazifeyi yaparken hem inandýðý ve uðruna baþ koyduðu düþüncelerini hayata geçirme imkânýný bulacak, hem de bu sayede sahip olduðu îman havada kalmamýþ olacaktýr. Zira Ýslâm, yaþanan bir hakikattir; yaþanmadýkça onun anlaþýlmasýna imkân yoktur. Îman ve tebliði her þeyin merkezine yerleþtiren bir insan, bütün hayatî faaliyetlerini de bu merkez etrafýnda örgüler. Bir mü'min için, korunmasý gereken beþ esastan en birincisi dindir. O ýrzýný, namusunu, malýný ve canýný koruyacak; ama evvelâ dinini koruyacaktýr. Ve bu da onun, dinine verdiði önemin bir iþareti olacaktýr. Ferdin, Allah ile olan irtibatýnýn derece ve kuvvetini gösteren en çarpýcý tablo, onun dini koruma adýna gösterdiði gayret ve çalýþmalarýdýr. Þu da kat'iyen unutulmamalýdýr ki, dinini koruyamayan, diðer dört esasý da koruyamaz. Tarihin bize verdiði en ibretli ve isabetli derslerden biri de iþte budur.

 

Allah (c.c) bizi, kendisini ifade edelim ve anlatalým diye yarattý. Yaratýlýþýmýzdaki ilâhî maksat ise ki, budur. Bu ilâhî maksada uygun hareket etmek, hem dünyamýzý hem de âhiretimizi mamur edecektir. Aksi hâlde dünyevî ve ebedî varlýðýmýzýn teminatý olan bu maksadýn tokadýný yer; hafizanallah hem millet olarak, hem de cemiyet olarak fitne ve fesadýn aðýna itilmiþ oluruz. Bu önemli vazife (teblið vazifesi) yapýlmadýðý zaman, toplumun maruz kalacaðý muhtemel musibetleri, Efendimiz (s.a.s) þöyle dile getirmiþlerdir: Þöyle ki, bir gün etrafýnda Sahabe halka olmuþ pür dikkat O'nu dinliyorlardý. Ancak bugün, o nezih dilden ve lâl ü güher dökülen lisandan bir kýsým tehdit ve tehlike ifadeleri de sadýr oluyordu. Ebû Ya'la ve Ýbn-i Ebi'd-Dünya (r.anhüma)'nýn rivâyetlerine göre Allah Resûlü (s.a.s):

 

"Nasýl olacak hâliniz? O gün kadýnlarýn baþ kaldýrdýðý, sereserpe, açýlýp saçýlarak sokaða döküldüðü, kötülüklerin her tarafta yayýldýðý ve hakký ifadenin terkedildiði gün?"

 

Sahabe bu sözler karþýsýnda dehþete düþtü; zira akýllarý böyle bir þeyi kabul edemiyordu. Onlar, tek bir mü'min dahi kalsa, bir cemiyette bu kabil kötülüklerin yaygýnlaþmayacaðýna inanýyorlardý. Bu yüzden sözlerin tesiri, üzerlerinde bir þaþkýnlýk meydana getirmiþti. Bundan dolayý da hemen sormuþlardý:

 

"Bunlar olacak mý ki ya Resûlallah?"

 

Bunu hem þaþkýnlýk içinde hem de istifsâr mahiyetinde soruyorlardý.

 

Ve Allah Resulü (s.a.s):

 

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, daha þiddetlisi de olacak" buyurunca, etrafa bir garip hava çökmüþ ve bakýþlar bulanmýþtý. Nihâyet dehþet içinde:

 

"Bundan daha þiddetlisi nedir ya Resulallah?" diyebilmiþlerdi.

 

Bunun üzerine Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu:

 

"Bütün kötülükleri iyi ve bütün iyilikleri kötü gördüðünüz gün hâliniz nice olacak bir bilseniz!" buyurdular. Biz hadisin bu bölümünden, günümüzdeki umumî duruma iþaret etmesi yönüyle bir kesit alalým:

 

Evet hadîs-i þerif, bir gün her þey tersine dönüp deðerlerin altüst olacaðýna iyiler kötü, kötüler iyi görüleceðine, zinanýn tervic edileceðine, terör-anarþi revaç bulacaðýna, îman ve Kur’ân'ýn aþaðýlanacaðýna, Allah'a inananlar hor ve hakir görüleceðine, birçok kötülük bizzat devletler tarafýndan kanunlarla korunmaya alýnacaðýna, dine ait hakikatler gericilik addedileceðine iþaret etmektedir. Ýþte deðerlerin altüst olmasý budur. Çaðýn insaný bunu on misliyle yaþadý ve zannediyorum daha bir süre de yaþayacak. Evet tebliðe ait vazife yapýlmayýnca izzet, þeref ve haysiyetin yerini zillet ve hakaretin alacaðý muhakkaktýr.

 

Fýtrat kanunlarý çiðnenirse, bunlarýn neticelerine de katlanmak gerekir! Bu hep böyle olmuþtur, akl-ý selim sahibi kimselerin baþka þey beklemeleri de düþünülemez. Bu yüzden, bunlarý vicdanýna sýðdýramayan sahabe tekrar hayretle sorar:

 

– Bu da olacak mý ya Resûlallah? Yani iyilikler menedilip, kötülükler emredilecek mi?

 

– Daha þiddetlisi bile olacak!

 

– Bundan daha þiddetlisi de nedir, Ey Allah'ýn Resulü?

 

– Münkerât karþýsýnda susup ve bizzat onu teþvik ettiðiniz gün vay halinize!

 

Yani, çoluk-çocuðunuzu akýntýya saldýðýnýz, onlarý baþýboþ býraktýðýnýz, hatta onlara halinizle, dilinizle, davranýþlarýnýzla kötülüðü emrettiðiniz zaman.. daha da kötüsü neslinize Allah'ý unutturduðunuz ve Peygamber'i gönüllerden sildiðiniz gün hâliniz içler acýsý demektir. Artýk sahabede hayret ve þaþkýnlýk son haddine varmýþ, dizlerde derman kalmamýþ, göðüsler daralýp, nefesler týkanmaya baþlamýþtý ki, dermansýz, bitkin ve titrek bir sesle:

 

– Bu da mý olacak ya Resûlallah?

 

– Evet. Hatta ondan da þiddetlisi olacaktýr.

 

Ve tam bu esnada Allah Resulü (s.a.s), Allah (c.c)'a kasem ederek O'ndan þu sözü nakletti: "Celalime yemin olsun ki bu duruma gelmiþ bir cemiyetin içine çaðlayanlar gibi fitneleri salývereceðim..."3 Ýþte Allah Resulü (s.a.s), bu önemli mükellefiyetin idrak edilmediði takdirde, bunun istikbalde ümmete nelere mâl olacaðýný, mucizâne bir þekilde dile getiriyordu ki, aslýnda biz de böyle bir mükellefiyet altýnda bulunmaktayýz. Kalbimizin en hassas yerinde, üç asýrdýr devam edegelen bir vebâlin aðrý ve sýzýsý var. Þüphesiz bu aðrý ve sýzýlarýmýzý dindirecek olan tek çare de, nebilere ait bu vazifenin hep birlikte ümmetçe idrak edilmesi ve yapýlmasýdýr.

 

 

Yazar Fethullah Gülen

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

[1] Buhari, Bedü'l-Halk, 7; Müslim, Cihad ve Siyer, 111.

[2] Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, 629.

[3] Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 7/280,281.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

"– Bu da olacak mý ya Resûlallah? Yani iyilikler menedilip, kötülükler emredilecek mi?

 

– Daha þiddetlisi bile olacak!

 

– Bundan daha þiddetlisi de nedir, Ey Allah'ýn Resulü?

 

– Münkerât karþýsýnda susup ve bizzat onu teþvik ettiðiniz gün vay halinize!"

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...