Webmaster Geschrieben 10. März 2008 Teilen Geschrieben 10. März 2008 Ýçeride kavga, dýþarýda diyalog http://www.yeniasya.com.tr/2008/03/10/resim/13a.jpg Prof. Dr. Bünyamin Duran’ýn özgeçmiþi: Konya Ereðli’nin Pýnarkaya Köyü’nde doðan Duran Ekonomi ve Felsefe profesörüdür. 1971-1976 yýllarý arasýnda Akhisar’da (merhum) Þahin Yýlmaz Hoca’dan özel Ýslâmî ilimler derslerini aldý. 1978 yýlýnda, Akhisar Lisesi’ni ve ayný yýl (dýþarýdan) Manisa Ýmam-Hatip Lisesini bitirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi, Ýlahiyat Fakültesi ve Ýktisat Fakültelerini bitiren Duran, master ve doktorayý Türk Ýktisat Tarihi’nde yaptý. Malatya Ýnönü Üniversitesi’nde araþtýrma görevlisi olarak çalýþtý (1985). 1988 yýlýnda doktorasýný tamamlayarak yardýmcý doçent, 1997 yýlýnda ise profesör oldu. 1993’te Dumlupýnar Üniversitesi, Bilecik Ýktisadî ve Ýdarî Bilimler Fakültesi’nde kurucu dekan olarak atandý. 1993-2001 yýllarý arasýnda ayný fakültede bölüm baþkanlýðý, 1993-1994 ve 1999-2000 yýllarýnda ise dekanlýk yaptý. 2001 yýlýnda Rotterdam Ýslâm Üniversitesi Felsefe Bölüm Baþkaný ve Ýslâm Felsefesi profesörü olarak göreve baþladý (2001). *Efendim, yoðun bilimsel çalýþmalarýnýzda baþarýlý bir özgeçmiþinizin olduðunu biliyoruz. Bilimsel hayatýnýzýn Avrupa’da geçen bölümünü sizden dinlemek istiyoruz. Beklemediðiniz ya da sizi þaþýrtan bir olay hatýrlýyor musunuz? Evet, sanki kader benimle tatlý bir dalga geçme süreci baþlatmýþtý. Dusseldorf Havaalanýnda pasaport kontrol noktasýnda anlamsýzca bir duygu boþluðu içinde pasaportumu polise uzattým. Yeþil pasaporttu ve içinde profesör olduðum yazýlýydý. Polis ilk olarak resme ve bana baktý ve daha sonra profesör yazýsýný okuyunca ayaða kalktý, önünü ilikledi ve Ýngilizce bana “bilim adamý ülkemize hoþ geldin!” demesin mi! “Kader! dalga mý geçiyorsun benimle” dedim kendi kendime. Paradokslar içindeydim, ülkemi çok sevdiðim halde ülkemde mesleðim elimden alýnýyor, Almanya’nýn polisi ayaða kalkarak bana “hoþamedi” ediyordu. Þimdi uzaktan bakýnca daha iyi gözüküyor fotoðraf: Ýlâhî Þefkat senin o kahirlar gayyasýnda yüzmene fazla dayanamýyor ve sana Lütuf yüzünü gösteriyor hemen. O zaman da tam öyle oldu, Almanya’nýn güneyinde, Ýsviçre sýnýrýna yakýn bir dað evinde, damak tadý olarak kalacak bir seminer gerçekleþtirdik. Çok sevdiðim, kiþiliðine ve her hareketine Filistin halkýnýn ýztýrabý sinmiþ deðerli Filistinli dostum Prof. Dr. Abu Rabi, ta Amerika’lardan kalkýp seminere iþtirak etmiþti. Ben Türkçe ders yaparken uluslararasý kiþiliðine ve yüksek otoritesine raðmen dört yaþýndaki bir sevimli çocuðun tebessümle dinlediði gibi -anlamadýðý halde- beni derin ve tarif edilemez bir tebessümle dinliyordu. Ayný þekilde orada bana gücü, iradeyi, azmi ve enerjiyi hatýrlatan büyük Alman sosyoloðu Aries’i yakýndan tanýyacaktým. Almanya seminerinde boðuntuyu bayaðý atmýþ, ferahlamýþtým. Çünkü önüme yepyeni imkânlar ve fýrsatlar açýlýyordu. Allah Kerim’di, artýk paniklememe gerek yoktu. Evet âdeta kader kaleminin cýzýrtýsýný iþitiyordum; artýk hayatýmda yeni bir sayfa açýlýyordu: Elveda Türkiyem, elveda dostlarým, öðrencilerim, arkadaþlarým. Selâm Avrupa, selâm Marten, Steenbrink, Otto Lander. *Yoksa Rotterdam Ýslâm Üniversitesine bu aþamada mý baþladýnýz? Evet, üç-dört ay Almanya’da Köln’de kaldým. Bir taraftan Almanca kursuna gittim, diðer taraftan da hafta sonlarý civarlarda faaliyetler yaptýk. Bu arada Rotterdam Ýslâm Üniversitesine dâvet edilmiþtim. Zaten ben Türkiye’de iken tam benim branþýma ait bir profesörlük kadrosu ilân edilmiþti. Rotterdam Ýslâm Üniversitesi (IUR) bir taraftan ekonomik sýkýntýlar, diðer taraftan olaðanüstü aktivitelerle yoluna devam ediyordu. Ben artýk Almanya’ya gitmiyor, bütün mesaimi üniversiteye harcýyordum. Ýlk altý ay Almancaya devam ettim, ama sonunda gördüm ki benim Almanca bilmem Hollanda’da hiçbir iþe yaramayacak. Hollandaca öðrenmeye baþladým ve kýsa zamanda ders verecek düzeye ulaþtým. *Rotterdam Ýslâm Üniversitesinde bulunduðunuz ilk yýllarda hatýrýnýzda kalan diyalog faaliyeti var mý? Hollanda’ya vardýðýmýn ilk haftalarýnda tanýþmýþtým Marten de Fries’le. Bir Protestan kilisesinde papazdý. Sonradan öðrendiðime göre gezici vaizmiþ, o bölgedeki tüm kiliselerde vaaz veriyormuþ. Ýlk zamanlar birkaç defa üniversitede bir araya geldik ve Ýngilizce sohbet yaptýk. Üniversitenin bir yemekli dâvetinde ayak üstü bana bir þeyler söyledi; ama anladýðým kadarýyla beni kendi kilisesinde bir konuþmaya dâvet ediyordu, fazla düþünmeden olur dedim. Ýngilizce olabilir dedi, ben de gerek yok ben Hollanda’ca vermeye çalýþýrým dedim. Tam bir delilikti benim bu teklifi kabul etmem; çünkü Hollanda’ca seviyem bir konferans vermeye yetecek düzeyde deðildi. Ama “Allah kerim” dedim ve kabul ettim. Bir de güvencem konferans tarihine yaklaþýk bir ay gibi bir zamanýn bulunmasýydý. Bu bir ay zarfýnda “daðlarý deviririm” dedim kendi kendime. Hangi konuda konuþma yapacaðýmý tam anlayamadým, konuyu maille bana ayrýntýlý bir þekilde bildirmesini istedim. Hemen gönderdi. Konu “Kur’ân’da Diyaloðun Teolojik Temelleri”ymiþ. “Teoloji” kelimesini yeni yeni kullanmaya baþlýyordum. Doðrusu Hýristiyanlýk bünyesindeki derinliði hakkýnda da bir bilgim yoktu. Anlaþýlan Kur’ân’ýn çeþitli inanan insanlar arasýndaki iliþkilerinin nasýl olmasý gerektiði konusundaki yaklaþýmý isteniyordu benden. Bu konuda bazý hazýr malzemelerim vardý, meselâ ‘kavl-i leyyin’ meselesi bu konuda temel prensip olabilirdi. Buna ilâve olarak Kur’ân’daki âyetlere yeniden baktým ve belli âyetleri alarak Hollanda’ca bir metin hazýrladým. Prof. Emin Akçahüseyin ve bazý öðrenci arkadaþlarýn yardýmýyla son þeklini verdim ve konferansýn verileceði kiliseye beþ altý arkadaþla birlikte gittik. Kilisenin maddî havasý gibi mânevî havasý da çok soðuktu; Marten’in bile çehresi bir acayipti, yüzünden düþen bin parçaydý. Diðer dinleyicilerde de hissedilir bir gerginlik vardý. “Hayret” dedim kendi kendime, “ben bunlara bu karmaþýk konularý bu yetersiz dille nasýl anlatacaðým.” Güvendiðim bir kaynak vardý: Allah (cc). Ýçimden sürekli ‘Rabbiþrahli’yi okuyordum. 25-30 civarýnda dinleyici vardý ve ben konuþma yerine geçtim. Ýki yanýma da Emin Bey ve Hasan Yalçýnkaya oturdular. Bir ara Emin Beye gözüm takýldý; heyecandan bayaðý titriyordu. Titremesini saklamak için ellerini masanýn altýnda tutuyordu. Hasan’ýn yüzü sapsarýydý, ama ben hiç oralý deðildim. Sanki Türkçe konuþacakmýþ gibi gâyet sakindim. Konuþmayý yaþlý bir papaz yönetecekti. Ýlk ben konuþacaðým, arkasýndan Kampen Üniversitesi’nden dâvet edilen bir ilahiyat doçenti bana sorular soracak ya da katký yapacaktý. Ben konuþma metnini dinleyicilere daðýttým. Ellerinde metnin olmasý konunun anlaþýlmasýný kolaylaþtýracaktý. Ben yavaþ yavaþ metni okumaya baþladým. Ýlk dakikalarda az heyecanlandýmsa da biraz sonra heyecaným geçti ve dinleyicilere hakim olmaya baþladým. Arada bazý cümleleri yeniden tekrar ederek, bazý âyetleri Arapça orijinalinden okuyarak konuþmayý canlý tutmaya çalýþýyordum. Bu tarz takdimin dinleyenlerde bayaðý olumlu bir etki yaptýðýný fark ettim. Hz. Musa ve Harun’a “Firavun’a gidin, yumuþak bir þekilde onunla konuþun...” âyetini çok vurgulu bir tonla okuyunca, Kampen’dan gelen doçent, söz arasýna girerek, “enteresan, ayný âyet Tevrat’da da var; demek Kur’ân da Allah’ýn kelâmý” demesin mi! O anda içimde kýyametler koptu. Ama dýþarý yansýtmadan sadece cesaretim artmýþ olarak devam ettim. Bu tarzda konuþmayý bitirdim ve dinleyicilere beni sabýrla dinledikleri için teþekkür ettim. Konuþmayý yöneten papaz bir þeyler konuþtu, ama ‘heel duidelijk’, çok açýk bir konuþma oldu, dediðini anlayabildim. Tabi ki Hollandalýlarýn ünlü complimaný idi. Ama olsun, þimdiye kadar izlenim iyiydi. Bir aksilik çýkmadý. “Elhamdülillah” dedim içimden. *Ben sana inanmýyorum, Duran’ýn anlattýðýna inanýyorum Papaz, þimdi kýsaca dinleyenlerin katkýlarýný alabiliriz diyerek dinleyenlere söz verdi. Kampen’dan gelen doçent söz alarak birseller konuþtu ve bana biraz sert bir þekilde Hz. Ýsa ile ilgili benim ne düþündüðümü sordu. Havanýn son derece olumlu olmasýndan rahatsýz oldu galiba dedim içimden ve kesin onun oyununa gelmemem gerekir diyerek, çok sakin bir tarzda ve düþük bir tonda: “Hz. Ýsa’nýn konumu Hýristiyanlar arasýnda bile çok tartýþmalý bir konu, bu konuya girmesek iyi olur, ben fazla girme taraftarý deðilim” dedim. Doçent biraz daha sert bir üslûpla yine ýsrarla soruyu yeniden sordu. Ben de þâyet Kur’ân’ýn bu konudaki yaklaþýmýný istersen, Hz. Ýsa büyük bir peygamberdir, doðumu mucizedir, Allah’ýn Kelâmý’dýr vs. diyerek kýsaca cevap verip tartýþmaya girmedim. Bu defa ses tonunu biraz daha arttýrarak, Hz. Ýsa’nýn Kur’ân’ýn anlattýðýndan daha fazla bir þey olduðunu, ilahlýðýndan falan söz etti. Ben de “hayýr asla” dedim. “Hareket noktamýz Allah’ýn Birliði, Tevhid olmalý, ondan sonra öbür þeyleri Allah’ýn birliðine zarar gelmeyecek þekilde deðerlendirebiliriz. Bizde de çok sayýda akým var, Mucessimesinden Mutezilesine, Cebriyesine, ama esas olan ilke Tevhid ilkesi’ dedim. Yeniden ýsrar edince yaþlý bir papaz ayaða kalkýp doçente dönerek sert bir þekilde “Ben sana inanmýyorum, Duran’ýn anlattýðýna inanýyorum” demesin mi! Baktým hava iyice gerilecek, aþaðýdan alarak müsait bir zamanda konuyu meslektaþýmla beraber tartýþabileceðimizi, ama buranýn böyle bir tartýþmaya müsait olmadýðýný, tartýþmak için onu üniversiteye beklediðimi, söyleyerek, tartýþmayý tatlý bir þekilde baðlamaya çalýþtým. Sonunda konu tatlýya baðlanmýþ, hava yumuþamýþ oldu. *Diðer dinleyicilerden bir tepki aldýnýz mý? Evet. O konuþmayý dinleyen Protestan kilisesinde çalýþan çok aktif Shani Hanýmefendi üniversiteye gelip bana enteresan þeyler anlatacaktý: Shani’nin eþi ateistmiþ ve onunla birlikte iki konferansa katýlmýþ. Biri iki hafta önce bir Müslüman hocanýn ayný kilisede bir konferansýymýþ. Hoca “Ýncil’in Dili Olsaydý’ adý altýnda Hýristiyan ve Yahudilerin kutsal kitaplarý nasýl tahrif ettiklerini anlatan bir kitap yazmýþ ve onu orada takdim etmiþ; ama çok sert bir üslûp kullanarak anlatmýþ. Sonunda aralarýnda kavgaya varacak tartýþmalar çýkmýþ ve dinleyicilerin gerginliði ondanmýþ. Beni de onun gibi sert konuþacak diye bekliyorlarmýþ. Ve kadýnýn eþi: “Absoluut Niet” Asla o hoca dini anlatamaz. Kampen’dan gelen doçent de anlatamaz. Ama Prof. Duran, ne kadar sakindi, ben dini ondan öðrenirim, diyormuþ. Shani, baþka bir toplantýda beni takdim ederken ilgili konferanstan çok etkilendiðini, o konferansýn metnini çoðaltýp her gittiði toplantýda daðýttýðýný anlatmýþtý. Kilisenin papazý Marten daha sonra benim hem en yakýn arkadaþým hem de Amsterdam Vrij Üniversitesinde Prof. Nelly ile birlikte bende doktoraya baþlayacak ve ‘Bediüzzaman ve Schilder’da Ascatologie (Kýyamet)’ adý altýnda tez yazmaya baþlayacaktýr. Burada Marten’den kýsaca söz etmeme müsaade edin. Marten Hollanda’da rastladýðým en tutarlý Hýristiyanlardan biridir. Gerçekten Protestanlýða, özellikle Ýncil’e aþýrý derecede bir baðlýlýðý vardýr. Ceketinin yan cebinde sürekli Ýncil taþýr ve her fýrsatta Ýncil’den bir bölüm okumak için çabalar. Altý çocuðu olan Marten aile hayatýnda dini yaþamaya çalýþan ender Hýristiyanlardan biridir. Sýk sýk beni yemeðe dâvet eder ve öðretmen olan deðerli eþi tam Müslümanýn yiyebileceði yemekler hazýrlar. Yemek tüm fertler toplandýktan sonra Marten’in duâsýyla baþlar. Marten, verdiði nimetlerden dolayý ve beni misafir olarak gönderdiði için Allah’a teþekkür eder, bütün aile fertleri amin diyerek yemeðe baþlanýlýr. Marten kendini bir “hikmet arayýcýsý” olarak tanýmlar. 2006 yazýnda benim tavsiyemle Amerika’da Hartfort Seminary’de Bediüzzaman’la ilgili bir aylýk master programýna katýlmýþ, dönüþte Protestanlar tarafýndan okunan bir dergide “Çaðýn mucizesi Bediüzzaman” adý altýnda, bana da atýfta bulunarak iki mükemmel makale yazmýþtýr. Marten bu günlerde Risâle-i Nur’larý anlayabilmek için gece gündüz çalýþmaktadýr. —Devamý yarýn— Hüseyin KARA 10.03.2008 Yeni Asya Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.