Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Bediüzzaman’ýn akrabasý Sabri Okur: Þam’da Risâle-i Nur bayramý yaþandý

 

Bizim Radyo’da Tefekkür Zamaný’nda, Bediüzzaman Said Nursî’nin akrabasý Sabri Okur’la, Þam’da düzenlenen “Ümmetin Ölümü Ýçinde Hayat Çaðrýsý: Hutbe-i Þâmiye” konulu sempozyumu konuþtuk.

 

Sempozyumda bizzat bulunan Sabri Okur, ilim adamlarýnýn Üstad ve Risâle-i Nur’la ilgili dikkat çekici tesbitlerini aktardý.

 

Kendisine ayrýca, Üstad Hazretlerine akraba olmanýn nasýl bir duygu olduðunu da sorduk.

 

Tatlý þivesiyle aktardýklarýný belki radyodan dinlemiþsinizdir. Ýstedik ki, bir de bu satýrlardan okuyun...

 

*Siz, Þam’da düzenlenen “Ümmetin Ölümü Ýçinde Hayat Çaðrýsý: Hutbe-i Þâmiye” konulu sempozyumda bulundunuz. Öncelikle böyle bir sempozyum fikri nasýl doðdu, anlatýr mýsýnýz?

 

Esâsen þöyle desek tam yeridir: Suriye’de, Þam’da tam bir Risâle-i Nur bayramý yaþandý. Sempozyumun geliþme seyri çok enteresan ve inayetlerle dolu:

 

Câmiü’l-Ýhsan’da hoca olan Dr. Mahirü’l-Hindi baþta olmak üzere sempozyumu tertip eden Suriyeli kardeþler, önceleri böyle bir sempozyum olacaðýný hayâl bile etmemiþler. 2007 Temmuz’unda Ýstanbul’da düzenlenen “Adalet Sempozyumu”na katýlmaktan gelen bir þevkle “Biz de Suriye’de böyle bir sempozyum tertip etsek nasýl olur?” diye düþünmüþler. Sonra, sempozyum düþüncesi yerine, “Bizim böyle bir gücümüz yok. Suriye’de çok az bir insan tabakasý Risâle-i Nur’u tanýyor. Küçük çapta bir panel yapsak, yüz kiþilik bir salon tutsak, bir iki ilim adamý dâvet etsek, bu vesileyle Nurlar tanýnmýþ olur” diye yola çýkmýþlar. Fakat daha sonra kendileri “Cenâb-ý Hak, ümidimizin ve tasavvurumuzun çok fevkinde inayetler ihsan etti. Biz adým attýkça, bir adým ilerisini Cenâb-ý Hak açtý” diye itiraf ettiler.

 

Meselâ, Dr. Mahirü’l-Hindi, böyle bir toplantý için harekete geçiyor. Ýlk olarak, Þam mebusu Galib Üneys’e hem Mektubât’ý veriyor, hem de “Bundan yüz sene evvel Bediüzzaman Hazretleri, Câmiü’l-Emevî’de þöyle bir hutbe irad etmiþ. Biz de burada bu Hutbe-i Þâmiye etrafýnda bir toplantý yapmak istiyoruz. Nasýl olur? Bize yardýmcý olabilir misiniz?” diye teklifte bulunuyor. Daha evvel bu zâtla tanýþýyormuþ. Bu zât da, tabiî sonradan “Ben Mektubât’ý aldým. Daha üçte birini okumadan içime çok büyük bir heyecan ve þevk girdi. Ve anladým ki, Bediüzzaman Hazretleri, kelimelerini sadece lisanla deðil, kalpten ve ruhtan söylüyor. Kalbinin ve ruhunun derinliklerinden geldiði için beni çok etkiledi” diye itirafta bulunuyor. “Ben ne gerekirse, elimden ne gelirse yaparým” demiþ.

 

Ondan sonra, Nurlarý babasý vesilesiyle tanýyan, Fethü’l-Ýslâm Üniversitesi rektörü Hüsameddin Farfur’a gidiyorlar. O da “Biz böyle bir sempozyum için sadece destek olmak deðil, elimizden ne gelirse yaparýz” mânâsýnda konuþunca, Mahirü’l-Hindi “Allah Allah, biz bunlardan azýcýk bir teveccüh beklerken, bunlar sempozyumu tamamen sahipleniyorlar” diyerek hayret etmekten kendini alamýyor.

 

Tabiî bütün bunlardan sonra Mahirü’l-Hindi’nin þevki iyice artýyor. Duyurmaya baþlýyor. Etrafta duyulunca, “Acaba bu sempozyuma bir engel çýkar mý?” diye endiþelenmeye de baþlýyor. Bunun üzerine, rektör Hüsameddin Farfur “Hiçbir þey çýkmaz. Eðer bir mani çýkacak olursa, gerekirse devlet baþkaný Beþþar Esad’a çýkarým, durumu arz ederim” diyor. Hakikaten, bir vesileyle Beþþar Esad’la görüþünce, o da “Hiçbir manisi yoktur. Siz devam edin, ne gerekiyorsa yapýn. Biz böyle þeylerden çok memnun oluruz” diyor. Tabiî bunun üzerine rektörün de þevki artýyor.

 

Þam milletvekili Galib Üneys, “Biz sonradan anladýk ki, Cenâb-ý Hak bizi Bediüzzaman dâvâsýný ilâna ve neþre musahhar kýldý. Ve biz bundan da büyük þeref duyuyoruz” diye itirafta bulunuyor.

 

Daha sonra Suriye Diyanet Ýþleri Baþkaný Ahmed Bedreddin Hassun ve Suriye’nin meþhur âlimlerinden, yani bugün Suriye’de yaþayanlar içinde belki de en büyük âlim olarak görülen Prof. Dr. Said Ramazan El-Buti de bir vesileyle sempozyuma geleceðini söyleyince, hem bizim arkadaþlar bir kat daha þevkleniyor, hem de organizede bir adým daha ileri gidilmesine sebep oluyor. Artýk organizasyon, küçük bir panelden büyük bir sempozyuma dönüyor.

 

Tabiî sempozyum için büyük bir salon arýyorlar. Þam’ýn þartlarýnda en güzel salon, Þam Üniversitesinin Mühendislik Fakültesi salonu. Bu salon bin kadar cemaate göre hazýrlanmýþ. Dýþ ülkelerden devlet baþkanlarý bir takým toplantýlar için geldiðinde, burada toplanýyorlar. Sempozyum için de burayý tahsis etmiþler.

 

Güzel de bir reklâm yapmýþlar. Ýlânda “Serhatü hayati fî memati ümmetihi: El-Hutbe-i Þamiye” (Ümmetin Ölümü Ýçinde Hayat Çaðrýsý: Hutbe-i Þamiye) yazýyor. Bu ilâný, bilâistisna bütün camilerin kapýsýna asmýþlar. Hatta Emeviye Camii’nde büyük bir bez afiþ þeklinde bulunuyordu. Sempozyumdan bir kaç gün sonra bir vesileyle çarþýya çýktým, baktým ki Þam’ýn büyük bir meydanýnda da direkten direðe büyük bir afiþ asýlmýþ. Çok hayret ettim. Þam’ýn her tarafýna böyle bir sempozyumun olacaðýndan bahsedilmiþ.

 

* “Ümmetin Ölümü Ýçinde Hayat Çaðrýsý: Hutbe-i Þamiye” baþlýðý çok dikkat çekici, deðil mi?

 

Tabiî... Zaten Üstadýmýz “Bu ümitsizliktir ki” diyor, “Âlem-i Ýslâmý bu hale getirmiþ” “Ye’s, milletlerin seretan denilen hastalýðýdýr”; “O ümitsizliktir ki, garpta bir iki milyonluk bir devlet, þarkta yirmi milyonu esaret altýna almýþ” diyor. Zaten Üstad Hazretlerinin ifade ettiði bu “el-emel” hususu, sempozyumdaki âlimleri de çarpmýþ. Hatta bir âlim “Bediüzzaman’ýn hayatýnda asla ye’s yoktur” diye itiraf etti. Yine meselâ Prof. Sariye Rufai isminde bir zat, Üstadýmýzýn hayatýný anlatýrken en çok etkilendiði noktanýn bu olduðunu söyledi. Asr-ý Saadet’ten bazý hadiseler naklettikten sonra, “Ýþte Bediüzzaman Hazretleri, Peygamber Efendimizden (asm) aldýðý bu derslerle hayatýnda hiçbir zaman ye’se düþmemiþtir. Yani en dar anda, meselâ Rusya’da, Divan-ý Harb’de hiçbir zaman taviz vermemiþ, ümitsiz olmamýþtýr. O biliyordu ki, bir gün dâvâ ettiði bu hakikat bütün âleme yayýlacak” dedi.

 

*Peki Suriye halkýnýn sempozyuma ilgisi nasýldý?

 

klým týklým dolmuþtu. Yer bulmakta zorlandýk. Ýnsanlarýn bir kýsmý ayakta kaldý. Hatta, ilginçtir, öðle namazý ve yemek arasý verildiðinde—ki yemek mekâný iki üç kilometre ötede—ben, içimden “Tamam artýk, millet daðýldý, bir daha gelmez. Artýk ilim adamlarý kendi aralarýnda toplanýrlar” dedim. Fakat döndüðümde, bir baktým ki, ilk oturumdan daha kalabalýk bir oturum var. O heyecaný görünce, biz de heyecanlandýk. Sempozyum, akþam geç saatlere kadar devam etmesine raðmen salon týklým týklým doluydu hep. Yani ilk heyecan nasýlsa, son heyecan da ayný þekilde oldu.

 

(Devam edecek)

 

Ýsmail Tezer

 

01.03.2008

Yeni Asya

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Risâle-i Nur'u okuyup anlamaya þiddetle ihtiyacýmýz var

 

Dünden devam

 

*Ýlim adamlarýnýn, Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’la ilgili düþünceleri nelerdi?

 

Ýlk olarak, programý organize eden Dr. Mahirü’l-Hindi kürsüye çýktý. Evvelâ; yaþadýðý inayetleri ve tevafuklarý anlattý. “Biz,” dedi “Bu iþe baþlarken, katýlýmcýlarý çok az sayýda ve programý dar bir dairede düþünürken Cenâb-ý Hak öyle inayetler ihsan etti ki, bakýnýz bugün Þam’ýn, Suriye’nin en büyük âlimleri aramýzda bulunuyorlar.”

 

Hakikaten, Suriye’nin en meþhur âlimleri bu sempozyuma gelmiþlerdi. Eðer ki bu âlimler, hiçbir þey konuþmasalar ve sadece bu sempozyumda bulunmuþ olsalardý dahi, Risâle-i Nur’un Suriye’deki tesir ve kabûlüne büyük bir hüccet olacaktý. Fakat bu büyük ulema, sempozyuma iþtirak etmekle kalmadý; hepsi de Nurlardan ve Üstadýmýzdan takdirkârâne bahsettiler. Bu tabiî nasýl bir hizmete vesile olur, sizin fehimlerinize havâle ediyorum.

 

KIYAMETE KADAR HÜKMÜ BÂKÎ BÝR HUTBE

 

Bu gibi inayetlerden bahsettikten sonra Mahirü’l-Hindi “Her ne kadar bu Hutbe-i Þâmiye yaklaþýk yüz sene önce okunmuþ ve yazýlmýþsa da, sanki bu zamanda okunmuþ ve yazýlmýþ gibi canlýlýðýný koruyor. Kýyamete kadar da bu hutbenin hükmü bâkîdir” diyerek güzel bir hülâsa yaptý.

 

Son olarak; Thomas Michel’in, daha önceden “Acaba Bediüzzaman Hazretleri, bu eserde âlem-i Ýslâma ne gibi dersler veriyor?” diyerek merakla Hutbe-i Þamiye’yi eline aldýðýný, okuduktan sonra da: “Bediüzzaman Hazretleri, bu hutbe ile sadece âlem-i Ýslâma ders vermiyor, belki biz Hýristiyanlara da ders veriyor. Hatta sadece Hýristiyanlara da deðil, bütün insanlýða ders veriyor” dediðini nakletti.

 

BEDÝÜZZAMAN, ZAMAN VE

 

MEKÂNLARI AÞMIÞTIR

 

Daha sonra kürsüye, sempozyumda oldukça emeði geçen, Fethü’l-Ýslâm Üniversitesi rektörü Hüsameddin Farfur geldi. “Biz burada herhangi bir dünyevî maksat için deðil, fikirleri Ýslâm âleminde dönüm noktasý olan bir zâtý konuþmak için toplanmýþ bulunuyoruz. Yani Bediüzzaman Hazretlerini konuþmak için çýktýk” diyerek konuþmasýna baþladý. Ardýndan “Bediüzzaman bir mütefekkirdi, ama nasýl bir mütefekkir? Mütefekkir deyince aklýmýza ne gelir? Tefekkür eden mi sadece? Mütefekkir ‘mânâlarýn inceliklerine, derinliklerine inebilen ve o derinliklerdeki ince nükteleri idrak edebilen’ demektir. Ýþte Bediüzzaman, böyle bir mütefekkirdir” dedi. Sonra “Bediüzzaman tecâveze’z-zaman ve tecâveze’l-mekân (Bediüzzaman zamanýný aþmýþtýr, zamaný aþandýr. Bediüzzaman, mekânlarý aþmýþtýr, olaylarý aþmýþtýr) Çünkü o, Allah’ýn nuruyla hadiselere bakmýþtýr” diyerek sözlerine þöyle devam etti: “Bediüzzaman Hazretleri hakkýnda üç yüz tane kitap yazýlmýþ þimdiye kadar. Tarihte ilk defa, din ile fen ilimlerinin beraber okutulmasýný isteyen bir Ýslâm âlimidir.”

 

En sonunda da þunu dedi: “Temennî ediyorum ki, herkes Nur’a talebe olsun. Biz üniversitemizde Nur talebelerini takip ediyoruz. Neden mi? Çünkü, onlarýn hâl ve hareketlerini öðrenip biz de onlarý taklit edip onlar gibi olmak istiyoruz.”

 

Bu ifadelerin sahibi, bir rektör. Kimi taklit ediyor? Bir talebeyi. Orada bütün âlimlerin huzurunda bu þekilde bir itirafta bulundu.

 

ÜMMETÝ ÝMANLA DÝRÝLTTÝ

 

Ardýndan Suriye Diyanet Ýþleri Baþkaný Ahmed Bedreddin Hassun kürsüye çýktý. O da, “Bediüzzaman, ümmetin mânen öldüðü bir zamanda geldi, fakat ümmeti imanla diriltti” þeklinde ayrý bir tesbitte bulunduktan sonra “Nasýl ki Selâhaddin-i Eyyubî Kudüs’ü iþgalcilerden kurtarmýþ, Bediüzzaman Hazretleri de bütün Müslüman âleminin zihinlerini, dinsiz akýmlarýn iþgalinden kurtarmýþ” dedi.

 

Sonra da “Bediüzzaman’ýn hayatýnda devamlý ümit hüküm sürmüþtür” diyerek, son olarak “Ümmetin herbir ferdinin kalbinde Risâle-i Nur ýþýklarýný yakmamýz lâzým. Küreselleþmenin beraberinde getirdiði ahlâksýzlýk ve dinsizlik akýmlarýna karþý tek çâre, Risâle-i Nur’la mukabele etmektir” dedi.

 

RÝSÂLE-Ý NUR’U OKUMAYA

 

ÞÝDDETLE ÝHTÝYACIMIZ VAR

 

Sonra, Suriye’nin yaþayan en büyük âlimlerinden Prof. Dr. Ramazan El-Buti kürsüye çýktý. Kendisi çok yaþlý bir zat. 80 yaþlarýnýn üzerinde. Suriye’nin küçüðünden büyüðüne kadar herkes, kendisini hem seviyor, hem takdir ediyor, hem de hürmet ediyor. Gittiði yerde bir devlet baþkaný gibi karþýlanýyor. Hem de kendisi haftada bir iki defa devlet baþkanýyla hususî görüþmeleri olan bir zattýr. Suriye’nin Diyanet Ýþlerinden Sorumlu Devlet Bakaný Prof. Dr. Muhammed Seyyid Abdussettar, sempozyumda onun için þöyle diyordu: “Biz iki Said ile iftihar ediyoruz: Birisi Bediüzzaman Said Nursî, diðeri Said Ramazan El-Buti.” Bu derece kýymet verilen biri.

 

Buti de “Ben Risâle-i Nurlarý ilk defa 1959’da duydum” diyerek, Üstadýmýzýn özelliklerini saymaya baþladý. Meselâ “Bediüzzaman Hazretleri, Rabbânî idi” dedi. Tabiî Rabbânî kelimesi, bizim bir cümleyle özetleyebileceðimiz birþey deðil. Üstadýn bir takým özelliklerini nazara verdikten sonra “Bediüzzaman Hazretleri, bu özelliklerini, þüphesiz, Kur’ân’dan ve Allah’a baðlýlýðýndan alýyor” diye meseleyi çok güzel bir þekilde hülâsa etti. Ardýndan “Bediüzzaman Hazretleri, bu asrýn en büyük dâvetçisidir” dedikten sonra, çok dikkat çekici bir þey söyledi: “Her ne kadar kütüphanelerimiz kitaplarla, tefsirlerle, fýkýh ve hadis eserleriyle doluysa da, mutlak sûrette ve þiddetli bir þekilde Risâle-i Nur’u okumaya ihtiyacýmýz var.”

 

BEDÝÜZZAMAN BÜTÜN

 

ÝNSANLIÐA HÝTAP EDÝYOR

 

Daha sonra, Katar’dan sempozyuma gelen ve büyük bir âlim olan Prof. Dr Ali Karadaði kürsüye geldi ve dedi ki: “Bu tarz sempozyumlar, Arap ve Türklerin birbirine yakýnlaþmasý için en büyük bir fýrsattýr.” Nihayetinde, o da sözlerini þöyle bitirdi: “Bediüzzaman’ý niye herkes seviyor, neden Müslümaný, gayrimüslimi, Ýslâm toplumu, Batý toplumu bütün dünya onu çok seviyor? Çünkü Bediüzzaman, hitap ederken sýnýrlý bir topluma, bir dine, bir mezhebe hitap etmiyor; bütün insanlýða hitap ediyor. Kur’ân ‘Yâ eyyühennâs’ (Ey insanlar) dediði gibi, Bediüzzaman da Kur’ân’dan aldýðý dersle bütün insanlara hitap ediyor.”

 

RÝSÂLELER ASRIN ANLAYIÞINA

 

KUR’ÂNÎ BÝR DERS

 

Suriye’nin Diyanet Ýþlerinden Sorumlu Devlet Bakaný Prof. Dr. Muhammed Seyyid Abdussettar da, Hutbe-i Þâmiye’den kýsaca bahsettikten sonra “Risâle-i Nurlar, bu asrýn fehmine Kur’ân’ýn bir dersidir” þeklinde kýsaca bir konuþma yaptý.

 

ALLAH, NURUNU, RÝSÂLE-Ý

 

NURLARLA TAMAMLAYACAK

 

Ondan sonra Prof. Dr. Sariye Rufai kürsüye çýktý ve “Bediüzzaman Hazretleri çok büyük sýkýntýlara hedef olmuþ, hapislere atýlmýþ, sürgünlere gönderilmiþ. Bunu niçin yapmýþlar? Allah’ýn nurunu söndürmek için. Fakat Cenâb-ý Hak, nurunu tamamlayacaktýr, kâfirler istemese de. Ýþte bugün görüyoruz ki, Risâle-i Nurlar tamamlanmýþ, bütün âlemce kabul görmüþ ve okunuyor. Dolayýsýyla Cenâb-ý Hak, inþaallah nurunu, bu Nurlarla tamamlayacak” diye çok güzel tesbitlerde bulundu.

 

(Devamý yarýn)

 

Ýsmail Tezer

 

02.03.2008

Yeni Asya

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Sabri Okur: Üstada akraba olmanýn bana en büyük faydasý Risâleleri tanýmak

 

Dünden devam

 

*Ýlim adamlarýnýn, Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’la ilgili düþüncelerine devam edelim isterseniz...

 

Muhammed Musa Þerif diye bir zât vardý. Arap âleminde çokça tanýnýyor. Ýkra TV’de devamlý vaaz veriyor. Risâle-i Nurlarý çok güzel tahlil etmiþ. O da, Üstadýmýzýn sabrýna, mücahedesine, izzet-i Ýslâmiyesine ve takvasýna dikkat çekti. “Risâle-i Nur, bilhassa Hutbe-i Þâmiye, sadece Müslümanlar için deðil, bütün insanlýk için tam bir program ve derstir. Çünkü Bediüzzaman, hutbesine, el-emel, yani ümit ile baþlamýþtýr” dedi.

 

Öyle anlaþýlýyor ki, bu “el-emel” hususu, Arap âleminde mühim bir etki yapmýþ.

 

Ondan sonra þöyle bir tesbitte bulundu: “Tarihte Bedüzzaman gibi, talebelerini kitap yoluyla yetiþtiren ikinci bir þahsiyet yoktur. Çünkü bütün mürþidler talebelerini karþýlarýna almýþlar, onlara muhatap olmuþlar ve öylece yetiþtirmiþler. Ama Bediüzzaman, talebelerini kitap yoluyla yetiþtirmiþtir.”

 

En sonunda da “Cenâb-ý Hak, bizi Bediüzzaman’ýn ahlâkýyla ahlâklandýrsýn ve yolundan götürsün” duâsýyla programa hatime verdi.

 

Tabiî bu programdan aldýðýmýz þevk ve zevk, bizde çok büyük bir etki meydana getirdi. Ben daha önce de Arap dünyasýnda bir çok sempozyuma iþtirak etmiþtim. Fakat, bu derece düzenli, bu kadar ilim ve devlet adamýnýn iþtirak ettiði ikinci bir sempozyum görmedim. Suriye devleti, resmen Risâle-i Nur’a sahip çýktý. Onun için konuþmamýn baþýnda “Suriye’de tam bir Risâle-i Nur bayramý yaþandý” ifadesini kullandým. Elhamdülillah...

 

*Allah razý olsun. Gerçekten de, Sungur Aðabeyin de çokça ifade ettiði gibi “Nurun bayramý, Risâle-i Nur’un bayramý” bu manzaralar...

 

Siz böyle deyince, aklýma þu geldi. Üstadýmýz, biliyorsunuz, bir hatýrasýnda “Nurun bayramý, Nurun þaþaalý devri gelecektir. Ben o zamanlarý görmeyeceðim. Ýnþaallah sizler göreceksiniz” diyor. Bunu, Sungur Aðabey þöyle anlatýyor:

 

“Ben de, Üstadýn bu sözü üzerine, þevkimden þöyle dedim: ‘Hayýr Üstadým, siz de göreceksiniz.’ O ise ‘Hayýr, ben görmeyeceðim, siz göreceksiniz’ dedi. Ben ‘Hayýr Üstadým, siz de göreceksiniz’ diye tekrar edince, Üstad dedi ki: ‘Ben kabrimden temâþâ edeceðim. Sen, o bayramlarda gelir, kabrimde kulaðýma söylersin’” diye bir hatýrasý var...

 

*Siz, Üstadýn akrabasýsýnýz. Soyadýnýz ise, Okur. Üstad, bu soyadý nasýl aldý?

 

Bunu pek çok insan, merak edip soruyor. Biliyorsunuz, Nursî lakabý, Nurs köyüne nisbetle kullanýlan bir lâkap. Yani Nurslu olduðu için Said Nursî. Dolayýsýyla biz de Nursî olmuþ oluyoruz. Abdülkadir Geylanî’nin Geylanlý olmasý gibi. Üstadýmýzýn soyadý Okur’du. Kendisi mi almýþ, nasýl verilmiþ, biz de bunu tam bilmiyoruz. Soyadý Kanunu çýkýnca, Üstadýmýzýn köydeki akrabalarýna Okur soyadýný vermiþler. Bu nereden gelmiþ bilmiyorum. Allahu a’lem, þundan olabilir: Üstadýmýzýn sülâlesi âlim bir sülâledir. Meselâ annesi ve babasý ümmî, okur-yazar deðiller, fakat Üstadýmýzýn yedi kardeþinin hepsi, on iki ilmi bilirlermiþ. Hani Üstadýmýz diyor ya “Ben size on iki tarikatten ders verebilirim.” Dolayýsýyla çok âlim bir aile olduklarý için Allahu a’lem, bu soyadý almýþlar.

 

Bir þey daha merak ediyorlar, “Üstadýn kardeþi Abdülmecid’in soyadý Ünlükul, bu nasýl oluyor?” diye. Abdülmecid Efendi, o zamanlar müftü. Resmî bir vazifesi olduðu için Üstad’a nisbeti olursa kendisini görevden alabilecekleri ve çeþitli sýkýntýlar doðabileceði düþüncesiyle soyadýný mecburiyetle Ünlükul diye deðiþtirmiþ. Sadece Abdülmecid Efendi deðiþtirmiþ. Üstadýmýzýn diðer kardeþleri deðiþtirmemiþ.

 

Bizim akrabalýðýmýz da þöyle: Üstadýmýzýn dedesinde, yani babasýnýn babasýnda birleþiyoruz. Üstadýn dedesi bizim de dedemiz oluyor. Amca çocuklarýndan olmuþ oluyoruz. Biz, Üstadýn öz amcasý Mehmed’den, yani Muhyiddin’den geliyoruz. Bizim tâbirimizle orada Muhi diyorlar.

 

Benim büyük dedem Kasým, Üstadýmýzýn öz amcasýnýn oðludur. Üstadýmýzýn dedesinin ismi Ali’dir. Ali Efendinin babasýnýn ismi de yine Mirza’dýr, onun babasý Mirza Reþat, onun babasý yine Ali. Böyle beþ altý babaya kadar biliyorum, daha ötesini bilemiyorum.

 

*Peki Üstadýn akrabasý olmak, size nasýl bir duygu yaþatýyor?

 

Bu zor bir soru. Belki de ilk defa böyle bir soruya muhatap oluyorum. Üstadýn akrabasý olmak, bana çok büyük þeyler kazandýrdý. En baþta, Risâle-i Nur’u tanýmama vesile oldu. Akrabalýðýn, ahirette bize çok fazla faydasý olur mu, olmaz mý bilemiyorum. Orada en büyük fayda takvadýr biliyorsunuz.

 

Akrabalýk, bizim Nurlara girmemize vesile oldu. Belki Bediüzzaman’ýn akrabasý olmasam, böyle bir dâvâdan haberim olmamýþ olacaktý veyahut lâkayt kalabilirdik. Ama bu akrabalýk sayesinde, bakýyoruz ki bütün dünya bu Nura sahip çýkýyor, “Biz akrabalarý herkesten fazla sahip çýkmamýz, Nurlarý okumamýz lâzým” þeklinde bize güzel bir düþünce kazandýrdý. Bir de, Allah razý olsun, Allah hayýrlý, uzun ve sýhhatli ömürler nasib etsin Mustafa Sungur Aðabeyimiz vesile oldu. 15 sene önce Ýstanbul’a geldik, Sungur Aðabeyle beraber hizmete devam ettik, ediyoruz. Sungur Aðabeyin bizi getirmesine vesilelerden biri de, Üstada akraba olmamýz. Bu faal-i hizmete girmemizin bir vesilesi olmuþ oldu.

 

*Teþekkürler...

 

Ben teþekkür ederim. Allah, radyo ve gazete vasýtasýyla yaptýðýnýz hizmetlerin ecrini versin inþallah.

 

(SON)

 

Ýsmail Tezer

 

03.03.2008

Yeni Asya

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...