derguiz Posted September 5, 2007 Share Posted September 5, 2007 Taþlaþan Kalbler ve Gözyaþlarý Soru: Kur’an hakikatleriyle ilk tanýþtýðýmýz günlere nispeten gözyaþlarýmýzýn kuruduðunu hissediyoruz. Bu halimiz mutlak manada kalblerimizin katýlaþtýðýnýn emaresi midir? Kalblerimizin yumuþamasý ve gönül pýnarlarýmýzýn yeniden coþkun akmasý için neler tavsiye edersiniz? Cevap: Gözyaþlarý, kalb inceliðinin, muhabbet ve merhametin ifadesidir; gönüldeki hüzün, neþ’e, hasret, hicran, merhamet ve þefkat gibi duygularýn billûr taneler þeklinde dýþa vurmasýdýr. Ýnsan genellikle sevinç, keder, emel, ümit, ayrýlýk ve vuslat misillü sebep ve sâiklerle aðlar; fakat, kalb ufkunda Allah’a dost olanlarý, bütün bunlardan daha çok “mehâfetullah” ve “muhabbetullah” aðlatýr. Diðer aðlamalar cibillîdir; insanýn tabiatýndan kaynaklanýr. Ýman, mârifet, muhabbet, aþk ve þevkin tetiklediði aðlamalar ise, Hakk’ý bilmeye, her þeyde O’na dair alâmetler görmeye ve sürekli O’nun huzurunda bulunduðunun farkýnda olmaya baðlýdýr. Nezd-i ilahîde her aðlamanýn kýymeti âh u efgân edenin duygu ve düþünce ufkuna göre deðerlendirilir. Bu açýdan, musibet ve belâlar karþýsýnda rýzasýzlýk ve kadere itiraz manasýna gelen aðlamalar haram; yarýnlar endiþesiyle kývranýp inlemek bir ruhî maraz; dünya hesabýna fevt edilen þeyler karþýsýnda sýzlanýp durmak da boþ bir telaþtýr ve bütün bu sâiklerle dökülen yaþlar gözyaþlarý adýna israftýr. Aþk u Ýþtiyak Ýniltileri Allah için aðlama ise, Mevlâ-yý Müteâl’e muhabbetin, aþk u iþtiyakýn iniltiler þeklinde dýþa aksetmesinden ibarettir. Gönlünde hararet olanýn gözünde de yaþ olur; aksine, gözleri suyu çekilmiþ çeþmeler gibi kupkuru kimselerin -çoðunlukla- içlerinde de hayat yoktur. Allah’ý bilen O’na karþý alâka duyar; bu alâka ruhta derinleþtikçe sevgiye dönüþür ve zamanla bu sevgi de önü alýnamaz bir aþk u iþtiyaka inkýlâp eder. Gönlü muhabbetle dolan bir insan, her zaman O’nu gösteren iz ve emareler arar, kâinat kitabýnýn sayfalarýný O’ndan gelen mektuplar olarak algýlar, eþya ve hâdiseleri O’nun mesajlarý gibi okur, anlar ve O’nun beyaný karþýsýnda rikkate gelir, tarifi imkansýz hislerle aðlar. Kur’ân-ý Kerim, ruhun selâmeti adýna, ahiret yurdu hesabýna, Hak mehâfeti ve mehâbeti ya da günahlarýn kahrediciliði karþýsýnda aðlayan insanlarý takdirle yâd eder ve her zaman onlarýn örnek alýnmasýný salýklar. Mesela; deðiþik nebileri özel hususiyet ve fâikiyetleriyle bir bir tebcil ve takdir ettikten sonra, “Bunlarýn hemen hepsi, kendilerine Rahmân’ýn âyetleri okununca hýçkýrýklarla secdeye kapanýrlar.” (Meryem, 19/58) diyerek konuyu âh u efgân etme fasl-ý müþterekiyle noktalar. Allah yolunda dökülen gözyaþlarýný O’na arz edilmiþ bir münacât armaðaný gibi deðerlendirir. Aðlamanýn rabbânîlere mahsus bir hal olduðunu hatýrlatmanýn yaný sýra, hayatý oyun ve eðlence sanýp ömürlerini gülüp oynamakla geçirenleri de ikaz eder; “Gayrý onlar kazandýklarý onca negatif þeyden ötürü az gülsün ve çok aðlasýnlar.” (Tevbe, 9/82) der. Kur’ân’ýn mübarek Mübelliði (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, týpký þeytanýn hilelerinden Allah’a sýðýndýðý gibi, kalb katýlýðýndan ve göz kuruluðundan da Cenâb-ý Hakk’a ilticada bulunmuþ; “Ürpermeyen kalbden, yaþarmayan gözden Sana sýðýnýrým Allah’ým!” yakarýþýný sýk sýk tekrar etmiþtir. Rasûl-ü Ekrem (aleyhi ekmelüttehâyâ) “Müjdeler olsun nefsine hakim olana!.. Müjdeler olsun (misafir kabul etme hususunda) evini geniþ ve müsait tutana!.. Müjdeler olsun hatalarý karþýsýnda gözyaþý dökene!..” diyerek ümmetine âdeta üç basamaklý bir miraç yolu göstermiþtir. Haþyetle dökülen gözyaþlarýnýn ilâhî azaba karþý bir sütre olabileceðine dikkat çekmiþtir: “Ýki göz vardýr ki, Cehennem ateþi onlara dokun(a)maz: Birisi Cenâb-ý Allah’a duyduðu saygý ve haþyetten dolayý hep aðlayan Hak erinin, diðeri de Allah yolunda nöbet tutan yiðidin gözleridir.” Cehennem Alevlerini Söndürecek Yegâne Ýksir Allah karþýsýnda haþyetle dolup gözyaþý dökme konusunda çok önemli bir husus, kalbin tertemiz heyecanlarýný ve saf hislerini, riya ve süm’a ile kirletmeden ifade edebilmektir. Göstermek ve duyurmak kastýyla aðlamak berrak gözyaþlarýný þirk kirleriyle bulandýrmak demektir. Riya ve süm’adan korunmak için özellikle nafile ibadetlerde ve Cenâb-ý Hakk’a iç dökme anlarýnda tenha yerlerin seçilmesi her bakýmdan daha selâmetlidir. Nitekim, hadis-i þerifte, Arþ-ý ilahînin gölgesinden baþka sýðýnak olmayan kýyamet gününde, zýll-i ilahî altýnda himaye buyurulacak yedi grup insan anlatýlýrken, onlardan birinin de yapayalnýzken Allah’ý anýp da gözleri yaþlarla dolan hüþyar insan olduðu haber verilmektedir. Öyle ki, Allah haþyetiyle aðlayan insan, diðer nebevî beyanlarda cephede nöbet bekleyen askere denk tutulurken, bu hadiste de, adaletin temsilcisi olan idareci, ömrünü ibadet neþvesi içinde geçiren genç ve mescidlere dilbeste olan âbid gibi Hak dostlarýyla ayný çizgide zikredilmektedir. Fakat, onun gözyaþlarýný baþkalarýndan kýskanýrcasýna tenha bir yer aradýðýna da vurguda bulunulmaktadýr. Zira, aðlamanýn aktörlüðünü yapmak çok tehlikelidir; riya ve süm’a niyetiyle aðlamak kalbi öldürücü ve insaný helak edici bir hastalýktýr. Bundan dolayýdýr ki, Ýmam Gazalî Hazretleri “Aðlayan da kaybedebilir, aðlamayan da!..” demiþtir. Ýnsan aðlamýyorsa, o bir gün mutlaka piþman olacaktýr; çünkü, onun önünde kendisini aðlatacak çok badireler vardýr ve o badirelerin bazýlarý ancak burada dökülen gözyaþlarýyla aþýlabilecek mahiyettedir. Fakat, pek çok aðlayanlar da vardýr ki, günahlarýndan ya da aþk u iþtiyaktan dolayý deðil de, baþka þeyler sebebiyle, belli dünyevî hislerin tesirinde gözyaþý dökerler. Daha da kötüsü, hassas, duygulu, müttaki ve Allah sevgisiyle dolu bir insan gibi görünme ve bilinme maksadýyla aðlarlar. Böyle bir aðlama, dinimizce, en azýndan hiç gözyaþý dökmeme kadar tehlikeli sayýlmýþ ve gizli þirk kabul edilmiþtir. Demek ki, gözyaþýnýn da meþru istikamette olaný makbuldür. Mü’min, hususiyle de toplum içinde kalbinin heyecanlarýna hâkim olmaya çalýþmalý; iradesinin hakkýný verip gözyaþlarýný içine akýtmalý; buna güç yetiremiyorsa, ancak iþte o zaman gözyaþý bendinin önünü açmalýdýr. Saf ve temiz duygularla, sýrf Allah haþyetiyle akýtýlan gözyaþlarý, dünyada dayanýlmaz hale gelen aþk ateþinin ýzdýrabýný bir nebze dindirirken, ahirette de cehennemin alevlerini söndürecek tek iksirdir. Onun içindir ki, Allah Rasûlü (aleyhissalatü vesselam) þöyle buyurmuþtur: “Mahþerde, cehennem kývýlcýmlarýnýn insanlarý kovaladýðý hengâmda, Cebrail Aleyhisselam elinde dolu bir bardakla görünür. Ona, “Bu ne?” diye sorarým; þöyle cevap verir: “Bu, Allah korkusuyla aðlayan mü'min kullarýn gözyaþlarýdýr; þu korkunç kývýlcýmlarý sadece bu gözyaþlarý söndürebilir.” Aslýnda, bu hadis-i þerifte çok önemli bir ima vardýr: Evet, insanýn gönlünü daraltan ve onun huzurunu kaçýran gayz, kýskançlýk, haset, kin, nefret ve adavet gibi þeytanî hislerin neticesi olan cehennemî alevlerin söndürebilmesi de ancak gözyaþlarýyla mümkün olabilir. Kalbi kasýp kavuran nefsî ve þeytanî duygularý sakinleþtirip söndürmenin biricik iksiri samimiyetle akýtýlan gözyaþlarýdýr. Ülfet Hastalýðý Heyhat ki, soruda da þikayet edildiði gibi, çok defa ülfet insanýn gözyaþý pýnarlarýný kurutabilir. Haddizatýnda, “ülfet” kelimesi alýþma, dost olma ve muhabbetle dolma demektir; insanýn eþya ve hâdiselerle münasebetini, böyle bir münasebetten hâsýl olan manalarý, bu manalarýn vicdanda býrakacaðý tesirleri, neticede insanýn davranýþlarýnda beliren farklýlýklarý ve bütün bunlar neticesinde ruhun canlý, dinamik ve duyarlý kalmasýný akla getirmektedir. Bununla beraber, bilip duyduktan, görüp tanýdýktan, düþünüp anladýktan veya öyle olduðunu zannettikten sonra, sýradan görme ve alýþkanlýða gömülme gibi manalar da ülfet kelimesiyle ifade edilmektedir. Ýþte, bir parça görüp bildikten, az buçuk inanýp irfana erdikten sonra alâkayý yitirip, derinleþmeyi gerektiren meselelere karþý bütün bütün duyarsýzlaþma ve hiçbir þeyden ders almama manasýna gelen ülfet, insan için bir sukut ve duygularýn ölümü demektir. Þayet, insan yöneleceði kapýya yürekten yönelmez, kulluk yolunda gereken ciddiyet ve gayreti göstermez, her zaman daha engin mülâhazalarla bir tekâmül peþinde bulunmaz, dahasý her an yeni derinliklere açýlma azmi içinde olmazsa, onun için renk atma da, sararýp solma da, hatta çürüyüp daðýlma ve kendi enkazý altýnda kalýp ezilme de kaçýnýlmaz olur. Bu duruma dûçar olan kimse, eðer tez elden gözünün çapaklarýný silip, eþyadaki hikmet inceliklerini anlamaya koþmaz ve koþturulmazsa, kulaðýný açýp mele-i a’lâdan gelen ilâhî mesajlarý dinleyip anlamaya koyulmazsa, onun içten içe yanýp karbonlaþmasý ve devrilip gitmesi mukadderdir. Tabii ki kalb ve ruh hayatý adýna mefluç hale gelen böyle birinin kalb rikkatini korumasý ve gözyaþý çeþmesini canlý tutmasý da mümkün deðildir. Ürpermeyen Gönüller Cenâb-ý Allah, daha Ýslam’ýn ilk senelerinde, bu hususta Sahabe-i Kiram efendilerimizi ikaz etmiþ ve onlara þöyle demiþtir: “Ýman edenlerin, kalblerinin yumuþayýp Cenâb-ý Hakk’ý ve O’nun tarafýndan inen hakikatleri hatýrlayarak haþyetle ürpermelerinin vakti gelmedi mi? Sakýn onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasýnlar. Zira kitabý tanýmalarýnýn üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, o ümmetler ülfete kapýlmýþlardý da kalbleri kaskatý kesilmiþti. Hatta onlarýn çoðu büsbütün yoldan çýkmýþlardýr.” (Hadîd, 57/16) Þüphesiz, bu ayet tahkir ihtiva eden bir ikaz deðildi. Kaldý ki, Ashab-ý Kiram, bu ilahî hitaba muhatap olduklarý dönemde de çok hüþyar birer mü’mindiler; hemen hepsi namazlarýný hýçkýra hýçkýra ikâme ediyor ve kýyamdayken ayaklarýnýn baðý çözülecek halde bulunuyorlardý. “Henüz vakti gelmedi mi?” denilerek, onlara ulaþtýklarý noktayý yeterli bulmamalarý ve daha da olgunlaþmak için gayret göstermeleri tavsiye ediliyordu; sahabe efendilerimize kemâlin zirvesi hedef olarak gösteriliyordu. Ülfete yenik düþmemeleri için, geçmiþ kavimlerin akýbetinden ibret almalarý gerektiði ve sürekli tekamül peþinde olarak o tehlikeden kurtulabilecekleri vurgulanýyordu. Aslýnda, Ashab-ý Kiram’a dahi bu þekilde hitap edilmesi, daha sonraki mü’minler için de çok önemli bir tembih manasýna gelmektedir. Binaenaleyh, Kur’an Sahabe’ye seslendiði ayný anda bize de þunlarý söylemektedir: Onca hakikati açýkça gördüðünüz halde, artýk kalbinizin haþyetle dolup taþacaðý an gelmedi mi? Sakýn siz, sizden evvelkiler gibi olmayýn! Nitekim ülfet ve ünsiyet hükmünü icra edince onlarýn kalbleri taþ gibi kaskatý kesilmiþti. Onlar için, geceler ölü geçmeye baþlamýþtý, gözyaþlarý hayatlarýndan silinip gitmiþti. Sakýn kalb katýlýðýnda ve göz kuruluðunda onlara benzemeyin! “Gerçekten inananlar ancak o mü’minlerdir ki, yanlarýnda Allah zikredilince kalbleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onlarýn imanlarýný artýrýr ve onlar yalnýz Rabbilerine güvenip dayanýrlar.” (Enfâl, 8/2). Öyleyse, yanýnýzda Rabbiniz anýlýnca, sizin de kalbiniz ürpersin. Zinhar, sizden önceki ümmetlerin akýbetine düþmeyin. Onlara da kitap gönderilmiþti. Önce ilahî emirleri duyup itaat eder gibi göründüler; fakat, zaman geçtikçe heyecan yorgunluðuna düþtüler; ölümü unutarak ardý arkasý kesilmeyen arzularýn peþine takýldýlar. Derken kalbleri büsbütün katýlaþtý. Allah adýna yapýlan zikir ve nasihati iþitmez, hakka boyun eðmez ve hakikatlerin tadýný duymaz oldular. Öyle ki, onlarýn kalbleri katýlýkta taþ gibi, hatta ondan da sert bir hal aldý. Çünkü bazý taþlar vardýr, onlarýn baðrýndan gürül gürül ýrmaklar fýþkýrýr; bazýlarý da vardýr, onlarda bir etkilenme ile çatlama meydana gelmiþtir, onlardan da su çýkar, fýþkýrmazsa da sýzar. Bazý taþlar da vardýr ki, ilahî kudretin eseri olan tabiî olaylardan etkilenerek yerinden oynar, yuvarlanýp düþer. Halbuki, dumura uðramýþ kalbler, onca mucizeleri, ilahî ayetleri ve âþikar hakikatleri duyup görseler de, hiç müteessir olmazlar; gözyaþý dökmek bir yana, içlerinde korku ya da sevgi hislerini dahi duyamazlar. Onun için, siz o kalbsizler gibi olmayýn, katý yüreklilere benzemeyin. Allah Teâlâ’nýn zikriyle ürperecek ve Kur’ân’daki irþatlara can ü gönülden itaat edip teslim olacak þekilde yumuþak kalbli olun. Evet, Kur’an bu çaðrýsýyla bize, canlýlýðýmýzý korumamýz için her zaman yükselip derinleþme aþk u heyecaný içinde bulunmamýzý, mefkûremiz adýna hep yüksekleri kollamamýzý ve tamamiyet peþinde olmamýzý öðütlüyor. Hayatýmýz boyunca taze ve canlý kalabilmemizin ancak tamamiyet peþinde bulunmakla mümkün olacaðýný iþaret ediyor. Kalb Rikkatinin Vesileleri Ayrýca, söz konusu ayet-i kerimenin hemen akabinde, Cenâb-ý Hak, kalbinin ýþýðýnýn söndüðünü, gözyaþlarýnýn kuruduðunu ve manevî dünyasýnýn karardýðýný düþünen kimselere ümit kaynaðý olacak ve onlara yeni bir baþlangýç heyecaný yaþatacak bir iþarette bulunuyor, bir müjde veriyor; “Ýyi düþünün ki Allah, bütün yeryüzünü bile ölümünden sonra diriltiyor; (gevþeyen ve uyuklayan gönülleri de böylece diriltebilir). Zaten aklýný çalýþtýran, zihnini iþleten kimseler için bu canlanmayý gerçekleþtirecek âyetlerimizi iyice açýklamýþ bulunuyoruz.” (Hadîd, 57/17) buyuruyor. Ölü topraðý dirilttiði, can nefhedip bitkileri ve çiçekleri filizlendirdiði, ekinler ve meyveler yetiþtirdiði gibi, eðer dilerse mefluç kalblere de yeniden hayat verebileceðini ifade ediyor. Dahasý, bu beyan-ý ilahîden sonra da, kalbi ihya edip ona rikkat kazandýracak vesilelerden biri olarak Allah yolunda infakta bulunmayý nazara veriyor. Bu hususu teyid eden bir hadis-i þerifte, Rehber-i Ekmel (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “Kalbinin yumuþamasýný ve muhtaç olduðun þeye kavuþmaný arzu ediyorsan, yetime merhamet et, baþýný okþa ve yemeðini ona yedir. Böyle yaparsan kalbin yumuþar ve muhtaç olduðun þeye kavuþursun.” buyuruyor. Kalbin rikkat kesbetmesinin en önemli vesilesi, tefekkür etmek ve kainatý ibret nazarýyla süzmektir. Tefekkür sayesinde, kalb nurlanýr, vesvese ve þüphelerden sýyrýlýr, þeytanýn hile ve desiselerine karþý dayanýklýlýk kazanýr. Aksi hâlde, okumayan, düþünmeyen ve kendini yenilemeyen kimseler, sararýr solar ve savrulur giderler. Bu itibarla, ülfete düþmemek ya da düþme eþiðinde bulunanlarý oradan çekip almak için âfakî ve enfüsî saðlam bir tefekkür þarttýr. Mâzînin altýn sayfalarýnda sýk sýk seyahat etmek, zaman zaman düþünce ufku aydýn, vecd ve heyecan insanlarýnýn atmosferinde bulunmak ve bazý müesseseleri ziyaret edip oradaki zinde insanlardan aþk u þevk almak da ülfetten kurtulmanýn mühim vesilelerindendir. Kalb ve düþüncenin istikamet ve canlýlýðýný muhafaza etmek için, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in hayat-ý seniyyelerini mütâlaa etmek, sahabe-i kiramýn, tâbiîn-i izâmýn ve sýrasýyla asýrlara ýþýk tutan salih kimselerin örnek hayatlarýna ait tablolarý okumak ve dinlemek de bir baþka çaredir. Ayrýca, Kur’an-ý Kerim, kalblerin, Allah’ý zikirle yumuþadýðýný belirtir. Cenâb-ý Hakk’ý bütün esmâ-i hüsnâsýyla, bütün sýfât-ý kudsiyesiyle yâd etmek, O’nun hamd ü senâsýyla gürlemek, yerinde tesbîh u temcîdlerle gerilmek, yerinde Kitab’ýný okumak ve onun rehberliðine sýðýnmak; kâinat kitâbýndaki âyât-ý tekvîniyesini mânâ-yý harfiyle mýrýldanmak; aczini, fakrýný dua ve münacât lisânýyla ilân etmek.. ya da O’nun varlýðýna dair delillerin mülâhazasýyla oturup kalkmak, varlýk kitabýnda sürekli parlayýp duran ve her an bize ayrý ayrý þeyler fýsýldayan ilâhî isim ve sýfâtlarý düþünmek.. evet, bütün bunlarýn hepsi birer zikirdir. Zikir, kalbi titretir, yumuþatýr ve daha sonra da onu itminan ile doldurur. Özellikle de gece yapýlan zikirler, kalbe rikkat kazandýrma ve bu rikkati muhafaza etme mevzuunda hayatî ehemmiyeti haizdir. Gecelerini ihya edemeyenlerin kalb rikkatini korumalarý çok zordur. Allah haþyeti ve muhabbetinden dolayý gecenin zülüfleri üzerine býrakýlan birkaç damla gözyaþýnýn ve herkesin uyuduðu saatlerde uyanýk gözlerle eda edilen zikirler, tesbihler, kýlýnan namazlar ve mütâlaa edilen derslerin kalbe neler kazandýrdýðý ve ülfeti nasýl daðýttýðý ancak tatbikatla ve tatmakla anlaþýlýr. Ölümü düþünmek de, ülfetin tesirlerini kýrýp zararlarýný giderebilecek bir vesiledir. Hazreti Aiþe (radýyallahu anha), kalbinin katýlýðýndan þikayet eden bir kadýna “Ölümü çok hatýrla, mevti düþünmek kalbi yumuþatýr.” demiþtir. “Râbýta-ý mevt” denilen ölümü sürekli hatýrlama ameliyesinin yaný sýra, hastalarýn ve engellilerin hallerinden ibret almak ve kabirleri ziyaret etmek de ülfete karþý bir çare olarak sayýlabilir. Ubudiyette Sadâkat Ufku Diðer taraftan, bazen yumuþak kalbli bir insan da gözyaþlarý tükenmiþ gibi bir hale mübtela olabilir. Aslýnda, aðlama istidadýný kaybetmiþ gibi olduðu zamanlarda bile o insan sonuna kadar sâdýktýr; yüreði sadâkatle çarpýyordur. Dinin emirlerine karþý saygý ile dolup taþmaktadýr. Ýbadet ü taatýnda kusuru yoktur; ubudiyetinde ciddidir, vakurdur; asla laubaliliðe ve gayr-i ciddiliðe düþmemektedir. Hatta, içinden gelmese de, kýyamýnda, kýraatinde ve secdesinde her zamanki halâveti bulamasa da, gecesini yine ihya etmektedir. Bu konuda küçük bir kusur yaptýðý zaman yemeden içmeden iþtahý kesilmektedir. Fakat, yaptýklarýnda daha önce hissettiði lezzet-i ruhaniyeyi bir türlü yakalayamamakta, secdede doya doya aðlayamamaktadýr. Ýþte, böyle bir insana “kalbi katýlaþmýþ” denemez. Belli ki bu insan, o zaman diliminde ayrý bir imtihana tâbi tutulmaktadýr. Cenâb-ý Hak bastla imtihan ettiði gibi, yani insanýn gönlünü manevî duygularla doldurarak onu aþk u iþtiyakla aðlatýp içine huzur verdiði gibi, kabz ile de imtihan eder, yüreðini daraltýr, caný çýkacak hale sokar. Kulunun, darlýk zamanlarýnda da Hak kapýsýnýn eþiðinden ayrýlmamasýný ister ve bu konuda ona temrinler yaptýrýr. Hâlis bir kula düþen vazife, O’nun kapýsýnda sabýrla beklemek ve vefadan bir an dûr olmamaktýr. Sadâkat ve vefayla dergah-ý ilahîye müteveccih bulunma, zamanla kalbin inþiraha kavuþmasýna ve þevk ü þükür gözyaþlarýna vesilelik edecektir. Dahasý, hemen herkes Kur’an hakikatleriyle tanýþtýðý ilk günlerde, aylarda ve yýllarda aþk u þevkle gerilir; her zaman heyecanlý olur. Çünkü, gördüðü, duyduðu, öðrendiði her þey onun için yeni ve tazedir. Bir de, Cenâb-ý Allah, bir mefkure kahramaný olmasýný murat buyurduðu insanlarý o ilk günlerde hususi lütuflarla þevklendirir. Rüyalarla, yakazalarla ve derinden hissettirdiði lezzet-i ruhaniye ile onlarý teyid eder. O ilk dönemin akabinde, görülen, duyulan, öðrenilen ve tadýlan þeylere karþý yavaþ yavaþ bir ülfet oluþmaya baþlar. Artýk bazý þeyler insanýn nazarýnda matlaþýr. Aslýnda, onlar hâlâ baþkalarý için yenidir, tazedir ama bir kere tatmýþ kimseler onlarý eski zannetmeye baþlarlar. Bu ikinci dönemde bazýlarý kalblerinin katýlaþtýðýný ve manevi dünyalarýnýn alabora olduðunu zannederler. Þeytan, ýzdýrapla iki büklüm olan bu durumdaki insanlarýn bir kýsmýný “Artýk sen iflah olmazsýn!” diyerek kandýrýr. Ne ki, bu zorlu virajý da sað salim geçebilenler artýk istikrar ve istikamet sarayýna taht kurarlar. Onlar, yaptýklarýný sadece Allah’ýn emri olduðu için yaparlar, kaçýndýklarýndan da ilahî yasaktan dolayý uzak dururlar. Kulluklarýný ve hizmetlerini ruhanî lezzetlere, manevî hazlara, rüyalara, yakazalara ve gözyaþlarýna baðlamazlar. Ýçlerinden gelse de gelmese de, þerbet içmek gibi de olsa zehir yudumlamak gibi de, onlar vazifelerinin gereðini mutlaka yerine getirir ve mefkureleri adýna yapmalarý gereken iþlerin hiçbirini ihmal etmezler. Gayri onlar sadâkat erleridir; maddî-manevî ücret beklentisiyle deðil, sadâkat ve vefa hisleriyle ubudiyetlerini ortaya koyarlar. Zaten bir sâdýðýn gönlünde muhabbet, maddî-mânevî bütün varlýðý Sevgili’ye baðýþlayýp kendine hiçbir þey býrakmama seviyesine yükselmiþtir. O bazen gözyaþlarýyla sevdasýný dillendirse de, çoðu zaman onun gönlü gözlerinin sýr vermesine sitem eder. Gözleri çaðlarken gönlü aðyara dert yanma vefasýzlýðýndan dolayý iki büklüm olur ve aðlamalarýna inler. Ona göre, aþk iniltileri ve Hak kapýsýndaki sýzlanýþlar dýþa vurularak hâl bilmezlerin oyuncaðý haline getirilmemelidir. Evet, âþýk, gözlerinden yaþ dökerek yüreðini serinletir; ama sâdýk, herkesten kýskandýðý gözyaþlarýný içine akýtarak sürekli baðrýný yakýp kavurur. Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.