derguiz Posted June 3, 2007 Share Posted June 3, 2007 AZERBAYCAN’DAN FISILDAYAN KGB VIZILTILI ÇATLAK BİR SES Azerbaycan’da yayınlanan “Hüner Meydanı” adlı bir yayın mevkutesi 11.05.2007 tarihli sayısında Namık Ali adında bir şahsın son derece tecavüzkar, iftiralı bir yazısını yayınladı. Bu yazının içeriği hakkında peşinen şunu deriz ki; Yazı baştan sona iftirakârdır, kezzabanedir. Din ve vicdanı, Kur’an ve imanı ayak altına alan zındıkane bir tecavüzdür. Acaba bu yazının ve yazanının arkasında hangi farmason müfsid komiteleri vardır? C : Üç ihtimal üzerinde durulabilir: 1-Dünya’ya büyük bir hızla yayılan ve özellikle Rusya’dan 70 senelik zulüm, gaddarlık ve azaptan sonra kopabilen ve bir derece istiklaliyetini elde eden Türk ve Tacik, Kafkas ve Dağıstan Müslümanları içinde, hatta asıl Rusya’da bile göz kamaştıran bir nuraniyetle intişar ederek aydınlatan Nur Risalelerine karşı gelmek üzere hak ve hakikatle, bürhan ve hüccetle değil, aşağılık ve alçaklığın marifeti olan iftira ve bühtanlarla lekeleme, şaibelendirme gibi tutarsız ve geçici bir şeytanlığa tevessül eden Yahudiler ve eski KGB’ yi elinde tutan Siyonistlerin kârı olması ihtimali.. 2-Din ve gerçek milliyet adına değil, ırkçı Şamanistlik namına hareket eden bir grup ile, onlara iltihak etmiş ulusalcılık maskesi altındaki ifsatçı bir güruhun ve bu ikisinin birkaç köşeli maşacılığına soyunmuş, dindarlık kisvesiyle de peçelenmiş bazı tinetsiz kişilerin nuru ve nur irşadcılığını çekemeyerek hırs ve gayzlarından gelen bir öfke ile iftira gibi alçak bir silaha tevessül eden deni zümrelerin ihtimali de… 3-Dini hassasiyet adına hareket edip te, dinin hikmet-i irşadından ve nurlu siyasetinden ve hadisatın gelişim ve dönüşümünden ve zaman ve zeminin ilca ve zaruretinden habersiz, nadan bir takım yazarların ve bunların müstenedi olan biçare mollalarının tecavüzkarlık ve hatalı yorumculuklarının neticesi olarak şeni gıybet ve iftiralı yanlış şerhlerinin de ihtimali olması.. Biz bu üçüncü ihtimaldeki güruhun mantıksızlık ve herzeguluklarının tipik örneklerini “İFHAMNAME” adındaki bir eserimizde dile getirmişizdir. İşte tecavüz, iftira,yalan ve gıybet gibi deni bir silahla nura ve nur hizmetkarlarına karşı hücuma geçen bu kişilerin yayın yoluyla aleme rüsvay olacak nitelikteki iddialarına bakıyoruz Birinci şeni’ iftiralı iddiaları: Fethullah hocanın aslı ermeniymiş. Babası İbrahim, Hasankaleli bir beyin hizmetçisiymiş. Sonra bir Müslüman kızla evlenmiş. Dünya’ya gelen oğullarının birisine “ M.Fethullah” diğer birisine “Sıbğatullah” öbürüne de “Mesih” adını koymuş… ilaahir. Bunun belgelerini de sözde milliyetçi bir derneğin araştırmalarına bağlamış.. Elcevap: Fethullah Gülen Hocaefendinin aslı Bitlis’in Ahlat kazasındandır. Dedelerinden olan Kurt Halil veya Kürt Halil lakabıyla meşhur olan bu zat, ailevi bir namus meselesinden Ahlat’tan Erzurum’un Hasankale kazasına hicret eylemiştir. Ahlat’ta oturdukları mahalleye, “Seyyidler” mahallesi denilmektedir. M. Fethullah hocanın öz dedesi Alvar şeyhlerine mensuptur. Babası da oraya bağlıdır. Alvar şeyhleri ise, Bitlisli şeyh Muhammed Küfrevi ve şeyh Fethullah Verkanisi’ye mensupturlar. Ondandır ki, Fethullah hocanın babası oğullarının birisine M. Fethullah adını (Şeyh M. Fethullah verkanisinin adını) birsine de Sıbğatullah (Bitlis’in Hizan kazasında yatan ve Mevlana Halid’in halifesinin halifesi olan seyyid Sıbğatullahın adını) Diğer oğluna da “Mesih” ismini vermiştir ki, Hz. İsa’nın Kur’anca verilmiş meşhur bir unvanıdır.(*) Buna göre: Fethullah Hoca’nın adı ve sanı, soyu ve nesebi belli ve meşhur olduğu bütün şark bölgesince ayan ve beyan iken , ona ermeni yakıştırması yapanlar, hiç şüphesizdir ki; az üstte üç ihtimalli guruplardan birisine dahil oldukları kesindir. Evet, M. Fethullah Hocaefendinin soy ve nesebi herhalde ilk ihtimal ile sülale-i mutahhereye dayanan seyyid sülalesidir. Ve ya da her ikisi birer kavm-i necip olan ve eskiden beri iki cihat arkadaşı bulunan Türk veya Kürt ırkına mensuptur. İşte bir ehlullah olan Fethullah Gülen Hocaefendinin manevi enerji kaynağı ve nur menbaı Bediüzzaman ve onun Risale-i Nur’u olduğu için ve hatt-ı hareketi bu yörüngede olduğundan, değil yalnız Azerbaycan’ın doğusunu, tüm Asya’yı ve hatta dünya’nın diğer kıt’alarını daire-i irşadına almaktadır ve daha da alacaktır inşallah. Zira O'nun sırtına manevi dest-i teşci ve teşviki sıvazlayan ahirzamanın sahibi Hz.Bediüzzaman’dır. Böylece, Allah nurunu tamamlayacaktır. Kafirler, mülhidler, münafıklar ve hasedinden çatlayan rakipleri istemeseler de… İkinci yalanlı iddiaları: Hz. Bediüzzaman’ı sırıtan istihzalı edaları içinde sözde savunuyor, büyük kabul ediyor görünümünde bulunuyorlar gibi yapıyorlar da, ama gelin bakın; onu zımni bir şekilde nasıl tahkir ve tezyif ettiklerini beraber görelim: Demişler ki: CIA veya MOSSAD tarafından Bediüzzaman’ın yanına yerleştirilen M.Sungur, Tahiri Mutlu ve M. Fırıncı Hz. Üstadın haberi olmadan Nur risalelerini tahrif etmiş ve bazı mektupların başında Hz. üstadın Hulusi beye ait bazı ta’rif ve tavsiflerini keserek neşrettirmişlerdir. İlaahir. Elcevap: Bu iftira ve yalanlı şeni’ bühtan evvelkisinden çok daha beter ve daha eşeddir. Çünkü: Hz Bediüzzaman gibi bir dahi-i azamı, harika bir velayet-ı kamile sahibi bir mürşid-i efhamı; idraksiz, şuursuz, basiretsiz basit bir insan suretinde görmek ve göstermek istiyorlar. Yani, sözüm ona CIA ve MOSSAD gelmiş, Bediüzzaman Hazretlerinin harimine hulul etmiş ve onun en yakın talebeleri ve mesleğinin hameleleri içine kendi adamlarını yerleştirmiş oldukları halde, Bediüzzaman ise farkına varmamış, seneler ve senelerce kendi öz hariiminde onları barındırmıştır …?! Eliyazübillah ! Şimdi gelin önce merhum Tahiri Mutlu’yu ve Mustafa Sungur’u inceleyelim. Bu zatlar kimdir, ne yapmışlardır? İşte Tahiri Mutlu 1937’lerden beri Isparta’nın Atabey kazasında çoluk çocuğuyla, bütün efrad-ı ailesiyle; Hz. Üstadın Hulusi bey kadar büyük talebesi olan İslamköylü merhum Hafız Ali Efendi’nin dairesinde Risale-i Nurları defalarca yazmış ve yazdırmıştır. Hz. Üstadla birlikte 1943’te Denizli hapsinde, 1948’de Afyon hapsinde beraber bulunmuş bahtiyar bir insandır. Dışarıda olduğu gibi bu her iki hapsinde de durmadan Risale-i Nurları yazıp çoğaltmıştır. Denizli hapsinden önce evvela Hizb –ül Ekber- ül Nuri’yi, sonra Ayet-ül Kübra risalesini İstanbul’da gizlice tab’ettirmiştir. Denizli hapsinden sonra ,Hizb-ül Kur’an’ı ve Sirac-ün Nur mecmuasını kendi kalemiyle yazmış, teksir ettirmiştir. Böylece Kastamonu ve her iki Emirdağ Lahikaları içinde Hz. Üstad en çok Tahiri isminden söz etmiştir. Afyon hapsinde hapise giren tüm nur talebeleri içinden vefadarlık, mertlik, sadakatkarlık cihetinden Hz. Üstadın en çok beğenisini kazanmış yegane bir şahsiyettir. 1937’den 1953’lere kadar hapiste ve dışarıda pek çok defa Hz. Üstadın tahsin ve tebriklerini celbetmiş bir insan-ı kamildir. Bu noktalardan hareketle Hz. Üstadın nazarında onun makamı merhum Hulusi beyden yüksek olmasa da, aşağıda değildir. 1953’te Hz. Üstad yeniden Isparta’yı mekan ve makar seçince, Tahiri Mutlu ağabey gelmiş Hz. Üstadın hususi hizmetinin harimine dahil olmuş ve Üstadın vefatına kadar da bu hizmette daim ve kaim olmuştur. Hz. Üstadın 1948’lerden sonraki hususi hizmetine onun işaret ve irşadıyla alınmış olan merhum Ceylan Çalışkan, Zübeyir Gündüzalp ve Mustafa Sungur ve bu arada, bir müddet için Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayramoğulların yanında, Tahiri Mutlu ağabeyde bu hizmette ( 1953-1960) bulunmuştur. Hz Üstadın huzurunda sabah namazından sonra Nur risalelerinden dersler okunduğunda, dersler arasında Hz. Üstad Tahiri ağabeye müteveccih olup tevcih eyledikleri büyük ve yüksek iltifatlara bu fakir (Abdulkadir Badıllı) birkaç kere şahit olmuşumdur. Merhum Tahiri Mutlu ağabey 1958 tarihinde Ankara’da Hazret-i Üstadın diğer hizmetkârlarıyla beraber uzun müddet hapis yatmıştır. Tahiri Mutlu ağabey, Hz. Üstadın vefatından sonra aktif ve fedakarane hizmetler de devam etmiştir. Mu’cizeli ve tevafuklu Kuranın tabı için memleketindeki tarla ve ev gibi varını yoğunu satmış hizmete vakfetmiştir. Muhterem Sungur ağabeye gelince: Bu zat da Tahiri ağabey gibi 1948’den itibaren aile ve çoluk çocuğunu,öğretmenlik ve memuriyetini bir nevi feda etmiş, nur hizmeti içine dahil olmuştur. Zübeyir Gündüzalp ile birlikte mezkur tarihten itibaren Hz. Üstadın yanında ve hizmetinde kalmış 1949’da Afyon hapsine, 1958’de Ankara hapsine , sonra Samsun hapsi ve Mersin hapsine nura ve Hz. Üstada hizmetinden dolayı girmiş aylarca zindanlarda beklemiştir. Hz. Üstad ona da çok yüksek iltifatları, hususi teveccühleri ve irşadları olmuş olan bu zat-ı muhterem, Hz Üstadın vefatından sonrada Nur hizmeti için bütün müşkülatlara göğüs gererek son derece merdane ve alicenabane Türkiye dahilinde nurcuların kuvve-i maneviyelerinin takviyesi için pek çok seyahatler yapmış, nur saçmış, şevk ve gayretler uyandırmış bir büyük şahsiyettir. M. Fırıncı beye gelince: Bu zat 1952’lerden beri İstanbul’daki Risale-i Nurların neşriyatıyla, nurun dersleriyle direkt olarak alakadar olmuş bir zattır. Hz. Üstadı defalarca ziyaret etmiş ve üstadın iltifatlarına mazhar olmuş bahtiyar bir insandır. Özellikle Hz. Üstadın 1952-1953’lerde mahkemeler için İstanbul’a gelip her defasında 2-3 ay kaldığında, M. Fırıncı ağabey Hz. Üstadın hususi hizmetlerinde samimane bulunmuş ve Hz. Üstadın ona bu merhalede de yüksek iltifatları olmuş sadık bir şahsiyettir. İşte çok kısa olarak temas ettiğimiz bu yüksek ve üstadın takdir ve tahsin ve teşriflerine mazhar olmuş bu zatlar hakkında naseza ve tamamen iftira ile dil uzatanlar elbette ruz-u mahşerde hesabını vereceklerdir. Üçüncü cahilane kabih ve asılsız iftiralı iddiaları: İkinci iddialarının cevabında, hayat ve şahsiyetleri hakkında kısaca bilgi verilmiş olan bu muhterem zatlara atfen; sözüm ona, bunlar: Hulusi beye karşı Hz. Üstadın yazdığı yüksek tavsif ve tariflerini kesmişler ve nur risalelerinde yaptıkları tahrifatlara ilaveten bunu da böylece neşrettirmişlerdir.. Ayrıca Hulusi beye dayandırılarak: “Ben altıyüz ermeni öldürdüm ve ben bu hareketimle iftihar ediyorum” demiş diye o ma’hut ve müfsit Azerbaycan’da çıkan gazetede yayınladılar. Elcevap: Cahil, tarihi bilgiden habersiz şu müfterilerin her iki şıklı iddialarının aslı faslı yoktur ve vaki olmamıştır, şöyle ki: Sözünü ettikleri tahrif, kesme ve çıkarma olayı diye saha-i vucuda intikalinden dem vuranlar yalanlı bir iftira ettikleri gibi; kapkara bir cahilliği de sergilemektedirler. Çünkü Hz.Üstad hayatta iken, Risale-i Nur’dan ikinci mecmua olarak teşkil ettirilen Mektubat kitabı, hem ta 1939 larda el ile yazılan ve Hz.Üstadın bizzat tashihlerinden geçen İslam hatlı nüshaları elde çokça mevcut olduğu gibi; bilahare 1946’larda teksir makineleri ile çoğaltılan ve Hz.Üstad tarafından ona Hutbe-i Şamiye ve Münazarat eserleri de ilave edilerek iki cilt halinde İslam hattı ve Hüsrev ağabeyinin yazsıyla yazılan Mektubatlar da yanımızda mevcutturlar. Bunlar, şimdi Latin harfleriyle yayınlananların aynısıdır. Evet, Mektubat’taki, mektupların mutlak ekseriyeti muhterem merhum Hulusi Beyin sorduğu suallerinin cevabıdırlar.Fakat ilk yazıldığı şekilleri birer normal mektub tarzındadır. Baş kısımları, bazen de son kısımları selam, kelam, hal hatır sormadan ve bazı zevatın isimlerinden söz etme gibi şeylerden ibarettir. Amma bilahare Hz.Üstad bu mektupları ilmi kategorilere aldığında baki ve daimi bir eser ahengi vermek için kendi bizzat tasarrufları ile hal-ı hazır vaziyeti vermiştir. Merhum Hulusi Yahyagil’de Hz.Üstadın bu tasarruflarını bizzat görmüş, mevcut vaziyetleriyle hayatının sonuna kadar ondan okumuş dersler yapmıştır. Hülasa: Bu olay o kadar mütevatirdir ki; şeytan-ı racim de karşı çıkamaz. Amma gel gör ki; Türkiye içinde bazı kimseler olduğu gibi,uzantıları olan Türkiye’nin dışında da çok acemice ve cahilane dedikodu yapabilmektedirler. Gelelim Hulusi beyle alakadar ikinci iddiaya ki: “Ben altı yüz ermeni öldürdüm…ilaahir” buna mukabil cevabımız şudur : Merhum Albay Hulusi bey “1918’lerde çok defalar şahsen dinlediğimizde , 1915’lerde Ermenilerin umumi tehcirlerinden sonra) dağ ve derelerin köşelerinde bakiyeleri kalmış Ermeni eşkıya çetelerinin temizliği için bana da bir vazife verildi. Tokat’ın Erbağa kazasından başlayıp Erzurum’a, Kars’a kadar geldim .Burada Kazım Karabekir Paşa ile buluştuk. Ermeniler, Kazım Karabekir’in karşı harekatıyla kaçmış kaybolmuşlardı. Yer yer bazı dağ ve derelerde kalmış olanlarda çekip gitmişlerdi” demiştir. Yoksa Hulusi Beye dayandırılarak: “Ben altıyüz ermeni öldürdüm. Ben bununla iftihar ediyorum" şeklinde bir sözünü işitmedik. Yani öyle bir sözü varid değildir. Dolayısıyla iftiradır. Ve bu münasebetle şu hususu- merhum Hulusi Beyin gölgesine sığınarak Hz.Üstadın makbul ve memduhu sair talebelerine iftira ile dil uzatanlara bir hülasa-i cevab olarak-ifade edelim ki: Hz. Üstadın milyonlarca talebeleri vardır. Onun hayatında feda-i can edip, Nur-u Kur’an olan Risale-i Nurların yayılması,tenvir etmesi için çalışmış fedakar pek çok talebeleri de olmuştur. Yani: Hz. Üstad ve saniyen Hulusi Bey vardır diye bir şey mevz-u bahis değildir. Hulusi Bey her ne kadar saff-ı evveldendir. İhlas ve sadakatta birincilerin birincilerindendir. Amma yalnız ve tek o değildir. Hz.Üstadın hayatında ve belki sonrasında bazı yönlerden Hulusi beyi geçen bir çok nur talebeleri de olmuştur. Eğer Hulusi Beye karşı hürmet ve takdir namı altında - şialar gibi- öbür nur talebelerini tezyif ediyorsak, hatta iftira ile tahkir ediyorsak,işte o zaman bu muhabbet ve takdir, bir garazkarlıktır, pespayeli bir şarlatanlıktır.Hak namına, nur namına bir muhabbet ve takdir değildir. Hulusi Bey de bu çeşit muhabbetlerden teberri eder. Bu gibi sahte muhibleri dergahından tard eder, vesselam . 28 Mayıs 2007 Abdülkadir BADILLI (*) Abdülkadir Badıllı ağabeyin müsamahasına sığınarak, şu bilgi notunu eklemeyi uygun gördüm; Hocaefendi 19.01.1994 tarihli bir sohbetinde “Benim tanıdığım bir güzel Fethullah vardı, Taşkesenli şeyhlerindendi o, Sırrı Efendi'nin oğlu idi. İşte ona özenmiş, adımı koymuşlar” demektedir.(Salih Okur) Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.