derguiz Geschrieben 10. September 2006 Teilen Geschrieben 10. September 2006 “GAFİL-İ BÎ-BAHT” NE ANLAR KAªIKÇI ELMASINDAN Gafil-i bî-baht, yani bahtsız ve elindekinin değerinden gafil olan insan. Değerini bilmeyen kiºi için elmasla taº arasında bir fark olabilir mi ki? Meºhur Osmanlı tarihçisi Defterdar Sarı Mehmet Paºa, “Zübde-i Vekâiyât” isimli eserinde 1656–1694 yılları arasında yaºanan olayları tafsilatlı olarak anlatır. Bu eserinde “Zuhûr-u Elmas-ı Kıymet” ifadesiyle bir elmastan bahseder ve çok ibretli bir hikaye aktarır. Defterdar Sarı Mehmet Paºa, konuya “İstanbul’da Eğrikapı mezbelesinde (çöplüğünde) bir müdevver (yuvarlak) taº bulan gafil-i bî-baht” ifadesiyle baºlar. O elması bulduğu halde, değerini bilmeyen, değerinden habersiz ve umarsız olan, üstelik bir araºtırma gereği bile bulmadan, sadece “üç tahta kaºık” karºılığında elması çekinmeden veren kiºiyi “gafil-i bî-baht” ºeklinde niteler. Ama elmas bu ya, uzun, maceralı ve engebeli yollardan geçtikten sonra yine değerini bulur. Eğrikapı çöplüğünde bulunan ve üç kaºık karºılığı el değiºtiren elmas, bir “yaymacının,” yani günümüzdeki karºılığıyla iºportacının elinde de fazla durmaz. Çünkü o da, daha fazla kâr edeceğini düºünerek, elindeki taºı on akçeye bir kuyumcuya satar. Bu kuyumcu da, hemen meslektaºı olan baºka bir kuyumcuya gösterir. Kısa zamanda, bunun kıymetli bir elmas olduğu anlaºılır. Bunun üzerine hisse konusunda iki kuyumcu arasında anlaºmazlık çıkar. Derken durum dönemin Kuyumcubaºısına intikal eder. Kuyumcubaºı, her iki kuyumcuya da birer kese akçe vermek suretiyle elması ellerinden alır. Daha sonra durumdan haberdar olan Vezir-i Âzam Mustafa Paºa da böyle bir hazineye sahip olmak ister. Ancak olay Padiºah tarafından duyulduğu için, emir verip getirtir. Kısa bir süre sonra, bunun eºi benzeri görülmemiº bir elmas olduğu anlaºılır ve devrin padiºahı Dördüncü Mehmet tarafından hazineye alınır. Gafil-i bî-baht, yani bahtsız ve elindekinin değerinden gafil olan insan. Değerini bilmeyen kiºi için elmasla taº arasında bir fark olabilir mi ki? Gerçi o gafil-i bî-baht adamın hakkını yemeyelim. Neticede o da, o koskaca ve paha biçilmez elması “mezbeleden” yani çöplükten bulmuºtu. Çöplükte olmakla, üç tahta kaºığına takas edilmek yine de bir değer bulmanın emaresi olabilir. Sonraki her merhalede de, değerbilirlerin derecesi yükseldikçe, parlak taº parçası olmaktan elmas olmaya doğru epey bir merhale peº peºe geliyor. Neticede, Bediüzzaman’ın ºu veciz ifadesi tam da bu tablonun tercümanı oluyor: “Paslanmıº bîhemtâ bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır.” O halde anladık ki, bir ºeyin değer kıstaslarından birisi, o ºeyin değerinin, değer kazandıran özelliklerin bilinmesidir. Hadisenin bir diğer ciheti, değer ve kıymet taºıyan ºeyle alâkalı. Değer taºıyan metâ, değerini anlayan, bilen ve değer verenler bulunmasa dahi, eninde sonunda değerinden anlayanların eline ulaºır. Bu anlaºılma süreci ne kadar uzun olursa olsun fark etmez. Örneğin, o üç kaºıkla değiºtirilen Kaºıkçı Elması belki milyonlarca sene, yerin derin katmanları arasında, bir maden olarak kalmıºtı. Onu bin bir güçlükle yerin katmanlarını kazıp, gizli ve karanlık mekânından gün yüzüne çıkaran ellerden diğer ellere geçmiº, onu tutan her elin sahibi onun değerini biraz daha fazla anlamıºtı. Belki yüzlerce sene, onu eline geçiren her ºahıs hazine sandığının karanlığında saklamıº, kem gözlerden, haris ve kanun tanımaz ellerden kaçırmanın ve gizlemenin telaºına düºmüºtü. Belki elmasa elmas değerini, hattâ daha fazlasını veren ellerin kana bulanmasına, cansız düºmesine ve azgın düºmanlıklara vesile olmuºtu. Belki o elması bir mezbeleye düºüren süreç de böyle gerçekleºmiºti. Belki değerini çok bilenlerin içinde bulundukları halet-i ruhiyeye göre, hiçbir ºeyden habersiz bir bahtsızın konumu çok ama çok daha fazla insanî ve masumane idi. MODERN GÂFİL-İ BÎBAHTLAR ªu satırları okuyanlar “elmas” kelimesinin mânâsını epey iyi bilirler. En azından onu çöplükte bulundan daha fazla bilirler. Elimize belki ömrümüzün sonuna kadar bir elmas geçmeyecek. Belki Kaºıkçı Elmasını en iyi ihtimalle Topkapı Sarayındaki müzeyi ziyaret etmekle yakından gördük veya görebileceğiz. Hadiseye bir de yakın zaman önce yaºadığımız bir geliºme zaviyesinden bakalım: Geçtiğimiz Haziran ayında, Topkapı Sarayında bulunan Kaºıkçı Elması hakkında pek çok haber okuduk, haber dinledik. Gerçeğinin Hindistan’da olduğundan sahtesinin sergilendiğine kadar pek çok ºey söylendi. Hop oturup hop kalktık. Konunun çok uzmanlarından az uzmanlarına, hattâ hiç uzman olmayanına kadar herkes bir ºeyler söyledi. Bereket ki, nihayetinde uzmanlar tarafından titizlikle incelenip gerçek olduğu teyid edilince millet olarak derin bir “oooh!” çektik, rahat bir nefes aldık. Ne de olsa, o bizim en değerli taºımız, “Kaºıkçı Elmasımız” idi. Değer biçilemeyen bir taºtı. Çok kıymetli bir taºtı. Ünü yüzyıllar boyunca sınırlar ötesine taºmıºtı. Aslında bu geliºmenin ve yaºanan hadiselerin iyi yönleri de oldu. Kaºıkçı Elması sayesinde bazı tarihi geliºmeler, Topkapı Sarayı, tarihten bu güne kalan pek çok miraslar hakkında bilgi öğrendik. Bildiklerimizi tazeledik. Unuttuklarımızı hatırladık. İsterseniz edindiğimiz bilgileri tekrar hatırlayalım. Örneğin, “Gemoloji” isimli bir ilim dalından ve bununla bağlantılı bir meslekten meslekten haberdar olduk. Yine sahte olma ihtimalinden söz edilen “Topkapı Hançeri” hakkında detaylı bilgi edindik. Topkapı Sarayı Müzesinin Hazine bölümünde sergilenen Kaºıkçı Elması, dünyanın en büyük ve en değerli 22 elmasından biriydi. Tam 86 karattı. Elmasın çevresi iki sıra halinde 49 adet pırlanta ile çevriliydi. Ancak, Kaºıkçı Elmasının en değerli olmadığını da bu vesileyle öğrenmiº olduk. Meğerse dünyanın en büyük elması 191 karatlık “Iºık Dağı,” ya da “Kûh-i Nûr” adıyla tanınan elmas imiº. ݺin ilginç yanı Hindistan’da bulunan bu elmas günümüzde İngiltere Krallık Hazinesi’nde yer alıyormuº. Adı Farsçada “Iºık Denizi” anlamında olan 185 karatlık “Derya-yı Nur”; 1853 yılında Brezilya’da bulunan ve 128 karatlık “Güney Yıldızı” diğer değer biçilemeyen elmaslar arasında yer alıyormuº. Öğrendiklerimizin arasında, en değerli taºlar arasında anılan elmasın temel özellikleri de vardı. Meğer elmas bilinen en sert maddelerden birisiymiº. Sertliğinden dolayı da diğer metalleri çizebilme özelliğine sahipmiº. Bir diğer ifadeyle, elmasın kesilmesi ve ºekillendirilmesi de yine elmasla yapılıyormuº. Elmasın ana yapısının saf karbon olduğunu, yani kömür gibi karbondan meydana geldiğini de ortaokul ve liseli yıllarda zaten öğrenmiºtik. ªimdi soralım: Bu saydığımız bilgilerin on katı, yüz, hattâ bin katı bilgiye sahip olsaydık elimize ne geçecekti? Tabiî bu konuda uzman olmak isteyenlere, meslek olarak gemologluğu seçenlere bir lafımız yok. Eğer tüm bu anlatılanlardan hayatımızı ºekillendirecek dersler çıkarmadığımız takdirde, beynimizi, zihnimizi ve iç alemimizi lüzumsuz bilgilerle tıka-basa doldurmaktan baºka bir istifademiz olmaz. İstifade için de, ºöyle bir senaryo veya ºablon ortaya koyabiliriz: Elmas, biz kendimiz, değer kıstasımız ve hedefimiz. ªimdi, gerek ruhumuzdaki, gerekse bedenimizdeki tüm güzellikleri, istidatları, kabiliyetleri, ister tek tek, ister tamamen bir elmasa benzetelim. Her birisinin özellikleri, mahiyeti ve bize veriliº hikmetini bilmekle, elmasa elmas muamelesi yapabiliriz. Aksi takdirde elmasa, cam veya ºiºe parçası muamelesi yaparız ki, bu yaklaºım bizi ne dünya, ne âhiret mutluluğuna ulaºtırabilir. Neticede tam bir hüsrana uğrarız. ªimdi elmas yerine hayatımızı idame ettirmemiz için ihsan edilen İlâhî lütufları koyalım. Eğer bu sunulan ikram ve ihsanların ardındaki mânâyı, hakikati ve hikmeti anlayabilir, ona göre davranırsak, o fani ve geçici elmaslar yerini, bakî ve daimî elmaslara bırakacaklardır. ݺte, her birisi paha biçilmez elmasları andıran nimetlere karºı yapılacak ºükürle o nimet, bir nur, uhrevî bir meyve-i Cennet olur. Verdiği lezzetle, Cenâb-ı Hakkın iltifat-ı rahmetinin eseri olduğunu düºünmekle, büyük ve daimî bir lezzet ve zevk verir. Bu gibi mânevî lübleri, hülâsaları ve mânevî maddeleri ulvî makamlara gönderir. Maddî, tüflî (posa) ve kıºrî, yani vazifesini bitiren maddeler aslına, yani anâsıra inkılâp etmeye gider. Eğer ºükredilmezse, o geçici lezzet, zeval ile yerini elem ve teessüfe bırakır. Kendisi dahi bir atık haline gelir. Elmas mahiyetindeki nimet, kömüre kalb olur. ªükürsüz nimet, en güzel bir suretten, çirkin bir surete döner. Çünkü, o gafile göre rızkın âkıbeti, geçici bir lezzetten sonra atılıp def’edilen bir özelliğe bürünür. Bu verdiğimiz iki örnekten hareketle, yaºadığımız, gördüğümüz, gözlemlediğimiz, değer verdiğimiz veya vermediğimiz her ºeyi yukarıdaki formüle uygulayabiliriz. Uygulamalarımız bizi hem elimizdeki gafletten dolayı göremediğimiz, bilmediğimiz, farkına varamadığımız ve bütün bunlar yüzünden değer atfetmediğimiz nice elmasların varlığına götürecektir. O elmasları tanıdıkça gözümüzdeki değeri artacağı gibi, neticede değeri sınırsız elmaslara, maddî elmasların yanında kömürden bile değersiz kalacağı âhiret elmaslarına ulaºmamıza vesile olacaktır. Dünya mezbelesinde elmas aramaya yetecek ne zamanımız, ne imkânımız var. Elimizde tuttuğumuz sayısız elmasları zayi etmemek zamanı. Aksi takdirde, Kaºıkçı Elmasını üç kaºığa satan adamdan daha gafil ve daha bahtsız olma akıbeti bizi beklemekte. Veli Sırım Zafer Dergisi Ağustos - 2006 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.