derguiz Posted July 18, 2006 Share Posted July 18, 2006 Kitaplarým üç sene ceza çekti Son çýkardýðý kitabýnda, Cumhuriyet’in ilk yýllarýndaki Milli Eðitim bakanlarýndan bahsederken, onlarýn dergâhlara baðlý olduðunu anlatýyor ve diyor ki Soner Yalçýn; “Dergâha baðlý bir Milli Eðitim bakaný! Ne deniyor: Cumhuriyet Müslümanlarý ezdi!” Yani Cumhuriyet döneminde Müslümanlarýn ezilmediðini demeye getiriyor Yalçýn. Bu sözden yola çýkarak Beyaz Müslümanlarýn Büyük Sýrrý kitabý için bir deðerlendirme yapmak mümkün. Fakat biz konumuza dönelim. Olay Aðrý’nýn bir köyünde geçmektedir. “Eskiden Amad þimdi ise Tezeren denilen bir köyde karakol vardý. Bir gün karakolun önünden geçerken üzerimde fýkýh kitabým ve Kur’an’ým vardý. Yakaladýlar ve karakola götürdüler bizi. O zaman 18 yaþýnda deðildik. Küçük olduðumuz için bizi çok dövmediler. Yalnýz kitaplarýmýzý aldýlar, babalarýmýzý celp edip getirdiler. Babamý çok dövdüler. Çok iþkence yaptýlar. O iþkence neticesinde babam hastalandý. O zamanýn parasý ile babamdan 2,5 lira da ceza aldýlar.” KOÇÝBEY’ÝN SOYUNDAN 1943 veya 1944… “Eleþkirt’ten çýkýp da doðrudan Tutak Deresi’ne gideceðiz. O tarihte asayiþ karakolu varmýþ, bizim hiç haberimiz yoktu. Asayiþ karakolu yetkilileri Selahattin Koca ile beni yakaladý. Anam kete yapmýþtý. Selahattin’in anasý da bir þey yapmýþtý ona. Onlar bizi çok dövdü ve kitaplarýmýzý da aldýlar. Bir onbaþý, 8-9 da jandarma vardý. Bizi Eleþkirt’e kadar geri götürüp nezarete aldýlar. Sonra teyzeoðlum sayesinde bizi býraktýlar. O yakalamalar ve eziyet vermeler, o hadiseler benim kalbimde... (aðlýyor).” Hatýralarýn sahibi Aðrý’da ikâmet eden ve civarda binlerce talebenin yetiþmesinde emeði geçen Nusret Kocabay Hocaefendi. Kocabay artýk bu hadiseler için “Onlar geçti.” diyor bugün. Ýkâmet ettiði bölgede, hocalarýndan aldýðý eðitimle kendisini iyi yetiþtiren ve askerlik için geldiði Ankara’da, 1952 senesinde, Said Nursi’yi Emirdað’da ziyaret eden Aðrýlý Molla Nusret Kocabay, þeyhlik yürütebilecekken Risale-i Nurlar’a talebe olmayý yeðlemiþ birisidir. Askerliðini yaparken dahi cuma akþamlarý askerleri toplayýp sohbet eden Kocabay, nüfus kaydýnda 1928’de Eleþkirt’te doðmuþ gözükmesine raðmen bir sene geç yazýlmýþtýr. Ailesi, dedeleri aslýnda Cizre’den Aðrý’ya gelip yerleþmiþtir. Cizre’ye de Hamme’den yani Ortadoðu’nun bir baþka yerinden geldiklerini anlatan Kocabay, Bedirhan Bey’le ayný dönemde Cizre’de ‘mir’ olan yani oranýn hükümdarlýðýný yapan Koçibey’in soyuna dayanýyor: “Hatta benim soyadým da Koçibey’den geliyor, Kocabay diye.” Ailenin Aðrý’ya yerleþmesi biraz uzun hikâye. Cizre’de yaþanan bazý hadiselerden sonra aile Van’a yerleþir. Ardýndan bir süre Hasankale’de ikâmet ettikten sonra da Erivan’da yaþamaya baþlar. Bir zaman sonra geri dönüp Kars ve Aðrý’ya yerleþir. Koçibey ailesinden Ýbrahim Bey’in üçü erkek dört çocuðundan biri olan Nusret Hoca, yasak olmadýðý kadarýyla(!) Bitlis, Muþ ve Aðrý’nýn ilçelerinde medreselerde ilim tahsil eder: “Hepsi gizlice. Muþ’ta filan yeraltýnda yerler yapýlmýþtý. Hep gizli okuyorduk. Aþikâr okumak mümkün deðildi ama millet bütün caný ve ruhuyla, o yokluk ve kýtlýk zamanýnda yetiþmiþ bir talebeye sahabe nazarýyla bakýyordu. O zaman öyle idi ilim tahsil etmek.” Nusret Kocabay, bölgedeki meþhur âlim ve hocalardan alýr ilmini. Molla Zahir, Þeyh Taha, Molla Nadir, Eleþkirtli Molla Abdülaziz, Þeyh Muhammed Celali Hazretleri’nin torunu Molla Ahmet Celali gibi zatlardan yýllarca tahsil görür. Kocabay 1952 senesinde, Adnan Menderes’li Demokrat Parti’nin iktidar olduðu bir zamanda vatanî görevini yapmak üzere Ankara’ya gider. Kocabay, Ankara’da Risale-i Nur’u tanýma imkâný bulur. Aslýnda daha önce mollalarýnýn meth-ü senalar ettiði Said Nursi’nin ismini duymuþluðu vardýr: “Tek parti döneminde bizim Aðrý’da milletvekilliði yapmýþ Ahmet Alparslan vardý. Ben Aðrý’nýn Hamur kazasýna baðlý Gelutan köyünde Molla Abdülkerim’den okumuþtum. O Ahmet Alparslan, Molla Abdülkerim’in köylüsü idi. Seydamýzýn köylüsü diye biz o milletvekilini ziyaret ettik. Ziyarette çantasýný açtý bize iki kitap verdi. Yanýndakine Asay-ý Musa’yý, bana da Nurun Ýlk Kapýsý’ný verdi. Baktým ki Türkçedir. Kitabý götürdüm dolaba býraktým. Ama ismini ezberledim. Molla Said-i Nursi Hazretlerinin kitabý.” Nusret Kocabay bu þartlarda askere geldiðinde de artýk kendisini yetiþtirmiþ, hatta tarikat almýþ bir hocadýr: “Askerlikte de ayný vazifemi yürütüyordum. Askerleri toplayýp cuma akþamlarý sohbetimizi yapýyorduk. Menderes zamaný idi. Yasaktý. Bazý subaylar duymadan yapýyorduk. Ama hoca olduðumu biliyor ve beni seviyorlardý. Bana hürmet ediyorlardý. Bir gün, biri Karslý biri Vanlý genç kardaþlar buldum. Onlar da namaza yeni baþlamýþlar filan. Onlarý cuma akþamý hatmeye götürdüm. Evliyalarýn menkýbelerini anlatmaya baþlamýþtým. Baktým bir tane asker. Kantinci idi. Geldi, yanýmýza oturdu. Biraz dinledi. Benim kalbime ‘Ya bu inþallah cezboldu. Ben bunu da inþallah hatmeye götürürüm’ diye bir þey doðdu. Neyse o dinledi epey. Dinledikten sonra bana döndü dedi ki ‘Sen çok güzel konuþuyorsun. Sen hoca mýsýn, þeyh misin?’ Ben de ‘Öyle diyorlar’ filan dedim. O da ‘Ben demiyorum. Asrýn sahibi diyor. Bu zaman iman kurtarmak zamanýdýr, tarikat zamaný deðil. Sen bu gençlere iman, hakikat dersleri filan versen, öylece söyleþsen daha iyi olmaz mý?’ dedi.” NUR’UN ÝLK KAPISI Bu durum orada soðuk bir ortam oluþturur: “Ben bozuldum. Yanýmýzdaki iki asker de bozuldu. O da bizim bozulduðumuzu görünce ‘esselamüaleyküm’ diyerek yanýmýzdan ayrýldý. Onun buðzu benim kalbime girdi. Bir hafta kadar kantine gitmedim. Neyse bir gün gittim. Baktým kitap okuyor. Kitaba baktým ‘Nurun Ýlk Kapýsý.’ Dedim bu benim seydamýn kitabýdýr. ‘Mollan kimdir?’ dedi. Ben dedim ‘Bizim þarkta meþhur ismiyle ‘Molla Said-i Nursi.’ ‘Tanýmam’ dedi. ‘Yahu nasýl tanýmazsýn’ dedim ‘Bediüzzaman iþte.’ Hemen kalktý ‘Benim üstadýmdýr’ dedi, beni kucakladý.” Nusret Hocaefendi, Afyon’da tapu sicil müdürlüðü yapmýþ Abdullah Kýlýçkaya sayesinde Risale-i Nurlar’ý artýk iyice tanýr: “Bizi dershaneye götürdü. Dershanede o zaman Atýf Ural, Mustafa Türkmenoðlu, Ziya Harun, Ziya Nur... Ýþte o zaman üniversite talebeleri vardý.” Nusret Kocabay Hocaefendi burada Bediüzzaman’ýn talebeleri ile beraberdir: “Risalelerle o tanýþma ile bugüne kadar geldik. Menderes zamanýnda Namýk Gedik isminde bir içiþleri bakaný vardý. Risale-i Nur’a da hiddetli karþý duruyordu. Bu aðabeyler Ankara’da Cebeci’de üç katlý Tuna Apartmaný’nýn zemin katýnda idi. Orada Tahiri Mutlu Aðabey’in kurduðu bir teksir makinesi vardý. Ben de orada çalýþýyordum.” Kocabay Hocaefendi, hatt-ý Kur’an’ý güzel okuduðu için onlara yardýmda bulunur: “Ama bunlarýn içerisinde Atýf Ural aðabeyimizi görünce ‘50 sene tarikatta çalýþsam acaba onun gibi olacak mýyým? Onun gibi insanlar nasýl yetiþtireceðim?’ dedim. Onun hali, hareketi, sekenatý, sadakatý, metaneti, muhabbeti, sebatý benim kalbimi iþba etti. Elhamdülillah Atýf Ural’ýn tesiri hâlâ da benim ruhumda devam ediyor.” ÜSTADIN HUZURUNDA 10 DAKÝKA Risale-i Nur talebeleri vesilesi ile Bediüzzaman’ý üç kez ziyaret eden Kocabay Hocaefendi, üçünü de Said Nursi Emirdað’da iken gerçekleþtirir. O zaman teksir makinelerinde basýlan risaleler Bediüzzaman’ýn tashihinden geçirilmek üzere tekrar ona götürülmektedir. Bunun için de kitaplar trenle Eskiþehir’e götürülüyor, oradan da Pilot Ahmet Yüzbaþý ile Pilot Baþgedikli Nuri aracýlýðýyla Bediüzzaman’ýn bulunduðu yere ulaþtýrýlýyordu. Bazen haftada bir veya iki haftada bir bu iþlem yapýlýyor, Nusret Hocaefendi de bir akþam Eskiþehir’de dershanede kaldýktan sonra tekrar Ankara’ya dönüyordu. Nusret Kocabay, Bediüzzaman’ý ilk ziyaretini yine böyle bir esnada gerçekleþtirir. Kitaplar yine Eskiþehir’e ulaþtýrýlýr. Rüþtü Çakýn Emirdað’daki Said Nursi’nin yanýna gidecektir. Kocabay da ona katýlýr. Ancak bu ziyaret çok kýsa sürer: “10 dakika kadar Üstadýmýzýn huzurunda kaldýk. Çünkü Üstad yolculuða çýkacaktý. Zübeyir Aðabey ile Hüsnü Aðabey de yanýnda idi.” Ýkinci ziyaretini de yine asker iken gerçekleþtirir. Kocabay, üçüncü ziyarete ise teskeresini almýþ, vatanî görevini tamamlamýþ olarak gider. Fakat bu ziyarette, diðerlerinden farklý olarak Nusret Kocabay çok rahattýr: “Sanki babamý görmüþ gibi hiç sýkýntý olmadý bende. Evvelki görüþmede sýkýntýdan ter içinde kalmýþtým. Benim kalbimde bir þey vardý. Acaba Þeyh Muhammed Köprülü Hazretleri mi büyüktür yoksa Üstad mý? Bu sefer öyle þeyler kalbimde olmadý. Üstad benim üstadýmdý. Ben doðrudan doðruya Üstad’ýn elini öptüm. Elini öperken öteki eliyle baþýmý okþadý. Üstad elini öptürmezdi. Fakat ben öperken elini hiç çekmedi. Bu gidiþimde Risale-i Nur’a daha çok baðlanmýþtým. Bende tarikata, evrat ve ezkara karþý soðukluk olmuþtu. Üstad ‘Ben seni talebeliðe kabul ediyorum’ dedi bana orada.” Bediüzzaman, yanýndan ayrýlmak üzere iken Nusret Kocabay’a þunlarý da söyler: “Ahmet Nadýr’a selam söyle. Gazete gibi okuma. Gazete gibi okuma. Nazým ile imtizaç et. Küçük bir dershane aç.” Bediüzzaman sesi kýsýk bir þekilde söylediði için Nusret Hocaefendi söylenenleri tam anlamamýþtý. Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman’ýn söylediklerini ona tekrar izah eder: “Üstadýmýz sana ‘Dershane açýn’ demiyor. Dershane aç’ diyor. Gazete gibi okuma derken de ‘Baþlamýþ olduðun kitabý sonuna kadar okuyacaksýn, yani sadece baþlýklara bakmakla yetinmeyeceksin.” Bediüzzaman’ýn onunla selam gönderdiði Ahmet Nadir ise Kör Hüseyin Paþa’nýn oðlu, CHP Aðrý Milletvekili Ahmet Alparslan’ýn da babasýydý. Ahmet Nadir, Ýsmet Paþa’nýn da dostu idi. Said Nursi’nin selam gönderdiði ikinci kiþi ise Nazým Akkurt’tu: “Üstadýmýz bunlara selam gönderiyor. Neden? Bunlar Üstadýmýz Burdur’da iken çayýný yapmýþlar, daða çýkarmýþlar, gezdirmiþler, ders okumuþlar. Üstad Ahmet Nadir’i yanýna almak istemiþ ‘Bana katip ol’ demiþ. O da ailesine sormak isteyince ailesi ‘Kör Hüseyin Paþa’nýn oðlu bir hocaya kâtip olur mu?’ diyerek istememiþ.” Kocabay, emanetleri sahiplerine ulaþtýrdýðý aný hâlâ unutmamýþtýr: “Ahmet Nadir’e selamý söyledim. Ayaða kalktý. Selamý kabul etti. ‘Ýlahi, senin elini öpeceðim. Sen Üstad’ýn elini öptün’ dedi. Kürtçe ‘Beli Seyda beli Seyda’ dedi. Yani ‘Evet Üstad evet Üstad. Nadir senin selamýna layýk mýdýr? Sen Nadýr’a selam gönderiyorsun’ dedi. Gözünden yaþ akmaya baþladý.” Artýk memleketi Aðrý’ya dönen Nusret Kocabay, tarikat hocalýðýný býrakýr. Fakat imamlýk ve hocalýða devam eder. Hulusi Yahyagil’in de teþvikiyle bir zaman sonra da olsa Aðrý’da önce küçük bir dershane açar: “Hulusi Aðabey derdi ki ‘En büyük hizmet hizmete zarar vermemektir.’ Zübeyir Aðabey de ‘Nurcu olmak kolay, Nurcu ölmek zordur’ diyordu.” Bediüzzaman’la üç defa görüþme imkâný bulduktan sonra Aðrý’da hizmetlerine devam eden Nusret Kocabay Hocaefendi’ye, basýlan risalelerden de ulaþtýrýlmaktadýr bu zamanlarda. Derken CHP gibi tek partili zor bir dönemden sonra iktidara gelen DP’nin son yýllarýnda Said Nursi 23 Mart 1960 tarihinde ebedi âleme intikal eder. Ýletiþim imkânlarý bugünkü kadar kolay olmadýðýndan, hemen haber alamadýklarý için Urfa’daki cenaze namazýna gidemeyen Kocabay, o tarihte Aðrý’da kýrmýzý bir kar yaðdýðýný anlatýyor bugün. Bu zor zamanlarda iki defa mahkeme edilen, birinde beraat eden birinde de hakkýnda takipsizlik kararý verilen Nusret Hocaefendi ve arkadaþlarýnýn suçu bir evde toplanýp sohbet etmektir: “Hacý Nezir’in evinde yakaladýlar bizi. O gece götürüp sabah da hâkimin huzuruna çýkardýlar. Hâkim de Alevi idi. Ýsmi Erdoðan Erdoðan’dý. O kadar sahip çýktý ki bize. ‘Bu cübbe benim sýrtýmda olduðu sürece Nurculara ben ceza verir miyim? Nurcular Ehl-i Beyt’e âþýktýrlar’ derdi. Hemen takipsizlik kararý verdi.” HAKÝMÝN ÖZRÜ Ýkinci hadise ise Nusret Hocaefendi’nin Eleþkirt’teki evi aranarak bulunan külliyat dolayýsýyla yaþanýr. Hâkim, kitaplarý önce Kürtçe gibi yayýn zanneder. Risale olduðunu öðrenince özür dileyerek onlarý da salýverir. Baþka bir hadisede ise Kayserili bir hâkim, 163. maddeye istinaden Nusret Hocaefendi’nin kitaplarýný üç yýl mahzende bekletir: “O hâkimden sonra baþka bir hâkim geldi. Müdafaamýzý yaptýk. Bana baktý ‘Sen bir Osmanlý beyefendisisin. Burada ne arýyorsun? Risale-i Nur yasak olur mu?’ diyerek tek celsede, üç sene bekleyen kitaplarýmýzý bize iade etti. Öteki beþ vakit namazýný kýlýyordu. Kitaplarým benim yerime üç sene ceza çekti. O kitaplar benim bedenimde hapis yatmýþlar. Onlarý evladýma hediye edeceðim.” -Bediüzzaman size neden Hariciye Nazýrým diyordu? “Üstad dememiþ. Hulusi Aðabey’in sözüdür o. Beni çok seviyordu. ‘Benim en çok sevdiðim babam, babamdan fazla ben hocamý seviyorum’ diyordu. Onun sevgisi bizim irþadýmýza vesile oldu. Yani bizim kemalatýmýz öyle biraz. Bizim þeyimizin semeresi deðil. Öyle yaz. Bunlar hepsi beni Risale-i Nur’a, imana, Kur’an’a, Ýslamiyet’e, mukaddesata, hakka ve hakikate aþina kýlmak için. Demek bende hocalýk var, enaniyet var, benlik var, tarikat var, her þey vardý. Bütün bunlarýn izalesi içindi onlar.” Aðrý’da maneviyatýn her zaman yüksek olduðunu anlatan, beþi erkek sekiz çocuk sahibi Nusret Hocaefendi, bir tek ýstýraplarý bulunduðunu, onun da ‘kavmiyetçiliðin taassubu’ olduðunu dile getiriyor: “Bu millet dindardýr. Sinesinden evliya, esfiya çýkmýþ. Bu millet beraber zafer ve þeref kazanmýþ bir millettir. Kürt demeden, Çerkes demeden, Gürcü, Arap, Türk demeden doðrudan doðruya Osmanlý diyerek üç kýtaya hüküm sürmüþ. Kavmiyetçiliðin taassubu hakkýnda ýstýrabýmýz vardýr. Kavmiyetçiliðin taassubu, afatý azimesi geçmiþ ecdatlarýmýzýn ruhlarýný incitiyor. En büyük tehlikemiz budur. Siyasetin cazibesi, sefahatýn afatý, cehaletin rezaletini Risale-i Nur kabul etmiyor. Bu dört þey tehlikelidir.” Fethullah Gülen Hocaefendi ile Erzurum’da iken tanýþan ve “Fethullah Hocaefendi hakkýnda çok söylemek benim ne ilmimin, ne kalemimin, ne lisanýmýn haddi deðil.” diyen Nusret Kocabay Hocaefendi ona bolca dua ediyor. AKSÝYON DERGÝSÝ Sayý: 605 - 10.07.2006 Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.