derguiz Posted May 19, 2006 Share Posted May 19, 2006 Hikmet-Hizmet Münasebeti Soru: Kur'an-ý Kerim'de, pek çok hayrýn vesilesi olduðu vurgulanan “hikmet” kavramý hangi manalarý ifade etmektedir? Hikmet açýsýndan iman ve Kur'an hizmetini deðerlendirir misiniz? Hikmet; faydalý ilim, irfan, herkesin bilmediði gizli sebep, fýkýh, felsefe, yaratýlýþtaki ilâhî gaye, sebeplerin ruhunu kavrama, eþyanýn perde önü ve perde arkasýna ýttýla, ibret almayý gerektiren herhangi bir söz, güzel huy, herkesin faydasýna olan hizmet, bir kötülüðü önlemek veya bir iyiliði elde etmek için yapýlan herhangi bir iþ, sünnet-i seniyye, din, Kitap gibi... pek çok manalara gelmektedir. Hikmetin Tarifleri Kâinat kitabýný iyi okuma, fizikle beraber metafiziði ve maverâ-i tabiatý hesaba katma, teþriî hükümlere riâyetin yaný baþýnda tekvinî emirleri de göz önünde bulundurma, bir yandan Cenâb-ý Hakk'ýn mâhiyet-i eþyaya yerleþtirdiði maslahatlarý, diðer taraftan da dinin özündeki gayeleri kavramaya çalýþma... gibi hususlar da hikmetin farklý yanlarýný ifade etmektedir. Kur'an-ý Kerim'de, hikmet kelimesiyle genel olarak, nasihat ve öðüt, ilim ve irfan, vahiy ve peygamberlik, Kur'an'ýn incelikleri ve ilâhî sýrlar kastedilmiþtir. Hayatý, Sünnet programlý götürmeye çalýþmak.. iyiliklerde dahi olsa aþýrýlýða kaçmayýp dinin, her þart altýnda yaþanýlýrlýðý düþüncesine uygun davranmak.. ifrat ve tefrite girmeden her þeyin hakkýný verip itidali korumak.. da hikmetin çerçevesine dahildir. Nitekim, akýl gücünün vasat (itidâl) mertebesi, hikmet tabiriyle ifade edilegelmiþtir. Kuvve-i akliye'nin ifrat (aþýrý) hâline, hakký bâtýl, bâtýlý hak gösterme manasýnda “cerbeze”; tefrit durumuna, hiçbir þeyi doðru-dürüst anlayamama, en basit þeyleri dahi idrak edememe anlamýnda “gabâvet” ve “hamâkat”; mûtedil olanýna da, eþya ve hadiseleri güzelce deðerlendirip, lehte ve aleyhte olmasý muhtemel bulunan þeyleri birbirinden ayýrabilme keyfiyetinin unvaný olarak “hikmet” denmektedir. Ayrýca, meselenin hem nazarî hem de amelî yanlarýný ihtiva edecek þekilde hikmeti “hayýrhahlýk” olarak tarif etmek de mümkündür. “Ýnsanlarý Rabbin yoluna hikmet ve mev'ize-i hasene ile davet et!..” (Nahl, 16/125) meâlindeki âyet de bu anlamdaki hikmeti hatýrlatýr. Evet, gönlünden diline hikmet akan bir insan, kimsenin dikkatini çekmeyen incelikleri görür, baþkalarýnýn sezemediði hakikatleri dile getirir ve kimsenin söylemediði sözleri söyler. Söyler ve dudaklarýndan dökülen herbir cümle bir muhtacýn derdine derman olur. Ýslâm âlimleri, hikmetle alakalý çok farklý tarifler yapmýþlar ve onun onlarca deðiþik manasýný nazara vermiþlerdir. Aslýnda, bu tariflerin herbiriyle hikmetin bir yanýný dile getirmiþlerdir. Fakat, çoðunluk itibarýyla, hikmeti “faydalý ilim ve salih amel beraberliði” þeklinde yorumlamýþlardýr. Ehl-i Hikmet ve Mertebeleri Varlýk ve hâdiseleri iyi okuyup isabetli yorumlayarak insan, kâinat ve ulûhiyet hakikati arasýndaki dengeyi koruyan, ileri görüþlü, derin düþünceli ve basiret sahibi kimselere “hakîm” denilegelmiþtir. Hakîm, meselelerin iç yüzlerini bilen, ledünniyâta vâkýf bulunan, hemen her hadiseyi metafizik buuduyla kavrayan, stratejik olan ve hep planlý-programlý hareket eden demektir. Hikmetin kaynaðý, büyük ölçüde vahiy ve ilhamdýr. Bu açýdan da, peygamberlerin ve derecesine göre diðer mürþitlerin birer hakîm olduklarý söylenebilir. Bu ismin ayný zamanda tabib, hekim ve doktor manasýna gelmesi de manidârdýr; zira, Hak dostlarý, kendilerine sýðýnan kalb hastalarýný ve iç içe buhranlarla kývranan kimseleri ruhânî devalarla, ilahî ilaçlarla tedavi eder ve ellerinden geldiðince onlarýn gönül hayatlarýný çirkin ahlakýn virüslerinden temiz tutmaða çalýþýrlar. Þu kadar var ki, hikmete mazhariyetin de kendine göre derinlikleri söz konusudur. Cenâb-ý Hakk'a karþý saygý hisleriyle dopdolu olarak her zaman ümit televvünlü bir korku içinde bulunmak demek olan haþyet, her türlü hikmetin temelidir. Çünkü, Allah haþyetiyle dolu olan bir kul, her adýmýný Allah'ý görüyor olma mülahazasýyla ya da en azýnda her zaman O'nun tarafýndan görüldüðü þuuruyla atacaktýr ki, böyle bir çizgi faydalý ilim ve salih amel beraberliði dediðimiz hikmetin esasýný teþkil eder. Fakat, yine de bu seviyedeki bir hikmet anlayýþýna ancak tek buudlu, “müfret hikmet” denebilir. Bunun bir adým ötesinde, kâinat kitabýný dikkatlice okuyarak haþyet duygusunu daha da derinleþtirme, sebeplerin ruhunu idrak etme ve fizikle beraber metafiziði de deðerlendirme gibi hususlarý içeren “muzaaf (katlanmýþ) hikmet” diyebileceðimiz mertebe gelir. Bir de “mük'ab hikmet” sözüyle ifade edebileceðimiz çok buudlu bir hikmete mazhariyet vardýr ki, bu seviyenin eri olan bir insan, ifrat ve tefrite girmeden her þeyin hakkýný verip her zaman itidali korur, sürekli hem teþriî hem de tekvinî emirleri gözetir. Eþya ve hadiseleri Yaratýcý Kudret'in vaz'ettiði çerçevede deðerlendirir; neyin ne olduðunu, onun hakikat-ý nefsü'l-emriyesi (her nesnenin hakikati) açýsýndan ele alýr; cüz-küll bütün varlýðý, her þeyin birbiriyle muvazenesi ve Hâlýk'la münasebeti zaviyesinden yorumlar. Sebeplere asla te'sir-i hakikî vermez ama esbab dairesinde yaþadýðý için de bir Peygamber sünneti olarak kabul ettiði sebeplere tevessülde de kusur etmez. O, her þeye daha bütüncül bir nazarla bakar. Dünle beraber bugünü, bugünle beraber yarýný görür, planlarýný ona göre yapar. Kafasýnda her zaman en az bir yirmi beþ sene döner durur. Ortaya koyduðu/koyacaðý faaliyetleri sosyal bilimlerin süzgecinden de geçirir; yerine göre, sosyolojinin, psikolojinin, ekonominin kaidelerini de kullanýr. Kendi milletinin imkanlarýný nazar-ý itibara alýr, hasým cephelerin güç ve kuvvetlerini, kin ve nefretlerini de hesaba katar ve bu hesap istikametinde projeler geliþtirir; böylece, –Allah'ýn inayetiyle– ne yapýp eder, bir muhalif rüzgarla arkadan gelenlerin kuvve-i maneviyelerinin yýkýlýp gitmesine, millet ruhunun hüsran ve hizlan yaþamasýna fýrsat vermez. Evet, hikmete mazhariyetin de kendine göre bazý derinlikleri vardýr. Dolayýsýyla, bütün mü'minler bir ölçüde hikmetten nasipdâr olmuþlardýr, ama bazý Hak dostlarý hep Hakîm ism-i þerifinin þualarý altýnda yaþayarak hikmet burcunun zirvesini tutmuþlardýr. Hizmetin Ýlkleri ve Hakîm Ýsminin Tecellisi Bediüzzaman hazretleri, iman ve Kur'an hizmetinin yörüngelerinden birisi olarak hikmet üzerinde durmuþtur. Kendisi de Hakîm ismine mazhar insanlardan biri olmuþtur. Her þeyin hakikatini bilen, her þeyi yerli yerinde vaz'eden, her zaman ve her yerde kullarýn yararýna olacak þeyleri yaratan Hakîm-i Mutlak'ýn hikmet tecellileri sayesinde, Nur Müellifi de, Kur'an-ý Kerim'i selef-i sâlihînin usullerine uygunluk içinde ve çaðýn idrakine göre yeniden yorumlamýþ, imanî meseleleri günümüzün üslubuyla ele almýþtýr. Hem engin bir vicdan eri, derin bir aþk ve heyecan timsali olan hem de fevkalâde dengeli, çaðdaþlarýnýn çok önünde ileri görüþlü davranan ve büyük projeler üretebilen Hazreti Üstad, ibadet ü taat ve muamelâttan irþad ve nasihat adýna ortaya koyduðu yepyeni metodlara, hizmetle münasebeti ölçüsünde siyasi umurla alakadan idarecilere rehberliðe kadar çok geniþ alanda düþünmüþ, yazmýþ, mücadele vermiþ ve hayatýn bütün üniteleriyle meþgul olmuþ, toplumun bütün fakültelerinde umûmî bir diriliþin planýný yapmýþtýr. Baþtan bu yana arz ettiðim konular açýsýndan, Bediüzzaman'ýn ve onun etrafýnda hâlelenip “hizmetin ilkleri” olma þerefine ermiþlerin i'la-yý kelimetullah adýna ortaya koyduklarýna bakýlýrsa, onlarýn hakikaten hikmet verilmiþ ve pek çok hayra erdirilmiþ müstesnâ insanlar olduklarý görülecektir. Ýlk günden bu yana iman ve Kur'an hizmetinin seyri dikkatlice takip edilirse, hep binlerce hikmeti baðrýnda saklayan bir þehrahta yol alýndýðý müþahede edilecektir. Kýsaca deðinmeye çalýþtýðým üzere, hikmetin tariflerini birer birer ele alarak, bu iman yolunun hikmet televvünlü hususiyetlerini tek tek saymak da mümkündür; ne var ki, böyle bir çalýþmanýn ancak mustakil bir kitapla yapýlabileceði de aþikârdýr. Bu itibarla, þimdilik meseleyi geniþçe ele almayacak olsam da, bir fikir vermesi için çok önemli gördüðüm üç hususu hatýrlatmak istiyorum: 1) Kötülükleri gidermenin ve iyilikleri elde etmenin söz konusu olduðu her iþte hikmet manasý vardýr. Ýnsanlýk için fayda getirecek faaliyetlerde bulunmak, bozulaný onarmak, yýkýlaný tutup kaldýrmak, hep ýslahçý olmak ve her þeyin yaratýlýþ gayesine uygun þekilde devamýný saðlamak hikmetin önemli bir derinliðini teþkil eder. Ýþte, iman hizmeti ilk günden itibaren hep bu çizgide götürülmüþtür. Evet, Nur Müellifi ve etrafýndaki yüce kâmetler, milletin fikrî seviyesizliklerle sürüm sürüm yaþadýðý, içtimâî dertlerin birer buhran hâlini aldýðý, her tarafta Ýslâmî ve millî deðerlerin enkaz enkaz üstüne yýkýlýp gittiði ve dünya çapýnda ifritten hadiselerin cereyan ettiði bir dönemde, düþünen, çareler arayan, teþhis ve tespitlerde bulunan ve sonra da bu rahatsýzlýklara reçeteler sunan birer hekim olmuþlardýr. Çaðý Ýyi Okumak 2) Islahçý olmak, Kur'an talebesinin þiarý ve vazifesidir; fakat, en az bu vazife kadar onu eda ederken uygulanacak metodlarýn ve öncelikli olarak ele alýnacak meselelerin tesbiti de ehemmiyetlidir. Ýþte, bu noktada iþin içine çaðý çok iyi okuma mevzuu girer. Çaðý iyi okumak, tekvinî emirleri okumaktan daha farklý bir konudur. Bu konu, deðiþik toplumlarý yeterince tanýmakla, yeryüzüne hâkim milletlerin planlarýný gayet iyi bilmekle, dönemin fen ve tekniðini hayýr istikametinde kullanabilme istidadýna sahip olmakla ve asrýn hastalýklarýný tam olarak teþhis edip onlara uygun tedavi çareleri geliþtirmekle alakalý bir husustur. Bugünü deðerlendirmek ve aydýnlýk yarýnlara ulaþmak isteyenler, mutlaka zamanýn gerçekleri ve hayatýn çaðlayanlarý ile kendi irade, sa'y ve gayretleri arasýndaki âhengi yakalamak mecburiyetindedirler. Aksine, kâinattaki umûmî cereyana karþý direnmeleri, onlarýn mahvolup gitmelerini netice verir. Dünya baþýný almýþ bir yerlere giderken, bir toplumun kendi dar kabuðuna çekilip inzivâya dalmasý kendi idam fermanýný imzalamasý demektir. Bu açýdan da, hayatýný iman hizmetine adamýþ insanlar, içinde bulunduklarý çaðýn þartlarýný çok iyi bilmeli; bu asrýn vâridat, mana ve yorumlarýyla mutlaka tanýþmalý, barýþmalý ve uzlaþmalýdýrlar. Evet, mesela 11. ya da 12. asýrda yaþayan bir müceddidin, Hazreti Alîm ü Hakîm'in eczahane-i kübrâsýndan alýp insanlarýn dertlerine deva olarak sunduðu hakikatler de çok önemlidir. Öz ve esas itibarýyla, o devirde ortaya konan bir reçetenin daha sonraki dönemlerde de istifadeye medar olmasý her zaman muhtemeldir. Ne var ki, her döneme has bazý hastalýklarýn ve çözüm bekleyen bir kýsým yeni problemlerin mevcudiyeti de þüphe götürmez bir gerçektir. Ayrýca, çeþitli ilim sahalarýnda katedilen mesafelerin her geçen gün daha zengin yorumlar ortaya koyma fýrsatý verdiði de bir hakikattir. Ýþte, Bedîüzzaman'ýn hemen bütün eserleri ve faaliyetleri, içinde doðmuþ olduðu çað zaviyesinden ve yorumlanmaya açýk bazý meseleleri yorumlama açýsýndan o uðurda harcanmýþ ciddî bir gayretin sonucudur. O, içinde yaþadýðý toplumun dertlerini teþhis ederek onlara karþý reçeteler sunmuþtur. Bunu yaparken, tabii ki seleflerinin tecrübe ve müktesebâtýndan istifade etmiþtir; fakat, sadece kuru taklide takýlýp kalmamýþ, bütün meseleleri bir de kendi dönemi zaviyesinden deðerlendirmiþtir. Seleflerinin esrâr-ý Uluhiyet ve esrâr-ý Rububiyet adýna gösterdikleri ufuklara bakýp þahlanmýþ, kanatlanmýþ; meselelere kendi zamanýnýn idrak seviyesinin çok üstünde bir bakýþ açýsýyla yaklaþmýþ; fizik, kimya, biyoloji, zooloji ve antropoloji gibi müsbet ilimleri de yine kendi davasýný isbat istikametinde kullanmýþ ve her gün biraz daha geliþen bu ilimler zaviyesinden meselelere bakýp þimdilerde çok daha yeni þeyler söyleme adýna arkadan gelenlere bambaþka kapýlar aralamýþtýr. Bu itibarla da, dünden bugüne iman ve Kur'an hizmeti çaðýn çok iyi okunmasýna baðlý ve zamanýn þartlarýna uygun bir yolda devam edegelmiþtir ki, bu husus da hikmete mazhariyetin mühim bir yanýdýr. “Bende Bu Ümit Oldukça...” 3) Hikmete mazhariyetin bir neticesi olarak, ýslah azmi içinde bulunmak ve bu gayeye matuf çaðý iyi okumak þeklinde serdettiðimiz iki esas meseleyi, teþhisi yapýlan hastalýklarý tedavi ederken þartlarý ve konjonktürü nazar-ý itibara alma, hizmet üslubunu güzelce belirleme, mebde ve müntehâya bütüncül bir nazarla bakma ve asla acelecilik yapmama gibi hususlar takip eder. Her þeyden önce hep hatýrda tutulmalýdýr ki, iman hizmeti insana yapýlan bir yatýrýmdýr ve böyle bir yatýrýmýn geriye dönmesi belki bir asýr alýr. Þayet, yapacaðýnýz bir iþi insana baðlý götürecekseniz, mesela özüne, asýl kimliðine, dinî ve millî kültür mirasýna ve evrensel insanî deðerlere baðlý bir nesil yetiþtirmek istiyorsanýz, gerekirse bir yüz seneyi nazar-ý itibara almalý, plan ve programlarýnýzý ona göre yapmalý, mukavemetinizi ve metafizik geriliminizi gözden geçirmeli ve hâlâ Süleyman Nazif gibi, “Bu ümit benimle olduðu müddetçe üç yüz sene, dört yüz sene, beþ yüz sene beklerim!” diyebilecek kadar kendinizi azimli ve kararlý hissediyorsanýz, iþte o zaman ilk adýmý atmalýsýnýz. Evet, iman hizmetinin mebdeinde böyle bir ümit ve azim, o denli bir inanmýþlýk, derin bir mesuliyet duygusu, takdire þâyân bir vazife þuuru ve harikulâde bir sabýr vardýr. Öyle ki, Bediüzzaman hazretleri, büyük bir karamsarlýk içinde bulunan ve kendisinin ümitle alakalý sözlerine kulak vermeyen bazý muasýrlarýna, “Ýþte, ben de sizinle konuþmayacaðým. Þu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuþacaðým: Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrýn arkasýnda gizlenmiþ ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ý hafî-i gaybî ile bizi temâþâ eden Said'ler, Hamza'lar, Ömer'ler, Osman'lar, Tâhir'ler, Yûsuf'lar, Ahmed'ler, ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Baþlarýnýzý kaldýrýnýz, “Sadakte” deyiniz.” sözleriyle seslenmiþ ve belki elli-altmýþ sene sonra gelmesini beklediði Kur'an talebelerinin topraðýn baðrýna atýlan tohumlar gibi bir gün mutlaka sümbül vereceðini dile getirmiþtir. Onun etrafýndaki altýn zincirin herbir halkasý da, Üstad'ýn sözlerine, verdiði müjdelere, hizmetlerinin istikbalde hendesî olarak geniþleyeceðine ve emeklerinin kat'iyen zayi olmayacaðýna cân u gönülden inanmýþlardýr. Ýnanmýþ ve evlerini matbaa haline getirmiþ, kadýn-erkek, genç-ihtiyar ellerine birer kalem alýp nur katipleri haline gelmiþlerdir. Ciddi bir hesapla ve hizmet matematiðine çok vakýf bir sabýr ve tennî ile, satýr satýr, sayfa sayfa mektuplar yazýp dört bir yana neþretmiþlerdir. Sürgünde, hapishanede ve hatta savaþ meydanýnda bile hiç durmamýþ; yazmýþ, çoðaltmýþ, mümkünse elden ele daðýtmýþ ve sürekli iman hakikatlerinin tercümanlýðýný yapmýþlardýr. Ýþte, onlarýn bu fedakarlýklarý ve vesile olduklarý hayýrlý hizmetler dikkatle ele alýnýnca açýkça görülüyor ki, onlar Cenâb-ý Hak nezdinden hikmete ve dolayýsýyla da pek çok hayra mazhar olmuþlardýr. “Nerede hikmet, nerede ben?” Zaten, soruda îmâ ettiðiniz ayet-i kerimede, Hakîm-i Mutlak, mealen, “Allah hikmeti dilediðine verir; kime de hikmet verilirse, ona bol bol hayýr verilmiþ demektir. Ancak tam akýllý olanlar gerçekleri düþünür ve anlarlar.” (Bakara, 2/269) buyurmuþtur. Sebepler planýnda, hikmete ermenin baþlangýcý tefekkürdür. Kur'an talebeleri için mühim bir esas olan tefekkür ise, selim akýl ve selim kalb ile olur. Aklýný ve kalbini heva ve heveslerine kaptýranlar kendi vicdanlarýnýn sesini duyamaz, dýþ dünyada olup biten ibretli hadiseleri düþünüp anlayamazlar. Zira, gerçekleri anlamak için “ulü'l-elbâb” denilen tam akýllýlardan, akl-ý selime sahip bulunanlardan olmak lazýmdýr. Esasen, söz konusu ayette de basiret sahipleri ya da akýl sahipleri denilmemiþ, “Bunu lüb sahibi (üstün anlayýþlý) olanlardan baþkasý anlayamaz.” þeklinde “lüb” tabiri kullanýlmýþtýr. Bu ifadeyle selim akla, aklýn özüne, latife-i Rabbaniyeye, belki onun daha derin bir buudu olan sýr ufkuna veya onun da ötesinde sayýlan hafî ve ahfâ latifelerine iþaret edilmiþtir. Diðer taraftan, “hizmetin ilkleri”ni muzaaf ya da mük'ab hikmet mertebelerinin kahramanlarý olarak zikrettikten sonra, bugün iman ve Kur'an hizmetine gönül veren insanlarýn da, deðiþik seviyelerde de olsa, hikmete ve çok hayra mazhar olduklarý söylenebilir. Evet, günümüzün kendini beþerin ebedî saadetine adamýþ bahtiyar ruhlarý da bir ölçüde Hakîm isminin tecellilerine mazhardýrlar. Senelerden beri hiç tavýr deðiþikliðine girmeyen ve aktif sabýrla daire içindeki yerini hep muhafaza eden gönül erleri de hemen her adýmlarýný pek çok hikmete mebnî atmaktadýrlar. Þahs-ý manevî hakkýnda böyle düþünmek, hem mü'minin þiarý olan hüsn-ü zannýn gereðidir hem de cemaatin yanýlmazlýðýna baðlý bir mülahazadýr. Bu açýdan, þahs-ý manevî hakkýnda hüsn-ü zan etmek bir esastýr ama her ferdin kendi hakkýnda “Nerede hikmet, nerede ben?” demesi de yine Kur'an hizmetinin bir düsturu olan “kendini nefy” hakikatine baðlý bir düþüncenin terennümüdür. Evet, insan kendisine sorgulayýcý ve muhasebe aðýrlýklý bir nazarla bakmalýdýr; en güzel iþlerini bile bulandýrdýðý, pek çok hata ve günaha girdiði endiþesini taþýmalýdýr. Duygu ve düþünce istikametini koruyamadýðý için, bazen hak ve hakikatleri anlatýrken hiç farkýna varmadan kendisini anlatmýþ, kimi zaman Kur'an okurken esas kendi canýna okumuþ ve hatta namaz kýlarken kendi cenaze namazýný kýlmýþ olabileceðini düþünmeli ve müflis bir insan olarak ötelere gitmekten çok korkmalýdýr. Ýþin içine nefsini ve beklentilerini karýþtýrdýðý için cihad meydanýndan cehenneme yuvarlanan, Allah yolunda verdiðini iddia ettiði malý “görsünler” ve “desinler” düþüncesiyle boþ yere tüketen ve aslýnda Cenâb-ý Hakk'a yaklaþtýran ilmi kibir ve gurur sâikiyle bir uzaklýk sebebine çeviren kimselerin çirkin akýbetlerinin bizzat Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz tarafýndan anlatýldýðýný hep hatýrda tutup nefis ve þeytanýn tuzaklarýna karþý teyakkuzda bulunmalýdýr. Bulunmalý ve ortaya konan hizmetlerin hiçbirinde nefsine en ufak bir hisse ayýrma duygusuna girmemelidir. Vakýa, bir insan hakikaten kendisine hikmet ve çok hayýr verilmiþ biriyse, o nimeti görmezlikten gelmesi nankörlüktür; kendinden bilip nefsine mal etmesi ise, gurur, kibir ve fahr olur. Bu iki tehlikeden de kurtulmanýn yegane çaresi, Üstad'ýn ifadesiyle, “Evet, bu libas bana yakýþtý, güzel oldum ama güzellik cübbeye ve onu giydirene ait.” demek suretiyle nimetin çehresinde Nimeti Veren'i görmek ve þükür hisleriyle Mün'im-i Hakiki'ye yönelmektir. Sözün özü; biz, her dönemde dine ve imana hizmet edenlerin hikmete ve büyük hayra mazhar olduklarýna inanýr ve þahs-ý manevî hakkýnda hep bu hüsn-ü zannýmýzý seslendiririz. Ne var ki, kendi þahsýmýz hakkýndaki mülahazalarýmýzýn þu çizgide kalmasýna da dikkat ederiz: “Bana hikmet verilmiþ olduðunu zannetmiyorum; ara sýra isabetli iþler yapýyor gibi olsam da onlarýn birer istidrac olmasýndan endiþe ederim. Fakat, Allah'a hamd ü senâ olsun ki, mücrim olsam bile, Cenâb-ý Hak beni de hikmetli insanlarýn meclisine dahil eylemiþ, böyle nuranî bir kafilede bana da yer vermiþ. Belki hâlâ koridoru geçemedim, harem dairesine giremedim; ama hikmetli bir heyetin bulunduðu binanýn dýþýnda da deðilim; dahasý salondakilerin seslerini duyuyor ve müteselli oluyorum. Burada, bu ölçüde de olsa ehl-i hikmetle beraberim; ihtimal Hazret-i Rahîm ötede onlara “Girin selametle Cennete!” derken, bana da “Layeþkâ celisühüm – Kur'an talebeleri öyle salih kullardýr ki, onlarla oturup kalkanlar asla tali'siz olmaz ve ebedî hüsrana uðramazlar” fermanýyla teveccühte bulunur. Burada ayýrmadýðý gibi, ötede de arkadaþlarýmdan ayýrmaz ve onlarýn önünde beni mahcup etmez.” M. Fethullah GÜLEN herkul.org Kýrýk Testi 15.05.2006 Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.