Levent Geschrieben 6. April 2005 Teilen Geschrieben 6. April 2005 Quantum Fiziði ve Bediüzzaman —Gecikmiþ Bir Nobel Talebi— Hakan Yalman (Köprü Dergisi) Yakýn geçmiþte sýk sýk reklamlarda izlediðimiz bir Ýngilizce dersi sahnesi günlük hayatýmýza ait bazý deðerleri ve hayata bakýþýmýzý sorgular özellikler taþýmaktadýr. Ýngilizce dersinde yaþlýca bir bayan öðretmen telefonu göstererek öðrencisine bunun ne olduðunu sorar. Öðrenci banka olduðunu söyleyince öðretmen þaþkýn ve hayretler içerisinde bir bakýþla sorusunu tekrarlar. Yine ayný cevabý alýnca öðrencinin dalga geçtiðini düþünerek onu ciddiyete davet eder. Ancak öðrenci telefonun baþýna geçip çevirdiði numara ile telefonun banka fonksiyonu gördüðünü ispatlar ve hocanýn dünyadan haberi olmadýðýný ifade ile sýnýfý terk eder. Baþka bir nesneyi göstererek öðretmenin sorduðu soruya diðer öðrencinin verdiði cevap ilginçtir “Valla hocam ne desem bilmem ki?” “Ne desem bilmem ki?” çok muðlak, fazla bir anlam ifade etmeyen bir cevap belki ama eþyanýn özünde var olan belirsizliði, sebep sonuç silsilesinin iþleyiþinde net ve belirgin olan geçiþlerin, tek düze iþleyiþin temelindeki kaosu ve muðlaklýðý ifade ediyor. 20. yüzyýlýn baþlarýnda insanlýðýn yaþadýðý en önemli geliþmelerden biri, Quantum fiziði ile tanýþmak oldu. Atom içi alemi makro alemden edindiði yaklaþýmlar ve buranýn bilgi teçhizatý ile anlamaya çalýþan insanoðlu, her soruda ayrý bir þaþkýnlýk yaþadý. “Bu nedir?” sorusuna bulunan cevap “hem dalga, hem tanecik; ne dalga ne tanecik” oldu. Bir þeyin ya dalga ya da tanecik olmasý gerektiðini, ayný anda hem dalga hem tanecik olamayacaðýný düþünen insan için bu, çok þaþýrtýcý ve anlaþýlmasý güç bir durumdu. “Nerede?” sorusuna cevap “momentumu belli deðilken yerini bilebiliriz; aksi taktirde bilinmesi mümkün deðil” idi. Yani “Heisenberg Belirsizlik Prensibi” atom içi varlýklarýn yeri hakkýnda da bir muðlaklýk getiriyordu. “Ya oradadýr ya deðildir! Bakarsýn, eðer görmüþsen oradadýr, görmemiþsen deðildir.” yaklaþýmýna çok ters bir durumdu. Sonra, bakmak da çok þey ifade etmiyor, çünkü, bu alemde gerçekler gözlemciye göre þekilleniyordu. Gözlemcinin þekillendirdiði gerçekle, objektif gözlem ve bilimin objektifliði de gerçekliðini yitiriyordu. Günümüzden yaklaþýk yetmiþ seksen yýl önce dünyamýza giren ve ona bakýþýmýzý önemli ölçüde deðiþtiren ve deðer yargýlarýmýzý alt üst eden Quantum fiziði, Quantum mekaniði ya da partikül alemi kanunlarý, Paul Davies’in kitaplarý ile özellikle Amerika’da ve dünyanýn pek çok yerinde insanlarýn yakýn ilgi alnýna girmiþ, ancak ülkemiz insanlarýnýn pek dikkatini çekmemiþtir. Oysa bu sadece bilim adamlarýný ilgilendiren, teknolojik geliþmelerde çok farklý boyutlar ortaya koyan ve yalnýzca teknolojik ürünlerle hayatýmýza giren bir geliþme olmamalýydý. Bu yeni geliþme en az dünyanýn yuvarlak olduðunun öðrenilmesi, Newton’un çekim kanunu, Einstein’in izafiyet teorisi kadar eþyaya bakýþýmýzý, varlýklarýn hayatýmýzdaki anlamýný deðiþtirecek önemli bir geliþmeydi. Kendimizi, alemi, varlýklarý anlamada; bu anlam doðrultusunda kimliðimizi þekillendirmede çok önemli bir keþifti bu. Amerika’nýn keþfinin dünya tarihini etkilemesinden daha fazla yaþantýmýzý ve iç dünyamýzý etkileyecek olan bu gerçekliðin, sosyal hayata yansýmasý, oradaki tezahürleri, makro alem ve mikro alemin birbirinden çok farklý ve bazen birbirine çok zýt kurallarýn birleþtiði nokta, bizi yakýndan ilgilendirmekteydi. Bu noktada partikül aleminin kurallarýný sosyal gerçekliðimize baþarý ile taþýyan Alev Alatlý’nýn “Schrödinger’in Kedisi” adlý romaný, ülkemiz insanýnýn bu konu ile tanýþmasý ve onu günlük hayatýna taþýmasý açýsýndan çok önemli bir atýlým oldu. Erwin Schrödinger önemli bir Quantum fizikçisi ve bu alanda sýk uygulanan “düþünce deneylerinden” biri, onun kedi deneyi. Bu düþünce ya da hayal ile gerçekleþtirilen deneyde kedi, kapalý bir kutu içerisinde hayal edilmektedir. Bu kutu içerisinde zehir dolu tüp ve bu tüpü kýracak þekilde monte edilmiþ bir çekiç yer almaktadýr. Çekici harekete geçirecek mekanizma bir detektöre baðlý iþlemektedir. Detektör ise ýþýkla çalýþmakta, ýþýk detektöre parçacýk olarak çarparsa mekanizma iþlemekte, dalga olarak çarparsa iþlememektedir. Iþýk detektöre %50 ihtimalle dalga, %50 ihtimalle tanecik olarak çarpmaktadýr. Bu bir deney olmaktan öte Quantum dünyasýný idrakimize yakýnlaþtýran bir temsildir aslýnda. Kedinin yaþadýðý kutu aslýnda Quantum dünyasýnýn küçük bir misalidir. Bu dünyadaki kurallar bizim pozitif, net, kararlý olarak algýladýðýmýz makro alemin kurallarýna benzemezler. Burasý imkân dairesidir. Yani, her þey mümkündür. Hem dalga hem tanecik, ne dalga ne tanecik gerçeðini bu kutu bizim ölçülerimizde anlatýr. Kutuya dýþarýdan bakýyorken “Kedi canlý mý? ölü mü?” sorusunun cevabý “ne canlý, ne ölü”dür. Kutu açýlmadýðý sürece kedinin hayatý ile ilgili hükümler “canlý” ya da “ölü” oluþ hali üst üste binmiþtir. Yani hem ölüdür, hem de canlý. Belirli bir zaman kesitinde kutu açýlmadan verilecek hüküm budur. Kedinin ölü ya da canlý olma halinin netleþmesi ancak kutunun açýlmasý yani gözleme açýlmasý ile mümkündür. Gerçek ise gözlemciye göre þekillenmektedir. Hadsiz ihtimallerden tek ihtimale iniþ gözlemle olmaktadýr. Hadsiz ihtimaller, Quantum gerçekliði tek gerçeklik ise makro alemdeki görüntüsüdür. “Dalga iþlevinin çöküþü” þeklinde adlandýrýlan bu durum, cumhurbaþkaný seçimi için oylama yapýlmada önceki pek çok senaryonun, oylama sonrasý tek gerçeðe indirgenmesi gibidir. Quantum fiziði hayatýmýzý çok derinden etkileyecek deðiþikliklere yol açýyor. Þuur ve beden, gözlemci ve nesne, fert ve kainat, ben ve öteki arasýndaki ayrýmlar daha azalacak belki de ortadan kalkacaktýr. Çekirdeði bir insan büyüklüðünde olan atomun en yakýn elektronu, 55 katlý bir gökdelenin tepesinde küçük bir top misali olan ve 55 katlý bina kadar mesafenin boþluk ve mutlak varlýðýna olan bakýþ da farklý boyutlar kazanacaktýr. Bir tarafta “kütlenin korunumu kanunu”ndan bahsederken diðer taraftan kütlesiz partiküllerden söz edilir olmuþtur. Esrarengiz bir dünya, Nick Herbert’in kelimeleri ile “bizlerin keþfedeceði her þeyden daha garip. Sanki bizler kendimizin oluþturmadýðý yeni bir dünyaya ýþýnlanmýþ gibiyiz. Geçtiðimiz 50 yýl boyunca fizikçiler bunu anlaþýlabilir hale getirmeye çalýþtýlar ama baþaramadýlar”1 Rockefeller Üniversitesi fizikçisi ve “Kozmik Kod: Tabiatýn Lisaný Olarak Quantum Fiziði” isimli eserin yazarý Heinz R. Pagels “Quantum dünyasý, bizim gündelik hayatta yüz yüze olduðumuz kurallarla þekillenmemiþtir.2 diyor. Bütün fizikçilerin üzerinde birleþtiði bir nokta var ki; her ne ise de, bu Quantum dünyasý gerçekten böyle normal dýþý ise hakikat bir anlamda sizin bakýp bakmadýðýnýza göre þekilleniyorsa, çok büyük bir düzen içinde iþleyen kainat, ihtimaller üzerine inþa edilmiþse, katý olarak gözüken maddeler kendine ait hiçbir boyutu olmayan þeylerden oluþmuþsa, bu gerçekler bizim de dünyaya, olaylara bakýþýmýzda farklýlýklar getirmelidir. Quantum mekaniði, atomik yapýnýn teorisi olarak baþlamakla birlikte, boyutlarý bunun çok ötesine uzanmýþtýr. Maddenin makro alemde gözüken özellikleri buradan bakýþla da izah edilmelidir. Mesela, bakýrýn renginin kýrmýzýlýðý ve iletkenliði, elmasýn sert ve parlak oluþu, suyun nasýl donduðu ve kar tanelerinin neden altý yüzlü dolduðu bu teoriyle izahýný bulabilir. Harvard’lý fizikçi Sheldon Glashow’a göre: “Gördüðümüz, kokladýðýmýz, dokunduðumuz, hissettiðimiz veya iþittiðimiz hemen hemen her þey pek çok elektron ve hücre çekirdeði arasýnda cereyan eden Quantum mekaniði iliþkilerine indirgenebilir.”3 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Levent Geschrieben 6. April 2005 Autor Teilen Geschrieben 6. April 2005 Hatta insanlar arasý iliþkiler, sosyal ve siyasal olaylar, ibadet, sevgi, savaþlar... gibi daha sayabileceðimiz pek çok kavram Quantum mekaniði ilkeleri ile izah edilebilir. Bu izahlar ise Newton’un mekanik prensipleri ve Aristo’nun düz mantýðý ile þekillenmiþ Yunan felsefesinin hakim olduðu zihinlerimizde, ciddi sancýlara ve þaþkýnlýklara yol açmaktadýr. Küçük yapý taþlarýndan büyük nesnelerin oluþturduðu, kanunlarýn iþlediði ve bu kanunlar doðrultusunda sebep-sonuç iliþkilerinin belirlendiði bir yaklaþýmla eþyayý anlamaya çalýþýrken, yapý taþýnýn kendi baþýna bir yapý olmasý, sebep sonuç baðlantýsýnýn alt üst olmasý dünyamýzý da alýþtýðýmýz ve öyle olmasýný arzu ettiðimiz netlikten ve bir adým ötesini görebilmekten uzaklaþtýrmýþ ve “belirlenemezcilik,” “endeterminizm” gibi yaklaþýmlar doðmuþtur. “Popper fizikte de siyasette de belirlenemezcidir (enderminist). Tarihinin gelecekteki akýþýný bilimsel olarak önceden kestirmenin mantýkça olanaksýzlýðýný, ilkin The British Journal for the Philosophy of Science’te (Ýngiliz Bilim Felsefesi Dergisi’nde çýkan “Inderminizm in Quantum Physics and Classical Physics” (Quantum Fiziðinde ve Klasik Fizikte Belirlenmezcilik) baþlýklý bir yazýda ileri sürmüþtür. Bu görüþünün bir yöndeki geliþimi, siyasal özgürlüðü savunmasýnýn ve Marksizmi eleþtirmesinin bir bölümünü oluþturmuþtur; bir baþka yöndeki geliþmiyse, onu olasýlýðýn eðitimci bir kuramý (pronpensity theory) üstünde çalýþmaya götürmüþtür. Bu kuram, Quantum fiziðine uygulanýnca madde kuramýnýn bir yanda Einstein, de Broglie ve Schrödinger ile öte yanýnda Heisenberg, Niels Bahr ve Max Borun’un yer aldýðý tarihsel ayrýlmaya iliþkin kimi sorunlarýna bir çözüm getirmektedir”4 Quantum mekaniðinin sosyal hayata yansýmalarýný çok baþarýlý bir þekilde ortaya koyan ve mükemmel bir kurgu ile romanlaþtýran Alev Alatlý’nýn, Schrödinger Kedisi’ndeki ifadeleri çok etkileyicidir. “1950-2035 yýllarý arasýnda yaþayan Çankýrý doðumlu psikoterapist Ýmre Kadýzade’nin, yýldýzlarýn Ýblis’i recmetmekte kullanýlan toplar olarak göründükleri bir ortamdan 21. yüzyýla, yeni fiziðe, kaos teorisine, saçaklý mantýða uzanan zihinsel cenklerin hikayesidir.” Ýmre Kadýzade, gelecekten günümüze bir bakýþla, bir dönem Türkiye’si insanlarýna “afazi” teþhisini koyuyor. “Çevreden gelen sesli yazýlý uyarýlarýn kiþide hiçbir izlenim uyandýrmadýðý bir boþluktur, silinmiþliktir.”5 þeklinde tarif edilen afazi, yaþadýðýmýz dönem içerisindeki Türklerin birbirini anlayamamasýndaki temel problem olarak ortaya konuyor. Bu dönem insanlarýný geliþimini tamamlayamamýþ, sadece duyduklarýný tekrarlayýp, anlamla kavram baðlantýsýný kuramamýþ, “ekolali” düzeyindeki bebeðin konuþmasýna benzer bir lisanla anlaþmanýn olmadýðý bir ortamda yaþayan varlýklar olarak tarif etmektedir. Kendi deðerleriyle, sahip olduðu kavramlarla deðil de Batýdan aldýðý kavramlar ve deðerlerle hayatý anlamaya çalýþan bu dönem insanlarýnýn yaþadýðý bunalýmlar, baþarýlý bir þekilde ortaya konmaktadýr. Bu alýnan kavramlar içinde Batý ve Yunan Felsefesinin þekillendirdiði her þeye bir isim konup, bunlar arasýndaki baðlantýya kanun namýný veren bakýþla, Doðunun eþyayý anlamada ve olaylara bakýþtaki zenginliðinin ve geniþliðinin yitirilmesi ile belki de gerçekle baðlantýmýzý kopardýðýmýzý ifade etmektedir. Nasrettin Hocanýn davacýya da davalýya da “haklýsýn” diyen ve ardýndan her ikisinin de haklý olmasýnýn mümkün olmadýðýný iddia eden þahsa da “haklýsýn” diyen yaklaþýmýn aslýnda kaybettiðimiz duruþumuz, kendimizi ifade noktamýz olduðunu ifade etmektedir. “Eski Türkiye” diye ifade edilen ülkemizin “Ýstiklâl Marþý”ný hatýrlatan tonlama ise baþladýðý ifade edilen þu metin, gerçekten ilginçtir: “Korkma! Daðlar koni, bulutlar küre, yýldýrýmlar þakuli deðil! Doðrusal denklemler, sahici dünyanýn mecazýdýr, gerçek, doðrusal denklemlerden ibaret deðil! Yerel küreselden farklý olabilir. Bileþik sistemlerde intizam, çalkantýyla el ele yürür. KAOS, oluþanýn bilimidir, geçmiþin deðil. Mekândan münezzehtir, tutarlýdýr, hesaba gelir. KAOS’ tan korkma! Bu þehirde akide þekerinin yapýldýðý günleri hatýrlar mýsýn? Ya da annenin talaþ böreðini? Ýki ucundan çekilip sündürülen, ortadan katlanan ve tekrar sündürülen þekeri? Yaprak yaprak ayrýlan hamuru? Piþmaniyeyi? Maddenin her çekiliþi; her katlanýþý, onu oluþturan yan yana tanecikleri savurur ama bütün, yeni bir düzene oturacaktýr. Yerel savrulurken bütün dingindir. Savruluþ aslýnda bir serüvendir, serüvenden korkma! Büyük meseleleri, büyük programlarýn halledebileceðinin düþünüldüðü günler geride kaldý. Küçücük müdahalelerin, kendileri gibi küçücük sonuçlar doðuracaðý düþünüldüðü için, küçümsendikleri günler de öyle. Zaman ve mekânýn mutlaklýðý Newtonsal illüzyondan ibaretti, görecelik yýktý. Quantum teorisi, ölçümleme sonuçlarýnýn kesinliðine iliþkin rüyalardan uyandýrdý. Laplace’cýlarýn geleceðin öngörülebileceðine dair fantezilerini de KAOS bilimi yok edecek. Dinamik sistemler hayal bile edemeyeceðimiz karmaþýk kurallara göre çalýþýr. Bugün, Ýstanbul’da kanat çýrpan bir kelebek, bir ay sonra Pir’in Dergâhýnda kasýrgalara neden olacaktýr. Ýnan ve korkma!”6 Daha sonra yeðeni Devrim’in kendisine bir dünya kurmasýný yardýmcý olamadýðý ve bu dünyada oluþan saðlam kimlik ve karakterin þekillenmemesi nedeniyle eroin baðýmlýsý olmasý ve intihar etmesi ile ilgili yargýsý esnasýnda Ýmre Kadýzade’nin þu cümleleri de çok çarpýcýdýr: “Sayýn Yargýç, bizler kaosu görmemeye öðretilmiþtik! Evet öyle! Öðretilmiþtik! Modernizm eski Türkiye’de yaþayan izleri sýfýr noktasýnda bir sistemin, meselâ, sivri ucunda dik duran bir kalemin, bir çocuðun durumunda meydana gelen çok küçük bir deðiþikliðin kendisinden sonra gelen ve zamanla üstel biçimde büyüyen bir deðiþikliðe yol açtýðýný görmeme yolunda þartladý! Deselerdi ki, ‘Ýnönü Stadý”nda penaltýsýný atmaya hazýrlanýrken Hakan, o dakikalarda ABD’nin Arizona Eyaleti’nde yere düþen yapraðýn atmosferik etkisini göz önünde bulundurmak durumundadýr,’ hiç kuþkusuz küfrederdik! Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Levent Geschrieben 6. April 2005 Autor Teilen Geschrieben 6. April 2005 Bizler, gaz kaçaklarýný kibrit aleviyle kontrol eden insanlardýk. Ayrýntýlarýn esasý etkilemeyeceðini varsayýmý tartýþmasýz kabul görürdür. ‘Bir þeycikler olmaz, abi!’ Oysa, hayatýn kendisi baþlangýç durumuna pamuk ipliðiyle baðlýydý. Üniter Devletimizin Cumhuriyet ilkelerine pamuk ipliði ile baðlý olduðu gibi. Entelijensiyamýzýn demokrasiye pamuk ipliði ile baðlý olduðu gibi. Halkýmýzýn batýlý deðerlere pamuk ipliði ile baðlý olduðu gibi.”7 Yine ayný mahkeme heyetine Kadýzade’nin þu hitabý, baþýmýzý ellerimizin arasýna alýp, her þeyi tekrar tekrar gözden geçirmemiz ve derin düþünmemiz gerektiðini açýkça ortaya koymaktadýr: “Yüce Koalisyon’un Sayýn Batýlý Mahkeme Heyeti, sizler daha on dokuzuncu yüzyýlda her þeyi fen’e vuruyor, fen ile açýklýyordunuz. Kainatý ve onun tamamlayýcý parçalarýný ölçüp biçiyordunuz. Kainatý ve onun tamamlayýcý parçalarýný ölçümleriniz doðrultusunda anlamlandýrýyor, kainata ve onun tamamlayýcý parçalarýna dair fikirlerinizi ölçümleriniz doðrultusunda þekillendiriyordunuz. Ne ki, Einstein haklýydý. Ölçümlerinizin hassaslaþtýðý ölçüde hayatýn bütünü belirsizleþti. Bulgularýnýzý bize de dayattýnýz. Dünyanýn bu tarafýnda, bizde, bir þeyi iyi ya da kötü olarak nitelemek her geçen gün biraz daha zorlaþýr oldu. Heyhat! Sizler grudger kuþlarýnýn varlýðýný keþfetmeseydiniz, bizler Doðu da “kin” denilen duygunun mutlaka kurutulmasý gereken kötü bir alýþkanlýk olduðunu inanmaya devam edecektik! Engel oldunuz. Ölçümler hassalaþýr, kesin çizgiler kaybolurken, iyi ve kötü üst üste bindi. Fen, din ve felsefenin içini daha önce boþaltmýþtýnýz, sýra töre ve ahlaka gelmiþti. Töre ve ahlak, can çekiþiyordu, çünkü her þey gibi doðru/yanlýþ da bilimin kurgusal ya da verili doðrularýna indirgenmiþti. Bu doðrularýn, kesin bile olmadýklarý þöyle dursun, olmasý gerekenin olandan türetilmediði gibi sorun her zaman vardý. Ýnsanlar ahlaki deðerleri Allah’a deðilse felsefeye dayandýrmaya çalýþmýþlar, bunlarýn iþe yaramadýðý zamanlarda da toplum ya da devlet mantýðýndan yani kaba kuvvetten medet ummuþlardý.”8 Bilim adý altýnda kendi kurgumuz olan kurallar bütünün hayatýmýza yaptýrým gücü olan bir kavram olarak girmesi Kadýzade’nin dilinde þu þekilde ifade ediliyor; “Ýster fen bilimlerinde, ister sosyal bilimlerde, ister toplumsal yaþamda, her þeyi doðru ya da yanlýþ olarak nitelemenin gerçek ile ilgisi olmadýðýný, bu nitelemelerin önceden koyulan kurallarla ilgili olduðunu idrak etmesini saðlamaya çalýþtým. Yanlýþ, kurallara ters düþendi, doðru ise ters düþmeyen. Bir oyun kurmuþtuk, briç gibi satranç gibi. Tabiatta olmayan bir þekil kurgulamýþtýk, üçgen gibi, piramit gibi. Ýþin matrak yaný, üçgenin açýlarýnýn toplamýnýn yüz seksen derece olduðunun saptanmasýnýn ‘bilimsel bir zafer!’ olarak algýlanmasýydý, sanki baþka türlü olabilirmiþ gibi. Sanki, adýna satranç denilen olayda kalenin çapraz gitmemesi þaþýrtýcýymýþ gibi. Bilim denilen þey, bilim adýna yapýlan her þey, koyduðumuz kurallarýn diðer telmihlerini saptamaktan ibaretti. Kalesi çapraz gitmeyen, atý L þeklinde hareket eden, fili ancak þunu yapabilen, þu kadar taþlý bir oyunun telmihleri nelerdir? Sayýsýzdýlar, tabii. Sayýsýz kombinasyonlar mümkündü ve insanlar bu kombinasyonlarý ortaya döktüklerinde etkileniyor, sevinmiþ oluyorlardý. Çünkü kurallarý koyanlarýn kendileri olduklarýný unutmuþlardý, sonuçlarýyla oyalanýyorlardý. Matematikçiler bitmez tükenmez çýkarsamalar yapýyorlar, kurallara ters düþmedikleri için de baþarýlý oluyorlardý! Baþarý, çoðu zaman ömür boyu süren bir turu baþlanýlan yerde bitirme becerisinden ibaretti. Çarpým iþleminin saðlamasýný yapmak, yani ilk kurallara ters düþmemek, baþarý buydu. Nereden bakarsanýz bakýnýz, ‘baþarý’ bir büyük totolojiden ibaretti. O günlerde en çok da borsadaki ‘teknik analiz denilen tekniðe gülüyordum. O yýllarda ‘teknik analiz’ denilen bu yöntem, hisse senedi hareketlerini kestirmek için kullanýlýyordu. Ýnsanlar kendi koyduklarý kurallara kendilerinin nasýl tepki vereceklerini tahmin etmeye çalýþýyorlardý. Ne tuhaf! Önce altýndan bir buzaðý yapýp, o buzaðý tanrý ilân edip, sonra da insanlarýn bu tanrýya tepkilerini incelemek ve bu tepkilerden ‘bilim’ üretmek... ve sonra dönüp bu ‘bilim’e de ayrýca tapmak!”9 “Bakýn. Cumhuriyet Maarifi, bizi ‘Hayatta en hakiki mürþit ilimdir’ doðrultusunda eðitirken, pozitivizmin gereði olarak doðrusal neden-sonuç iliþkilerinde yoðunlaþmýþtý. Sistem, ‘þunu þöyle etkilersen bu sonucu alýrsýn’ þeklindeki Kartezyen dünya görüþünü öylesine baþarýyla dayatmýþ ki, ‘Osmanlý Ýmparatorluðu neden battý?’ gibi canhýraþ bir soruyu, ‘Padiþahlar zevkü sefa alemine daldýlar da ondan’ diye fevkalade indirgemeci bir neden ileri sürerek mükemmelen cevaplayabiliyorduk. Ya da ekonomik geri kalmýþlýðýmýzý ‘Müslüman olmamýzla’ ya da, sosyal güvenlik sisteminin batýyor olmasýný ‘emeklilik yaþýyla’ açýklayýp bitirebiliyorduk”10 Bu arada Kadýzade’nin sorumlu tuttuðu kesimlerden biri de Ýslam aleminin tarihinin þekillenmesinde önemli kilometre taþlarý olan alimlerdir. Bunlarýn da Batý medeniyetinin tesiri altýnda ve Yunan felsefesinin etkisi ile Aristo mantýðýna hapsolduðunu ve buradan bakýþla da Ýslâm’ýn “bilimsel” olarak ele alýnmasý mümkün olmayan pek çok kavramýnýn idrakinde problem yaþandýðýný ifade etmektedir. Kendi sahip olduðumuz ölçüler içine “Allah” kavramýný sokmaya çalýþtýðýmýzda, O’nu insanileþtirmek büyük problem olarak önümüze çýkmaktadýr. Hýristiyanlýðýn uzun saçlý, ak sakallý tanrý tasvirlerine benzer þekilde, özellikleri sadece insanlara benzer tarzda algýlanmýþ, insanlarýn sýnýrlýlýðý ötesine geçmemiþ bir ilah anlayýþý, dünyanýn ve pozitif kanunlarýn sýnýrlýlýðýna hapsolmuþluktan kaynaklanmaktadýr. Böyle bir tanrý anlayýþý “Antropomorfik Tanrý” olarak adlandýrýlmaktadýr. “Antropomorfik Tanrý âlim-i mutlak olamaz, çünkü bu dünyaya ait olup da, yüzde yüz doðru yada yüzde yüz yanlýþ olduðunu kanýtlamýþ tek bir veri yoktur. Bu dünyaya dair bütün hükümler bütün düzenlemeler, bütün ideolojiler kýrçýldýr. Derece meselesidir. Oysa, Allah zar atmaz! Zar atan ya insanadýr ya da insanlaþtýrýlmýþ Tanrý. Ýnsanlýk tarihi, sahici dünyanýn fenomenleriyle halleþemedikleri için ideolojik teorisyenliðe soyunanlarla doludur. Bilim tarihi, uðraþ konularý mutlak kontrolleri altýna alamýyor olmaktan hoþlanmadýklarý için fiziði býrakýp matematiðe geçenlerle doludur. Kurgusal olgular üzerindeki kontrolümüzün elle tutulur nesneler üzerindeki kontrolümüzden daha fazla olduðu doðrudur. Ama bu kontrol dahi bir derece meselesidir. Teoriye oturtmadýklarý için türbülansý, kaosu görmezden geldiler, yýllarca yok saydýlar matematikçiler. Siyasi Ýslâm’ýn Allah’ý, antropomorfik bir Tanrý olarak, kimi zaman bir holding koordinatörü, kimi zaman bir istihbarat baþkaný gibi davranmak zorundadýr. Siyasi Ýslâm’ýn Tanrýsý, ‘Ya özgürlük ya ölüm!’ türünden 0/1, siyah-beyaz, sloganlara iltifat etmeli, hatta gerektiðinde Tevrat’ýn Yahovasý gibi Yakup’la güreþ tutabilmelidir. Siyasi Ýslâm’ýn Tanrýsý, suretinde kurguladýðý insan gibi, ak-karayý tutturmak için gerçek fenomenleri görmezden gelmeli, geri basmalý, gerekirse saçmalamalý, uydurmalý, geçiþtirmeli, abartmalý hatta düpedüz yalan söyleyebilmelidir. Siyasi Ýslâm’ýn Tanrýsý, týpký bir insan gibi, bir ideolog gibi, bir matematikçi gibi, tertiplediði kurgusuna uymayan fenomenleri yok saymalý, kýrmalý düzenlemeli, tanýmlarý durumu kurtaracak þekilde saptýrabilmelidir. Siyasi Ýslâm’ýn Tanrýsý, baþka türlüsünü yapamaz çünkü insan suretindedir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Levent Geschrieben 6. April 2005 Autor Teilen Geschrieben 6. April 2005 Siyasi Ýslâm’ýn Allah Kurgusu Þirktir Nasýl ki, yeterince yakýndan bakýldýðýnda bir hücre nerede baþlar, nerede biter görülemez, yeterince yakýndan bakýldýðýnda kimin Müslüman olup kimin olmadýðý da görülemez! Kâfir, mümine; elin bileðe, bileðin, kola, beden atomlarýnýn dünyanýn atmosferine, atmosferin atomlarýnýn uzaya geçtiði gibi geçer. Ýman bir derece meselesidir, küfür bir derece meselesidir. Ama bu gerçek yok sayýldý, çünkü siyasi Ýslâm’ý, Ýslâm düþüncesini Aristo mantýðý, Aristo bilimi yönlendirdi! Yahova aþýlamadýysa, Aristo aþýlamadýðý içindir. Putperest Yunan’a dönüþ, Rönesans, sadece Hýristiyan dünyasýnda olmadý. Ýslam’ýn da Rönesanssý var. Ýslam’ýn Helenleþmesi var. Yunan, Ýslam medeniyetinin kökeninde de var. 830’da Baðdat’ta kurulan Hikmet Evi, Beyt-ül Hikmet, bilimler akademisi, yirmi yýl içinde Aristo’nun, Eflatun’un, Öklid’in, Hipokrat’ýn, diðerlerinin neleri var neleri yok çevirdi. Müslüman aydýnlar, Yunan felsefesini Kur’an’la uzlaþtýrmaya davrandýlar. Aristo’nun Organon’u Yunan mantýðýnýn özüdür. Müslümanlar Organon’u sular seller gibi öðrendiler. Mutezile mezhebi, daha 700’lü yýllarýn ortalarýnda oradaydý. Mutezile, bazý þeylerin ilkesel olarak bilinemez olduðunu, matematik formunda kanýtlayan Heisenberg’in öncüleri! Mutezile, Harun Reþid’in ve oðlu Memun’un Müslümanlarý Helenleþtiren mezhebi. Sonra, Feylesef-ül Arab, el Kindi. Pitagoras matematiðini bütün bilimlerin temeli olarak benimseyen adam, Matematik bilmeyenin felsefe yapamayacaðý konusunda Eflatun’la ayný fikirde olan adam. Týp, ecza ve müziði matematiðe döken adam. Aristo Ýlâhiyatý’ný Arapça’ya çeviren adam. Aristo’yu, Eflatun’la uzlaþtýrmaya çalýþan adam. Öklid geometrisiyle yatýp kalkan adam. Rager Bacon’a, Optik konusundaki düþüncelerini veren adam. Sonra, dünya felsefe tarihinde isim yapan ilk Türk, Türkistanlý Farabi. Aristo’nun Fizik’ini kýrk kere! de Anima, Ruha Dair’i iki yüz kere! okuyan adam. Falsofa Aristotalis’in yazarý. Geride býraktýðý otuz dokuz kitabýnda Aristo’yu anlatan adam. Sonra, büyük mantýkçý, Ýbni Sina. Aristo’nun Metafizik’i ile büyüdüðünü söyleyen adam. Kanun adlý kitabýnda, Aristo’dan Hace-i Evvel, diye bahseden adam. Aristo’ya Aziz Thomas Acquinas da öyle derdi: The Filozof! Dante de öyle, Bilenlerin Ustasý! El Biruni var. Ortaçaðýn en büyük matematikçisi olarak bilinen, dünyaya cebiri armaðan eden Muhammed Ýbni Musa el Harizmi var. Ne tuhaf! Harizmi, 780, Hive doðumlu. O, Hazar Denizi’nin doðusundan, Lütfi Askerzade batýsýndan, tesadüf olabilir mi?”11 Sonuç olarak, Kur’an Medeniyeti zaman içerisinde felsefe ile bulanmýþ ve Kur’an’ýn hayata taþýdýðý deðerler dejenere olmuþtur. Makam-ý alâ’dan yani varlýðý ve bütün âlemleri ihata edebilecek yükseklikten bakan ve vahye dayalý hükümler ortaya koyan Kur’an’ýn, Külli Akýl’ýn, hükümleri insanlarýn dar akýllarý ve sýnýrlý duyularýnýn verileri ile çýkarýlmýþ hükümlerin sýnýrlýlýðý içinde anlaþýlsýn istenmiþtir. Bu geliþmenin sonucunda “Ne güzel yaratýlmýþ!”ýn yerini “Ne güzel!” almýþ; niyet’in ve nazar’ýn da eþya üzerinde etkili olabileceði ve eþyanýn bu yolla ayine olabileceði göz ardý edilip, sabit varlýklarýn sürekli iþleyen kanunlarýn emrinde mekanik bir tarzda verildiði makinalaþmýþ bir kainat algýsý hakim olmuþtur. Bu, Ýslam alemi içinde de yerleþen bir bakýþ olmuþ ve Kur’an medeniyetinin yerini Batý medeniyeti ismen olmasa bile fiilen almýþtýr. Asýl kötü olan da hastanýn hastalýðýn farkýnda olmamasýydý. Yani Kur’anýn emirleri doðrultusunda yaþýyor olduklarý zanný ile insanlar Batý Medeniyeti’nin tüm deðerlerini hayatlarýna aktarmýþlar ve onun ölçüleriyle yaþamaya baþlamýþlar. Böyle bir durumda, asla dönüþ ve yeni bir medeniyet oluþturulmasý ya da Kur’an Medeniyeti’nin tekrar ihyasý asrýn en önemli vazifesi olarak gündeme gelmiþti. Ýnsanlarý kendi kurgularý olan dünyadan ve o dünyanýn izafi hükümleri olan olur/olmaz, bu budur/þu þudur, bundan þu çýkar/bu þuna yol açar gibi hükümlerin sahici dünyanýn hükümleri ile tekrar ifadesi, yani Kur’an’ýn ýþýðýnda deðerlendirilmesi ihtiyacý çok þiddetlenmiþken; Bediüzzaman Asr-ý Saadetten, Hz. Muhammed’den (asm) aldýðý feyz ve Kur’an’dan direk alýnan hakikatlerin sünnetle yorumu sonucu, Külli Aklýn verilerini oluþturan Risale-i Nur meyvesini sundu. Bu Kur’an medeniyetinin tekrar ihyasýný hedefleyen, eþyaya ve ondan esmâya uzanan yolda varlýklarýn ve kavramlarýn anlamlarýný yitirmiþliðine çare olmaya çalýþan bir atýlýmdý. Asr-ý Saadette mücessem putlara ve onlarýn gerisinde idrakte, iç alemlerde mana ile baðlantýsý kopmuþ kavramlara karþý verilen mücadele, geçmiþ peygamberler ve sonradan gelen varisler yani alimler tarafýndan kendi asýrlarýna taþýnmýþtýr. Felsefe, ben merkezli hükümlerinde yani kendi idrak dairesine sýnýrlý hakikat anlayýþýnda izafi, indi ve þahsi kalmaya mahkumdur. “Gözlemler, özellikle de gözlem önermeleri her zaman gözlemlenen olgularýn yorumlarýdýr; bunlar kuramlarýn ýþýðýnda yorumlamalardýr.”12 Kartezyen dünyalarýn iç kurallarý bu kurallarý koyanlar tarafýndan hüküm koyucu, yaptýrýmý olan kavramlar haline dönüþtürülmüþtür. Ýnsanlýk ve Ýslâmlýk tarihi boyunca Asr-ý Saadete kadar olan her bir peygamberin döneminde ve Asr-ý Saadette temel mücadele, bu dar bakýþlarýn vahyin bakýþýna yakýnlaþtýrýlabilmesi yönündedir. Asr-ý Saadet sonrasýnda ise Kur’an adýna felsefenin hükümlerinin ortaya konduðu ve vahyin bakýþýnýn verilenerek daraltýldýðý iki önemli dönemde, felsefenin kirlerini temizleme gayreti iþine girmiþ, bu yolla Kur’an Medeniyeti’nin ihyasýný hedefleyen iki önemli þahsiyet: Ýmam-ý Gazali ve Bediüzzaman Said Nursî. “Yunan felsefesinin tesiriyle yeni doktrinlerin geliþerek zevk ve sefahete müheyya kitleler nezdinde itibar kazandýklarý, ulema ve hükemadan kendilerine rehber bulduklarý, yozlaþmýþ ve kuru bir fýkýh anlayýþýnýn mal-mülk edinme vasýtasý haline getirilerek dinin istikametinin gereði olan ahiret bilincinin dumura uðradýðý, batýnilerin siyasi destek ve maksatlar yoluyla dehþet saçtýklarý ve nihayet Ýslami ilimlerin kuru ezber ve tekrarlarla medrese temrinleri ötesinde bir mana ifade etmediði bir dönemde, Ýslam’ýn maksadýný/maksatlarýný yeni bir ruh ve ihlaslý bir solukla dile getirecek, günümüzdeki Batýlýlaþma/modernleþme sadmesine benzer Helenistik bir sadmeye göðüs gerecek ve adeta ölmüþ olan Ýslami ilimleri yeniden ihya edecek bir mütefekkire, bir müceddide ihtiyaç duyulduðu bir zamanda Ýslam ümmeti içerisinden Ýmam Gazali adýnda bir zat zuhur etmiþtir.”13 Bu durum Hicri 400-500. yýllar arasýnda cereyan etmiþ ve yaklaþýk bin yýl sonra, ayný hastalýklarýn ortaya çýktýðý günümüzde, Bediüzzaman Said Nursî asra ýþýk tutmuþ, zamanýn getirdiði ilmi, siyasi karýþýklýklar ve felsefenin, pozitivizmin, Batý medeniyetinin karýþýklýklarý içinde Kur’an’ýn berraklýðýna dayanmanýn rahatlýðýný yaþamýþ ve yaþatmýþtýr. Bu nedenle Kur’an medeniyetinin ihyasý onun temel gayesi olmuþtur. Bu anlamda mektep, medrese ve tasavvufun; diðer bir ifade ile fen ilimleri, din ilimleri ve tasavvuf olarak adlandýrýlan kavramlarýn ahenk içinde mezcini temel gaye edinmiþtir. Hakikatin net olarak ortaya konamamasýnda kurgu olan dünyalarýn rolünü þu çarpýcý satýrlarla ortaya koyar: “Ýþte, Kur’an-ý Hakimin ulviyetine en sadýk bir delil ve hakkaniyetine en zahir bir bürhan ve i’cazýna en kavi bir alâmet þudur ki: Kur’an, bütün aksam-ý tevhidin bütün meratibini bütün levazýmatýyla muhafaza ederek beyan edip muvazenesini muhafaza etmiþ, hem bütün Esma-i Hüsna’nýn iktiza ettikleri ahkâmlarý cem’etmiþ, o ahkamýn tenasübünü muhafaza etmiþ, hem Rububiyet ve Uluhiyetin þuunatýný muvazene ve cem, bir hasiyettir; kat’iyyen beþerin eserinde mevcut deðil ve eazým-ý insaniyenin netaic-i efkarýnda bulunmuyor. Ne melekuta geçen evliyalarýn eserinde ne umurun batýnlarýna geçen iþrakkiyyunun kitaplarýnda bulunuyor. Güya bir taksimü’l-amal hükmünde, her bir kýsmý hakikatin þecere-i uzmasýndan yalnýz bir iki dalýna yapýþýyor, yalnýz onun meyvesiyle, yapraðýyla uðraþýyor; baþkasýndan ya haberi yok, yahut bakmýyor. Evet, hakikat-ý mutlaka, mukayyed enzâr ile ihata edilmez. Kur’an gibi bir nazar-ý külli lâzým ki, ihâta etsin. Kur’an dan baþka, çendan Kur’an’dan da ders alýyor, fakat hakikat-i külliyenin, cüz’i zihniyle, yalnýz bir iki tarafýný tamamen görür, onunla meþgul olur, onda hapsolur, ya ifrat veya tefrit ile hakaikýn muvâzenesini ihlâl edip, tenasübünü izale eder. Þu hakikat Yirmi Dördüncü Sözün Ýkinci Dalýnda acib bir temsil ile izah edilmiþtir. Þimdi de baþka bir temsil ile þu meseleye iþaret ederiz. Meselâ, bir denizde hesapsýz cevherlerin aksamýyla dolu bir definenin bulunduðunu farz edelim. Gavvas dalgýçlar, o definenin cevahirini aramak için dalýyorlar. Gözleri kapalý olduðundan, el yordamýyla anlarlar. Bir kýsmýnýn eline uzunca bir elmas geçer. O gavvas hükmeder ki, bütün hazine uzun direk gibi bir elmastan ibarettir. Arkadaþlarýndan, baþka cevahiri iþittiði vakit hayal eder ki, o cevherler, bulduðu elmasýn tabileridir. Fusûs ve nukuþlarýdýr. Bir kýsmýnýn da kürevi bir yakut, eline geçer, baþkasý murabba bir kehribar bulur. Hakeza, her biri eliyle gördüðü cevheri o hazinenin zevaid ve teferruatý zanneder. O vakit hakaikýn muvazenesi bozulur, tenasüb de gider. Çok hakaikýn rengi deðiþir. Hakikatýn hakiki rengini görmek için tevilata ve tekellüfata muztar kalýr; hatta, bazen inkar ve ta’tile kadar giderler. Hükema-i iþrakiyyunun kitaplarýna ve Sünnetin mizanýyla tartmayýp keþfiyat ve meþhudatýna itimat eden mutasavvýfinin kitaplarýný teemmül eden, bu hükmümüzü bilaþüphe tasdik eder. Demek, hakaik-ý Kur’aniyenin cinsinden ve Kur’an dersinden aldýklarý halde-çünkü Kur’an deðiller-böyle nakýs geliyor. Bahr-i hakaik olan Kur’an’ýn ayetleri dahi o deniz içindeki definenin bir gavvasýdýr. Lâkin, onlarýn gözleri açýk; defineyi ihata eder, definede ne var ne yok görür. O defineyi öyle bir tenasüb ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyan eder ki, hakiki hüsn-ü cemâli gösterir.”14 Hz. Ömer’in, “hatýrladýkça beni güldürüyor” dediði, hamurdan putlar yapýp tapmak, sonra da acýkýnca onlarý yemek komikliðine insanlar asýrlar boyu hep düþmüþler. Fark yalnýzca hamurun yerini bilim, tabiat, iktidar, para gibi kavramlarýn almasý olmuþ. Yukarýda bahsedilen, Kur’an’dan ders alýp ancak ölçü ve dengeyi muhafaza edemeyen yaklaþýmlar da bu eðilimden nasibini alarak, kýsmen materyalist ve pozitivist bakýþa bürünmüþler. Kendi koyduklarý kurallar bütünü olan bilim, büyük ekseriyet için hüküm verici, kural koyucu, tabi olunan “en hakiki mürþid” konumuna gelmiþtir. Kimliðini ve benliðini özde yitirmiþ, ancak ismen “Müslüman alim” konumunda olanlar ve yaklaþýmlarýnda “ecnebi feylosof”tan farksýz þekilde, bilimin ýþýðýnda ve “mürþid”liðinde Kur’an’ý okuma hatta Kur’an’ý kendi dar akýllarýnýn ürünü olan bilime uydurma gayreti içine girmiþler ve “bu terazi bu sýkleti” çekmeyince, bütün Ýslam alemi derinden yaralar almýþ ve iç alemlerde Ýslam, layýk olduðu yerden çok uzaklaþmýþtýr. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Levent Geschrieben 6. April 2005 Autor Teilen Geschrieben 6. April 2005 Bilimin bu kadar hükümran olduðu dönemde, her þey sebep sonuç baðlantýsý içinde izah edilirken ve en küçük yapý taþý olan atom da konduðunda eþya ile ilgili hiçbir boþluk kalmayacaðý umulurken, en küçük yapý taþý ayrý bir alem ve orada iþleyen fizik kaideleri tamamen farklý olarak ortaya çýkýnca, büyük bir þaþkýnlýk baþlamýþtýr. Zamanýn en küçük her bir diliminde yeniden yaratýlýþ, belirsizlik, kaos, bizim alemimizin ölçüleri ve kanunlarý ile hiç ilgisi olmayan pek çok þey... Böyle bir ortamda vahyin öðretilerini asra taþýyan Varisin, “insanlarýn aðzýndan çýkan ve dinsizliði iþmam eden dehþetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar.” diye tarif ettiði: “Esbab bu þeyi icad ediyor,” “kendi kendine teþekkül ediyor, oluyor, bitiyor,” “Tabiidir; tabiat iktiza edip icad ediyor”15 cümleleri asrýn en önemli hastalýðýný ve özellikle Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde ön plan çýkarýlan pozitivist yaklaþýmlarý çok güzel özetliyor. “Tabiat, alem-i þehadet denilen cesed-i hilkatin anasýr ve azasýnýn ef’alini intizam ve rapt altýna alan bir þeriat-ý kübra-yý Ýlahiyedir. Ýþte þu þeriat-ý fýtriyedir ki, “sünnetullah” ve “tabiat” ile müsemmadýr. Hilkat-i kainatta cari olan kavanin-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasýndan ibarettir. Kuva dedikleri þey, her biri þu þeriatýn birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri þey, her biri þu þeriatýn birer meselesidir. Fakat o þeriattaki ahkamýn yeknesak istimrarýna istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, þu tabiat-ý hevaiye tevazzu’ ve tecessüm edip mevcud-u harici ve hayalden hakikat suretine girmiþtir.” diyen Bediüzzaman aslýnda problemin temellerini de açýklýkla gözler önüne sermektedir. Gözleme dayanan bilim, aslýnda Yaratýcý’nýn genellikle bozmadýðý adetini, yani “hep ayný tarzda” diyebileceðimiz kadar nadir bozduðu prensiplerini, yani “yeknesak istimrarý” gözlemekte ve buradan hüküm ortaya çýkmaktadýr. Bu gözlemlerin hayal ve vehim olduðunu Hume da þu þekilde ifade etmektedir: “Tekil gözlemlerin sayýlarý ne denli çok olursa olsun, mantýkça, koþulsuz (sýnýrsýz) bir gelen önermeye varamayacaðýna iþaret etmiþtir. Ben bir keresinde A olayýyla birlikte B olayýnýn da meydana geldiðini gözlemlersem, bundan onun her keresinde böyle olacaðý, mantýkça çýkmaz. Bu sonuca iki gözlemden de, yirmi gözlemden de, iki bin gözlemden de varýlmaz. Hume, bu yeterince sýk olursa, demektedir, bundan sonra ilk A’yla birlikte B’nin de geleceðini ummaya baþlayabilirim; fakat bu mantýksal deðil, psikolojik bir olgudur. Bilemediðimiz her geçmiþ günden sonra güneþ yeniden doðmuþ olabilir, fakat bu yarýn da doðacaðý anlamýna gelmez. Eðer bir kalkýp da ‘ah evet, ama biz gerçekte, fiziðin kanýtlanmýþ yasalarýnýn þu anda var olan koþullarý uygulanmasýndan güneþin yarýn tam saat kaçta doðacaðýný önceden kestirebiliyoruz’ derse ona iki karþýlýk verebiliriz. Birincisi, fizik yasalarýnýn geçmiþte geçerli olduklarýnýn anlaþýlmýþ bulunmasý, mantýkça, gelecekte de geçerli olmaya devam edecekleri anlamýna gelmez. Ýkincisi, fizik yasalarýnýn kendileri, dayandýrýldýklarý ne denli çok sayýda olur olsun gözlemlenmiþ durumlarýn mantýkça gerektirmeyecekleri genel önermelerdir. Dolayýsýyla, bu, tümevarýmýn geçerliðini baþtan kabul etmeyi gerektirmektedir. Bilimimizin tümü doðanýn düzenliliðini-geleceðin, doða yasalarýnýn iþlediði düþünülen bütün bakýmlardan týpký geçmiþ gibi olacaðýný-varsaymaktadýr, oysa bu varsayýmý doðrulamanýn herhangi bir yolu yoktur. Gözlemle kanýtlanamaz, çünkü gelecek olaylarý gözlemleyemeyiz. Mantýkla akýl yürüterek de kanýtlamaz, çünkü bütün geçmiþ geleceklerin geçmiþ geçmiþlere benzediklerinden, bütün gelecek geleceklerin gelecek geçmiþlere benzetilecekleri sonucu çýkartýlamaz. Hume’un kendisinin vardýðý sonuç tümevarýmsal süreçlerin geçerliðini kanýtlamanýn herhangi bir yolu bulunmamakla birlikte, psikolojik yapýmýz öyle kurulmuþtur ki, onlarsýz düþünemeyiz, demek yolunda olmuþtu. Uygulamada iþler göründüklerine göre, onlarla hareket ediyoruz. Ama bu bilimsel yasalarýn mantýkta olsun, deneyde olsun, ussal olarak güvenli bir temelleri bulunmamasý demektir; her bilimsel yazý, koþulsuz olarak genel olduðuna göre mantýðýn da deneyin de ötesine gitmektedir.” Bediüzzaman, A olayý ile birlikte B olayýnýn meydana gelmesine “iktiran,” bu birlikteliðin geçmiþte hep gözlenmiþ olmasýna “yeknesak istimrar” demekte ve bunun sebebini, Yaratýcý’nýn adetinin böyle olmasý, þeklinde açýklamaktadýr. Poper’ci felsefesinin de ayný noktaya geldiði bu yaklaþým, bilimin yaptýrýmcý ve belirleyici konumuna yýkýcý bir darbe vurmuþ, Quantum gerçeðinin her an yeniden yaratýlýþ keþfi ikinci bir öldürücü darbe olmuþtur. Bu yeni tabloda kainat, sinemada birbirinden baðýmsýz ancak bir önceki karenin bir sonraki ile uyum içinde olduðu karelerin peþpeþe ve saniyede belirli sayýda16 geçecek hýzda perdeye yansýtýlmasý misali, birbirinden baðýmsýz levhalarýn ardý ardýna yaratýlmasý ile kaderin senaryosunu inþa þeklinde gözükmektedir. Her biri hakikatin bir ucunu yakalamýþ olan gavvas dalgýçlar, bütünün parçalarýný birleþtirmekte büyük sýkýntý içindeyken, külli akýl olan Kur’an’ý asrýmýza taþýmada ustalýðý ve bu konuda Hz. Muhammed’e (a.s.m.) varis olduðunu gösteren Bediüzzaman, herkesin bilimin, tasavvufun, felsefenin elindeki yap-boz parçalarýný bir araya getirerek net bir kainat tablosunu ustalýkla koymuþtur. Bunu yaparken ortaya koyduðu farklý kavramlar; ibda, inþa, istimrar, iktiran, Kitab-ý Mübin, Ýmam-ý Mübin ve bunlarýn çok ustaca baðlantýsý. Quantum fizikçilerinin gördüklerinde þaþkýna döndükleri tablolarý, çok aþina olunan bir manzara seyretme rahatlýðýnda ortaya koymuþtur. Evet, kainat dediðimiz kader senaryosunun iþleyiþinde iki boyut var; biri her bir karenin hazýrlanmasý, diðeri her bir karenin uyum içerisinde varlýk sahnesine yansýtýlmasý. “Zaman-ý halden ziyade, mazi ve müstakbele nazar”17 eden “Ýmam-ý Mübin” kurallarý ile oluþan bir senaryo. Diðer taraftan “mazi ve müstakbelden ziyade, zaman-ý hazýra”18 nazar eden “Kitab-ý Mübin” düsturlarý ile zamanýn varlýk ve yokluðun süperpoze olduðu en küçük diliminde tek levhalarýn yaratýlmasý, mikro alemden makro aleme geçirilmesi ve iki alemin buluþma anýdýr. Artýk iþin içine gözlemci girmiþ, basar-ý mutlaka sahibi Basir’in “kendi nazar-ý dekaikaþinasý,” eþyanýn en derinliklerine nüfuz eden nazarý ve “gayr”ý temsil eden þuur sahiplerinin nazarý yani gözlemine göre hakikat þekillenmiþtir. Hem canlý, hem ölü durumdaki Schrödinger’in Kedisi’nin durumu, kutunun açýlmasý ile canlýlýk ya da ölülük hallerinden birine indirgenmiþ, “dalga iþlevinin çöküþü” gerçekleþmiþtir. Bu tüyler ürperten muhteþem aný Bediüzzaman, þöyle tasvir eder: “Cemî zerrat-ý kainat, birer birer zat ve sýfat ve saire vücuh ile hadsiz imkânât mabeyninde mütereddit iken; birden bire bir ciheti takip, muayyen bir sýfatla ittisaf, mahsus bir keyfiyetle tekeyyüf ederek, hayret-bahþa hikemi intac ettiðinden, Saniin vücub-ý vücuduna þehadetle avâlim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniye içinde ilan-ý Sani eden misbah-ý imaný ýþýklandýrýyor.” Evet, her bir anda yeni levhalar bu muhteþem iþleyiþi ile ortaya çýkmakta, levhalarýn ard arda geliþinde “iktiran” ve “yeknesak istimrar” gündeme gelmektedir. Bir önceki levhanýn sabit unsurlarý ardýndan gelen levhada da gözlemciye göre ayný yeri muhafaza etmekte; hareketli unsurlarýn ise ard arda gelen levhalarda yine gözlemciye göre tedrici ve belirli kurallara uygun geçiþ sergileyen pozisyonlarda yer almaktadýr. Tedrici geçiþ ve belirli kurallar, geçmiþ levhalar boyunca hep ayný olduðundan “yeknesak istimrar” adýný almýþtýr. Bu kurallarda, kararlýlýk ve iþleyiþte prensip sonucu sebep ve sonuç hep birlikte gözükmüþtür. Geçmiþte bir arada gözükmüþ olmak hep yan yana olmaktan öte sebep ve sonuç arasýnda bir baðlantý, sebebin sonuç üzerinde bir yaptýrýmý yoktur. “Ýktiran” dediðimiz bu bir arada oluþ hali, Yaratýcýnýn adetini anlayabilmemize ve kanunlar þeklinde ifade edebilmemize imkan tanýr. “Demek, o kudret ve iradenin külli ve umumi bir mecmua-i kavanini, bir defter-i ekberi vardýr ki, her bir þeyin hususi vücutlarý ve mahsus suretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir. Ýþte þu defterin vücudu, Ýmam-ý Mübin gibi, kader ve cüz-i ihtiyari mesailinde ispat edilmiþtir. Ehl-i gaflet ve dalalet ve felsefenin ahmaklýðýna bak ki, Kudret-i Fatýranýn o Levh-i Mahfuzunu ve hikmet ve irade-i Rabbaniyenin o basirane kitabýnýn eþyadaki cilvesini, aksini, misalini hissetmiþler—haþa—“tabiat” namiyle tesmiye etmiþler, körletmiþler. Ýþte, Ýmam-ý Mübin’in imlasý ile yani kaderin hükmüyle ve düsturuyla, Kudret-i Ýlahiye, icad-ý eþyada her biri birer ayet olan silsile-i mevcudatý Levh-i Mahv-Ýspat denilen zamanýn sahife-i misaliyesinde yazýyor, icad ediyor, zerratý tahrik ediyor. Demek, harekat-ý zerrat, o kitabetten, o istinsahtan, mevcudat alem-i gaybdan alem-i þehadete ve ilimden kudrete geçmelerinden bir ihtizazdýr, bir harekattýr. Amma, Levh-i Mahv-Ýspat ise; sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u Azam’ýn daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eþyada mütebeddil bir defteri, yazar bozar bir tahtasýdýr ki, hakikat-i zaman odur. Evet, her þeyin bir hakikati olduðu gibi, zaman dediðimiz, kainatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi Levh-i Mahv-Ýspattaki kitabet-i kudretin sayfasý ve mürekkebi hükmündedir.”19 Hayret vericidir ki, “daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayatta, vücud ve fenaya daima mazhar olan eþyada” ifadesi, Erwin Schrödinger’in kedisinin tarifinden baþka bir þey deðildir. Varlýk, yokluk; canlý, cansýz; siyah, beyaz gibi sýfatlarýn üst üste bindiði yer olan “imkan dairesi”nde zerreler hem dalga hem tanecik iken, “hayretbahþa hikemi” netice verecek þekilde “dalga iþlevinin çöküþü” ile “vücub”a geçiþ ve ardýndan “gözlemci”nin dalga ya da tanecik olarak algýlayýþý. “Gayr” olan gözlemcinin “kaos” yerine “tahavvülat” gibi daha nezih bir kavramla ifade edilen, zerrat’ýn “imkan” dairesindeki halinden “þehadet” alemindeki durumuna geçiþindeki muhteþem an için bir “nazar-ý dekaikaþina”ya ihtiyaç vardýr. Çünkü hakikat “gözlemciye”ye göre belirlenmektedir. Kainat hakikati için “Basir-i Mutlak” gereklidir. Evet, Bediüzzaman, zamanýn eþsizi, sanki bu alemin insaný deðildi. Varisi olduðu Zat’a (a.s.m.) Mescid-i Aksa’yý kilometrelerce uzaktayken gösteren Basir-i Mutlak, Bediüzzaman’a da þehadet, misal, zerrat alemlerini, imkan ve vücubu avucunun içindeki nesneler gibi kolay tarif nimetini ihsan etmiþ. Barýþa, insanlýða, sosyal adalete, eðitime katkýlarý bir tarafa býrakýlsa bile, sýrf bilime olan katkýlarý ve insanlýðýn içinden çýkamadýðý, asýrlardýr izaha çalýþtýklarý hakikatleri, bu kadar kolaylýk ve maharetle ortaya koymasý onu her türlü ödüle ve Nobel’e son asýr boyunca yaþamýþ herkesten daha layýk hale getirmiþtir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Levent Geschrieben 6. April 2005 Autor Teilen Geschrieben 6. April 2005 Nobel ödülü onu bulunduðu noktadan daha üste çýkaracak, daha þereflendirecek deðildir. Bilakis, böyle bir zata verilmiþ ödül olmakla Nobel ödülü þereflenecektir. Ancak insanlýðýn bir þekilde ona þükran borcunu ödemesi, insan olma vasfýnýn bir gereðidir. Problemlerin en çetrefilli olduðu, içinden çýkýlmaz hale geldiði yerlerde bilime ýþýk tutucu ve gerçek anlamý ile ortaya koyuculuðunun pek çok göstergesi olmuþtur. Atom modellerinin ortaya konduðunda çekirdekte ayný elektrik yükünü taþýyan protonlarýn sýkýþýk halde bir arada bulunmasý ve protonlardan farklý yüklü elektronlarýn uzak yörüngelerde yer almalarý bir çeliþki idi. Elektrik kuvveti çekim kuvvetinden çok daha etkin olduðu ve atom içi taneciklerin kütlelerinin deðil, yüklerinin belirleyici olmasý gerektiði halde, elektrik yasalarýna göre de ayný yüklerin birbirini itip, zýt yüklerin birbirini çekmesi gerekeceði halde bilinen atom modelleri bu prensiplerle uyumlu deðildi. Einstein’ýn, Abdüsselam’ýn rüyalarý olan, “Birleþik Alan” adlý bütün kuvvetleri ayný zeminde birleþtirmenin de temeli olacak bir izah, bu çeliþkiye bir çözüm getirecek gibi gözüküyordu. Atom içinde “kuvvetli interaksiyon” denen deðiþik bir çekim þekli ve protonlar arasý bu çekimi saðlayacak her bir protona ait çekim taneciðinin varlýðý tezi yaygýnlaþtýrýlmýþ ve bütün kuvvetlerin birer çekim taneciði aracýlýðý ile oluþabileceði tezi, 1935 yýlýnda Nobel Ödülü kazandýrmýþtýr. Peki, 1910’larda yazýlmýþ þu muhteþem ifadeler, insanlýk tarafýndan nasýl ödüllendirilmeli? “Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ý hayatý gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mýdýr? Veya bir mikrop küre kadar büyüse, ona benzemeyecek mi? Hayatý varsa, ruhu da vardýr. Ýnsan-ý ekber olan âlem, tazammun ettiði manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ý hayat gösteriyor ki, bir cesetteki âzâ, eczâ, zerrat, izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârý gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse, yýldýzlarý zerrat ve cevahir-i fert hükmüne geçse, o da bir hayvan-ý zîþuur olmayacak mýdýr? Þu âyet dehþetli bir sýrrý telvih eder. Kesretin mebde i vahdettir, müntehâsý da vahdettir. Bu bir düstur-u fýtrattýr. Kudret-i ezeliyenin feyz-i tecellîsî ve eser-i ibdâ ý olan kâinattaki kuvvetten umum zerrata, herbir zerreye birer zerre-i câzibe halk ve ihsan ederek ve ondan kâinatýn rabýtasý olan müttehid, müstakil, muhassal cazibe-i umumiyeyi inþa ve icad etmiþtir. Nasýl ki, zerratta reþahat-ý kuvvet olan cazibelerin muhassalasý bir cazibe-i umumiye vardýr. O da kuvvetin ziyasýdýr. Ýzabesinden neþ’et eden bir istihale-i lâtifesidir.”20 Yukarý da bahsettiðimiz çekim taneciklerinin çok net ifade edildiði bu cümleler arasýnda, “O da kuvvetin ziyasýdýr” cümlesi, bu taneciklerin foton benzeri partiküller olduðu düþünülürse daha net anlaþýlacaktýr. Yeni binyýl, Bediüzzaman’ýn çok daha iyi anlaþýldýðý ve insanlýk tarihi içinde layýk olduðu yeri aldýðý bir dönem olacaktýr diye ümit ediyor, daha doðrusu kuvvetle inanýyoruz. Dipnotlar 1. The Christian Science Monitor, Making The Quantum Leap, A Monitor 5- Part Series, June, July 1988. 2. A.g.e. 3. A.g.e. 4. Magee, Bryan, Karl Paper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramý, Remzi Kitabevi, Ýst. 1993, s. 15. 5. Alatlý, Alev, Schröndinger’in Kedisi (Kâbus), Boyut Yayýnevi, Ýst. 2000, s. 73. 6. A.g.e., s. 76. 7. A.g.e., s. 558. 8. A.g.e., s. 560. 9. A.g.e., s. 544. 10. A.g.e., s. 587. 11. A.g.e., s. 386-388. 12. The Logic of Scientigic Discovery, s. 107. 13. Ýmam-ý Gazali, Ýhya-u Ulûmi’d-din, trc: Ali Arslan, Önsöz’den. 14. Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, 25. Söz, Yeni Asya Neþr., Germany 1994, s. 404. 15. Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, 23. Lem’a, Yeni Asya Neþr., Germany 1994, s. 171. 16. Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramý, s. 19. 17. Sözler, 30.Söz, s. 505. 18. A.g.e., s. 505 19. A.g.e., s. 505 20. Nursi, Bediüzzaman Said, Sünühat, Yeni Asya Neþr., Ýst. 1993, s. 24-25. Hakan Yalman Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.