Jump to content
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Recommended Posts

Ýnançlý biri olmama raðmen zaman zaman içimde ahiret hayatýnýn varlýðý hakkýnda þüpheler oluþuyor. Bunu nasýl aþabilirim?

 

Cevabýmýz

 

Deðerli Kardeþimiz;

 

Aklýnýza ve kalbinize gelen bu tür düþünceler birer vesvesedir. Bu bakýmdan bu düþünceler imanýnýza zarar vermez.

 

Cevabýmýz

 

Deðerli Kardeþimiz;

 

Etrafýmýza þöyle bir göz atalým; daðlar, taþlar, bitkiler, hayvanlar, ay, güneþ ve yýldýzlar hayalimizden sýra ile geçsinler. Bunlarýn hepsi maddî varlýklar, ama birbirlerinden ne kadar farklýlýk gösteriyorlar!?..

 

Bir de göremediðimiz, ýþýnlar âlemini, yer çekimini, güneþin cazibesini düþünelim. Bunlarýn da yine birbirinden çok farklý þeyler olacaklarýný dikkate alalým.

 

Ve þöyle devam ettirelim düþüncemizi:

Ateþ topraktan ne kadar farklý ise, þeytan da âdemoðlundan o kadar ayrý olmalý.

Karanlýk ýþýktan ne kadar uzak ise, cinler de meleklere o kadar benzememeli.

 

Ýlâhî imtihana tâbi tutulan iki tür varlýk: Ýnsan ve cin.

Her ikisinin de inananlarý ve inanmayanlarý var. Her ikisinde de hayýrlý ve þerli fertler mevcut. Her iki cinsin de mürþitleri ve müfsitleri bulunuyor.

Ýþte cin türünün, Allah’a isyan eden en þerli ferdi: Þeytan.

 

Ýnsanýn bedeni topraktan yaratýlmýþ ve o haneye ruh misafir olmuþ. Cinler ise doðrudan ateþten yaratýlmýþlar. Zaten þeytanýn kaybettiði ilk ve en büyük imtihan da bu yaratýlýþ farkýndan kaynaklanmýþ ve ateþten yaratýldýðý için insandan üstün olduðunu iddia etmekle ve Hz. Âdem’e(a.s.) secde etmemekle huzurdan kovulmuþ ve lânetlenmiþ.

 

Þeytan, cin türünden olduðu için normal olarak da ömrü insan ömründen fazladýr. Bununla birlikte, bu asi cinnîye, kendi isteði üzerine ve gerçekte bir ceza olarak, uzun bir ömür verilmiþ ve insanlara kýyamet gününe kadar musallat olmasýna müsaade edilmiþ.

 

Hiç þeytan olmadan da Cenâb-ý Hakk insanlarý sadece nefisle ve dünyanýn ahvaliyle, imtihan edebilir ve sonunda onlarý lâyýk olduklarý saadete erdirebilir yahut azaba dûçar kýlabilirdi. Bu konuda þeytanýn da devreye sokulmasý, gerçekte, ona verilmiþ büyük bir cezadýr. Çünkü, ne kadar insaný kötü yola sevk etmiþse onlarýn iþedikleri günahlarýn bir katý da kendisine yazýlmakla azabý akýl almaz derecede artmýþ, Kahhar ismine en ileri mertebede mazhariyete lâyýk kýlýnmýþtýr.

 

“Ýnsanlarda þeytan vazifesini gören cesedli ervah-ý habise bilmüþahede bulunduðu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ý habise dahi bulunduðu, o kat’iyyettedir.” Lem’alar, 82

 

Birisini görüyorsunuz, karþýsýndaki insana birtakým yanlýþ fikirler aþýlamaya çalýþýyor. Konuþurken muhatabýnýn koluna, ayaðýna deðil, gözüne bakýyor. Göz penceresinden ruha nüfuz etmeye, ona bir þeyler telkin etmeye çalýþýyor. Bu iki þahsýn bedenlerini hayalen ortadan kaldýrýrsanýz, ortaya iki ayrý ruh çýkacaktýr. Ve bunlardan birisi diðerini aldatmak istemektedir.

Hâl böyle olunca, þeytanýn, insan ruhunu saptýrmak, onu doðru yolan çýkarmak için çalýþmasý akýldan uzak görülmemeli.

 

Bazý kimselerin þeytaný inkâr ettiklerini görürüz. Nur Müellifinin ifadesiyle, bu, “þeytanýn en büyük bir desisesi”dir. Bu inkârda tek temel dayanak, þeytanýn gözle görülmemesidir.

 

Þimdi o þahsa soralým:

Sen þeytaný neyinle inkar ediyorsun? Yani þeytanýn varlýðýný senin ellerin mi kabul etmiyor, kulaklarýn mý; gövden mi kabul emiyor, bacaklarýn mý?

Bu sorumuzu saçma bulacak ve “hiçbiriyle” diyerek ilave edecektir: O’nun varlýðýný aklým almýyor.

O hâlde, þeytanýn varlýðýný kabul etmeyen, o þahsýn aklýdýr.

Görünmeyen bir þey, yine görünmeyen bir þeyi inkâr etmektedir; delili ise “görülmemesi.”

 

Akýl kelimelerle düþünür, ama kalbin bütün iþleri kelimesizdir. Ýnsan bir çiçeði veya güzel bir kokuyu “kelimelerle” sevmez. Bu iþi kelimesiz yapar. Ama, bu sevgisini ifade etmek, baþkalarýna aktarmak istediðinde kelimelere iþ düþer.

 

Ýþte, kelimesiz seven ve korkan ve yine kelimesiz inanan o insan kalbine, þeytan musallat olmakta, onunla kelimesiz konuþmakta, ona fýsýltý kabilinden birtakým telkinlerde bulunmaktadýr. Ýþte þeytanýn bu fýsýltýlarýna “vesvese” deniliyor. Vesveseden söz açýlmýþken þeytanýn bu yolla insanoðluna uyguladýðý bazý taktiklerden söz etmek isterim:

 

Þeytanýn birinci gayesi, insanýn imansýz olmasýdýr. Bunu baþaramadý mý, geri adým atar ve onun ibadet etmemesine çalýþýr. Kulu bu þerefli vazifeden uzak tutmak için çok uðraþýr. Kalbine birtakým kötü þeyler fýsýldar. Ve insan bunlarýn kendi kalbinden geldiðini sanarak rahatsýz olur.

Bu defa þeytan yeni bir oyun sergiler:

 

“Böyle karýþýk bir kalp ile de Allah’ýn huzuruna durulmaz ki!” der. Kul, bu desiseye kandý mý þeytan zafere ulaþmýþtýr. Hâlbuki, her akýl kabul eder ki namazda bulamadýðý huzuru, namazý terk etmekle yakalayacak deðildir. Ýbadet ve itaati býrakýp günah ve isyan yoluna giren bir insan, ilâhî feyizden gittikçe uzaklaþýr. Tek çýkar yol, ibadete devam etmektir.

 

Bir sohbette, þeytanýn bu oyununa maruz kalmýþ bir gençle dertleþiyorduk. “Ne zaman namaza dursam, aklýma kötü þeyler geliyor, namazdan çýktýðýmda kesiliyor.” diyor ve bir hâl çaresi arýyordu. Ona, önce, Nur Müellifinin þu harika reçetesini sundum:

 

“O çirkin sözler, senin kalbinin sözleri deðil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir.” Sözler, 275

 

Sonra þöyle sürdürdüm konuþmamý:

Kendi yüzünü tokatlayan ve aðlayan birini görsen, demez misin ki, bu adam yüzünü kendisi tokatlýyorsa niçin aðlýyor? Yoksa göremediðim bir el mi, onun yumruðunu onun aleyhine çalýþtýrýyor? Ýþte senin hâlin o adam gibi.

Üstadýn bu reçetesine göre, senin aðlaman gösteriyor ki o sözler senin kalbine ait deðil. Namazý terk edip, meselâ, kumarhaneye gittiðinde o kötü sözlerin kesildiðini göreceksin. Demek ki, o sözlerin sahibi namaza düþman, kumara dost.

Hem kumar oynayan birisine þeytan niçin vesvese versin!?... Verse, kumarýn haram olduðu aklýna gelebilir, bu ise þeytanýn iþine gelmez. Onu öylece býrakmak þeytan için en geçerli yoldur.

Sonra kendisine Nur Külliyatýndan þu paragrafý okudum:

 

 

“Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i ilâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratý yoktur. Evet pis bir menzilin deliklerinden semanýn güneþ ve yýldýzlarýna, cennetin gül ve çiçeklerine bakýlýrsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakýlana bulaþmaz. Ve fena bir tesir etmez.” Mesnevî-i Nuriye, 96

 

Yine böyle birisine, þöyle bir soru sordum:

Sen ilmihâl okudun mu?

“Evet,” diye karþýlýk verdi.

Ýkinci sorum þöyle oldu:

Ýlmihâlde namazý bozan þeyler içinde “vesvese” de var mý?

Soruma hayretle karýþýk bir tebessümle karþýlýk verdi.

“O hâlde,” dedim, “sen namazýna devam et.” Namazda aklýna ne gelirse gelsin, “Haydin namaza, Haydin felâha” sözlerini iþittiðinde Rabbinin seni huzuruna çaðýrdýðýnýn þuuru ile namaza koþmalýsýn. O anda aklýna kötü þeyler gelebilir. Ama, sen aklýndan ne geçerse geçsin, namaza gitmekle bu emre uymuþ olursun. Kalbime kötü þeyler geliyor bahanesiyle namazýný kýlmasan, emre isyan etmiþ olursun ve böyle bir özür seni suçlu olmaktan kurtarmaz. Önemli olan emri tutmak ve namaza koþmaktýr. Kalbimizin namaz esnasýnda ideal bir huzuru yakalamasý ayrý bir meseledir.

Bu konuda Nur Külliyatýndan bir durum tespiti ve teselli cümlesi:

 

 

“Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehþetlendiði için, takva bu tahribata karþý en büyük esastýr. Farzlarýný yapan, kebireleri iþlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakýyeti pek azdýr. Hem az bir amel-i sâlih, bu aðýr þerait içinde çok hükmündedir.” Kastamonu Lahikasý, 148

 

“Bu zamanda” ifadesi ayný mektupta þöyle açýklanýyor:

 

“Madem her dakikada, þimdiki tarz-ý hayat-ý içtimaiyede yüz günah insana karþý geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih iþlemiþ hükmündedir.”

 

Bu iki tespiti birlikte düþündüðümüzde hayalimizde bir harp meydaný canlanýr. Her taraftan mermiler yaðmakta ve biz bu dehþetli ortamda huzur aramaktayýz. Bunu baþaramayacaðýmýz açýktýr. Ama huzur bulamýyorum diye düþman saflarýna iltihak edecek de deðiliz.

Ýþte günahlar birer mermi, birer ok. Bu asrýn toplum hayatý bir harp meydaný gibi. Her yandan yüzlerce hücuma uðrayan bir insan, namaza durduðunda ihlâslý, huzurlu bir ibadete zor muvaffak olur. Ama, o zorlukta ayrý bir deðer vardýr. Harp esnasýnda ve cephede tutulan bir nöbetle, sulh zamanýnda çarþý içinde tutulan nöbetin bir olmadýðý açýktýr. “Hem az bir amel-i sâlih, bu aðýr þerait içinde çok hükmündedir” cümlesi bizi bu noktada hem teselli eder, hem de müjdeler.

 

Ayný mektupta ayrý bir müjde daha veriliyor: bir günahýn terki vacip olduðundan, böyle bozuk bir ortamda yüzlerce günahý terk etmekle yüzlerce vacip iþlenmiþ olacaðý müjdesi...

Birkaç asýr önce, bu günahlarýn yüzde birisine bile maruz kalmayan insanlar, bu vacipleri iþleyemiyorlardý, onun yerine salih amel sahasýnda yol alýyor, bu yönde ilerliyor, nafile ibadetlerini artýrýyorlardý. Þimdi ise, salih amel iþlemek zorlaþmýþ. “Farzlarýný yapan, kebireleri (büyük günahlarý) iþlemeyen kurtulur” hükmü bir müjdeli haber olmasýnýn yaný sýra, bu asrýn dehþetinin de bir ifadesi, bir göstergesidir.

 

Biz asrý yargýlamakla vakit geçireceðimize, kendi nefsimizle uðraþalým ve onu þeytana uymaktan alýkoymaya çalýþalým. Bunda baþarýlý olanlar çoðaldýkça, asýr da bu mutlu insanlara uymak zorunda kalacaktýr.

 

Prof. Dr. Alaaddin Baþar

 

Cevap 2:

 

Vesvese bir þeytan iþidir, þeytandan kaynaklanan bir musibettir. Þeytanýn kalbi kurcalamasý, karýþtýrmasýdýr. Þeytanýn tek hedefi kalbdir. Tek emeli, kalbi bozmak, onu iþe yaramaz hale getirmektir.

 

Neden kalb þeytanýn hedef tahtasýdýr? Cevabý Kur'ân'-dan alalým:

 

"Bilin ki, Allah kiþinin kalbine ondan daha yakýndýr."(1) "Kim Allah'a iman ederse, Allah onun kalbine hidayet verir."(2)

 

"Kalbler ancak Allah'ýn zikriyle huzura kavuþur."(3) "Ýmanlarýna iman katmak için mü'minlerin kalblerine sükûnet ve emniyet veren Odur."(4)

 

"Allah size imaný sevdirdi, onu kalblerinize benimsetti."(5) "Mü'minler o kimselerdir ki, Allah'ýn adý anýldýðý zaman kalbleri titrer."(6)

 

Kalb hakkýnda yüzlerce âyetten sadece mealini verdiðimiz bu birkaç âyette kalbin þu özelliklerini öðreniyoruz:

 

1. Allah kalbe yakýndýr.

2. Allah kalbe hidayet verir.

3. Kalb Allah'ýn zikriyle huzura kavuþur.

4. Allah kalbe sükûnet ve emniyet verir.

5. Allah imaný kalblere benimsetir.

 

Evet, kalb imanýn merkezi, zikrin merkezi, hidayetin merkezi, sükûn ve huzurun merkezi ve bütün duygularýmýzýn merkezidir. Þeytan ise mü'mindeki bütün bu güzelliklerin düþmanýdýr. Mü'mini bunlardan mahrum kýlmak için elinden gelen düzenbazlýklarý, hileleri ve oyunlarý yapar. Bunun için bütün mesele kalbi þeytanýn hilelerinden uzak tutmaktýr. Yoksa kalb bir kere bozuldu mu, bütün beden ve duygular bozulur. Hadis-i þerifte ifade edildiði gibi, "Dikkat ediniz!

Bedende bir et parçasý vardýr; o düzeldiðinde bütün beden düzelir, o bozulduðunda da bütün beden bozulur."

 

Vesvese ilk defa þüphe þeklinde gelir. Þeytan önce þüpheyi kalbe atar. Ancak kalb hemen tepki gösterir, savunmaya geçer. Fakat savunmayý býrakýr, kabul ederse, þeytan birinci atýþta hedefe isabet ettirmiþ demektir. Fakat kalb kabul etmezse, orada bir iz býrakýr, sonunda bir pus, bir leke oluþturur. Bir süre sonra hayal aynasýna bazý pis düþünceler yansýr, edebe aykýrý bazý çirkin görüntüler oluþur. Zaten bu görüntü ve leke kalbin hýrçýnlaþýp feryat etmesine, sýkýlýp daralmasýna kâfi gelmiþtir. Sonunda "Eyvah!" diyerek ilk hastalýk mikrobunu kapmýþ olur ve ümitsizliðe düþüverir.

Vesvese mikrobunu kapan insan, kalbinin Rabbine karþý edepsizlikte bulunduðunu sanýr, telaþa kapýlýr, titrer ve birdenbire heyecan dalgasý bedeninin her yaným sarar. Bütün duygular yaralanmýþtýr, kalb penceresi puslanmýþ görüntüler netliðini kaybetmiþtir. Ýnsan bu halden kurtulmak için çýrpýnýp durur. Ancak kalbinin gerçek sesine, yani kalbe gelen melek ilhamýna kulak vermediðinden bir an için kendini boþlukta hisseder ve neticede huzurdan kaçar, gaflete dalar.

Evet, artýk iyice mikrop kalbi sarmýþtýr. Bu anda insan bîçaredir, çaresizdir. Kurtuluþ yollarýný, tedavi çarelerini arar. Bu yaranýn merhemi ve ilacý nedir?

 

Ve tedavi yolu:

 

Birinci tedavi: Bu durumda en önemli mesele, heyecana yenilip telâþa kapýlmamaktýr. Böyle bir vesveseye kapýlan insan telaþa düþmemeli, endiþe etmemelidir. Telâþ ve endiþeye sebep olan þeyin gerçekte var olmasý gerekir. Oysa kalbe ve hatýra gelenler, birer hayal ürününden baþka I birþey deðildir. Hayalden geçen çirkin þeylerin bir deðeri, bir önemi yoktur. Üstelik insana bir zarar da vermez.

 

Bunun için insanýn küfre iten þeyleri hayal etmesi onu küfre götürmediði gibi, edebe aykýrý birþeyi düþünmesi de E edepsizlik olmaz. Çünkü bir þeyin hayalden geçirilmesi bir l karar ve hüküm sayýlmaz. Bundan dolayý insaný baðlamaz, iyiliðinin veya kötülüðünün delili sayýlmaz, hakkýnda bir sonuca götürmez. Oysa edepsizlik, kötü söz ve çirkin bir kelimenin ifadesi bir hükümdür. Küfrü ve çirkin sözü hayalinden geçiren insan bunu söylemiþ deðildir ki mes'ul durumda kalsýn.

 

Ýkinci tedavi: Kalbe gelen çirkin sözler, edebe aykýrý haller kalbten gelmiyor, bunun için kalbe ait deðildir. Çünkü bu sözlerden kalb rahatsýzdýr; sýkýlýyor, daralýyor. Kalbin bir ürünü olmadýðý için bir kuruntu ve evhamdan baþka bir þey deðildir. Kalbten kaynaklanmadýðýna göre, þeytandan kaynaklanýyor, belki kalbe yakýn olan þeytanýn lemmesinden geliyor.

 

Lümme-i þeytaniye hadiste þöyle ifade edilmektedir:

 

Hadisi Abdullah bin Mes'ud rivayet etmektedir. Resul-i Ekrem (a.s.m.) þöyle buyurmuþlardýr:

"Âdemoðlunda bir þeytanýn lemmesi vardýr, bir de meleðin lemmesi vardýr. Þeytanýn lemmesi, þerre (küfür, günah ve zulme) teþvik etmek ve hakký yalanlamaktýr; meleðin lemmesi ise iyiliði ilham etmek ve hakký tasdik etmektir. Bunu her kim vicdanýnda hissederse Allah'tan olduðunu bilsin ve Allah'a hamdetsin. Öbürünü hisseden de þeytandan Allah'a sýðýnsýn. Daha sonra Resulullah (a.s.m.) þu âyeti (meali) okudu: 'Þeytan sizi fakir düþmekle korkutur da, cimriliðe ve kötülüðe teþvik eder. Allah ise Kendi hazinesinden size maðfiret ve bolluk vaad ediyor..."(7)

 

Hadis-i þerifte geçen lemme, hadis âlimleri tarafýndan "þeytanýn inmesi, yakýnlýðý, dokunmasý ve vesvesesi" olarak açýklanýrken, meleðin lemmesi de "ilham" olarak izah edilmektedir.

Lemme, þeytan ve meleðin kalbteki üssü, merkezi, karargâhý ve santralýdýr. Bunlar birbirlerine çok yakýndýr. Þeytan kendi karargâhýndan kalbe devamlý vesvese oklarý fýrlatarak insaný küfre, isyana ve günaha çaðýrýr, hakký ve hakikati reddetmeye yöneltir; melek de þeytanýn lemmesini bertaraf etmek için karþý ataða geçer, ilham vererek, onu hayra, güzelliklere, sevaba ve hakka çaðýrýr.

Ýþte insanýn kalbine gelen, hayal aynasýna yansýyan bu çirkin sözler, þeytanýn santralýndan gelmektedir.

 

Ayný kalbde þeytanýn santralý ile meleðin santralýnýn birbirine yakýn olmasý, aynanýn parlak yüzü ile mat yüzünün birarada bulunmasýna benzer. Bir baþka ifadeyle bir kütüphanede iyi kitapla kötü kitabýn yanyana durmasý gibidir.

 

Bunun için melek ilhamý ile þeytan vesveseninin birbirine yakýn olmasý insana bir zarar vermez.

Nasýl olursa, insan vesveseden zarar görür?

 

Ýnsan vesvesenin zarar vereceði vehmine kapýlýr, zarar verdiðini düþünürse zarar görür. Böylece kalbini sýkýntýya sokmuþ, ýztýraba sürüklemiþtir. Çünkü hayali hakikat sanmýþtýr. Bir þeytan iþi olan vesveseyi kendi kalbine mal etmiþtir. Þeytanýn vesvesesini kalbinden gelen bir söz gibi kabullenmiþtir. Yani vesvesenin zarar verdiði kanaatine varmýþ, zarar görmüþtür. Tehlikeli sanmýþ, tehlikeye düþmüþtür. Zaten þeytan da böyle bir þeyi istemektedir ve þeytanýn dediði olmuþtur.

Bundan kurtulmak için ne yapmalý? Hadiste de bildirildiði gibi, hemen þeytanýn þerrinden Allah'a sýðýnmalýdýr.

 

1 Enfal Sûresi, 24.

2 Teðâbün Sûresi, 11.

3 Ra'd Sûresi, 28.

4 Fetih Sûresi, 4.

5 Hucurât Sûresi. 7

6 Enfal Sûresi, 2.

7 Tirmizî, Tefsîrü'l-Kurân, hadis no: 2988

 

Not: Mehmet Paksu Hocamýzýn Nesil Yayýnlarýnda çýkan "Vesvese; Sebepler ve Kurtuluþ Yollarý" isimli eserini opkumanýzý tavsiye ederiz.

Selam ve dua ile...

Sorularla Ýslamiyet Editör

Link to comment
Share on other sites

Soru

Aslýnda evrime inanmýyorum ama aklýma arada sýrada Allaha inkara yönelik belki evrimle oldum diye birþey geliyor ve bocaalýyorum imansýz olarak gitmem deðil mi?

 

Cevabýmýz

 

Deðerli Kardeþimiz;

 

Aklýnýza gelen düþünceler þeytanýn vesvesesinden ibarettir. Bunlarý fiiliyata dönüþtürmedikten sonra imansýz olmazsýnýz. Yani bunlar yalnýzca düþüncede kaldýktan sonra mesul olmazsýnýz çünkü siz bunu kabullenmiyorsunuz yalnýzca bir fikir aklýnýzdan geçiyor.

 

Vesvese imana zarar verir mi?

 

Fýsýltý, hýþýrtý ve fýþýrtý gibi gizli ses, fiskos. Kalpte meydana gelen þüphe, tereddüt, vehim, kuruntu, iç üzüntüsü, nefis ve þeytanýn meydana getirdiði iç karýþýklýðý anlamlarý için kullanýr.

 

Zýddý tereddütsüz, kararlý, emin ve azimli olmak demektir (el-Ýsfahanî, el-Müfredât, Ýstanbul,1986, 819, vesvese mad).

 

Vesvese kelimesi Kur'ân'da dört yerde geçmektedir. Þeytanýn Cennette bulunan Âdem (a.s) ve Havva validemize nasýl vesvesede bulunduðu Yüce Allah tarafýndan þöyle haber verilmiþtir:

 

"Derken Þeytan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fýsýldadý (vesvesede bulundu): - Rabbiniz baþka bir sebepten dolayý deðil, sýrf ikiniz de birer melek ya da ebedi kalýcýlardan olursunuz diye sizi bu aðaçtan menetti" (el-A'raf, 7/20).

 

Bu âyette geçen vesvese kelimesi, fýsýldama þeklinde anlaþýlmakta ve tercüme edilmektedir.

 

Bir de þeytanýn Cennete nasýl girdiði ve Âdem (a.s) ile Havva validemize nasýl vesvesede bulunduðu hususunda, alimlerin farklý yorumlarý vardýr. Bu hususta çeþitli görüþler ileri sürülmüþtür (Geniþ bilgi için bk. el-Maverdî, en-Nuketü ve'l-Uyun, Beyrut 1992, II, 210).

 

Kur'ân'ýn baþka bir yerinde, Tâhâ sûresinin 120. âyetinde de þeytanýn Âdem (a.s) ve Havva validemize yaptýðý bu vesvese dile getirilmiþtir.

 

Vesvese ile ilgili diðer bir âyetin meali de þöyledir: "Andolsun insaný biz yarattýk ve nefsinin ona ne vesvese verdiðini (fýsýldadýðýný) biliriz. (Çünkü) biz ona þah damarýndan daha yakýnýz" (Kaf 50/16).

 

Bu âyette de Yüce Allah'ýn kudretine iþâret buyurulmaktadýr. O, insaný yaratan, yoktan var edendir. Ýnsanlarýn gizli ve açýk her þeylerinden haberdardýr. Ýnsanýn kalbinden geçirdiði vesvese ve düþüncelerin tamamýna vakýftýr. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s), bu âyetin tefsiri mahiyetinde açýklamada bulunurken; "Þüphesiz Yüce Allah, ümmetimden olan kiþilerin kalbinden geçirdikleri þeyleri, söylemedikleri ve iþlemedikleri takdirde affeder; günah olarak saymaz" diye buyurmuþtur (Buharî, Itk, 6; Ýmân, 15; Neseî, Talâk, 22; Ýbn Mâce, Talâk, 16).

 

Baþka bir âyette ise, vesvese hakkýnda þu bilgiler verilmiþtir: "De ki: Sýðýnýrým ben, insanlarýn Rabb'ine insanlarýn padiþahýna, insanlarýn ilâhýna. Ýnsanlara kötü þeyler fýsýldayan o sinsi vesvesecinin þerrinden. O ki, insanlarýn göðüslerine (kötü düþünceleri) fýsýldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin þerrinden Allah'a sýðýnýrým)" (en-Nas, 114/1-6).

 

Burada geçen "vesvâs" kelimesi, þeytan için kullanýlmýþtýr. Yani bununla þeytan kastedilmektedir ve vesvese de onun eseridir. Ýnsana vesvese veren þeytan iki türlüdür. Biri cinlerden ve diðeri de insanlardan olan þeytanlardýr. Bu þeytanlar, insanlarýn kalbinde vesveseyi meydana getirecek akýl ve fikirlerini çeler, onlarý kötü emeller iþlemeye sevkeder. Allah yoluna gitmekten, insanlýk gayesine ermekten alýkor. Nihayet din ve imandan çýkarýr, ebedi helâke sürükler. Ýnsanlarýn kalbine fýsýldayýp duran, onlarý gaflete düþüren, her þerrin baþý olan vesveseyi meydana getiren herþey, "hannâs" ve "vesvas" olarak kabul edilir (ez-Zemahþerî, el-Keþâf, Mýsýr 1977, VI, 265 vd).

 

Hiç þüphesiz, þeytanýn verdiði vesvese insaný imandan ve ibâdetten uzaklaþtýrýr; fert, aile ve toplumun hayatýnda çeþitli sýkýntýlarýn meydana gelmesine sebep olur. Medine çevresinde badiyede yaþayan Müslümanlar, koyun ve sýðýr kesip etini satmak üzere þehre getiriyorlarmýþ. Bu eti yemekten çekinen bazý Müslümanlar Hz. Muhammed (s-.a.s)'e giderek;

 

"Ya Rasûlüllah! Bazý badiye halký bize et getirip satýyorlar. Bunlarýn, hayvaný keserken besmeleyi söyleyip söylemediklerini bilmiyoruz" diye sormuþlar. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.s) þu cevabý vermiþtir:

 

"Bismillah deyiniz ve sonra bu eti yeyiniz" (ez-Zebidî, Sahihi Buhârî Muhtasarý Tecridi Sarih Tercemesi, trc. Kamil Miras, Ankara 1974, VI, 354 vd).

 

Rasûlüllah (s.a.s) bununla vesveseden uzak durmaya iþaret buyurmuþtur.

 

Baþka bir konu ile ilgili olarak Hz. Muhammed (s.a.s)'e þöyle sormuþlar:

 

"Ya Rasûlüllah! Birisi namaz kýlarken abdestim bozuldu diye gönlünde bir vesvese hissederse, bu kiþinin namazý bozulur mu, bozulmaz mý? Hz. Muhammed (s.a.s) bu soruya þu cevabý vermiþtir:

 

"Hayýr. Bir yellenme sesi veya bir kokuyu duymadýkça namazý bozmaz" (ez-Zebidî, a.g.e., VI, 355).

 

Burada da Rasûlüllah (s.a.s) vesveseden uzak durmayý, abdestin bozulduðuna dair kanaat hasýl olmadýkça namazý bozmamayý tavsiye etmiþtir.

 

Fýkýh usulünde de vesvese kötü bir þey olarak kabul edilmiþtir. Her þeyde tereddüt ve vesvese ile hareket edenin sözüne itibar edilmemiþtir. Hz. Muhammed (s.a.s) vesvese ile hareket edenin talâkýnýn geçerliliðini kabul etmemiþtir (Buharî, Talâk, 11). Yani hanýmýný boþayýp boþamadýðýný veya söylediði sözler hakkýnda vesvese içinde olan bir kiþinin talâký (boþamasý) geçerli kabul edilmemiþtir.

 

Görüldüðü gibi, Kur'ân ve sünnette vesvese tasvib edilmemiþtir. Bilhassa vesvese ile ilgili bütün âyetlerde, vesvesenin þeytandan geldiðine iþaret buyurulmuþtur. Buna göre Ýslâm vesveseden sakýnmayý istemiþtir. Çünkü vesvese faydalý deðil, zararlý olan bir þeydir. Vesveseye kapýlan insan, ibadetlerinde yanýlýr, çeþitli hatalara düþer ve haz almaz. Vesvese insaný yanlýþ ve batýl yollara saptýrýr. Hatta vesvesenin neticesinde insan akli dengesini bile kaybedebilir.

 

Nureddin TURGAY

 

Vesvese ve Desise konusunda dikkat edilmesi gerekenler:

 

Etrafýmýza þöyle bir göz atalým; daðlar, taþlar, bitkiler, hayvanlar, ay, güneþ ve yýldýzlar hayalimizden sýra ile geçsinler. Bunlarýn hepsi maddî varlýklar, ama birbirlerinden ne kadar farklýlýk gösteriyorlar!?..

 

Bir de göremediðimiz, ýþýnlar âlemini, yer çekimini, güneþin cazibesini düþünelim. Bunlarýn da yine birbirinden çok farklý þeyler olacaklarýný dikkate alalým.

 

Ve þöyle devam ettirelim düþüncemizi:

Ateþ topraktan ne kadar farklý ise, þeytan da âdemoðlundan o kadar ayrý olmalý.

Karanlýk ýþýktan ne kadar uzak ise, cinler de meleklere o kadar benzememeli.

 

Ýlâhî imtihana tâbi tutulan iki tür varlýk: Ýnsan ve cin.

Her ikisinin de inananlarý ve inanmayanlarý var. Her ikisinde de hayýrlý ve þerli fertler mevcut. Her iki cinsin de mürþitleri ve müfsitleri bulunuyor.

Ýþte cin türünün, Allah’a isyan eden en þerli ferdi: Þeytan.

 

Ýnsanýn bedeni topraktan yaratýlmýþ ve o haneye ruh misafir olmuþ. Cinler ise doðrudan ateþten yaratýlmýþlar. Zaten þeytanýn kaybettiði ilk ve en büyük imtihan da bu yaratýlýþ farkýndan kaynaklanmýþ ve ateþten yaratýldýðý için insandan üstün olduðunu iddia etmekle ve Hz. Âdem’e(a.s.) secde etmemekle huzurdan kovulmuþ ve lânetlenmiþ.

 

Þeytan, cin türünden olduðu için normal olarak da ömrü insan ömründen fazladýr. Bununla birlikte, bu asi cinnîye, kendi isteði üzerine ve gerçekte bir ceza olarak, uzun bir ömür verilmiþ ve insanlara kýyamet gününe kadar musallat olmasýna müsaade edilmiþ.

 

Hiç þeytan olmadan da Cenâb-ý Hakk insanlarý sadece nefisle ve dünyanýn ahvaliyle, imtihan edebilir ve sonunda onlarý lâyýk olduklarý saadete erdirebilir yahut azaba dûçar kýlabilirdi. Bu konuda þeytanýn da devreye sokulmasý, gerçekte, ona verilmiþ büyük bir cezadýr. Çünkü, ne kadar insaný kötü yola sevk etmiþse onlarýn iþedikleri günahlarýn bir katý da kendisine yazýlmakla azabý akýl almaz derecede artmýþ, Kahhar ismine en ileri mertebede mazhariyete lâyýk kýlýnmýþtýr.

 

“Ýnsanlarda þeytan vazifesini gören cesedli ervah-ý habise bilmüþahede bulunduðu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ý habise dahi bulunduðu, o kat’iyyettedir.” Lem’alar, 82

 

Birisini görüyorsunuz, karþýsýndaki insana birtakým yanlýþ fikirler aþýlamaya çalýþýyor. Konuþurken muhatabýnýn koluna, ayaðýna deðil, gözüne bakýyor. Göz penceresinden ruha nüfuz etmeye, ona bir þeyler telkin etmeye çalýþýyor. Bu iki þahsýn bedenlerini hayalen ortadan kaldýrýrsanýz, ortaya iki ayrý ruh çýkacaktýr. Ve bunlardan birisi diðerini aldatmak istemektedir.

Hâl böyle olunca, þeytanýn, insan ruhunu saptýrmak, onu doðru yolan çýkarmak için çalýþmasý akýldan uzak görülmemeli.

 

Bazý kimselerin þeytaný inkâr ettiklerini görürüz. Nur Müellifinin ifadesiyle, bu, “þeytanýn en büyük bir desisesi”dir. Bu inkârda tek temel dayanak, þeytanýn gözle görülmemesidir.

 

Þimdi o þahsa soralým:

Sen þeytaný neyinle inkar ediyorsun? Yani þeytanýn varlýðýný senin ellerin mi kabul etmiyor, kulaklarýn mý; gövden mi kabul emiyor, bacaklarýn mý?

Bu sorumuzu saçma bulacak ve “hiçbiriyle” diyerek ilave edecektir: O’nun varlýðýný aklým almýyor.

O hâlde, þeytanýn varlýðýný kabul etmeyen, o þahsýn aklýdýr.

Görünmeyen bir þey, yine görünmeyen bir þeyi inkâr etmektedir; delili ise “görülmemesi.”

 

Akýl kelimelerle düþünür, ama kalbin bütün iþleri kelimesizdir. Ýnsan bir çiçeði veya güzel bir kokuyu “kelimelerle” sevmez. Bu iþi kelimesiz yapar. Ama, bu sevgisini ifade etmek, baþkalarýna aktarmak istediðinde kelimelere iþ düþer.

Ýþte, kelimesiz seven ve korkan ve yine kelimesiz inanan o insan kalbine, þeytan musallat olmakta, onunla kelimesiz konuþmakta, ona fýsýltý kabilinden birtakým telkinlerde bulunmaktadýr. Ýþte þeytanýn bu fýsýltýlarýna “vesvese” deniliyor. Vesveseden söz açýlmýþken þeytanýn bu yolla insanoðluna uyguladýðý bazý taktiklerden söz etmek isterim:

Þeytanýn birinci gayesi, insanýn imansýz olmasýdýr. Bunu baþaramadý mý, geri adým atar ve onun ibadet etmemesine çalýþýr. Kulu bu þerefli vazifeden uzak tutmak için çok uðraþýr. Kalbine birtakým kötü þeyler fýsýldar. Ve insan bunlarýn kendi kalbinden geldiðini sanarak rahatsýz olur.

Bu defa þeytan yeni bir oyun sergiler:

“Böyle karýþýk bir kalp ile de Allah’ýn huzuruna durulmaz ki!” der. Kul, bu desiseye kandý mý þeytan zafere ulaþmýþtýr. Hâlbuki, her akýl kabul eder ki namazda bulamadýðý huzuru, namazý terk etmekle yakalayacak deðildir. Ýbadet ve itaati býrakýp günah ve isyan yoluna giren bir insan, ilâhî feyizden gittikçe uzaklaþýr. Tek çýkar yol, ibadete devam etmektir.

Bir sohbette, þeytanýn bu oyununa maruz kalmýþ bir gençle dertleþiyorduk. “Ne zaman namaza dursam, aklýma kötü þeyler geliyor, namazdan çýktýðýmda kesiliyor.” diyor ve bir hâl çaresi arýyordu. Ona, önce, Nur Müellifinin þu harika reçetesini sundum:

 

“O çirkin sözler, senin kalbinin sözleri deðil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir.” Sözler, 275

 

Sonra þöyle sürdürdüm konuþmamý:

Kendi yüzünü tokatlayan ve aðlayan birini görsen, demez misin ki, bu adam yüzünü kendisi tokatlýyorsa niçin aðlýyor? Yoksa göremediðim bir el mi, onun yumruðunu onun aleyhine çalýþtýrýyor? Ýþte senin hâlin o adam gibi.

Üstadýn bu reçetesine göre, senin aðlaman gösteriyor ki o sözler senin kalbine ait deðil. Namazý terk edip, meselâ, kumarhaneye gittiðinde o kötü sözlerin kesildiðini göreceksin. Demek ki, o sözlerin sahibi namaza düþman, kumara dost.

Hem kumar oynayan birisine þeytan niçin vesvese versin!?... Verse, kumarýn haram olduðu aklýna gelebilir, bu ise þeytanýn iþine gelmez. Onu öylece býrakmak þeytan için en geçerli yoldur.

Sonra kendisine Nur Külliyatýndan þu paragrafý okudum:

 

“Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i ilâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratý yoktur. Evet pis bir menzilin deliklerinden semanýn güneþ ve yýldýzlarýna, cennetin gül ve çiçeklerine bakýlýrsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakýlana bulaþmaz. Ve fena bir tesir etmez.” Mesnevî-i Nuriye, 96

 

Yine böyle birisine, þöyle bir soru sordum:

Sen ilmihâl okudun mu?

“Evet,” diye karþýlýk verdi.

Ýkinci sorum þöyle oldu:

Ýlmihâlde namazý bozan þeyler içinde “vesvese” de var mý?

Soruma hayretle karýþýk bir tebessümle karþýlýk verdi.

“O hâlde,” dedim, “sen namazýna devam et.” Namazda aklýna ne gelirse gelsin, “Haydin namaza, Haydin felâha” sözlerini iþittiðinde Rabbinin seni huzuruna çaðýrdýðýnýn þuuru ile namaza koþmalýsýn. O anda aklýna kötü þeyler gelebilir. Ama, sen aklýndan ne geçerse geçsin, namaza gitmekle bu emre uymuþ olursun. Kalbime kötü þeyler geliyor bahanesiyle namazýný kýlmasan, emre isyan etmiþ olursun ve böyle bir özür seni suçlu olmaktan kurtarmaz. Önemli olan emri tutmak ve namaza koþmaktýr. Kalbimizin namaz esnasýnda ideal bir huzuru yakalamasý ayrý bir meseledir.

Bu konuda Nur Külliyatýndan bir durum tespiti ve teselli cümlesi:

 

“Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehþetlendiði için, takva bu tahribata karþý en büyük esastýr. Farzlarýný yapan, kebireleri iþlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakýyeti pek azdýr. Hem az bir amel-i sâlih, bu aðýr þerait içinde çok hükmündedir.” Kastamonu Lahikasý, 148

 

“Bu zamanda” ifadesi ayný mektupta þöyle açýklanýyor:

 

“Madem her dakikada, þimdiki tarz-ý hayat-ý içtimaiyede yüz günah insana karþý geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih iþlemiþ hükmündedir.”

 

Bu iki tespiti birlikte düþündüðümüzde hayalimizde bir harp meydaný canlanýr. Her taraftan mermiler yaðmakta ve biz bu dehþetli ortamda huzur aramaktayýz. Bunu baþaramayacaðýmýz açýktýr. Ama huzur bulamýyorum diye düþman saflarýna iltihak edecek de deðiliz.

Ýþte günahlar birer mermi, birer ok. Bu asrýn toplum hayatý bir harp meydaný gibi. Her yandan yüzlerce hücuma uðrayan bir insan, namaza durduðunda ihlâslý, huzurlu bir ibadete zor muvaffak olur. Ama, o zorlukta ayrý bir deðer vardýr. Harp esnasýnda ve cephede tutulan bir nöbetle, sulh zamanýnda çarþý içinde tutulan nöbetin bir olmadýðý açýktýr. “Hem az bir amel-i sâlih, bu aðýr þerait içinde çok hükmündedir” cümlesi bizi bu noktada hem teselli eder, hem de müjdeler.

 

Ayný mektupta ayrý bir müjde daha veriliyor: bir günahýn terki vacip olduðundan, böyle bozuk bir ortamda yüzlerce günahý terk etmekle yüzlerce vacip iþlenmiþ olacaðý müjdesi...

Birkaç asýr önce, bu günahlarýn yüzde birisine bile maruz kalmayan insanlar, bu vacipleri iþleyemiyorlardý, onun yerine salih amel sahasýnda yol alýyor, bu yönde ilerliyor, nafile ibadetlerini artýrýyorlardý. Þimdi ise, salih amel iþlemek zorlaþmýþ. “Farzlarýný yapan, kebireleri (büyük günahlarý) iþlemeyen kurtulur” hükmü bir müjdeli haber olmasýnýn yaný sýra, bu asrýn dehþetinin de bir ifadesi, bir göstergesidir.

 

Biz asrý yargýlamakla vakit geçireceðimize, kendi nefsimizle uðraþalým ve onu þeytana uymaktan alýkoymaya çalýþalým. Bunda baþarýlý olanlar çoðaldýkça, asýr da bu mutlu insanlara uymak zorunda kalacaktýr.

 

Prof. Dr. Alaaddin Baþar

 

 

-----------------

 

 

 

Evrim konusunda

 

Deðerli Kardeþimiz;

 

Ýnsanlarýn ortaya koyduðu her bilgi doðrudur anlamýný taþýmaz. Ancak Kur'an ayetleri evrensel olup her zaman için doðrudur ve geçerliliði vardýr. Darwin'in evrimle ilgili çalýþmalarý bilimsel gerçekliði yoktur.

 

Din bilimle ters düþmez. Çünkü bilimin gerçekçi olarak ifade ettiði konularda dinle tamamen ittifak etmektedir. Bu bakýmdan dinimiz mutlak doðru olan bilimsel çalýþmalarý hiç bir zaman reddetmediði gibi aksine kabul etmektedir. Nitekim Kuraný Kerimde geçen bir çok bilimsel ayetler mevcuttur ve bu gün bilim de bunu teyid etmektedir.

 

Bilimin her yaptýðý çalýþma doðru sonuçlar vermeyebilir. Mesela bu gün bilim tarafýndan doðru kabul edilen bir olgu yarýn reddedilebilir ve ona zýt bir olgu kabul edilebilir. Ancak Kuraný Kerimde geçen ifadelerin hiç birisinin aksi isbat edilememektedir. Demek ki bilimsel açlýþmalarýmýzda Kuraný Kerimi kendimize klavuz edinmeliyiz ki doðru neticelere varabilelim. Aksi takdirde Kuraný Kerime zýt düþen hiç bir çalýþma bilim tarafýndan geçerlilik kazanamayacaktýr.

Selam ve dua ile...

Sorularla Ýslamiyet Editör

Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Create New...