EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 (Otuzikinci Sözün Üçüncü Mevkýfýndan) Ýkinci noktanýn Ýkinci Mebhasý Ehl-i dalâletin vekili, tutunacak ve dalâletini ona bina edecek hiçbirþey bulamadýðýve mülzem kaldýðýzaman þöyle diyor ki: "Ben saadet-i dünyayýve lezzet-i hayatýve terakkiyat-ýmedeniyeti ve kemal-i san'atý, kendimce âhireti düþünmemekte ve Allah'ýtanýmamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüðüm için insanýn ekserisini bu yola þeytanýn himmetiyle sevkettim ve ediyorum." Elcevap: Biz dahi Kur'an namýna diyoruz ki: Ey bîçare insan! Aklýnýbaþýna al. Ehl-i dalâletin vekilini dinleme. Eðer onu dinlersen, hasaretin o kadar büyük olur ki; tasavvurundan ruh, akýl ve kalb ürperir. Senin önünde iki yol var: Birisi: Ehl-i dalâletin vekilinin gösterdiði þekavetli yoldur. Sh: (Ha-65) Diðeri: Kur'an-ýHakimin târif ettiði saadetli yoldur. iþte o iki yolun pekçok müvazenelerini, çok Sözler'de hususan "Küçük Sözler"de gördün ve anladýn. Þimdi makam münasebetiyle binde bir müvazenelerini yine gör, anla. Þöyle ki: Þirk ve dalâletin ve fýsk ve sefahetin yolu, insanýnihayet derecede sukut ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz aðýr bir yükü zaif ve âciz beline yükletir. Çünkü: Ýnsan Cenâb-ýHakký tanýmazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit insan, gayet derecede âciz ve zaif... nihayet dereced muhtaç, fakir... hadsiz musibetlere mâruz, elemli, kederli bir fâni hayvan hükmünde olup bütün sevdiði ve alâka peyda ettiði bütün eþyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette, bâki kalan bütün ahbabýnýbir firak-ýelîm içinde býrakýp kabrin zulümatýna yalnýz olarak gider. Hem müddet-i hayatýnda gayet cüz'î bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kýsacýk bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile ve emeller ile faydasýz çarpýþýr. Ve hadsiz arzularýn ve makasýdýn tahsiline, semeresiz boþu-boþuna çalýþýr. Hem kendi vücudunu yükleyemediði halde, koca dünya yükünü bîçarebeline ve kafasýna yük Sh: (Ha-66) lenir. Daha cehenneme gitmeden, cehennem azabýnýçeker. Evet, þu elîm elemi ve dehþetli mânevî azabýhissetmemek için ehl-i dalâlet, iptal-i his nev'inden gaflet sarhoþluðu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceði zaman, yâni kabre yakýn olduðu vakit birden hisseder. Çünkü: Cenâb-ýHakka hakikî abd olmazsa; kendi kendine mâlik zannedecek. Halbuki o cüz'î ihtiyar, o küçük iktidarýile þu fýrtýnalýdünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatýna muzýr mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düþmanlarýhayatýna karþýtehacüm vaziyetinde görür. Elîm bir korku dehþeti içinde her vakit kendine müthiþ görünen kabir kapýsýna bakýyor. Hem bu vaziyette iken insaniyet itibariyle nev-i insanî ile ve dünya ile alâkadar olduðu halde, dünyayýve insaný; bir Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerîm ve Zat'ýn tasarrufunda tasavvur etmediði ve onlarýtesadüf ve tabiata havale ettiði için, dünyanýn ehvali ve insanýn ahvâli onu daime iz'aç eder. Kendi elemiyle beraber insanlarýn elemini de çeker. Dünyanýn zelzelesi, tâûnu, tufaný, kaht Sh: (Ha-67) u galâsý, fena ve zevali ona gayet müz'iç ve karanlýklýbir musibet suretinde onu tâzib eder. Hem þu haldeki insan, merhamet ve þefkate lâyýk deðildir. Çünkü kendi kendine bu dehþetli vaziyeti veriyor. Sekizinci Sözde kuyuya girmiþ iki kardeþin müvazene-i halinde denildiði gibi: Nasýl bir adam, güzel bir bahçede, güzel bir ziyafette, güzel ahbaplar içinde; nezahetli, tatlý, nâmuslu, hoþ, meþrû bir lezzet ve eðlenceye kanaat etmeyip gayr-ýmeþrû ve mülevves bir lezzet için çirkin ve necis bir þarabýiçse, sarhoþ olup kendini kýþ ortasýnda, pis bir yerde ve hattâ canavarlar içinde tahayyül etse, titreyip baðýrýp çaðýrsa, nasýl merhamete lâyýk deðil. Çünkü, ehl-i nâmus ve mübarek arkadaþlarýnýcanavar tasavvur eder. Onlara karþýhakaret eder. Hem ziyafetteki leziz taamlarýve temiz kaplarýmülevves, pis taþlar tasavvur eder, kýrmaða baþlar. Hem mecliste muhterem kitaplarýve mânidar mektuplarýmânasýz ve âdi nakýþlar tasavvur eder, yýrtarak ayak altýna atar, ve hâkezâ... Böyle bir þahýs; nasýl merhamete müstehak deðildir, belki tokata müstehaktýr. ضyle de: Su-i ihtiyarýndan neþ'et eden küfür sar Sh: (Ha-68) hoþluðu ile ve dalâlet divaneliðiyle: Sâni-i Hakîmin þu misafirhane-i dünyasýný, tesadüf ve tabiat oyuncaðýolduðunu tevehhüm edip ve Cilve-i Esmâ-ýÝlâhiyyeyi tazelendiren masnûatýn, zamanýn geçmesiyle vazifelerinin bittiðinden âlem-i gayba geçmelerini, adem ile îdam tasavvur ederek ve tesbihat sadalarýný, zeval ve firâk-ýebedî vâveylâsýolduklarýnýtahayyül ettiðinden ve mektûbât-ýSamedâniyye olan þu mevcudat sahifelerini mânasýz, karmakarýþýk tasavvur ettiðinden ve âlem-i rahmete yol açan kabir kapýsýnýzulûmât-ýadem aðzýtasavvur ettiðinden ve eceli ise hakikî ahbablara visal dâveti olduðu halde, bütün ahbablardan firak nöbeti tasavvur ettiðinden; hem kendini dehþetli bir azab-ýelîmde býrakýyor. hem mevcudatý, hem Cenâb-ýHakkýn esmâsýný, hem mektubatýnýinkâr ve tezyif ve tahkir ettiðinden, merhamete ve þefkate lâyýk olmadýðýgibi þiddetli bir azaba da müstehaktýr. Hiç bir cihette merhamete lâyýk deðildir. Ýþte ey bedbaht ehl-i dalâlet ve sefahet! Þu dehþetli sukuta karþýve ezici me'yusiyete mukabil; hangi tekemmülünüz, hangi fünununuz, hangi kemaliniz, hangi medeniyetiniz, hangi terakkiyatýnýz karþýgelebilir? Sh: (Ha-69) Ruh-u beþerin eþedd-i ihtiyaç ile muhtaç olduðu hakikî teselliyi nerede bulabilirsiniz? Hem güvendiðiniz ve bel baðladýðýnýz ve âsâr-ýÝlâhiyyeyi ve ihsanat-ýRabbaniyyeyi onlara isnad ettiðiniz hangi tabiatýnýz, hangi esbabýnýz, hangi þerikiniz, hangi keþfiyatýnýz, hangi milletiniz, hangi bâtýl mâbudunuz sizi sicze idam-ýebedî olan mevtin zulümatýndan kurtarýp kabir hududundan, berzah hududundan, mahþer hududundan, sýrat köprüsünden hâkimane geçirebilir? Saadet-i ebediyyeye mazhar edebilir Halbuki; kabir kapýsýnýkapamadýðýnýz için, siz kat'î olarak bu yolun yolcususunuz. Böyle bir yolcu öyle birisine dayanýr ki; bütün bu daire-i azîme ve bu geniþ hudutlar, onun taht-ýemrinde ve tasarrufundadýr. Hem dahi, ey bedbaht ehl-i dalâlet ve gaflet! "Gayr-ýMeþrû bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir." kaidesi sýrrýnca, siz fýtratýnýzdaki Cenâb-ýHakkýn zât ve sýfât ve esmâsýna sarfedilecek muhabbet ve mârifet istîdadýnýve þükür ve ibâdât cihazatýný, nefsinize ve dünyaya gayr-i meþrû bir surette sarfettiðinizden; bil-istihkak cezasýnýçekiyorsunuz. Çünkü Cenâb-ýHakka ait muhabbeti nefsinize verdiniz. Mahbubu Sh: (Ha-70) nuz olan nefsinizin hadsiz belâsýnýçekiyorsunuz. Çünkü hakikî bir rahati o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakikî mahbub olan Kadîr-i Mutlaka tevekkül ile teslim etmiyorsunuz. Daima elem çekiyorsunuz. Hem Cenâb-ýHakkýn esmâ ve sýfâtýna ait muhabbeti, dünyaya verdiniz ve âsâr-ýsan'atýný, âlemin esbabýna taksim ettiniz; belâsýnýçekiyorsunuz. Çünkü; o hadsiz mahbublarýnýzýn bir kýsmýsize Allahaýsmarladýk demeyip, size arkasýnýçevirip, býrakýp gidiyor. Bir kýsmýsizi hiç tanýmýyor. Tanýsa da, sizi sevmiyor. Sevse de, size bir fayda vermiyor. Daima hadsiz firaklardan ve ümitsiz dönmemek üzere zevallerden azap çekiyorsunuz. Ýþte ehl-i dalâletin saadet-i hayatiye ve tekemmülât-ýinsaniye ve mehasin-i medeniyet ve lezzet-i hürriyet dedikleri þeylerin iç yüzleri ve maahiyetleri budur. Sefahet ve sarhoþluk bir perdedir, muvakkaten hissettirmez. "Tuh onlarýn aklýna!" de... Amma Kur'anýn cadde-i nûraniyyesi ise: Bütün ehli dalâletin çektiði yaralarý, hakaik-ýimaniyye ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki zulümatýdaðýtýr. Bütün dalâlet ve helâket kapýlarýnýkapatýr. Þöyle ki: Sh: (Ha-71) Ýnsanýn zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacýný, bir Kadir-i Rahîme tevekkül ile tedavi eder. Hayat ve vücudun yükünü, Onun kudretine, rahmetine, teslim edip; kendine yüklemeyip, belki kendisi o hayatýna ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur. Kendisinin "Nâtýk bir hayvan" deðil, belki hakikî bir insan ve makbul bir misafir-i Rahmân olduðunu bildirir. Dünyayý, bir misafirhane-i Rahman olduðunu göstermekle ve dünyadaki mevcudat ise, Esmâ-i Ýlâhiyyenin âyineleri olduklarýnýve masnûatýise, her vakit tazelenen mektubat-ýSamedâniye olduklarýnýbildirmekle, insanýn fenâ-yýdünyadan ve zevâl-i eþyadan ve hubb-u fâniyattan gelen yaralarýnýgüzelce tedâvi eder. Ve evhamýn zulümatýndan kurtarýr. Hem mevt ve eceli, âlem-i berzaha giden ve âlem-i bekada olan ahbablara visâl ve mülâkat mukaddimesi olarak gösterir. Ehl-i dalâletin nazarýnda bütün ahbabýndan bir firak-ýebedi telâkki ettiði ölüm yaralarýnýböylece tedavi eder. Ve o firak, ayn-ýlika olduðunu isbat eder. Hem kabrin, âlem-ýrahmete ve dâr-ýsaadete ve bâðýstan-ýcinâna ve nûristân-ýRahmâna açýlan bir kapýolduðunu isbat etmek Sh: (Ha-72) le, beþerin en müthiþ korkusunu izale depi, en elîm ve kasavetli ve sýkýntýlýolan berzalýseyahatini, en leziz ve insiyetli ve ferahlýbin seyahat olduðunu gösterir. Kabir ile ejderha aðzýnýkapatýr, güzel bir bahçeye kapýaçar. Yani kabir ejderha aðzýolmadýðýný, belki bâgistân-ýrahmete açýlan bir kapýolduðunu gösterir. Hem mü'mine der: "Ýhtiyarýn cüz'i ise kende mâlikinin irade-i külliyesine iþini býrakýr. Ýktidarýn küçük ise, Kadîri Matlakýn kudretine itimad et. Hayatýn az ise, hayat-ýbâkiyyeyi düþün. ضmrün kýsa ise, ebedî bir ömrün var, meraketme. Fikrin sönük ise, Kur'anýn güneþi altýna gir. Ýmanýn nuriyle bak ki: Yýldýz böceði olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur'an, birer yýldýz misillû sana ýþýk verir. Hem hadsiz emellerin, elemlerin vaksa; nihayetsiz bir sevap ve hadsiz bir rahmet seni bekliyor. Hem hadsiz arzularýn, makasýdýn varsa; onlarýdüþünüp muztarib olma. Onlar bu dünyaya sýðýþmaz. Onlarýn yerleri baþka diyardýr. Ve onlarýveren de baþkadýr." Hem der: "Ey insan; sen kendine mâlik deðilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadir, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ýZülcelâlin Sh: (Ha-73) memlûküsün. ضyle ise sen, kendi hayatýnýkendine yükleyip zahmet çekme, çünkü, hayatýveren O'dur Ýdare eden de O'dur. Hem dünya sahipsiz deðil ki, sen kendikafana dünya yükünü yüklettirerek ehvâlini düþünüp merak etme: çünkü onun sahibi Hakîmdir, Alîmdir. Sen de misafirsin; fuzulî olarak karýþma, karýþtýrma. Hem insanlar, hayvanlar gibi mevcudat baþý-boþ deðiller; belki vazifedar memurdurlar. Bir Hakîm-i Rahîmin nazarýndadýrlar. Onlarýn âlâm ve meþakkatlarýnýdüþünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onlarýn Hâlik-ýRahîmin rahmetinden daha ileriþefkatini sürme. Hem sana düþmanlýk vaziyetini alan mikroptan tâ, tâûn ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eþyanýn dizginleri, o Rahîm-i Hakîmin elindedirler. O hakîmdir, abes iþ yapmaz. Rahimdir, rahîmiyyeti çoktur. Yaptýðýher iþinde bir nevi lütuf var." Hem der: "Þu âlem cendan fânidir, fakat ebedi bir âlemin levazýmatýnýyetiþtiriyor. Çendan zâildir, geçicidir; fakat bâki meyveleri veriyor. bâki bir zâtýn bâki esmâsýnýn cilvelerini gösteriyor. Ve çendan lezzetleri az, elemleri çoktur: fakat Rahmân-ýRahîmin il Sh: (Ha-74) tifâtâtýzevalsiz, hakiki lezzetlerdir. Elemler ise sevap cihetiyle mânevi lezzet yetiþtiryor. Madem meþrû daire; ruh ve kalb ve nefsin bütün lezzetlerine, safalarýna, keyiflerine kâfidir. Gayr-i meþrû daireye girme. Çünkü o dairedeki bir lezzetin bâzan bin elemi var. Hem hakiki ve daimî lezzet olan iltifâtât-ýRahmâniyyeyi kaybetmeye sebebtir. Hem dalâletin yolunda sabýkan beyan edildiði gibi Esfel-i Sâfilîne insanýöyle bir sukut ettiriyor ki: Hiçbir medeniyet, hiçbir felsefe, ona çare bulamadýklarýve o derin zulümat kuyusundan hiçbir terakkiyat-ýbeþeriyye, hiçbir kemâlât-ýfenniyye insanýçýkaramadýðýhalde, Kur'an-ýHâkim, iman ve amel-i salih ile o esfel-i sâfilîne sukuttan insanýÂlâ-yýÝlliyyîne çýkarýr. Ve delâil-i kat'iyye ile çýkarmasýnýisbat ediyor ve o derin kuyuyu terakkiyat-ýmâneviyyenin basamaklariyle ve tekemmülât-ýruhiyyenin cihazatiyle dolduruyor. Hem beþerin uzun ve fýrtýnalýve daðdaðalýolan ebed tarafýndaki yolculuðunu gayet derecede teshil eder ve kolaylaþtýrýr. Bin. belki elli binsenelik mesafeyi bir günde kestirecek vesâiti gösterir. Hem Sultân-ýEzel ve Ebed olan Zât-ýZül Sh: (Ha-75) celâli tanýttýrmakla, insanýona bir me'mur-u abd ve bir vazifedar misafir vaziyetini verir. Hem dünya misafirhanesinde, hem berzahi ve uhrevî menzillerde kemal-i rahatla seyahatini temin eder. Nasýlki bir padiþahýn müstakim bir memuru, onun daire-i memleketinde, hem her vilâyetin hudutlarýndan suhuletle ve tayyare, gemi, þimendifer gibi sür'atli vasýta-i seyahatle gezer, geçer. ضyle de: Sultan-ýEzelîye îman ile intisap eden ve amel-i salih ile itaat eden bir insan, þu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahþer dairelerinden ve hâkezâ .. .kabirden sonraki bütün âlemlerin geniþ hudutlarýndan berk ve burak sür'atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyyeyi bulur. Ve þu hakikatýkat'î isbat eder. Ve asfiya ve evliyâya gösterir. Hem de Kur'anýn hakikatýder ki: Ey mü'min! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, çirkin ve noksan ve þerûr ve sana muzýr olan nefs-i emmarene verme. Onu mahbub ve onun hevasýnýkendine mâbut ittihaz etme. Belki sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, nihayetsiz bir muhabbete lâyýk, hem nihayetsiz sana ihsan edebilen, hem istikbalde seni nihayetsiz mes'ud eden, hem bütün alâkadar olduðun ve onlarýn sa Sh: (Ha-76) adetleriyle mes'ud olduðun bütün zatlarýihsanatýyla mes'ut eden, hem nihayetsiz kemalâtýbulunan ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, münezzeh, kusursuz, noksansýz, zevalsiz cemâl sahibi olan ve bütün esmâsýnihâyet derecede güzel olan ve her isminde pek çok envâr-ýhüsün ve cemâl bulunan ve cennet bütün güzellikleriyle ve nimetleriyle Onun cemâl-i rahmetini ve rahmet-i cemâlini gösteren ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemâl ve mehasin ve kemâlât, Onun cemaline ve kemâline iþaret eden ve delâlet eden ve emare olan bir zâtý, mahbub ve mâbut ittihaz et. Hem der: ey insan! Onun esmâ ve sýfâtýna ait istidad-ýmuhabbetini, sait bekasýz mevcudata verme; faidesiz mahlûkata daðýtma. Çünkü, âsâr ve mahlûkat faniiiiidirler. Fakat o âsârda ve o masnûatta nakýþlarý, cilveleri görülen Esmâ-i Hüsna, bâkidirler, dâimîdirler. Ve Esmâ ve sýfâtýn her birisinde binler meratib-i ihsan ve cemâl ve binler tabakat-ýkemâl ve muhabbet var. Sen yalnýz Rahman ismine bak ki; Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediyye bir lem'asýve dünyadaki bütün rýzk ve nîmet ve katresidir. Sh: (Ha-77) Ýþte þu müvazene, ehl-i dalâletle ehl-i imanýn hayat ve vazife cihetindeki mâhiyetlerine iþaret eden: لَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِى اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ . ثُمَّ رَدَدْ نَاهُ اَسْفَلَ سَافِلِينَ . اِلاَّ الَّذِينَ آمَنُو وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ hem netice ve âkýbetlerine iþaret eden فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَآءُ وَاْلاَرْضُ olan âyete dikkat et. Ne kadar ulvî, mu'cizane beyan ettiðimiz müvazeneyi ifade ederler. Birinci âyet: "Onbirinci Söz"de tafsilen ve âyetin i'cazkârane ve îcazkârane ifade ettiði hakikatý, o Sözde beyan edildiðinden onu oraya havale ederiz. Ýkinci âyet ise: Yalnýz bir küçük iþaretle göstereceðiz ki, ne kadar ulvî bir hakikati ifade ediyor. Þöyle ki: Þu âyet, mefhum-u muvafýk ile þöyle ferman ediyor: Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semavat ve zemin onlarýn üstünde aðlamýyorlar. Ve mefhum-u muhalif ile delâlet ediyor ki: Ehl-i îmanýn dünyadan gitmesiyle, semavat ve zemin onlarýn üstünde aðlýyor. Yâni: Ehl-i dalâlet, madem semavat ve arzýn vazifeleri Sh: (Ha-78) ni inkâr ediyor, mânalarýnýbilmiyor.onlarýn kýymetlerini ýskat ediyor. Sâni'lerini tanýmýyor. Onlara karþýbir hakaret, bir adâvet ettiðinden elbette semavat ve zemin onlara aðlamak deðil, belki onlara nefrin yani beddua ederler ve onlarýn gebermesiyle memnun olurlar. Ve mefhum-u muhalif ile der: Semavat ve arz, ehl-i imanýn ölmesiyle aðlarlar. Zira ehl-i man ise; -çünkü- semavat ve arzýn vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlarýnýtasdik ediyor. Ve onlarýn ifade ettikleri mânalarýîman ile anlýyor. "Ne kadar güzel yapýlmýþlar! Ne kadar güzel hizmet ediyorlar!" diyor. Ve onlara lâyýk kýymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ýHak hesabýna onlara ve onlar âyine olduklarýesmâya muhabbet ediyor. iþte bu sýr içindir ki, semvat ve zemin, aðlar gibi ehl-i îmanýn zevaline mahzun oluyorlar. Mühim Bir Sual Diyorsunuz ki: Muhabbet, ihtiyarî deðil. Hem ihtiyac-ýfýtriye binaen, leziz taamlarýve meyveleri severim. Peder ve valide ve evlâdlarýmýseverim. Refika-i hayatýmýseverim. Dost ve ahbablarýmýseverim. Enbiya ve evli Sh: (Ha-79) yayý severim. Hayatýmý, gençliðimi severim. Baharýve güzel þeyleri ve dünyayýseverim. Nasýl bunlarýsevmiyeceðim? Nasýl bütün bu muhabbetleri Cenâb-ýHakkýn zât ve sýfât ve esmâsýna verebilirim? Bu ne demektir? Elcevap: "Dört nükte"yi dinle. BÝRÝNCÝ NÜKTE: Muhabbet çendan ihtiyarî deðil. Fakat ihtiyar ile muhabbetin yüzü, bir mahbubtan diðer bir mahbuba dönebilir. Meselâ: Bir mahbubun çirkinliðini göstermekle veyahut asýl lâyýk-ýmuhabbet olan diðer bir mahbuba perde veya âyine olduðunu göstermekle, muhabbetin yüzü, mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir. ÝKÝNCÝ NÜKTE: Tâdâd ettiðin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onlarýCenâb-ýHakkýn hesabýna ve Onun muhabbeti nâmýna sev deriz. Meselâ: Leziz taamlarý, güzel meyveleri Cenâb-ýHakkýn ihsanýve o Rahmân-ýRahimîn in'âmýcihetinde sevmek, "Rahmân" ve "Mün'im" isimlerini sevmektir. Hem mânevi bir þükürdür. Þu muhabbet, yalnýz nefis hesabýna olmadýðýnýve Rahmân nâmýna olduðunu gösteren, meþrû dairesinde kanaatkârane kazanmak ve mütefekkirane,. müteþekkirâne yemektir. Hem peder ve valideyi þefkat ile techiz Sh: (Ha-80) eden ve seni onlarýn merhametli ellerriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabýna onlarýhürmet ve muhabbet, Cenâb-ýHakkýn muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, þefkat; Lillâh için olduðuna alâmeti þudur ki: Onlar ihtiyar olduklarýve sana hiç bir fâideleri kalmadýðýve seni zahmet vemeþakkate attýklarýzaman daha ziyade muhabbet ve hürmet ve þefkat etmektir. اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَآ اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَتَقُلْ لَهُمَآ اُفٍّ âyeti; beþ mertebe hürmet ve þefkate evlâdýdâvet etmesi, Kur'anýn nazarýnda vâlideynin hukuklarýne kadar ehemmiyetli ve ukuklarýne derece çirkin olduðunu gösterir. Madem peder; kimseyi deðil, yalnýz veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasýnýister. Onamukabil veled dahi pedere karþýhak dâva edemez. Demek valideyn ve veled ortasýnda fýtraten sebeb-i münakaþa yok. Zira münakaþa, ya gýpta ve hasedden gelir. Pederde oðluna karþýo yok. Veya münakaþa, haksýzlýktan gelir. Veledin hakkýyoktur ki pederine karþýhak dâva etsin. Pederini haksýz görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozmasýbir canavardýr. Sh: (Ha-81) Ve evlâdlarýný, o Zât-ýRahîm-i Kerîmin hediyeleri olduðu için kemâl-i þefkat ve merhamet ile onlarýsevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ýHakkýn hesabýna olduðunu gösteren alâmet ise, vefatlarýndan sabýr ile þükürdür; me'yusane feryad etmemektidir."Hâlikýmýn benim nezaretime verdiði sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi. Þimdi hikmeti iktiza etti, benden aldý, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zahirî hissem varsa, hakiki bin hise onun Hâlikýnýaittir. "Elhükmü lillâh" deyip teslim olmakdýr. Hem dost ve ahbab ise: Eðer onlar îman ve amel-i salih sebebiyle Cenâb-ýHakkýn dostlarýiseler, "El hubbu fillâh" sýrrýnca o mahabbet dahi, Hakka âittir. Hem refika-i hayatýný, Rahmet-i Ýlâhiyyenin mûnis, lâtif bir hediyesi olduðu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat, çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini baðlama. Belki, kadýnýn en câzibedar, en tatlýgüzelliði, kadýnlýða mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kýymetdar ve en þirin cemâli ise; ulvî, ciddî, samimî, nuranî þefkatidir. Þu cemâl-ýþefkat ve hüsn-ü siret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadele Sh: (Ha-82) þir. Ve o zaife ve lâtife mahlûkun hukuk-u hürmeti, o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa; hüsn-ü suretin zevaliyle, en muhtaç olduðu bir zamanda, bîçare, hakkýnýkaybeder. Hem enbiyâ ve evliyâyýsevmek; Cenâb-ýHakkýn makbul ibadýolmak cihetiyle, Cenâb-ýHakkýn nâmýna ve hesabýnadýr. Ve o nokta-i nazardan Ona aittir. Hem hayatý; Cenâb-ýHakkýn insana ve sana verdiði en kýymetdar ve hayat-ýbâkiyyeyi kazandýracak bir sermaye ve bir define ve bâki kemalatýn cihazatýnýcâmi' bir hazine cihetiyle onu sevmek, muhafaza etmek, Cenâb-ýHakkýn hizmetinde istihdam etmek, yine o muhabbet bir cihette Mâbûd'a aittir. Hem gençliðin letafetini, güzelliðini; Cenâb-ýHakkýn lâtif, þirin güzel bir nimeti nokta-i nazarýndan istihsan etmek, sevmek, hüsn-ü istîmal etmek þâkirane bir nevi muhabbet-i meþrûadýr. Hem baharý, Cenâb-ýHakkýn nûrâni esmâlarýnýn en lâtif, güzel nakýþlarýnýn sahifesi ve Sâni-i Hakîmin antika san'atýnýn en müzeyyen ve þa'þaalýbir meþher-i san'atýolduðu cihetiyle mütefekkirane sevmek, Cenâb-ýHakkýn esmâsýnýsevmektir. Sh: (Ha-83) Hem dünyayý, âhiretin mezraasýve Esmâ-ýÝlâhiyyenin âyinesi ve Cenâb-ýHakkýn mektubatýve muvakkat bir misafirhanesi cihetinde sevmek, nefs-i emmare karýþmamak þartiyle, Cenâb-ýHakka ait olur. Elhâsýl: Dünyayýve ondaki malûkatýmâna-yýharfiyle sev. Mâna-yýismiyle sevme, "Ne kadar güzel yapýlmýþ." de. "Ne kadar güzeldir." deme. Ve kalbin bâtýnýna baþka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü: Bâtýn-ýkalb, âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur. اَللَّهُمَّ ارْزُقْنَا حُبَّكَ وَحُبَّ يُقَرِّبُنَآ اِلَيْكَ de. Ýþte bütün tâdad ettiðimiz muhabbetler eðer bu suretle olsa, hem elemsiz bir lezzet verir, hem bir cihette zevalsiz bir visaldir. Hem Muhabbet-i Ýlâhiyyeyi ziyadeleþtirir. Hem meþrû bir muhabbettir. Hem ayn-ýlezzet bir þükürdür. Hem ayn-ýmuhabbet bir fikirdir. Meselâ: Nasýlki bir pâdiþah-ýâli, (Hâþi -------------- (Hâþiye) Bir zaman iki aþiret reisi bir padiþahýn huzuruna girmiþler, yazýlan aynývaziyette bulunmuþlar. Sh: (Ha-84) ye) sana bir elmayýihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var: Biri: Elma elma olduðu için sevilir. Ve elmaya, mahsus ve elma kadar bir lezzet var. Þu muhabbet padiþaha ait deðil. Belki huzurunda o elmayýaðzýna atýp yiyen adam, padiþahýdeðil elmayýsever ve nefsine muhabbet eder. Bazan olur ki: Padiþah o nefisperverane olan muhabbeti beðenmez. Ondan nefret eder. Hem elma lezzeti dahi cüz'îdir. Hem zeval bulur. Elmayýyedikten sonra o lezzet dahi gider; bir teessüf kalýr. Ýkinci muhabbet ise: Elma içinde olan ve elma ile gösterilen iltifâtât-ýþâhânedir. Güya o elma, iltifât-ýþâhânenin nümunesi ve mücessemidir diye baþýna koyan adam, padiþahýsevdiðini izhar eder. Hem iltifatýn gýlâfýolan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir. Ýþte þu lezzet ayn-ýþükrandýr. Þu muhabbet, padiþaha karþýhürmetli bir muhabbettir. Aynen bunun gibi: Bütün nîmetlere ve meyvelere, eðer onlarýn lezzetleri için muhabbet edilse, yalnýz maddî lezzetleriyle gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsânîdir. O lezzetler de geçici ve elemlidir. Eðer Cenab-ýHakkýn iltifatat-ý Sh: (Ha-85) rahmeti ve ihsanatýnýn meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatatýn derece-i lûtuflarýnýtakdir etmek suretinde kemâl-i iþtiha ile lezzet alsa; hem mânevi bir þükür, hem elemsiz bir lezzettir. ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Cenab-ýHakkýn esmâsýna karþýolan muhabbetin tabakatývar. Sâbýkan beyan ettiðimiz gibi bâzan âsâra muhabbet suretiyle semâyýsever. Bâzan esmâyý, kemalât-ýÝlâhiyyenin ünvanlarýolduðu cihetle sever. Bâzan insan, câmiiyyet-i mahiyyet cihetiyle hadsiz ihtiyacat noktasýnda esmâya muhtaç ve müþtak olur. Ve o ihtiyaçla sever. Meselâ: Sen bütün þefkat ettiðin akraba ve fukara ve zaif ve muhtaç mahlûkata karþý, acizane istimdat ihtiyacýnýhissettiðin halde; biriçýksa, istediðin gibi onlara iyilik etse, o zâtýn in'am edeci ünvanýve kerim ismi ne kadar senin hoþuna gider, ne kadar o zâtýo ünvan ile seversin. ضyle de; yalnýz Cenab-ýHakkýn Rahman ve Rahîm isimlerini düþün ki: Sen sevdiðin ve þefkat ettiðin bütün mü'min âbâ ve ecdadýnýve akraba ve ahbabýnýdünyada nimetlerin envâiyle ve cennette envâ-i lezaiz ile ve saadet-i ebediyyede onlarýsana Sh: (Ha-86) gösterip ve kendini onlara göstermesiyle mes'ud ettiði cihette, o "Rahman" ismi ve "Rahim" ünvâný, ne kadar sevilmeðe, lâyýktýrlar. ne derece o iki isme ruh-u beþer muhtaç olduðunu kýyas edebilirsin. Ve ne derece "Elhamdülillâhi alâ Rahmâniyyetihî ve alâ Rahimiyyetihî" yerindedir anlarsýn. Hem alâkadar olduðun ve periþaniyetlerinden müteessir olduðun senin bir nevi hanen ve içindeki mevcudat, senin o hanenin ünsiyetli levazýmatývesevimli müzeyyenatýhükmünde olan dünyayýve içindeki mahlûkatýkemal-i hikmet ile tanzim ve tedbir ve terbiye eden Zâtýn "Hakim" ismine ve "Mürebbi" ünvanýna senin ruhun ne kadar muhtaç, ne kadar müþtak olduðunu dikkat etsen anlarsýn. Hem bütün alâkadar olduðun ve zevâlleriyle müteellim olduðun insanlarý, mevtleri hengâmýnda adem zulümatýndan kurtarýp þu dünyadan daha güzel bir yerde yerleþtiren bir Zâtýn "Vâris" "Bâis" isimlerine "Bâki", "Kerîm","Muhyî" ve "Muhsin" ünvanlarýna ne kadar ruhun muhtaç olduðunu, dikkat etsen anlarsýn. Ýþte insanýn mahiyyeti ulviyye, fýtratýcâmia olduðundan; binler envâ-ýhâcât ile Sh: (Ha-87) binbir Esmâ-i Ýlâhîyyeye herbir ismin çok mertebelerine fýtraten muhtaçtýr. Muzaaf ihtiyaç, iþtiyaktýr. Muzaaf iþtiyâk, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi,aþktýr. Ruhun tekemmülâtýna göre, meratib-i muhabbet meratib-i esmâya göre inkiþaf eder. Bütün esmâya muhabbet dahi- Çünkü o esmâ Zât-ýZülcelâlin ünvanlarýve cilveleri olduðundan- muhabbet-i zâtiyyeye döner. Þimdi yalnýz nümune olarak binbir esmadan yalnýz "Adl" ve "Hakem" ve "Hak" ve "Rahim" isimlerinin binbir mertebelerinden bir mertebeyi beyan edeceðiz. Þöyle ki: Hikmet ve adl içindeki "Rahmânirrahim" ve "Hak" ismini âzamî bir dairede görmek istersen, þu temsile bak: Nasýlki bir orduda dörtyüz muhtelif tâifeler bulunduðunu farz ediyoruz ki; herbir tâife beðendiði elbiseleri ayrý, hoþuna gittiði erzakýayrý, rahatla istimâl edeceði silâhlarýaynýve mizacýna devâ olacak ilâçlarýayrýolduklarýhalde, bütün o dört-yüz tâife ayrýayrý, takým-bölük tefrik edilmiyerek, belki birbirine karýþýk olduðu halde, onlarýkemâl-i þefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarýndan ve mu'cizâne ilim ve ihatasýndan ve fevkalâde adelet ve hikmetinden, misilsiz bir tek padiþah onlarýn hiçbi Sh: (Ha-88) rini þaþýrmýyarak, hiçbirini unutmýyarak, bütün ayrýayrýonlara lâyýk elbise, erzak, ilâç ve silâhlarýnýmuinsiz olarak bizzat kendisi verse; o zât acaba ne kadar muktedir, müþfik, âdil, kerîm bir padiþah olduðunu anlarsýn. Çünkü bir taburda on milletten efrat bulunsa; onlarýayrýayrýgiydirmek ve teçhiz etmek çok müþkil olduðundan, bilmecburiye ne cinsten olursa olsun bir tarzda techiz edilir. Ýþte öyle de: Cenab-ýHakkýn adl ve hikmet içindeki Ýsm-i "Hak" ve "Rahmânirrahîm" in cilvesini görmek istersen, bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadýrlarýkurulmuþ muhtexem dörtyüzbin milletten mürekkep ne batat ve hayvanat-ordusuna bak ki; bütün o milletler, o taifeler birbiri içindeolduklarýhalde herbirinin libasýayrý, erzakýayrý, silâhýayrý, tarz-ýhayatýayrý, talimatýayrý, terhisatýayrýolduklarýhalde ve o hâcâtlarýnýtedârik edecek iktidarlarýve o metâlibi istiyecek dilleri olmadýðýhalde daire-i hikmet ve adl içinde mizan ve intizam ile "Hak" ve "Rahman", "Rezzak" ve "Rahim", "Kerim" ünvanlarýnýseyret, gör. Nasýl hiçbirini þaþýrmýyarak, unutmýyarak, iltibas etmiyerek terbiye ve tedbir ve idare eder. Sh: (Ha-89) Ýþte, böyle hayret verici muhit bir intizam ve mîzan ile yapýlan bir iþe baþkalarýnýn parmaklarýkarýþabilir mi? Vâhid-i Ehad, Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Külli Þey'eden baþka bu san'ata bu tedbire, bu Rubûbiyyete, bu tedvire hangi þey elini uzatabilir? Hangi sebeb müdahale edebilir? DضRDÜNCÜ NÜKTE: Diyorsun: "Benim; taamlara, nefsime, refikama, valideynime, evlâdýma, ahbabýma, evliyaya, enbiyaya, güzel þeylere, bahara, dünyaya müteallik ayrýayrýmuhtelif muhabbetlerimin Kur'an'ýn emrettiði tarzda olsa neticeleri faideleri nedir? Elcevap: Bütün neticeleri beyan etmek için büyük bir kitap yazmak lâzýmgelir. Þimdilik yalnýz icmâlen bir-iki neticeye iþaret edilecek. Evvelâ, dünyadaki muaccel neticeleri beyan edilecek. Sonra âhirette tezahür eden neticeleri zikredilecek. Þöyle ki: Sâbýkan beyan edildiði gibi .. ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzýnda ve nefis hesabýna olan muhabbetlerin dünyada belâlarý, elemleri, meþakkatleri çoktur; safâlarý, lezzetleri, rahatlarýazdýr. Meselâ: Þefkat acz yüzünden elemli bir musibet olur. Muhabbet, firak yüzünden Sh: (Ha-90) belâlýbir hýrkat olur. Lezzet, zeval yüzünden zehirli bir þerbet olur. Âhirette ise; Cenab-ýHakkýn hesabýna olmadýklarýiçin, ya faidesizdir veya azaptýr, eðer harama girmiþ ise. Suâl: Enbiya ve Evliyaya muhabbet. nasýl fâidesiz kalýr? Elcevap:Ehl-i Teslisin Ýsa Aleyhisselâma ve Râfizilerin Hazret-i Ali Radýyallahu Anh'a muhabbetleri fâidesiz kaldýðýgibi. Eðer o muhabbetler, Kur'an'ýn irþad ettiði tarzda ve Cenab-ýHakkýn hesabýna ve muhabbet-i Rahman nâmýna olsalar; o zaman hem dünyada, hem âhirette güzel neticeleri var. Amma dünyada ise: Leziz taamlarý, güzel meyvelere muhabbetin, elemsiz bir nimet ve ayn-ýþükür bir lezzettir. Nefsine muhabbet ise, ona acýmak, terbiye etmek zararlýhevesattan men'etmektir. O vakit nefis sana binmez, seni hevâsýna esir etmez. Belki sen nefsine binersin. Onu hevâya deðil, hudâya sevkedersin. Refika-i hayatýna muhabbetin, madem hüsn-ü sîret ve mâden-i þefkat hediyye-i rahmet olduðuna bina edilmiþ. O refikaya samimî muhabbet ve merhamet edersen, o da sana ciddî hürmet ve muhabbet eder. Ýkiniz Sh: (Ha-91) ihtiyar oldukça o hal ziyadeleþir; mes'ûdâne hayatýnýgeçirirsin. Yoksa; hüsn-ü surete muhabbet nefsâni olsa, o muhabbet çabuk bozulur. Hüssn-ü muaþereti de bozar. Peder ve valideye karþýmuhabbetin, Cenab-ýHak hesabýna olduðu için, hem bir ibadet, hem de onlar ihtiyarlandýkça hürmet ve muhabbeti ziyadeleþtirirsin. En âli bir his ile en merdane bir himmet ile onlarýn tûl-i ömrünü ciddi arzu edip bekalarýna dua etmek, tâ"Onlarýn yüzünden daha ziyade sevap kazanýyým." diye samimî hürmetle onlarýn elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhânî almaktýr. Yoksa; nefsanî, dünya itibariyle olsa, onlar ihtiyar olduklarýve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman en süfli ve en alçak bir his ile vücutlarýnýistiskal etmek, sebeb-i hayatýn olan o muhterem zatlarýn mevtlerini arzu etmek gibi vahþî, kederli ruhanî bir elemdir. Evlâdýna muhabbet ise- Cenab-ýHakkýn senin nezaretine ve terbiyene emanet ettiði sevimli, ünsiyetli o mahlûklara muhabbet ise-; saaddetli bir muhabbet, bir nîmettir. Ne musîbetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle me'yûsane feryad edersin. Sâbýkan geçtiði gibi. "Onlarýn Hâliklarýhem Ha Sh: (Ha-92) kîm, hem Rahîm olduðundan, onlar hakkýnda o mevt, bir saadettir." dersin. Senin hakkýnda da, onlarýsana veren Zâtýn rahmetini düþünürsün. Firak eleminden kurtulursun. Ahbablara muhabbetin ise: Madem Lillâh içindir; o ahbablarýn firaklarý, hattâ ölümleri sohbetinize ve uhuvvetinize mâni olmadýðýiçin, o mânevi muhabbet ve ruhâni irtibattan istifade edersin. Ve mülâkat lezzeti daimî olur. Eðer Lillâh için olmazsa, bir günlük mülâkat lezzeti yüz günlük firak elemini netice verir. (Hâþiye) Enbiya ve Evliyaya muhabbetin ise: Ehl-i gaflete karanlýklýbir vahþetgâh görünen âlem-i berzah, o nurânilerin vücutlariyle tenevvür etmiþ menzilgâhlarýsuretinde sana göründüðü için, o âleme gitmeðe tevahhuþ, tedehhüþ deðil, belki bilâkis temayül ve istiyak hissini verir. Hayat-ýdünyeviyyenin lezzetini kaçýrmaz. Yoksa, onlarýn muhabbeti, ehl-i medeniyetin meþâhir-i insaniyyeye muhabbeti nev'inden olsa, o kâmil insanlarýn fena ve zevallerini ve mâzi denilen mezar-ýekberinden çürümelerini düþünmekle elemli ha __________ (Hâþiye) Lillâh için bir saniye mülâkat, bir senedir. Dünya için olsa, bir sene bir saniyedir. Sh: (Ha-93) yatýna bir keder daha ilâve eder. Yani: "ضyle kâmilleri çürüten bir mezara ben de gideceðim." diye düþünür, mezaristana endiþeli bir nazarla bakar. "Ah!" çeker. Evvelki nazarda ise; cisim libasýnýmazide býrakýp, kendileri istikbal salonu olan berzah âleminde kemâl-i rahatla ikametlerini düþünür, mezaristana unsiyetkârane bakar. Hem güzel þeylere muhabbetin madem Sâni'leri hesabýnadýr, "Ne güzel yapýlmýþlar." tarzýndadýr. O muhabbetin, bir leziz tefekkür olduðu halde; hüsün-perest, cemâl-perest zevkinin nazarýnýdaha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel cemâl mertebelerinin definelerine yol açar, baktýrýr. Çünkü o güzel âsârdan, ef'âl-i Ýlâhiyyenin güzelliðine intikal ettirir. Ondan esmânýn güzelliðine, ondan sýfâtýn güzelliðine, ondan Zât-ýZülcelâlin cemâl-i bîmisâline karþýkalbe yol açar. Ýþte bu muhabbet bu surette olsa; hem lezzetlidir, hem ibadettir ve hem tefekkürdür. Gençliðe muhabbetin ise: Madem Cenab-ýHakkýn güzel bir nîmeti cihetinde sevmiþsin; elbette onu ibadette sarfedersin, sefahette boðdurup öldürmezsin. ضyle ise, o gençlikte Sh: (Ha-94) kazandýðýn ibadetler, o fani gençliðin bâki meyveleridir. Sen ihtiyarlandýkça gençliðin iyilikleri olan bâkî meyvelerini elde ettiðin halde; gençliðinzararlarýndan, taþkýnlýklarýndan kurtulursun. Hem ihtiyarlýkta dahi ziyade ibadete muvaffakýyet ve merhamet-i Ýlâhiyeye daha ziyade liyakat kazandýðýnýdüþünürsün. Ehl-i gaflet gibi beþ-on senelik bir gençlik lezzetine mukabil, elli senede "Eyvah gençliðim gitti." diye teessüf edip, gençliðe aðlamýyacaksýn. Nasýlki, öylelerin birisi demiþ: لَيْتَ الشَّبَابَةَ يَعُودُ يَوْمًا فَاُخْبِرَهُ بِمَا فَعَلَ اْلمَشِيبُ Yâni: "Keþke gençliðim bir gün dönse idi; ihtiyarlýk benim baþýma neler getirdiðini þekva ederek haber verecektim." Bahar gibi zînetli meþherlere muhabbet ise: Madem san'at-ýÝlâhiyyeyi seyran itibariyledir. O baharýn gitmesiyle, temaþa lezzeti zail olmaz. Çünkü bahar; yaldýzlýbir mektup gibi, verdiði mânalarýher vakit temaþa edebilirsin. Senin hayalin ve zaman: ikisi de sinema þeridleri gibi sana o temaþa lezzetini idame ettirmekle beraber, o baharýn mânalarýn, güzelliklerin sana tazelendirirler. O va Sh: (Ha-95) kit muhabbetin esefli, elemli, muvakkat olmaz; lezzetli, safalýolur. Dünyaya muhabbetin ise; madem Cenab-ýHakkýn nâmýnadýr, o vakit dünyanýn dehþetli mevcudatýsana ünsiyetli birer arkadaþ hükmüne geçer. Mezraa-i âhiret cihetiyle sevdiðin için; her þeyin de âhirete fâide verecek bir sermaye, bir meyve alabilirsin. Ne musibetleri sana dehþet verir, ne zeval ve fenasýsana sýkýntýverir. Kemal-i rahatla o misafirhanede müddet-i ikâmetini geçirirsin. Yoksa ehl-i gaflet gibi seversen, yüz defa sana söylemiþiz ki: sýkýntýlý, ezici, boðucu fenaya mahkûm neticesiz bir muhabbet içindeboðulur gidersin. Ýþte bâzýmahbublarýn, Kur'anýn irþad ettiði surette olduðu vakit, her birisinden yüzde ancak bir letafetini gösterdik. Kur'anýn gösterdiði yolda olmazsa, yüzden bir mazarratýna iþaret ettik. Þimdi þu mahbublarýn dâr-ýbekada. âlem-i âhirette Kur'an-ýHakimin âyât-ýbeyyinatiyle iþaret ettiði neticeleri iþitmek ve anlamak istersen; iþte o çeþit meþrû muhabbetlerin dâr-ýâhiretteki neticelerini "Bir Mukaddime" ve "Dokuz Ýþaret"le her birisinin yüzden bir fâidesini icmâlen göstereceðiz: Sh: (Ha-96) Mukaddime: Cenab-ýHak, celil Ulûhiyetiyle, cemîl rahmetiyle, kebîr Rubûbiyyetiyle, kerîm re'fetiyle, azîm kudretiyle, lâtif hikmetiyle; þu küçük insanýn vücudunu bu kadar havas ve hissiyat ile, bu derece cevahir ve cihazat ile ve muhtelif âza ve âlât ile ve mütenevvi letâif ve mâneviyat ile techiz ve tezyin etmiþtir ki; tâ, mütenevvi ve pek çok âlât ile hadsiz envâ-ýnîmetini, aksam-ýihsanatýný, tabakat-ýrahmetini o insana ihsas etsin, bildirsin, tattýrsýn, tanýttýrsýn. Hem tâ binbir esmâsýnýn hadsiz envâ-ýtecelliyatlarýný, insana o âlât ile bildirsin, tattýrsýn sevdirsin ve o insandaki pek kesretli âlât ve cihazatýn herbirisinin ayrýayrýhizmeti, ubudiyeti olduðu gibi, ayrýayrý lezzeti, elemi. vazifesi ve mükâfatývardýr. Meselâ: Göz, suretlerdeki güzellikleri ve âlem-i mübassaratta güzel mu'cizat-ýkudretin envâýnýtemaþa eder. Vazifesi, nazar-ýibretle Sâniine þükrandýr. Nazara mahsus lezzet ve elem mâlûmdur, târife hâcet yok. Meselâ Kulak, sadâlarýn envâlarýný, lâtif naðmelerini ve mesmûat âleminde Cenab-ýHakkýn letâif-i rahmetini hisseder. Ayrýbir ubudiyet, ayrýbir lezzet, ayrýda bir mükâfatývar. Sh: (Ha-97) Meselâ: Kuvve-i þâmme, kokular tâifesindeki letâif-i rahmeti hisseder. Kendine mahsus bir vazife-i þükraniyyesi, bir lezzeti vardýr. Elbette mükâfatýdahi vardýr. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, bütün mat'ûmâtýn ezvâkýnýanlamakla gayet mütenevvi bir þükr-ü mânevi ile vazife görür, ve hakeza.... Bütün cihazat-ýinsaniyenin ve kalb ve akýl ve ruh gibi büyük ve mühim letâifin böyle ayrýayrývazifeleri, lezzetleri ve elemleri vardýr. Ýþte Cenab-ýHak ve Hakîm-i Mutlak, bu insanda istihdam ettiði bu cihazatýn elbette her birerlerine lâyýk ücretlerini verecektir. O müteaddid envâ-ýmuhabbetin, sâbýkan beyan edilen dünyadaki muaccel neticelerini, herkes vicdan ile hisseder. Ve bir hads-i sâdýk ile isbat edilir. Âhiretteki neticeleri ise; kat'iyyen vücutlarýve tahakkuklarý, icmâlen Onuncu Sözün Onikinci Hakikat-ýkatýa-i sâtýasýyla ve Yirmidokuzuncu Sözün altýesas-ýbâhiresiyle isbat edildiði gibi, tafsilen اَصْدَقُ الْكَلاَمِ وَاَبْلَغُ النِّظَاِ كَلاَمُ اللَّهِ الْمَلِكِ الْعَزِيزِ الْعَلاَّمِ olan Kur'an-ýHakîmin âyât-ýbeyyinatýyla tasrih ve telvih ve remiz ve iþaretiyle kat' Sh: (Ha-98) iyyen sabittir. Daha uzun bürhanlarýgetirmeðe lüzum yok. Zaten baþka Sözlerde ve Cennete dair Yirmisekizinci Sözün arabî olan Ýkinci Makamýnda ve Yirmidokuzuncu Söz'de çok bürhanlar geçmiþtir. BÝRÝNCÝ ÝÞARET: Leziz taamlara, hoþ meyvelere þâkirane muhabbet-i meþrûanýn uhrevi neticesi;- Kur'anýn nassiyle- Cennete lâyýk bir tarzda leziz taamlarý, güzel meyveleridir. Ve o taamlara ve meyvelere müþtehiyane bir muhabbettir. Hattâ dünyada yediðin meyve üstünde söylediðin "Elhamdülillâh" kelimesi, Cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir. Burada meyve yersin. Orada "Elhamdülillâh" yersin. Ve nimette ve taam içinde in'âm-ýÝlâhiyi ve iltifât-ýRahmâni'yi gördüðünden; o lezzetli þükr-ü mânevi, cennette gayet leziz bir taam suretinde sana verileceði; Hadîsin nassýyla. Kur'anýn iþârâtýyla ve hikmet ve rahmetin iktizasýyla sabittir. ÝKÝNCÝ ÝÞARET: Dünyada meþrû bir surette nefsine muhabbet, yani: Mehâsinine biiina edilen muhabbet deðil, belki noksaniyetlerini görüp tekmil etmeðe bina edilen þefkat ile onu terbiye etmek ve onu hayra sevket Sh: (Ha-99) mek neticesi; o nefse lâyýk mahbublarýCennette veriyor. Nefis, madem dünyada hevâ ve hevesini Cenab-ýHak yolunda hüsn-ü istîmal etmiþ. Cihâzâtýný, duygularýnýhüsn-ü suretle istihdam etmiþ. Kerîm-i Mutlak, ona dünyadaki meþrû veubudiyetkârane muhabbetin neticesi olarak Cennette, Cennetin yetmiþ ayrýayrýenvâ-ýzînet ve letâfetinin nümuneleri olan yetmiþ muhtelif hulleyi giydirip, nefisteki bütün hasseleri memnun edecek, okþayacak yetmiþ envâ-ýhüsün ile vücudunu süslendirip, herbiri ruhlu küçük birer cennet hükmünde olan hurileri o dâr-ýbekada vereceði pekçok âyât ile tasrih ve isbat edilmiþtir. Hem dünyada gençliðe muhabbet, yani ibadette gençlik kuvvetini sarfetmenin neticesi; dâr-ýsaadette ebedî bir gençliktir. ÜÇÜNCÜ ÝÞARET: Refika-i hayatýna meþrû dairesinde; yâni latif þefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü sîretine binaen samimi muhabbet ile, refika-i hayatýnýda nâþizelikten, sair günahlardan muhafaza etmenin netece-i uhreviyyesi ise: Rahîm-i Mutlak, o refika-i hayatý, hurilerden daha güzel bir surette ve daha zinetli bir tarzda daha câzibedar bir Sh: (Ha-100) þekilde ona dâr-ýsaadette ebedi bir refika-i hayatýve dünyadaki eski maceralarýbirbirine mütelezzizane nakletmek ve eski hâtýratýbirbirine tahattur ettirecek enis, lâtif, ebedî bir arkadaþ, bir muhib ve mahbub olarak verileceðini vâdetmiþtir. Elbette vâdettiði þeyi kat'î verecektir. DضRDÜNCÜ ÝÞARET: Valideyn ve evlâda muhabbet-i meþrûanýn neticesi: -Nass-ýKur'an ile- Cenab-ýErhamürrâhimîn; onlarýn makamlarýayrýayrýda olsa. yine o mes'ûd aileye sâfi olarak lezzet-i sohbeti. Cennete lâyýk bir hüsn-ü muaþeret suretinde dâr-ýbekada ebedi mülâkat ile ihsan eder. Ve onbeþ yaþýna girmeden, yâni hadd-i bülûða vasýl olmadan vefat eden çocuklar, وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ ile tâbir edilen cennet çocuklarýþeklinde ve cennete lâyýk bir tarzda gayet süslü, sevimli bir surette onlarýCennette dahi peder ve vâlidelerinin kucaklarýna verir. Veled-perverlik hislerini memnun eder. Ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden ebedî, sevimli, þirin çocuk olarak kalacaklar. Dünyadaki her lezzetli þeyin en âlâsýCennet Sh: (Ha-101) te bulunur. Yalnýz çok þirin olan veled-perverlik. yâni çocuklarýnýsevip okþamak zevki- Cennet tenasül yeri olmadýðýndan- Cennette yoktur zannedilirdi. iþte bu surette o dahi vardýr. Hem en zevkli ve en þirin bir tarzda vardýr. Ýþte kablelbülûð evlâdývefat edenlere müjde!.. BEÞÝNCÝ ÝÞARET: Dünyada "Elhubbu Fillâh" hükmünce, salih ahbablara muhabbetin neticesi: Cennette عَلَى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ ile tâbir edilen, karþýkarþýya kurulmuþ cennet iskemlelerinde oturup hoþ, þirin, güzel, tatlýbir surette dünya maceralarýnýve kadîm olan hâtýratlarýnýberbirine nakledip eðlendirmeleri suretinde firaksýz, sâfi bir muhabbet ve sohbet suretinde ahbablarýyla görüþtüreceði, Kur'anýn nassýyla sabittir. ALTINCI ÝÞARET: Enbiya ve evliyaya Kur'anýn târif ettiði tarzda muhabbetin neticesi: O enbiya ve evliyanýn þefaatlarýndan berzahta, haþirde istifade etmekle beraber gayet ulvî ve onlara lâyýk makam ve füyûzattan o muhabbet vasýtasiyle istifade etmektir. Sh: (Ha-102) Evet, اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sýrrýnca. âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiði âli makam bir zatýn tebaiyyetiyle girebilir. YEDÝNCÝ ÝÞARET: Güzel þeylere ve bahara meþrû muhabbetin, yani "Ne kadar güzel yapýlmýþ" nazar ile o âsârýn arkasýndaki ef'âlin güzelliðini ve intizamýnýve intizam-ýef'âlin arkasýndaki güzel Esmânýn cilvelerini ve o güzel Esmânýn arkasýnda sýfâtýn tecellîyatýnýve hâkeza.. sevmekliðin neticesi ise: Dâr-ýbekada, o güzel gördüðü masnûattan bin defa daha güzel bir tarzda Esmânýn cilvesini ve Esmâ içindeki cemâl ve sýfâtýnýCennette görmektir. Hattâ خman-ýRabbânî Radýyallahü anh demiþ ki: "Letâif-i Cennet cilve-i Esmânýn temessülâtýdýr." Teemmel!" SEKÝZÝNCÝ ÝÞARET: Dünyada dünyanýn âhiret mezraasýve Esmâ-i Ýlâhiyye âyinesi olan iki güzel yüzüne karþýmütefekkirane muhabbetin uhrevi neticesi: Dünya kadar fakat fâni dünya gibi fâni deðil.. bâki bir cennet verilecektir. Hem dünyada yalnýz zaif gölgeleri gösterilen Esmâ o Cennetin âyinelerinde en þa'þaalýbir surette gösterilecektir. Hem dünyayý, mezraa-i âhiret yüzünde sevmenin Sh: (Ha-103) neticesi: Dünyayýfidanlýk, yani ancak fidanlarýbir derece yetiþtiren küçük bir mezraasýhükmünde olacak öyle bir Cenneti verecek ki; dünyada havas ve hissiyat-ýinsaniyye küçük fidanlar olduðu halde, Cennette en mükemmel bir surette inkiþaf ve dünyada tohumcuklar hükmünde olan istidatlarýenvâ-ýlezâiz ve kemalât ile sünbüllenecek surette ona verileceði, rahmetin ve hikmetin muktezasýolduðu gibi, hadîsin nusûsiyle ve Kur'anýn iþâratiyle sabittir. Hem madem, dünyanýn her hatanýn baþýolan mezmum muhabbeti deðil, belki Esmâya ve âhirete bakan iki yüzün Esmâ ve âhiret için sevmiþ ve ibâdet-i fikriyye ile o yüzleri mâmur etmiþ, güya bütün dünyasiyle ibadet etmiþ: elbette dünya kadar bir mükâfat almasý. muktezâ-yýrahmet ve hikmettir. Hem madem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasýnýsevmiþ ve Cenab-ýHakkýn muhabbetiyle âyine-i esmâsýnýsevmiþ. Elbette dünya gibi mahbub ister. O da dünya kadar bir cennettir. Sual: O kadar büyük bir hâli bir Cennet neye yarar? Elcevap: Nasýl ki eðer mümkün olsa Sh: (Ha-104) idi, hayal sür'atiyle zeminin aktarýnýve yýldýzlarýn ekserisini gezsen, "Bütün âlem benimdir." diyebilirsin. Melâike ve insan ve hayvanlarýn iþtirakleri, senin o hükmünü bozmaz. ضyle de: o cennet dahi dolu olsa "O Cennet benimdir.> diyebilirsin. Hadiste: sýrrý, Yirmisekizinci Sözde ve ihlâs Lem'-asýnda beyan edilmiþtir. DOKUZUNCU ÝÞARET: Ýman ve Muhabbetullahýn neticesi: Ehl-i keþif ve tahkikýn ittifakiyle; dünyanýn bin sene hayat-ýmes'ûdânesi bir saatine deðmeyen cennet hayatý.. ve cennet hayatýnýndahi bin senesi, birsaat müþahedesine deðmeyen bir kudsû, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olan Zât-ýZülcelâlin müþahedesi, rü'yetidir ki: (Hâþiye) Hadis-i kat'î ile ve Kur'anýn nassiyle sabittir. Hazreti-i Süleyman Aleyhisselâm gibi muhteþem bir kemâl ile meþhur bir zatýn rü'ye _________ (Hâþiye) Hadisin nassýyla: "O þuhud bütün lezâiz-i Cennetin o derece fevkýndedir ki. onlarýunutturur. Ve þuhuddan sonra ehl-i þuhudun hüsn-ü cemâli o derece fazlalaþýr ki: döndükleri vakit, saraylarýndaki âileleri çok dikkat ile zor ile onlarýtanýyabilirler."Hadisde vârid olmuþtur. Sh: (Ha-105) ne iþtiyaklýbir merak, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi bir cemâl ile mümtaz bir zatýn þuhuduna meraklýbir iþtiyak. herkes vicdanen hisseder. Acaba dünyanýn bütün mehâsin ve kemalâtýndan binler derece yüksek olan cennetin bütün mehâsin ve kemâlâtýbir cilve-i cemâli ve kemâli olan bir Zâtýn rü'yeti; ne kadar mergûb ve merak-âver ve þuhudu, ne derece matlub ve iþtiyak-âver olduðunu kýyas edebilirsen et. اَللَّهُمَّ ارْزُقْنَا فِى الدُّنْيَا حُبَّكَ وَهُبَّ يُقَرِّبُنَآ اِلَيْكَ وَالاِسْتِقَامَةَ كَمَآ اَمَرْتَ وَفِى اْلاَخِرَةِ رَحْمَتَكَ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَعَلَىاَلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ آمِينَ *** Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge