EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 YÝRMÝDÖRDÜNCÜ SÖZÜN ÝKÝNCÝ MAKAMININ BEÞÝNCÝ DALI BEÞÝNCÝ DAL: Beþinci Dalýn "Beþ Meyve"si var. Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim!. Ey dünyaperest arkadaþým!. Muhabbet, þu kâinatýn bir sebeb-i vücududur. Hem, þu kâinatýn râbýtasýdýr. Hem, þu kâinatýn nurudur, hem hayatýdýr. Ýnsan, kâinatýn en câmi' bir meyvesi olduðu için, kâinatý istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeði olan kalbine dercedilmiþtir. Ýþte, þöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyýk olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. Ýþte ey nefis ve ey arkadaþ! Ýnsanýn havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz fýtratýnda dercolunmuþtur. Alâ-külli-hal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlýk'a müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elim bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, bilâlý bir musibettir. Çünki: Sen öylelerden korkarsýn ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamýný kabul etmez. Þu halde havf, elim bir belâdýr. Muhabbet ise, sevdiðin þey, ya seni tanýmaz, "Allaha ýsmarladýk" demeyip gider. -Gençliðin ve malýn gibi- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzi aþklarda yüzde doksandokuzu, mâþukundan þikâyet eder. Çünki: Samed âyinesi olan bâtýn-ý kalb ile sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiþ etmek, o mahbublarýn nazarýnda sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fýtrat, fýtrî ve lâyýk olmýyan þey'i reddeder, atar. (Þehvâni sevmekler, bahsimezden hariçtir.) Demek, sevdiðin þeyler ya seni tanýmýyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin raðmýna müfarakat ediyor. Madem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfýn lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun.Evet, Hâlik-ý Zülcelâlinden havf etmek, O'nun rahmetinin þefkatýna yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçýdýr; Onun rahmetinin kucaðýna atar. Mâlumdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sînesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki: Þefkat sînesine celbediyor. Halbuki, bütün validelerin þefkatleri, rahmet-i Ýlâhiyyenin bir lem'asýdýr. Demek, havfullah'da bir azim lezet vardýr. Madem havfullahýn böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahda ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduðu malûm olur. Hem Allah'tan havf eden, baþkalarýn kasavetli, belâlý havfýndan kurtulur. Hem Allah hesabýna olduðu için, mahlûkata ettiði muhabbet dahi, firaklý, elemli olmuyor. Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, (Sh»Tls:137) sonra zîhayat mahlûklarý, sonra kâinatý, dünyayý sever. Bu dairelerin herbirisine karþý alâkadardýr. Onlarýn lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteelim olabilir.Halbuki, þu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranýnda hiçbir þey kararýnda kalmadýðýndan bîçâre kalb-i insan, her vakit yaralanýyor. Elleri yapýþtýðý þeylerle,o þeyler gidip ellerini paralýyor, belki koparýyor. Daima ýztýrap içinde kalýr, yahut gaflet ile sarhoþ olur. Madem öyledir, ey nefis!Aklýn varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, þu belâlardan kurtul. Þu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eþyâyý O'nun nâmiyle ve O'nun âyinesi olduðu cihetle ýztýrapsýz sevebilirsin. Demek, þu muhabbet doðrudan doðruya kâinata sarfedilmemek gerektir.Yoksa, muhabbet, en leziz bir ni'met iken, en elim bir nýkmet olur. Bir cihet kaldý ki, en mühimmi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mâbud ve mahbub yapýyorsun. Herþey'i nefsine feda ediyorsun. Âdeta bir nevi Rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtýnda sevilir. Yahut menfaattir, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtýnda muhabbet edilir. Þimdi ey nefis! Birkaç sözde kat'î isbat etmiþiz ki, asýl mahiyetin; kusur, naks, fakr, acizden yoðrulmuþtur ki, zulmet karanlýðýn derecesi nisbetinde nurun parlaklýðýný gösterdiði gibi, zýddiyet îtibariyle sen, onlarla Fâtýr-ý Zülcelâl'in Kemal, Cemal, Kudret ve Rahmetine âyinedarlýk ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet deðil, belki adâvet etmelisin veyahut acýmalýsýn veyahut mutmainne olduktan sonra þefkat etmelisin. Eðer nefsini seversen, çünki: Senin nefsin lezzet ve menfaatin menþeidir. Sen de, lezet ve menfaatin zevkine meftunsun. O zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-ý nefsiyeyi, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yýldýz böceði gibi olma.Çünki: O, bütün ahbabýný ve sevdiði eþyayý karanlýðýn vahþetine gark eder, nefsinde bir lem'acýk ile iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, btün alâkadar olduðun ve bütün menfaatleriyle intifa' ettiðin ve saadetleriyle mes'ud olduðun mevcudatýn ve bütün kâinatýn menfaatleri, ni'metleri, iltifatýna tâbi bir mahbub-u Ezelî'yi sevmekliðin lâzýmdýr. Tâ, hem kendinin, hem bütün onlarýn saadetleriyle mütelezziz olasýn. Hem Kemâl-i Mutlak'ýn Muhabbetinden aldýðýn nihayetsiz bir lezzeti alasýn. Zâten sana, sende senin nefsine olan þedid muhabbetin, O'nun zâtýna karþý muhabbet-i zâtiyyedir ki, sen sû-i istimal edip kendi zâtýna sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yýrt, Hüve'yi göster ve kâinata daðýnýk bütün muhabbetlerin, O'nun esmâ ve sýfâtýna karþý verilmiþ bir muhabbettir. Sen sû-i istimal etmiþsin. Cezasýný da çekiyorsun. Çünki: Yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-ý (Sh»Tls:138) meþruanýn cezasý, merhametsiz bir musîbettir. Rahmân-ür-Rahîm ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularýna câmi' bir meskeni, senin cismanî hevesatýna ihzar eden ve sair esmâsiyle senin ruhun, kalbin, sýrrýn, aklýn ve sair letâifin arzularýný tatmin edecek ebedî ihsanatýný o Cennet'te sana müheyya eden ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelî'in elbette bir zerre muhabbeti, kâinata, bedel olabilir. Kâinat O'nun bir cüz'î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, O Mahbub-u Ezelî'nin kendi Habibine söylettirdiði þu Fermân-ý Ezelîyi dinle, ittiba et: اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ الله Ýkinci Meyve: Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfât-ý lâhika deðil, belki netice-i ni'met-i sâbýkadýr. Evet, biz ücretimizi almýþýz. Ona göre hizmetle ve ubûdiyyetle muvazzafýz. Çünki: Ey nefis! Hayr-ý mahz olan vücudu sana giydiren Hâlik-ý Zülcelâl, sana iþtihalý bir mîde verdiðinden Rezzak ismiyle bütün ma'ûmatý bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuþtur. Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiðinden, o hayat dahi bir mîde gibi rýzýk ister. Göz, kulak gibi bütün duygularýn, eller gibidir ki, ruy-i zemin kadar geniþ bir sofra-i ni'meti, o ellerin önüne koymuþtur. Sonra mânevi çok rýzýk ve ni'metler istiyen insaniyeti sana verdiðinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniþ bir sofra-i ni'met, o mîde-i insaniyetin önüne ve aklýn eli yetiþecek nisbette sana açmýþtýr. Sonra nihayetsiz ni'metleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddi eden ve insâniyet-i kübrâ olan Ýslâmiyeti ve îmaný sana verdiðinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sýfât-ý mukaddesenin dairesine þâmil bir sýfra-i ni'met ve saadet ve lezzet sana fethetmiþtir. Sonra imanýn bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-i mütenâhi bir sofra-i ni'met ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiþtir. Yâni, cismaniyetin itibâriyle küçük, zaif, âciz zelîl, mukayyed, mahdut bir cüz'sün. O'nun ihsaniyle cüz'î bir cüz'den, küllî bir küll-ü nûrani hükmüne geçtin. Zira, hayatý sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyyeti vermekle hakikî külliyete; ve Ýslâmiyeti vermekle ulvî ve nûrani bir külliyete; ve mârifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çýkarmýþ. Ýþte ey nefis! sen bu ücreti almýþsýn. Ubûdiyyet gibi lezzetli, ni'metli, rahatlý, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tenbellik ediyorsun. Eðer yarým yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuþ gibi, çok büyük þeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem, "Niçin duam kabûl olmadý" diye nazlanýyorsun. Evet senin hakkýn naz deðil, niyazdýr. Cenâb-ý Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyyeyi, mahz-ý fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, dâima rahmet ve keremine iltica et. Ona güven ve þu fermâný dinle: (Sh»Tls:139) قُلْ بِفَضْلِ اللهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَالْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ Eðer desen: "Þu küllî hadsiz ni'metlere karþý, nasýl þu mahdut ve cüz'î þükrümle mukabele edebilirim?" Elcevab: Küllî bir niyyetle, hadsiz bir îtikad ile... Meselâ: Nasýlki, bir adam beþ kuruþ kýymetinde bir hediye ile,bir padiþahýn huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara deðer hediyeler, makbul adamlardan gelmiþ, orada dizilmiþ. Onun kalbine gelir: "Benim hediyem hiçtir, ne yapayým." Birden der: "Ey seyyidim! Bütün þu kýymetdar hediyeleri kendi nâmýma sana takdim ediyorum. Çünki: Sen onlara lâyýksýn. Eðer benim iktidarým olsaydý, bunlarýn bir mislini sana hediye ederdim." Ýþte hiç ihtiyacý olmýyan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padiþah, o bîçârenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyakatýný, en büyük bir hediye gibi kabûl eder. Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazýnda (Ettehýyyâtü lillâh) der. Yani bütün mahlûkatýn hayatlarýyla sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyyetlerini, ben kendi hesabýma, umumumu sana takdim ediyorum. Eðer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem,sen onlara, hem daha fazlasýna lâyýksýn. Ýþte þu niyyet ve îtikad, pek geniþ bir þükr-ü küllîdir. Nebatatýn tohumlarý ve çekirdekleri, onlarýn niyetleridir. Hem meselâ: Kavun, kalbinde, nüveler suretinde bin niyyet eder ki, "Yâ Hâlikým! Senin Esmâ-i Hüsnânýn nakýþlarýný yerin bir çok yerlerinde ilân etmek isterim. " Cenâb-ý Hak, gelecek þeylerin nasýl geleceklerini bildiði için, onlarýn niyyetlerini bilfiil ibâdet gibi kabûl eder. "Mü'minin niyyeti, amelinden hayýrlýdýr." Þu sýrra iþaret eder. Hem: سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَرِضَاءَ نَفِسِكَ وَزِنَةِ عَرِشِكَ وَمِدَادِ كَلِمَاتِكَ وَنُسَبِّحُكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ اَنْجِيَائِكَ وَاَوْلِيَائِكَ وَمَلَئِكَتِكَ gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti þu sýrdan anlaþýlýr. Hem nasýl, bir zâbit, bütün neferatýnýn yekûn hizmetlerini kendi namýna padiþaha takdim eder. Öyle de: Mahlûkata zâbitlik eden; ve hayvanat ve nebatâta kumandanlýk yapan; ve mevcudat-ý arziyeye halifelik etmeye kâbil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telâkki eden insan, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّكَ نَسْتَعِينُ der. Bütün halkýn ibadetlerin ve istiânelerini, kendi nâmýna Mâbud-u Zülcelâl'e takdim eder. Hem: (Sh»Tls:140) سُبْحَانَكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِاَلْسِنَةِ جَمِيعِ مَصْنُوعَاتِكَ der. Bütün mevcudatý kendi hesabýna söyletirir.Hem: اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مَحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ وَمُرَكَّبَاتِهَا der.Herþey nâmýna bir salâvat getirir. Çünki: Herþey, Nur-u Ahmedî (A.S.M) ile alâkadardýr. Ýþte, tesbihatta, salâvatlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla. Üçüncü Meyve: Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü, bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittiba et. Çünki: Bir muamele-i þer'iyye tatbik-ý amel ettiðin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ: Birþey'i satýn aydýn. Ýcab ve kabul-ü þer'iyyeyi tatbik ettiðin dakikada, o âdi alýþ veriþin bir ibadet hükmünü alýr. O tahattur-u hükm-ü þer'î bir tasavvur-u vahy verir. O dahi, Þârii düþünmekle bir teveccüh-ü Ýlâhî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ý ebediyyeye medar olacak olan faideler elde edilir. فَاَمِنُوا بِاللهِ ورَسُولِهِ النَّبِيِّ الاُمِّيِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ fermânýný dinle. Þeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmlarý içinde cilveleri intiþar eden Esmâ-i Hüsnânýn herbir isminin feyzi tecellisine bir mazhar-ý câmi' olmaða çalýþ... Dördüncü Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakýp, sûrî zînet ve aldatýcý gayr-ý meþrû lezzetlerine aldanýp taklid etme. Çünki: Sen onlarý taklid etsen, onlar gibi olamazsýn. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsýn. Çünki: Senin baþýndaki akýl, meþ'um bir âlet olur. Senin baþýný daima dövecektir. Meselâ: Nasýl ki, bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektirik lâmbasý bulunur. O elektrikten teþa'ub etmiþ ve onunla baðlý küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiþ. Þimdi birisi o büyük ellektrik lâmbasýnýn düðmesini çevirip ziyayý kapatsa, bütün menziller derin bir karanlýk içine ve bir vahþete düþer. Ve baþka sarayda büyük elektrik lâmbasýyla merbut olmýyan küçük elektrik lâmbalarý, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasýnýn düðmesini çevirererek kapatsa, sair menzillerde ýþýklar bulunabilir. Onunla iþini görebilir. Hýrsýzlar istifade edemezler. (Sh»Tls:141) Ýþte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandýr. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasýdýr. Eðer onu unutsa, El-iyâzü-billâh kalbinden Onu çýkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki, hiçbir kemalâtýn yeri, ruhunda kalamaz. Hattâ rabbini de tanýmaz. Mahiyetindeki bbütün menziller ve lâtifeler, karanlýða düþer ve kalbinde müthiþ bir tahribat ve vahþet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahþete mukabil hangi þey'i kazanýp ünsiyet edebilirsin! Hangi menfaati bulup o tahribat zararýný onunla tâmir edersin! Halbuki; ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalât-ü Vesselâm'ýn nurunu kalblerinden çýkarsalar da, kendilerince bâzý nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onlarýn mânevî kemâlât-ý ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Mûsa ve Ýsâ Aleyhimesselâm'a bir nevi îmanlarý ve Hâlýklarýna bir çeþit îtikadlarý kalabilir. Ey nefsi emmâre! Eðer desen: "Ben ecnebi deðil, hayvan olmak isterim." Sana kaç defa söylemiþtim: Hayvan gibi olamazsýn. Zira kafandaki akýl olduðu için, o akýl geçmiþ elemleri ve gelecek korkularý tokadiyle senin yüzüne, gözüne, baþýna çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katýyor. Hayvan ise elemsiz güzel bir lezzet alýr, zevkeder. Öyle ise, evvelâ aklýný çýkar at, sonra hayvan ol. Hem: كَالاَْنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ silsile-i te'dîbini gör." Beþinci Meyve: Ey nefis! Mükerreren söylediðimiz gibi, insan, þecere-i hilkatin meyvesi olduðundan, meyve gibi en uzak ve en câmi' ve umuma bakar ve umumun cihet-ül vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeðini taþýyan ve yüzü kesrete , fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekaya, halktan Hakk'a, kesreten vahdete, müntehadan mebde'e çeviren bir hayt-ý vuslat, yahut mebde' ve müntehâ ortasýnda bir nokta-i ittisaldir. Nasýlki tohum olacak kýymettar bir meyve-i zîþuur, aðacýn altýndaki ziruhlara baksa, güzelliðine güvense, kendini onlarýn ellerine atsa veya gaflet edip düþse, onlarýn ellerine düþecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zâyi olacak. Eðer o meyve, nokta-i istinadýný bulsa, içindeki, çekirdek, bütün aðacýn cihet-ül vahdetini tutmakla beraber aðacýn bekasýna ve hakikatýnýn devamýna vasýta olacaðýný düþünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-ý külliyye-i dâimeye, bir ömrü bâki içinde mazhar oluyor. Öyle de: Ýnsan, eðer kesrete dalýp, kâinat içinde boðulup, dünyanýn muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onlarýn kucaklarýna atýlsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düþer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düþer. Hem mânen kendini îdam eder. Eðer lisan-ý Kur'andan kalb kulaðýyla îman derslerini iþitip baþýný (Sh»Tls:142) kaldýrsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin mi'raciyle arþ-ý kemalâta çýkabilir. Baki bir insan olur. Ey nefsim! Madem hakikat böyledir ve madem Millet-i Ýbrahimiyyedensin(A.S) Ýbrahimvâri لآ اُحِبُّ الاَفِلينَ de. Ve Mahbub-u Bâki'ye yüzünü çevir ve benim gibi þöyle aðla: لَقَدْ اَبْكَانِ نَعْىُ (لآاُحِبُّ الاَفِلينَ) مِنْ خَلِيلِ اللهِ فَصَبَّتْ عَيْنُ قَلْبِى قَتَراتٍ بَاكِيَاتٍ مِنْ شُؤُونِ اللهِ لِتَفْسِيرِ كَلاَمٍ مِنْ حَكِيمٍ اَىْ نَبِيٍّ فِى كَلاَمِ اللهِ نَمِى زِيباستْ اُفُولْدَهْ كَمْ شُدَنْ مَحْبُوبْ نَمِى اَرْزَدْ غُرُوبْدَهْ غَيْبْ شُدَنْ مَطْلُوبْ نَمِى خَواهَمْ فَنَادَهْ مَحْوْ شُدَنْ مَقْصُودْ نَمِى خَوانَمْ زَوَالْدَهْ دَفْنْ شُدَنْ مَعْبُودْ عَقْل فَريادْ مِى دَارَدْ نِدَاءِ (لآ اُحِبُّ الاَفِلِينَ) مِى زَنَدْ رُوهَمْ نَمِى خَواخَمْ نَمِى خَوانَمْ نَمِى تَابَمْ فِرَاقِى نَمِى أَرْزَدْ مَرَاقَه اينْ زَوَالْ درْ َسْ تَلاَقِى اَزْ آنْ دَرْدِى ِرْينِ (لآ اُحِبُّ الاَفِلِينَ) مِى زَنَدْ قَلْبَمْ دَرْ اِنْ فَانِى بَقَا خَازِى بَقَا خِيزَ دَفْنَادَنْ (Sh»Tls: (143) فَنَا شُدْهَمْ فَدَا كُنْ هَمْ عَدَمْ بِينِ كِه اَزْ دُنِيَا بَقَايَا رَاه فَنَادَنْ فِكْرِ فِيزَارْ دَارَدْ اَنيِنَ (لآ اُحِبُّ الاَفِلِينَ) مِى زَنَدْ وِجْدَانْ بِدَانِ اَى نَفْس نَادَنَمْ كِهْ دَرْ هَرْ فَرْدْ اَزْ فَانِى دُورَهْ هَسْتْ بَابَاقِى دُوسِرِّ جَانِ جَانَانِى كِه دَرْ نِعْمَتِهَا اِنْعَامْ هَسْتْ وََسْآثَرَهَا اَسْمَا بِكَيرْ مَغْزِ وَمِزَنْ دَرْفَنَا آنْ قِشْرِ بِى مَعْنَا بَلِى آثَارَهَاكُويَنَدْ زِاَسْمَالَفْظِ بِى سَوْدَا عَقْلْ فَرْيَادْ مِى دَارَدْ غِيَاثِ(لآ اُحِبُّ الاَفِلِينَ) مِيزَانْ اَىْ نَفْسَمْ ِهْ خُوشْ كُويَدْ اُو شَيْدَا جَامِى عِشْقِ خُونِى (Hâþiye)يَكَى خَوَاه يَكَى خَوَانْ يَكِى جُوىْ يَكِى بِينْ يَكِى دَانْ يَكِى كُوىْ نَعَمه صَدَقْتَ اَىْ جَامِى * هُوَ الْمَطْلُوبُ * هُوَ الْمَحْبُوبُ* هُوَ الْمَقْصُودُ*هُوَ الْمَعْبُودُ* كِه لآ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ بَرَابَرْ مِيذَنَدْ عَالَمْ * _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ (Hâþiye): Yalnýz bu satýr Mevlânâ Câmî'nin kelâmýdýr. Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts