EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 Otuzuncu Sözün Ýkinci Maksadý [Tahavvülât-ý zerrâta dair] Þu âyetin hazinesinden bir zerreye iþaret edecektir. بِسْمِ اللَّهِ الرَّّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا الاتَاْتِينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلَى وَرَبِّى لَتَاْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لاَ يَغْرَبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمَوَاتِ وَلاَ فِى الاَرْضِ وَلآ اَصْغَرُ مِنْ ذَالِكَ وَلآ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ * [Þu âyetin pek büyük hazinesinden bir miskal zerre miktarýnda, yâni zerre sandukcasýnda olan cevheri gösterir ve zerrenin hareket ve vazifesinden bir nebze bahseder. Þu maksad, bir "Mukaddime" ile "Üç Nokta"dan ibarettir.] Mukaddime Tahavvülât-ý zerrat; Nakkaþ-ý Ezelî'nin kalem-i kudreti, kitab-ý kâinatta yazdýðý âyât-ý tekvîniyyenin hengâmýndaki ihtizazatý ve cevelânýdýr. Yoksa Maddiyyun ve Tabiiyyunlarýn tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncaðý ve karýþýk, mânasýz bir hareket deðildir. Çünki: Bütün mevcudat gibi zerreler ve herbir zerre, mebde'-i hareketinde "Bismillâh"der. Çünki: Nihayetsiz, kuvvetinden fazla yükleri kaldýrýr ve buðday tanesi kadar bir çekirdeðin koca bir çam aðacý gibi bir yükü omuzuna (Sh»Tls:124) almasý gibi... Hem vazifesinin hitamýnda "Elhamülillâh" der. Çünki: Bütün ukulü hayrette býrakan hikmetli bir cemâl-i san'at, faideli bir hüsn-ü nakþ göstererek Sâni-i Zülcelâlin medâyihine bir kaside-i medhiyye gibi bir eser gösterir; meselâ, nar ve mýsýra dikkat et. Evet, tahavvülât-ý zerrat; (Hâþiye) âlem-i gaybdan olan herþey'in _________ (Hâþiye) Ýkinci Maksad'ýn tahavvülât-ý zerratýn târifine dair olan uzun cümlenin hâþiyesidir. Kur'an-ý Hakîm'de "Ýmam-ý Mübîn" ve "Kitâb-ý Mübîn", mükerrer yerlerde zikredilmiþtir. Ehl-i tefsir, "Ýkisi birdir";bir kýsmý, "Ayrý ayrýdýr"demiþler. Hakikatlarýna dair beyanatlarý muhteliftir. Hulâsa: "Ýlm-i Ýlâhî'nin unvanlarýdýr" demiþler. Fakat, Kur'ânýn feyzi ile þöyle kanaatým gelmiþ ki; "Ýmam-ý Mübîn", Ýlim ve emr-i Ýlâhînin bir nev'ine bir unvandýr ki; âlem-i þehadetten ziyade âlem-i gaybe bakýyor. Yâni zaman-ý halden ziyade mâzi ve müstakbele nazar eder. Yâni, herþey'in vücud-u zâhirisinden ziyade aslýna, nesline ve köklerine ve tohumlarýna bakar. Kader-i Ýlâhînin bir defteridir. Þu defterin vücud, Yirmialtýncý Söz'de, hem Onuncu Söz'ün hâþiyesinde isbat edilmiþtir. Evet þu "Ýmam-ý Mübîn", bir nevi ilim ve emr-i Ýlâhînin bir ünvanýdýr.Yâni, eþyanýn mebâdîleri ve kökleri ve asýllarý, kemâl-i intizam ile eþyanýn vücutlarýný gayet san'atkârane intac etmesi cihetiyle elbette desâtir-i Ýlm-i Ýlâhînin bir defteri ile tanzim edildiðini gösteriyor ve eþyanýn neticeleri, nesilleri, tohumlarý; ileride gelecek mevcudatýn programlarýný, fihristelerini tazammun ettiklerinden elbette evâmir-i Ýlâhiyyenin bir küçük mecmuasý olduðunu bildiriyorlar. Meselâ: Bir çekirdek bütün aðacýn teþkilâtýný tanzim edecek olan programlarý ve fihristeleri ve o fihriste ve programlarý tâyin eden o evâmir-i tekviniyyenin küçücük bir mücessemi hükmünde denilebilir. Elhasýl; "Ýmam-ý Mübîn", mâzi ve müstakbelin ve âlem-i gaybýn etrafýnda dal-budak salan þecere-i hilkatin bir programý, bir fihristesi hükmündedir. Þu mânâdaki "Ýmam-ý Mübîn" Kader-i Ýlâhînin bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir. O desâtirin imlâsý ile ve hükmü ile zerrat, vücud-u eþyadaki hidematýna ve harekâtýna sevkedilir. Amma, "Kitab-ý Mübîn", ise, âlem-i gaybdan ziyade, âlem-i þdhadete bakar. Yâni, mâzi ve müstakbelden ziyade, zaman-ý hâzýra nazar eder ve ilim ve emirden ziyade, kudret ve irade-i Ýlâhiyyenin bir unvamý, bir defteri, bir kitabýdýr. "Ýmam-ý Mübîn", Kader defteri ise; "Kitab-ý Mübîn", Kudret defteridir. Yâni: Herþey vücûdunda, mahiyetinde ve sýfât ve þuunatýnda kemâl-i san'at ve intizamlarý gösteriyor ki; bir kudret-i kâmilenin desâtiri ile ve bir irade-i nâfizenin kavânîni ile vücud giydiriliyor. Sûretleri tâyin, teþhis edilip; birer mikdârý muayyen, birer þekl-i mahsus veriliyor. Demek o kudret ve iradenin küllî ve umumî bir mecmua-i kavânîni, bir defter-i ekberi vardýr ki; herbir þey'in hususî vücutlarý ve mahsus sûretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir. Ýþte þu defterin vücudu "Ýmam-ý Mübîn" gibi kader ve cüz-i ihtiyarî mesâilinde isbat edilmiþtir. Ehl-i gaflet ve dalâlet ve felsefenin ahmaklýðýna bak ki: Kudret-i Fâtýra'nýn o Levh-i Mahfûzunu ve hikmet ve irade-i Rabbâniyyenin o basîrâne kitabýnýn eþyadaki cilvesini, aksini, misâlini hissetmiþler. Hâþâ, "Tabiat" nâmiyle tesmiye etmiþler. körletmiþler. Ýþte "Ýmam-ý Mübîn"in imlâsý ile, yâni kaderin hükmüyle ve düsturu ile kudret-i Ýlâhiyye, îcad-ý eþyada herbiri birer âyet olan silsile-i mevcûdatý, "Levh-i Mahv-Ýsbat" denilen zamanýn sahife-i misâliyyesinde yazýyor, îcadediyor, zerratý tahrik ediyor. Demek harekât-ý zerrat; o kitabetten, o istinsahdan; mevcûdat, âlem-i gaybdan âlem-i þehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde bir iltizazdýr, bir harekâttýr. Amma "Levh-i (Sh»Tls:125) geçmiþ aslýnda ve gelecek neslindeki intizamata medar ve ilim ve emr-i Ýlâhînin bir unvaný olan "Ýmam-ý Mübîn"in düsturlarý ve imlâsý tahtýnda ve zaman-ý hâzýr ve âlem-i þehadetten teþkil veîcad-ý eþyada tasarrufa medar ve kudret ve Ýrade-i Ýlâhiyyenin bir unvaný olan "Kitab-ý Mübîn"den istinsah ile ve seyyal zamanýn hakikatý ve sahife-i misâliyyesi olan "Levh-i Mahv-Ýsbat"da kelimat-ý kudreti yazmak ve çizmekten gelen harekâttýr ve mânidar ihtizazattýr. BÝRÝNCÝ NOKTA: Ýki Mebhasdýr. Birinci Mebhas: Her zerrede; hem harekâtýnda, hem sükûnetinde; iki güneþ gibi iki nur-u Tevhid parlýyor. Çünki: Onuncu Söz'ün Birinci Ýþaretinde icmâlen ve Yirmiiknci Söz'de tafsîlen isbat edildiði gibi; herbir zerre, eðer me'mur-u Ýlâhî olmazsa ve O'nun izni ve tasarrufu ile hareket etmezse ve Ýlim ve Kudretiyle tahavvül etmezse; o vakit herbir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, herþey'i görürü bir gözü, herþey'e bakar bir yüzü, herþey'e geçer bir sözü bulunmak lâzým gelir. Çünki: Anâsýrýn herbir zerresi, herbir cism-i zîhayatta muntazaman iþler vela iþliyebilir. Eþyanýn intizamatý ve kavânîn-i teþekkülâtý birbirine muhaliftir. Onlarýn nizamatý bilinmezse, iþlenilmez; iþlenilse de yanlýþsýz yapýlmaz. Halbuki: Yanlýþsýz yapýlýyor.Öyle ise; o hizmet eden zerreler, ya bir ilm-i muhit sahibinin izin ve emriyle ve ilim ve iradesiyle iþliyorlar veyahut kendilerinde öyle bir muhit ilim ve kudret bulunmak lâzým geliyor. Evet, havanýn herbir zerresi, herbir zîhayatýn cismine, herbir çiçeðin herbir meyvesine, herbir yapraðýn binasýna girip iþliyebilir. Halbuki, onlarýn teþkilâtlarý ayrý ayrý tarzdadýr, baþka baþka nizamatý var. Bir incir meyvesinin fabrikasý faraza çuha makinasý gibi olsa; bir nar meyvesinin fabrikasý da þeker makinesi gibi olacaktýr ve hâkeza.. o binalarýn, o cisimlerin programlarý birbirinden baþkadýr. Þimdi þu zerre-i havâiyye, bütün onlara girer veya girebilir ve gayet hakîmane ve üstadane yanlýþsýz olarak iþler, vaziyetler alýr. Vazifesi bittikten sonra kalkar gider. Ýþte müteharrik havanýn müteharrik zerresi, ya nebatata ve hayvanata, hattâ meyvelerine ve çiçeklerine giydirilen suretlerin, miktarlarýn teþkilâtýný,biçimini bilmesi lâzým- _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ Mahv-Ýsbat" ise, sâbit ve dâim olan Levh-i Mahfuz-u Âzamýn daire-i mümkinatta, yâni, mevt ve hayata, vücut ve fenâya daima mazhar olan eþyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasýdýr ki, hakikat-ý zaman odur. Evet,herþey'in bir hakikatý olduðu gibi, zaman dediðimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikatý dahi "Levh-i Mahv-Ýsbat"daki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ (Sh»Tls:126) geldiði... veyahut onlar, bir bilenin emir ve iradesiyle me'mur olmesý lâzým geldiði gibi; sâkin toprak, sâkin olan herbir zerresi; bütün çiçekli nebatatýn ve meyvedar aðaçlarýn tohumlarýna medar ve menþe' olmak kabil olduðundan, hangi tohum gelse o zerrede, yâni misliyyet itibariyle bir zerre hükmünde olan bir avuç toprakta kendine mahsus bir fabrika ve bütün levâzýmatýna ve teþkilâtýna ve lâzým bütün cihazatý bulunduðundan; o zerrede ve o zerrenin kulübeciði olan o bir avuç toprakta; eþcar ve nebatat ve çiçekler ve meyveler envaý adedince muntazam manevî ve fabrikalarý bulunmasý veyahut mu'cizekâr, herþey'i hiçten îcad eder ve herþey'in herþey'ini ve her cihetini bilir bir ilim ve kudret bulunmasý lâzýmdýr veyahut bir Kadîr-i Mutlak, bir Alîm-i Küll-i Þey'in emir ve izniyle, havl ve kuvveti ile o vazifeler gördürülür. Evet, nasýlki bir acemi, ham, âmî, âdi, hem kör bir adam; Avrupa'ya gitse, bütün fabrikalara, tezgâhlara girse, üstâdâne kemâl-i intizam ile herbir san'atta, herbir binada iþler, öyle eserler yapar ki; nihayet derecede hikmetli, san'atlý, herkesi hayrette býrakýyor. Zerre miktar þuuru olan bilir ki: O adam, kendi baþý ile iþlemiyor, belki bir üstad-ý küll, ona ders verir, iþlettirir. Hem nasýlki bir kör, âciz, yerinden kalkamýyor, basit bir kulübeciðinde oturmuþ bir adam bulunuyor. Halbuki o kulübeciðe bir dirhem gibi küçük bir taþ, kemik ve pamuk gibi birer madde veriliyor.Halbuki o kulübecikten batmanlarla þeker, toplarla çuha, binlerle mücevherat, gayet san'atlý, murassatlý libaslar, lezzetli taamlar çýkýp gelse; zerre miktar aklý olan demiyecek mi ki: "O adam, gayet mu'cizekâr bir zâtýn menþe-i mu'cizatý olan fabrikasýnýn bir mandalý veyahut miskin bir kapýcýsýdýr." Aynen öyle de: Havanýn zerreleri, herbiri birer Mektubat-ý Samedaniyye, birer antika-i san'at-ý Rabbâniyye, birer mu'cize-i kudret, birer hârika-i hikmet olan nebatat ve eþcar, ezhar ve esmardaki harekât ve hidematlarý; bir Sâni-i Hakîm-i Zülcelâl'in, bir Fâtýr-ý Kerîm-i Zülcemâl'in emir ve iradesiyle hareket ettiðini ve topraðýn zerreleri dahi, herbiri birer ayrý makine ve tezgâh, birer ayrý matbaa, birer ayrý hazine, birer ayrý antika ve Sani-i Zülcelâlin esmasýný ilân eden birer ayrý ilânname ve kemalâtýný söyliyen birer ayrý kaside hükmünde olan o tohumcuklarýnýn, o çekirdeklerinin sünbüllerine, aðaçlarýna menþe' ve medar olmalarý; Emr-i Kün Feyekûn'e mâlik, herþey emrine müsahhar bir Sâni-i Zülcelâl'in emriyle, izniyle, iradesiyle, kuvvetiyle olmasý; iki kerre iki dört eder gibi kat'îdir. Âmenna. Ýkinci Mebhas: Zerratýn harekâtýndaki vazifelere, hikmetlere küçük bir iþarettir. (Sh»Tls:127) Evet, akýllarý gözlerine sukut etmiþ Maddiyyunlarýn hikmetsiz hikmetleri, abesiyyet esasýna istinad eden felsefeleri nazarýnda tesadüfle baðlý olan tahavvülât-ý zerratý, bütün düsturlarýna üss-ül-esas tutup, masnuat-ý Ýlâhiyyeye masdar göstermiþler. Nihayetsiz hikmetlerle müzeyyen masnuatý, hikmetsiz, mânasýz, karmakarýþýk bir þey'e isnad etmeleri, ne kadar hilâf-ý akýl olduðunu zerre miktar þuuru bulunan bilir. Þimdi, Kur'an-ý Hakîm'in hikmeti nokta-i nazarýnda tahavvülât-ý zerratýn pekçok gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardýr. وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ gibi çok âyetlerle hikmetlerine ve vazifelerine iþaret eder. Nümune olarak birkaçýna iþaret ediyoruz. Birincisi: Cenâb-ý Vâcib-ül-Vücud'un tecelliyat-ý icâdiyyesini tecdit ve tazelendirmek için her birtek ruhu model gibi ederek, her sene mu'cizat-ý kudretinden taze birer ceset giydirmek ve her birtek kitaptan ayrý ayrý bin muhtelif kitabý, hikmetiyle istinsah etmek ve birtek hakikatý baþka baþka surette göstermek ve kâinatlarýn ve âlemlerin ve mevcudatlarýn, taife taife arkasýndan gelmelerine yer vermek ve zemin hazýrlamak için Fâtýr-ý Zülcelâl kudretiyle, zerratý tahrik ve tavzif etmiþtir. Ýkincisi: Mâlik-ül-Mülk-ü Zülcelâl; þu dünyayý, bâhusus ruy-u zemin tarlasýný bir mülk suretinde yaratmýþtýr. Yâni; neþvünemaya, taze taze mahsulât vermeðe kabil bir surette müheyya etmiþtir, Tâ ki, nihayetsiz mu'cizat-ý kudretini orada ekip biçsin. Ýþte þu zemin yüzündeki tarlasýnda, zerratý hikmetle tahrik ederek, intizam dairesinde tavzif edip, her asýrda, her fasýlda, her ayda, belki her günde belki her saatte mu'cizat-ý kudretinden yeni yeni birer kâinat gösterir, yer yüzü avlusuna baþka baþka mahsulât verdirir. Nihayetsiz hazine-i rahmetinin hedâyâsýný, nihayetsiz kudretinin mu'cizâtýnýn nümunelerini harekât-ý zerrat ile izhar eder. Üçüncüsü: Nihayetsiz tecelliyat-ý Esmâ-i Ýlâhiyyenin nakýþlarýný göstermekle, o esmânýn cilvelerini ifade için mahdut bir zeminde hadsiz nukuþ göstermek, küçük bir sahifede nihayetsiz maânîleri ifade edecek olan hadsiz âyâtlarý yazmak için Nakkaþ-ý Ezelî zerratý, kemâl-i hikmetle tahrik edip kemâl-i intizamla tavzif etmiþtir. Evet, geçen senenin mahsulâtiyle þu senenin mahsulâtýnýn mahiyetleri bir hükmündedir. Fakat, maânîleri baþka baþkadýr. Taayyünat-ý itibariyyeyi deðiþtirmekle ma- (Sh»Tls:128) ânileri deðiþir ve çoðalýr. Taayyünât-ý itibariyye ve teþahhusat-ý muvakkate, tebdil edildikleri ve zâhiren fânî olduklarý halde; onlarýn maânî-i cemîleleri muhafaza olunup, sabit ve bâkî kalýr. Þu aðacýn geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhlarý olmadýðýndan, þu bahardaki emsâlinin, hakikatça aynýlarýdýr. Yalnýz teþahhusat-ý itibariyyede fark var. Fakat o itibarî teþahhuslar, her vakit tecelliyatý tazelenmekte olan þuunat-ý Esmâ-i Ýlâhiyyenin mmaânîlerini ifade için þu bahardakiler, ayrý teþahhusatla onlarýn yerine geldiler. Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniþ âlem-i melekût ve gayr-i mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazýmat gibi onlara münasip þeyleri yetiþtirmek için þu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhýnda ve tarlasýnda Hakîm-i Zülcelâl, zerratý tahrik edip; kâinatý, seyyale ve mevcudatý, seyyare ederek; þu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ý mâneviyye yetiþtiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli, dünyadan akýttýrýp âlem-i gayba ve bir kýsmýný âhiret âlemlerine döküyor. Beþincisi: Nihayetsiz kemalât-ý Ýlâhiyyeyi, hadsiz celevât-ý cemaliyyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ý celâliyyeyi ve gayr-i mütenâhî tesbihat-ý Rabbâniyyeyi þu dar ve mahdut zeminde ve mütenâhî ve az bir zamanda göstermek için zerratý kemâli hikmetle kudretiyle tahrik edip, kemâl-i inkizamla tavzif ederek; mütenâhî bir zamanda, mahdut bir zeminde gayr-i mütenâhî tesbihat yaptýrýyor. Gayr-i mahdut tecelliyat-ý cemâyille ve celâliyye ve kemâliyyesini gösteriyor. Çok hakaik-ý gaybiyye ve çok semerat-ý uhreviyye ve fânîlerin bâkî olan hüviyet ve suretlerinden pekçok nukuþ-u misâliyye ve çok mânidar nusuc-u levhiyyeyi îcad ediyor. Demek zerreyi tahrik eden; þu makasýd-ý azîmeyi, þu hikem-i cesîmeyi gösteren bir zâttýr. Yoksa herbir zerrede, güneþ gibi bir dimað bulunmasý lâzým gelir. Daha bu beþ nümune gibi belki beþbin hikmetle tahrik olunan zerratýn tahavvülâtýný, o akýlsýz feylesoflar hikmetsiz zannetmiþler ve hakikatta biri enfüsî, diðeri âfâkî iki hareket-i cezbekâranede zikir ve tesbih-i Ýlâhî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu'metmiþler. Ýþte bundan anlaþýlýyor ki; onlarýn ilimleri ilim deðil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir. (Üçüncü Noktada altýncý uzun bir hikmet daha söylenecektir.) (Sh»Tls:129) ÝKÝNCÝ NOKTA: Herbir zerrede, Vâcib-ül-vücud'un vücuduna ve vahdetine iki þâhid-i sâdýk vardýr. Evet, zerre; acz ve cümudiyle beraber þuurkârane büyük vazifeleri yapmakla, büyük yükleri kaldýrmakla Vâcib-ül-vücud'un vücuduna kat'î þehadet ettiði gibi, harekâtýnda nizamat-ý umumiyyeye tevfik-ý hareket edip her girdiði yerde ona mahsus nizamatý müraat etmekle, her yerde kendi vataný gibi yerleþmesiyle Vâcib-ül-vücud'un vahdetine ve mülk ve melekûtun mâliki olan Zâtýn ehadiyyetine þehadet eder. Yâni, zerre kimin ise, gezdiði bütün yerlerde onundur. Demek zerre, (çünki) âcizdir; yükü nihayetsiz aðýrdýr ve vazifeleri nihayetsiz çoktur.Bir Kadîr-i Mutlak'ýn ismiyle,emriyle kaim ve müteharrik olduðun bildirir. Hem, kâinatýn nizamat-ý külliyyesini bilir bir tarzda tevfik-ý hareket etmesi ve her yere mânisiz girmesi; tek bir Alîm-i Mutlak'ýn kudretiyle, hikmetiyle iþlediðini gösterir. Evet nasýlki bir nefer; takýmýnda, bölüðünde, taburunda, alayýnda, fýrkasýnda ve hâkeza.. herbir dairede birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi olduðunu ve o nisbetleri, o vazifeleri bilmekle tevfik-ý hareket etmek, nizamat-ý askeriyye tahtýnda tâlim ve tâlimat görmekle bütün o dairelere kumanda eden birtek kumandan-ý âzamýn emrine ve kanununa tebaiyyetle oluyor. Öyle de; herbir zerre, birbiri içindeki mürekkebatta birer münasib vaziyeti, ayrý ayrý maslahatlý birer nisbeti, ayrý ayrý muntazam birer vazifesi, ayrý ayrý hikmetli neticeleri bulunduðundan elbette o zerreyi, o mürekkebatta bütün nisbet ve vazifelerini muhafaza edip netice ve hikmetleri bozmýyacak bir tarzda yerleþtirmek; bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olan bir Zâta mahsustur. Meselâ: Tevfik'in(*) göz bebeðinde yerleþen zerre, gözün âsâb-ý muharrike ve hassâse ve þerâyin ve evride gibi damarlara karþý münasib vaziyet almasý ve yüzde ve sonra baþta ve gövdede, daha sonra hey'et-i mecmua-i insâniyyede herbirisine karþý birer nisbeti, birer vazifesi, birer faydasý kemâl-i hikmetle bulunmasý gösteriyor ki; bütün o cismin bütün âzâsýný îcad eden bir zât, o zerreyi o yerde yerleþtirebilir. Ve bilhassa rýzk için gelen zerreler, rýzk kafilesinde seyr ü sefer eden o zerreler, o kadar hayret-feza bir intizam ve hikmetle seyr ü seyahat ederler ve öyle tavýrlarda, tabakalarda intizamperverane geçip gelirler ve öyle þuurkârane ayak atýp hiç þaþýrmýyarak gele gele tâ beden-i zîhayatta dört süzgeçle süzülüp rýzka muhtaç âzâ ve hüceyratýn imdadýna yetiþmek için kandaki küreyvat-ý hamrâya yüklenip bir kanun-u keremle imdada yetiþirler. Ondan bilbedâhe anlaþýlýr ki: Þu zerreleri binler muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden; elbette ve elbette bir Rezzâk-ý Kerîm, bir Hallâk-ý Rahîm'dir ki, kudretine nisbeten zerreler, yýldýzlar omuz omuza müsavidirler. _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ (*)Nur'un birinci kâtibidir. (Sh»Tls:130) Hem herbir zerre, öyle bir nakþ-ý san'atta iþler ki, ya bütün zerratla münasebettar; herbirisine ve umumuna hem hâkim ve hem herbirisine ve umumuna mahkûm bir vaziyette bulunmakla, o hayretfeza san'atlý nakþý ve hikmetnüma nakýþlý san'atý bilir ve îcad eder. Bu ise, binler def'a muhaldir. Veya bir Sâni-i Hakîm'in kanun-u kader ve kalem-i kudretinden çýkan harekete me'mur birer noktadýr. Nasýlki, meselâ: Ayasofya kubbesindeki taþlar, eðer mimarýnýn emrine ve san'atýna tâbi olmazlarsa; herbir taþý, Mimar Sinan gibi dülgerlik san'atýnda bir mahareti ve sair taþlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yâni "Geliniz, düþmemek, sukut etmemek için baþbaþa vereceðiz" diye bir hüküm sahibi olmasý lâzýmdýr. Öyle de: Binler def'a Ayasofya kubbesinden daha san'atlý, daha hayretli ve hikmetli olan masnuattaki zerreler, kâinat ustasýnýn emrine tâbi olmazlarsa; herbirine Sâni-i Kâinat'ýn evsâfý kadar evsâf-ý kemâl verilmesi lâzým gelir. Feyâ Sübhanallah! Zýndýk maddiyyun gâvurlar bir Vâcib-ül-Vücud'u kabûl etmediklerinden, zerrat adedince bâtýl âliheleri kabûl etmeðe mezheblerine göre muztar kalýyorlar. Ýþte þu cihette münkir kâfir ne kadar feylesof, âlim de olsa; nihayet derecede bir cehl-i azîm içindedir, bir echel-i mutlaktýr. ÜÇÜNCÜ NOKTA: Þu nokta, Birinci Nokta'nýn âhirinde va'd olunan altýncý hikmet-i azîmeye bir iþarettir. Þöyle ki: Yirmisekizinci Söz'ün Ýkinci Suâlinin cevabýndaki hâþiyede denilmiþdi ki: Tahavvülât-ý zerratýn ve zîhayat cisimlerde zerrat harekâtýnýn binler hikmetlerinden bir hikmeti dahi, zerreleri nurlandýrmaktýr ve âlem-i uhreviyye binasýna lâyýk zerreler olmak için, hayattar ve mânidar olmaktýr. Güya cism-i hayvanî ve insanî hattâ nebatî; terbiye dersini almak için gelenlere bir misafirhane, bir kýþla, bir mekteb hükmündedir ki; câmid zerreler ona girerler, nurlanýrlar. Âdeta bir tâlim ve tâlimata mazhar olurlar, letâfet peyda ederler. Birer vazifeyi görmekle âlem-i bekaya ve bütün eczasiyle hayattar olan dâr-ý âhirete zerrat olmak için liyakat kesbederler. Sual: Zerratýn harekâtýnda þu hikmetin bulunmasý ne ile bilinir? Elcevab: Evvelâ, bütün masnâtýn bütün intizamatiyle ve hikmetleriyle sabit olan Sâniin hikmetiyle bilinir. Çünki: En cüz'î bir þey'e küllî hikmetleri takan bir hikmet; seyl-i kâinatýn içinde en büyük faaliyet gösteren (Sh»Tls:131) ve hikmetli nakýþlara medar olan harekât-ý zerratý hikmetsiz býrakmaz. Hem en küçük mahlûkatý, vazifelerinde ücretsiz, maaþsýz, kemalsiz býrakmýyan bir hikmet, bir hâkimiyyet; en kesretli ve esaslý me'murlarýný, hizmetkârlarýný nursuz, ücretsiz býrakmaz. Sâniyen: Sâni-i Hakîm, anâsýrý tahrik edip tavzif ederek (onlara bir ücret-i kemal hükmünde) mâdeniyyat derecesine çýkarmasiyle ve mâdeniyyata mahsus tesbihatlarý onlara bildirmesiyle ve mâdeniyyatý tahrik ve tavzif edip nebatat mertebe-i hayatiyyesinin makamýný yenmesiyle ve nebatatý rýzk ederek tahrik ve tavzif ile hayvanat mertebe-i letâfetini onlara ihsan etmesiyle ve hayvanattaki zerratý tavzif edip rýzk yoluyla hayat-ý insaniyye derecesine çýkarmasiyle ve insanýn vücudundaki zerratý süze süze tasfiye ve taltif ederek tâ dimaðýn ve kalbin en nâzik ve lâtif yerinde makam vermesiyle bilinir ki, harekât-ý zerrat hikmetsiz deðil, belki kendine lâyýk bir nevi kemalâta koþturuluyor. Sâlisen: Zîhayat cisimlerin zerratý içinde çekirdek ve tohumdaki gibi bir kýsým zerreler öyle mânevî bir nura, bir letâfete, bir meziyyete mazhar oluyorlar ki, sair zerrelere ve o koca aðaca bir ruh, bir sultan hükmüne geçer. Ýþte azîm bir aðacýn bütün zerratý içinde bir kýsým zerrelerin þu mertebeye çýkmalarý, o aðacýn tabaka-i hayatýnda çok devirleri ve nazik vazifeleri görmesiyle olduðundan gösteriyor ki: Sâni-i Hakîm'in emriyle vazife-i fýtrat içinde zerrâtýn enva-ý harekâtýna göre onlara tecelli eden esmânýn hesabýna ve þerefine olarak birer mânevî letâfet, birer mânevî nur, birer makam, birer mânevî ders almalarýný gösteriyor. Elhasýl: Madem Sâni-i Hakîm herþey için o þey'e münasip bir nokta-i kemal ve ona lâyýk bir mertebe-i feyz-i vücud tâyin edip ve o þey'e o nokta-i kemâle sa'yedip gitmek için bir istidat vererek ona sevk ediyor ve bütün nebatat ve hayvanatta þu kanun-u Rububiyyet câri olmakla beraber, cemadatta dahi câridir ki; âdi topraða, elmas derecesine ve cevâhir-i âliye mertebesine bir terakkiyat veriyor ve þu hakikatta muazzam bir "Kanun-u Rubûbiyyet"in ucu görünüyor. Hem madem o Hâlik-ý Kerîm, tenasül kanun-u azîminde istihdam ettiði hayvanata ücret olarak birer maaþ gibi birer lezzet-i cüz'iyye veriyor. Ve arý ve bülbül gibi, sair hidemat-ý Rabbâniyyede istihdam olunan hayvanlara birer ücret-i kemâl verir. Þevk ve lezzete medar birer makam veriyor ve þunda bir muazzam "Kanun-u Kerem"in ucu görünüyor. (Sh»Tls:132) Hem madem herþey'in hakikatý, Cenâb-ý Hakk'ýn bir isminin tecellisine bakar, ona baðlýdýr, ona âyinedir. O þey, ne kadar güzel bir vaziyet alsa, o ismin þerefinedir; o isim öyle ister. O þey bilse, bilmese; o güzel vaziyet, hakikat nazarýnda matluptur. Ve þu hakikattan gayet muazam bir "Kanun-u Tahsin ve Cemâl"in ucu görünüyor. Hem madem Fâtýr-ý Kerîm, düstur-u kerem iktizasiyle bir þey'e verdiði makaný ve kemâli, o þey'in müddeti ve ömrü bitmesiyle, o kemâli geriye almýyor. Belki, o zîkemalin meyvelerini, neticielerini, mânevî hüviyetini ve mânasýný, ruhlu ise ruhunu ibka ediyor. Meselâ: Dünyada insaný mazhar ettiði kemâlatýn mânalarýný, meyvelerini ibka ediyor. Hattâ müteþekkir bir mü'minin yediði zâil meyvelerin þükrünü, hamdini; mücesem bir meyve-i Cennet suretinde tekrar ona veriyor. Ve þu hakikatta muazam bir "Kanun-u Rahmet"in ucu görünüyor. Hem madem Hallâk-ý Bîmisal israf etmiyor, abes iþleri yapmýyor. Hattâ güz mevsiminde vazifesi bitmiþ, vefat etmiþ mahlûklarýn enkaz-ý maddiyyesini bahar masnuatýnda isti'mal ediyor; onlarýn binalarýnda dercediyor. Elbette يَوْمَ تُبَدَّلُ الاَرْضُ غَيْرَ الاَرْضِ sýrriyle, وَاِنَّ الدَّارَ الاَخِرَةَ الْحَيْوَانُ iþaretiyle þu dünyada câmid, þuursuz ve mühim vazifeler gören zerrat-ý arziyyenin elbette taþý, aðacý, herþey'i zîhayat ve ziþuur olan âhiretin bâzý binalarýnda derc ve isti'mali mukteza-yý hikmettir. Çünki: Harab olmuþ dünyanýn zerratýný dünyada býrakmak veya ademe atmak israftýr. Ve þu hakikattan pek muazzam bir "Kanun-u Hikmet"in ucu görünüyor. Hem madem þu dünyanýn pekçok âsârý ve mâneviyyatý ve meyveleri ve cin ve ins gibi mükellefînin mensucat-ý amelleri, sahâif-i ef'alleri, ruhlarý, cesedleri âhiret pazarýna gönderiliyor. Elbette o semerata ve mânalara hizmet eden ve arkadaþlýk eden zerrat-ý arziyye dahi, vazife noktasýnda kendine göre tekemmül ettikten sonra, yâni nur-u hayata çok def'a hizmet ve mazhar olduktan sonra ve hayatî tesbihata medar olduktan sonra þu harab olacak dünyanýn enkazý içinde, þu zerratý dahi öteki âlemin binasýnda dercetmek mukteza-yý adl ve hikmettir. Ve þu hakikattan pek muazzam bir "Kanun-u Adl"in ucu görünüyor. Hem madem ruh cisme hâkim olduðu gibi; câmid maddelerde dahi (Sh»Tls:133) kaderin yazdýðý evâmir-i tekvîniyye, o maddelere hâkimdir. O maddeler, kaderin mânevî yazýsýna göre mevki ve nizam alabilirler. Meselâ: Yumurtalarýn envaýnda ve nutfelerin aksamýnda ve çekirdeklerin esnafýnda ve tohumlarýn ecnasýnda kaderin ayrý ayrý yazdýðý evâmir-i tekvîniyye cihetiyle ayrý ayrý makam ve nur sahibi oluyorlar. Ve o madde îtibariyle mahiyetleri (Hâþiye-1) bir hükmünde olan o maddeler, hadsiz muhtelif mevcudata menþe' oluyorlar. Ayrý ayrý makam ve nur sahibi oluyorlar. Elbette hidemat-ý hayatiyye ve hayattaki tesbihat-ý Rabbâniyyede defaatla bir zerre bulunmuþ ise ve hizmet etmiþ ise, o zerrenin mânevî alnýnda o mânalarýn hikmetlerini, hiçbir þey'i kaybetmiyen kader kalemiyle kaydetmesi; mukteza-yý ihâta-i ilmîdir.Ve þunda pek muazzam bir "Kanun-u Ýlm-i Muhit"in ucu görünüyor. Öyle ise zerreler (Hâþiye-2) baþý boþ deðillir. Netice-i Kelâm: Geçmiþ yedi kanun, yâni Kanun-u Rubûbiyyet, Kanun-u Kerem, Kanun-u Cemal, Kanun-u Rahmet, Kanun-u Hikmet, Kanun-u Adl, Kanun-u Ýhâta-i ilmî gibi pekçok muazzam kanunlarýn görünen uçlarý arkalarýnda birer Ýsm-i A'zam ve o Ýsm-i A'zamýn tecellî-i a'zamýný gösteriyor. Ve o tecellîden anlaþýlýyor ki: Sair mevcudat gibi þu dünyadaki tahavvülât-ý zerrat dahi, gayet âlî hikmetler için kaderin çizdiði hudut üzerine kudretin verdiði evâmir-i tekvîniyyeye göre hassas bir mîzan-ý ilmî ile cevelân ediyorlar. Âdeta baþka yüksek bir âleme (Hâþiye-3) gitmeye hazýrlanýyorlar. Öyle ise zîhayat cisimler, o seyyah zerrelere güya bbirer mektep, birer kýþla, birer misafirhane-i terbiye hükmündedir.Ve öyle olduðuna bir hads-i sâdýkla hükmedilebilir. _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ (Hâþiye-1) Evet bütün onlar dört unsurdan mürekkeptir. Müvellid-ül-mâ, müvelid-ül-humuza, azot, karbon gibi maddelerden teþkil olunuyorlar.Maddece bir sayýlabilirler. Farklarý yalnýz kaderin mânevî yazýsýndadýr. (Hâþiye- 2) Þu cevap, yedi "Mâdem" kelimelerine bakar. (Hâþiye- 3) Çünki: Bilmüþahede gayet cevvâdâne bir faaliyetle þu âlem-i kesif ve süflîde pek kesretle nur-u hayatý serpmek ve iþ'al etmek, hattâ en hasis maddelerde ve teaffün etmiþ cisimlerde kesretle taze bir nur-u hayatý ýþýklandýrmak, o kesif ve hasis maddeleri nur-u hayatla letafetlendirmek, cilâlandýrmak; sarahate yakýn iþaret ediyor ki: Gayet lâtif, ulvi, nazif, hayattar diðer bir âlemin hesabýna þu kesif, câmid âlemi; zerratýn hareketiyle, hayatýn nuriyle cilâlandýrýyor, eritiyor, güzelleþtiriyor. Güya lâtif bir âleme gitmek için, zînetlendiriyor. Ýþte, beþer haþrini aklýna sýðýþtýramayan dar akýllý adamlar, Kur'anýn nuriyle rasad etseler görecekler ki: Bütün zerratý bir ordu gibi haþredecek kadar muhit bir "Kanun-u Kayyûmiyyet" görünüyor. Bilmüþahede tasarruf ediyor. (Sh»Tls:134) ELHASIL: Birinci Söz'de denildiði ve isbat edildiði gibi: Herþey "Bismillâh" der. Ýþte bütün mevcudat gibi herbir zerre ve zerratýn herbir tâifesi ve mahsus herbir cemaati, lisan-ý hâl ile "Bismillâh"der, hareket eder. Evet, geçmiþ üç nokta sýrriyle: Herbir zerre, mebde'-i hareketinde lisan-ý hâl ile بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ der. Yâni: "Ben, Allah'ýn namiyle, hesabiyle, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorun, " Sonra netice-i hareketinde, herbir masnu' gibi herbir zerre, herbir tâifesi, lisan-ý hâl ile اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ العَالَمِينَ der ki, bir kaside-i medhiyye hükmünde olan san'atlý bir mahlûkun nakþýnda, kudretin küçük bir kalem ucu hükmünde kendini gösterir. Belki herbiri; mânevî, Rabbânî, muazzam, hadsiz baþlý bir fonoðrafýn birer pilâðý hükmünde olan masnûlarýn üstünde dönen ve tahmidât-ý Rabbâniyye kasideleriyle o masnuatý konuþturan ve tesbihat-ý Ýlâhiyye neþîdelerini okutturan birer iðne baþý suretinde kendini gösteriyorlar.. دَعْوَيهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتَهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَاَخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ رَبَّنَا لا تُزِغْ قُلُوبَناَ بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنا وَهَبْ لَناَ مِن لَدُنكَ رحمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الوهَّابُ اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلاَةً تَكُونُ لَكَ رِضَآءً وَلِحَقِّهِ اَدَآءً وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ وَاِخْوَانِهِ وَسَلِّمْ وَسَلِّمْنَا وَسَلِّمْ دِينَنَا اَمِينَ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ *** Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts