Jump to content
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Recommended Posts

Yirmiikinci Sözün Ýkinci Makamý

 

 

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّمْمَنِ الرَّحِيمِ

 

اَللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ * لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ * فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ * وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَآئِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ * مَامِنْ دَآبَّةٍ اِلاَّ هُوَ اَخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبِّى عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

 

 

 

Erkân-ý Ýmaâniyyenin kutb-u âzamý olan îman-ý billâha dair "Katre Risalesi'nde, þu mevcûdâtýn her birisi, ellibeþ lisanla Cenâb-ý Hakk'ýn vücub-u vücûduna ve vahdâniyyetine delâlet ve þehadetlerini mâlen beyan etmiþiz.Hem "Nokta Risalesi"nde, Cenâb-ý Hakk'ýn delâil-i vücûb ve vahdâniyyetinden, her birisi bin bürhan kuvvetinde dört bürhan-ý küllî zikretmiþiz.Hem oniki kadar arabî risâlelerimde, Cenâb-ý Hakk'ýn vücub-u vücudunu ve vahdâniyyetini gösteren yüzler kat'î bürhanlarý zikrettiðimizden, þimdi onlara iktifâen derin tetkikata giriþmiyeceðiz.Yalnýz, þu "Yirmiikinci Söz" de Risâlet-ün-Nur'da icmâlen yazdýðým "Oniki Lem'a"yý; îman-ý billâh güneþinden göstermeye çaliþacaðýz.

 

BÝRÝNCÝ LEM'A:Tevhid iki kýsýmdýr. Meselâ: Nasýlki bir çarþýya ve bir þehre büyük bir zâtýn mütenevvi mallarý gelse, iki çeþitle onun

 

(Sh»Tls:48)

 

malý olduðu bilinir. Biri; icmâlî, âmiyânedir ki: "Bu kadar azîm mal, ondan baþka kimsenin haddi deðil ki sahib olabilsin." Fakat böyle âmi bir adamýn nezaretinde çok hýrsýzlýk olabilir. Parçalarýna çok adamlar sahip çýkabilir.Ýkinci çeþit odur ki; her denk üzerinde yazýyý okur, her bir top üstünde turrayý tanýýr, her bir ilân üstünde mührünü bilir bir surette "Her þey o zâtýndýr" der.Ýþte þu halde her bir þey o zât-ý mânen gösterir.

 

Aynen öyle de: Tevhid dahi iki çeþittir.

 

Biri:Tevhîd-i âmî ve zâhirîdir ki "Cenâb-ý Hak birdir:þerîki, nazîri yoktur. Bu kâinat onundur." Ýkincisi: Tevhîd-i hakikîdir ki, her þey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyyetini ve nakþ-ý kalemini görmekle doðrudan doðruya herþeyden O'nun nuruna karþý bir pencere açýp O'nun birliðine ve her þey O'nun dest-i kudretinden çýktýðýna ve ulûhiyyetinde ve rubûbiyyetinde ve mülkünde hiçbir vechile, hiçbir þerîki ve muîni olmadýðýna, þuhuda yakýn bir yakîn ile tasdik edip îman getirmektir ve bir nevi huzur-u dâimî elde etmektir.Biz dahi þu sözde, o hâlis ve âlî tevhîd-i hakîkîyi gösterecek þualarý zikredeceðiz.

 

 

 

Birinci nükte içinde bir ihtar: Ey esbab-perest gafil! Esbab, bir perdedir.Çünki: Ýzzet ve azamet öyle ister. Fakat iþ gören, Kudret-i Samedâniyyedir.Çünki: Tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder. Sultan-ý Ezelî'nin memurlarý, Saltanat-ý Rububiyyetin icraatçýlarý deðillerdir. Belki o saltanatýn dellâllarýdýrlar ve o Rububiyyetin temâþâger nâzýrlarýdýrlar. Ve o memurlar, o vasýtalar; kudretin izzetini, Rububiyyetin haþmetini izhar içindir. Tâ umur-u hasise ile kudetin mübâþereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîþe olan insanî bir sultan gibi,acz ve ihtiyaç için, memurlarý þerik-i saltanat etmiþ deðildir. Demk esbab vaz'edilmiþ, tâ aklýn nazar-ý zâhirîsine karþý kudretin izzeti muhafaza edilsin.Zirâ âyinenin iki veçhi gibi, herþey'in bir "mülk" ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer.Muhtelif renklere ve hâlâta medar olabillir. Biri"melekût" dur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer.Mülk ve zâhir veçhinde, Kudret-i Samedâniyyenin izzetine ve kemâline münâfî hâlât vardýr.Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz'edilmiþler.Fakat melekûtiyyet ve hakikat cânibinde, herþey þeffaftýr, güzeldir.Kudretin bizzat mübaþeretine münasiptir. Ýzzetine münâfî deðildir. Onun için esbab, sýrf zâhirîdir; melekûyette ve hakikatte te'sir-i hakikîleri yoktur.

 

 

 

Hem esbab-ý zâhiriyyenin diðer bir hikmeti þudur ki: Haksýz þekvalarý

 

(Sh»Tls:49)

 

ve bâtýl îtirazlarý Âdil-i Mutlak'a tavcih etmemek için, o þekvalara, o îtirazlara hedef olacak esbab vaz'edilmiþtir.Çünki; kusur onlardan çýkýyor, onlarýn kabiliyetsizliðinden ileri geliyor.Bu sýrra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i mânevî rivayet ediliyor ki : Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ý Hakk'a demiþ ki: "Kabz-ý ervah vazifesinde Senin ibâdýn benden þekva edecekler, benden küsecekler. "Cenab-ý Hak lisân-ý hikmetle ona demiþ ki: "Seninle ibâdýmýn ortasýnda, musibetler, hastalýklar perdesini býrakacaðým. Tâ þekvalarý onlara gidip senden küsmesinler. "Ýþte bak, nasýl hastalýklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalýklara mercidirler ve kabz-ý ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm'ýn vazifesine mütealliktir.Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ý ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düþmiyen bazý hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzýr ve Kudret-i Ýlâhiyeye bir perdedir. Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedar-ý dest-i kudret ola aklýn nazarýnda... Tevhîd ve celâl ister ki; esbab, ellerini çeksinler te'sir-i hakikîden...

 

ÝKÝNCÝ LEM'A: Bak þu kâinat bostanýna, þu zeminin baðýna, þu semanýn yýldýzlarla yaldýzlanmýþ güzel yüzüne dikkat et!.Göreceksin ki, bir Sâni-i Zülcelâl'in, bir Fâtýr-ý Zülcemâl'in, o serilmiþ ve serpilmiþ masnuattan her bir masnû üstünde Hâlik-ý Küll-i Þey'e mahsus bir sikkesi ve her bir mahlûku üstünde Sâni-i Küll-i Þey'e has bir hâtemi ve kalem-i kudretin birer menþuru olan sahâif-i leyl ve nehar, yaz ve baharda yazýlan tabakat-ý mevcûdat üstünde taklid kabûl etmez bir turra-i garrâsý vardýr. Þimdi o sikkelerden, o hâtemlerden, o turralardan nümune olarak birkaçýný zikredeceðiz. Meselâ: Hesapsýz sikkelerden, hayat üzerine koyduðu çok sikkelerinden þu sikkeye bak ki: "Bir þeyden herþey yapar, hem herþeyden birtek þey yapar. " Çünki: Nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsýz âzâ ve cihâzât-ý hayvâniyyeyi yapar.Ýþte birþeyi herþey yapmak elbette bir Kadîr-i Mutlak'ýn iþidir.Hem yenilen hadsiz taamlardan, -o taam ise hayvani olsun nebati olsun- o müteaddit maddeleri, has bir cisme kemâl-i intizam ile çeviren ve ondan mahsus bir cild nesceden ve ondan basit cihazlarý yapan; elbette bir Kadîr-i Küll-i Þey'dir ve Alîm-i Mutlak'týr. Evet, Hâlik-ý mevt ve hayat, þu destgâhý dünyada,hikmetiyle, hayat-ý öyle bir kanun-u emriyye-i mu'ciz-nümâ ile idare ediyor ki, o kanunu tatbik ve icra etmek; bütün kâinatý kabza-i tasarrufatýnda tutan bir zâta mahsustur.

 

Ýþte eðer aklýn sönmemiþ ise, kalbin kör olmamýþ ise anlarsýn ki, bir þey'i kemâl-i suhûlet ve intizamla herþey yapan ve herþey'i kemâl-i mizan ve intizamla san'atkârane birtek þey yapan, her þey'in Sâniine has

 

 

 

(Sh»Tls:50)

 

ve Hâlik-ý Küll-i Þey'e mahsus bir sikkedir. Meselâ görsen: Hârik-pîþe bir zât, bir dirhem pamuktan yüz top çuha ve ipek veya patiska gibi mütenevvi sâir kumaþlarý o tek dirhem pamuktan nescetmekle beraber; helva, baklava gibi çok taamlarý dahi ondan yapýyor. Sonra görsen ki o zât, demiri ve taþý, balý ve yaðý, suyu ve topraðý avucuna alýr, bir güzel altýn yapar. Elbette kat'iyyen hükmedeceksin ki o zât, öyle kendine has bir san'ata mâliktir; bütün anâsýr-ý arziyye, O'nun emrine musahhar ve bütün mevâlid-i turâbiyye, Onun hükmüne bakar.Evet hayattaki tecelli-i kudret ve hikmet, bu misalden bin derece daha acibdir.

 

Ýþte hayat üstündeki çok sikkelerden bir tek sikke...

 

ÜÇÜNCÜ LEM'A: Bak,þu kâinat-ý seyyalede, þu mevcûdât-ý seyyarede cevelân eden zîhayatlara! Göreceksin ki: Bütün zîhayatlardan her bir zîhayat üstünde Hayy-ý Kayyûm'un koyduðu çok hâtemleri vardýr. O hâtemlerden bir hâtemi þudur ki: O zîhayat, meselâ þu insan, âdetâ kâiatýn bir misal-i musaððarý, þecere-i hilkatin bir semeresi ve þu âlemin bir çekirdeði gibi ki; envâ-ý âlemin ekser nümunelerini câmidir. Güya o zîhayat bütün kâinattan gayet hassas mîzanlarla süzülmüþ bir katredir. Demek, þu zîhayatý halhetmek ve ona Rab olmak, bütün kâinat-ý kabza-i tasarrufunda tutmak lâzým gelir.

 

Ýþte, eðer aklýn evhamda boðulmamýþ ise anlarsýn ki:Bir kelime-i kudreti, meselâ "bal arýsýný" ekser eþyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede, meselâ "insanda" þu kitab-ý kâinatýn ekser mes'elelerini yazmak, hem bir noktada, meselâ küçücük "incir çekirdeðinde" koca incir aðacýnýn programýný dercetmek ve bir harfde, meselâ "kalb-i beþerde" þu âlem-i kebirin safahatýnda tecelli ve ihâta eden bütün Esmânýn âsârýný göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan "kuvve-i hâfýza-i insaniyyede" bir kütübhane kadar yazý yazdýrmak ve bütün hâdisat-ý kevniyyenin mufassal fihristesini o kuvvcikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlik-ý Küll-i Þey'e has ve bu kâinatýn Rabb-ý Zülcelâl'ine mahsus bir hâtemdir.

 

Ýþte zîhayat üstünde olan pekçok Hâtem-i Rabbânîden bir tek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtýný þöyle okuttursa, acaba birden bütün o hâtemlere bakabilse, görebilsen سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفَى بِشِدَّةِ الظُّهُورِ demiyecek misin?

 

DÖRDÜNCÜ LEM'A: Bak, þu semâvâtýn denizinde yüzen ve þu ze-

 

(Sh»Tls:51)

 

minin yüzünde serpilen rengârenk mevcûdâta ve çeþit çeþit masnuata dikkat et! Göreceksin ki; her biri üstünde Þems-i Ezelî'nin taklid kabul etmez turralarý vardýr. Nasýl hayatta sikkeleri, zîhayatta hâtemleri görünüyor ve bir-ikisini gördük. Ýhya üstünde dahi öyle turralarý vardýr.Temsil, derin mânalarý fehme yakýnlaþtýrdýðýndan bir temsil ile þu hakikatý göstereceðiz.

 

Meselâ, güneþ: Seyyarelerden tut, tâ katrelere kadar, tâ camýn küçük parçalarýna kadar ve kar'ýn parlak zerreciklerine kadar þu Güneþin misâliyyesinden ve in'ikasýndan bir turrasý, Güneþ'e mahsus bir eser-i nuranîsi görünüyor. Þâyet o hadsiz þeylerde görünen güneþciklerini, Güneþin cilve-i in-ikâsý ve tecelli-i aksi olduðunu kabûl etmezsen, o vakit her bir katrede ve ziyâya mâruz her bir cam parçasýnda ve ýþýða mukabil her þeffaf bir zerrecikte; tabiî, hakikî bir Güneþin vücûdunu bil-asâle kabûl etmek gibi gayet derece bir divânelikle, nihayetsiz bir belâhete düþmekliðin lâzým gelir.Öyle de: Þems-i Ezelî'nin tecelliyat-ý nuraniyyesinden "Ýhya" yâni "Hayat vermek" cihetinde, her bir zîhayat üstünde öyle bir turrasý vardýr ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayý taklid edemezler. Zira, herbiri birer Mu'cize-i Kudret olan zîhayatlar, her biri o Þems-i Ezelî'nin þualarý hükmünde olan Esmâsýnýn nokta-i mihrakiyyesi suretindedir. Eðer, zîhayat üstünde görünen o nakþ-ý acib-i san'atý, o nazm-ý garib-i hikmeti ve o tecelli-i sýrr-ý ehadiyyeti, Zât-ý ehad-i samed'e verilmediði vakit, her bir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtýra, içinde saklandýðýný ve herþey'i muhit bir ilim bulunduðunu ve kâinatý idare edecek bir Ýrade-i Mutlaka onda mevcud olduðunu; belki Vâcib'ül Vücud'a mahsus bâkî sýfatlarý dahi onlarýn içinde bulunduðunu kabûl etmek, âdetâ o çiçeðin, o sineðin her bir zerresine bir Ulûhiyyet vermek gibi dalâletin en eblehcesine, hurafatýn en ahmakcasýna bir derekesine düþmek lâzým gelir. Zira o herþey'in zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiþ ki; o zerre cüz'ü olduðu zîhayata bakar, onun nizamýna göre vaziyet alýr. Belki o zîhayatýn bütün nev'ine bakar gibi, o nev'in devamýna yarayacak her yerde zer'etmek ve nev'inin bayaraðýný dikmek için kaanatçýklarla kanatlanmak gibi, bir keyfiyet alýr.Belki o zîhayat alâkadar ve muhtaç olduðu bütün mevcûdata karþý muamelâtýný ve münasebat-ý rýzkýyyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor.

 

Ýþte, eðer o zerre, bir Kadîr-i Mutlak'ýn me'muru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlak'tan kesilse; o vakit o zerreye, herþey'i görür bir göz, herþey'e muhit bir þuur vermek lâzýmdýr.

 

 

 

(Sh»Tls:52)

 

Elhasýl: Nasýl þu katrelerde ve camýn zerreciklerinde olan güneþcikler ve çeþit çeþit renkler, Güneþin cilve-i aksine ve in'ikâsýnýn tecellisine verilmezse, birtek Güneþe mukabil nihayetsiz güneþleri kabûl etmek lazým gelir. Muhal ender muhal bir hurafeyi kabul etmek iktizâ eder. Aynen bunun gibi, eðer herþey Kadîr-i Mutlak'a verilmezse, birtek Allah'a mukabil nihayetsiz; belki zerrat-ý kâinat adedince ilâhlarý kabûl etmek gibi, yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcut kabûl etmek gibi bir divânelik hezeyanýna düþmek lâzým gelir.

 

Elhasýl: Her bir zerreden üç pencere, Þems-i Ezelî'nin Nur'u Vahdaniyyetine ve Vücub-u Vücuduna açýlýr.

 

Birinci Pencere: Herbir zerre; bir nefer gibi askerî dairelerinin her birinde, yâni takýmýnda, bölüðünde, taburunda, alayýnda, fýrkasýnda, ordusunda her birisinde bir nisbeti, o nisbete göre bir vazifesi ve vazifeye göre nizamý dairesinde bir hareketi olduðu gibi...

 

Hem meselâ: Senin gözbebeðindeki o câmid zerrecik dahi, senin gözünde,baþýnda, vücûdunda ve kuvve-i müvellide,kuvve-i câzibe, kuvve-i dâfia, kuvve-i musavvire gibi deveran-ý deme ve his ve harekeye hizmet eden evride ve þerayin vesair âsâblarda, hem senin nev'inde, ilââhir.. birer nisbeti, birer vazifesi bulunduðunu, bilbedâhe bir Kadîr-i Ezelî'nin eser-i sun'u ve memur-u muvazzafý ve taht-ý tedbirinde olduðunu, kör olmayan göze gösterir.

 

Ýkinci Pencere: Havadaki her bir zerre; her bir çiçeði, her bir meyveyi ziyaret edebilir.Hem her çiçeðe,her meyveye girer iþleyebilir.Eðer herþey'i görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlak'ýn memur-u

 

 

 

 

 

 

 

 

 

musahharý olmasa, o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihazatýný ve yapýlmasýný ve ayrý ayrý san'atlarýný ve onlara giydirilen suretlerin terziliðini ve hýyatat-ý kâmile-i muhita-i san'atýný bilmek lâzým gelir.Ýþte þu zerre, bir güneþ gibi bir nur-u tevhîd'in þuaýný gösteriyor. Ziyayý, havaya; mâi, turâba kýyas et.

 

Zâten eþyanýn asýl menþe'leri, þu dört maddedir: Yeni hikmetle, müvellid-ül-mâ, müvellid-ül-humuza, karbon, azottur ki, bu anâsýr evvelki unsurlarýn eczalarýdýr.

 

Üçüncü Pencere: Zerrrelerden mürekkeb bir parça toprak, her bir çiçekli ve meyveli nebatatýn neþv ü nemasýna menþe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli

 

(Sh»Tls:53)

 

nebatatýn tohumcuklarý ki, o tohumcuklar hayvanatýn nutfeleri gibi ayrý ayrý þeyler deðil, nutfeler bir su olduðu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellid-ül-mâ, müvellid-ül-humuzadan mürkeb, mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrý, yalnýz kader kalemiyle sýrf mânevî olarak aslýnýn programý tevdi edilmiþ. Ýþte o tohumlarý nöbetle o kâseye koysak, her biri hârika cihazatiyle, eþkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceðini, vuku bulmuþ gibi inanýrsýn. Eðer o zerreler her bir þey'in her bir hal ve vaziyetini bilen ve herþeye (ona) lâyýk vücudu ve vücudun levazýmatýný vermeye kadir ve kudretine nisbeten her þey kemâl-i suhuletle musahhar olan bir Zâtýn memuru ve emirber bir vazifedarý olmazlarsa, o topraðýn her bir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarlarýn adedince manevî fabrikalar ve matbaalar içinde bulunmasý lâzým gelir ki, o cihazatlarý ve eþkâlleri biribirinden uzak ve biribirinden ayrý mevcûdat-ý muhtelifeye menþe' olabilsin veya bütün o mevcûdata muhit bir ilim ve bütün onlarýn teþkilâtýna muktedir olacak bir kudret vermek lâzýmdýr. Tâ bütün onlarýn teþkilâtýna medar olsun. Demek Cenâb-ý Hak'tan nisbet kesilse, topraðým zerratý adedince ilâhlar kabul edilmesi lâzým gelir. Bu ise bin def'a muhal içinde muhal bir hurâfedir. Fakat memur olduklarý vakit çok kolaydýr. Nasýl sultân-ý azîmin bir âdi neferi, o padiþahýn namiyle ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir. Ýki denizi birleþtirebilir. Bir þâhý esir edebilir. Öyle de; Ezel ve Ebed sultâný'nýn emriyle, bir sinek bir nemrudu yere serer, bir karýnca bir Fir'avunun sarayýný harab eder, yere atar. Bir incir çkirdeði bir incir aðacýný yüklenir.

 

Hem herbir zerrede, Vücub ve Vahdet-i Sânia iki þâhid-i sâdýk daha var. Birisi; herbir zerre, acz-i mutlakiyle beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldýrýyor ve cümudiyyeti ile beraber bir þuuru küllî gösteren intizamperverâne nizam-ý umumîye tevfik-ý hareket eder. Demek herbir zerre, lisan-ý acziyle Kadîr-i Mutlak'ýn Vücûb-u Vücuduna ve nizam-ý âlemi gözetmesiyle vahdetine þehadet eder.

 

كَمَا اَنَّ فِى كُلِّ ذَرَّةٍ شَاهِدَانِ عَلَى اَنّهُ وَاجِبٌ وَاحِدٌ كَذَلِكَ فِى كُلِّ حَىٍّ لَهُ اَيَتَانِ عَلَى اَنَّهُ اَحَدٌ صَمَدٌ

 

Evet herbir zîhayatta; biri Ehadiyet sikkesi, diðeri samediyyet turrasý bulunuyor. Zira bir zîhayat ekser kâinatta cilveleri görünen Esmâyý birden kendi âyinesinde gösteriyor. Âdeta bir nokta-i mihrâkýyye hükmünde Hayy-ý Kayyûm'un tecelli-i Ýsm-i A'zamýný gösteriyor. Ýþte

 

 

 

(Sh»Tls:54)

 

Ehadiyyet-i Zâtiyyeyi, Muhyî perdesi altýnda bir nevi gölgesini gösterdiðinden, bir sikke-i Ehadiyyeti taþýyor. Hem o zîhayat, bu kâinatýn bir misal-i musaððarý ve þecere-i hilkatin bir meyvesi hükmünde olduðu için, kâinat kadar ihtiyacatýný birden kolaylýkla küçücük dâire-i hayatýna yetiþtirmek, Samediyyet turrasýný gösteriyor. Yâni o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki; ona, herþeye bedel bir teveccühü var ve bütün eþyanýn yerini tutar bir nazarý var. Bütün eþya onun bir teveccühünün yerini tutamaz.

 

نَعَمْ يَكْفِى لِكُلِّ شَىْءٌ عَنْ كُلِّ شَىْءٍ وَلاَ يَكْفِى عَنْهُ كُلُّ شَىْءٍ وَلَوْ لِشَىْءٍ وَاحِدٍ

 

Hem o hal gösteriyor ki: Onun o Rabbi, hiçbir þey'e muhtaç olmadýðý gibi, hazinesinden hiçbir þey eksilmez ve kudretine de hiçbir þey aðýr gelmez.Ýþte Samediyyetin gölgesini gösteren bir nevi turrasý...

 

Demek herbir zîhayatta; bir Sikke-i Ehadiyyet, bir turra-i Samediyyet vardýr. Evet her bir zîhayat, hayat lisaniyle قُلْ هُوَ اللَّهُ اَحَدٌ * اَللَّهُ الصَّمَدُ* okuyor. Bu iki sikkeden baþka, birkaç pencere-i mühimme de var. Baþka bir yerde tafsil edildiði için burada ihtisar edildi.

 

Madem þu kâinatýn herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliði ve hayat dahi iki kapýyý birden Vâcib-ul-Vücûd'un Vahdâniyyetine açýyor, zerreden tâ þemse kadar tabakat-ý mevcûdat, Zât-ý Zülcelâl'in envâr-ý mârifetini ne surette neþrettiðini kýyas edebilirsin.

 

Ýþte marifetullahda terakkýyat-ý mâneviyyenin derecatýný ve huzurun meratibini bundan anla ve kýyas et....

 

BEÞÝNCÝ LEM'A: Nasýlki bir kitab; eðer yazma ve mektub olsa, onun yazmasýna bir kalem kâfidir. Eðer basma ve matbû olsa, o kitabýn hurufatý adedince kalemler, yani demir harfler lâzýmdýr. Tâ o kitab tab'edilip vücud bulsun. Eðer o kitabýn bazý harflerinde gayet ince bir hat ile o kitabýn ekseri yazýlmýþ ise -Sûre-i Yâsin, lâfz-ý Yâsinde yazýldýðý gibi- o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri, o

 

 

 

 

 

tek harfe lâzýmdýr, tâ tab'edilsin. Aynen öylede; Þu kitab-ý kâinatý, kalem-i kudret-i Samedaniyyenin yazmasý ve Zât-ý Ehadiyyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyyet yoluna gi-

 

(Sh»Tls:55)

 

dersin.

 

 

 

Eðer tabiata ve esbaba isnad etsen, imtina derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müþkilatlý ve hiç bir vehim kabûl etmiyen hurafatlý þöyle bir yola gidersin ki; tabiat için her bir cüz' toprakta, her bir katre suda, herbir parça havada, milyarlarca mâdenî matbaalar ve hadsiz mânevî fabrikalar bulunmasý lâzým. Tâ ki, hesapsýz çiçekli, meyveli masnuatýn teþekkülâtýna mazhar olabilsin.Yahut herþey'e muhit bir ilim, herþey'e muktedir bir kuvvet, onlarda kabûl etmek lâzým gelir.Tâ þu masnuata hakikî masdar olabilsin. Çünki, topraðýn ve suyun ve havanýn herbir cüz'ü, ekser nebatata menþe olabilir. Halbuki herbir nebat -meyveli olsa, çiçekli olsa- teþekkülâtý o kadar muntazamdýr, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden mümtazdýr, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrýdýr ki; herbirisine, yalnýz ona mahsus birer ayrý mânevî fabrika veya ayrý birer matbaa lâzýmdýr. Demek tabiat, mistarlýktan masdarlýða çýksa; her bir þeyde bütün þeylerin makinelerini bulundurmaða mecburdur. Ýþte bu tabiatperestlik fikrinin esasý, öyle bir hurafattýr ki, hurafeciler dahi ondan utanýyorlar. Kendini âkýl zanneden ehl-i dalâletin, nasýl nihayetsiz hezeyanlý bir akýlsýzlýk iltizam ettiklerini gör, ibret al!..

 

Elhasýl: Nasýl bir kitabýn herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücuduna tek bir sûretle delâlet ediyor ve kendi kâtibini on kelime ile târif eder ve çok cihetlerle gösterir. Meselâ: "Benim kâtibimin hüsn-ü hattý var: Kalemi kýrmýzýdýr, þöyledir, böyledir." der. Aynen öyle de: Þu kitab-ý kebîr-i âlemin her bir harfi, kendine cirmi kadar delâlet eder ve kendi sureti kadar gösterir. Fakat nakkaþ-ý Ezelî'nin esmâsýný, bir kaside kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince iþaret parmaklariyle o esmâyý gösterir, müsemmasýna þehadet eder. Demek hem kendini, hem bütün kâinatý inkâr eden safsatacý gibi bir ahmak, yine Sâni-i Zülcelâl'in inkârýna gitmemek gerektir!..

 

ALTINCI LEM'A: Hâlik-ý Zülcelâl'in nasýlki mahlûkatýnýn herbir ferdinin baþýnda ve masnuatýnýn herbir cüz'ünün cephesinde, Ehadiyyetinin sikkesini koymuþtur. (Nasýlki geçmiþ lem'alarda bir kýsmýný gördün.) Öyle de; her bir nev'in üstünde çok sikke-i Ehadiyyet, her bir küll üstünde müteaddid hâtem-i Vâhidiyyet, tâ mecmuu âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuþtur. Ýþte pekçok sikkelerinden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ý Arz sahifesinde bahar mevsiminde vaz'edilen bir sikke, bir hâtem-i göstereceðiz. Þöyle ki:

 

Nakkaþ-ý Ezelî, zeminin yüzünde yaz, bahar zamanýnda enaz üçyüzbin nebatat ve hayvanatýn envâýný, nihayetsiz ihtilât, karýþýklýk içinde nihayet

 

 

 

Sh» (Tls:56)

 

derecede imtiyaz ve teþhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haþir ve neþretmesi, bahar gibi zâhir ve bâhir parlak bir sikke-i tevhiddir. Evet, bahar mevsiminde ölmüþ arzýn ihyasý içinde, üçyüzbin haþrin nümunelerini kemal-i intizam ile îcad etmek ve Arzýn sahifesinde birbiri içinde üçyüzbin muhtelif envâýn efradýný hatasýz ve sehivsiz, galatsýz, noksansýz, gayet mevzun, manzum, gayet muntazam ve mükemmel bir surette yazmak, elbette nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme ve kâinatý idare edecek bir iradeye mâlik bir Zât-ý Zülcelâl'in, bir Kadîr-i Zülkemâl'in ve bir Hakîm-i Zülcemâl'in sikke-i mahsusasý olduðunu zerre mikdar þuuru bulunanýn derketmesi lâzým gelir.Kur'an-ý Hakîm ferman ediyor ki: فَانْظُرْ اِلَى اَثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْىِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذَالِكَ لَمُحْيى الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

 

Evet, zeminin diriltilmesinde, üçyüzbin haþrin nümunelerini, birkaç gün zarfýnda yapan, gösteren Kudret-i Fâtýraya; elbette insanýn haþri ona kolay gelir. Meselâ: Gelincik daðýný ve Süphan daðýný bir iþaretle kaldýran bir Zât-ý Mu'ciznümâya, "Þu dereden, yolumuzu kapayan þu koca taþý kaldýrabilir misin?" denilir mi? Öyle de: Gök ve dað ve yeri altý günde îcad eden ve onlarý vakit-bevakit doldurup boþaltan bir Kadîr-i Hakîm'e, biir Kerîm-i Rahîm'e: "Ebed tarafýndan ihzar edilip serilmiþ, kendi ziyafetine gidecek yolumuzu seddeden þu toprak tabakasýný üstümüzden kaldýrabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin?» Ýstib'âd suretinde söylenir mi!

 

Þu zeminin yüzünde yaz zamanýnda bir Sikke-i Tevhidi gördün. Þimdi bak! Gayet basîrane ve hakîmane zeminin yüzündeki þu tasarrufat-ý azîme-i bahariye üstünde, bir Hâtem-i Vâhidiyyet gayet âþikâre görünüyor.Çünki þu icraat, bir vüs'ati mutlaka içinde ve o vüs'atle beraber bir sür'at-imutlaka ile ve o sür'at ile beraber bir sehavet-i mutlaka içinde görünen intizam-ý mutlak ve kemâl-i hüsn-ü san'at ve mükemmeliyet-i hilkat; öyle bir hâtemdir ki, gayr-i mütenahî bir ilim ve nihayetsiz bir kudret sahibi ona sahib olabilir. Evet görüyoruz ki; bütün yeryüzünde bir vüs'at-i mutlaka içinde bir îcad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem o vüs'at içinde, bir sür'at-i mutlaka ile iþleniyor. Hem o sür'at ve vüs'atle beraber teksir-i efradda bir sehavet-i mutlaka görünüyor.Hem o sehavet ve vüs'at ve sür'atle beraber bir sühulet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehavet ve suhulet ve sür'at ve vüs'atle beraber; herbir nevide,

 

 

 

 

 

 

 

(Sh»Tls:57)

 

herbir ferdde görünen bir intizam-ý mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü san'at ve nihayet ihtilât içinde bir imtiyaz-ý etemm ve gayet mebzuliyet içinde gayet kýymettar eserler ve gayet geniþ daire içinde tam bir muvafakat ve gayet sühullet içinde gayet san'atkârane bedîalarý îcad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her ferdde bir san'at-ý hârika, bir faaliyet-i mu'ciz-nümâ göstermek; elbette ve elbette öyle bir Zâtýn hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadýðý halde, heryerde hâzýr, nâzýrdýr.Hiçbir þey O'ndan gizlenmediði gibi, hiçbir þey O'na aðýr gelmez.Zerrelerle yýldýzlar, O'nun kudretine nisbeten müsavidirler.

 

Meselâ: O Rahîm-i Zülcemâl'in baðistan-ý kereminden, mu'cizatýnýn salkýmlarýndan bir tanecik hükmünde gördüðüm, iki parmak kalýnlýðýnda bir üzüm asmasýna asýlmýþ olan salkýmlarý saydým: Yüzellibeþ çýktý. Bir salkýmýn tanesini saydým: Yüzyirmi kadar oldu. Düþündüm, dedim: "Eðer bu asma çubuðu, ballý su musluðu olsa, daim su verse, þu hararete karþý o yüzer rahmetin þurub tulumbacýklarýný emziren salkýmlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazan az bir rutubet ancak eline geçer. Ýþte bu iþi yapan herþey'e kadir olmak lâzým gelir. سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ فِى صُنْعِهِ الْعُقُولُ

 

 

 

YEDÝNCÝ LEM'A: Bak, nasýl sahife-i Arz üstünde Zât-ý Ehad-i Samed'in hâtemlerini az dikkatle görebilirsin.Baþýný kaldýr, gözünü aç, þu kâinat kitab-ý kebîrine bir bak; göreceksin ki: O kâinatýn hey'et-i mecmuasý üstünde, büyüklüðü nisbetinde bir vuzuh ile Hâtem-i Vahdet okunuyor.Çünki, þu mevcudat bir fabrikanýn, bir kasrýn, bir muntazam þehrin eczalarý ve efradlarý gibi bel-bele verip, birbirine karþý muavenet elini uzatýp, birbirinin sual-i hâcetine "Lebbeyk! Baþ üstüne" derler. Elele verip, bir intizam ile çalýþýrlar.Baþbaþa verip, zevilhayata hizmet ederler.Omuz-omuza verip bir gayeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîm'e itaat ederler. Evet Güneþ ve Aydan, gece ve gündüzden, kýþ ve yazdan tut, tâ nebatatýn, muhtaç ve aç hayvanlarýn imdadýna gelmelerinde ve hayvanlarýn zaif, þerif insanlarýn imdadýna koþmalarýnda, hattâ mevadd-ý gýdâiyyenin lâtif, nahif yavrularýn ve meyvelerin imdadýna uçmalarýnda, Tâ zerratý taamiyyenin hüceyrat-ý beden imdadýna geçmelerinde câri olan bir düstur-u teavünle hareketleri, bütün bütün kör olmýyana gösteriyorlar ki; gayet kerîm birtek Mürebbi'nin kuvvetiyle, gayet Hakîm birtek Müdebbir'in emriyle hareket ediyorlar.

 

Ýþte þu kâinat içinde câri olan bu tesanüd, bu teâvün, bu tecâvüb,

 

 

 

Sh:» (Tls:58)

 

bu teânuk, bu musahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbir'in tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbî'nin tedbiriyle sevk edildiklerine kar'iyyen þehadet ertmekle beraber; þu bilbedâhe san'at-ý eþyada görünen hikmet-i âmme içindeki inayet-i tâmme ve o inayet içinde parlayan rahmet-i vâsia ve o rahmet üstünde serilen ve rýzka muhtaç herbir zîhayata onun hâcetine lâyýk bir tarzda iaþe etmek için serpilen erzak ve iâþe-i umumî, öyle parlak bir Hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün aklý sönmiyen anlar ve bütün bütün kör olmýyan görür.Evet, kasd ve þuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatý kaplamýþ ve o perde-i hikmet üstünde lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsaný gösteren bir perde-i inayet serilmiþtir ve o müzeyyen perde-i inayet üstünde kendini sevdirmek ve tanýttýrmak, in'am ve ikram etmek lem'alarýný gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatý içine almýþtýr ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramý ve kemâl-i þefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u Rubûbiyyeti gösteren bir sofra-i erzak-ý umumiye dizilmiþtir.

 

Evet, þu mevcudat, zerrelerden güneþlere kadar; ferdler olsun neviler olsun, küçük olsun, büyük olsun,, semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaþ bir kumaþ-ý hikmetten muhteþem bir gömlek giydirilmiþ ve o hikmet-nümâ suret gömleði üstünde lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inayet her þeyin kametine göre biçilmiþ ve o müzeyyen hulle-i inayet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in'am lem'alariyle münevver, rahmet niþanlarý takýlmýþ ve o münevver ve murassa niþanlarý ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevilhayatýn taifelerine kâfi, bütün hâcetlerine vâfi bir sofra-i rýzk-ý umumî kurulmuþtur. Ýþte þu iþ, Güneþ gibi âþikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak bir Zât-ý Zülcemâl'e iþaret edip gösteriyor.

 

Öyle mi? Herþey rýzka muhtaç mýdýr?

 

Evet, bir ferd, rýzka ve devam-ý hayata muhtaç olduðu gibi, görüyoruz ki: Bütün mevcudat-ý âlem, bâhusus zîhayat olsa, küllî olsun cüz'î ollsun, küll olsun cüz' olsun; vücudunda, bekasýnda, hayatýnda ve idame-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzýmatý var, Ýftikarâtý ve ihtiyacatý öyle þeylere var ki, en ednâsýna o þey'in eli yetiþmediði, en küçük matlûbuna o þey'in kuvveti kâfi gelmediði bir halde, görüyoruz ki: Bütün metâlibi ve erzâk-ý maddiyye ve mâneviyesi مِنْ حَيْثُ لاَيَحْتَسِبُ ummadýðý yerlerden kemâl-i intizamla ve vakt-i

 

 

 

(Sh»Tls:59)

 

münâsipte ve lâyýk bir tarzda kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor. Ýþte bu iftikar ve ihtiyac-ý mahlûkat ve bu tarzda imdad ve iâne-i gaybiyye, acaba Güneþ gibi bir Mürebbi-i Hakîm-i Zülcelâl'i , bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâl'i göstermiyor mu?

 

SEKÝZÝNCÝ LEM'A: Nasýlki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki: O tarla herhalde tohum sahibinin taht-ý tasarrufunda olduðunu; hem o tohumu dahi, tarla mutassarrýfýnýn taht-ý tasarrufunda olduðunu gösterir.Öyle de: Þu anâsýr denilen mezraa-i masnuat, vâhidiyyet ve besatet ile beraber, külliyet ve ihâtalarý ve þu mahlûkat denilen semerat-ý rahmet ve mu'cizat-ý kudret ve kelâmât-ý hikmet olan nebatat ve hayvanat, mümaselet ve müþabehetleriyle beraber çok yerlerde intiþarý, her tarafta bulunup tavattunlarý; tek bir Sâni-i Mu'ciznümâ'nýn taht-ý tasarrufunda olduklarýný öyle bir tarzda gösteriyor ki; güya herbir çiçek, herbir semere, herbir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasýdýr. Her nerede bulunsa, lisan-ý hâliyle her birisi der ki: "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasýyým, bu vataným dahi onun mencusudur." Demek en ednâ bir mahlûka Rubûbiyyet; bütün anâsýrý kabza-i tasarrufunda tutana mahsusdur ve en basit bir hayvaný tedbir ve tedvir etmek; bütün hayvanatý nebatatý, masnuatý kabza-i Rubûbiyyetinde terbiye edene has olduðunu kör olmayan görür. Evet herbir ferd, sair efrada mümaselet ve misliyyet lisaný ile der: "Kim bütün nev'ime malik ise, bana mâlik olabilir, yoksa yok." Her nev', sair nevilerle beraber yeryüzünde intiþarý lisaniyle der: "Kim bütün sath-ý Arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa yok." Arz, sair seyyarat ile bir Güneþe irtibatý ve semavat ile tesanüdü lisaniyle der: "Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik O olabilir; yoksa yok." Evet faraza zîþuur bir elmaya biri dese: "Sen benim san'atýmsýn. "O elma lisaný hâl ile ona: "Sus!" diyecek. "Eðer bütün yeryüzünde bütün elmalarýn teþkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteþir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki sefinesiyle hazine-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-yý Rahmaniyyeye mutasarrýf olabilirsen, bana Rubûbiyyet dâva et. " O elma böyle diyecek ve o ahmaðýn aðzýna bir tokat vuracak...

 

DOKUZUNCU LEM'A: Cüz'de cüz'îde, küllîde küllîde, küll-i âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyada olan sikkelerden, hâtemlerden, turralardan bazýlarýna iþaret ettik.Þimdi, nevilerde hesapsýz sikkelerden bir sikkeye iþaret edeceðiz.

 

 

 

(Sh»Tls:60)

 

Evet, nasýlki meyvedar bir aðacýn hesapsýz semereleri, bir terbiye-i vâhide, bir kanun-u vahdetle, birtek merkezden idare edildiklerinden, külfet ve meþakkat ve masraf, o kadar sühulet peyda eder ki, kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsavi olurlar. Demek kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için, kemiyetçe bütün aðaç kadar külfet ve masraf ve cihazat ister. Fark yalnýz keyfiyetçedir. Nasýlki birtek nefere lâzým teçhizat-ý askeriyeyi yapmak için, orduya lâzým bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzýmdýr. Demek iþ, vahdetten kesrete geçse, efrad adedince -kemiyet cihetiyle- külfet ziyadeleþir. Ýþte, her nevide bilmüþahede görünen sühulet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevhidden gelen bir yüsr ve sühuletin eseridir.

 

Elhasýl: Bir cinsin bütün envâý, bir nev'in bütün efradý âzây-ý esâsîde muvafakat ve müþabehetleri nasýl isbat ederler ki, tek bir Sâniin masnularýdýr. Çünki; vahdet-i kalem ve ittihad-ý sikke öyle ister. Öyle de: Bu meþhud sühûlet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde îcab eder ki; bir sânii Vâhid'in eserleri olsun. Yoksa imtina' derecesine çýkan bir suûbet o cinsi, in'idama ve o nev'i, ademe götürecekti.

 

Velhasýl: Cenâb-ý Hakk'a isnad edilse, bütün eþya birtek þey gibi bir sühulet peyda eder. Eðer esbaba isnad edilse her bir þey, bütün eþya kadar suûbet peyda eder. Madem öyledir; kâinatta þu görülen fevkalâde ucuzluk ve þu göz önündeki hadsiz mebzuliyyet, Sikke-i Vahdeti güneþ gibi gösterir. Eðer, gayet mebzuliyetle elimize geçen þu meyveler, Vâhid-i Ehad'in malý olmazsa, bütün dünyayý verse idik, birtek narý yiyemezdik.

 

ONUNCU LEM'A: Tecelli-i Cemâliyyeyi gösteren hayat; nasýl bir bürhan-ý Ehadiyyettir, belki bir çeþit tecelli-i Vahdettir. Tecelli-i Celâli izhar eden memat dahi, bir bürhan-ý Vâhidiyyettir. Evet meselâ: وَلِلَّهِ الْمَثَلُ الاَعْلَى Nasýlki, Güneþe karþý parlýyan ve akan büyük bir ýrmaðýn kabarcýklarý ve zemin yüzünün mütelemmi' þeffâfatý, Güneþin aksini ve ýþýðýný göstermek suretiyle Güneþe þehadet ettikleri gibi, o kataratýn ve þeffafatýn gurubiyle, gitmeleriyle beraber arkalarýndan yeni gelen katarat taifeleri ve þeffâfat kabileleri üstünde yine Güneþin cilveleri haþmetle devamý ve ýþýðýnýn tecellisi ve noksansýz istimrarý kat'iyyen þehadet eder ki: Sönüp yanan, deðiþip tazelenen, gelip parlýyan misâli güneþcikler ve ýþýklar ve nurlar; bir bâki, daimî, âlî, tecellisi zevalsiz birtek Güneþin cilveleridir. Demek o parlayan kataratlar; zuhu-

 

 

 

(Sh»Tls:61)

 

riyle ve gelmeleriyle Güneþin vücudunu gösteerdikleri gibi; gurublarýyle, zevalleriyle, Güneþin bekasýný ve devamýný ve birliðini gösteriyorlar.

 

Aynen öyle de: Þu mevcudat-ý seyyale, vücudlariyle ve hayatlarýyle Vâcib-u-Vücdud'un vücub-u vücuduna ve Ehadiyyetine þehadet ettikleri gibi; zevalleriyle, ölümleriyle o Vâcib'ul-Vücud'un Ezeliyyetine, Sermediyyetine, Ehadiyyetine þehadet ederler.Evet gece gündüz, kýþ ve yaz, asýrlar vbe devirlerin eðiþmesiyle gurub ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnuat-ý cemîle, mevcûdat-ý lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve daimü-t-tecellî bir cemal sahibinin vücud ve beka ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ý zâhiriyye-i süfliyyeleriyle beraber zeval bulup ölmeleri, o esbabýn hiçliðini ve bir perde olduðunu gösteriyorlar. Þu hal kat'iyyen isbat eder ki; þu san'atlar, þu nakýþlar, þu cilveler; bütün esmâsý kudsiyye ve cemîle olan bir Zât-ý Cemîl-i Zülcelâl'in tazelenen san'atlarýdýr, tahavvül eden nakýþlarýdýr, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasýndan gelen sikkeleridir, hikmetle deðiþen hâtemleridir...

 

Elhasýl: Þu kitab-ý kebîr-i kâinat, nasýlki vücud ve vahdete dâir âyât-ý tekvîniyyeyi bize ders veriyor. Öyle de: O Zât-ý Zülcelâl'in bütün evsafý-ý kemâliyye ve cemâliyye ve celâliyyesine de þehadet eder. Ve kusursuz ve noksansýz Kemâl-i Zâtîsini isbat ederler. Çünki; bedihîdir ki, bir eserde kemâl, o eserin menþe ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder. Fiilin kemâli ise, ismin kemâline ve ismin kemâli, sýfatýn kemâline ve sýfatýn kemâli, þe'n-i zâtî'nin kemâline ve þe'nin kemâli, o zât-ý zîþuûnun kemâline, hadsen ve zarureten ve bedaheten delâlet eder. Meselâ:Nasýlki kusursuz bir kasrýn mükemmel olan nukuþ ve tezyinatý, arkalarýnda bir usta ef'âlinin mükemmeliyetini gösterir. O ef'âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanýn rütbelerini gösteren unvanlarý ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir.Ve o esmâ ve unvanlarýnýn mükemmeliyeti, o ustanýn san'atýna dair sýfatlarýnýn mükemmeliyetini gösterir ve o san'at ve sýfatlarýnýn mükemmeliyeti, o san'at sâhibinin þuun-u zâtiyye denilen kabiliyet ve istidad-ý zâtiyyesinin mükemmeliyetini gösterir ve o þuun ve kabiliyet-i zâtiyyenin mükemmeliyeti, o ustanýn mahiyet-i zâtiyyesinin mükemmliyetini gösterdiði misillü... Aynen öyle de: Þu kusursuz, fütursuz

 

هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ sýrrýna mazhar olan þu âsâr-ý meþhûde-i âlem, þu mevcudat-ý muntazama-i kâinatta olan san'at ise; bilmüþâhede bir müessir-i zil-iktidarýn kemâl-i ef'âline delâlet eder. O kemâl-i ef'âl ise, bilbedâhe o Fâil-i Zülcelâl'in kemal-i esmasýna delâlet eder. O kemâl-i

 

 

 

(Sh»Tls:62)

 

esma ise, bizzarure o esmânýn müsemmâ-i zülcemâlinin kemal-i sýfatýna delâlet ve þehadet eder. O kemal-i sýfat ise, bilyakîn o mevsuf-u zülkemâlin kemal-i þuûnuna delâlet ve þehâdet eder.O kemâl-i þuûn ise, bihakkal-yakîn o zîþuûnun kemal-i zâtýna öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün envâ-ý kemâlât, O'nun kemaline nisbeten sönük bir zýll-ý zaîf suretinde bir Zât-ý Zülkemâl'in âyât-ý kemâli ve rumuz-u celâli ve iþarat-ý cemâli olduðunu gösterir.

 

 

 

GÜNEÞLER KUVVETÝNDE ONBÝRÝNCÝ LEM'A: Ondokuzuncu Söz'de tarif edilen ve kitab-ý kebîr'in âyet-i kübrâsý ve o Kur'ân-ý Kebir'deki ism-i âzamý ve o þecere-i kâinatýn çekirdeði ve en münevver meyvesi ve o saray-ý âlemin güneþi ve Âlem-i Ýslâmýn bedr-i münevveri ve Rubûbiyyet-i Ýlâhiyyenin dellâl-ý saltanatý ve týlsým-ý kâinatýn keþþaf-ý zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammed-ül-Emîn Aleyhisselâtü Vesselâm, bütün Enbiyayý sayesi altýna alan Risalet cenahý ve bütün Âlem-i Ýslâmý himayesine alan Ýslâmiyet cenahlariyle hakikatýn tabakatýnda uçan ve bütün Enbiya ve Mürselîni, bütün Evliya ve Sýddýkîni ve bütün Asfiya ve muhakkýkîni arkasýna alýp bütün kuvvetiyle Vahdâniyyeti gösterip, Arþý Ehadiyyete yol açýp gösterdiði Ýman-ý Billâh ve isbat ettiði Vahdâniyyet-i Ýlâhiyyeyi hiç vehim ve þüphenin haddi varmý ki, kapatabilsin ve perde olabilsin! Mâdem Ondokuzuncu Söz'de ve Ondokuzuncu Mekdubda o bürhan-ý katýýn âb-ul-hayat-ý mârifetinden Ondört Reþha ve Ondokuz Ýþârat ile, o zât-ý mu'ciz-nümânýn envâ-ý mu'cizatiyle beraber, icmalen bir derece târif ve beyan etmiþiz. Þurada þu iþaret ile iktifa edip, o vahdâniyyetin bürhan-ý katýný tezkiye eden ve sýdkýna þehadet eden esasata iþaret suretinde bir salâvat-ý þerife ile hatmederiz..

 

 

 

اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ دَلَّ عَلَى وُجُوبِ وُجُودِكَ وَوَحْدَانِيَّتِكَ وَشَهِدَ عَلَى جَلاَ لِكَ

 

وَجَمَالِكَ وَكَمَالِكَ الشَّاهِدُ الصَّادِقُ الْمُصَدَّقُ وَالْبُرْهَانُ النَّاطِقُ الْمُحَقَّقُ

 

سَيِّدُ الاَنْبِيَاءِ وَالْمُرْسَلِينَ الْحَامِلُ سِرَّ اِجْمَاعِهِمْ وَتَصْدِيقِهِمْ وَمُعْجِزَاتِهِمْ

 

وَاَمَامُ الاَوْلِيَاءِ وَالصِّدِّيقِينَ الْحَاوِى سِرَّ اِتِّفَاقِهِمْ وَتَحْقِيقِهِمْ وَكَرَامَاتِهِمْ

 

ذُالْمَعْجِزاتِ الْبَاهِرَةِ وَالْخَوَارِقِ الظَّاهِرَةِ وَالدَّلاَئِلِ الْقَاطِعَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ

 

لَهُ ذُوالْخِصَالِ الْغَالِيَةِ فِى ذَاتِهِ وَالْاَخْلاَقِ الْعَالِيَةِ فِى وَظِيفَتِهِ وَالسَّجَايَا السَّامِيَةِ

 

فِى شَرِيعَتِهِ الْمُكَمَّلَةِ الْمُنَزَّهَةِ لَهُ عَنِ الْخِلاَفِ مَهْبِطُالْوَحْىِ الرَّبَّانِىِّ بِاِجْمَاعِ الْمُنْزِلِ

 

(Sh»Tls:63)

 

وَالْمُنْزَلِ عَلَيْهِ سَيَّارُ عَالَمِ الغَيْبِ وَالْمَلَكُوتِ مُشَاهِدُالاَرْوَاحِ وَ مُصَاحِبُ الْمَلَئِكَةِ اَنْمُوذَجُ كَمَالِ الْكَائِنَاتِ شَخْصًا وَنَوْعًا وَجِنْسًا ( اَنْوَرُ ثَمَرَاتِ شَجَرَةِ الْخِلْقَةِ) سِرِاجُ الْحَقِّ بُرْهَانُ الْحَقِيقَةِ تِمْثَالُ الرَّحْمَةِ مِثَالُ الْمُحًبَّةِ كَشَافُ طِلْسِمِ الْكَائِنَاتِ دَلاَّلُ سَلْطَنَةِالرُّبُوبِيَّةِ الْمُرْمِزُ بِعُذْوِيَّةِ شَخْسِيَّتِهِ الْمَعْنَوِيَّةِ اِلَى اَنَّهُ نُصْبَ عَيِنِ فَاطِرِ الْعَالِمِ فِى خَلْقِ الْكَئِنَاتِ ذُوالشِّرْيعَةِ اَلَّتِى هِىَ بِوُسْعَةِ دَسَاتِيرِهَا وَقُوَّتِهَا تُشَيرُ اِلَى اَنَّهَا نِظَامُ نَاظِمِالْكَوْنِ وَوَضْعُ خَالِقِ الْكَئِنَاتِ نَعَمْ اِنَّ نَظِمَ الْكَائِنَاتِ بِهَذَا النِّظَامِ الْاَتَمِّ الْاَكْمَلِ هُوَ نَا ظِمُ هَذَا الدِّينِ بِهَذَا النِّظَامِ الاَحْسَنِ الْاَجْمَلِ سَيِّدُنَا نَحْنُ مَعَاشِرَ بَنِى اَدَمَ وَ مُهْدِينَ اِلَى الْايمَانِ نَحْنُ مَعَاشِرَ الْمُؤْمِنينَ مُحَمَّدٍ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبْ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَوَاتِ وَاَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَادَامَتِ الْاَرْضُ وَالسَّمَوَاتُ فَاِنَّ ذَالِكَ الشَّاهِدَ الصًّادِقَ الْمُصَدَّقَ يَشْهَدُ عَلَى رُؤُسِ الْاَشْهَادِ مُنَادِمًا وَمُعَلِّمًا لِاَجْيَالِ الْبَشَرِ خَلْفَ الْاَعْصَارِ وَلاَقْطَارِ نِدَاءً عُلْوِيًّا بِجَمِيعِ قُوَّتِهِ وِبِغَايَةِ جِدِّيَّتِهِ وِبِنِهَايَةِ وَثُوقِهِ وَبِقُوَّةِ اِطْمِئْنَانِهِ وِبِكَمَالِ اِيمَانِهِ بِاَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَشَرِيكَ لَهُ

 

GÜNEÞLER KUVVETÝNDE ONÝKÝNCÝ LEM'A: Þu Yirmiikinci Söz'ün Onikinci Lem'asý, öyle bir bahr-ý hakâiktýr ki; bütün Yirmiiki Söz, ancak onun yirmiiki katresi ve öyle bir menba-ý envardýr ki, Þu Yirmiiki Söz, o güneþten ancak yirmiiki lem'asýdýr. Evet o Yirmiiki aded Sözlerin herbirisi, Semâ-i Kur'anda parlayan birtek necm-i âyetin bir lem'asý ve bahr-ý Furkandan akan bir âyetin ýrmaðýndan tekbir katresi ve bir kenz-i âzam-ý Kitabullahda herbiri bir sandukça-i cevâhir olan âyetlerin birtek âyetinin birtek incisidir. Ýþte Ondokuzuncu Söz'ün Ondördüncü Reþhasýnda bir nebze tarif edilen o Kelâmullah; Ýsm-i A'zamdan, Arþ-ý A'zamdan, Rubûbiyyetin tecelli-i a'zamýndan nüzul edip, ezeli ebede rabtedecek, ferþi arþa baðlayacak bir vüs'at ve ulviyet içinde bütün kuvvetiyle ve âyâtýnýn bütün kat'iyyetiyle mükerren

 

 

 

(Sh»Tls:64)

 

لاَاِلَهَ اِلاَّهُوَ der, bütün kâinatý iþhad eder; ve þehadet ettirir. Evet لاَاِلَهَ اِلاَّهُوَ بَرَابَرْ مِيزَنَدْ عَالَمْ Evet, o Kur'ana selim bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki: Cihat-ý sittesi öyle parlýyor, öyle þeffaftýr ki; hiçbir zulmet, hiçbir dalâlet, hiçbir þüphe ve rayb, hiçbir hile içine girmeye ve daire-i ismetine duhûle fürce bulamaz.Çünki, üstünde sikke-i i'caz; altýnda bürhan ve delil; arkasýnda nokta-i istinadý, mahz-ý vahy-i Rabbânî; önünde saadet-i dareyn; saðýnda, aklý istintak edip tasdikýný te'min; solunda, vicdaný istiþhad ederek teslimini tesbit; içi, bilbedâhe sâfi hidayet-i Rahmâniyye; üstü, bilmüþahede hâlis envar-ý îmaniyye; meyveleri, biaynel-yakîn kemalât-ý insaniyye ile müzeyyen Asfiya ve Muhakkikîn-i Evliya ve Sýddikîn olan o lisan-ý gaybýn sînesine kulaðýný yapýþtýrýp dinlesen; derinden derine, gayet mûnis ve muknî, nihayet -ciddî ve ulvî ve bürhan ile mücehhez bir sada-yý Semavî iþiteceksin ki, öyle bir kat'iyetle لاَاِلَهَ اِلاَّهُوَ der ve tekrar eder ki; hakkal-yakîn derecesinde söylediðini, aynel-yakîn gibi bir ilm-i yakîni sana ifade ve ifaza ediyor...

 

Elhasýl: Herbirisi birer Güneþ olan, Resûl-i Ekrem aleyisselâtü Vesselâm ile Furkan-ý Ahkem ki, biri: Âlem-i Þehadetin lisaný olarak bin mu'ciat içinde bütün Enbiya ve Asfiyanýn taht-ý tasdiklerinde Ýslâmiyet ve Risalet parmaklariyle iþaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiði bir hakikatý...

 

Diðeri: Âlem-i Gaybýn lisaný hükmünde, kýrk vücuh-u i'caz içinde, kâinatýn bütün âyât-ý tekvîniyyesinin taht-ý tasdiklerinde, hakkaniyyet ve hidayet parmaklariyle iþaret edip bütün ciddiyetiyle gösterdiði ayný hakikatý.. Acaba o hakikat, güneþden daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mý?

 

Ey dalâlet- âlûd mütemerrid insancýk! (Hâþiye) Ateþböceðinden daha sönük kafa fenerinle nasýl þu güneþlere karþý gelebilirsin? Onlardan istiðna edebilirsin? Üflemekle onlarý söndürmeðe çalýþýrsýn? Tuuuh! tuf.. senin o münkir aklýna.. Nasýl o iki lisan-ý gayb ve þehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve þu kâinatýn sahibi namýna veO'nun hesabýna söyledikleri sözleri ve dâvalarý inkâr edebilisin? Ey bîçâre ve sinekten daha âciz, daha hakîr! Sen necisin ki, þu kâinatýn Sâhib-i Zülcelâl'ini tekzibe yelteniyorsun?

 

_________

 

(Hâþiye) Bu hitab, Kur'aný kaldýrmaða çalýþanadýr.

 

 

 

(Sh»Tls:65)

 

 

 

Hâtime

 

Ey aklý hüþyar, kalbi müteyakkýz arkadaþ! Eðer þu Yirmiikinci Söz'ün baþýndan buraya kadar fehmetmiþsen, Oniki Lem'ayý birden elinde tut. Binler elektirik kuvvetinde bir sirac-ý hakikat bularak, Arþ-ý A'zamdan uzatýlýp gelen âyât-ý Kur'âniyyeye yapýþ. Burak-ý tevfike bin, semâvât-ý hakaikte uruc et, Arþ-ý Mârifetullaha çýk..اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ وَحْدَكَ لاَشَرِيكَ لَكَ de. Hem

 

لآاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَيٌّ لاَيَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

 

 

 

diyerek, bütün mevcûdât-ý kâinatýn baþlarý üstünde ve mescid-i kebîr-i âlemde vahdâniyyeti ilân et...

 

 

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ

 

رَبَّنَا لاَتُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسيناَ اَوْ اخْطَانَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَآ

 

اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَالاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ

 

وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا اَنْتَ مَوْلَينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَومِ الْكَافِرِينَ*

 

رَبَّنَا لا تُزِغْ قُلُوبَناَ بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنا وَهَبْ لَناَ مِن لَدُنكَ رحمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الوهَّابُ

 

رَبَّنَا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَرَيْبَ فِيهِ اِنَّ اللَّهَ لاَيُخَلِّفُ الْمِيعَادَ

 

اَللَّهُمَّ وَصَلِّ وسَلِّمْ عَلى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَارْحَمْنَا وَارْحَمْ اُمَّتَهُ

 

بِرِحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ اَمِينَ

 

وَاَخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

 

 

 

 

Link to comment
Share on other sites

Guest
This topic is now closed to further replies.
×
×
  • Create New...