EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Yirminci Mektubun Ýkinci Makamý ONUNCU KELÝME: وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ Yâni: Hiçbir þey ona aðýr gelemez. Dâire-i imkânda ne kadar eþya var, o eþyaya gayet kolay vücud giydirebilir. Ve o derece ona kolay ve rahattýr ki: اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْأً الخ sýrriyle, güya yalnýz emreder, yapýlýr. Nasýl ki,gayet mâhir bir san'atkâr; ziyade kolay bir tarzda, elini iþe dokundurur dokundurmaz, makina gibi iþler. Ve o sür'at ve mahareti ifade için denilir ki: O iþ ve san'at, ona o kadar musahhardýr ki; güya emriyle, dokunmasýyle iþler oluyor; san'atlar vücûda geliyor. Öyle de: Kadîr-i Zülcelâlin kudretine karþý, eþyanýn nihayet derecede musahhariyet ve itâatine; ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve sühuletle iþ gördüðüne iþareten, اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْأً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونَ ferman eder. Þu hakikat-ý uzmanýn hadsiz esrarýndan beþ sýrrýný "Beþ Nükte" de beyan edeceðiz: Birincisi: Kudret-Ýlâhiyye'ye nisbeten en büyük þey, en küçük þey kadar kolaydýr. Bir nev'in umum efradiyle îcadý, bir ferd kadar külfetsiz ve rahattýr.Cennet'i halketmek, bir bahar kadar kolaydýr. Bir baharý îcad etmek, bir çiçek kadar rahattýr. Þu sýrrý îzah ve isbat eden Haþr'e dair Onuncu Söz'ün âhirinde, hem melâike ve beka-i ruh ve Haþr'e dair yirmidokuzuncu Söz'de Haþir mes'elesinde, Ýkinci Esâsýn beyanýnda zikredilen "Nuraniyet sýrrý", "Þeffafiyet sýrrý", "Mukabele sýrrý", "Muvazene sýrrý", "Ýntizam sýrrý", "Ýtâat sýrrý", altý temsil ile isbat edilerek gösterilmiþtir ki: Kudret-i Ýlâhiyye'ye nisbeten yýldýzlar,zerreler gibi kolaydýr; hadsiz efrad bir ferd kadar külfetsiz ve rahatça îcad edilir. Mâdem o iki Söz'de bu altý sýr isbat edilmiþ, onlara havâle ederek burada kýsa keseriz. Ýkincisi: Kudret-i Ýlâhiyyeye nisbeten herþey müsavi olduðuna delîl-i kâtý' ve bürhân-ý sâtý' þudur ki: Hayvanat ve nebatatýn îcadýnda, gözümüzle görüyoruz, hadsiz bir sehavet ve kesret içinde, nihayet, derecede bir itkan, bir hüsn-ü san'at bulunuyor. Hem nihayet derecede karýþýklýk ve ihtilât içinde, nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik görünüyor. Hem nihayet derecede mebzuliyet ve vüs'at içinde, nihayet derecede san'atça kýymettarlýk ve hilkatçe güzellik bulunuyor.Hem nihayet derecede san'atkârâne bir sûrette, çok cihâzata ve çok zamana muhtaç olmakla beraber; gayet derecede suhuletle ve sür'atle îcad ediliyor.Âdetâ birden ve hiçten o mu'cizat-ý san'at vücuda geliyor. (Sh»Tls:34) Ýþte bilmüþahade her mevsimde rûy-i zeminde gördüðümüz bu faaliyet-i kudret, kat'iyyen delâlet eder ki; þu ef'alin menba'ý olan kudrete nisbeten en büyük þey en küçük þey kadar kolaydýr. Ve hadsiz efradýn îcadý ve idareleri, bir ferd kadar rahatça îcad ve idare edilir. Üçüncüsü: Þu kâinatta, þu görünen tasarrufat ve ef'al ile hükmeden Sâni-i Kadîr'in kudretine nisbeten, en büyük küll en küçük cüz' kadar kolay gelir. Efradça kesretli bir küllînin îcadý, bir tek cüz'înin îcadý kadar suhuletlidir. Ve en âdi bir cüz'îde, en yüksek bir kýymet-i san'at gösterilebilir. Þu hakikatýn sýrr-ý hikmeti üç menba'dan çýkar: Evvelâ: Ýmdâd-ý Vâhidiyyetten. Sâniyen: Yüsr-ü Vahdetten. Sâlisen: Tecellî-i Ehadiyyetten. Birinci menba' olan Ýmdad-ý Vâhidiyyet: Yâni herþey ve bütün eþya, bir tek zâtýn mülkü olsa; o vakit, vâhidiyyet cihetiyle herbir þey'in arkasýnda, bütün eþyanýn kuvvetini tahþid edebilir. Ve bütün eþya, bir tek þey gibi kolayca idare edilir. Þu sýrrý, þöyle bir temsil ile fehme takrib için deriz: meselâ:Nasýlki bir memleketin tek bir padiþahý bulunsa, o padiþah o vahdet-i saltanat kanunu cihetiyle, her bir neferin arkasýnda bir ordu kuvvet-i mâneviyesini tahþid edebilir... ve edebildiði için; o tek nefer, bir þâhý esir edebilir ve þâhýn fevkýnde pâdiþahý namýna hükmedebilir. Hem o pâdiþah, vâhidiyyet-i saltanat sýrriyle, bir neferi ve bir me'muru istihdam ve idare ettiði gibi, bütün orduyu ve bütün me'murlarýný idare edebilir. Güya, vâhidiyyet-i saltanat sýrriyle herkesi, herþey'i, bir ferdin imdadýna gönderebiilir. Ve her bir ferdi, bütün efrad kadar bir kuvvete istinad edebilir; yâni ondan meded alabilir. Eðer o vâhidiyyet-i saltanat ipi çözülse ve baþý bozukluða dönse; o vakit her bir nefer, hadsiz bir kuvveti birden kaybedip, yüksek bir makam-ý nüfuzdan sükut eder, âdi bir adam makamýna gelir.Ve onlarýn idare ve istihdamlarý, efrad adedince müþkilât peyda eder.Aynen öyle de وَلِلَّهِ المَثَلُ الاَعْلَى þu kâinatýn Sâni'i, Vâhid olduðundan; her bir þey'e karþý, bütün eþyaya müteveccih olan esmâyý tahþid eder. Ve nihayetsiz bir san'atla, kýymettar bir sûrette îcad eder.Lüzum olsa, bütün eþya ile bir tek þey'e bakar, baktýrýr, meded verir ve kuvvetli yapar. Ve bütün eþyayý dahi o vâhidiyyet sýrrýyle; bir tek þey gibi îcad eder, tasarruf eder, idare eder. Ýþte þu imdad-ý Vâhidiyyet sýrriyledir ki; þu kâinatta, nihayet derecede mebzuliyet ve ucuzluk içinde, nihayet derecede san'atça ve kýymetçe yüksek ve âli bir keyfiyet görünür. (Sh»Tls:35) Ýkinci menba' olan Yüsr-ü Vahdet: Yâni birlik usûliyle bir merkezde, bir elden, bir kanunla olan iþler; gayet derecede kolaylýk veriyor. Müteaddid merkezlere, müteaddid kanuna, müteaddid ellere daðýlsa müþkilât peyda eder. Meselâ: Nasýlki bir ordunun bütün neferatýnýn bir merkezden, bir kanunla, bir kumandan-ý a'zam emriyle esâsat-ý techiziyeleri yapýlsa; bir tek nefer kadar kolay olur. Eðer ayrý ayrý fabrikalarda, ayrý ayrý merkezlerde techizatlarý yapýlsa; bir ordunun techîzine lâzým olan bütün askerî fabrikalar, bir tek neferin techizatý için lâzým gelir. Demek, eðer vahdete istinad edilse; bir ordu bir nefer kadar kolay olur. Eðer vahdet olmazsa; bir nefer, bir ordu kadar techizin esâsatý cihetinde müþkilât peyda eder. Hem bir aðacýn meyvelerine -vahdet noktasýnda- bir merkeze, bir kanuna, bir köke istinaden madde-i hayatiyye verilse; binler meyveler, tek bir meyve gibi kolay olur. Eðer her bir meyve, ayrý ayrý merkeze rabtedilse ve ayrý ayrý yerden mevad-ý hayatiyeleri gönderilse; herbir meyve, bütün aðaç kadar müþkilât peyda eder. Çünki, bütün aðaca lâzým olan mevadd-ý hayatiye, her bir meyve için dahi lâzýmdýr. Ýþte þu iki temsil gibi, وَلِلَّهِ المَثَلُ اْلاَعْلىَ þu kâinatýn Sâni-i, Vâhid-i Ehad olduðu için, vahdetle iþ görür ve vahdetle iþ gördüðü için, bütün eþya birtek þey kadar kolay olur. Hem birtek þey'i, san'atça bütün eþya kadar kýymetli yapabillir. Ve hadsiz efradý, gayet kýymetdar bir sûrette îcad ederek; þu görünen hadsiz mebzuliyet ve nihayetsiz ucuzluk lisaniyle, cûd-u mutlakýný gösterir ve hadsiz sehavetini ve nihayetsiz hallâkýyetini izhar eder. %Üçüncü menba' olan Tecellî-i Ehadiyet: Yâni Sâni'-i Zülcelâl, cisim ve cismanî olmadýðý için, zaman ve mekân O'nu kayýd altýna alamaz. Ve kavn ü mekân, O'nun þuhuduna ve vücuduna müdahale edemez.Ve evsait ve ecram O'nun fiiline perde çekemez. Teveccühünde, tecezzi ve inkýsam olmaz.Bir þey, bir þeye mâni olmaz. Hadsiz ef'âli, bir fiil gibi yapar.Onun içindir ki : Bir çekirdekte, koca bir aðacý mânen dercettiði gibi; bir âlemi, bir tek ferdde dercedebilir.Bütün âlem, bir tek ferd gibi dest-i kudretinde çevrilir.Þu sýrrý baþka Sözler'de îzah ettiðimiz gibi, deriz ki: Nasýlki nuraniyyet îtibâriyle bir derece kayýdsýz olan Güneþ'in timsâli, her bir cilâlý parlak þeyde temessül eder. Binlerle, milyonlarla âyineler nuruna mukabil gelse, bir tek âyine gibi inkýsam etmeden bizzat herbirinde cilve-i misâliyesi bulunur.Eðer âyinenin istîdadý olsa, Güneþ azametiyle onda âsârýný gösterebilir. Bir þey, bir þey'e mâni olamaz.Binler, bir gibi ve binler yere, bir yer gibi kolay girer. Herbir yer, binler yer kadar o güneþin cilvesine mazhar olur.Ýþte (Sh»Tls:36) وَلِلَّهِ اْلمثَلُ الاَعْلَى þu kâinat Sâni-i Zülcelâlinin nur olan bütün sýfâtiyle ve nuranî olan bütün esmâsiyle, teveccüh-ü ehadiyet sýrriyle öyle bir tecellisi var ki; hiç bir yerde olmadýðý halde, her yerde hâzýr ve nâzýrdýr. Teveccühünde inkýsam olmaz. Ayný anda, her yerde, külfetsiz, müzahemesiz her iþi yapar. Ýþte þu imdad-ý Vâhidiyyet ve yüsr-ü Vahdet ve tecellî-i Ehadiyet sýrriyledir ki; bütün mevcudat, bir tek Sâni'a verildiði vakit; o bütün mevcûdat, birtek mevcud gibi kolay ve suhuletli olur.Ve her bir mevcud, hüsn-ü san'atça, bütün mevcudat kadar kýymetli olabilir. Nasýki mevcudatýn hadsiz mebzuliyeti içinde,her bir ferdde hadsiz dekaik-ý san'atýn bulunmasý bu hakikatý gösteriyor. Eðer o mevcudat, doðrudan doðruya birtek Sâni'a verilmezse; o zaman herbir mevcud bütün mevcudat kadar müþkilatlý olur ve bütün mevcudat, bir tek mevcud kýymetine sukut eder, iner. Þu halde ya hiçbir þey vücuda gelmiyecek veya gelse de kýymetsiz, hiçe inecektir. Ýþte þu sýrdandýr ki: Ehl-i felsefenin en ziyade ileri gidenleri olan sofestâiler, tarîk-ý Haktan yüzlerini çevirdiklerinden, küfür ve dalâlet tarîkýna bakmýþlar; görmüþler ki: Þirk yolu, tarîk-ý Haktan ve tevhid yolundan yüzbin def'a daha müþkilâtlýdýr; nihayet derecede gayr-ý mâkuldür. Onun için bilmecburiye, herþey'in vücudunu inkâr ederek akýldan istifa etmiþler. Dördüncüsü: Þu kâinatta, þu görünen ef'al ile tasarruf eden Zât-ý Kadîrin kudretine nisbeten Cennet'in îcadý, bir bahar kadar kolay ve bir baharýn îcadý, bir çiçek kadar kolaydýr. Ve bir çiçeðin mehasin-i san'at-ý ve letâif-i hilkati, bir bahar kadar latafetli ve kýymetli olabilir.Þu hakikatýn sýrrý üç þeydir: Birincisi: Sâni'deki vücub ile tecerrüd. Ýkincisi: Mahiyetinin mübâyenetiyle adem-i takayyüd. Üçüncüsü: Adem-i tahayyüz ile adem-i tecezzidir. Birinci sýr: Vücub ve tecerrüdün hadsiz kolaylýða ve nihayetsiz suhulete sebebiyet vermeleri, gayet derin bir sýrdýr. Onu bir temsil ile fehme takrib edeceðiz. Þöyle ki: Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrý ayrýdýr.Ayrý ayrý olduklarý için, vücudda rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir daðý kadardýr (Sh»Tls:37) ve o daðý istiab eder. Meselâ: Âlem-i Þehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hafýza âlem-i mânadan bir kütübhane kadar vücudu içine alýr. Ve âlem-i hâricîden olan týrnak kadar bir âyine-i vücudun, âlem-i misal tabakasýndan koca bir þehri içine alýr. Ve o âlem-i hâricîden olan o âyine ve o hâfýzanýn þuurlarý ve kuvve-i icâdiyeleri olsaydý, bir zerrecik vücud-u hâricîleri kuvvetiyle, o vücud-u mânevîde ve misâlîde hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi. Demek vücud rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleþir; az bir þey, çok hükmüne geçer. Hususan vücud, rüsuh-u tam kazandýktan sonra, maddeden mücerred ise, kayýd altýna girmezse; o vakit cüz'î bir cilvesi, sâir hafif tabakat-ý vücudun çok âlemlerini çevirebilir. Ýþte, وَلِلَّهِ المَثَلُ الاَعْلَى þu kâinatýn Sâni'-i Zülcelâli, Vâcib-ül-Vücud'-dur.Yâni: O'nun vücudu; zâtîdir,ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni'-dir, zevâli muhaldir ve tabakat-ý vücudun en râsihi, en esaslýsý, en kuvvetlisi,en mükemmelidir. Sâir tabakat-ý vücud, O'nun vücuduna nisbeten gayet zaif bir gölge hükmündedir. Ve o derece Vücud-u vâcib, r âsih ve hakikatlý ve vücud-u mümkinat o derecee hafif ve zaiftir ki; Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik, sâir tabakat-ý vücudu, evham ve hayal derecesine indirmiþler; لاَ مَوْجُودَ اِلاَّ هُوَ demiþler. Yâni: Vücûd-u Vâcib'e nisbeten baþka þeylere vücud denilmemeli; onlar, vücud ünvanýna lâyýk deðillerdir diye hükmetmiþler. Ýþte Vâcib-ül Vücud'un hem vâcib, hem zâtî olan kudretine karþý; mevcudatýn hem hâdis, hem Ârýzî vücudlarý; ve mümkinâtýn hem kararsýz, hem kuvvetsiz sübutlarý; elbette nihayet derecede kolay ve hafif gelir. Bütün ruhlarý Haþr-i A'zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir aðaçta haþr ve neþrettiði yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydýr. Ýkinci Sýr: Mübâyenet-i mâhiyet ve adem-i tekayyüdün kolaylýða sebebiyeti ise þudur ki: Sâni-i kâinat, elbette kâinat cinsinden deðildir. Mâhiyeti, hiçbir mâhiyete benzemez. Öyle ise: Kâinat dairesindeki mânialar, kayýtlar O'nun önüne geçemez. O'nun icraatýný takyid edemez. Bütün kâinatý birden tasarruf edip çevirebilir.Eðer kâinat yüzündeki görünen tasarrufat ve ef'al,kâinata havale edilse o kadar müþkilât ve karýþýklýða sebebiyet verir ki; hiçbir intizam kalmadýðý gibi, hiçbir þey dahi vücudda kalmaz; belki vücuda gelemez. Meselâ: Nasýlki (Sh»Tls:38) kemerli kubbelerdeki ustalýk san'atý, o kubbedeki taþlara havale edilse ve bir taburun zabite ait idaresi, neferata býrakýlsa; ya hiç vücuda gelmez veyahut çok müþkilât ve karýþýklýk içinde intizamsýz bir vaziyet alacak. Halbuki o kubbelerdeki taþlara vaziyet vermek için, taþ nev'inden olmayan bir ustaya verilse ve taburdaki neferatýn idaresi, mertebe îtibariyle zabitlik mahiyetini haiz olan bir zabite havale edilse; hem san'at kolay olur, hem tedbir ve idare suhuletli olur. Çünki: Taþlar ve neferler biribirine mâni' olurlar; usta ve zabit ise, mânisiz her noktaya bakar, idare eder. Ýþte وَلِلَّهِ المَثَل اْلاَعْلَى Vâcib'ül Vücûdun mâhiyet-i kudsiyyesi, mâhiyat-ý mümkinat cinsinden deðildir. Belki bütün hakaik-ý kâinat, o mâhiyetin Esmâ-i Hüsnâsýndan olan Hak isminin þuâlarýdýr. Mâdem mâhiyet-i mukaddesesi; hem Vâcib-ül Vücuddur, hem maddeden mücerreddir, hem bütün mâhiyata muhaliftir; misli, misâli, mesîli yoktur. Elbete o Zât-ý Zülcelâlin o Kudret-i Ezeliyesine nisbeten bütün kâinatýn idaresi ve terbiyesi; bir bahar, belki bir aðaç kadar kolaydýr. Haþr-ý A'zam ve dâr-ý Âhiret, Cennet ve Cehennemin îcadý; bir güz mevsiminde ölmüþ aðaçlarýn yeniden bir baharda ihyâlarý kadar kolaydýr. Üçüncü Sýr: Adem-i tahayyüz ve adem-i tecezzinin nihayet derecede olan kolaylýða sebebiyet vermelerinin sýrrý ise þudur ki: Mâdem Sâni'-i Kadîr mekândan münezzehtir, elbette kudretiyle her mekânda hazýr sayýlýr.Ve mâdem tecezzi ve inkýsam yoktur; elbette her þey'e karþý, bütün esmâsiyle müteveccih olabilir.Ve mâdem her yerde hâzýr ve her þey'e müteveccih olur.. öyle ise mevcudat ve vesâit ve ecram onun ef'âline mümânaat etmez, ta'vik etmez, belki hiç lüzum yok. Faraza lüzum olsa, elektriðin telleri gibi ve aðacýn dallarý gibi ve insanýn damarlarý gibi; eþya, vesile-i teshilât ve vasýta-i vüsûl-ü hayat ve sebeb-i sür'at-i ef'al hükmüne geçer. Ta'vik takyid men, müdahale þöyle dursun belki teshil, tesri ve îsâle vesile hükmüne geçer. Demek, Kadîr-i Zülcelâlin tasarrufat-ý kudretine herþey itâat ve inkýyad cihetinde -ihtiyaç yok- eðer ihtiyaç olsa kolaylýða vesile olur. Elhâsýl: Sâni'-i Kadîr; külfetsiz,muacelesiz, sür'atle, suhuletle herþey'i o þey'e lâyýk bir surette halkeder.Külliyatý, cüz'iyat kadar kolay îcad eder. Cüz'îyatý, külliyat kadar san'atlý halkeder. Evet külliyatý ve semâvâtý ve arz'ý halkeden kimse, semâvat ve arz'da olan cüz'iyatý ve efrad-ý zîhayatiyeyi halkeden elbette yine O'dur ve O'ndan baþka olamaz.Çünki o küçük cüz'iyat; o külliyatýn meyveleri, çekirdekleri, (Sh»Tls:39) misâli musaððarlarýdýr.Hem o cüz'iyatý îcad eden kim ise, cüz'iyatý ihâta eden unsurlarý ve semâvat ve arz'ý dahi O halketmiþtir. Çünki: Görüyoruz ki: Cüz'iyat külliyata nisbeten birer çekirdek, birer küçük nüsha hükmündedir.Öyle ise, o cüz'îleri halkeden Zât'ýn elinde, anâsýr-ý külliye ve semâvat ve arz bulunmalýdýr.Tâ ki, hikmetinin düsturlariyle ve ilminin mizanlarýyle o küllî ve muhît mevcudatýn hulâsalarýný, mânalarýný, nümunelerini; o küçücük misâl-i musaððarlar hükmünde olan cüz'iyatta dercedebilsin. Evet, acaib-i san'at ve garaib-i hilkat noktasýnda cüz'iyat, külliyattan geri deðil; çiçekler yýldýzlardan aþaðý deðil;çekirdekler, aðaçlarýn mâdununda deðil; belki çekirdekteki nakþ-ý kader olan mânevî aðaç, baðdaki nesc-i kudret olan mücessem aðaçtan daha acibdir. Ve hilkat-ý insaniyye, hilkat-ý âlemden daha acibdir. Nasýlki bir cevher-i ferd üstünde, esir zerratiyle bir Kur'an-ý hikmet yazýlsa, semâvat yüzündeki yýldýzlarla yazýlan bir Kur'an-ý azametten kýymetce daha ehemmiyetli olabilir. Öyle de; çok küçük cüz'iyatlar var, mu'cizat-ý san'atça külliyattan üstündür. %Beþincisi: Sâbýk beyanatýmýzda, îcad-ý mahlûkatta görünen hadsiz kolaylýk, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sür'at-i ef'al, nihayetsiz suhuletle îcad-ý eþyanýn sýrlarýný, hikmetlerini bir derece gösterdik. Ýþte þu nihayetsiz sür'at ve hadsiz suhuletle vücud-u eþya, ehl-i hidâyete þöyle kat'î bir kanaat verir ki:Mahlûkatý îcad eden Zât'ýn kudretine nisbeten; Cennetler, baharlar kadar; baharlar bahçeler kadar bahçeler, çiçekler kadar kolay gelir. مَاخَلَقَكُمْ وَلاَبَعْثُكُمْ اِلاَّكَنَفْسٍ واَحِدَةٍ sýrriyle, nev'-i beþerin haþr ve neþri, bir tek nefsin imâte ve ihyâsý gibi suhuletlidir. اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُمْ جَميِعٌ لَدَينَا مُحْضَرُونَ tasrihiyle, bütün insanlarý haþirde ihya etmek; istirahat için daðýlan bir orduyu bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydýr. Ýþte þu hadsiz sür'at ve nihayetsiz suhulet, bilbedâhe kudret-i Sâni'-in kemaline ve herþey Ona nisbeten kolay olduðuna delil-i kat'î ve bürhan-ý yakînî olduðu halde; ehl-i dalâletin nazarýnda, Sâni'in kudretiyle eþyanýn teþkili ve îcadý-ki, vücub derecesinde suhuletlidir-.Bin derece muhal olan, kendi kendine teþekkül ile iltibasa sebeb olmuþtur.Yâni bâzý âdi þeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri için, onlarýn teþkilini, teþekkül tevehhüm ediyorlar. Yâni îcad edilmiyorlar, belki kendi kendine vücud buluyorlar. Ýþte gel ahmaklýðýn derecatýna bak ki; (Sh»Tls:40) nihayetsiz bir kudretin delilini, onun ademine delil yapar; nihayetsiz muhâlat kapýsýný açar. Çünki o halde, Sâni'-i Âleme lâzým olan nihayetsiz kudret ve muhît ilim gibi evsâf-ý kemal, her mahlûkun her zerresine verilmek lâzým gelir; tâ kendi kendine teþekkül edebilsin... ONBÝRÝNCÝ KELÝME: واِلَيْهِ المَصِيرُ Yâni: Dâr-ý fânîden dâr-ý bâkîye dönülecek ve Kadîm-i Bâkînin makarr-ý saltanat-ý ebediyesine gidilecek ve kesret-i esbabdan, Vâhid-i Zülcelâlin dâire-i kudretine gidilecek, dünyadan Âhirete geçilecek. Merciiniz onun dergâhýdýr, melceiniz onun rahmetidir.Ve hâkezâ... Þu kelimenin bunlar gibi ifade ettiði pekçok hakikatlar var.Þu hakikatlarýn içinde saâdet-i ebediye ile cennete döneceðinizi ifade eden hakikat ise: Onuncu Söz'ün oniki bürhan-ý kat'î-yi yakîniyle ve Yirmiidokuzuncu Söz'ün pek çok delâil-i kâtýayý tazammun eden altý esasiyle o derece kat'î isbat edilmiþtir ki, baþka beyana hacet býrakmýyor. Gureb eden Güneþin, ertesi sabah yeniden tulu' edeceði kat'iyyetinde o iki söz isbat etmiþler ki: Þu dünyanýn mânevî güneþi olan hayat dahi, harab-ý dünya ile gurubundan sonra haþrin sabahýnda bâkî bir surette tulû' edecektir. Ve cin ve insin bir kýsm-ý saâdet-i ebediyyeye ve bir kýsmý da þekavet-i ebediyyeye mazhar olacaktýr. Mâdem Onuncu ve Yirmidokuzuncu Sözler bu hakikatý kemâliyle isbat etmiþler, sözü onlara havale edip yalnýz deriz ki: Sâbýk beyanatta kat'î isbat edildiði üzere: Nihayetsiz bir ilm-i muhit ve hadsiz bir irade-i külliye ve nihayetsiz bir kudret-i mutlaka sahibi olan þu kâinatýn Sâni'-i Hakîmi ve þu insanlarýn Hâlik-ý Rahîmi, bütün semâvî kitaplarý ve fermanlarýyle Cenneti ve saâdet-i ebediyyeyi nev'-i beþerin ehl-i îmânýna va'detmiþtir.Mâdem va'detmiþtir, elbette yapacaktýr.Çünki va'dinde hulf etmek O'na muhaldir.Çünki va'dini îfa etmemek, gayet çirkin bir noksandýr.Kâmil-i Mutlak noksandan münezzeh ve mukaddestir.Va'dettiðini yapmamak, ya cehlinden veya aczinden yapamaz. Halbuki o Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Külli Þey hakkýnda cehl ve acz muhal olduðundan, hulf-ü va'd dahi muhaldir.Hem baþta Fahr-i Âlem Aleyhisselâtü Vesselâm olarak bütün Enbiya ve Evliya ve Asfiya ve ehl-i îman, mütamadiyen o Rahîm-i Kerîm'den, va'dettiði saâdet-i ebediyyeyi rica edip yalvarýyorlar ve niyaz edip istiyorlar.Hem bütün Esmâ-i Hüsnâ ile beraber istiyorlar. Çünki baþta þefkati ve rahmati, adâleti ve hikmeti ve Rahman ve Rahîm, Âdil ve Hakîm isimleri ve rububiyyeti ve saltanatý ve Rab ve Allah isimleri (Sh»Tls:41) gibi ekser Esmâ-i Hüsnâsý, dâire-i Âhireti ve saâdet-i ebediyyeyi iktiza ve isltizam ederler ve tahakkukuna þehadet ve delâlet ediyorlar.Belki -Onuncu Söz'de isbat edildiði gibi- bütün mevcudat bütün hakaikýyla dâr-ý Âhirete iþaret ediyorlar.Hem ferman-ý a'zam olan Kur'an-ý Hakîm, binler âyât ve beyyinatiyle ve berâhin-i sâdýka-i kat'iyyesiyle o hakikatý gösteriyor ve tâlim ediyor.Ve nev'-i beþerin mâbihil iftihârý olan Habîb-i Ekrem; binler mu'cizat-ý bâhireye istinad ederek bütün hayatýnda, bütün kuvvetiyle o hakikatý des vermiþ, isbat etmiþ, ilân etmiþ, görmüþ ve göstermiþ... اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَباَرِكْ عَلَيْهِ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ بِعَدَدِ اَنْفاَسِ اَهْلِ الجَنَّةِ فِى الجَنَّةِ وَاحْشُرْنَا وَناشِرَهُ وَرُفَقِائَهُ وَصَاحِبَهُ سَعِيدًا وَوَالِدِينَا وَاِخْوَانَناَ وَاَخَوَاتِنَا تَحْتَ لِوَائِهِ وَارْزُقْنَا شَفَاعَتَهُ وَاَدْخِلْنَا الجَنَّةَ مَعَ اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ بِرَحْمَتِكَ ياَارْحَمَ الرَّاحمينَ اَمين اَمينَ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسيِنَا اَوْ اَخْطَاْنَا *رَبَّنَا لاَتُزِغْ قُلُوبَنا بَعْدَ اِزْهَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الوَهَّابُ * رَبِّ اِشْرَحْ لِى صَدْرِى * وَيَسِّرْلِى اَمْرِى * وْاخْلُدْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانى* يَفْقَهُوا قَوْلِى* رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ العَليمُ* وَتُبْ عَلَيْنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ * سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اَلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge