EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 Onaltýncý Söz بِسْمِ الله الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَىْءً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونَ * فَسُبْحَان الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلُّ شَىْءِ وَاْلَيْهِ تُرْجَعُونَ * Ýtminan-ý nefsime medar olacak, zulmeti daðýtacak þu âyetin ýnurundan dört þuaý göstermekle kör nefsime bir basiret vermek için yazýlmýþtýr. BÝRÝNCÝ ÞUA: Ey nefs-i nâdan! Diyorsun ki: "Ehadiyyet-i Zât-ý Ýlâhiyye ile külliyyet-i ef'âl-i ve vahdet-i þahsiyyesiyle muînsiz umumiyyet-i Rububiyyeti ve Ferdâniyyeti ile þeriksiz þümûl-u tasarrufatý ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hâzýr bulunmasý ve nihâyetsiz ulviyyetiyle her þey'e yakýn olmasý ve birliði ile her iþi bizzat elinde tutmasý; Hakaik-ý Kur'âniyyedendir. Kur'an ise hakîmdir.Hakîm ise akýl kabul etmeyen þeyleri akla tahmil etmez. Akýl ise, zâhirî bir münâfatý görüyor.Aklý teslime sevkedecek bir izah isterim." Elcevab: Madem öyledir, itminan için istersen, bizde Kur'anýn feyzine istinaden diyoruz: Ýsm-i Nur, çok müþkilâtýmýzý halletmiþ; inþâallah bunuda halleder. Akla vâzýh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile Ýmâm-ý Rabbânî (R.A.) gibi deriz. نه شبم نه شب َرَستم من * غلام شم م از شمس مى كويم خبر Temsil, i'câz-ý Kur'ânýn en parlak birer âyinesi olduðundan, biz dahi bir temsil ile þu sýrra bakacaðýz.Þöyle ki: (Sh»Tls:25) Bir tek zât, muhtelif merâyâ vasýtasýyle külliyet kesbeder. Cüz'î-yi hakikî iken, umumî þuunata mâlik bir küllî hükmüne geçer, meselâ: Þems bir cüz'î-yi muþahhas iken, eþyayý þeffafe vasýtasýyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, ruy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor. Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneþin harareti ve ziyasý ve ziyanýn içinde olan yedi renkli elvan-ý seb'asý, herbirisi, mukabilindeki eþyaya muhit, âmm ve þâmil olduklarý halde; her bir þeffaf þey dahi güneþin timsaliyle beraber harareti, hem ziyayý, hem elvan-ý seb'ayý göz bebeðinde saklýyor. Ve sâfi kalbini Ona bir taht yapýyor. Demek þems, vahidiyyet haysiyyetiyle Ona mukabil umum eþyaya muhit olduðu gibi, ehadiyyet cihetiyle her bir þeyde Güneþ çok vasýflarýyle beraber bir nevi cilve-i zâtýyle bulunur.Madem temsilden temessül bahsine geçtik.Temessülün çok envâýndan þu mes'eleye medar olacak üç nev'ine iþaret ederiz. Birincisi:Kesif, maddi þeylerin akisleridir. O akisler, hem gayrdýr,ayn deðil. Hem mevattýr, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden baþka hiçbir hâsiyete mâlik deðil. Meselâ; sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur.Fakat zîhayat yalnýz sensin,ötekiler ölüdürler.Hayat hassalarý onlarda yoktur. Ýkincisi: Maddî nuranînin akisleridir. Þu akis ayn deðil. Fakat gayrda deðil. Mahiyeti tutmuyor. Fakat o nuranînin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hay sayýlýyor. Meselâ:Þems dünyaya girdi. Herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin herbirinde, Güneþin hassalarý hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ý seb'a bulunuyor.Eðer faraza, Güneþ zîþuur olsa idi, (harareti, ayn-ý kudreti; ziyasý, ayn-ý ilmi; elvan-ý seb'asý, sýfat-ý seb'asý olsa idi)o vakit o tek ve yekta bir güneþ, bir anda herbir âyinede bulunur, her birisini kendine bir arþ ve bir çeþit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdý. Herbirimizle âyinemiz vâsýtasýyla görüþebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakýn olurdu. Üçüncüsü:Nuranî ruhlarýn aksidir.Þu akis, hem haydýr, hem ayndýr.Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezâhür ettiðinden, o ruhun mahiyet-i nefs-ül-emriyyesini tamamen tutmuyor.Meselâ: Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, Dýhye suretinde Huzur-u Nebevîde bulunduðu bir anda Huzur-u Ýlâhîde haþmetli kanatlarýyle Arþ-ý A'zamýn önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsýz yerlerde bulunur.Evamir-i Ýlâhiyyeyi teblið ederdi.Bir iþ, bir iþe mâni olmazdý. Ýþte þu sýrdandýr ki mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniyye olan Hazret-i Peygamber Aleyhisselâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarýný birden iþitir ve kýyamette (Sh»Tls:26) bütün asfiya ile bir anda görüþür. Birbirisine mâni olmaz.Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyyet kesbeden ve ebdâl denilen bir kýsmý, bir anda birçok yerlerde müþahede ediliyormuþ. Ayný zat, ayrý ayrý çok iþleri görüyormuþ. Evet, nasýl cismaniyata cam ve su gibi þeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misâlin bazý mevcûdatý âyine hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde bir vasýta-i seyr ve seyahat suretine geçerler ve o ruhanîler, hayal sür'atiyle o merâya-yý nazîfede, o menâzil-i lâtifede gezerler.Bir anda binler yerlere girerler.Madem Güneþ gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyed nim-nuranî masnu'lar, nuraniyyet sýrriyle bir yerde iken, pekçok yerlerde bulunabilirler. Mukayyed bir cüz'î iken, mutlak bir küllî hükmünü alýrlar. Bir anda cüz'î bir ihtiyar ile pek çok iþleri yapabilirler. Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra; ve þu umum envar ve bütün nuraniyyat, O'nun envar-ý kudsiyye-i esmasýnýn bir kesif zýlâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal, nim þeffaf bir âyine-i cemâli; ve sýfatý, muhîta; ve þuunatý, külliye olan bir Zât-ý Akdes'in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sýfâtý ve cilve-i ef'âli içindeki teveccüh-ü Ehadiyyetinden hangi þey saklanabilir.. hangi iþ aðýr gelebilir..hangi þey gizlenebilir.. hangi fert uzak kalabilir.. hangi þahsiyet, külliyet kesbetmeden ona yanaþabilir? Evet nasýl, Güneþ; kayýdsýz nuru, maddesiz aksi vasýtasiyle sana, senin göz bebeðinden daha yakýn olduðu halde; sen mukayyed olduðun için ondan gayet uzaksýn. Ona yanaþmak için, çok kayýdlardan tecerrüd etmek, çok meratib-i külliyeden geçmek lâzým gelir. Âdeta, manen yer kadar büyüyüp, Kamer kadar yükselip, sonra doðrudan doðruya Güneþin mertebe-i asliyyesine bir derece yanaþabilir ve perdesiz görüþebilirsin. Öyle de: Celil-i Zülcemâl, Cemil-i Zülkemâl, sana gayet yakýndýr. Sen O'ndan gayet uzaksýn. Kalbin kuvveti, aklýn ulviyyeti varsa; temsildeki noktalarý, hakikate tatbike çalýþ... ÝKÝNCÝ ÞUA: Ey nefs-i bîhuþ! Diyorsun ki: اِنْ كَانَتْ الاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُمْ جَميِعٌ لَدَينَا مُحْضَرُونَ اِنَّما اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْأً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونَ hem gibi âyetler, vücud-u eþya, sýrf bir emr ile ve def'î olduðunu ve (Sh»Tls:27) صُنْعَ اللهِ الَّذِى اتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ hem اَحْسَنَ كُلَّ خَلْقَهٌ gibi âyetler; vücud-u eþya, ilim içinde azîm bir kudretle, hikmet içinde dakik bir san'atla tedricî olduðunu gösteriyorlar. Vech-i tevfîki nedir? Elcevab: Kur'anýn feyzine istinâden deriz.Evvelâ, münâfat yoktur. Bir kýsým öyledir: Ýbtidâdaki îcad gibi. Bir kýsmý böyledir: Misllini iade gibi... Sâniyen: Mevcûdatta meþhud olan suhûlet ve sür'at ve kesret ve vüs'at içinde nihayet intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san'at ve kemâl-i hilkat, þu iki kýsým âyetlerin vücud-u hakikatlarýna kat'iyyen þehadet eder. Öyle ise, þunlarýn hariçte tahakkuklarý medar-ý bahs olmasý lüzumsuzdur. Belki yalnýz " sýrr-ý hikmeti nedir?" denilebilir. Öyle ise, biz dahi; bir kýyas-ý temsilî ile þu hikmete iþaret ederiz.Meselâ: Nasýlki terzi gibi bir san'atçý, bir çok külfetler, meharetlerle müsanna bir þey'i îcad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsâlini külfetsiz çabuk yapabilir. Hattâ bazen öyle bir derece sühûlet peyda eder ki, güya emreder yapýlýr ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder; (saat gibi) güya bir emrin dokunmasýyle iþlenir ve iþler. Öyle de: Sâni-i Hakîm ve Nakkaþ-ý Alîm, þu âlem sarayýný müþtemilâtiyle beraber bedi' bir surette yaptýktan sonra cüz'î ve küllî, cüz ve küll herþeye bir model hükmünde bir nizâm-ý kaderî ile bir mikdar-ý muayyen verilmiþtir. Ýþte bak o Nakkaþ-ý Ezelî, her bir asrý bir model yaparak mu'cizat-ý kudreti ile murassa, tâze bir âlemi ona giydiriyor. Her bir seneyi bir mikyas ederek havârik-ý rahmetiyle musanna, taze bir kâinatý o kamete göre dikiyor. Her bir günü bir satýr yaparak dekaik-ý hikmetiyle müzeyyen, müceddet mevcûdâtý onda yazýyor. Hem o Kadîr-i Mutlak, her bir asrý, her bir seneyi, her bir günü bir model yaptýðý gibi, ruy-i zemîni, her bir dað ve sahrayý, bað ve bostaný, her bir aðacý birer model yapmýþtýr. Vakit-bevakit, taze taze birer kâinatý zeminde kuruyor, birer yeni dünyayý îcad ediyor. Birer âlemi alýpda diðer muntazam bir âlemi getiriyor.Mevsim-bemevsim her bað ve bostanda taze taze mu'cizât-ý kudretini ve hedâyâ-yý rahmetini gösterir. Yeni birer kitab-ý hikmet-nüma yazýyor. Taze taze birer matbaha-i rahmetini kuruyor. Müceddet bir hulle-i san'at- nüma giydiriyor. Her baharda herbir aðaca sündüs-misâl taze bir çarþaf giydiriyor. Lü'lü misal yeni bir murassaatla süslendiriyor. Yýldýz-misal rahmet hediyeleriyle ellerini dolduruyor. Ýþte þu iþleri nihayet hüsn-ü san'at ve kemal-i intizam ile yapan ve þu birbiri arkasýnda gelen ve zaman ipine takýlan seyyar âlemleri, nihayet hikmet ve inayet ve kemal-i kudret ve san'at ile deðiþtiren Zât; elbette gayet Kadîr ve hakîm'dir. Nihayet derecede Basîr ve Alîm'dir. Tesadüf onun iþine karýþamaz. Ýþte o Zât-ý Zülcelâl'dir ki, þöyle (Sh»Tls:28) ferman ediyor: وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ البَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ** اِنَّما امرهُ اِذَا اَرَادَ شَيْأً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونَ deyip, hem kemal-i kuretini ilân, hem kudretine nisbeten Haþir ve Kýyâmet gayet sehl ve külfetsiz olduðunu beyan ediyor. Emr-i tekvînîsi, kudret ve iradeyi tazammun ettiðini ve bütün eþya, evamirine gayet musahhar ve münkad olduklarýný ve mübaþeretsiz, mualecesiz halkettiði için îcadýndaki sühûlet-i mutlakayý ifade için, sýrf bir emirle iþler yaptýðýný, Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyan ile ferman ediyor. Hâsýl-ý Kelâm: Bir kýsým âyetler, eþyada, hususan bidâyet-i îcadýnda gayet derecede hüsn-ü san'atý ve nihayet derecede kemâl-i hikmeti ilân ediyor. Diðer kýsmý; eþyada, hususan tekrar îcadýnda ve iadesinde gayet derecede sühulet ve sür'atini nihayet derecede inkiyad ve külfetsizliðini beyan eder. ÜÇÜNCÜ ÞUA: Ey haddinden tecavüz etmiþ nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki: بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلَ شَىْءٍ * ماَ مِنْ دَابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اَخِذٌ بِناصِيَتِها ونَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الوَرِيدِ gii aetler , ihaet derecede kurbiyyet-i ilâhiyyeyi gösteriyor.وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ تُرْجَعُ المَلَئِكًةُ والرُّوحُ اِلَيهِ فِى يَوْمِ كاَنَ مِقْدَارُهُ خَمْسينَ اَلْفَ سَنَةٍ Varid olan: "Cenâb-ý Hak, yetmiþ bin hicab arkasýndadýr ve Mi'rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu'diyyetimizi gösteriyor. Þu sýrrý ganýzý fehme takrib edecek bir izah isterim?" Elcevab: Öyle ise dinle: Evvelâ, Birinci Þuâýn âhirinde demiþtik: Nasýlki Güneþ, kayýdsýz nuriyle ve maddesiz aksi cihetiyle; sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan göz bebeðinden daha yakýn olduðu halde; sen, mukayyed (Sh»Tls:29) ve maddede mahpus olduðun için ondan gayet uzaksýn.O'nun, yalnýz bir kýsým akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin ve bir nevi cilveleriyle ve cüz'î tecellileriyle görüþebilirsin ve bir sýnýf sýfatlarý hükmünde olan elvanlarýna ve bir taife isimleri hükmünde olan þuâlarýna ve mazharlarýna yanaþabilirsin. Eðer, Güneþin mertebe-i aslîsine yanaþmak ve bizzat doðrudan doðruya güneþin zât ý ile görüþmek istersen, o vakit pekçok kayýtlardan tecerrüd etmekliðin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliðin lâzým gelir. Âdeta sen,mânen tecerrüd cihetiyle Küre-i Arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve Kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüþüp, bir derece yanaþmak dâva edebilirsin. Öyle de: O Celîl-i Pürkemâl, o Cemil-i Bimisal, o Vâcibül-Vücud, o Mucid-i Küll-i Mecvud, o Þems-i Sermed, o Sultân-ý Ezel ve Ebed, sana senden yakýndýr. Sen, O'ndan nihayetsiz uzaksýn..Kuvvetin varsa, temsildeki dekaýký tatbik et. Sâniyen: Meselâ: وَلِلَّهِ المَثَلُ اْلاَعْلَى Bir pâdiþahýn çok isimleri içinde "kumandan" ismi çok mütedâhil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müþîriyyet ve ferîkiyyet, ta yüzbaþý, ta onbaþýya kadar geniþ ve dar, küllî ve cüz'î dairelerde de zuhur ve tecellisi vardýr. Þimdi, bir nefer hizmet-i askeriyesinde onbaþý makamýnda tezahür eden cüz'î kumandanlýk noktasýný merci tutar, kumandan-ý âzamýna þu cüz'î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eðer asýl ismiyle temas etmek, ona o ünvan ile görüþmek istese, onbaþýlýktan tâ serasker mertebe-i külliyesine çýkmak lâzým gelir.Demek pâdiþah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eðer o padiþah, evliya-i abdâliyyeden nuranî olsa, bizzat huzuriyle gayet yakýndýr. Hiçbir þey mâni olup, hâil olamaz. Halbuki o nefer, gayet uzaktýr.Binler mertebeler hâil, binler hicablar fâsýldýr. Fakat bazan merhamet eder, hilâf-ý âdet; bir neferini huzura alýr, lütfuna maazhar eder...Öyle de: Emr-i كُنْ فَيَكُونَ e mâlik; güneþler ve yýldýzlar, emirber nefer hiükmünde olan Zât-ý Zülcelâl, herþeye herþeyden daha ziyade yakýn olduðu halde, herþey O'ndan nihayetsiz uzaktýr. O'nun huzur-u Kibriyasýna perdesiz girmek istenilse zulmanî ve nuranî,yanî maddî ve ekvanî ve esmâî ve sýfatî yetmiþ binler hicabdan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecât-ý tecellisinden çýkmak, gayet yüksek tabakat-ý sýfatýnda mürur edip tâ ism-i âzamýna mazhar olan arþ-ý âzamýna urûc etmek; eðer cezb ve lütuf olmazsa, binler seneler çalýþmak ve sülûk etmek lâzýmgelir. Meselâ: Sen, O'na Hâlýk ismiyle yanaþmak (Sh»Tls:30) istersen; senin Hâlýkýn hususiyetiyle, sonra bütün insanlarýn Hâlýký cihetiyle, sonra bütün zîhayatlarýn Hâlýký ünvânýyle, sonra bütün mevcûdâtýn Hâlýký ismiyle münasebettarlýk lâzým gelir. Yoksa, zýlde kalýrsýn, yalnýz cüz'î bir cilveyi bulursun. BÝR ÝHTAR: Temsildeki padiþah, aczi için, kumandanlýk isminin meratibinde müþir ve ferik gibi vasýtalar koymuþtur. Fakat بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ olan Kadir-i Mutlak, vasýtalardan müstaðnîdir. Vasýtalar, sýrf zâhirîdirler.Perde-i izzet ve azametttirler.Ubûdiyyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ý Rubûbiyyetine dellâldýrlar, temâþagerdirler. Muîni deðiller, þerîk-i saltanat-ý Rubûbiyyet olamazlar. DÖRDÜNCÜ ÞUA: iþte ey tenbel nefsim! Bir nevi Mî'rac hükmünde olan namazýn hakikatý; sâbýk temsilde bir nefer, mahz-ý lütuf olarak Huzur-u þâhâneye kabulü gibi; mahz-ý rahmet olarak Zât-ý Celîl-i Zülcemâl ve Mâbud-u Cemîl-i Zülcelâl'in huzuruna kabulündür. "Allahü Ekber" deyip, mânen ve hayâlen veya niyyeten iki cihandan geçip, kayd-ý maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubûdiyyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çýkýp, bir nevi huzura müþerref olup, اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitâbýna (herkesin kabiliyeti nisbetinde) bir mazhariyyet-i azîmedir.Âdeta, harekât-ý salâtiyede tekrarla "Allahü Ekber" "Allahü Ekber" demekle kat-ý meratibe ve terakkiyat-ý mâneviyyeye ve cüz'iyattan devâir-i külliyeye çýkmasýna bir iþarettir ve mârifetimiz haricindeki kemalât-ý Kibriyâsýnýn mücmel bir ünvanýdýr. Güya herbir "Allahü Ekber" bir basamak-ý mi'raciyyeyi kat'ýna iþarettir. Ýþte þu hakikat-ý salâttan mânen veya niyyeten veya tasavvuren veya hayâlen bir gölgesine, bir þuaýna mazhariyyet dahi, büyük bir saadettir. Ýþte Hacda pek kesretli "Allahü Ekber" denilmesi, þu sýrdandýr. Çünki:Hacc-ý Þerif bil'asâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyyettir. Nasýlki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padiþahýn bayramýna gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacý, nekadar âmi de olsa, kat'ý merâtib etmiþ bir veli gibi umum aktâr-ý arzýn Rabb-ý Azîmi ünvâniyle Rabbine müteveccihtir. Bir ubûdiyyet-i külliye ile müþerreftir. Elbette hac miftahiyle açýlan meratib-i külliyye-i Rubûbiyyet ve dürbünüyle nazarýna görünen âfâk-ý azamet-i Ulûhiyyet ve þeâriyle kalbine ve hayâline gittikçe geniþlenen devâir-i ubûdiyyet ve merâtib-i Kibriya ve ufk-u tecelliyatýn verdiði hararet, hayret ve dehþet ve heybet-i Rubûbiyyet " اَللَّه اَكْبَرْ " (Sh»Tls:31) " اَللَّهُ اَكْبَرُ ile teskiný edilebilir ve onunla, o merâtib-i münkeþife-i meþhude veya mutasavvire, ilân edilebilir. Hacdan sonra þu mânayý, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazýnda, yaðmur namazýnda, husuf küsuf namazýnda, cemaatle kýlýnan namazda bulunur.Ýþte þeâir-i Ýslâmiyyenin, velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti þu sýrdandýr. سُبْحانَ مَنْ جَعَلَ خَزئِنُهُ بَيْنَ الْكَافِ و النُّونِ فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ رَبَّنَا لاَتُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسيناَ اَوْ اخْطَانَا رَبَّنَا لا تُزِغْ قُلُوبَناَ بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنا وَهَبْ لَناَ مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الوهَّابُ وَصَلِّ وسَلِّمْ عَلَى رَسُولِكَ اْلاَكْرَمِ مَظْهَرِ اسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَعَلَى اَلِهِ واصْحَابِهِ وَ اِخْوَانِهِ وَاِتْبَاعِهِ اَمِّينَ يَااَرْحَم الرَّاحِمِينَ Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts