EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 ONÝKÝNCÝ ÞUA DENÝZLÝ MÜDAFAANAMESÝ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَبِهِ نَسْنَعِينُ ONSEKÝZ SENE SÜKUTTAN SONRA, MECBURÝYET TAHTINDA, BU ÝSTÝDA MAHKEMEYE VE SURETÝ ANKARA'YA MAKAMATA VERÝLMÝÞKEN, TEKRAR VERMEYE MECBUR OLDUذUM, ÝDDÝANAMEYE KARÞI ÝTÝRAZNAMEMDÝR. Malum olsun ki: Kastamonu'da üç defa menzilimi taharri etmek için gelen iki müddeiumuma ve iki taharri komiserine ve üçüncüde polis müdürüne ve altý yedi komiser ve polislere ve Isparta'da müddeimumun suallerine karþý dedim. Ve ehemmiyetli bir kýsmýnýn sureti Kastamonu zabýta ve adliyesi elinde kalan ayný hakikat küçük bir müdafaanýn hülasasýdýr. Þöyle ki: Onlara dedim: Ben onsekiz, yirmi senedir münzevi yaþýyorum. Hem Kastamonu'da sekiz senedir, karakol karþýsýnda ve sair yerlerde dahi yirmi senedir, daima tarassut ve nezaret altýnda kaç defa menzilimi taharri ettikleri halde, dünya ile ve siyaset ile hiçbir tereþþuh, hiçbir emare görülmedi. Eðer bir karýþýk halim olsa idi, buranýn adliye ve zabýtasý bilmedi veyahut bildi, aldýrmadý ise; elbette benden ziyade onlar mesuldürler. Eðer yoksa, bütün dünyada kendi ahireti ile meþgul olan münzevilere ileþilmediði halde, neden bana lüzumsuz vatan ve millet zararýna, bu derece iliþiyorsunuz. Biz Risale-i Nur þakirtleri, Risale-i Nur'u deðil dünya cereyanlarýna, belki kainata da alet edemeyiz. Hem Kur'an bizi siyasetten þiddetle men etmiþ. Evet Risalei Nur'un vazifesi ise: Hayat-ý ebediyeyi mahveden ve hayat-ý dünyeviyeyi de dehþetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karþý, imani olan hakikatlarý, gayet kat'i ve en mütemerrid, zýndýk feylesoflarý dahi imana getiren kuvvetli bürhanlar ile, Kur'an'a hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur'u hiçbir þeye alet edemeyiz. Evvela: Kur'an'ýn elmas gibi hakikatlarýný, ehl-i gaflet nazarýnda propaganda-i siyaset tevehhümü ile cam parçalarýna indirmemek ve o kýymettar hakikatlara ihanet etmemektir. Saniyen: Risale-i Nur'un esas mesleði olan þefkat, hak ve hakikat ve vicdan, bizleri þiddetle siyasetten ve idareye iliþmekten men' etmiþ. Çünki toka Sh:»(S.N: 155) da ve belaya müstahak ve küfr-ü mutlaka düþmüþ bir-iki dinsize müteallik, yedi sekiz çoluk çocuk, hasta ihtiyar masumlar bulunur. Musibet ve bela gelse, o biçareler dahi yanarlar. Bunun için, neticenin de husulü meþkuk olduðu halde, siyaset yoluyla idare ve asayiþin zararýna, hayat-ý içtimaiyeye karýþmaktan þiddetle men edilmiþiz. Salisen: Bu vatanýn ve bu milletin hayat-ý içtimaiyesi, bu acip zamanda anarþilikten kurtulmak için beþ esas lazým ve zaruridir: 1- Hürmet, 2- Merhamet, 3- Haramdan çekinmek, 4- Emniyet, 5- Serseriliði býrakýp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-i içtimaiyeye baktýðý zaman, bu beþ esasý kuvvetli ve kudsi bir surette tesbit ve tahkim ederek, asayiþin temel taþýný muhafaza ettiðine delil lise, bu yirmi sene zarfýnda Risale-i Nur'un yüzbin adamý, vatan ve millete zararsýz bir uzv-u nafi' haline getirmesidir. Isparta ve Kastamonu vilayetleri buna þahittir. Demek Risale-i Nur'un ekseriyet-i mutlaka eczalarýna iliþenler, herhalde bilerek veya bilmiyerek anarþilik hesabýna vatana ve millete ve Hakimiyet-i Ýslamiyeye hiyanet ederler. Risale-i Nur'un yüzotuz risalelerinin bu vatana, yüzotuz büyük faidesini ve hasenesini, vehham ehl-i gafletin sathi nazarlarýna kusurlu tevehhüm edilen iki üç risalenin mevhum zararlarý çürütemez. Onlarý bunlar ile çürüten, gayet derecede insafsýz bir zalimdir. Amma benim ehemmiyetsiz þahsýmýn kusurlarý ise: bilmecburiye istemiyerek derim ki; onsekiz sene müddetinde ( þimdi yirmiiki) gurbette haps-i münferid hükmünde, yalnýz ve münzevi olarak hayat geçiren ve bu müddet zarfýnda ihtiyarý ile, bir defa çarþýya ve mecma-ý nas büyük camilere gitmeyen ve çok tazyik ve sýkýntý verildiði halde bütün emsali menfilere muhalif olarak, istirahati için birtek defa hükümete müracaat etmiyen ve yirmi sene zarfýnda, hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve merak etmeyen ve tam iki senedir ( Þimdi yedi seneden geçti) Kastamonu'da, bütün dostlarýn þehadeti ile, küre-i arz yüzündeki boðuþmalarý ve harpleri ve sulh olmuþ olmamýþ ve daha kimler harp ettiklerini bilmeyen ve merak etmeyen ve sormayan ve üç sene yakýnýnda konuþan radyoyu, üç defadan baþka dinlemeyen ve hayat-ý ebediyeyi imha eden ve hayat-ý dünyeviyeyi dahi, elem içinde eleme, azab içinde azaba çeviren küfr-ü mutlaka karþý, galibane Risale-i Nur ile mukabele ettiðine, onunla imanlarýný kurtaran yüzbin þahidin þehadetiyle isbat eden ve Kur'an'dan tereþþuh eden Risale-i Nur ile, ölümü yüzbin adam hakkýnda idam-ý ebediyeden terhis tezkeresine çeviren bir adama, bu derece iliþmek ve meyus etmek ve onu aðlatmakla, o masum yüzbinler kardeþlerini aðlatmak, hangi kanun var, hangi maslahat var, adalet namýna emsalsiz bir gadr olmaz mý ? Ve kanun hesabýna emsalsiz bir kanunsuzluk deðil mi ? Eðer bu taharrilerde, bazý vazifedar memurlarýn itiraz ettikleri gibi derseniz ki: Sen ve bir iki risalen, rejime ve usulümüze muhalif gidiyor ? Elcevap : Evvela: Bu yeni usulünüzün, münzevilerin çilehanelerine gir Sh:»(S.N: 156) meye hiçbir hakký yok. Saniyen: Birþeyi red etmek ayrýdýr, kalben kabul etmemek ayrýdýr ve amel etmemek bütün bütün ayrýdýr. Ehl-i hükümet ele bakar , kalbe bakmaz. Ýdare ve asayiþe iliþmeyen þiddetli muhalifler, her hükümette bulunur. Hatta Hazreti Ömer (R.A.) taht-ý hakimiyyetindeki hýristiyanlar, kanun-u Þeriatý ve Kur'an'ý inkar ettikleri halde onlara iliþmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile, risale-i Nur'un bir kýsým þakirtleri, idareye dokunmamak þartý ile, rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse, hatta rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen iliþilmez. Malumdur ki: Bir mektupta kusur olsa, yalnýz o kusurlu kelimeler sansür edilir, mütebakisine izin verilir. Eskiþehir mahkemesinde, dört ay tetkikat neticesinde, yüz risalede medar-ý tenkit, yalnýz onbeþ kelime bulmalarý, kat'i isbat eder ki : Risale-i Nur'a iliþilmez onun hedefi dünya deðil. Herkes bu zamanda ona muhtaçtýr. Eðer dinsizliði bir nevi siyaset zannedip, bu hadisede bazýlarýn dedikleri gibi derseniz: Bu risalelerin ile, medeniyetimizi keyfimizi bozuyorsun? Ben de derim: (Dinsiz bir millet yaþamaz) dünyaca umumi bir düsturdur ve bilhassa küfr-ü mutlak olsa, cehennemden daha elim bir azabý dünyada dahi verdiði, risale-i Nur'dan gençlik rehberi gayet kat'i bir surette isbat etmiþ. O risale, taharride elinize geçen risaleler içinde ve Miftah-ul Ýman risalesinin ahirinde bir kýsým nüshalarýnda vardýr. Bir müslüman el-îyazubillah eðer irtidat etse, küfr-ü mutlaka düþer ve bir derece yaþatan küfr-ü meþkukta kalmaz. Ecnebi dinsizleri gibi olamaz ve lezzet-i hayat noktasýnda, mazi ve müstakbeli olmayan hayvandan yüz derece aþaðý düþer. Çünkü geçmiþ ve gelecek mevcudatýn ölümleri ve ebedi müfarakatlarý, onun dalaleti cihetiyle, onun kalbine mütemadiyen hadsiz karanlýklarý ve elemleri yaðdýrýyorlar. Eðer iman gelse, kalbe girse birden o hadsiz dostlar diriliyorlar, biz ölmemiþiz, mahvolmamýþýz lisan-ý hal ile diyerek, o cehennemi haleti cennet lezzetine çevrilir. Mâdem hakikat budur, size ihtar ediyorum: Kur'an'a dayanan Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz, o maðlup olmaz, bu memlekete yazýk olur (Haþiye). O baþka yere gider, yine tenvir eder. Hem eðer, baþýmdaki saçlarýmýn adedince baþlarým bulunsa: Hergün biri kesilse, hakikat-ý kur'aniyeye feda olan bu baþý, zýndýkaya ve küfr-ü mutlaka eðmem. Ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem, ______________ Hâþiye:Dört def'a mübareze zamanýnda gelen dehþetli zelzeleler, "yazýk olur" hükmünü isbat ettiler. Sh:»(S.N: 157) diye üç kýsým taharricilere söylediðim gibi, size de söylüyorum. Yirmi seneden beri bir münzevinin ifadedeki kusuruna bakýlmaz. risale-i Nur'u müdafaa ettiði için, " saded haricine çýktýn" denilmez. Madem bir sene evvel Risale-i Nur'un bütün eczalarý Isparta hükümetinin eline geçti. Birkaç ay tahkikten sonra, sahiplerine aynen iade edilmiþ. Ve madem Kastamonu'da sekiz sene zarfýnda, þiddetli taharriyatta zabýtayý ve adliyeyi alakadar edecek bir tereþþuh bulunmamýþ Ve madem bu son taharride hiç bulunmayacak ve neþr edilmeyecek bir tarzda, kaç sene evvel odun yýðýnlarý altýnda saklanmýþ olduðu göründü hey'et-i zabýtaca tahakkuk etti. Ve madem Kastamonuda polis müdürü ve adliyesi, o saklanmýþ zararsýz kitaplarýmý bana iade etmek üzere, kat'i söz verdikleri halde, ikinci gün birden Ispartadan tevkif emri geldiðinden daha o emanetlerimi almadan sevk edildim. Elbette ve elbette, bu mezkur hakikata binaen, Denizli adliyesi ve müddeiumumisi, benim çok ehemmiyetli bu hukukumu nazarý dikkate almalarý vazifelerinin muktezasýdýr ve hukuk-u umumiyeyi müdafaa eden müddei umumiden Risale-i Nur münasebetiyle ehemmiyetli bir hukuk-u amme hükmüne geçen bu þahsi hukukumu da müdafaa edeceðine ümidvarým, bekliyorum. Yirmiiki seneden beri hayat-ý içtimaiyeden çekilen ve þimdiki kanunlarý ve tarz-ý müdafaayý bilmeyen ve Eskiþehir mahkemesinde cerh edilmez yüz sahifelik müdafaatýný, bu yeni mahkemeye karþý da aynen takdim eden ve Kastamonuda mütemadiyen tarassut altýnda ve haps-i münferid tarzýnda yaþayan yeni Said, sükutla sözü eski Said'e býrakýyor , o da diyor ki: Yeni Said dünyadan yüzünü çevirdiði için, ehl-i dünya ile konuþmayý müdafaayý mecburiyet-i katiyye olmadan yapmýyor. Fakat bu meselede çok masum rençber adamlar, bize az bir münasebetle tevkif edilerek, iþ zamanýnda çoluk çocuklarýna nafaka tedarik edemediklerinden, þiddetle rikkatime dokundu, derinden derine beni aðlattýrdý. Kasem ederim, eðer mümkün olsaydý, onlarýn bütün zahmetlerini kendime alýrdým. Zaten bir kusur varsa benimdir, onlar masumdurlar. Ýþte bu elim halet için, yeni Said'in sükutuna raðmen ben diyorum: Madem Isparta'da müddeiumuminin yüzer lüzumsuz suallerine, biçare yeni Said cevap veriyor, ben de dokuz sene evvel, baþta Kaya Þükrü olarak,, dahiliye vekaletinden ve þimdiki adliye vekaletinden hukukumuzu müdafaa niyeti ile üç sual sormak bir hakkýmdýr. % BÝRÝNCÝSÝ: Risale-i Nur'un talebesi olmayan ve yanýnda yalnýz âdi bir mektubumuz bulunan, Eðridirli bir adamýn, bir Jandarma çavuþu ile vukuatsýz bir mûnakaþa-î lisaniyesi bahanesiyle, beni ve yüzyirmi adamý tevkif ile, dört ay tetkikten sonra, onbeþ biçareden baþka, bütün beraat kazanmakla, masumiyetleri tahakkuk eden yüzden ziyade adamlara, binler lira zarar ver Sh:»(S.N: 158) mek, hangi kanun iledir ve imkanatý vukuuat yerinde istimal etmek, adaletin hangi düstüru iledir. % ÝKÝNCÝ SUAL: وَلاَتَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى fermaný esasýyla, bir kardeþin hatasý ile, diðer öz kardeþi mesul olmadýðý halde, yanlýþ mana verilmemek için, neþrini katiyyen menettiðimiz ve sekiz sene zarfýnda, bir veya iki defa elime geçen ve ayný vakitte kaybettirilen ve yirmibeþsene evvel aslý yazýlan ve ehemmiyetli noktalarda, îmani þüphelerden ve manalarý anlaþýlmayan bir kýsým müteþabih hadisleri inkardan kurtaran, bir küçük risalenin bizden uzak bir yerde, bilmediðimiz bir adamda bulunmasýyla ve yanlýþ mana verilmesiyle, bizleri bu Ramazan-ý þerifte ve otuz, kýrk masum rençber ve esnaflarý hatta adi ve eski bir mektup ve on sene evvel, bize bir dostluk münasebetiyle tevkif edip, periþan etmek ve maddeten ve manen onlara ve vatana ve millete lüzumsuz bir evham yüzünden binler zarar vermek, hangi adalet kanunuyladýr, adliyenin hangi madde-i kanunuyesiyledir. Ayaðýmýzý yanlýþ atmamak için o kanunlarý bilmek talep ediyoruz. Evet (Haþiye) tevkifimizin bir sebebinin hakikatý þudur ki: bir kýsým hadislerin manasý ve te'vili bilinmemesinden, akýl, kabul etmiyor diye, inkar edenlere karþý, avamýn imanýný kurtarmak fikriyle, çok zaman evvel Dar-ul' Hikmet-ül Ýslamiyede iken ve daha evvel aslý yazýlan Beþinci Þua, farz-ý muhal olarak dünyaya ve siyasete baksa ve bu zamanda yazýlsa da madem gaybi haberleri doðrudur ve imaný þüpheleri izale eder ve asayiþe dokunmuyor ve mübareze etmiyor ve yalnýz ihbar eder ve þahýslarý tayin etmiyor ve ilmi bir hakikatý külli bir surette beyan eder. Elbette o külli hakikat-ý hadisiye bu zamanda dahi bir kýsým þahýslara mutabýk çýksa, adalet cihetinde hiçbir vecihle bir suç teþkil etmez. Hem bir þeyi red etmek ayrýdýr ve ilmen kabul etmemek bütün bütün ayrýdýr. O risale yakýn bir istikbalde, gelecek bir rejimi ilmen kabul etmiyor diye, bir suç olduðuna, dünyada adliyelerin bir kanunu bulunmasýna ihtimal vermiyoz. ELHASIL: Hayat-ý ebediyeyi mahveden ve hayat-ý dünyeviyeyi de dehþetli bir zehire çeviren ve lezzetini imha eden küfr-ü mutlaký otuz seneden beri köküyle kesen ve tabiiyyunun dehþetli bir fikr-i küfrilerini öldürmeðe muvaffak olan ve bu milletin iki hayatýnýn saadet düsturlarýný, harika hüccetleriyle parlak bir surette isbat eden ve Kur'anýn hakikat-ý arþiyesine dayanan Risale-i Nur böyle bir küçük Risalenin bir iki maddesiyle deðil, bin kusur dahi olsa, onun binler büyük haseneleri onlarý afv ettirir diye dava ediyoruz ve isbatýna dahi hazýrýz. % ÜÇÜNCÜ SUAL: Bir mektubun yirmi kelimesinde, beþ kelime kusurlu görülse, o beþ sansür edilir, mütebakisine izin vermek bir düstur iken, Eski ________________ Hâþiye: Evet kelimesinden ta üçüncü suale kadar bu makam dikkatle okunsun. Sh:»(S.N: 159) þehir mahkemesinin dört ay tedkikinden sonra, yüzbin kelime içinde zahiri nazarda zararlý tevehhüm edilen, yalnýz onbeþ kelimeden baþka bulunmamasýyla ve þimdiye kadar yüzbinler adamýn ýslahýna vesile olmasýyla, vatana ve millete bin büyük menfaati tahakkuk eden Risale-i Nur'a küçük bir hizmet eden veya kendi imanýný kurtardýðý için, bir risalesini yazan ve hatta Abdullah Çavuþ gibi, onbeþ sene evvel yalnýz þahsýma yemek piþirmek gibi rýza-i Ýlahi için hizmet eden biçareleri, bu iþ mevsiminde taht-ý tevkif'e almak hükümet-i cumhuriyenin hangi perensibiyle kabil-i tevfik olabilir ve hangi kanunu müsade etmeðe imkaný var ? Madem cumhuriyet prensipleri, hürriyet-i vicdan kanunuyla dinsizlere iliþmiyor. Elbette mümkün olduðu kadar dünyaya karýþmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmiyen ve ahiretine ve imanýna ( vatana dahi nafi' bir tarzda ) çalýþan dindarlara da iliþmemek gerekdir. elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gýda veya ilaç gibi bir hacet-i zaruriyesi olan takvayý ve salahatý bu mazhar-ý enbiya olan Asyada hükmeden ehl-i siyaset, yasak etmez ve edemez biliyoruz. Vatan ve millet ve asayiþin menfaati hesabýna, bunu da hatýrlatmak, bir vazife-i vataniyem olmasý cihetiyle derim: Böyle bize ve Risale-i Nur'a az bir münasebetle taht-ý tevkife almak, gücendirmek yüzünden, vatana ve asayiþe dindarane menfaati ve anarþiliðe karþý kuvvetli bir sed teþkil eden yüzbinler adamlarý, idare aleyhine fikren çevirmeðe yol açar ve anarþiliðe meydan verir. Evet Risale-i Nur ile imanlarýný kurtaran ve millete zararsýz ve tam menfaatdar bir vaziyete girenler, yüzbinden çok ziyadedir. Hükümet-i Cumhuriyenin belki her büyük dairesinde ve milletin her tabakasýnda faideli, müstakimane bir surette bulunuyorlar. Bunlarý gücendirmek deðil, belki himaye etmek elzemdir. Þekvamýzý dinlemeyen ve bizi söyletmeyen ve bahaneler ile sýkýþtýran bir kýsým resmi adamlar, vatan aleyhinde anarþiliðe meydan açýyorlar diye kuvvetli bir vehim hatýrýmýza geliyor. Madem Beþinci Þuaý mahkemeler tetkik edip iliþmemiþler, bize verdiler. Elbette onu yeniden resmiyete koyup, dedikodulara meydan açmamak idarece zaruridir. Biz o risaleyi eskiden beri gizlediðimiz gibi, hükumet ve mahkeme dahi onu medar-ý sual ve cevap etmemeli. Çünkü kuvvetlidir, red edilmez, kabl-el vuku' haber vermiþ doðru çýkmýþ. Hem hedef'i dünya deðil, olsa olsa ölmüþ gitmiþ bir þahsa, müteaddid manalarýndan bir manasý muvafýk geliyor. Onun dostluðu taassubuyla o gaybi ihbarý ve manayý resmiyete koymamayý ve bizi onunla muaheze etmekle daha ziyade teþhirine yol açmamayý, vatan ve millet ve asayiþ ve idare hesabýna ihtar etmeðe vicdaným beni mecbur eyledi. Þiddetli Hasta ve Çok Zaif ve ihtiyar ve hayli zaman münzevi, mevkuf Said NURSÝ Sh:»(S.N: 160) BU FIKRA RESMÝ MEMURLARIN ELLERÝNE BÝR CASUSUN ELÝYLE GEÇTÝذÝ ÝÇÝN BURAYA GÝRDÝ. باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Ramazan-ý Þeriften birgün evvel, gizli zýndýk düþmanlarým tarafýndan verildiðine, kuvvetli ihtimal verdiðimiz doktorun tasdikiyle, zehirin hastalýðýyla hararetim kýrk dereceden geçmeðe baþlamýþ iken, Kastamonu'da adliye müdde-i umumiyeleri ve taharri komiserleri menzilimim taharri etmeðe geldiler. Ben o dakikadan sonra, baþýma gelen dehþetli taarruzu, bir hiss-i kablel vuku' ile anlayarak ve þiddetli zehirli hastalýðým dahi ölüme gidiyor diye, Isparta vilayetinde kýymettar kardeþlerimin kucaklarýnda teslim-i ruh edip, O mübarek toprakta defn olmamý kalben niyaz ettim. Hizb-ül Ekber-il Kur'âný açtým. Birden bu Âyet-i Kerime وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ karþýma çýktý. Bana bak, dedi. Ben de baktým. Üç kuvvetli emare ile, mânâyý iþâri bana ve bize teselli veriyor. Þimdi baþýmýza gelen bu musibeti, bir cihette hiçe indirdi. Ve Isparta'ya mevkufen beþinci nefyimi, o kalbi duamýn kabul olmasýna delil eyledi. BÝRÝNCÝ EMARE; (Þeddeler sayýlýr) Hesab-ý ebcedî ile, binüçyüz altmýþ iki (l362) bu sene arabi ayný tarihine tevafuk edip, manasýyla der: Sabreyle baþýna gelen kazâ-yý Rabbaniyeye teslim ol. Sen inayet gözü altýndasýn. Merak etme, gecelerde tesbihat ve tahmidata devam eyle. Tahlil: Üç ر altýyüz (600), dört ن ikiyüz (200), bir س bir م yüz (l00), bir ص bir ف bir م ikiyüzon (2l0), dört ك, bir ع yüzelli (l50), üç ح, bir و, bir ي, kýrk (40), bir ل, dokuz ب, bir د, bir و, dört ا altmýþiki (62), eder. Yekûnu binüçyüz altmýþiki (l362) ederek bu senenin ayný tarihine ve baþýmýza gelen musibetin ayný dakikasýna tam tamýna tevafuku kuvvetli bir emaredir. Üçüncü emarenin beyanýna þimdilik lüzum olmadýðýndan yazdýrýlmadý. Said NURSÝ Sh:»(S.N: 161) باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ %BAÞTA ÜÇÜNCÜ SAHÝFENÝN AHÝRÝNDE KUR'AN BÝZÝ SÝYASETTEN ÞÝDDETLE MEN ETMÝÞ CÜMLESÝNÝN BÝR ÝZAHIDIR VE HAÞÝYESÝDÝR. Bu defaki küçük müdafaatýmda ve istidamda demiþtim ki, Risale-i Nur'-daki þefkat, vicdan, hakikat, hak bizi siyasetten men'etmiþ. Çünki masumlar dahi belaya düþerler, onlara zulmetmiþ oluruz. Bazý zatlar bunun izahýný istediler, ben de dedim: Þimdiki fýrtýnalý asýrda, gaddar medeniyetten neþ'et eden hodgamlýk ve asabiyet-i unsuriye ve umumi harpten gelen istibdadat-ý askeriye ve dalaletten çýkan merhametsizlik cihetinde, öyle bir eþedd-i zulüm ve eþedd-i istibdad meydan almýþ ki; ehl-i hak hakkýný kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eþedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok biçareleri yakacak. O halde o da azlem-i zâlim olacak ve maðlub kalacak. Çünki mezkur hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamýn hatasýyla, yirmi otuz adamý âdi bahanelerle vurur, periþan eder. Eðer ehl-i hak adalet ve hak yolunda, yalnýz orayý vursa, o vakit otuz zayiata mukabil, yalnýz biri kazanýr, maðlub vaziyetinde kalýr. Eðer mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimanesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasiyle, yirmi otuz bîçareleri ezseler, o vakit hak namýna dehþetli bir haksýzlýk ederler. Ýþte Kur'anýn emriyle gayet þiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karýþmakdan kaçýndýðýmýzýn hakiki hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkýmýzý tam ve mükemmel müdafa edebilirdik. Hem madem herþey geçici ve fanidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapýsý kapanmýyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor, elbette biz sabr ve þükür ile tevekkül edip sükut ederiz. Zor ile, icbar ile sükutumuzu bozdurmak ise; insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zýttýr, mühaliftir. HÜLASA-Ý KELAM : Ehl-i hükumetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idare ve inzibatýn ve adliye ve zâbýtanýn bizimle uðraþacak hiçbir iþleri yoktur. Olsa olsa dünyada hiçbir hükümetin müdafaa edemediði ve aklý baþýnda hiçbir insanýn hoþlanmadýðý küfr-ü mutlak ve dehþetli bir taun-u beþeri ve maddiyyunluktan gelen zýndýkanýn taassubiyle, bir kýsým gizli zýndýklar þeytanetle, bazý resmi memurlarý aldatarak, evhamlandýrýp aleyhimize sevketmek var. Biz de deriz; Deðil böyle birkaç vehhamý, belki dünyayý aleyhimize sevketseler, Kur'an kuvvetiyle Allah'ýn inayetiyle yine kaçmayýz. O irtidatkar küfr-ü mutlaka ve o zýndýkaya teslim-i silah etmeyiz. Sh:»(S.N: 162) % BU GELEN FIKRA BURAYA MÜSVEDDEYE GÝRDÝ. BELKÝ BÝR HÝKMETÝ VAR DÝYE ÇIKARMADIK. باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Bu hâdise te'siriyle, ben kendimi masum kardeþlyerime rýzayý kalble feda etmeðe, kat'i azm ve cezm ettiðim ve çaresini fikren aradýðým vakitte Celcelutiyyeyi okudum. Birden hatýra geldi ki; Ýmâm-ý Ali Radýyallahu Anh: "Ya Rab eman ver" diye dua etmiþ. Ýnþaallah o duanýn sýrrýyla selamete çýkarsýnýz. Evet Hazret-i Ali (R.A.) Kaside-i Celcelutiyyede, iki suretle Risale-i Nur'dan haber verdiði gibi, Ayet-ül Kübra Risalesine iþareten, وَبِالاَيَتِ الْكُبْرَى آمِنِيِّ مِنَ الْفَجَتْ der. Ve bu iþarette îmâ eder ki; Âyet-ül Kübrây yüzünden ehemmiyetli bir musibet, Risale-i Nur talebelerine gelecek. Ve "Âyet-ül Kübrâ hakký için, o fecet ve musibetten þâkirdlerine eman ver" diye niyaz eder. O Risaleyi ve menbaýný þefaatçi yapar. Evet Âyet-ül Kübra Risalesinin tab'ý bahanesiyle gelen musibet, aynen o remzi gaybiyi tasdik etti. Hem o kasidede, Risale-i Nur'un mühim eczalarýna, tertibiyle iþaretlerin hâtimesinde, mukabil sahifede der; فَتِلْكَ حَرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَاصَّهَا وَحَقِّقْ مَعَانِيهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ Yani: "Ýþte Risale-i Nur'un sözleri, harfleri ki, onlara iþaretler eyledik, sen onlarýn hassalarýný topla ve manalarýný tahkik eyle. Bütün hayýr ve saadet, onlar ile tamam olur" der. "Harflerin manalarýný tahkik et" karinesi ile mânayý ifade etmiyen hecai harfler murad olmadýðýna, belki kelimeler manasýndaki Sözler namýyla risaleler muraddýr. رَبَّنَا لاَ تَؤُاَخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّه Sh:»(S.N: 163) وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ % RESMÝ, BÝR CÝDDÝ HASB-I HÂLÝMÝ VE EHEMMÝYETLÝ ÞEKVALARIMI, DENÝZLÝ MAHKEMESÝNÝN REÝSLERÝNE VE MÜDDEÝUMUMÝSÝNE VE SORGU HÂKÝMLERÝNE TAKDÝM EDÝYORUM. Efendiler! yirmi seneden beri, hayât-ý içtimaiyeyi âhiret hesabýna olmadan, alakasý düþüncesi beni incittiðinden bilemiyorum. Ýfadedeki kusurlarýma bakmayýnýz, afvediniz. Ben dokuz sene evvel, dünyaca bir büyük adamýn evhamýna uðradým. Yüz risalelerimi tetkikten sonra, yalnýz bir risalemi, bir iki meselesiyle, bir sene ceza verdiler. Ben de, hem o cezayý, hem sekiz sene haps-i münferid hükmünde, bir odada karakol karþýsýnda, yalnýz vakit geçirdim. Tâ ki, ehl-i siyasetin evhamýna dokunacak bir halim bulunmasýn. Kastamonu hükümeti ve adliyesi ve zabýtasý beni tasdik eder. Ve o cezadan sonra çok defa menzilimi taharrilerde, karýþýk bir hâlim görünmedi ve bulunmadý. Eðer bulunsa idi, ya Kastamonu hükümeti bilmedi veya aldýrmadý. Benden ziyade onlar mes'ul olur. Mâdem hükümet prensibi, cumhuriyetin serbestiyet-i vicdan düsturuyla. dinsizlere sefahetçilere iliþmiyor. Elbette mümkün olduðu kadar dünyaya ve siyasete karýþmayan dindarlara da, o prensip hükmüyle iliþmez ve iliþmemeli. Kastamonu'da sekiz sene nezaret ve tarassut altýndaki hayatým, zâbýta ve adliyenin tasdikiyle sabittir ki; Þimdi bana iliþenler, hükümet-i cumhuriyenin prensibi ile ve kanunu ile deðil, belki evham ve garaz yüzünden, habbeyi kubbe yaptýlar. Evet vehim ve inat ile, bir habbeyi bir dað gibi gösterdiklerinin çok emarelerinden, iki üçünü müsaadenizle beyan ediyorum. Birisi: Onbeþ sene evvel bana hizmet eden ve Eskiþehir mahkemesinde beraatinden sonra, daha hayatýndan dahi haberim olmayan bazý zatlarý ve hiç görmediðim ve bir mektupta çabuk Kur'an okumuþ ve îmanî risaleleri yazýyor diye hoþuma gitmiþ, ben de Maþaallah, Barekellah dediðim, oniki onüç yaþlarýnda tahmin ettiðim bazý çocuklarý ve Eskiþehir mahkemesinde bahsi geçen, fakat ehemmiyet verilmeyen bir kýsým eski mektuplarým yüzünden, bazý rençber ve esnaflarý ellerine kelepçe vurup, benim þimdiki mevhum suçumun þerikleri olarak, taht-ý tevkife alýnmalarýdýr. Ýkincisi: Kastamonu adliyesi ve zâbýtasý, gayet dikkatli bir aramada, bütün kitaplarýmý ve mektuplarýmý ve gizli eþyamý aldýklarý halde,. beni deðil tevkif, belki kitaplarýmý ve eþyamý taahhüdlerine binaen, bana iade edeceklerini beklerken, birden Isparta müddeiumumisinin tevkif iþ'arý üzerine, adliyedeki emanetlerimi almadan sevk edildim. Isparta'da gayr-i mevkuf olarak bir sual cevap beklerken, en müthiþ bir Sh:»(S.N: 164) câni gibi, tecrid-i mutlak içinde, gayet adi bir bahane ile, yani bir jandarmanýn akþam namazýmý, yol üstünde camiin dýþýnda kazaya kalmamak için müsaade etmesi bahanesiyle, öyle bir sýkýntý, o maddei umuminin emriyle verildi ki, ifadeye gittiðim vakit, hem benim, hem masum biçare arkadaþlarýma ve yolda þimendifer içinde kelepçe vurmalarýdýr. O risale ile isim müþabeheti bulunan ve sýrf îmanî olan Yedinci Þua eski harfler ile tab' edilmesi sebebiyle, o yedinciyi bu Beþinci Þua tevehhüm edip, yirmi senelik Risale-i Nur eczalarýný ve onbeþ seneden beri yazýlan ve ele geçen mektuplarý, ne mürur-u zamaný, ve ne de afv kanunlarýný ve ne de, Eskiþehir mahkemesinin tebrie ve tahliye ve tasfiyesini nazara almayarak, öyle lüzumsuz ve manasýz sualler ve verdikleri yanlýþ manalarla, Isparta müddeiumumisi muahezeye çalýþtý. Ezcümle: Yirmi sene evvel, bir rivayete binaen demiþtim: "Dehþetli Süfyan Ýstanbul'da ölecek. Dikilitaþta þeytan baðýracak ve dünyaya iþittirecek. Yani radyo ile öldü diye ilan edecek" Ýþte bu cümledeki "diye" kelimesini müddei umumi okumadý ve itiraz etti. "Sen öldü diyorsun" dedi. Ben de dedim; "diye" kelimesi var, sonra sustu. Daha çok emareler var ki, bana karþý bir habbeyi, evham ve garaz yüzünden yüz kubbe yapýlmýþ. Hatta en acibi þudur ki, hiçbir þey bulamadýklarýndan, Eskiþehir mahkemesinden beraat kazandýðýmýz, "Tarikatçýlýk, cem'iyyetçilik ve dini hissiyatý âlet etmek, emniyet-i dahiliyyeye zarar vermek" ihtimali ve imkâný gibi, eski nakaratý tazelemek ve yüzelli sahifelik müdafaatým ile, gayet kat'i reddedilen o asýlsýz bahaneler ile, bizi muaheze etmeleridir. Ben, bütün bu asýlsýz bahanelere karþý derim: Eðer bu sekiz sene bana dikkatle bakan ve iliþmeyen Kastamonu hükümetini ve dokuz sene evvel, bir iki risalenin bir iki mes'elesiyle, yalnýz bir sene ceza verebilen, baþkasýna iliþmeyen, Eskiþehir mahkemesini ve bir sene evvel Risale-i Nur'un bütün eczalarýný, üç ay tetkikten sonra aynen iade eden Isparta adliyesini itham edebilirlerse ve þimdi benim münasebetimle tevkif olunanlarýn münasebetleri derecesine, benimle ve Risale-i Nur'la münasebetleri bulunan ve bu milletin ruhen en mübarek ve bir cihette ve keyfiyetçe ekseriyet teþkil eden, o hadsiz ve zararsýz mütedeyyin zatlarý mahkemeye sokabilirlerse o vehham mu'terizler, Risale-i Nur'un bu yeni meselesini muannid ve hakkýmda evhamlý Isparta müddeiumumisi gibi, inceden inceye tetkike çalýþýp, o yirmi sene mahsulunu, birden bu senenin mahsulüdür, hiç afv kanununa rast gelmemiþ diye bizleri onunla itham ederek, mahkemeye verebilirler. Yoksa koca milletin hatýrý olan adalet ve hak ve kanunu, bazý þahýslarýn hatýrý için kýrmakla, en ziyade bîtaraf ve hiç te'sirat-ý hâriciye altýna girmeyen ve padiþahlarý âdi adamlar sýrasýnda önünde diz çöktüren, mâhiyet-i Sh:»(S.N: 165) adalet, onlarý dairesinin haricine atacak. Ben Denizli mahkemesine teslim olmuþum. Onu hakkýmda bir adalet dairesi bilmek ve görmek, Halýkýmýn rahmetinden beklerim. Madem, þimdi hayatým Denizli mahkemesiyle alakadardýr. Elbette sýhhatim dahi ona bakar. Ben hastalýðým için þefkatli bir hekim istedim, bekledim. Gelmeden, burada doktorlarýn hey'etine yazdýðým istirhamnameyi, þimdi benim bir resmi merciim mahkemenin hâkimlerine suretini takdim ediyorum. Doktorlara hitaben yazmýþtým ki; Siz hekim olmak haysiyetiyle þefkat etmek, sizin meslekçe ehemmiyetli bir seciyeniz olmasý ve hakikat-ý mevti ve ölüm mahiyetini, her taifeden ziyade sizin bilmenizin lüzumu ve küçük bir kainat hükmünde olan insanýn teþrihatýndaki hikmet-i Rabbaniye, her meslekten ziyade mesleðinizde medar-ý nazar bulunmasý nokta-i nazarda, müddeiumumiden evvel bizimle alakanýz var. Çünki bu meselemizde, bütün vataný alakadar edecek olan Risale-i Nur'a bir nevi taarruz var. Risale-i Nur ise, ism-i Hakim ve ism-i Rahime mazhar olduðu için, en ehemmiyetli bir esasý da þefkat olduðundan büyük bir manevi doktordur. Ve her gün nev-i beþerde otuzbin cenaze ile, (Ölüm haktýr) diye imza edilen, hakikat-ý mevtin týlsýmýný ve dehþetli ölümün sevimli muammasýný açarak, sýrr-ý Kur'an ile ölümü, yüzbinler adam hakkýnda idam-ý ebedi mahiyetinden çýkarýp, terhis tezkeresine çeviren ve ehl-i iman hakkýnda ölüm, terhis tezkeresi olduðunu, o derece kat'i isbat etmiþ ve hakiki teselli vermiþ ki, yirmi seneye yakýndýr, zýndýklara maddiyunlara, tabiiyyunlara meydan okuduðu halde, hiçbir feylesof, hiçbir mes'elesini cerh edememiþ olan Risale-i Nur'u müdafaaya mecbur olduðumdan ve sýhhatim birkaç vecihte muhtel olmasýndan, nazar-ý þefkatinizi ciddi bir surette rica ediyorum. Çünkü ben onsekiz senedir, bir içtimai hastalýk sebebi ile, haps-i münferid hükmünde, münzevi yalnýz yaþamýþým ve yirmi senedir yine, içtimai manevi bir rahatsýzlýk cihetiyle, hiçbir gazeteyi ne okudum ve ne dinledim ve ne de merak ettim. Ve yine ehemmiyetli bir maraz-ý içtimai cihetiyle, þimdi iki sene ve iki aydýr, zemin yüzündeki harplerden ve hâdiselerden, hiçbir haber almadým ve merak etmedim ve sormadým. Halbuki ben Risale-i Nur itibariyle, binler adam kadar alakadarým. Saniyen: Gerçi, ben, onsekiz sene haps-i münferid hükmünde, yalnýz bir odada yaþamýþým. Fakat menzilim, bu haps-i münferid gibi dar, rutubetli ufunetli, manzarasýz, güneþsiz deðildi. Teneffüs ederdim. Bir iki dostumla görüþürdüm. Hem þimdi ihtiyarým, yetmiþ yaþýndayým. Hem zaifim, iyi bir hizmetçiye ihtiyacým var. Hem kýrk elli senelik bir kulunç illetine müptelayým. Soðuða dayanamýyorum. Bu geçen bütün Ramazanda, yalnýz iki ekmek yiyebildim. Onun Sh:»(S.N: 166) için benim sýhhatimin muhafazasý, bu aðýr þerait altýnda, vazifenize ve himmetinize bakar Benim ehemmiyetsiz þahsým, þahsým itibarýyla sýhhatim dahi ehemmiyetsizdir. Fakat madem zararsýz bir surette, hem vatana, hem millete, hem idareye, hem asayiþe, hem inzibata, büyük faideleri tahakkuk eden ve yüzbin adamlar, onunla imanlarýný tehlikelerden kurtaran ve yüzotuz risale, binler nüshalarýyla nâþir-i efkarý bulunan ve dünya cereyanlarýndan hiçbir cereyanla alakasý bulunmayan ve siyasetten bilkülliye tecerrüd eden ve asýlsýz bir evham yüzünden, bir seneden beri aleyhine hücum planý çevrilen imanî ve Kur'anî ve sýrf uhrevî bir tâife-i azîmenin müdafaasý ve evhamýn zararýndan kurtulmasý, benim sýhhatim ile ve itidal-i demimle baðlanmýþ. Elbette siz, binler masum þakirdlerin hayýr dualarýný kazanmak niyetiyle, sýhhatimin þeraitine ciddiyetle bakarsýnýz. Tevkif altýna alýnmýþ müttehem adamýn sýhhati ne ehemmiyeti var diye yalnýz resmi baksanýz, hekimlikteki hikmet ve þefkat ve insaniyet incinecekler.Benim de þimdiki insanlardan ümidim kesilecek. Hayli ihtiyar, çoktan hasta ve çok zaif ve cidden tam müteessir mevkuf Said NURSÝ EFENDÝLER, HÂKÝMLER; Çok geniþ, Risale-i Nur'a ait, Isparta müddeiumumisinin hem mükerrer, hem intizamsýz, hem muhtelif, hem çok suallerine karþý, benim de Risale-i Nur'u müdafaa mecburiyetiyle, böyle intizamsýz ve parça parça ve bazen mükerrer ifadelerime, nazar-ý müsamaha ile bakmanýzý rica ederim. Risale-i Nur'un kýymetini gösteren bazý hususi mahrem risaleler ki; Kerâmat-ý Aleviye ve Kerâmat-ý Gavsiye ve Ýþârât-ý Kur'aniye risaleleridir. Elinize geçmek ve geçmiþ ihtimaliyle derim: Bu mahkemenin, Risale-i Nur'a itiraz ve tenkit deðil, onu müdafaa etmek bir vazifesi olduðunu iddia ediyorum. Evet vahdet-i mesele cihetiyle, o mezkur üç mahrem risaleler, yüzer iþârâtýyla Risale-i Nur'u tasdik ve hakkaniyetine imza basýyorlar. Bir davada bu kadar emareler þehadet ettikleri halde, o dava çürütülmez. Risale-i Nur'un arkasýnda otuzüç âyât-ý Kur'âniye iþaratý ve Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahu Anh'ýn üç kerâmât-ý gaybiye ile ihbaratý ve Gavs-ý A'zamýn sarahata yakýn þehadatý vardýr. Ona hücum, bunlara hücumdur. Evet mâdem ölüm öldürülememiþ ve kabir kapýsý kapanmýyor ve hayat-ý dünyeviye sür'atle hiçliðe gidiyor, elbette Risale-i Nur gibi kudsi ve kat'i bir esere eþedd-i ihtiyaç vardýr. Sh:»(S.N: 167) BU FIKRA DAHÝ MÜSVEDDEYE GÝRDÝ,DAHA ÇIKARMADIK.HAPÝSTEKÝ KARDEÞLERÝME YAZDIذIM BÝR MEKTURTUR. باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Sorgu hâkimi beni isticvab için çaðýrdýðý gün, ben kardeþlerimi nasýl müdafaa edeyim diye düþünürken, Ýmam-ý Gazali'nin Hizb-ül Masun'unu açtým. Birden bu gelen âyetler nazarýma göründü. اِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ اَمَنُوا يَسْعَى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْدِيهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ اَللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ طُوبَى لَهُمْ Baktým ki: Birinci ayet (þeddeler sayýlsa ve meddeler sayýlmazsa) (اَمَنُوا) daki(واو) dahi meddedir, makam-ý cifri ve ebcedisi (l362) eder ki, tam tamýna bu senenin hicri ayný tarihine ve bizim mü'min kardeþlerimizi müdafaaya azmettiðimiz ayný zamanýna, hem manasý, hem makamý tevafuk ediyor. "Elhamdulillah dedim, benim müdafaama ihtiyaç býrakmýyor." Sonra hatýrýma geldi ki, "netice ne olacak" diye merak ettim gördüm; اَللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ طُوبَى لَهُمْ deki iki cümle (tenvin sayýlmak þartýyla), makam-ý cifrisi aynen bin üçyüz altmýþ iki (l362), (eðer bir medde sayýlmazsa) binüçyüz altmýþ üç eder. (Eðer o medde dahi sayýlsa) tam tamýna hýfz-ý ilahiye pekçok muhtaç olduðumuz bu zamana ve bu senenin ve gelecek senenin hicri ayný tarihine tevafuk ederek, bir seneden beri büyük bir dairede ve geniþ bir sahada, aleyhimize ihzar edilen dehþetli bir hücum karþýsýnda, mahfuziyetimize te'minat ile teselli veriyor. Risale-i Nur'un bu hadisede daha parlak fütuhatý me'murîn dairelerinde bulunmasýndan, þimdiki muvakkat tevkif bizi me'yus etmez ve etmemeli. Ve Ayetül Kübranýn tab'ý sebebiyle müsaderesi, onun parlak makamýna ve nazar-ý dikkati her tarafdan ona celbetmesine bir ilânname telâkki ediyorum. مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ en güzel bir düstur-u tesellidir. Bu teslimiyetle beraber, gayet kuvvetli bir tesanüde ve birbirinin kusuruna bakmamaya ve Risale-i Nur'a karþý alakayý gevþetmek deðil, belki daha ziyade kuvvetleþtirmeye þiddetle ihtiyacýmýz var. Sh:»(S.N: 168) Ben görüyorum, bize hücum edenler, en ziyade tesanüdümüzü bozmak istiyorlar ve en ziyade bana karþý ihanet derecesinde hürmeti kýrmaya çalýþýyorlar. Güya Risale-i Nur'a karþý hürmet, benden ileri geliyor. Beni kýrmakla, o kýrýlýr diye, divaneliklerinden zan ediyorlar. Hem þiddetli bir surette konuþmakdan beni men ediyorlar. Tâ ki hakikat-ý mes'ele anlaþýlmasýn. Ve Risale-i Nur sussun. O bedbahtlar bilmiyorlar ki; benim zaif dilimin susmasýyla, etrafda binler kardeþlerimin kuvvetli dilleri ve Risale-i Nur'un memlekette intiþar eden binler nüshalarýnýn parlak lisanlarý konuþuyorlar. Ve susmazlar ve susturulmazlar. Biz onlarýn bütün tazyik ve sýkýntý vermelerine karþý, iman-ý tahakiki kuvvetiyle ve sýrrýyla kabre iman ile girmek ve þirket-i maneviye ile her birimiz, yüzer lisanla dua ve tesbihat ve a'mal-i saliha yapmak olan iki kudsi ve cihandeðer kýymetli ve medar-ý sürûr kazancýmýzla mukabele edip, geçmiþ zahmetlerin sevaplarýný ve manevi lezzetlerini ve gelecek meþakkatlerin hazýrda yokluðunu düþünerek, yalnýz hazýr saatteki musibete karþý, sabr içinde þükür etmeliyiz. Madem ben, sizin elemlerinizle de müteellimim ve sizden pekçok ziyade tazyika maruz olduðum halde, sabýr ve tahammül ediyorum, elbette sizler benim tesellilerime ihtiyacýnýz çok olmaz diye çok teselli yazmýyorum. Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Emniyet Müdürü Müddei umumi ile beraber, hapiste yanýma geldikleri vakit, bu mektubu verdim. O da vâliye vermiþ. Emniyet dairesindeki Hey'et-i Zâbýtaya bir maruzatýmdýr. Efendiler, Benim baþýma evham yüzünden gelen hâdise ile, hey'et-i zâbýta emniyet-i dahiliye cihetiyle çok alakadardýr diye, size de bir hakikatý beyan edeceðim. Çünki hem Kastamonu'da, hem Ankara'da hem Isparta'da taharri me'murlarý ve komiserler, bizim esrarýmýzý anlamak için çok temas ettiler. Kastamonu zabýtasý bildi ki, biz zâbýta vazifesine endiþe vermek deðil, belki yardým ediyoruz. Ve Isparta zabýtasý dahi, müteaddid temasýnda bizi ve Risale-i Nur'u ve þakirdlerini, asayiþ ve inzibat cihetinde yardýmcý ve dost görmeðe baþladýlar. Hatta en mahrem esrarýmýzý ki, Isparta müddeiumumisi dinlemesinden telaþ ettiði halde, bila tereddüd Isparta zabýtasýna verecektim. Ve benimle gelecek sivil komiserler ile gönderecektim: Fakat beni kelepçelediler. Onlar da gelmediler. Ben de, gönderemedim. Evet gerçi þahsým itibarýyla, ehemmiyetsiz ve kýymetim yok, fakat kýrk Sh:»(S.N: 169) senedir memleketin çok yerleriyle alakadar olmuþum. O yerlerde ciddi dostlarým ve hakiki kardeþlerim ve Risale-i Nur dersinde arkadaþlarým kesretle varlar. Eðer onlarýn vaziyeti, inzibat ve asayiþ lehinde olmasa idi, elbette þimdiye kadar, bir vukuatlarý görünecekti. Halbuki hem Eskiþehir mahkemesinde, hem bu defa da vukuata binaen deðil, belki imkâna bina edilmiþ. Yani, yapmýþ diye iliþmiyorlar, belki yapabilir diye, evham yüzünden iliþiyorlar. Ýþte buranýn zabýtasýna, en mahrem esrarýmý bilaperva içine alan müdafaatýmý, isterlerse takdim edeceðim. Çünki ekser vilayetlere Risale-i Nur ve þakirdleri girmiþler. Herhalde Denizli'ye eðer girmemiþse, girecek. Böyle hasbi, fahri bir tarzda fenalýðý, ahlaksýzlýðý, anarþiliði, serseriliði izaleye ciddi çalýþan ve te'siratýný Kastamonu'da ve Isparta havalisinde gösteren yýlmaz, geri çekilmez bir inzibat kuvvetini, buranýn emniyet dairesi nazara alýp, asayiþ lehinde isti'mal etmek varken, bu kuvvete endiþeli ve müttehem nazariyle baksa birkaç cihette zarardýr diye arz ediyorum; Ben buranýn adliyesine karþý ehemmiyetsiz þahsým deðil, belki memlekete zararsýz bir surette menfaatli ve kýymetli Risale-i Nur ve þakirdlerini nazara alýp müdafaa ettiðim halde, "Sen kendini müdafaa et" diye beni acip bir câni tarzýnda herþeyden ve konuþmaktan tecrit ve haps-i münferide, ve sýhhatime ve ihtiyarlýðýma tam dokunacak bir þekilde soktular. Sonra doktorlarý hastalýðým haysiyetiyle istedim. Onlara hitaben derdimi yazdým. Birkaç gün te'hirden sonra, bir doktor geldi. Öyle bir acele ile baktý ki; "Güya müttehem ve vatana muzýr bir þahsiyetin sýhhati ne ehemmiyeti var." diye manasýný fehm ettim. Daha onlara hitaben yazdýðým istirhamnameyi vermedim. Þimdi en son size de müracaat ediyorum. Bu gurbette hiç dost bulamayan ve herkes ona müttehem nazarýyla bakan bir adamýn derdini de dinlemek gerekdir. Bir vazife ile, bir sivil polis gönderebilirsiniz. Tâ ki hakikat-i hâli anlasýn, size haber versin. Ve Isparta ve Denizli adliyelerine karýþ müdafaatýmýn suretini size getirsin. Ve zâbýta ile Risale-i Nur þâkirdlerinin ortasýna anlaþmamazlýk girmesin. Haps-i münferidde mevkuf Said NURSÝ Sh:»(S.N: 170) % EN MÜHÝM PARÇA BUDUR. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ BÝR CUM'A GÜNÜNÜN BÝRKAÇ SAATÝNÝN BÝR MAHSULÜDÜR. MÜDDEÝUMUMÝ BEY Yirmi senedir, hayat-ý içtimaiyeyi ve bilhassa böyle resmi ve ince ve siyasi hayatý terk etmiþtim. O hallere karþý almasý lazým gelen vaziyeti bilemiyorum ve düþünemiyorum ve düþünmesi beni cidden incitiyor. Fakat mecburiyetle, Isparta'da insafsýz bir zatýn intizamsýz ve mükerrer ve lüzumsuz pekçok suallerine verdiðim cevaplarýn hatimesi ve hülasasý ve sorgu hakiminin zabtýna geçen ve ayrýca size verilmiþ olan, intizamsýz müdafaatým ve istidamda belki saded haricinde ve lüzumsuz ve tekrar ve intizamsýzlýk ve aleyhime dönecek þiddetli ta'birler ve bilemediðim yeni kanunlara muhalif ifadeler bulunabilir. Fakat madem hakikat üzere gidiyor, hakikatýn hatýrý için o kusurlara bakmamak gerekir. O istida da üç dört, belki dokuz esas üzere gidiyor. Birincisi: Madem hükümet-i Cumhuriye, Cumhuriyetteki hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere iliþmiyor. Elbette dindarlara ve takvacýlara da iliþmemek gerektir. Ve mâdem dinsiz bir millet yaþamaz. Ve Asya din noktasýnda Avrupaya benzemez. Ve Ýslamiyet hayat-ý þahsiyeye ve uhreviye cihetinde hristiyanlýða uymaz. Ve dinsiz bir müslüman baþka dinsizler gibi olmaz. Ve bu bin seneden beri, dünyayý diyanetiyle ýþýklandýran ve bütün dünyanýn tehacümüne karþý, salabet-i diniyesini kahramanane muhafaza eden, bu vatandaki milletin bir ihtiyac-ý fýtrýsi hükmüne geçen diyanet, salahat ve bilhassa iman hakikatlarýnýn öðrenmesi yerlerine hiçbir terakkiyat, hiçbir medeniyet tutamaz ve o ihtiyacý onlara unutturamaz. Elbette bu vatandaki millete hükmeden bir hükümet, Risale-i Nur'a adalet ve kanun ve asayiþ cihetinde iliþmez ve iliþtirmemeli. Ýkinci Esas: Madem bir þeyi red etmek baþkadýr, ve o þeyi kalben kabul etmemek daha baþkadýr, ve onunla amel etmemek bütün bütün baþkadýr. Her hükümette þiddetli muhalifler bulunur. Ve mecûsi hakimiyeti altýnda müslümanlar ve Hükümet-i Ýslamiye-i Ömeriyede Yahudiler, Hristiyanlar bulun Sh:»(S.N: 171) muþ ve asayiþe ve idareye iliþmeyenin hürriyet-i þahsiyesi, her hükümette vardýr, iliþilmez. Ve hükümet ele bakar kalbe bakmaz. Ve madem asayiþe ve idareye ve siyasete iliþmek isteyen, herhalde hiç þüphesiz gazeteler ile ve dünya hadisatý ile alakadar olacak. Ta kendine yardým eden cereyanlarý, vaziyetleri hadisatý bilsin. Tâ yanlýþ ayaðýný atmasýn. Ve Risale-i Nur ise, þakirdlerini o derece men etmiþ ki; bütün yakýn dostlarým biliyorlar ki; yirmi senedir deðil gazeteleri okumak, belki sormasýný ve merak etmesini ve düþünmesini bana terk ettirmiþ. Ve iki sene ve iki aydýr, (yedi sene ayný hal devam etti, hiç sormadý) katiyyen dünya harplerinden ve vaziyetlerinden, hiç bir haber almamak derecede beni hayat-ý içtimaiyeden çekmiþ. Elbette ve elbette hikmet-i hükûmet ve kanun-u siyaset ve düstur-u adalet bana ve benim gibi kardeþlerime iliþmez. Ve iliþen herhalde ya evhamdan veya garazdan veya inattan iliþir. Üçüncüsü: Bir müddeiumumi yanlýþ bir mana ile, Beþinci Þua'a dair suallerinde kanun hesabýna deðil, belki ölmüþ bir þahsýn dostluðu taassubu hesabýna, manasýz ve lüzumsuz itirazlarý sebebiyle, bu gelecek uzunca tafsilatý vermeðe mecbur oldum. Evvelen: Bu Beþinci Þua'ý biz gayet mahrem tutuyoruz, neþretmiyoruz. Hem bütün taharrilerde bende bulunmadý. Hem sekiz senede, bir iki defa, bir iki saat elime geçti. Hem maksadý, yanlýz avamýn imanlarýný þüphelerden ve müteþabih hadisleri inkârdan kurtarmaktýr. Dünya cihetine üçüncü, dördüncü derecede dolayýsýyla bakar. Hem verdiði gaybi haberler doðrudur. Hem ehl-i siyaset ve dünya ile mübareze etmez, yalnýz ihbar eder. Hem þahýslarý tayin etmiyor, külli bir surette, bir hakikat-i hadiseyeyi beyan eder. Fakat bir zaman sonra, o külli hakikatý, bu asýrdaki dehþetli bir þahsa, tam tatbik etmiþler. Onun için bu senelerde, yeni te'lif edilmiþ zannýyla itiraz ettiler. Hem o risalenin aslý Dâr-ül Hikmetten de daha eskidir. Yalnýz bir zaman sonra, tanzim edildi. Risale-i Nur'a girdi. Þöyle ki: Hürriyetten evvel Ýstanbul'a geldim. O zaman Japonyanýn baþkumandaný Ýslam ulemasýndan dini bazý sualler sormuþtu. Onlarý Ýstanbul hocalarý benden sordular. Hem çok þeyleri, o münasebetle sual ettiler. Ezcümle: Bir hadiste, ahirzamanýn dehþetli bir þahsý sabah kalkar, alnýnda هَذَا كَافِرٌ cümlesi yazýlmýþ bulunur, hadis vardýr, diye benden sual ettiler. Dedim: Bir acip þahýs, bu milletin baþýna geçer ve sabah kalkar, baþýna þapka giyer ve giydirir. Bu cevaptan bunu sordular: "Acaba o zaman onu giyen kafir olmaz mý"? Dedim: þapka baþa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat baþtaki hakiki iman þapkayý da secdeye getirecek, müslüman edecek, Ýnþaallah. Sonra dediler; ayný þahýs bir su içecek, onun eli delinecek, bu hâdise ile süfyan olduðu bilinecek. Ben de cevaben dedim: Bir darb-ý mesel var ki; çok Sh:»(S.N: 172) israflý adamýn eli deliktir, yani elinde mal durmuyor, akýyor, zayi olur deniliyor. Ýþte o dehþetli adam, bir su olan rakýya müptelâ ve onunla hasta olacak, ve kendisi hadsiz israfata girecek, baþkalarýný da alýþtýracak. Sonra birisi sordu ki: O süfyan öldüðü zaman, Ýstanbul'da dikilitaþta, þeytan bütün dünyaya baðýracak ve iþittirecek ki "filan öldü" Ben o vakit dedim: Telgrafla haber verilecek. Fakat bir zaman sonra radyo çýkmýþ iþittim. Eski cevabým tam deðilmiþ bildim. Dâr-ul hikmette iken dedim: þeytan gibi radyo ile dünyaya iþittirecek. Sonra sedd-i zü-l karneyn ve ye'cüc ve me'cüc ve dabdet-ül arz ve deccal ve nüzul-u Ýsâ Aleyhisselâm hakkýnda sualler sorulmuþtu. Ben de cevap vermiþtim. Hatta eski risalelerimde onlar kýsmen yazýlmýþlar. Bir zaman sonra Mustafa Kemal'in, iki defa þifre ile ve onun eski valisi ve benim dostum Tahsin Bey'in vasýtasýyla, beni Ankara'ya taltif için neþr edilen Hutuvât-ý Sitte'ye mükâfeten celb etti, gittim. Þeyh Sünûsi o kürdçe lisaný bilmediðinden, beni onun yerinde üçyüz lira maaþla, vilâyât-ý þarkiyeye vâiz-i umumi, hem meb'us, hem Diyanet Riyaseti Dairesinde Dâr-ul Hikmet azalarýyla beraber, eski vazifem ile memnun etmek ve benim Van'da temelini attýðým Medreset-üz Zehra ve Þark Dâr-ül Fûnununa, Sultan Reþadýn verdiði ondokuzbin altýn lirayý, yüzelli bin banknota iblað ederek, ikiyüz meb'us içinde, yüzaltmýþüç meb'usun imzasýyla kabul edildiði halde ben Beþinci Þua aslýnýn verdiði haberin bir kýsmýný orada, o adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri býraktým ve "Bu adamla baþa çýkýlmaz, mukabele edilmez." diye dünyayý ve siyaseti ve hayat-ý içtimaiyeyi terk edip, yalnýz imaný kurtarmak yolunda vaktimi sarfettim. Yalnýz bazý zâlim ve insafsýz memurlar, bana dünyaya bakacak iki üç risaleleri yazdýrdýlar. Sonra bazý zatlar, ahirzaman hadisatýný haber veren, müteþabih hadîsleri sual etmek münasebetiyle, o eski risalenin aslýný tanzim ettim. Risale-i Nur'un Beþinci Þua'ý namýný aldý. Risale-i Nur'un numaralarý te'lif tertibiyle deðil. Mesela Otuzüçüncü Mektup, Birinci Mektuptan daha evvel te'lif edilmiþ. Ve bu Beþinci Þua'nýn aslý gibi, Risale-i Nur'un bir kýsým eczalarý, Risale-i Nurdan evvel te'lif edilmiþ. Her ne ise... Bu makamda bir müddeiumuminin, Mustafa Kemal'e dostluðu taassubiyle, kanunsuz ve lüzumsuz ve yanlýþ itiraz ve sualleri, beni bu saded harici izahatý vermeðe mecbur eyledi. Ben onun adliye kanunu namýna, tamamen þahsi ve kanunsuz bir sözünü misal olarak beyan ederim. O dedi: "Beþinci Þua'da sen hiç kalben nedamet etmedin mi ki, onu rakýdan ve þaraptan su tulumbasý gibi tabirler ile tezyif etmiþsin." Ben, bu bütün bütün manasýz ve yanlýþ dostluk taassubuna mukabil derim: Sh:»(S.N: 173) Kahraman ordunun zaferi ve þerefi ona verilmez. Yalnýz bir hissesi olabilir. Nasýl ki, ordunun bütün ganimeti, mallarý, erzaklarý bir kumandana verilse zulümdür. Dehþetli bir haksýzlýktýr. Evet nasýl, o insafsýz o çok kusurlu adamý sevmemekle beni itham etti. Âdeta vatan haini yaptý. Ben de, onu orduyu sevmemekle itham ediyorum. Çünkü bütün þerefi ve manevi ganimeti o dostuna verip, orduyu þerefsiz býrakýyor. Hakikat ise, müsbet þeyler haseneler, iyilikler, cemaate, orduya tevzi' edilir. Ve menfi tahribat ve kusurlar baþa verilir. Çünki bir þeyin vücudu, bütün þeraitin ve erkânýnýn vücuduyla olur ki; kumandan yalnýz bir þarttýr. Ve o þeyin ademi ve bozulmasý ise, bir þartýn ademiyle ve bir rüknün bozulmasýyla mahvolur, bozulur. O fenalýk baþa, reise verilebilir. Ýyilikler, haseneler ekseriyetle müsbet ve vücûdidir. Baþlar sahip çýkamazlar. Fenalýklar ve kusurlar ademidir ve tahribidir. Reisler mes'ul olurlar. Hak ve hakikat böyle iken, nasýlki bir aþiret fütûhat yapsa, aferin Hasan Aða, eðer maðlup olsa tuh diye aþiret tezyif edilir. Bütün bütün hakikatýn aksine hükmedilir. Aynen öyle de, beni itham eden o müddei, bütün bütün hakkýn ve hakikatýn aksine bir hatasýyla, güya adliye namýna hükmetti. Aynen bunun hatasý gibi, eski harb-i umumiden biraz evvel, ben Vanda iken bazý muttaki zatlar yanýma geldiler, dediler ki: "Bazý kumandanlarda dinsizlik oluyor, gel bize iþtirak et. Biz bu münafýk reislere itaat etmiyeceðiz. "Ben de dedim: "O fenalýklar, o dinsizlikler o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mes'ul olmaz. Bu Osmanlý ordusunda, belki yüzbin evliyalar var. Ben bu orduya karþý kýlýnç çekmem, size iþtirak etmem." O zatlar benden ayrýldýlar, kýlýnç çektiler. Neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi. Az bir zaman sonra, harb-i umumi patladý. O ordu, Din-i Ýslam namýna iþtirak etti, cihada girdi. O ordudan yüzbin þehitler evliya mertebesine çýkýp, beni o davamda tasdik ederek, kanlarýyla velayet fermanlarýný imzaladýlar. Her ne ise.. Biraz uzun söylemeðe mecbur oldum. Çünki hiçbir hissiyatla ve harici te'siratla müteessir olmamak mahiyetinin kat'i bir hassasý bulunan adalet hakikatý namýna, böyle cüz'i ve hata hissiyatla ve tarafgirlikle bize ve Risale-i Nur'a karþý, müzeyyifane hareket eden müddeiumuminin acip vaziyeti, beni bu uzun ifadeye sevketti. Dördüncü Esas: Eskiþehir mahkemesi yüz risaleyi ve mektuplarý, dört ay tetkikten sonra yalnýz yüzyirmide onbeþ adama, altýþar ay ceza ve bana da yüz risaleden yalnýz bir iki risalede onbeþ kelime ile, bir sene ceza verebildi. Tarikatçýlýk ve cem'iyyetçilik ve þapka mes'elelerinde beraat ettirdiler. Ve biz dahi o cezayý çektik. Ondan sonra Kastamonu'da çok defa taharrilerde, hiçbir iliþiðimizi bulmadýlar. Ve geçen sene Isparta'da mahrem ve gayr-ý mahrem Risale-i Nur'un bütün eczalarý, bilâ istisna hükümetin eline geçti. Üç ay tetkikten sonra, umumu sahiplerine iade edildi. Sh:»(S.N: 174) Madem hakikat budur. Beni ve Risale-i Nur'un þâkirdlerini itham eden, o gibi kanun namýna kanunsuz ve garaz ve hissiyatla bizi muaheze edenler, bizden evvel hem Eskiþehir mahkemesini, hem Kastamonu hükümetini ve zabýtasýný, hem Isparta Adliyesini itham edip, (varsa) suçumuza tam teþrik ediyorlar. Çünki bir suçumuz olsa idi, bu üç hükümetin yakýnýnda çok zaman tecessüs ile görmedi veya aldýrmadý. Bizden ziyade onlar suçlu olurlar. Halbuki; dünyaya karýþmak arzusu bizde bulunsa idi, böyle sinek výzýltýsý gibi deðil, top güllesi gibi ses ve patlak verecekti. Divan-ý Harb-i Örfî de ve Mustafa Kemal'e hiddetine karþý divan-ý riyasette, þiddetli ve dokunaklý müdafaa eden bir adam, onsekiz sene zarfýnda kimseye sezdirmeden dünya entirikalarýný çeviriyor diye onu itham eden, elbette bir garazla eder. Biz Denizli Müdeiumumisinden ümit ederiz ki, bizi böylelerin garazýndan kurtarsýn. Hakikat-ý adaleti göstersin. Beþinci Esas: Risale-i Nur þakirtlerinin, mümkün olduðu kadar siyasete ve idare iþine ve hükûmetin icraatýna karýþmamak, bir düstur-u essasiyeleridir. Çünkü hâlisane hizmet-i Kur'aniye, onlara herþeye bedel kâfi geliyor. Hem þimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde, hiç kimse istiklaliyetini ve ihlâsýný muhafaza edemez. Her halde bir cerayan onun hareketeni kendi hesabýna alacak. Kendi dünyevi maksadýna alet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak. Hem maddi mübazarede, þu asrýn bir düsturu olan eþedd-i zulüm ve eþedd-i istibdad ile birinin hatasýyla onun masum çok taraftarlarýný ezmek lazým gelecek, yoksa maðlûp düþecek. Hem dünya için dinini býrakan veya alet edenlerin nazarlarýnda, Kur'anýn hiçbir þeye alet olamayan kudsi hakikatlarý, bir propaganda-i siyasette alet olmuþ tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakasý muvafýký, muhalifi, memuru, âmisi o hakikatlarda hisseleri var ve onlara muhtaçtýrlar. Risele-i Nur þakirtleri tam bîtaraf kalmak için, siyaseti ve maddi mübarezeyi tam býrakmak ve hiç karýþmamak lazým gelmiþ. Altýncý Esas: Bu meselede benim þahsýmýn veya bazý kardeþlerimin kusurlarý ile Risale-i Nur'a hücüm edilmez, o doðrudan doðruya Kur'ana baðlanmýþ ve Kur'an dahi arþ-ý azam ile baðlýdýr. Kimin haddi var elini oraya uzatsýn. O kuvvetli ipleri çözsün. Hem bu memlekete maddi ve manevi bereketi ve fevkalade hizmeti, otuzüç âyât-ý Kur'âniyenin iþaratý ile ve imam-ý Ali( R.A.) ýn üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ý Azamýn( K.S.) kat'i ihbarýyla tahakkuk etmiþ olan Risale-i Nur, bizim âdi ve þahsi kusurumuzdan mesul olmaz ve olamaz ve olmamalý. Yoksa bu memlekete hem maddi, hem manevi telafi edilmeyecek derecede Sh:»(S .N: 175) zarar olacak.(Haþiye) Bazý zýndýklarýn þeytanetiyle, Risale-i Nur'a karþý çevrilen planlar ve hücumlar, Ýnþaallah bozulacaklar. Onun þakirtleri baþkalara kýyas edilmez daðýttýrýlmaz, vazgeçirilmez. Cenab-ý Hakkýn inayetiyle maðlup edilmezler. Eðer maddi müdafaadan Kur'an men etmeseydi, bu milletin can damar hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o þakirtler, Þeyh Said ve Menemen hadiseleri gibi, Cüz'i ve neticesiz hadiselerle bulaþmazlar. Allah etmesin ! Eðer mecburiyet-i kat'iyye derecesinde onlara zulm edilse ve Risale-i Nur'a hücum olsa: Elbette hükümeti iðfal eden zýndýklar ve münafýklar bin derece piþman olacaklar. Elhasýl: Madem biz ehl-i dünyanýn dünyalarýna iliþmiyoruz onlar da bizim ahiretimize ve imani hizmetimize iliþmesinler. Hâþiye:Bu istida, Kastamonu zelzelesinden yirmi gün evvel yazýlmýþtýr. Risale-i Nur bereketiyle her vilayetten ziyada âfatten mahfuz kalmýþtý. Þimdi âfet baþladý; bu davamýzý tasdik etti. Mevkuf Said NURSÎ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Denizli'nin insaflý Müddeiumumisinin iddianamesine karþý evvelen ( beþ altý esas)olarak, Müddeiumumi beye evvelce yazýlan bir küçük müdafaayý, bir itirazname ve sâniyen mahkemenin elinde bulunan, Eskiþehir müddeiumumisinin iddianamesine mukabil verilen, eski itirazname ve müdafaayý ve sâlisen küçük müdafaadaki ( Beþ altý esasa) (Üç dört esasý) bir itirazname olarak, iddia makamýna, aðýr ceza mahkemesine takdim ediyorum: Birinci Esas: Ýddianamade baþka yerlerdeki sathî tahkikata binaen, bize bir cemiyet-i siyasiye noktasýnda bakmýþ. Buna cevabýmýz: Evvelen: Bütün benimle arkadaþlýk eden zatlarýn þehadetiyle, ondokuz seneden beri, hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve sormayan ve bu iki sene beþ aydýr, harb-i umumiden hiçbir haber almayan ve merak etmeyen ve bilmeyen bir adam, elbette siyasetle hiçbir alakasý yoktur. Ve siyasi cemiyetler ile hiçbir münasebeti olmaz. Ve Saniyen Risale-i Nur'un yüzotuz parçalarý meydandadýr, içinde imanî hakikatlardan baþka bir hedef, bir maksad-ý dünyevi olmadýðýný, Eskiþehir mahkemesi yalnýz bir iki risaleden baþka iliþmemesi ve koca Kastamonu zabýtasýnýn sekiz sene zarfýnda daimi tarassut ile beraber, iki hizmetçimden baþka, yalnýz üç adamdan baþka bir bahane ile müttehem bulmamasý, kat'i bir hüccettir ki, Risale-i Nur þakirtleri hiçbir vecihle siyasi cemiyet deðiller. Sh:»(S.N: 176) Eðer iddianamedeki cemiyetten maksadý, îmanî ve uhrevi bir cemaat ise; ona cevaben deriz ki: Eðer Darülfünün talebelerine ve her nevi esnafa, birer cemiyet nâmý verilse: bize de o neviden bir cemiyet nâmý verilebilir. Eðer dini hissiyatla, emniyet-i dahiliyeyi ihlal edecek bir cemaat nâmý veriliyorsa, buna mukabil deriz: Yirmi sene zarfýnda, bu fýrtýnalý zamanda, Risale-i Nur'un yüz risalelerinden binler nüshalarýný binler adam kemal-i merakla okuduklarý halde, hiçbir yerde, hiçbir vukuat ile emniyet-i dahiliyeye iliþmeleri, ne hükümetçe ve ne de mahkemece kaydedilmemesi bu ittihamý çürütüyor. Eðer hissiyat-ý diniyeyi kuvvetlendirmesinden, istikbalde emniyet-i dahiliyeye zarar verebilir diye, bir cemiyet namý verilmiþ ise, buna mukabil deriz: Evvelen: Baþta Diyanet Riyaseti bütün vaizler ayný hizmeti görüyorlar. Saniyen: Risale-i Nur þakirtleri deðil emniyete, âsayiþe zarar vermek, belki bütün kuvvet ve kanaatlarýyla milleti anarþiliktan muhafaza ve emniyet ve âsayiþi temin etmek için çalýþtýklarýna delil ise; ( Birinci esasta) beyan edilmiþ. Evet biz bir cemaatýz, hedefimiz ve proðramýmýz evvela kendimizi, sonra milletimizi idam-ý ebediden ve daimi haps-i münferidden kurtarmak ve vatandaþlarýmýzý anarþilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatýmýzý imhaya vesile olan zýndýkaya karþý, Risale-i Nur'un çelik gibi hakikatlarýyla kendimizi muhafaza olduðuna hüccet ise: Risale-i Nur'un zýndýkaya karþý manevi bir müdafaanamesi hükmünde olan, Denizli hapsinin meyvesi namýnda ve Risale-i Nur'un kýsa bir hülasasý ve esas mesleðini beyan eden risaleciktir ki, bir nüshasý müddeiumumiliðe verilmiþ. Ýkinci Esas: Risalelerde bazý dokunaklý cümleler vardý. Baþka yerlerin nâkýs ve sathi tahkikatlarýna binaen bizi ittiham ediyor. Buna mukabil deriz: Madem maksadýmýz iman ve âhirettir. Ehl-i dünya ile mübareze deðil. Ve mâdem, o pek cüz'i ve yalnýz bir iki risaleye mahsus iliþmek kasdi deðil, belki maksadýmýza yürürken onlara çarpmýþýz. Elbette bir garaz-ý siyasi manasýnda olamaz. Ve madem imkanat baþkadýr, vukuat baþkadýr. ( Hakkýmýzda asayiþe zarar yapmýþ deðil, yapabilir diye ittiham ediyor) . Herkesin bir adamý öldürebilir diye, ittihamý gibi manasýz bir ittihamdýr. Ve madem yirmi sene müddetinde, yirmi binler adamda ve binler nüshalar ve mektuplarda hem Eskiþehir ve hem Kastamonu ve hem Isparta þiddetli tetkik ve tahharrilerde, hakiki bir suç teþkiledecek maddeleri bulamadýlar. Ve Eskiþehir mahkemesi birþey bulamadýðýndan mecburiyetle, bir lastikli kanun maddesinden bizi mesul ettiði gibi, bütün dini dersini vereni dahi mesul eder bir tarzda, yüz adamdan onbeþ adama altýþar ay ceza verebildi. Acaba bizim gibi bir adamýn sizden olsa, bir senede yirmi mahrem mektuplarý bu tarzda tetkik edilse, onu mesul ve mahcup yedecek yirmi cümle bu Sh:»(S.N: 177) lunmaz mý ? Halbuki, bizde yirmi bin adamdan, yirmi bin nüsha ve mektuplarda, hakiki mesul edecek yirmi cümle bulamadýklarýndan gösteriyor ki: Risale-i Nur'un hedefi, doðrudan doðruya âhirettir. Dünya ile alýþveriþi yoktur. Üçüncü esas: Denizli mahkemesinin insaflý müddeiumumusinin, baþka yerlerde insafsýz ve sathi zaptnamelerine binaen, iddianamede kaydettiði maddeler ve tarihsiz mektuplar, hem yirmi ve onbeþ ve on sene zarfýndaki muhaberelerden ve kat'i cevabý, üçüncü esasta ve istidamýn ikinci sualinde bulunan beþinci Þuadan, o yüz otuz risalelerin yalnýz dört beþ risalelerinden ve Eskiþehir mahkemesinin tetkikinden geçen ve cezasýný çektiren ve af kanunlarý gören mektuplar ve risalelerden ittihamýmýza medar bazý bahaneler var. Acaba: Otuzbir mart hadisesinde, ( Bâb-ý Seraskeride ve þeyl-ül Ýslam ve ulemayý dinlemeyen) sekiz taburu bir nutukla itaate getiren bir adam, sekiz sene zarfýnda (zabtnamelere göre) çalýþmýþ, Kastamonuda yalnýz beþ adamý iðfal edebilmiþ, denilebilir mi? Ýþte mahrem ve gayr-i mahrem bütün evrak ve kitaplarýmý odunlar yýðýný altýndan çýkarýp, üç ay tetkikten sonra yalnýz Feyzi, Emin, Hilmi, Tevfik, Sâdýk'tan baþka kimseyi, o koca Kastamonu'da bulamadýlar. Bu beþ zat ise, Lillah için, bana þahsi hizmet münasebetiyle gönderilmiþler. Eðer o sathi zaptnameler gibi yapsa idim beþ deðil, belki beþyüz ve beþ bin adamlarý kandýrabilirdim. O zabtnamelerde, ne kadar yanlýþlar bulunduðuna bir iki numuneyi beyan ediyorum. Zaman-ý saadetten þimdiye kadar câri bir âdet-i islâmiyeye ittibaen, Risale-i Nur'un hususi menbalarý olan yüzer âyât-ý meþhûreyi, büyük bir en'am gibi, Bir Hizb-i Kur'âni yaptýðýmýzý, " Dinde tahrifat yapýyor" diye muâheze etmiþler. Hem Eskiþehir mahkemesinde medar-ý nazar olup, ehemmiyet verilmeyen " Lâdini zamanýnda latin harflerinin kabulü tarihine tevafukla, inkâr-ý haþre bir emâredir diye" bizi bugün yazýlmýþ gibi mes'ul etmek istiyor. Hem bir sene cezasýný çektiðim ve mahrem tutulan ve zabýtnamede kayd edildiði gibi, odun yýðýnlarý altýndan çýkarýlan Tesettür Risalesiyle, bu sene yazýlmýþ ve neþr edilmiþ gibi, itham etmek ister. Hem Ankara'da hükumetin riyasetinde bulunan birisine ( Mustafa Kemal'e) söylediðim itirazlara ve aðýr sözlere mukabele etmeyip, sûküt eden ve o öldükten sonra, onun yanlýþýný gösteren bir hakikat-i hadîsiyeyi, beyandaki fýtrî ve lüzumlu ve mahrem tenkitlerim, medar-ý mes'uliyet yapýlmýþ. Ölmüþ ve hükumetten alakasý kesilmiþ bir þahsýn hatýrý nerede ? Ve hükumetin ve milletin bir hâtýrasý ve Cenab-ý Hak'kýn bir tecelli-i hâkimiyyeti olan, adalet kanunlarý nerede ? Hem biz hükumet-i cumhuriye esaslarýndan en ziyade kendimize medar-ý istinad ve onun ile kendimizi müdafaa ettiðimiz hürriyet-i vicdan esasý bizim Sh:»(S.N: 178) aleyhimizde medar-ý mes'uliyet tutulmuþ. Güya biz, hürriyet-i vicdan esasýna muarýz gidiyoruz. Hem medeniyetin seyyiatýný ve kusurlarýný tenkit etmesinden, hatýr ve hayalime gelmeyen bir þeyi zabýtnamelerde isnad ediyor. Güya ben (Haþiye) radyoyu, ve tayyareyi ve þimendiferi kullanýlmasýný kabul etmiyorum diye, terakkiyat-ý hazýra aleyhinde bulunduðumla, mes'ul ediyor. Ýþte bu numunelerine kýyasen, ne kadar hilaf-ý adalet bir muamele olduðunu inþallah insaflý ve adaletli olan Denizli müddeiumumisi ve mahkemesi göstererek, o zabýtnamelerin evhamlarýna ehemmiyet vermeyecekler. Hem en acibi budur ki; baþka mahkemenin müddeumumisi benden sordu: " Mahrem Beþinci Þua'da demiþsin; " Ordu dizginini, o dehþetli þahsýn elinden kurtaracak." Muradýn orduyu hükümete karþý itaatsizliðe sevk etmektir. " Ben de dedim: Maksadým o kumandan ya ölecek veya tedbil edilecek, ordu onun tahakkümünden kurtulacak demektir. Acaba; Hem gayet mahrem, sekiz senede yalnýz iki defa elime geçen ve ayný zamanda kaybedilen, hem âhir zamana ait bir hadisin manasýný, külli bir surette beyan eden, hem aslý eskide te'lif edilen bir risale, hem bir tek nefer görmediði halde, nasýl sebeb-i itham olur. Maatteesüf o insafsýzlarýn o acip ithamý, iddianemeye girmiþ. Hem en garibi þudur ki; bir yerde demiþim: " Cenab-ý Hakkýn büyük ni'metleri olan tayyare, þimendifer ve radyoyu büyük þükür ile mukabele lazýmken, beþer þükür etmedi. Tayyareler ile baþlarýna bombalar yaðdý. Ve radyo, öyle büyük bir ni'met-i ilahiyedir ki; ona mukabil þükür ise, o radyo milyonlar dilli bir külli hâfýz-ul Kur'an olup, bütün zemin yüzündeki insanlara Kur'an'ý dinlettirsin. Ve Yirminci Sözde, Kur'anýn medeniyet hârikalarýndan gaybî haber verdiðini beyan ederken, bir âyetin iþareti olarak, "kâfirler þimendifer ile âlemi islâmý maðlub ederler" demiþim. Ýslâmý bu harikalara teþvik ettiðim halde, bir sebeb-i itham olarak, þimendifer ve tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ý hazýra aleyhindedir diye, iddianamenin âhirinde, beni evvelki müddeiumuminin garazlarýna binaen, itham eder. Hem hiç bir münasebeti olmadýðý halde bir adam Risale-i Nur'un ikinci bir ismi olan Risalet-ün Nur tâbirinden "Kur'anýn nurundan bir risalettir bir ilhâmdýr" demiþ. Ýddianamede, baþka yerin verdikleri yanlýþ mana ile, güya "Risale-i Nur bir resûldür" diye benim için bir sebeb-i itham tutulmuþ. Hem müdafaatýmda yirmi yerde, kat'i bir surette hüccetler ile isbat etmiþiz ki; bütün dünyaya karþý da olsa, din ve Kur'an ve Risale-i Nur'u âlet ______________ Hâþiye:Radyo gibi azim bir ni'met-i Ýlâhiyeye karþý, azîm bir þükür olmak için: " Radyo Kur'an'ý okuyup bütün zemin yüzündeki insanlara dinlettirip, küre-i havanýn bir hâfýz-ý Kur'an olmasýdýr." demiþtim. Sh:»(S.N: 179) edemeyiz ve edilmez. Ve biz onlarýn bir hakikatýný, dünya saltanatýna deðiþtirmeyiz, ve bilfiil öyleyiz. Bu davanýn emareleri, yirmi senede binlerdir. Madem böyledir. Ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz. حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Efendiler; Size kat'i haber veriyorum ki; buradaki zatlarýn, bizimle ve Risale-i Nur'la münasebeti olmayan veya az bulunanlardan baþka, istediðiniz kadar hakiki kardeþlerim ve hakikat yolunda hakikatlý arkadaþlarým var. Biz, Risale-i Nur'un keþfiyat-ý kat'iyesiyle, iki kere iki dört eder derecesinde, sarsýlmaz bir kanaatle bilmiþiz ki: Ölüm bizim için, sýrr-ý Kur'an ile, idam-ý ebediden terhis tezkeresine çevrilmiþ; ve bize muhalif ve dalalette gidenler için, o kat'i ölüm, ya idam-ý ebedidir. (Eðer ahirete kat'i imaný yoksa), veya ebedi karanlýklý haps-i münferiddir (Eðer ahirete inansa ve sefahet ve dalalette gitmiþ ise.) Acaba dünyada bu mes'eleden daha büyük, daha ehemmiyetli bir mes'ele-i insaniye var mý ki, bu ona alet olsun? Sizden soruyorum. Madem yoktur ve olamaz, neden bizimle uðraþýyorsunuz? Biz, en aðýr cezanýza karþý kendimizi, alem-i nura gitmek için, bir terhis tezkeresini alýyoruz diye kemal-i metanetle bekliyoruz. Fakat bizi reddedip, dalalet hesabýna mahkûm edenleri, sizi bu mecliste gördüðümüz gibi, idam-ý ebedi ile ve haps-i münferidle mahkûm ve pek yakýn bir zamanda, o dehþetli cezayý çekeceklerini müþahade derecesinde biliyoruz, belki görüyoruz. Onlara insaniyet damarýyla cidden acýyoruz. Bu kat'i ve ehemmiyetli hakikatý isbat etmeye ve en mütemerridleri dahi ilzam etmeye hazýrým. Deðil vukufsuz, garazkar, maneviyatta behresiz, ehl-i vukufa karþý, belki en büyük alim ve feylesoflarýnýza karþý, gündüz gibi isbat etmezsem, her cezaya razýyým. Ýþte yalnýz bir nümune olarak, iki Cum'a gününde mahpuslar için te'lif edilen ve Risale-i Nur'un umdelerini ve hülasa ve esaslarýný beyan ederek, Risale-i Nur'un bir müdafaanamesi hükmüne geçen Meyve Risalesini ibraz ediyorum ve Ankara makamatýna vermek için, yeni harfler ile yazdýrmaða müþkilatlar içinde gizli çalýþýyoruz. Ýþte onu okuyunuz, tam dikkat ediniz, eðer kalbiniz (nefsinize karýþmam) beni tasdik etmezse, bana þimdiki tecrid-i mutlak içinde, her hakaret ve iþkenceyi de yapsanýz, sükût edeceðim. Elhasýl: Ya, Risale-i Nur'u tam serbest býrakýnýz, veyahut bu kuvvetli Sh:»(S.N: 180) ve zedelenmez hakikatý elinizden gelirse kýrýnýz. Ben þimdiye kadar sizi ve dünyanýzý düþünmüyordum ve düþünmeyecektim, fakat mecbur ettiniz, belki de sizi ikaz etmek lâzým idi ki, kader-i ilâhi bizi bu yola sevketti. Biz de; مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ düstur-u kudsiyi kendimize rehber edip, herbir sýkýntýlarýnýzý sabýr ile karþýlýyacaðýz, diye azmettik. Mevkuf Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Ýddianameye karþý itiraznamemin tetimmesidir Bu itirazda muhatabým, Denizli mahkemesi ve müddeiumumisi deðil, belki baþta Isparta ve Ýnebolu müddeiumumileri olarak, yanlýþ ve nâkýs zabýtnameleriyle, buradaki acib iddianameyi aleyhimize verdiren garazkâr ve vehham me'murlardýr. Evvela: aslý ve faslý olmayan ve hatýrýma gelmiyen bir siyasi cemiyet nâmýný, mâsum ve siyasetle hiç alakalarý olmayan Risale-i Nur talebelerine takýp ve o daire içine giren ve Ýman ve âhiretinden baþka hiçbir maksadlarý bulunmayan bîçareleri, o cemiyetin nâþiri, ya fa'al bir rüknü veya mensubu veya Risale-i Nur'u okumuþ veya okutmuþ veya yazmýþ diye suçlu sayýp, mahkemeye vermek, ne kadar adâletin mahiyetinden uzak olduðuna kat'i bir hüccet þudur ki: Kur'an aleyhinde yazýlan Doktor Duzinin ve sair zýndýklarýn o muzýr eserlerini okuyanlara, "Hürriyet-i fikir ve hürriyet-i Ýlmiyye" düsturuyla bir suç sayýlmadýðý halde, hakikat-ý Kur'aniyeyi ve imaniyeyi öðrenmeye gayet muhtaç ve müþtak olanlara güneþ gibi bildiren Risale-i Nur'u okumak ve yazmak bir suç sayýlmýþ. Ve hem, yüzer risale içinde, yanlýþ mana verilmemek için mahrem tuttuðumuz ve neþrine izin vermediðimiz iki üç risalede, yalnýz birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiþ. Halbuki o risaleleri (biri müstesna) Eskiþehir mahkemesi tetkik etmiþ, îcabýna bakmýþ. Ve müstesna ise, hem istidamda ve hem itiraznamemde gayet kat'i cevap verildiði ve "Elimizde nur var, siyaset topuzu yok" diye Eskiþehir mahkemesinde, yirmi vecihle kat'i isbat edildiði halde, o insafsýz müddeiler, üç mahrem ve neþr olmayan risalelerin üç dört cümlelerini, bü- Sh:»(S.N: 181) tün Risale-i Nur'a teþmil eder gibi, Risale-i Nur'u okuyan ve yazaný suçlu ve beni de "Hükümet ile mübareze eder" diye ittiham etmiþler. Ben ve bana yakýn ve benim ile görüþen bütün dostlarýmý iþhad ve kasemle te'min ederim ki, bu on seneden ziyadedir ki, iki reisten ve bir meb'ustan ve Kastamonu valisinden baþka, hükümetin erkanýný, vükelasýný; kumandanlarý, me'murlarý, meb'uslarý kimler olduðunu kat'iyyen bilmiyorum. Ve bilmeyi de merak etmemiþim. Acaba hiç imkaný var mý ki, bir adam mübareze ettiði adamlarý tanýmasýn ve bilmeye merak etmesin? Dost mu, düþman mý? karþýsýndakini tanýmasýna ehemmiyet vermesin. Bu hallerden anlaþýlýyor ki; bil'iltizam, herhalde beni mahkum etmek için, gayet asýlsýz bahaneleri icad ederler. Madem keyfiyet böyledir, ben de buranýn mahkemesine deðil, belki o insafsýzlara derim; Ben, sizin bana vereceðiniz en aðýr cezanýza da beþ para vermem. Ve hiç ehemmiyeti yok. Çünkü ben, kabir kapýsýnda, yetmiþ yaþýndayým. Böyle mazlum ve masum bir iki sene hayatý, þehadet mertebesiyle deðiþtirmek benim için büyük saadettir. Risale-i Nur'un binler hüccetleriyle kat'i imaným var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eðer idam da olsa; bizim için bir saat zahmet, ebedi bir saadetin ve rahmetin anahtarý olur. Fakat siz, ey zýndýka hesabýna adliyeyi þaþýrtan ve hükümeti bizimle sebepsiz meþgul eden insafsýzlar! Kat'i biliniz ve titreyiniz ki; siz, idam-ý ebedi ile ve ebedi haps-i münferid ile mahkum oluyorsunuz. Ýntikamýmýz sizden pekçok ve muzaaf bir surette alýnýyor görüyoruz; hatta size acýyoruz. Evet, bu þehri yüz defa mezaristana boþaltan ölüm hakikatý, elbette hayattan ziyade, bir istediði var. Ve onun idamýndan kurtulmak çaresi, insanlarýn her mes'elesinin fevkýnde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ý zaruri ve kat'isidir. Acaba bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur þakirtlerini ve o çareyi binler hüccetler ile bulduran Risale-i Nur'u âdi bahaneler ile ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarýnda müttehem oluyor, divaneler de anlar. Bu insafsýzlarý aldatan ve hiçbir münasebeti olmayan bir siyasi cemiyet vehmini veren üç maddedir. Birincisi: Eskiden beri benim talebelerim, benim ile kardeþ gibi þiddetli alakadar olmalarý, bir cemiyet vehmini vermiþ. Ýkincisi: Risale-i Nur'un bazý þakirdleri, her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunlarý müsaade eden ve iliþmiyen ve cemaat-i islamiye hey'etleri gibi hareket etmelerinden, bir cemiyet zannedilmiþ. Halbuki, o mahdut üç-dört þakirdin niyetleri, cemiyet memiyet deðil, belki sýrf hizmet-i imaniyede halis bir kardeþlik ve uhrevi bir tesanüddür. Üçüncüsü: O insafsýzlar, kendilerini dalalet ve dünya-perestlikte bildik Sh:»(S.N: 182) lerinden ve hükümetin bazý kanunlarýný kendilerine müsait bulduklarýndan fikren diyorlar ki: "Herhalde Said ve arkadaþlarý, bizlere ve hükümetin bizim medenice nameþru hevesatýmýza müsait kanunlarýna muhaliftirler. Öyle ise muhalif bir cemiyet-i siyasiyedirler." Ben de derim: Hey bedbahtlar! dünya ebedi olsaydý; ve insan içinde daimi kalsaydý; ve insanî vazifeler yalnýz siyaset bulunsaydý; belki bu iftiranýzda bir mana bulunabilirdi. Hem eðer ben siyasetle iþe girseydim, yüz risalede on cümle deðil, belki bin cümleyi, siyasetvari ve mübarezekârâne bulacaktýnýz. Hem farz-ý muhal olarak, eðer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya maksadlarýna ve keyflerine ve siyasetlerine çalýþýyoruz diye --ki, þeytan da bunu inandýrmaya çalýþamýyor ve kimseye kabul ettiremez--, haydi böyle de olsa, madem bu yirmi senede hiçbir vukuatýmýz göserilmiyor, ve hükümet ele bakar, kalbe bakamaz ve herbir hükümette þiddetli muhalifler bulunur; elbette yine adliye kanunu ile bizleri mes'ul etmezsiniz. Son sözün حَسْبِىَ اللَّه لااِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Eskiþehir mahkemesinde gizli kalmýþ, resmen zabta geçmemiþ ve müdafaatýmda dahi yazýlmamýþ bir eski hatýrayý ve latif bir vâkýa-i müdafaayý beyan ediyorum. Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkýnda fikrin nedir? "Ben de dedim: Eskiþehir mahkeme reisinden baþka daha sizler dünyaya gelmeden, ben, dindar bir cumhuriyetçi olduðumu, elinizdeki tarihçe-i hayatým isbat eder. Hülasasý þudur ki: O zaman, þimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu, ben de tanelerini karýncalara verirdim, ekmeðimi onun suyu ile yerdim. Ýþitenler benden soruyordular, ben de derdim: "Bu karýnca ve arý milletleri, cumhuriyetçidirler, o cumhuriyet-perverliklerine hürmeten tanelerini karýncalara verirdim. Sonra dediler: "Sen, selef-i sâlihine muhalefet ediyorsun?" Cevaben diyordum: "Hulefa-i Raþidin; herbiri hem halife, hem Reis-i Cumhur idi. Sýddîk-ý Ekber (R.A.) Aþere-i Mübeþþere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasýz isim ve resim deðil, belki hakikat-ý adaleti ve hürriyet-i þer'iyyeyi taþýyan, manayý dindar cumhuriyetin reisleri idiler." Ýþte ey müddeiumumi ve mahkeme azalarý: Elli seneden beri, bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eðer lâik cumhuriyet soruyorsanýz; ben biliyorum ki, lâik manasý, bîtaraf kalmak, yâni hürriyet-i Sh:»(S.N: 183) vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere iliþmediði gibi, dindarlara ve takvacýlara da iliþmez bir hükumet telakki ederim. On senedir --þimdi yirmi sene oluyor ki, hayat-ý siyasiye ve içtimaiyeden çekilmiþim. Hükumet-i cumhuriye ne hal kesbettiðini bilmiyorum. El'iyazubillah, eðer dinsizlik hesabýna, imanýna ve ahiretine çalýþanlarý mes'ul edecek kanunlarý yapan ve kabul eden bir dehþetli þekle girmiþ ise, bunu size bila-perva ilan ve ihtar ederim ki: Bin caným olsa, îmana ve ahiretime feda etmeðe hazýrým. Ne yaparsanýz yapýnýz. Benim son sözüm حَسْبُنَا اللَّه وَنِعْمَ الْوَكِيلُolarak, siz beni idam ve aðýr ceza ile zulmen mahkum etmenize mukabil derim: Ben, Risale-i Nur'un keþf-i kat'isiyle idam olmuyorum, belki terhis edilip, nur alemine ve saadet alemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalalet hesabýna bizi ezen bedbahtlar; idam-ý ebedi ile ve daimi haps-i münferid ile mahkum bildiðimden ve gördüðümden, tamamiyle intikamýmý sizden alarak, kemal-i rahat-ý kalble teslim-i ruh etmeye hazýrým. Mevkuf Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ (Mahkemede bir son sözüm) Efendiler, Çok emarelerle kat'i kanaatim gelmiþ ki; hükumet hesabýna, "hissiyat-ý diniyeyi alet ederk emniyet-i dahiliyeyi ihlal etmek" için bize hücum edilmiyor. Belki bu yalancý perde altýnda, zýndýka hesabýna, bizim imanýmýz için ve imana ve emniyete hizmetimiz için bize hücum edildiðine, çok hüccetlerden bir hücceti þudur ki: Yirmi sene zarfýnda, Risale-i Nur'un yirmi bin nüshalarý ve parçalarýný yirmi bin adamlar okuyup kabul ettikleri halde, Risale-i Nur'un þakirdleri tarafýndan, emniyetin ihlâline dair, hiçbir vukuat olmamýþ ve hükumet kaydetmemiþ ve eski ve yeni iki mahkeme bulmamýþ. Halbuki, böyle kesretli ve kuvvetli propaganda, yirmi günde vukuatlar ile kendini gösterecekti. Demek hürriyet-i vicdan prensibine zýd olarak, bütün dindar nasihatçýlara þamil, lastikli bir kanunun yüzaltmýþ üçüncü maddesi, sahte bir maskedir. Zýndýklar, bazý erkân-ý hükumeti iðfal ederek, adliyeyi þaþýrtýp, bizi herhalde ezmek istiyorlar. Madem hakikat budur, biz de bütün kuvvetimizle deriz: Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düþen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapý Sh:»(S.N: 184) nýz. Dünyanýz baþýnýzý yesin.. ve yiyecek. Yüz milyon lkahraman baþlar feda olduklarý bir kudsi hakikata, baþýmýz dahi feda olsun. Her ceza ve idamýnýza hazýrýz. Hapsin harici, bu vaziyette, yüz derece dahilinden daha fenadýr. Bize karþý gelen, böyle bir istibdad-ý mutlak altýnda hiçbir hürriyet, ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet -i diniye olmamasýndan, ehl-i namus ve diyanet ve tarafdar-ý hürriyet olanlara, ya ölmek veya hapse girmekten baþka çaresi kalmaz. Bizde اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ diyerek, Rabbimize dayanýyoruz. Mevkuf Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Mahkeme Reisi Ali Rýza Bey Efendi, Hukukumu müdafaa etmek için, ehemmiyetli bir talebim ve bir ricam var. Ben yeni harfleri bilmiyorum ve eski yazým da pek nâkýstýr, hem beni baþkalarla görüþtürmüyorlar, âdeta tecrit-i mutlak içindeyim. Hatta idiânâme, onbeþ dakikadan sonra benden alýndý. Hem avukat tutmak iktidarým yok. Hatta size takdim ettiðim müdafaatýmýn, çok zahmetle, bir kýsmýný gizli olarak, ancak yeni harf ile bir suretini alabildim. Hem Risale-i Nur'un bir nev'i müdafaanâmesi ve mesleðinin hülasasý olan, Meyve Risalesinin bir suretini, müddeiu muma vermek için ve bir iki suretini Ankara makamatýna göndermek için yazdýrmýþtým. Birden onlarý elimden aldýlar, daha vermediler. Halbuki Eskiþehir adliyesi, bize bir makinayý hapse gönderdi. Biz müdafaatýmýzý onda, yeni harfle bir iki nüsha yazdýk. Hem o mahkeme dahi yazdý. Ýþte ehemmiyetli talebim: ya bize bir makineyi siz veriniz veya bize müsaade ediniz, biz celbedeceðiz. Ta ki, hem müdafaatýmý, hem Risale-i Nur'un müdafaanamesi hükmündeki risaleyi, yeni harfle iki üç suretini alýp, hem Adliye Vekâletine, hem hey'et-i vekiliye, hem meclis-i meb'usuna, hem þûra-yý devlete göndereceðiz. Çünki, iddianamede bütün esas Risale-i Nur'dur ve Risale-i Nur'a ait dava ve itiraz, cüz'i bir hadise ve þahsi bir mes'ele deðil ki, çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükumeti ciddi alakadar edecek ve dolayýsýyla Âlem-i Ýslâmýn nazar-ý dikkatini ehemmiyetli bir surette celbedecek bir külli hadise hükmünde ve umumi bir meseledir. Sh:»(S.N: 185) Evet, Risale-i Nur'a perde altýnda hücum eden, ecnebi parmaðýyla bu vatandaki milletin, en büyük kuvveti olan Âlem-i Ýslâmýn teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvetini kýrmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliðe âlet ederek, perde altýnda küfr-ü mutlaký yerleþtirenlerdir ki, hükumeti iðfal ve adliyeyi iki defadýr þaþýrtýp, der : " Risale-i Nur ve þakirdleri, dini siyasete âlet eder, emniyete zarar ihtimali var." Hey bedbahtlar ! Risale-i Nur'un, gerçi siyasetle alakasý yoktur, fakat küfr-ü mutlaký kýrdýðý için, küfr-ü mutlakýn altý olan anarþiliði ve üstü olan istibdad-ý mutlaký esasýyle bozar, reddeder. Emniyeti, asayiþi, hürriyeti, adaleti te'min ettiðine yüzer hüccetlerden biri, bu müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesidir. Bunu, âli bir hey'et-i ilmiye ve içtimaiye tetkik etsinler, eðer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya ve iþkenceli idama razýyým. Mevkuf Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Reis Beyefendi, Kararnamede üç madde esas tutulmuþ. Birisi: Cemiyettir. Ben buradaki bütün Risale-i Nur þakirtlerini ve benimle görüþenleri veya okuyan ve yazanlarýný ayniyle iþhad ediyorum, onlardan sorunuz ki, ben hiçbirisine dememiþim: " Bir cemiyet-i siyasiye veya cemiyet-i nakþiye teþkil edeceðiz." daima dediðim budur: Biz, imanýmýzý kurtarmaða çalýþacaðýz. Umum ehl-i iman dahil olduklarý ve üç yüz milyondan ziyade efradý bulunan, bir mukaddes cemaat-i islamiyeden baþka, mabeynimizde medar-ý bahs olmadýðýný ve Kur'anda " Hizbullah" nâmý verilen ve umum ehl-i imanýn uhuvvet cihetiyle kendimizi, Kur'an'a hizmetimiz için Hizb-ül Kur'an, Hizbullah dairesinde bulmuþuz. Eðer kararnamede bu mânâ murad ise, bütün ruhumuzla, kemal-i iftiharla itiraf ederiz. Eðer baþka mânâlar murad ise, onlardan haberimiz yoktur. Ýkinci Madde: Kararnamenin itirafýyla, Kastamonu zabýtasýnýn rapor ve tasdikiyle, hiç neþrolunmýyacak tarzda odun ve kömür yýðýnlarý altýnda ve mýhlý sandýklarda bulunan ve Eskiþehir mahkemesinin tedkikinden ve tenkidinden geçen ve bir hafif cezayý çektiren ve kat'iyyen mahrem tutulan " Tesettür Risalesi " ve " Hücumat-ý Sitte ve Zeyli " risalesi gibi kitaplardan bazý cümlelerine yanlýþ mana vererek, dokuz sene evvelki zamana bizi götürüp, cezasýný çektiðimiz suç ile mes'ul etmek istiyor. Üçüncü Madde: Kararnamede kaç yerinde: " Devletin emniyetini ihlâl edebilir veya yapabilir." gibi tabirlerle imkânat, vukuat yerinde istimal edilmiþ. Herkes, mümkündür ki bir katl yapsýn, bu imkân ile mes'ul olabilir mi ? Mevkuf Said NURSÝ Sh:»(S.N: 186) $ ESKÝ SAÝD'ÝN ACÝB ÝMZASI باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ واِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Eski Said'in matbu lemeat baþýndaki acip imzasý, az taðyir ile þimdiki halime ve yetmiþinci sene-i ömrüme tam muvafýk gelmesi cihetiyle yazdým. Münasip görürseniz, hem müdafaatýn, hem meyvenin, hem küçük mektuplarýn ahirinde imza yerinde yazarsýnýz. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ %EDDAÝ Yýkýlmýþ bir mezarým ki, yýðýlmýþtýr içinde Said'den altmýþ dokuz emvat bââsâm âlâma. Yetmiþinci olmuþtur, o mezara bir mezar taþ, beraber aðlýyor hüsran-ý Ýslâma, Ümidim var ki, istikbal semavatý, zemin-i Asya, bâhem olur teslim, yed-i beyza-i Ýslâma. Zira yemin yümn-i imandýr, verir emn-i eman-ý emniyeti enama Said Sh:»(S.N: 187) $ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ واِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ ELMAS KALEMLÝ, ALTIN BAÞLI, MU'CÝZELÝ KUR'AN'IN KÂTÝBÝ HÜSREV'ÝN MUTÂBIK BÝR FIKRASIDIR. Risale-i Nur'un kerametlerindendir ki, Üstadýmýz ( RA): ( Ey mülhidler ve ey zýndýklar Risale-i Nur'a iliþmeyiniz. Eðer iliþseniz, yakýndan sizi bekleyen belalar, sel gibi baþýnýza yaðacaktýr.) diye on seneden beri, kerrat ile söylüyordu. Bu hususta þahit olduðumuz felaketlerin: Birincisi : Dört sene evvel, Erzincan'da vukua gelen hareket-i arz olmuþtur. O vakitler münafýklar desiseler ile, Isparta mýntýkasýnda Sava, Kuleönü ve civarý köylerdeki Risale-i Nur talebelerine iliþtiler. Otuz, kýrk kadar Risale-i Nur talebesini " Camiye gitmiyorsunuz, takke giyiyorsunuz, tarikat dersi veriyorsunuz." diye, mahkemeye sevk etmiþlerdi. Cenab-ý Hak Ýzmir civarý ve azerileri ve civarýndaki halký, dehþetler içinde býrakan zelzele ile, belalarýn ref'ine bir vesile olan Risale-i Nur'un ehemmiyetini ve def-i bela için bir vesile olduðunu gösterdi. Zelzeleden bir hafta sonra, mahkemeye sevk edilen o kardeþlerimizin hepsi, beraat ettirilerek kurtulmuþlardý. Ýkincisi: Yine vakit vakit, Risale-i Nur talebelerinin arkalarýnda koþmakta devam eden mülhidler, hatt-ý Kur'an ile çocuk okuttuklarýný bahane ederek, Isparta'da müteveffa Mehmet Zühtü ( R.A.) ile, Sava karyesinden Hafýz Mehmet (R.A) ismindeki iki Risale-i Nur talebesine hücum etmiþler. Çocuklar bu iki kardeþimizin evlerinden alýnan bütün Risale-i Nur eczalarý ile birlikte mahkemeye sevk edilmiþ. Merhum Mehmet Zühtü, para cezasýyla mahkum edilmek istenilmiþ, neticede merkezi Erbaa ve Tokat'ta vukua gelen ikinci bir korkunç zelzele ile, Risale-i Nur'un ehemmiyetini gösterip, þakirtlerine o sýrada Cenab-ý Hak yardým ederek, üstadlarýnýn verdiði haberin sýhhatini tasdik etmek için, o iki kardeþimizi beraat ettirmiþ ve alýnan bütün Risale-i Nur eczalarýný kendilerine iade ettirmiþtir. Üçüncüsü ise: Ýçinde bulunduðumuz Denizli Hapishanesindeki musibetin, baþýmýza gelmesine sebep olan o münafýklar, Rumi binüçyüz elli dokuz senesinde, tekrar baþta üstadýmýz olduðu halde, bize ve Risale-i Nur'a hücum ettiler. Sh:»(S.N: 188) Bir kýsmýmýzý Isparta'dan topladýlar. Bir kýsmýný Çivril'den Isparta'ya getirdiler. Sevgili üstadýmýzý da, yalnýz olarak Kastamonu'dan Issparta'ya sevk ettiler. Daha baþka vilayetlerden de arkadaþlarýmýz Isparta'ya getirilmiþti. Ehl-i garazýn iðfaline kapýlan Isparta adliyesi, Risale-i Nur'un gayesi haricinde bulunan cephelerde, bizce manasý olmayan ithamlar altýnda bizi sýkýyordu. Bilhassa kýymettar üstadýmýzý daha çok tazyik ettikleri vakit, üstadýmýza lüzumlu lüzumsuz, birçok sualler açan Isparta müddeimumisinin, " Bu belalar dediðin nedir, " diye olan sualine cevaben: " Evet" demiþ. " Zýndýklar eðer Risale-i Nur'a ve þakirdlerine iliþseler, yakýndan bekleyen belalarýn, hareket-i arz suretiyle geleceðini." söylemiþti. Daha sonra bizi Denizli'ye sevk ettiler. Kastamonu, Ýstanbul ve Ankara dahil olmak üzere, on vilayetten adliyelere sevk edilen yüzü mütecaviz Risale-i Nur talebelerinin bir kýsmý býrakýlmýþ, yetmiþ kiþiden ibaret bir diðer kýsmý da, Denizli'de medrese-i Yusufiyede bulunuduruluyordu. Bizim bütün müracaatlarýmýza sudan cevap veriliyor, sevgili üstadýmýz daha çok tazyik ve sýkýntý içerisinde yaþattýrýlýyor, ufunetli, rutubetli, zulmetli bir yerde bütün bütün konuþmaktan ve temastan menedilmek suretiyle, hapis-i münferidde iþkenceli azap çektiriliyordu. Ýþte bu sýralarda, Denizli zindanýnýn bu dehþetli ýzdýraplarýný geçirmekte idik. Allah'tan baþka hiç bir istinadgahlarý bulunmayan bu biçarelerin, bir kýsmý Kastamonu'dan diðer bir kýsmý Ýnebolu'dan diðer bir kýsmý da Ýstanbul'dan henüz gelmemiþlerdi. Þu vatanýn her köþesinde, hak ve hakikat için çýrpýnan ve saf kalpleri ile necatlarý için Rabb-ý Rahimlerine iltica eden pekçok masumlarýn, semavatý delip geçen ve arþ-ý Rahmana dayanan âhlarý boþa gitmedi. Allahu zülcelâl hazretleri, o mübarek üstadýmýzýn Isparta'da söylediði gibi, masumlarý cennete götüren ve zalimleri cehenneme yuvarlayan dehþetli bir diðer zelzeleyi gönderdi.-: Risale-i nur, bir vesile-i def-i bela olduðunu gösterdi. Çok haneler harap oldu, çok insanlar enkaz altýnda ezildi. Çoklarý sokak ortalarýnda kaldý. Henüz memleketlerinin hapishanelerinde bulunan kardeþlerimizden Kastamonudan Mehmet Feyzi ve Sâdýk ve Emin ve Ýnebolu'dan Ahmet Nazif, denizli hapishanesine sevk edildiklerinde, þu malumatý verdiler: Zelzele tam gece saat sekizde baþladý. Bütün arkadaþlar لااِلَهَ اِلاَّ اللَّه zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün þiddetiyle devam etmekteydi. O sýrada hatýrýmýza geldi, aþkla ve bir manevi saikle, üç beþ defa risale-i Nur'u þefaatçi ederek, Cenab-ý Hak'tan hâlâs istedik. Elhamdülillah derhal sakin oldu. Kastamonu ise; o gece kaladan kopan çok büyük bir taþ aþaðý yuvarlanarak bir haneyi ezmiþ, tekrar kalkarak bitiþiðindeki hanenin üzerinden aþ Sh:»(S.N: 189) mýþ, diðer bir hanenin üzerine düþerek onu da ezmiþ. Çok hanelerde yarýklar çýkýklýklar olmuþ. Birkaç ev çökmüþ, Hükümet binasý ile Halk evi yarýlmýþ. Daha bunlar gibi hasarat ve zaiyat olmuþ. Fakat zelzele hergün olmak suretiyle bir müddet devam etmiþ. Tosya'da bin beþ yüz ev harab olmuþ. Ölü ve yaralý miktarý çok fazlaymýþ. Kargý, Osmancýk tamamen, Ladik ve sair mahallerde zayiat fazla miktardaymýþ. Ýnebolu'da bir minarenin alemi eðrilmiþ, ufak tefek çatlaklýklar olmuþ, hasarat ve zayiat olmamýþ. Kastamonu'dan Mehmet Feyzi Kastamonu'dan Sadýk Evet Evet Kastamonu'dan Emin Ýnebolu'dan Ahmet Nazif Evet Evet Üçüncü olan bu hareket-i arzdan sonra, yine Risale-i Nur'a ve talebelerine ve müellifine hücum eden ehl-i garazýn sözünü dinleyen adliye, ayný tarzda bizi sýkmakta devam ediyordu. Zýndýka taraftarlarý mübarek üstadýmýzýn ihbarý olan ve Risale-i Nur'un büyük kerametlerinden olup, zelzele ile gelen beliyyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardý. Risale-i Nur'un ilahi ve Kur'ani hakikatlarýna karþý cephe alan bu zümre-i münafýkînin baþýna bir dördüncü tokat daha geldi. Garibi þu ki, biz þubatýn üçüncü günü mahkemeye çaðrýlmýþtýk. Izdýrap ve elemler içinde yüreklerimizi aðlatan hastalýklý haliyle, kendisinden sorulan suallere cevap vermek için, altmýþbeþ kadar talebesinin önünde ayaða kalkan o mübarek üstadýmýzýn cevaplarý arasýnda, ( o zýndýklarýn dünyalarý baþlarýný yesin ve yiyecek.) kelimeleri tekrar tekrar heyet-i hakimenin yüzlerine karþý aðzýndan dökülüyordu. Birkaç defada mahkemeye gidip geldikten sonra 7 þubat 1944 tarihli Ýstanbul'da münteþir, Hemþehri isminde bir gazete elime geçti. Gazete okumaya ve radyo dinlemeye hevesli olmadýðým halde, yirminci asrýn medenileriyiz diyerek, bugünkü terakkiyat-ý beþeriyeyi kendilerinden bilen, Allah'ý unutan, ahirete inanmayan insanlarýn baþlarýna Cenab-ý Hak'kýn motorlu vasýtalar eliyle, nasýl ateþler yaðdýrdýðýný, o münkirlerin dünkü cennet hayatlarýnýn, bugünde cehennemi hâlât içinde nasýl geçmekte olduðunu bilmek ve Risale-i Nur'un bereketiyle, Anadolu'yu bu dehþetli ateþ yaðmurundan nasýl muhafaza etmekte olduðunu görmek ve þükür etmek hâletinden gelen bir merak ile bazý bu gibi havadisleri sorardým ve dinlerdim. Ýþte bu gazetenin de harp boðuþmalarýna ait resimlerine bakýyordum. Nazarýma çarpan büyük yazý ile yazýlmýþ bir sütunda, anadolunun yirmi bir vilayetini sarsan ve þubatýn birinci gününün gecesinde, sabaha karþý herkes uykuda iken vukua gelen ve pekçok zayiata mal olan dehþetli bir zelzeleyi haber veriyordu. Derhal þubatýn üçünde mahkemede, sevgili üstadýmýzýn hey'et-i hâkimiye " Zýndýklarýn dünyalarý baþlarýný yesin ve yiyecek. " diye, tekrar tekrar Sh:»(S.N: 190) söylediði sözleri hatýrladým, eyvah dedim. " Risale-i Nur, ýslah eder, ifsad etmez. Ýmar eder, harap etmez. Mes'ud eder, periþan etmez." diye söylerken aksiyle karþýlayarak, bizi ve Risale-i Nur'u itham etmek. Hâlýkýn hoþuna gitmiyor, dedim. Ýþte merkezi Gerede, Bolu, Düzce olan bu kanlý zelzele, Risale-i Nur'un dördüncü bir kerameti idi. Bu gazete þu malumatý veriyor: Ankara, Bolu, Zonguldak, Çankýrý ve Ýzmit vilayetlerinde fazla kayýplar varmýþ. Gerede'de iki bin ev yýkýlmýþ, yýkýlmayan evler de oturulmayacak derecede harab olmuþ. Binden fazla ölü varmýþ. Düzce'de zarar çokmuþ, ölü ve yaralýlarýn miktarý belli deðilmiþ. Ankara'da yüzüç ölü ve bir o kadar da yaralý varmýþ. Bine yakýn ev yýkýlmýþ. Debbaðhanede iki ev çökmüþ, Bazý köylerde sarsýntýyý müteakip yangýnlar olmuþ. Ýlk sarsýntý çok kuvvetli olmuþ, sarsýntýyý yeraltýndan gelen bir takým gürültüler takip etmiþ. Bolu'dan ve diðer yerlerin köylerinden bir hafta geçtiði halde henüz malumat alýnamýyormuþ. Düzce'de ikiyüz beþ ev yýkýlmýþ onbir ölü varmýþ. Bolu ile telgraf ve telefon hatlarý kesilmiþ, zelzele mýntýkasýnda þiddetli bir kar fýrtýnasý hüküm sürüyormuþ. Ýzmit'te de zelzele olurken þimþekler çakmýþ, þehir bir kaç saniye aydýnlýk içinde kalmýþ. Birçok yerlerde halk, çýrýlçýplak sokaklara fýrlamýþ. Dünyanýn bütün rasathaneleri, bu büyük Anadolu zelzelesini kaydetmiþ. Bir Ýngiliz rasathanesi, sarsýntýnýn çok harab edici olduðunu bildirmiþtir. Sinop'ta ayný gün çok korkunç bir fýrtýna olmuþ. Gök gürültüleri ve þimþekler ile gittikçe þiddetini artýrmýþtýr. Daha sonra baþka bir gazetede tamamlayýcý ve hayret verici þu malumatlarý gördüm. Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer-beþer olarak toplanmýþlar, sezsiz olarak düþünceli, hüzünlü gibi, alýk alýk birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuþlar, sonra daðýlmýþlar. Gerek zelzele olurken ve gerekse olmadan evvel veya olduktan sonra da, bu hayvanlardan hiçbiri görülmemiþ. Kasabalardan uzaklaþarak kýrlara gitmiþler. Bir garibi de þudur ki; bu hayvanlar, ( isyanýmýzdan mütevellid olarak) baþýmýza gelecek felaketleri lisan-ý halleriyle haber verdiklerini yazýyorlar da, biz anlamýyoruz diyerek taaccüb ediyorlar. Ýþte Bediüzzaman'ýn uzun senelerden beri, Zýndýklar Risale-i Nur'a dokunmasýnlar ve þakirdlerine iliþmesinler. Eðer dokunurlar ve iliþirlerse, yakýndan bekleyen felaketler, onlarý yüz defa piþman edecek. " diye, Risale-i Nur ile haber verdiði yüzler hadisat içinde, iþte zelzele eli ile doðruluðunu imza ederek gelen dört hakikatlý felaket daha. Cenab-ý Hak bize ve Risale-i Nur'a taarruz edenlerin kalblerine iman, baþlarýna hakikatý görecek akýl ihsan etsin. Bizi bu zindanlardan, onlarý da bu felaketlerden kurtarsýn. Âmin. Hüsrev Sh:»(S.N: 191) باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Evet ben de, Hüsrev'in zelzele hakkýnda tafsilen yazdýðý keramet-i nuriyeyi tasdik ederim ve kanaatim de o merkezdedir. Çünkü Risale-i Nur'a ve þakirdlerine, dört defa þiddetli taarruzlarýn ayný zamanýnda dört defa dehþetli zelzelenin hücumu, tam tamýna tevafuklarý tesadüfi olmadýðý gibi, Risale-i Nur'un iki merkez-i intiþarý olan Isparta ve Kastamonu'nun sair yerlere nisbeten afattan mahfuz kalmalarý ve sure-i وَالْعَصْرِ iþaretiyle, ahirzamanýn en büyük bir hasârât-ý insaniyesi olan, bu harb-i umumiden çare-i necat ise, iman ve amel-i salih olmasýndan, Risale-i Nur'un Anadolu'nun her tarafýnda iman-ý tahkikiyi neþri zamanýna Anadolu'nun fevkalâde olarak bu hasaret-i azime-i harbiyeden kurtulmasý zamanýna tam tamýna tevafuku dahi tesadüfi olamaz. Hem Risale-i Nur'un hizmetine zarar veren veya hizmette kusur edenlere, ayný zamanýnda gelen þefkat veya hiddet tokatlarýnýn yüzer vukuatlarý, tam tamýna tevafuklarý, tesadüfi olmadýðý gibi, Risale-i Nur'a hüsn-ü hizmet edenlerin, hemen hemen bilâ-istisna maiþette vüs'at ve bereket ve kalbinde meserret ve rahat görmelerinin, binler hâdiseleri dahi tesadüfi olamaz. Said NURSÝ (Elmas kalemli kahraman Hüsrev'in zelzele hakkýndaki fýkrasýný tasdik eden Emirdaðdaki bir hâdise) باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim, Evvelen; þimdi tam tahakkuk etti ki, zelzele Risale-i Nur ile alâkadardýr. Hüsrev'in müdafaatýmda yazýlan dört zelzele mes'elesini tasdik eden, bu geceki dört defa þiddetli zelzele, bana ve nurlara ve bu memlekete kat'i bir sû-i kasd eseri olarak, hükumet içinde hizmetçime baðýrarak, tahkirkârâne ihanet ve þetm edip, "git ona söyle" diyen ve kaymakamýn emr-i cebriyle, hasta da olsa buraya getiriniz, bekçilere ve jandarmalara emir veren ve Afyon'un perde altýndaki büyük me'mura (valisine) dayanan bir bedbaht, hem Nur þakirdlerinin þevklerine, hem nurlarýn burada yazýlmasýna, hem bana ehemmiyetli sýkýntý vermesi, ayný vakitte böyle burada görülmeyen bu þiddetli zelzelenin gelmesi, gösteriyor ki; Risale-i Nur bir vesile-i def-i belâdýr. Sh:»(S.N: 192) Tatile uðradýkça belâlar fýrsat bulup gelir. Kardeþiniz Said NURSÝ %(MAHKEMEDE SON SÖZDEN BÝR PARÇADIR) Efendiler, Her hükûmetin adliyesi, kanundan baþka bir istinadgâhý yoktur. Ve onun adliyesi, her merkezde ayný kanun ile amel eder. Ve yüz cinayeti bulunan bir adamýn dahi, müdafaaya hakký var. O hakkýndan men'edilemez. Ve bu memlekette madem Kur'an serbesttir. Kur'an'ýn hakikatlerini küfre karþý müdafaa etmek vazifesi, yasak edilmedi, biliyordum. Halbuki; bu altý aydýr, beni konuþmaktan ve görüþmekten kanunsuz olarak men'ettiler. Ve Eskiþehir hapsinde, adliye malumatý altýnda, müdafaattan baþka on risale daha te'lif ettim. Ve müteaddid nüshalar yazýldýðý halde, bize kanun cihetinde iliþmediler. Burada ise, yeni harf bilmediðimden, mecburiyetle eski yazý ile müdafaatýmý yazdým. Benim yazým pek nakýs, herkes okuyamaz, diye baþkalara yazdýrdým. Risale-i Nur'un mes'elesi, hem hükümeti, hem âlem-i islâmý tam alakadar edecek bir umumi hadise hükmünde bulunmasýyla, hem benim ve arkadaþlarýmýn mes'elenin vahdeti haysiyetiyle bir müdafaaname ve Risale-i Nur'un mahiyetini gösteren o hakikatlarý, cerh edilmez diye isbat eden, onun bir nev'i müdafaanamesi hükmünde bulunan Meyve Risalesini, herbirinden üç dört nüsha yazdýrmýþtým. Tâ ki hem burada adliyeye ve Ankara makamatýna vereyim. Birden onlarý kanunsuz olarak, evrak-ý muzýrra gibi elimden aldýlar, daha vermediler. Sonra çok yalvardým, bize bir makinayý müsaade ediniz. Ta hakkýmýzý müdafaa edeceðiz. Kanunsuz olarak müsaade etmediler. Ben mecburiyetle, temas edemediðim arkadaþlar vasýtasýyla, yeni hurufla üç nüsha yazdýrdým. Biri Ankara aðýr ceza mahkemesine ki; evraklarýmýz ve kitaplarýmýz oraya gönderilmiþ. Birisi de Reis-i Cumhura, diðer biri de, Diyanet iþleri riyasetine göndermek için hazýrladýk. Fakat makine ve serbestiyet verilmediði için, el yazýsý müþevveþ ve noksan ve okunmaz diye, onlarýn okunmasýna yardým etmek fikriyle, iki alâkadar me'murlara söyledik, bize müsaade yüzü gösterdiler. Madem kitaplarýmýz eski harfle, Ankara'ya mahkemeye gönderildi. Biz dahi yeni harfle, eski harfle iki müdafaa göndereceðiz, diye hapishane müdürüne verdik. O da sabahleyin dedi; eski harfle yasaktýr. Ben daha bunlarý size vermem diye kanunsuz müsadere etti. Ben dedim; bütün buradaki arkadaþlarýmýn müdafaasý hükmündedir. Çünki mes'ele birdir. Her birinin elinde hakkýný müdafaa etmek için bulun Sh:»(S.N: 193) mak, kanunen haklarýdýr. Hem madem altý aydan sonra, þimdi makineye müsaade ettiniz. Tashihli nüshalardan bir nüshayý, makine ile makamata verilmek için yazana veriniz ve bir nüshayý da bana veriniz ki, onunla tashih edeyim diye çok ýsrar ettim. Yalnýz bir nüsha bana verdi. Ötekileri müsadere etti vermedi. Halbuki, kendi itirafýyla ayn-ý hakikat olduðunu söyledi. Reisicumhura ve aðýr ceza mahkemesine ve meclis-i meb'usan riyasetine ayn-ý hakikat bir müdafaaname risalesini müsadere etmek için, dünyada hiçbir kanun olamaz ve ihtimal vermiyorum. Hem ayný mes'elede, müþterek adamlarýn ellerinde, o müþterek müdafaaname bulunmasýnýn yasak olmasý, hiçbir hükümetin kanununda yoktur ve olamaz biliyorum. Biz böyle hilâf-ý kanun mes'elelere hedef olmuþuz. Þimdiye kadar sabrettik, sabrýmýz kalmadý. Risale-i Nur'un hukukunu müdafaa etmek için, ehemmiyetli bir talebim ve bir ricam var. Risale-i Nur, umum âlem-i Ýslâma taalluk edecek hakaiki cami' olduðundan, muhakkik ulemadan ve feylesoflardan ehl-i vukuf bir hey'et-i ilmiyeyi teþkil edip, (gayet mahremler mahdud bir iki risale hariç olarak) bütün risalelerimi tetkik için, Denizli Aðýr Ceza mahkemesi, Ankara Aðýr Ceza mahkmesine sevk etmiþtir. Bu memlekete maddi ve manevi bereketi ve fevkalade hizmeti, otuz üç âyât-ý Kur'aniyenin iþârâtiyle ve Ýmam-ý Ali(R.A.)'nin üç keramat-ý gaybiyesiyle ve Gavs-ý A'zamýn (K.S.) kat'i ihbarýyla, tahakkuk etmiþ olan Risale-i Nur'a âdi dava ve itiraz cüz'i bir hâdise ve þahsi bir mes'ele deðil ki, ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükumeti ciddi alakadar edecek, dolayýsýyla âlem-i islâmýn nazar-ý dikkatini ehemmiyetli bir surette celb edecek bir küllî hâdise hükmünde umumi bir mes'eledir. Evet Risale-i Nur'a perde altýnda hücum edenler, ecnebi parmaðýyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i islamýn teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kýrmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliðe âlet ederek, perde altýnda küfr-ü mutlaký yerleþtirenlerdir ki; hükûmeti iðfal ve adliyeyi iki defadýr þaþýrtýp ve der: Risale-i Nur ve þâkirdleri dini siyasete âlet eder. Emniyete zarar ihtimali var. Risale-i Nur'un gerçi siyasetle alakasý yoktur, fakat küfr-ü mutlaký kýrdýðý için, küfr-ü mutlakýn altý olan anarþiliði ve üstü olan istibdad-ý mutlaký esasýyla bozar, red eder. Emniyeti, asayiþi hürriyeti, adaleti te'min ettiðine, yüzer hüccetlerden bu müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesini takdim ediyorum. Sh:»(S.N: 194) $ (MÜDAFAATIMLA MÜNASEBETTAR OLMASI CÝHETÝYLE BU BÝR ÝKÝ MEKTUP BU MAKAMA GÝRMÝÞ.) باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz Sýddýk Kardeþlerim, Bize ihbar edene ve yazana zarar gelmemek için, þimdilik ehl-i vukufun ittifakla kararlarýný size göndermiyeceðim. Bu ehl-i vukuf bütün kuvvetiyle bizi kurtarmak ve ehl-i dalâlet ve bid'atýn þerrinden muhafaza etmek için çalýþmýþlar. Ýsnad edilen bütün suçlardan tebrie ediyorlar. Ve Risale-i Nur'dan tam ders aldýklarýndan ihsas edip, Risale-i Nur'un ilmî ve îmanî kýsmýný ekseriyet-i mutlaka ile vâkýfâne yazýldýðý ve Said ise, hem samimi, hem ciddi kanaatlarýný beyan ederek, ondaki kuvvet ve iktidar isnad edildiði gibi, tarikat icadý ve cemiyet kurmak veya hükümet ile mübareze etmek de deðildir. Belki yalnýz Kur'an'ýn hakikatlarýný muhtaçlara bildirmek kuvvet ve iktidarýdýr diye, müttefikan karar vermiþler. Ve gayr-i îlmi tabir ettikleri mahrem risalelere karþý demiþler ki; bazen cezbeye ve þuurun heyecanýna ve ihtilâl-i ruhiye kapýlmasýna: bu eserler ile mes'ul olmamak lazým geliyor, manasýný ifham ediyorlar. Ve Eski Said, Yeni Said tabirinde iki þahsiyet, ikincisinde fevkalade bir kuvvet-i imaniye ve ilim ve hakaik-i Kur'aniye manasýný, feylesoflarýn hatýrý için, bir nev'i cezbe ve ihtilâl-i dimaðiye ihtimali var, diye hem bizi þiddetli ta'biratýn mes'uliyetinden kurtarmak, hem muarýzlarýmýzý okþamak için, ("sem' ve basar cihetinde) (Hallüsinasyon") hastalýðý ihtimâli nazar-ý dikkate alýnabilir demiþler. Onlarýn bu ihtimalini esasýyla çürüten, ellerine geçen ve bütün akýllarý geri býrakan Nur risaleleri ve bütün avukatlara hayret veren Müdafaa ve Meyve Risaleleri kâfi ve vâfi bir cevaptýr. Ben çok þükür ediyorum ki; bir hâdis-i þerifin mazhariyeti bu ihtimal ile bana verilmiþ. Hem o ehl-i vukuf bütün kardeþlerimizi ve beni tam tebrie edip derler: "Þakirdleri, Said'in âlimane ve vâkýfane eserlerine îman ve âhiretleri için baðlanmýþlar. Hiçbir cihette hükûmete karþý bir su-i kasdlarýna dair bir sarahat ve bir emare ne muhaberelerinde ve ne kitap ve risalelerinde bulmadýk." diye o hey'et ittifakla karar verip, biri "Necati (Feylesof)" biri "Yusuf Ziya (Âlim)" biri de "Yusuf (Feylesof)" namlarýnda imza etmiþler. Lâtif bir tevafuktur ki; biz bu hapse, kendimiz hakkýnda bir medrese-i Yusufiye ve Meyve Risalesi onun meyvesidir dediðimizden, bu iki Yusuf dahi perde altýnda, "biz dahi, o medrese-i Yusufiyedeki derse hissedarýz." lisan-ý Sh:»(S.N: 195) halleriyle ifade etmeleridir. Hem cezbeye lâtif bir delilleridir ki; Otuzüçüncü Sözün, otuzüç pencereli Otuz üçüncü Mektup gibi tabirleri, hem kendi kendisinin يَارَحِيمُ يَا رَحِيمُ tesbihini iþitmesi, hem kendini bir mezar taþý görmesi, cezbe ve "Hallüsinasyon" hastalýk ihtimâline delil göstermeleridir. % MÜDAFAATA ALAKASI BULUNAN BÝR MEKTUPTUR. باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz Sýddýk Kardeþlerim: Mâdem biz çok emareler ile inayet altýndayýz. Ve mâdem gayet çok ve isnafsýz düþmanlara karþý, Risale-i Nur maðlub olmadý, Maarif vekilini ve halk fýrkasýný bir derece susturdu. Ve madem bu kadar geniþ sahada ve mes'elemizi pek ziyade i'zam ile, hükûmeti telaþa düþürenler, her halde iftiralarýný ve yalanlarýný bir derece setretmeðe, bahaneler ile çalýþacaklar. Elbette bize lâzým olan, kemal-i teslimiyetle sabýr ve temkinde bulunmak ve bilhassa inkisar-ý hayale düþmemek ve bazen ümidin hilâfý zuhuriyle me'yus olmamak ve muvakkat fýrtýnalar ile sarsýlmamak. Evet, gerçi inkýsar-ý hayal, ehl-i dünyada kuvve-i maneviyelerini ve þevklerini kýrar, periþan eder. Fakat meþakkat ve mücahede ve sýkýntýlarýn altýnda inayet, ve rahmetin iltifatlarýný gören Risale-i Nur þakirdlerinde inkýsar-ý hayal ise, gayretlerini ve ileri atýlmasýný ve ciddiyetlerini takviye etmek lazým geliyor. Kýrk sene evvel ehl-i siyaset, bana bir cinnet-i muvakkata isnad ederek, beni týmarhaneye sevkettiler. Ben onlara dedim; sizin akýllýlýk dediðinizin çoðunu ben akýlsýzlýk biliyorum, o çeþit akýldan istifa ediyorum. وَكُلُّ النَّاسِ مَجْنَونٌ وَلَكِنْ عَلَى قَدَرِ الْهَوَ ى اِخْتَلَفَ الْجُنُونُ kaidesini sizlerde görüyorum, demiþtim. Þimdi dahi, ben kardeþlerimi þiddetli bir mes'uliyetten kurtarmak fikriyle, bana mahrem risaleler cihetinde arasýra bir cezbe, bir cinnet-i muvakkata isnad edenlere, ayný sözleri tekrar ile beraber, iki cihetten memnunum. Birisi: Hadis-i sahihde vardýr ki; "Bir adam kemal-i îmaný kazandýðýna, avam-ý nasýn akýllarýnýn tavrý haricindeki yüksek hallerini mecnunluk, divanelik saymalarý, onun kemal-i imanýna ve tam itikadýna delalet eder." diye ferman ediyor. Ýkinci Cihet: Ben, bu hapisteki kardeþlerimin selametleri, necatlarý ve zulümden kurtulmalarý için deðil yalnýz bir divanelik isnadý, belki kemal-i Sh:»(S.N: 196) fahr ve ferah ile, tamam aklýmý ve hayatýmý feda etmesini kabul ediyorum. Hatta siz münasib görseniz, o üç zatlara benim tarafýmdan bir teþekküranâme yazýlsýn ve onlarý manevi kazançlarýmýza teþrik ettiðimizi bildirsin. Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Ben muhterem ehl-i vukufun raporunu hakkýmýzda adalet ve hakkaniyet noktasýnda, onlara bütün ruhumla teþekkür ediyorum. Onlarýn yüz risaleden fazla kitaplarý, kýsa bir zamanda tetkik etmeleri cihetiyle, elbette bazý noksanlarý bulunur. Ben de, o zatlarýn raporlarýna bir yardým niyetiyle birkaç noktasýný izah edeceðim. Onlarý tenkid etmiyorum, belki tetkiklerine yardým ediyorum. Hatta bana verdikleri cezbe ve arasýra ihtilâl-i ruhiyi, kemal-i memnuniyetle kabul ediyorum. Fakat bu kadar var ki, onlarýn tasdikiyle de, gayet vâkýfane ilmi eserler ki, yüz yirmi yedi risaledir. Bunlarý en meþhur ulemalar ve âkiller hayretler ve takdirler ile karþýlýyorlar. Deðil bir meczub, belki en meþhur muhakkik ulemalar, fikren o dereceye yetiþemiyorlar. Demek ne benim ve ne de baþkasýnýn deðil, belki Kur'an-ý Azimuþþanýn hakikatlarýdýrlar. Biz de kaleme almýþýz. Fakat þahsým hakkýndaki cezbe ve ihtilâl-i ruhiyi, bu noktadan kabul ediyorum. Çünki ben þimdiki insanlarýn çoklarýný divane görüyorum. Benim aklým, onlarýn akýllarýnýn cinsinden deðildir. Ya ben divaneyim, ya onlar divanedirler. Elbette onlar çokluk olmasýndan cinnet-i muvakkata ve ara sýra meczubiyet, benim hakkým oluyor. Bununla beraber, yüksek ehl-i vukufun insaflý raporlarý gelinceye kadar, bizim medar-ý ittihamýmýz olan, hissiyat-ý diniyyeyi âlet edip, emniyet-i dahiliyeyi ihlâl etmek teþviki ve cemiyet kurmak ve tarikat gütmek esaslarýný red ettikleri ve risalelerde ve mektuplarda buna dair hiçbir emare bulunmadýðýna, müttefikan karar vermeleri, cumhuriyet hükümetinin adliyesinin bu ilmî hey'etinin, dünyaca yüksek kýymetlerini ve hakikatý hiçbir þeye feda etmediklerini gösterdiðinden, ruh-u canýmýzla onlara hem teþekkür, hem dua ediyoruz. Raporun birkaç cümlelerine bir küçük izahtýr: Meþihat ve adliyenin yanmasý münasebetiyle, bir sözüme yanlýþ mana verilmiþ. Þöyle ki; bundan on dokuz sene evvel, haksýz bir surette Ýstanbul'a menfi olarak periþan bir surette gönderildiðim vakit, bir zaman meþihattaki Dâr-ül Hikmette bulunduðumdan meþihatý sordum, ne haldedir? Dediler: "Büyük kýzlarýn lisesi olmuþ." Ben de hiddet ettim. Bir beddua ettim. Hem dedim: "Ya Rabbi meþihatý kurtar." O gece kýsmen yandý. Ben de o münasebetle dedim; bazen ateþ temizlik yapýyor. Bu fakir mil Sh:»(S.N: 197) lete beþ milyon zarar veren adliyenin yanmasý da, belki inþallah bir temizliktir. O zarar telafi edilir, dediðim halde, zararýmýza bir rýza manasý verilmiþ. Hem bundan otuz sene evvel, matbu lemat nâmýndaki eserimde, manevi bir meclis-i ruhanide, rüya gibi bir vakýada, ruhaniler benden sual sormuþlar. Ben de cevap vermiþtim. Ezcümle "Eski harb-i umumide maðlubiyetinizin hikmeti nedir?" Ben de bir cevap vermiþim. Yirmi sene o hadiseden sonra, aynen öyle bir halde ben soruyorum: "Neden bizim hükumet galib tarafýný tutmadý, ta ki Arabistaný, Hindistaný, Afrikayý kurtarsýn" Bana o rüya gibi vakýada cevap verdiler ki: "Senin eskiden verdiðin cevabýn sana cevaptýr." "Yani eðer galib tarafý tutulsa idi, þimdi Avrupaya pek yakýn olan bu civarda, kolayca tatbik edilen yeni icadlar, Haremeyn-i Þerifeyn gibi, yerlerde dahi, müþkilatlar içinde tatbika çalýþmak ihtimaline binaen, Kader-i Ýlahi maðlubiyetimize fetva verdiði gibi, galip tarafýný tutturmadý." diye gayet müteessirane yazýldýðý halde, zararýmýza, maðlubiyetimize bir rýza gösterir gibi bir ibare zan edilmiþ. Bir de cifir ve ebced hesaplarý, deðil yalnýz Muhyiddin-i Arab gibi dahi muhakkiklerin, belki ekser edibler ve ulemalarýn, hususan ehl-i keþfin mabeyninde câri, bir medar-ý istihrac-ý esrardýr. Kur'an-ý Azimüþþanýn sureleri baþýndaki mukattaât-ý hurufun, bu hesap ile münasebeti bulunduðunu, bu hadîs-i þerif isbat ediyor: Bir zaman yahudi ulemasýndan bir kýsmý, Peygamber Aleyhissalatü Vesselama demiþler: "Senin ümmetin müddeti azdýr ki الم iþaret ediyor." Peygamber Aleyhissalatü Vesselam ferman etmiþ ki;" كهيعص حم عسق gibi daha çok var." onlar bu cevaptan sonra susmuþlar. Demek iþârât-ý Kur'aniyenin cifir ile münasebeti var. Madem Kur'an'ýn iþârâtý çok tarzlarda, çok cihetlerle oluyor ve var ve muhakkaktýr ve beleðat noktasýnda iþârâtýyla çok hakaiki ve ahkâmý ifade ediyor. Hadsiz tefsirler ve muhtelif oniki mezheb, onun iþârâtýný nazara almýþlar. Elbette muntazam kaideleri bulunan ve riyazi hesap nev'inde iþârâtý ile gaybi haberleri, onun i'cazýnýn yüksek makamýna yakýþýr. Ve Risale-i Nur'un mahrem cüzleri, o iþaratý kaydetmesiyle, hem Kur'ana hizmet, hem Risale-i Nur Kur'anýn bir hakikatý ve manevi bir mu'cizesi olduðunu isbat etmek cihetiyle, ehl-i vukufun takdirine layýkdýr. Hem, bir davaya, bin emare hükmünde, bin iþaret bulunsa, o dava sarahat-ý kat'iye derecesinde sübut bulduðu cihetinde, o istihraclara Risale-i Sh:»(S.N: 198) Nur'un verdiði ehemmiyet, ihtilâl-i ruhi deðil, belki tam bir inkiþâfât-ý ruhiye eseri olabilir. Bir de cezbeye bir emare "kendimi bir mezartaþý gördüðüm beyan edilmiþ" Ben bu muhterem zatlarýn bu acelelik ile hükümlerine, otuz sene evvel söylediðim bu fýkrayý tekrar ediyorum: Yýkýlmýþ bir mezarým ki, yýðýlmýþtýr içinde Said'den, altmýþ dokuz emvat bâ-âsam-ý âlâma Yetmiþinci olmuþtur, o mezara bir mezar taþ, Beraber aðlýyor, hüsran-ý Ýslâma Ümidim var ki, istikbâl semavatý, zemin-i Asya Bâhem olur teslim, yed-i beyza-i Ýslâma Zira yemin yümn-i imandýr. Temin eder emnü eman-ý emniyeti enama. Hem cezbeye bir emare olarak, kedisinin "Ya Rahîm" dediðini iþitmesini beyan etmiþler. Buna cevaben latif bir vakýa beyan ediyorum. Bir vakit "Kedilere ne için mübarek denilmiþ, halbuki insana karþý sadakatý yok, bir canavar görünüyorlar." dediðim gecesinde, kedi yavrusundan birisi, yastýðýma gelip aðzýný kulaðýma yapýþtýrdý. "Ya Rahîm, Ya Rahîm," deyip taifesine karþý tahkirimi yüzüme vurdu. Manen "biz her iyiliði Rahîm'den biliyoruz. Ýt gibi esbaba perestiþ etmiyoruz. Onun için bize mübarek, onlara pis denilmiþ." diye hatýrýma geldi. Sabahleyin bana hizmet eden Hafýz Tevfik, Süleyman, Abdullah Çavuþ, Merhum Hafýz Ahmed, ve merhum Mustafa Çavuþ, daha baþkalarý yanýma geldiler. Vakýayý söyledim. Abdurrahîm namýný alan bir yaþýndaki o kediyi okþadým. Onlar aynen benim gibi, "Ya Rahîm, Ya Rahîm"i Abdurrahim'den iþittiler. Sonra baþka kedilere baktýk. Onlarýn da mýrmýrlarý, dikkatle dinlenilse "Ya Rahîm"dir. Fakat Abdurrahim gibi sâfî deðildirler. Yalnýz bir noktada, Risale-i Nur'a bir haksýzlýk olduðu cihetle, hatýrlatmak lazýmdýr. Þöyle ki: Muhterem ehl-i vukufun yüz yirmi yedi ilmi risaleleri tam takdir ile, vâkýfane olduðunu beyan ettikleri yerde, yalnýz üç küçük mahrem risaleleri, gayr-i ilmi ve þaþýrtýcý ve normal olmadýðý bir halde olmasýna mukabil tutmalarý, Risale-i Nur'un yüz yirmi yedi risalesini, onlarca musaddak yüksek kýymetlerine ve binler hakikatlerine karþý üç ve dört risalenin onlarca þaþýrtýcý üç dört mes'eleleri mukabil tutulmaz diye, o zatlara hatýrlatýyorum. Hem bir kardeþimizin bir hadisin hükmüyle ve Mevlânâ Hâlid'in hayatý, dört cihetle bu bîçare Said'in hayatýyla tevafuk etmesiyle, "Risale-i Nur dahi, Mevlânâ Halid gibi müceddiddir." diye beyaný benim benliðime ve þahsýma verilmiþ. Halbuki: Ben bütün arkadaþlarýmý iþhad ediyorum ki, ben benlik peþinde koþmuyorum. Ve reddediyorum. Ve bana, þahsýma karþý ziyade hüsn-ü zan edenleri men' edip, hatýrlarýný çok defa kýrýyorum. Sh:»(S.N: 199) $ TEÞEKKÜRÜN BÝR TETÝMMESÝDÝR Muhterem ehl-i vukufun raporunda, medar-ý nazar ve itiraz edilmiþ "Risale-i Nur'un þakirtleri, ehl-i cennet olacaklarý ve imanla kabre girecekleri" cümlesine "Aþere-i Mübeþþere'den baþka þahsýyla, ismiyle bu fazilete kimse yetiþemez" diye, bir nev'i itiraza karþý deriz: Bu mes'elede þahýs ismiyle tayin edilmemiþ, yalnýz kuvvetli iþaretler ile اِنَّ اَبْرَارَ لَفِى نَعِيمِ gibi âyetlerin iman ve amel-i salih sahipleri ehl-i cennettir dedikleri misillü, Risale-i Nur'un þeytanlarý dahi susturan iman-ý tahkiki dersini alan þâkirdleri, iman ile kabre gireceklerine kuvvetli emareler ile hükmedilse; elbette medar-ý itiraz olamaz. Hem o zatlar acelelik cihetiyle, Risale-i Nur'a ait kerametleri bana isnad oluyor diye, medar-ý tenkid ederek demiþler: Bir veli keramet dava etmez. Elcevap: O pekçok hadiseler kerametler deðil, belki ikramlardýr. Ýkram ise izharlarý bir þükürdür. Hem onlar benim deðil. Ve benim hiç bir cihetle o kerametlere liyakatým olmadýðýný, bütün kardeþlerime mükerreren söylemiþim ve yazmýþým. Belki binden ziyade o vakýalar, Kur'anýn bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'un makbuliyetine dair, Kur'an'ýn i'caz-ý manevisinden tereþþuh etmiþ Risale-i Nur'un, ikram nev'inden kerametleridir. Benim ne haddim var ki, onlara sahip çýkayým. Said NURSÝ Sh:»(S.N: 200) باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Ankara ehl-i vukufun ittifakýyla, bizi þimdiye kadar suçlu vehmini veren " emniyeti ihlâl, cemiyet kurmak, tarikat gütmek, hükumete ve siyasete iliþmek" maddelerinden tebrie etmeleri ve masumiyetimize karar vermeleri insaflarýný ve hak-perestliklerini gösterdiklerinden, onlarýn az zamanda, beþ sandýk, iki çuval kitap ve mektup ve evrakýn tetkikinde aleyhimizde toplanan çok evham ve aðýr þerait içinde benim þahsýmýn aleyhindeki bazý tenkidleri, beni müteessir etmiyor. Bilakis kalben memnun oluyorum. Çünkî; bilmediðim düþünmediðim ve bazý kusurlarýmla Risale-i Nur'a ve iman hizmetine zarar olan bir kýsým þeyleri öðrendim. Fakat evvelce takdim edilen teþekkürnamede, kýsmen izah ettiðimiz gibi, þimdi raporu gördüðümden sonra, sekiz dokuz yerde acelelik sebebiyle sehivler ve iltibaslar ve anlamamazlýklar ve yanlýþlýklar düþmüþ. Ben bu zatlarý tenkit deðil, belki onlarý bu mes'elede kazanacaklarý hayrat ve hesenatlarýna yardým fikriyle, o sehivlerin sahihini beyan edeceðiz. Birincisi: Onlar ittifakla, yüzde doksan risaleler, gayet takdir ile beraber derler: Bunlarda müellif hem samimi, hem hasbi, hem ilim ve hakikat ve din esaslarýndan ayrýlmamýþtýr. Bu doksan kitapta, dini alet etmek veya cemiyet teþkil etmek ile emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadýðý sarihtir. Ve þakirdleri birbiriyle ve Said ile muhabere mektuplarý da bu nevdendir deyip, muhakkikane karar verdikleri, bir de þahsýmýn bir kusurunu böyle beyan için diyorlar: Said bazen bu âyetin yüz hikmetinden beþi beyan olunacak der ve bu ise ilmî vakarýna yakýþmaz. Hem bazen " Bu risale dört buçuk saatte yazýldý " der. Ve bu söz ise: kendini medhe ve muhatabýný hayrete düþürmek mahiyetinde bir küçüklüktür. Elcevap: Ben kusuru ve küçüklüðü nefsime memnuniyetle kabul etmekle beraber derim: Bu çeþit sözlerimin sebebi, kendimi beðendirmek deðil, hâþâ, belki " Risale-i Nur, Kur'an'ýn bütün nükte ve hikmetlerini ihata ademez. Ancak yüzde dördünü-beþini beyan edebilir, diye Kur'an-ýýn vüs'at-i manadaki i'caz-ý manevisine ihtar ve iþarettir. Ve dört veya altý veya oniki saatte te'lif edildi demekle Risale-i Nur doðrudan doðruya Kur'an-ýn þakirdidir. Ve o'nun hazýr malýný, hazinesinden çabuk çýkarýr, satar demekle, kendini medh deðil, belki Risale-i Nur'un mak Sh:»(S.N: 201) buliyetine bir emare ve bu kýymetli malda müflis bir hizmetkârý olduðunu göstermek niyetiyle, baþka kitaplardan veya diðer fikirlerden ve kendi tefekkürlerinden olmadýðýný bildirmektir. Evet yirmi seneden beri, Kur'an'dan ve Risale-i Nur'dan baþka hiçbir kitabý yanýnda bulundurmayan ve okumayan ve hiçbir gazete ve mecmualarý bilmeyen ve istemeyen bir adam, o niyetle öyle söyleyebilir. Ýkinci Sehiv: Hazret-i Ali'nin ( R.A) kasidesinde يَا مُدْرِكًا لِذَلِكَ الزَّمَانِ ebced hesabýyla, binüçyüz ellide Said-i Kürdî gelecektir, çýkýyor. Bir mahrem Risaleden almýþlar. Elcevap: Hulagu'dan ve latin hurufundan ve islâm deccalýndan ve bir kýsým ulemalarýn yanlýþlarýndan, kat-i haber veren Ýmam-ý Ali(R.A.) o cümle ile biçare Said'e diyor : " Sen o zamana yetiþeceksin. Cenab-ý Hakdan muhafazaný niyaz eyle." denilmiþ. Yoksa hâþâ kendime bir paye vermek hiç hatýrýma gelmemiþ. Ve hem o sahife raporlarýnda, deccalýn mühim kuvveti yahudidir. Mançur, Moðol ve Kýrgýz anarþist ve sosyalisttir. Halbuki o sehivdir. Sahihi: Deccalýn mühim bir kuvveti yahudidir, yani komiteleridir. Ve ye'cüc me'cüc ise Çin ve Maçinde bulunan anarþistler ve sosyalistlerin müfritleri olan komunistlerden denilmiþtir. Üçüncü Sehiv: Yanlýþ mana vermeðe raporda, Said bazen kerametler yazar. " Yazmak istemezdim, bana yazdýrýldý. " Hem bazen " bu cevap manevi canibden geldi " ve " hakikat aleminden bildirildi. " Hem bazen" kudsi bir müjde veriyor. "" Her yüz senede bir müceddit gelir" fikriyle kendisinin zamanýn müceddidi olduðu fikrini uyandýrýyor demiþler. Elcevap: Hâþâ bin defa hâþâ. Benim haddim deðil ki, o kerametleri benliðime mal edeyim. Belki benim pekçok kusurlarýmla beraber Risale-i Nur ile îman hizmetinde çalýþmamýza bir ikrâm-ý ilahi ve o hizmetin makbuliyetine dair bir emare göstermek ve " Ne ile yaþýyor, nasýl geçiniyor?" diyenlere karþý da, bereket-i ilâhiye, bu hizmetimizi dünya maiþetine âlet etmeye mecbur etmiyor demektir. Hem bu yazdýðýmýz hakikatlar benim fikrim, malým deðil. Belki herkesin kalbinin bir köþesinde bulunan bir lümme-i þeytani ve vesveseci bulunduðu gibi, bir lümme-i ilham ve meleki bulunduðuna, ehl-i hakikat ve diyanetin hükümlerine binaen, kalbimde dahi herkes gibi, bazen ihtiyarým haricinde ve fikrimin fevkinde hatýrýma bir hakikat hutur eder. Yani Kur'an'dan ve manevi bir canibden bir nevi ilham hükmünde, bir güzel nükte ifham edilir demektir. Ve hiç hatýrýma gelmiyor ki, Yeni Said zamanýnda ve nefsin þerrinden ve benliðinden çok korkan ve belasýný çeken þahsýma, böyle bir mevki' verdiðimi veya vermek istediðimi tahattur etmiyorum. Sh:»(S.N: 202) Belki Risale-i Nur'da isbat edilmiþ ki: Bu zaman cemaat zamanýdýr. Þahs-ý manevi hükmeder. Eski zamanda dalalet bir þahýstan geldi cihetle, karþýsýna bir dâhi-i hidayet çýkardý. Þimdi ise cemaat þeklinde bir þahs-ý manevi olmasýndan, onun karþýsýnda ancak bir þahs-ý mânevi mukabele edebilir. Yalnýz eskiden beri ehl-i hakikat mabeyninde câri ve üstadýna karþý fart-ý muhabbetten gelen fevkalhad hüsn-ü zanlarý tadil etmek ve ni'met-i ihahiyeye karþý küfran ve inkâr etmemek niyetiyle, müceddidlik vazifesi olabilir. Fakat benim deðil Risale-i Nur'undur. Belki bu zamana bakan, Kur'an'ýn bir cilve-i hakikatýdýr. Risale-i Nur onu temsil eder. Ben neci oluyorum ki, kendime dava edeyim. Dördüncü Sehiv: Isparta'ya yaðmur yaðdýrmasý, yazý bahara çevirmesi kerametidir. Þakirdleri tarafýndan denilmiþ. Elcevap: Yaðdýrmak, çevirmek deðil, belki Risale-i Nur bereketiyle yaðdý ve döndü denilmiþ,. Said NURSÝ % Mahkemede son sözün bir paçasýdýr. Bir inayettir ki: Ehl-i vukuf, beþ sandýk yüz otuz risalelerde, beþ ay tetkikte, on beþ itiraz ve zahiri yanlýþ bulmuþlar. Ve onlarýn beþ yaprak raporlarýnda, onbeþ yanlýþlarý ve sehivleri mahkemede isbat edilmiþ. 31 Mayýs 1944 Çarþamba günü, mahkemede bir saat devam eden müddeiumumun okuduðu iddianemesine karþý, iki dakikada hazýrlanan ve okunan bir mukabeledir. Efendiler, Yirmi sene bir mazlumiyet hayatýnda, yüz kitaplarýnda, en mahrem, mektup ve risalelerinde, asabiyetle bi'l-iltizam onu mahkum etmek fikriyle, yalnýz sekiz, dokuz sehivli bahanelerden baþka bulmamalarý gösteriyor ki: Risale-i Nur mahkum olamaz. Kim varki; yirmi sene mazlumiyet hayatýnda, bin yanlýþý olmasýn. Bu mahkeme yalnýz bu hazýr zamaný deðil, belki istikbalin dehþetli tenkid ve itirazlarýný nazara almalý, öylece muhakeme etsin. Sh:»(S.N: 203) باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Reis Beyefendi, Ankara makâmatýna, reisicumhura istida suretinde gönderdiðim müdafaanâmemi ve baþvekâletin de, bunu ehemmiyetle kabul ettiklerini gösteren cevabi mektubunu rabten sunuyorum, takdim ederim. Makam-ý iddianýn aleyhimizde beyan ettiði asýlsýz, ittihamkârane evhamýn kat-i cevablarý bu müdafaatýmda vardýr. Sair yerlerin garazkârane ve sathi zabýtnamelerine bina edilen, buranýn ehl-i vukuf raporunda, hilaf-ý vaki ve mantýksýz çok sözler vardýr ki, onlara karþý da, bu itiraznamem takdim edilmiþti. Ezcümle: Size evvelce arzettiðim gibi, Eskiþehir mahkemesine, 163. madde ile, beni mahkûm etmek istedikleri zaman demiþtim: Hükûmet-i Cumhuriyenin iki yüz meb'usu içinde ayný rakam 163 meb'usun imzalarýyla, Van'daki Dâr-ül Fünunuma ( medreseme) yüzelli bin banknot tahsisat kabul etmeleri ve onun ile hükûmet-i cumhuriyenin bana karþý teveccühü, " bu 163. maddeyi hakkýmda, hükümden ýskat ediyor. " dediðim halde, o ehl-i vukuf, " 163 meb'us. Said aleyhinde takibat yapmýþlar." diye tahrif etmiþ. Ýþte makam-ý iddia da, bu ehl-i vukufun böyle bütün bütün asýlsýz ittihamlarýna binaen, bizi mes'ul tutuyor. Halbuki, meclisinizin kararýyla, en yüksek hey'et-i ilmiye ve fenniyenin tetkikine ve tahkikine havale edilen Risale-i Nur'un bütün eczalarý tetkikten sonra, bil'ittifak, hakkýmýzda verdiði kararda " Said'in ve Risale-i Nur þakirdlerinin yazýlarýnda; dini, mukaddesatý âlet edip, devletin emniyetini ihlâle teþvik veya bir cemiyet kurmak ve hükümete karþý bir su-i maksadý bulunmak, kasdýnda olduðunu gösterir bir sarahat ve bir emare olmadýðýný ve Said'in þakirdleri, muhaberelerinde hükümete karþý kötü bir kasd beslemek, bir cemiyet kurmak veya tarikat gütmek fikriyle, hareket etmedikleri anlaþýlmaktadýr. " diye müttefikan karar vermiþler. Hem ehl-i vukuf, " Said Nursi'nin yüzde doksan risalesi; hem samimi, hem hasbi, hem ilim ve hakikat ve din esaslarýndan hiçbir cihetle ayrýlmamýþlar; bunlarda, dini âlet etmek veya cemiyet teþkiletmeye, emniyeti ihlâl hareketenin bulunmadýðý sarihtir. Þakirdlerin birbiriyle ve Said Nursi'yle muhabere mektuplarý da, bu nevidendirler. Beþ-on mahrem ve þekvalý ve gayr-ý ilmî olan risalelerden baþka, bütün Sh:»(S.N: 204) risaleleri, herbiri bir âyetin tefsiri ve bir Hâdis-i þerifin hakikatý namýna yazýlmýþlardýr. Din, îman, Allah, Peygamber, Âhiret akidelerini ve ibarelerini açýkça anlatmak için temsiller ile yazýlmýþ ve ilmi görüþleri ve ihtiyarlara ve gençlere ahlaki öðütler ve hayat tecrübesinden alýnmýþ ibretli vak'alarý ve faideli menkýbeleri ihtiva eden mevcudun yüzde doksanýnýný teþkil eden risalelerdir. Hükümete ve idareye ve asayiþe iliþecek hiçbir ciheti yoktur. " diye müttefikan karar vermiþler. Ýþte, makam-ý iddia, bu yüksek ehl-i vukufun raporuna bakmýyarak, eski ve müþevveþ ve nâkýs rapora binaen acîp tarzlarda bizi ittiham etmesinden hakikaten fevkalhad müteesir bulunmaktayýz. Bu insaflý mahkemenin müsellem insaflarýna elbette yakýþtýrmayýz. Hattâ (Temsilde hata olmasýn) bir bektaþiye : " Niçin namaz kýlmýyorsun ?" demiþler. O da: " Kur'an'da لاَتَقْرَبُوا الصًّلاَةَ var" demiþ ona demiþler: " Bunun arkasýný, yani وَاَنْتُمْ سُكَارَى yý da oku" denildiðinde: " ben hâfýz deðilim" demiþ olmasý kabilinden, Risale-i Nur'un bir cümlesini tutup, o cümleyi ta'dil ve neticeyi beyan eden âhirini almýyarak, aleyhimizde verilmektedir. Takdim edeceðim müdafaanamemde, o iddianâmeye karþý mukayese edildiðinde, bunun otuz kýrk misali görülecektir. Bu nümunelerden lâtif bir vakýayý beyan ediyorum: Eskiþehir mahkemesinde, makam-ý iddianýn nasýlsa bir sehiv neticesi, Risale-i Nur'un iman derslerine, " Halklarý ifsad ediyor" gibi bir tâbir ve sonradan o tâbirden vazgeçtiði halde, Risale-i Nur þakirdlerinden Abdürrezzak nâmýnda bir zat, mahkemeden bir sene sonra demiþ. " Hey bedbaht; Otuzüç âyât-ý Kur'aniye iþârâtýnýn takdirine mazhar ve Ýmam-ý Ali'nin ' (R.A.) üç kerametinin ihbar-ý gaybisiyle ve Gavs-ý Azam'ýn (K.S.) kuvvetli bir tarzda ihbarýyla, kýymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfýnda idareye hiçbir zararý dokunmayan ve hiçbir kimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber, binler vatan evlâdýný tenvir ve irþad eden ve îmanlarýný kuvvetlendiren ve ahlâklarýný düzelten Risale-i Nur'un irþadlarýna " ifsad" diyorsun. Allahtan korkmuyormusun, dilin kurusun. "demiþ. Þimdi, bu þâkirdin haklý olarak, bu sözünü makam-ý iddia gördüðü halde " Said etrafýna fesat saçmýþ ." tabirini insafýnýza ve vicdanýnýza havale ediyorum. Makam-ý iddia, Risale-i Nur'un içtimai derslerine iliþmek fikriyle: " Dinin tahtý ve makamý, vicdandýr; hükme kanuna baðlanmaz. Eskiden baðlanmasýyla içtimai keþmekeþler olmuþtur." dedi. Ben de derim ki: " Din yalnýz îman deðil, belki amel-i salih dahi, dinin ikinci cüz'üdür. Acaba katl, zina, sirkat, Sh:»(S.N: 205) kumar, þarap gibi hayat-ý içtimaiyeyi zehirlendiren pekçok büyük günahlarý iþleyenleri onlardan menetmek için, yalnýz hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kâfi gelir mi ? O halde: Her hanede, belki herkesin yanýnda daima bir polis, bir hafiye bulunmak lazým gelir ki, serkeþ nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler. Ýþte Risale-i Nur, amel-i sâlih noktasýnda, iman cânibinden, herkesin baþýnda, her vakit bir manevi yasakçýyý bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ý ilahiyi hatýrýna getirmekle, fenalýktan kolayca kurtarýr. Hem, makam-ý iddia, bir risalenin güzel ve fevkalede kerametkârane bir tevafukunun imza edilmesiyle " bir cemiyet efradý " diye mânasýz bir emare beyan etmiþ. Acaba esnaflarýn ve hancýlarýn defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cemiyet ünvaný verilir mi ? Eskiþehir'de ayný böyle bir vehim oldu. Cevab verdiðim ve Mu'cizat-ý Ahmediye Risalesini gösterdiðim zaman, teaccüble karþýladýlar. Eðer mâbeynimizde dünyevî bir cemiyet olsaydý. Bu derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemal-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek nasýl ben ve biz, Ýmam-ý Gazali ile irtibatýmýz var kopmuyor; çünki uhrevîdir, dünyaya bakmýyor; aynen öyle de: Bu mâsum ve sâfi ve halis dindarlar, benim gibi bir bîçareye îman derslerinin hatýrý için bir kuvvetli alâka göstermiþler. Ondan bu asýlsýz mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini vermiþ. Son sözüm حَسْبُنَا اللَّه وَنِعْمَ الوَكِيلُ Mevkuf ve Haps-i münferidde Said Nursi Sh:»(S.N: 206) $ BU GELEN KISIM ÇOK EHEMMÝYETLÝDÝR باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Son sözün Mühim Bir Parçasý Efendiler, Reis bey, dikkat ediniz. Risale-i Nur'u ve þakirdlerini mahkûm etmek, doðrudan doðruya küfr-ü mutlak hesabýna, hakikat-ý Kur'aniye ve hakaik-i imaniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle, binüçyüz seneden beri, her senede üçyüzmilyon onda yürümüþ ve üçyüz milyar müslümanlarýn hakikata ve saadet-i dareyne giden cadde-i kübrâlarýný kapatmaya çalýþmakdýr. Ve onlarýn nefretlerini ve itirazlarýný kendinize celbetmektir. Çünkü o caddede gelip gidenler, gelmiþ geçmiþlere dualar ve hasenatlarýyla yardým ediyorlar. Hem bu mübarek vatanýn baþýna bir kýyamet kopmaya vesile olmaktýr. Acaba, mahkeme-i Kübrâ'da, bu üçyüz milyar davacýlarýn karþýsýnda sizden sorulsa ki: " Doktor Duzi'nin baþtan nihayete kadar serapa islâmiyetiniz ve vatanýnýz ve dininiz aleyhinde ve frenkçe " Tarih-i islâm" namýndaki eseri ki, zýndýklarýn kütüphanelerinizdeki eserlerine, kitaplarýna ve serbest okumalarýna ve o kitaplarýn þâkirdleri, kanununuzca cemiyet þeklini almalarýyla beraber, dinsizlik veya komunistlik veya anaþistlik veya pek eski ifsad komitecilik gibi, siyasetinize muhalif cemiyetlerine iliþmiyordunuz. Neden hiçbir siyasetle alakalarý olmayan ve yalnýz iman ve Kur'an cadde-i kübrâsýnda giden ve kendilerini ve vatandaþlarýný idam-ý ebediden ve haps-i münferidden kurtarmak için, Kur'an'ýn hakiki tefsiri olan Risale-i Nur gibi, gayet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara ve hiçbir siyasi cemiyetle münasebeti olmayan o halis dindarlarýn, birbiriyle uhrevi dostluk ve uhuvvetlerine cemiyet namý verip iliþmiþsiniz ? Onlarý pek acîp bir kanunla mahkûm ettiniz, ve etmek istediniz ?" dedikleri zaman, ne cevap vereceksiniz ? Biz de sizlerden soruyoruz. Ve sizi iðfal eden ve adliyeyi þaþýrtan ve hükümeti bizimle , vatana ve millete zararlý bir surette meþgul eyleyen muarýzlarýmýz olan zýndýklar ve münafýklar, istibdad-ý mutlaka " Cumhuriyet" namý vermekle, irtidad-ý mutlaký rejim altýna almakla, sefahet-i mutlaka " medeniyet " ismi vermekle, cebr-i keyf-i küfriye " kanun" ismini takmakla hem sizi iðfal, hem hükümeti iþgal Sh:»(S.N: 207) hem bizi periþan ederek, hâkimiyet-i islamiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabýna darbeler vuruyorlar. Ey Efendiler, dört senede, dört defa dehþetli zelzeleler, tam tamýna dört defa, Risale-i Nur þakidlerine þiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarýna tevafuku, ve her bir zelzele dahi, tam taarruz zamanýnda gelmesi ve hücumun durmasýyla zelzelenin durmasý iþaretiyle, þimdiki mahkûmiyetimiz ile gelen semavî ve arzî belâlardan siz mes'ulsünüz. Denizli hapishanesinde tecrid-i mutlak ve haps-i münferidde mevkuf Said NURSÝ باِسْمِهِ سُبْحَانَهُ Son Sözün Bir Kýsmý Efendiler, þimdiki hayat-ý içtimaiyeyi bilemediðimden, makam-ý iddianýn gidiþatýna göre, sizce musammem mahkumiyetimize bir bahane olmak için, pek musýrrane ileri sürdüðünüz cemiyetçilik ittihamýna karþý, pek çok kat'i cevaplarýmýzý, Ankara ehl-i vukufunun dahi müttefikan tasdikleriyle beraber, bu derece, bu noktada ýsrarýnýza çok hayret ve teaccüpte bulunurken, kalbime bu mânâ geldi: Mâdem hayat-ý içtimaiyenin bir temel taþý; ve fýtrat-ý beþeriyenin bir hâcet-i zaruriyesi; ve aile hayatýndan, tâ kabile ve millet ve islâmiyet ve insaniyet hayatýna kadar, en lüzumlu ve kuvvetli rabýta; ve her insanýn kâinatta gördüðü ve tek baþýna mukabele edemediði medar-ý zarar ve hayret ve insanî ve islâmî vazifelerin îfasýna mâni, maddi ve manevî esbabýn tehacümatýna karþý bir nokta-i istinad ve medar-ý teselli olan dostluk ve kârdeþâne cemaat ve toplanmak ve samimane uhrevî cemiyet ve uhuvvet, hem siyasî cephesi olmadýðý halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem âhiret saadetlerine kat'i vesile olarak, îman ve Kur'an dersinde hâlis bir dostluk ve hakikat yolunda bir arkadaþlýk ve vatanýna ve milletine zararlý þeylere karþý bir tesanüd taþýyan, Risale-i Nur þakirdlerinin pekçok takdir ve tahsine þâyân ders-i îmanda toplanmalarýna, " cemiyet-i siyasiye" namýný verenler, elbette ve herhalde, ya gayet fena bir surette aldanmýþ veya gayet gaddar bir anarþýsttir ki, hem insaniyete vahþiyane düþmanlýk eder, hem Ýslâmiyete nemrudane adavet eder, hem hayat-ý içtimaiyeye, anarþiliðin en bozuk ve mütereddi tavrýyla husumet eder ve bu vatana ve millete ve hâkimiyet-i islâmiyeye ve dini mukaddesata karþý mürtedâne, mütemerridâne, anudâne mücadele eder. Veya ecnebi hesabýna, bu milletin can damarýný kesmeye ve bozmaya çalýþan el-hannâs bir zýndýktýr ki, hükûmeti iðfal ve adliyeyi þaþýrtýr, tâ o þey Sh:»(S.N: 208) tanlara, Fir'avunlara, anarþistlere karþý- þimdiye kadar istimâl- ettiðimiz manevi silahlarýmýzý, kardeþlerimize ve vatanýmýza çevirsin veya kýrdýrsýn. Mevkuf Said NURSÝ Efendiler, otuz-kýrk seneden beri , ecnebi hesabýna ve küfür ve ilhad namýna bu milleti ifsad ve bu vataný parçalamak fikriyle,Kur'an hakikatlarýna ve îman hakikatlerine,her vesile ile hücum eden ve çok þekillere giren, bir gizli ifsad komitesine karþý, bu mes'elemizde kendilerine perde yaptýklarý, insafsýz ve dikkatsiz me'murlara ve bu mahkemeyi þaþýrtan onlarýn müslüman kisvesindeki propagandacýlarýna hitaben, fakat sizin huzurunuzda, zahiren sizin ile birkaç söz konuþacaðýma müsaade ediniz. Fakat ikinci gün beraet kararý, o dehþetli konuþmayý geri býraktý. Tecrid-i Mutlakta ve haps-i münferidde mevkuf Said NURSÝ Mühim Bir Suale Hakikatli Bir cevaptýr. Büyük me'murlardan birkaç zat benden sordular ki: " Mustafa Kemal" sana üç yüz lira maaþ verip, Kürdistana ve Vilayat-ý Þarkiyeye, Þeyh Sinûsi yerine vâiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin ? Eðer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüzbin adamýn hayatlarýný kurtarmaya sebeb olurdun. " dediler. Ben de onlara cevaben dedim ki: " Yirmiþer- otuzar senelik hayat-ý dünyeviyeyi, o adamlar için kurtarmadýðýma bedel, yüzbinler vatandaþa herbirisine, milyonlar sene uhrevî hayatý kazandýrmaða vesile olan Risale-i Nur, o zâyiâtýn yerine binler derece iþ görmüþ. Eðer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir þeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sýrr-ý ihlâsý taþýyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hatta ben, hapiste muhterem kardeþlerime demiþtim: Eðer Ankara'ya gönderilen Risale Nur'un þiddetli tokatlarý için, beni idama mahkûm eden zatlar, Risale-i Nur ile imanlarýný kurtarýp, idam-ý ebedîden , necat bulsalar, siz þâhid olunuz, ben onlarý da ruh-u cânýmla helal ederim. " Beraatýmýzdan sonra, Denizli'de beni tarassutla taciz edenlere ve büyük âmirlerine ve polis müdürüyle müfettiþlere dedim: Risale-i Nur'un kabil-i inkâr olmayan bir kerametidir ki; yirmi sene mazlumiyet hayatýmda, yüzer risale ve mektuplarýmda ve binler þakirdlerde, hiçbir cereyan, hiçbir cemiyet ile ve dâhilî ve hâricî hiçbir komite ile, hiçbir vesika, hiçbir alaka, dokuz ay tetki Sh:»(S.N: 209) katta bulunmamasýdýr. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki, bu hârika vaziyeti versin. Bir tek adamýn, bir kaç senedeki mahrem esrarý meydana çýksa, elbette onu mes'ul ve mahcub edecek yirmi madde bulunacak. Mâdem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki: " Pek hârika ve maðlub olmaz bir deha bu iþi çeviriyor" veya diyeceksiniz " Gayet inayetkârane bir hýfz-ý ilâhidir. "Elbette böyle bir deha ile mübareze etmek hatâdýr, millete ve vatana büyük bir zarardýr; ve böyle bir hýfz-ý ilâhî ve inâyet-i Rabbaniyeye karþý gelmek fir'avunane bir temerrüddür. Eðer deseniz: " Seni serbest býraksak ve tarassut ve nezaret etmesek, derslerinle ve gizli esrarýnla hayat-ý içtimaiyyemizi bulandýrabilirsin." Ben de derim: Benim derslerim, bilâ- istisna bütünü, hükûmetin ve adliyenin eline geçmiþ, birgün cezayý mucib bir madde bulunmamýþ, Kýrk-elli bin nüsha risale, o derslerden milletin ellerinde, dikkat ve merakla gezdiði halde, menfaatten baþka hiçbir zararý, hiçbir kimseye olmadýðý , hem eski mahkemenin, hem yeni mahkemenin mûcib-i mes'uliyet bir madde bulamamalarý cihetiyle, yenisi ittifakla beraatimize; ve eskisi, dünyaca bir büyüðün hatýrý için, yüz otuz risaleden beþ-on kelime bahane edip, yalnýz kanaat-ý vicdaniye ile, yüzyirmi mevkuf kardeþlerimden, yalnýz onbeþ adama altýþar ay ceza verebilmesi, kat'i bir hüccettir ki, bana ve Risale-i Nur'a iliþmeniz, mânâsýz bir tevehhümle çirkin bir zulümdür. Hem daha yeni dersim yok ve bir sýrrým gizli kalmadý ki, nezaretle tadiline çalýþsanýz. Ben þimdi hürriyetime çok muhtacým. Yirmi seneden beri lüzumsuz ve haksýz ve faidesiz tarassutlar artýk yeter. Benim sabrým tükendi. Ýhtiyarlýk vaziyetinden, þimdiye kadar yapmadýðým bedduayý yapmak ihtimali var. " Mazlumun âhý,. tâ arþa kadar gider. " diye bir kuvvetli hakikattýr. Sonra o zalim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler ki: " Sen, yirmi senedir birtek defa takkemizi baþýna koymadýn, eski ve yeni mahkemeler huzurunda baþýný açmadýn, eski kýyafetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kýyafete girdi?" Ben de dedim: " Onyedi milyon deðil, belki yedi milyon da deðil, belki rýzasýyla ve kalben kabulüyle, ancak yedi bin Avrupa-perest sarhoþlarýn kýyafetlerine, ruhsat-ý þer'iyye ve cebr-i kânuni cihetiyle girmektense; azimet-i þer'iyye ve takva cihetiyle, yedi milyar zatlarýn kýyafetlerine girmeyi tercih edirim." Benim gibi yirmi beþ seneden beri hayat-ý içtimaiyeyi terkeden adama " inad ediyor, bize muhaliftir" denilmez. Haydi inad dahi olsa, mâdem Mustafa Kemal o inadý kýramadý. Ve iki mahkeme kýrmadý ve üç vilayetin hükûmetleri onu bozmadý; siz neci oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin, hem hükûmetin zararýna, o inadýn kýrýlmasýna çabalýyorsunuz? Haydi siyasî muhalif de olsa, mâdem tasdikiniz ile, yirmi senedir dünya Sh:»(S.N: 210) ile âlakasýný kesen ve mânen yirmi seneden beri ölmüþ bir adam, yeniden dirilip, faidesiz kendine çok zararlý olarak, hayat-ý siyasiyeye girerek sizin ile uðraþmaz; bu halde onun muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir. Divanelerle ciddi konuþmak dahi, bir divanelik olmasýndan, sizin gibilerle konuþmayý terkediyorum. " Ne yaparsanýz minnet çekmem" dediðim onlarý hem kýzdýrdý, hem susturdu. Son sözüm, حَسْبُنَا اللَّه وَنِعْمَ الْوَكِيلُ حَسْبِيَ اللَّه لاَاِلَهَ اِ لاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمُ Said Nursi Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts