Webmaster Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 SÜNUHAT-TULÛAT-ÝÞARAT --- sh:»(STÝ:2) ---- Sünuhat Ýfade-i meram Bazý âyâtý düþünürken bazý nükteler kalbime hutur ederek nota suretinde kaydettim. Elfazca zengin deðilim, israfý da (sevmem), teþrifatçý elfazý (beðenmem), îcazýmdan darýlma. y«X«,²&«!ö¯š²z«-ö±¬u6ö²w¬8ö²H'ökaidesiyle sana hoþ gelen þeyleri al, sana hoþ görünmeyeni bana býrak, iliþme!.. Said --- sh:»(STÝ:3) ----------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¬€@«E¬7@ÅM7!ö!xV¬W«2ö«:ö!xX«8³~ö«w Kur'an "sâlihat"ý mutlak, mübhem býrakýyor. Çünki ahlâk ve faziletler, hüsn ve hayr çoðu nisbîdirler. Nev'den nev'e geçtikçe deðiþir. Sýnýftan sýnýfa nâzil oldukça ayrýlýr. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe baþkalaþýr. Cihet muhtelif olsa, muhtelif olur. Ferdden cemaate, þahýstan millete çýktýkça mahiyeti deðiþir. Meselâ: Cesaret, sehavet erkekte gayret, hamiyet, muavenete sebebdir. Karýda nüþûze, vekahete, zevc hakkýna tecavüze sebeb olabilir. Meselâ: Zaîfin kavîye karþý izzet-i nefsi, (1): Yalnýz ýtlakýn nüktesini beyan eder. --- sh:»(STÝ:4) ----------------------------------------------------------------------------------------------- kavîde tekebbür olur. Kavînin zaîfe karþý tevazuu, zaîfte tezellül olur. Meselâ: Bir ulü-l emr, makamýndaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Hanesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur. Meselâ: Tertib-i mukaddematta tefviz, tenbelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa'yine, kýsmetine rýza kanaattýr. Meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir. Meselâ: Ferd mütekellim-i vahde olsa müsamahasý, fedakârlýðý amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maal-gayr olsa hýyanet olur. Meselâ: Bir þahýs kendi namýna hazm-ý nefs eder, tefahur edemez; millet namýna tefahur eder, hazm-ý nefs edemez. Herbirinde birer misal gördün, istinbat et. Madem ki Kur'an bütün tabakata, bütün âsârda, kâffe-i ahvalde þamil bir hitab-ý ezelîdir. Hem nisbî hüsn, hayr çoktur. Sâlihattaki ýtlaký, beligane bir îcaz-ý mutnebdir. Beyanda sükûtu, geniþ bir sözdür. --- sh:»(STÝ:5) ----------------------------------------------------------------------------------------------- ¯v[¬E«%ö]¬S«7ö«*@ÅDS²7!öÅ–¬!«: Akibet, ikaba delildir; hadsen onu gösteriyor. Masiyetin ekseriya dünyada olan akibeti, bir emare-i hadsiyedir ki, cezasýnda bir ikab vardýr. Çünki herkes hususî bir tecrübe ile hadsen görüyor ki; hiçbir münasebet-i tabiiye olmadýðý halde, masiyet bir netice-i seyyieye müncer olur. Bu kadar kesret ve vüs'atle tesadüf olamaz. Eðer þu umum muhtelif tecrübeler nazara alýnýrsa görünür ki; nokta-i iþtirak yalnýz tabiat-ý masiyettir ki, cezayý istilzam ediyor. Demek ceza, masiyetin lâzým-ý zâtîsidir. Madem ki dünyada filcümle bu lâzým, sýrf tabiat-ý masiyet için terettüb ediyor. Elbette bu dârda terettüb etmiyen, baþka dârda terettüb edecektir. Acaba kim vardýr ki, küçücük bir tecrübe geçirmemiþ ve dememiþ ki: "Filan adam fenalýk etti, belasýný buldu. --- sh:»(STÝ:6) ----------------------------------------------------------------------------------------------- !x4«*@«Q«B¬7ö«u¬=@«A«5ö«:ö@®"xQ-ö²v6@«X²V«Q«%ö«: ÕÕÕ!:Ç(@«Q«B«4ö!:G«9@«Q«B«4ö!:h«6@«X«B¬7ö«ö!xÇ"@«E«B«4ö!x9«:@«Q«B«4ö!x4«*@«Q«B¬7ö²›«! Bir nefer takýmda, bölükte, taburda, fýrkada birer rabýtasý, birer vazifesi olduðu gibi; herkesin heyet-i içtimaiyede müteselsil revabýt ve vezaifi vardýr. Halita þeklinde gayr-ý muayyen olsa, tearüf ve teavün olmaz. Unsuriyetin intibahý ya müsbettir ki, þefkat-i cinsiye ile intiaþe gelir ki, tearüfle teavüne sebebdir. Veya menfîdir ki, hars-ý ýrkî ile intibaha gelir ki, tenakürle teanüdün sebebidir. Ýslâmiyet bunu reddeder. --- sh:»(STÝ:7) ----------------------------------------------------------------------------------------------- @«Z5²+¬*ö¬yÁV7!ö]«V«2öŬ!ö¬Œ²*«²!ö]¬4ö¯^Å"!«(ö²w¬8ö@«8«: Rýzk hayat kadar, kudret nazarýnda ehemmiyetlidir. Kudret çýkarýyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Kudret-i ezeliye dehþetli bir faaliyetle âlem-i kesifi, âlem-i latife kalb ve zerrat-ý kâinatý hayattan hissedar etmek için edna bir sebeb ile, bir bahane ile kemal-i ehemmiyetle hayatý verdiði gibi; ayný derece ehemmiyetle mebsuten mütenasib, rýzký dahi ihzar ediyor. Hayat, muhassal mazbuttur, görünür. Rýzýk gayr-ý muhassal, tedricî münteþirdir, düþündürür. Bir nokta-i nazarda denilebilir: Açlýktan ölmek yoktur. Zira þahm vesair surette iddihar olunan gýda bitmeden evvel ölüyor. Demek terk-i âdetten neþ'et eden maraz öldürür. Rýzýksýzlýk deðil. --- sh:»(STÝ:8) ----------------------------------------------------------------------------------------------- (*) –!«x«[«E²7!ö«]¬Z«7ö«œ«I¬'³²!ö«*!ÅG7!öÅ–¬!«: Küremiz hayvana benziyor. Âsâr-ý hayatý gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mýdýr? Veya bir mikrop, küre kadar büyüse, ona benzemiyecek mi? Hayatý varsa ruhu da vardýr. Ýnsan-ý ekber olan âlem, tazammun ettiði manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ý hayat gösteriyor ki; bir ceseddeki aza, ecza, zerrat izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârý gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse, yýldýzlarý zerrat ve cevahir-i ferde hükmüne geçse, o da bir hayvan-ý zîþuur olmayacak mýdýr?... Þu âyet dehþetli bir sýrrý telvih eder. Kesretin mebdei vahdettir, müntehasý da vahdettir. Bu bir düstur-u fýtrattýr. Kudret-i ezeliyenin feyz-i tecellisi ve eser-i ibdaý olan kâinattaki kuvvetten umum zerrata, (*): Hayat-ý hakikiye ancak âlem-i âhiretin hayatýdýr. Hem o âlem ayn-ý hayattýr. Hiçbir zerresi mevat deðildir. Demek dünyamýz da bir hayvandýr. --- sh:»(STÝ:9) ----------------------------------------------------------------------------------------------- herbir zerreye birer zerre-i cazibe halk ve ihsan ederek ve ondan kâinatýn rabýtasý olan müttehid, müstakil, muhassal cazibe-i umumiyeyi inþa ve icad etmiþtir. Nasýlki zerratta reþehat-ý kuvvet olan cazibelerin muhassalasý bir cazibe-i umumiye vardýr. O da kuvvetin ziyasýdýr. Ýzabesinden neþ'et eden bir istihale-i latifesidir. Kezalik kâinata serpilmiþ katarat ve lemaat-ý hayatýn dahi muhassalý bir hayat-ý umumiye var olmak gerektir. Hayat varsa ruh da vardýr. Öteki gibi münteha-i ruh, bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi hayat-ý ezeliyenin tecellisidir ki, lisan-ý tasavvufta hayat-ý sâriye tesmiye ederler. Ýþte ehl-i istiðrakýn iþtibahýnýn sebebi ve þatahatýn menþei: Þu zýlli, asla iltibas etmeleridir. «–:hQ²L«#ö«ö²w¬U´7«:ö°š@«[²&«!ö²u«"ö°€!«x²8«!ö¬yÁV7!ö¬u[¬A«,ö]¬4öu«B²T !x#@«8ö@«8ö°š@«[²&«!ö²vZÅ9«!ö«–:hQ²L« --- sh:»(STÝ:10) --------------------------------------------------------------------------------------------- Þehid kendini hayy bilir.(*) Feda ettiði hayatý sekeratý tatmadýðýndan gayr-ý münkatý' ve bâki görüyor. Yalnýz daha nezih olarak buluyor. Baþka meyyite nisbeti þuna benzer ki: Ýki adam rü'yada lezaizin enva'ýna câmi' bir bahçede geziyorlar. Biri rü'ya olduðunu bilir, ehemmiyet vermez. Diðeri ise yakaza bilir, hakikî mütelezziz olur. Âlem-i rü'ya, âlem-i misalin zýlli ve o da âlem-i berzahýn zýlli olduðundan, desatirleri mütemasildir. * * * @®Q[¬W«%ö«‰@ÅX7!ö«u«B«5ö@«WÅ9«@«U«4ö¬Œ²*«²!ö]¬4ö¯(@«,«4ö²:«!ö¯j²S«9ö¬h²[«R¬"ö@®,²S«9ö«u«B«5ö²w«8 @®Q[¬W«%ö«‰@ÅX7!ö@«[²&«!ö@«WÅ9«@«U«4ö@«;@«[²&«!ö²w«8«: Þu âyet haktýr. Akla münafî olamaz. Hakikattýr. Mücazefe, mübalaða içinde bulunamaz. Halbuki zahir düþündürür. BÝRÝNCÝ CÜMLE: Adalet-i mahzanýn en büyük düsturunu vaz'ediyor. Der ki: Bir masumun (*): Acib bir vakýa, þu manaya bana kat'î kanaat vermiþtir. --- sh:»(STÝ:11) --------------------------------------------------------------------------------------------- hayatý, kaný, hattâ umum beþer için olsa da heder olmaz. Ýkisi nazar-ý kudrette bir olduðu gibi, nazar-ý adalette de birdir. Cüz'iyatýn küllîye nisbeti bir olduðu gibi, hakkýn dahi mizan-ý adalete karþý ayný nisbettir. O nokta-i nazardan, hakkýn küçüðü büyüðü olamaz. Lâkin adalet-i izafiye cüz'ü külle feda eder. Fakat muhtar cüz'ün sarihan veya zýmnen ihtiyar ve rýza vermek þartýyla... (Ene)ler (nahnü)ye inkýlab edip, mezcî cemaat ruhu tevellüd ederek, külle feda olmak için ferd zýmnen rýzadade olabilir. Bazan (nur), (nar) göründüðü gibi þiddet-i belâgat da mübalaða görünür. Þurada nükte-i belâgat üç noktadan terekküb ediyor: Birincisi: Beþerin fýtratýndaki istidad-ý isyan ve tehevvür, gayr-ý mahdud olduðunu göstermektir. Hayra olduðu gibi, þerre dahi insanýn kabiliyeti nâmütenahî gibidir. Hodgâmlýk ile öyle insan olur ki, heves ve ihtirasýna mani herþeyi, hattâ elinden gelirse dünyayý harab ve nev'-i beþeri mahvetmek ister. Ýkincisi: Ýstidad-ý fýtrînin haricde derece-i kuvvetini izharla, mümkini vaki' suretinde göstererek, nefsi zecr edip -demek o damar, gadr ve isyan çekirdeði güya bilkuvveden bilfiile çýkýp, --- sh:»(STÝ:12) --------------------------------------------------------------------------------------------- imkânatý vukuata inkýlab ederek, müstaid olduðu semeratý verip, bir þecere-i zakkum suretinde hayalin nasb-ül aynýna vazeder- tâ matlub olan teneffür ve inzicarý, nefsin dibine kadar iþletilsin, irþadî belâgat böyle olur. Üçüncüsü: Kaziye-i mutlaka bazan külliye ve kaziye-i vaktiye-i münteþire bazan daime suretinde görünür. Halbuki bir ferd, bir zamanda hükme mazhar olsa, kaziyenin mantýkan sýdkýna kâfidir. Ehemmiyetli bir kemmiyet olsa, örfen dahi doðrudur. Nasýlki her mahiyette bazý hârikulâde efrad veya o nev'in nihayet derecede tekemmül etmiþ bir ferd veya her ferd için acib þeraite câmi' hârika bir zaman bulunur ki; sair efrad ve ezmine o ferde veya o zamana nisbeten, zerreler kadar küçücük balýklar balina balýðýna nisbeti gibidir. Bu sýrra binaen cümle-i ûlâ çendan zahiren külliye ise, fakat daime deðildir. Fakat beþere katlin zaman cihetiyle en müdhiþ ferdini nazara vaz'ediyor. Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batýrýr; bir gülle otuz milyonun mahvýna sebeb olur. Nasýlki oldu da... Öyle þerait tahtýnda olur ki, küçük bir hareket insaný a'lâ-yý illiyyîne çýkarýr. --- sh:»(STÝ:13) --------------------------------------------------------------------------------------------- Öyle hal olur ki; küçük bir fiil, insaný esfel-i safilîne indirir. Böyle kaziye-i mutlakada veya münteþire-i zamaniyede böyle haller, büyük bir nükte için nazara alýnýr. Böyle acib ferdler ve acib zamanlar ve haller mutlak, mübhem býrakýlýr. Meselâ: Ýnsanlarda (veli), cum'ada (dakika-i icabe), ramazanda (leyle-i kadir), esma-ül hüsnada (ism-i a'zam), ömürde (ecel) meçhul kaldýkça, sair efrad dahi kýymetdar kalýr, ehemmiyet verilir. Taayyün ettikçe, sairleri raðbetten düþer. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin seneye müreccahtýr. Zira vehim, ebediyete ihtimal verdiðinden mübhemde nefsi kandýrýr. Muayyende ise, yarýsý geçtikten sonra daraðacýna tedricen takarrüb gibidir. TENBÝH: Bazý âyât ve ehadîs vardýr ki; mutlakadýr, külliye telakki edilmiþ. Hem öyleler vardýr ki; münteþire-i muvakkatadýr, daime zannedilmiþ. Hem mukayyed var, âmm hesab edilmiþ. Meselâ: Demiþ bu þey küfürdür. Yani o sýfat imandan neþ'et etmemiþ, o sýfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfür etti denilir. Fakat --- sh:»(STÝ:14) --------------------------------------------------------------------------------------------- mevsufu ise masume ve imandan neþ'et ettikleri gibi, imanýn reþehatýna da haize olan baþka evsafa mâlik olduðundan, o zât kâfirdir denilmez. Ýllâ ki, o sýfat küfürden neþ'et ettiði yakînen biline. Zira baþka sebebden de neþ'et edebilir. Sýfatýn delaletinde (þekk) var. Ýmanýn vücudunda da (yakîn) var. Þekk ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cür'et edenler düþünsünler! ÝKÝNCÝ CÜMLE: @®Q[¬W«%ö«‰@ÅX7!ö@«[²&«!ö@«WÅ9«@«U«4ö@«;@«[²&«!ö²w«8ö²›«! Ýhya, mana-yý zahiriyy-i mecazî itibariyle, hasenenin gayr-ý mahdud tezauf düsturunu gösterir. Mana-yý aslî itibariyle halk ve icadda þirk ve iþtiraki, esasýyla (hedm) eden bir bürhana remizdir. Zira bu cümle ile beraber ¯?«G¬&!«:ö¯j²S«X«6öŬ!ö²vUC²Q«"ö«ö«:ö²vUT²V«'ö@«8ötarafeyndeki teþbih, iktidar manasýný ifham ettiðini dahi nazara alýnsa, mantýkan aks-i nakîz kaidesiyle istilzam ediyor ki, --- sh:»(STÝ:15) --------------------------------------------------------------------------------------------- @®Q[¬W«%ö¬‰@ÅX7!ö¬š@«[²&¬!ö]«V«2ö*¬G«B²T« demek iþareten delalet ediyor. Madem ki insanýn, mümkinatýn kudreti, bilbedahe semavatýn, küre-i arzýn halkýna, icadýna muktedir deðildir. Bir taþýn, hiçbir þeyin halkýna da muktedir olamaz. Demek arzý ve bütün nücum ve þümusu tesbih taneleri gibi kaldýracak, çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yý halk ve iddia-yý icad edemez. Sun'î tasarrufat-ý beþeriye ise, fýtratta câri olan nevamis-i Ýlahînin sereyanlarýný keþf ile, tevfik-i hareket edip, lehinde istimal etmektir. Ýþte bu derece bürhanda vuzuh, parlaklýk Kur'anýn rumuz-u i'cazýndandýr. Gelecek âyet bunu isbat edecektir. * * * ¯?«G¬&!«:ö¯j²S«X«6öŬ!ö²vUC²Q«"ö«ö«:ö²vUT²V«'ö@«8 Zira kudret zâtiyedir. Acz tahallül edemez. Melekûtiyete taalluk eder. Mevani' tedahül edemez. Nisbeti kanunîdir. Cüz ve küll, cüz'î ve küllî hükmüne geçer. --- sh:»(STÝ:16) --------------------------------------------------------------------------------------------- BÝRÝNCÝ NOKTA: Kudret-i ezeliye, Zât-ý Akdes'e lâzýme-i zaruriye-i naþie-i zâtiyedir. (Acz) zýddý olduðundan bizzarure, zaruriye-i zâtiye ile, zýddýnýn melzumu olan zâta ârýz olmaz. Madem zâta ârýz olamaz, kudrete bizzarure tahallül edemez. Madem ki tahallül edemez, kudrette meratib bizzarure olamaz. Zira meratibin vücudu, ezdadýn tedahülüyledir. Meselâ hararette meratib, bürudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahülüyledir. (Ve helümme cerran). Mümkinatta hakikî lüzum-u zâtî-i tabiî olmadýðýndan, kâinatta ezdad birbirine girebilmiþ. Meratib tevellüd edip, ihtilafat ile tegayyürat neþ'et etmiþtir. Madem ki kudrette meratib olamaz, makdurat dahi bizzarure kudrete nisbeti bir olur. En büyük, en küçüðe müsavi, zerrat yýldýzlara emsal olur. ÝKÝNCÝ NOKTA: Kâinatýn iki ciheti var, âyinenin iki vechi gibi. Biri mülk, biri melekûtiyet. Mülk ciheti ezdadýn cevelangâhýdýr. Hüsn kubh, hayr þer, sýgar kibr gibi umûrun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz'edilmiþ, ta dest-i kudret zahiren --- sh:»(STÝ:17) --------------------------------------------------------------------------------------------- umûr-u hasise ile mübaþir olmasýn. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiþ, vahdet öyle ister. Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka þeffafedir. Teþahhusat karýþmaz. O cihet vasýtasýz Hâlýk'a müteveccihtir. Terettübü, teselsülü yoktur. Ýlliyet ma'luliyet giremez. Ý'vicacatý yoktur. Avaik müdahale edemez. Zerre þemse kardeþ olur. Kudret hem basit, hem nâmütenahî, hem zâtî, mahall-i taalluk-u kudret hem vasýtasýz, hem lekesiz, hem isyansýzdýr. Büyük küçüðe tekebbürü, cemaat ferde rüchaný, küll cüz'e nisbeten kudrete karþý fazla nazlanmasý olamaz. ÜÇÜNCÜ NOKTA: ]«V²2«²!öu«C«W²7!ö¬yÁV¬7ö«:ö°š²z«-ö¬y¬V²C¬W«6ö«j²[«7 Temsil, tasviri teshil ettiðinden, temsilatla bu gamýz noktayý tefhime çalýþacaðýz. Meselâ: Þemsin feyz-i tecellisi olan timsali, deniz sathýnda, denizin katresinde ayný hüviyeti gösteriyor. Meselâ: Kâinat hailsiz þemse müteveccih olmak þartýyla, mütefavit cam parçalarýndan farzedilse, timsal-i þems zerrede, sath-ý --- sh:»(STÝ:18) --------------------------------------------------------------------------------------------- arzda, umumda müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz bir olur. Ýþte (þeffafiyet sýrrý). Meselâ: Noktalardan terekküb eden bir daire-i azîmin nokta-i merkeziyenin elinde bir (mum) ve muhitteki noktalarýn ellerinde birer (âyine) farzedilse, nokta-i merkeziyenin verdiði feyz, müzahametsiz tecezzisiz, tenakussuz nisbeti birdir. Ýþte (mukabele sýrrý). Meselâ: Hakikî bir mizanýn iki gözünde iki þems, iki yýldýz, iki dað, iki yumurta, iki cevher-i ferd hangisi bulunursa bulunsun, sarfolunacak ayný kuvvetle, hassas terazinin bir kefesi Süreyya'ya, bir kefesi seraya inebilir. Ýþte (müvazene sýrrý). Meselâ: En azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncaðýný çevirdiði gibi çevirir. Ýþte (intizamýn sýrrý). Meselâ: Bir mahiyet-i mücerrede bütün cüz'iyatýna en asgarýna, en ekberine yorulmadan, tenakus etmeden, tecezzisiz bir bakar. Mülk cihetindeki teþahhusat, hususiyat müdahale edip taðyir edemez. Ýþte (tecerrüdün sýrrý). Meselâ: Bir kumandan arþ emri ile bir neferi tahrik, bir orduyu tahrik eder. Ýþte (itaat sýrrý). --- sh:»(STÝ:19) --------------------------------------------------------------------------------------------- Zira herþeyin bir nokta-i kemali ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil, ihtiyaç; muzaaf ihtiyaç, aþk; muzaaf aþk, incizabdýr. Mahiyat-ý mümkinatýn mutlaka kemali, mutlak vücuddur. Hususî kemali, istidadatýný bilfiile çýkaran has vücuddur. Bütün kâinatýn (Kün) emrine itaatý, bir zerre neferin itaatý gibidir. (Kün) emr-i ezelîsine mümkinin itaat ve imtisalinde, meyil ve ihtiyaç ve þevk ve incizab mümtezic, mündemicdir. Nikat-ý selâse hususan üçüncü noktadaki esrar-ý sitte ile, mülk ve mümkin canibinde deðil, melekûtiyet ve kudret-i ezeliye cihetinde nazar edilse, istinkâra incirar eden istib'ad zâil ve nefs mutmainne olur. Þöyle: Madem ki kudret-i ezeliye gayr-ý mütenahiyedir, zâtiyedir, zaruriyedir. Herþeyin lekesiz, perdesiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir, ona mukabildir. Ýmkân itibariyle mütesavi, mütevazin-üt tarafeyndir. Þeriat-ý fýtriye-i kübra olan nizama muti'dir. Avaik ve hususiyat-ý mütenevviadan cihet-i melekûtiyet mücerreddir. Küll-ü a'zam, cüz'-ü asgara nisbeten, kudrete karþý ziyade nazlanmaz, mukavemet --- sh:»(STÝ:20) --------------------------------------------------------------------------------------------- etmez. Haþirde bütün zevil-ervah ihyasý, mevt-âlûd bir nevm ile kýþta uyuþmuþ bir sineði, baharda ihya ve in'aþýndan kudrete daha aðýr olamaz. Mezkûr üç nokta dikkat-i nazara alýnsa görünür ki; ¯?«G¬&!«:ö¯j²S«X«6öŬ!ö²vUC²Q«"ö«ö«:ö²vUT²V«'ö@«8ömübalaðasýz, mücazefesiz doðrudur, haktýr, hakikattýr. * * * ¬yÁV7!ö¬–:(ö²w¬8ö@®"@«"²*«!ö@®N²Q«"ö@«XN²Q«"ö²H¬FÅB« Binler nüktesinden bir nükte: Sofiye meþrebinden kat'-ý nazar, Ýslâmiyet vasýtayý red, delili kabul ve vesileyi nefiy, imamý isbat eder. Baþka din, vasýta kabul eder. Bu sýrra binaendir ki; hristiyanda servet ve rütbece yüksek olanlar, ziyade dindardýr. Ýslâmiyette avam ise, servet ve rütbece yüksek olanlardan ziyade dine merbuttur. Zira bir zîrütbe enaniyetli bir hristiyan, ne derece dinde mütesallib ise, o derece --- sh:»(STÝ:21) --------------------------------------------------------------------------------------------- mevkiini muhafaza ve enaniyeti okþar, kibrinde imtiyazýndan fedakârlýk etmez. Belki kazanýr. Bir müslim ne derece dine mütemessik ise, o derece kibrinden, gururundan hattâ izzet-i rütbîden fedakârlýk etmek gerekir. Öyle ise, kendini havas zanneden zalimlere, mazlumîn ve avamýn hücumu ile, Hristiyanlýk havassýn tahakkümüne yardým ettiðinden parçalanabilir. Ýslâmiyet ise dünyevî havastan ziyade avamýn malý olduðundan, esasat itibariyle müteessir olmamak gerektir. * * * ±¬]«E²7!ö«w¬8ö«a±¬[«W²7!ö‚¬h²F Pekçok desatir-i külliye ve bir kýsým desatir-i ekserîyi tazammun eder. Ferde, cemaate, nev'e, mesleðe þamildir. Yalnýz ekserî düsturlarýn mâsadakatýndan bir-iki misal zikredeceðiz: Lâkayd Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfýzîliðe dayandý. Hem zalime karþý miskinliði esas tutan Hristiyanlýk, --- sh:»(STÝ:22) --------------------------------------------------------------------------------------------- nihayet tecellüd; cebbarlýða ve zalime karþý cihad, izzet-i nefsi esas tutan Ýslâmiyet eyvah nihayet miskinlikte karar kýldý. Hem mebdei taassub derecesinde azimet olsa nihayeti müsaheleye, ruhsata tarafdarsa nihayeti salabete müncer olan bir kýsým Hanbelî, Hanefî gibi. Hattâ en garibi, bir kýsým mutaassýblar mesleklerinin zýddýna olarak, küffara karþý müsamaha, dostluk ve lâkayd Jönler husumet ve salabet tarafdarý çýktýlar. Güya mebde-i Hürriyetteki mevkilerini becayiþ ettiler. Ýki âlim; bazan nâkýsýn oðlu kâmil, kâmilin oðlu nâkýs oluyor. Güya bâkiye-i iþtihayý, þevki, tevarüsle velede geçiyor. Öteki kaza-i vatar ettiðinden, veledinde ilme karþý açlýk hissini uyandýrmýyor. Þu emsilelerdeki sýrr-ý düstur þudur: Beþerde meyl-i teceddüd var. Halef selefi kâmil görse, tezyid eylemese; meylinin tatminini baþka tarzda arar, bazan aks-ül amel yapar. --- sh:»(STÝ:23) --------------------------------------------------------------------------------------------- ›«h²'!ö«*²+¬:ö½?«*¬+!«:ö*¬i«#ö«ö«: Ýþte siyaset-i þahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-u Kur'anî. ®xZ«%ö@®8xV«1ö«–@«6öyÅ9¬! Ýþte mahiyet-i insaniyede dehþetli kabiliyet-i zulüm sýrrý þudur: Beþerde hayvanýn aksine olarak, kuvâ ve müyul fýtraten tahdid edilmemiþ. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehþetli meydan alýyor. Evet ene ve enaniyetin eþkal-i habisesi olan hodgâmlýk, hodbinlik, hodendiþlik, gurur ve inad, o meyle inzimam etse, öyle ekber-ül kebairi icad eder ki, daha beþer ona isim bulmamýþ. Cehennem'in lüzumuna delil olduðu gibi, cezasý da yalnýz Cehennem olabilir. Evvelâ: Þahýs itibariyle, bir þahýs çok evsafa câmi'dir. Onlarýn içinde bir sýfat adaveti celbetse, birinci âyetteki kanun-u Ýlahî iktiza eder ki, adavet o sýfata inhisar etsin; mecma-i evsaf-ý masume olan þahsýna yalnýz acýsýn ve tecavüz etmesin. --- sh:»(STÝ:24) --------------------------------------------------------------------------------------------- Halbuki o zalûm-u cehûl, tabiat-ý zalimane ile, bir cani sýfat için o evsaf-ý masumenin hakkýna da tecavüz edip, mevsufa da husumet; hattâ onda da iktifa etmiyor, akrabasýna da, hattâ meslekdaþýna da zulmünü teþmil eder. Bir þeyin müteaddid esbabý olduðundan, olabilir o cani sýfat da kalbin fesadýndan deðil, belki haric bir sebebin neticesidir. O halde sýfat caniye deðil, kâfire de olsa, o zât cani olamaz. Cemaat itibariyle görüyoruz ki: Bir þahs-ý muhteris, bir intikamýyla veya müntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiþ ki: "Ýslâm parçalanacak" veyahut "Hilafet mahvolacak." Sýrf o meþ'um sözünü doðru göstermek, gururiyetini, enaniyetini tatmin etmek için, Ýslâmýn periþaniyetini, (el'iyazü billah) uhuvvet-i Ýslâmiyenin boðulmasýný arzu eder. Hasmýn zulm-ü kâfiranesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister. Medeniyet-i hazýra itibariyle görüyoruz ki; þu medeniyet-i meþ'ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beþerin eline vermiþ ki, bütün mehasin-i medeniyeti sýfýra indiriyor. Melaike-i kiramýn ö«š@«8±¬G7!öt¬S²,« --- sh:»(STÝ:25) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte bir köyde bir hain bulunsa, o köyü masumeleriyle imha etmek veya bir cemaatte bir âsi bulunsa, o cemaati çoluk çocuðuyla ifna etmek veya Ayasofya gibi milyarlara deðer mukaddes bir binaya, kanun-u zalimanesine serfüru etmeyen birisi tahassun etse, o binayý harab etmek gibi, en dehþetli vahþetlere þu medeniyet fetva veriyor. Acaba bir adam, kardeþinin günahýyla hak nazarýnda mes'ul olmadýðý halde, nasýl oluyor ki, bir karyenin veya bir cemaatin binlerle masumlarý, hiçbir zaman fena tabiatlý ihtilalciden hâlî kalmayan bir þehirde veya bir mahallede bulunan bir serkeþ adamýn isyanýyla, hiç münasebet olmadýðý halde, o masumlar mes'ul, belki ifna ediliyor. --- sh:»(STÝ:26) --------------------------------------------------------------------------------------------- !x5Åh«S«#ö«ö«:ö@®Q[¬W«%ö¬yÁV7!ö¬u²A«E¬"ö!xW¬M«B²2!ö«: «w[¬TÅBW²V¬7ö›®G;ö¬y[¬4ö«`² Kur'anýn Hâkimiyet-i Mutlakasý Ümmet-i Ýslâmiyenin ahkâm-ý diniyede gösterdiði teseyyüb ve ihmalin bence en mühim sebebi þudur: Erkân ve ahkâm-ý zaruriye ki, yüzde doksandýr. Bizzât Kur'anýn ve Kur'anýn tefsiri mahiyetinde olan sünnetin malýdýr. Ýçtihadî olan mesail-i hilafiye ise, yüzde on nisbetindedir. Kýymetçe mesail-i hilafiye ile erkân ve ahkâm-ý zaruriye arasýnda azîm tefavüt vardýr. Mes'ele-i içtihadiye altun ise, öteki birer elmas sütundur. Acaba doksan elmas sütunu, on altunun himayesine vermek, mezcedip tâbi kýlmak caiz midir? Cumhuru, bürhandan ziyade me'hazdeki kudsiyet imtisale sevkeder. Müçtehidînin kitablarý vesile gibi, cam gibi Kur'aný göstermeli, yoksa vekil, gölge olmamalý. Mantýkça mukarrerdir ki; zihin, melzumdan tebaî olarak lâzýma intikal eder ve lâzýmýn lâzýmýna tabiî olarak etmez. Etse de, ikinci bir teveccüh ve kasd ile eder. Bu ise, gayr-ý tabiîdir. --- sh:»(STÝ:27) --------------------------------------------------------------------------------------------- Meselâ; hükmün me'hazý olan þeriat kitablarý melzum gibidir. Delili olan Kur'an ise, lâzýmdýr. Muharrik-i vicdan olan kudsiyet, lâzýmýn lâzýmýdýr. Cumhurun nazarý kitablara temerküz ettiðinden, yalnýz hayal meyal lâzýmý tahattur eder. Lâzýmýn lâzýmýný, nadiren tasavvur eder. Bu cihetle vicdan lâkaydlýða alýþýr, cümudet peyda eder. Eðer zaruriyat-ý diniyede doðrudan doðruya Kur'an gösterilse idi, zihin tabiî olarak müþevvik-i imtisal ve mûkýz-ý vicdan ve lâzým-ý zâtî olan "kudsiyet"e intikal ederdi. Ve bu suretle kalbe meleke-i hassasiyet gelerek, imanýn ihtaratýna karþý asamm kalmazdý. Demek þeriat kitablarý, birer þeffaf cam mahiyetinde olmak lâzým gelirken, mürur-u zamanla mukallidlerin hatasý yüzünden paslanýp, hicab olmuþlardýr. Evet bu kitablar, Kur'ana tefsir olmak lâzým iken, baþlý baþýna tasnifat hükmüne geçmiþlerdir. Hacat-ý diniyede cumhurun enzarýný doðrudan doðruya, cazibe-i i'caz ile revnekdar ve kudsiyetle haledar ve daima iman vasýtasýyla vicdaný ihtizaza getiren hitab-ý ezelînin timsali bulunan Kur'ana çevirmek üç tarîkledir: --- sh:»(STÝ:28) --------------------------------------------------------------------------------------------- 1- Ya müellifînin bihakkýn lâyýk olduklarý derin bir hürmeti, emniyeti tenkid ile kýrýp, o hicabý izale etmektir. Bu ise tehlikelidir, insafsýzlýktýr, zulümdür. 2- Yahut tedricî bir terbiye-i mahsusa ile kütüb-ü þeriatý þeffaf birer tefsir suretine çevirip, içinde Kur'aný göstermektir. Selef-i müçtehidînin kitablarý gibi; "Muvatta", "Fýkh-ý Ekber" gibi. Meselâ: Bir adam Ýbn-i Hacer'e nazar ettiði vakit, Kur'aný anlamak ve Kur'anýn ne dediðini öðrenmek maksadýyla nazar etmeli. Yoksa Ýbn-i Hacer'in ne dediðini anlamak maksadýyla deðil. Bu ikinci tarîk de zamana muhtaçtýr. 3- Yahut cumhurun nazarýný, ehl-i tarîkatýn yaptýðý gibi, o hicabýn fevkine çýkararak üstünde Kur'aný gösterip, Kur'anýn hâlis malýný yalnýz ondan istemek ve bilvasýta olan ahkâmý vasýtadan aramaktýr. Bir âlim-i þeriatýn vaazýna nisbeten, bir tarîkat þeyhinin vaazýndaki olan halâvet ve cazibiyet bu sýrdan neþ'et eder. Umûr-u mukarreredendir ki; efkâr-ý âmmenin birþeye verdiði mükâfat, gösterdiði raðbet ve teveccüh ekseriya o þeyin kemaline nisbeten deðildir, belki ona derece-i ihtiyaç nisbetindedir. Bir saatçýnýn bir allâmeden ziyade ücret almasý bunu teyid eder. --- sh:»(STÝ:29) --------------------------------------------------------------------------------------------- Eðer cemaat-ý Ýslâmiyenin hacat-ý zaruriye-i diniyesi bizzât Kur'ana müteveccih olsa idi, o Kitab-ý Mübin, milyonlarca kitablara taksim olunan raðbetten daha þedid bir raðbete, ihtiyaç neticesi olan bir teveccühe mazhar olur. Ve bu suretle nüfus üzerinde bütün manasýyla hâkim ve nafiz olurdu. Yalnýz tilavetiyle teberrük olunan bir mübarek derecesinde kalmazdý. Bununla beraber zaruriyat-ý diniyeyi, mesail-i cüz'iye-i fer'iye-i hilafiye ile mezcedip, ona tabi gibi kýlmakta, büyük bir hatar vardýr. Zira "Musavvibe"nin(*) muhalifi olan "Tahtieci"lerden biri der ki: "Mezhebim haktýr, hata ihtimali var. Baþka mezheb hatadýr, savaba ihtimali var." Halbuki cumhur-u avam, mezhebde imtizac etmiþ olan zaruriyatý, nazariyat-ý içtihadiyeden vazýhan temyiz etmediðinden, sehven veya vehmen Tahtie'yi filcümle teþmil edebilir. Bu ise, hatar-ý azîmdir. Bence Tahtieci hubb-u nefisten neþ'et eden, inhisar-ý zihniyet illetiyle ma'luldür. Ve Kur'anýn câmiiyetinden ve umum tabakat-ý beþere þümul-ü hitabýndan gafletle mes'uldür. (*): Dört mezheb de haktýr. Füruatta hak taaddüd eder diyenlere, ilm-i usûl ýstýlahýnca "Musavvibe" denir. --- sh:»(STÝ:30) --------------------------------------------------------------------------------------------- Hem Tahtiecilik fikri, sû'-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaý olduðundan, Ýslâmda lâzým olan tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulûb, tahabüb ve teavüne büyük rahneler açmýþtýr. Halbuki hüsn-ü zanla, muhabbet ve vahdetle memuruz. Bu mes'eleyi yazdýktan biraz zaman sonra, bir gece rü'yada Cenab-ý Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimizi gördüm. Bir medresede huzur-u saadette bulunuyordum. Cenab-ý Peygamber bana Kur'andan ders vereceklerdi. Kur'aný getirdikleri sýrada, Hazret-i Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz, Kur'ana ihtiramen kýyam buyurdular. O dakikada þu kýyamýn, ümmeti irþad için olduðu birden hatýrýma geldi. Bilâhere bu rü'yayý, suleha-yý ümmetten bir zâta hikâye ettim. Þu suretle tabir etti: "Bu büyük bir iþaret ve beþarettir ki, Kur'an-ý Azîmüþþan lâyýk olduðu mevki-i muallâyý bütün cihanda ihraz edecektir." --- sh:»(STÝ:31) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬h²8«²!ö]¬4ö²v;²*¬:@«-ö«:ö*ö²vZ«X²[«"ö›«*x-ö²v;h²8«!ö«: (*) Tarih bize gösteriyor ki, Ýslâm ne derece dine temessük etmiþ ise terakki etmiþ, ne vakit dinde za'f göstermiþ ise tedenni etmiþtir. Baþka dinde bilakis kuvveti zamanýnda vahþet, za'fý zamanýnda temeddün hasýl olmuþtur. Cumhur-u enbiyanýn þarkta bi'seti, kader-i ezelînin bir remzidir ki, þarkýn hissiyatýna hâkim dindir. Bugün âlem-i Ýslâmdaki tezahürat da gösteriyor ki, âlem-i Ýslâmý uyandýracak, þu mezelletten kurtaracak yine o histir. Hem de sabit oldu ki, bu devlet-i Ýslâmiyeyi bütün öldürücü müsademata raðmen, yine o his muhafaza etmiþtir. Bu hususta garba nisbetle ayrý bir hususiyete mâlikiz. Onlara kýyas edilemeyiz. Saltanat ve hilafet gayr-ý münfekk, müttehid-i bizzâttýr. Cihet muhteliftir. Binaenaleyh (*): Bidayet-i Hürriyette þu fikri jöntürklere teklif ettim, kabul etmediler. Oniki sene sonra tekrar teklif ettim, kabul ettiler. Lâkin meclis feshedildi. Þimdi âlem-i Ýslâmýn mütemerkiz noktasýna tekrar arzediyorum. --- sh:»(STÝ:32) --------------------------------------------------------------------------------------------- bizim padiþahýmýz, hem sultandýr, hem halifedir ve âlem-i Ýslâmýn bayraðýdýr. Saltanat itibariyle otuz milyona nezaret ettiði gibi, hilafet itibariyle üçyüz milyonun mabeynindeki rabýta-i nuraniyenin ma'kes ve istinadgâhý ve mededkârý olmak gerektir. Saltanatý sadaret, hilafeti meþihat temsil eder. Sadaret üç mühim þûraya bizzât istinad ediyor, yine kifayet etmiyor. Halbuki böyle inceleþmiþ ve çoðalmýþ münasebat içinde, içtihadattaki müdhiþ fevza, efkâr-ý Ýslâmiyedeki teþettüt, fasid medeniyetin tedahülüyle ahlâktaki müdhiþ tedenni ile beraber, Meþihat cenahý bir þahsýn içtihadýna terkedilmiþ. Ferd tesirat-ý hariciyeye karþý daha az mukavimdir. Tesirat-ý hariciyeye kapýlmakla, çok ahkâm-ý diniye feda edildi. Hem nasýl oluyor ki, umûrun besateti ve taklid ve teslim câri olduðu zamanda, velev ki intizamsýz olsun, yine Meþihat bir þûraya, lâakal Kadýaskerler gibi mühim þahsiyetlere istinad ederdi. Þimdi iþ besatetten çýkmýþ, taklid ve ittiba gevþemiþ olduðu halde, bir þahýs nasýl kifayet eder. Zaman gösterdi ki, hilafeti temsil eden þu Meþihat-ý Ýslâmiye, yalnýz Ýstanbul ve Osmanlýlara --- sh:»(STÝ:33) --------------------------------------------------------------------------------------------- mahsus deðildir. Umum Ýslâma þamil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, deðil koca âlem-i Ýslâmýn, belki yalnýz Ýstanbul'un irþadýna da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i Ýslâm ona itimad edebilsin. Hem menba', hem ma'kes vaziyetini alsýn. Âlem-i Ýslâma karþý vazife-i diniyesini hakkýyla îfa edebilsin. Eski zamanda deðiliz. Eskiden hâkim bir þahs-ý vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir þahýs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta'dil ederdi. Þimdi ise, zaman cemaat zamanýdýr. Hâkim, ruh-u cemaatten çýkmýþ az mütehassis, saðýrca, metin bir þahs-ý manevîdir ki, þûralar o ruhu temsil eder. Þöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir þûra-yý âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir þahs-ý manevî olmak gerektir. Ta ki, sözünü ona iþittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sýrat-ý müstakime sevkedebilsin. Yoksa ferd dâhî de olsa, cemaatin ferd-i manevîsine karþý sivrisinek kadar kalýr. Þu mühim mevki böyle sönük kalmakla, Ýslâmýn ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz býrakýyor. --- sh:»(STÝ:34) --------------------------------------------------------------------------------------------- Hattâ diyebiliriz, þimdiki za'f-ý diyanet ve þeair-i Ýslâmiyetteki lâkaydlýk ve içtihadattaki fevza, Meþihat'ýn za'fýndan ve sönük olmasýndan meydan almýþtýr. Çünki haricde bir adam re'yini, ferdiyete istinad eden Meþihat'a karþý muhafaza edebilir. Fakat böyle bir þûraya istinad eden bir Þeyhülislâm'ýn sözü, en büyük bir dâhîyi de ya içtihadýndan vazgeçirir, ya o içtihadý ona münhasýr býrakýr. Her müstaid çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadý o vakit düstur-ul amel olur ki, bir nevi icma' veya cumhurun tasdikine iktiran eder. Böyle bir Þeyhülislâm manen bu sýrra mazhar olur. Þeriat-ý Garra'da daima icma' ve re'y-i cumhur, medar-ý fetva olduðu gibi, þimdi de fevza-i ârâ için, böyle bir faysala lüzum-u kat'î vardýr. Sadaret, Meþihat iki cenahtýr. Þu devlet-i Ýslâmiyenin bu iki cenahý mütesavi olmazsa ileri gidilmez. Gidilse de, böyle bir medeniyet-i faside için mukaddesatýndan insilah eder. Ýhtiyaç her iþin üstadýdýr. Þöyle bir þûraya ihtiyaç þediddir. Merkez-i hilafette tesis olunmazsa, bizzarure baþka bir yerde teþekkül edecektir. --- sh:»(STÝ:35) --------------------------------------------------------------------------------------------- Bu þûranýn bazý mukaddematý olan cemaat-ý Ýslâmiye teþkilatý ve evkafýn Meþihat'a ilhaký gibi umûrun daha evvel tahakkuku münasib ise de, baþtan baþlansa, sonra mukaddemat ihzar edilse yine maksad hasýl olur. Daire-i intihabiyeleri hem mahdud, hem muhtelit olan a'yan ve meb'usanýn vazife-i resmiyeleri itibariyle bilvasýta ve dolayýsýyla bu iþe tesiri olabilir. Halbuki vasýtasýz, doðrudan doðruya bu vazife-i uzmayý deruhde edecek hâlis Ýslâm bir þûra lâzýmdýr. Bir þey mâ-vudia-lehinde istihdam edilmezse, atalete uðrar, matlub eseri göstermez. Binaenaleyh mühim bir maksad için tesis edilen Dâr-ül Hikmet-il Ýslâmiyeyi, þimdiki âdi bir komisyon derecesinden çýkarýp, Meþihat'taki devairin rüesasýyla beraber þûranýn aza-yý tabiiyesi addetmek ve haricdeki âlem-i Ýslâmdan, þimdilik onbeþ-yirmi kadar, Ýslâmýn dinen, ahlâken itimadýný kazanmýþ müntehab ülemasýný celbeylemek, bu mes'ele-i uzmanýn esasýný teþkil eder. Vehham olmamalýyýz. Korkmakla din rüþvet verilmez. Dinin za'fiyeti bahanesine olan --- sh:»(STÝ:36) --------------------------------------------------------------------------------------------- müzahref medeniyete lanet. Havf ve za'f, tesirat-ý hariciyeyi teþci' eder. Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez. s[¬4²xÅB7!ö¬yÁV7!ö«w¬8ö«: * * * Rü'yada bir hitabe Meali ve hatýrda kalan elfazý aynendir. 335 senesi eylülünde, dehrin hâdisatý verdiði ye's ile þiddetle muzdarib idim. Þu kesif zulmet içinde bir nur arýyordum. Manen rü'ya olan yakazada bulamadým. Hakikaten yakaza olan rü'ya-yý sadýkada bir ziya gördüm. Tafsilatý terk ile, yalnýz bana söylettirilmiþ noktalarý kaydedeceðim. Þöyle ki: Bir cum'a gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi: –Mukadderat-ý Ýslâm için teþekkül eden bir meclis-i muhteþem, seni istiyor. --- sh:»(STÝ:37) --------------------------------------------------------------------------------------------- Gittim gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediðim, selef-i sâlihînden ve a'sarýn meb'uslarýndan her asrýn meb'uslarý içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab ettim, kapýda durdum. Onlardan bir zât dedi ki: –Ey felâket, helâket asrýnýn adamý, senin de re'yin var, fikrini beyan et! Ayakta durup dedim: –Sorun cevab vereyim. Biri dedi: –Bu maðlubiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu? Dedim: –Musibet þerr-i mahz olmadýðý için, bazan saadette felâket olduðu gibi, felâketten dahi saadet çýkar. Eskiden beri i'la-yý kelimetullah ve beka-yý istiklaliyet-i Ýslâm için farz-ý kifaye-i cihadý deruhde ile, kendini yek-vücud olan âlem-i Ýslâma fedaya vazifedar ve hilafete bayrakdar görmüþ olan bu devlet-i Ýslâmiyenin felâketi, âlem-i Ýslâmýn saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. --- sh:»(STÝ:38) --------------------------------------------------------------------------------------------- Zira þu musibet, maye-i hayatýmýz ve âb-ý hayatýmýz olan uhuvvet-i Ýslâmiyenin inkiþaf ve ihtizazýný hârikulâde ta'cil etti. Biz incinir iken, âlem-i Ýslâm aðlýyor. Avrupa ziyade incitse, baðýracaktýr. Þayet ölsek, yirmi öleceðiz, üçyüz dirileceðiz. Hârikalar asrýndayýz. Ýki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz maðlubiyetle bir saadet-i âcile-i (¬¶y«V¬%@«2) muvakkata kaybettik; fakat bir saadet-i âcile-i (¬¶y«V¬%³~) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz'î ve mütehavvil ve mahdud olan hali, geniþ istikbal ile mübadele eden kazanýr. Birden meclis tarafýndan denildi: –Ýzah et! Dedim: –Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ý beþer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beþer esir olmak istemediði gibi, ecîr olmak da istemez. Galib olsa idik, hasmýmýz ve düþmanýmýz elindeki cereyan-ý müstebidaneye belki daha þedidane kapýlacak idik. Halbuki o cereyan hem --- sh:»(STÝ:39) --------------------------------------------------------------------------------------------- zalimane, hem tabiat-ý âlem-i Ýslâma münafî, hem ehl-i imanýn ekseriyet-i mutlakasýnýn menfaatine mübayin, hem ömrü kýsa, parçalanmaya namzeddir. Eðer ona yapýþsa idik, âlem-i Ýslâmý fýtratýna tabiatýna muhalif bir yola sürükleyecek idik. Þu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnýz zarar gördük. Ve nazar-ý þeriatta merdud ve seyyiatý hasenatýna galebe ettiðinden; maslahat-ý beþer fetvasýyla mensuh ve intibah-ý beþerle mahkûm-u inkýraz, sefih, mütemerrid, gaddar, manen vahþi bir medeniyetin himayesini Asya'da deruhde edecek idik. Meclisten biri dedi: –Neden Þeriat þu medeniyeti(*) reddeder? (*): Bizim muradýmýz medeniyetin mehasini ve beþere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahlarý, seyyiatlarý deðil ki; ahmaklar o seyyiatlarý, o sefahetleri mehasin zannedip, taklid edip malýmýzý harab ettiler. Medeniyetin günahlarý iyiliklerine galebe edip seyyiatý hasenatýna racih gelmekle, beþer iki harb-i umumî ile iki dehþetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaþtýrdý. Ýnþâallah istikbaldeki Ýslâmiyet'in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek. --- sh:»(STÝ:40) --------------------------------------------------------------------------------------------- Dedim: –Çünki beþ menfî esas üzerine teessüs etmiþtir. Nokta-i istinadý kuvvettir. O ise þe'ni, tecavüzdür. Hedef-i kasdý, menfaattýr. O ise þe'ni, tezahümdür. Hayatta düsturu cidaldir. O ise þe'ni, tenazu'dur. Kitleler mabeynindeki rabýtasý, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise þe'ni, böyle müdhiþ tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teþci' ve arzularýný tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise þe'ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanýn mesh-i manevîsine sebeb olmaktýr. Bu medenîlerden çoðu, eðer içi dýþýna çevrilse kurt, ayý, yýlan, hýnzýr, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. Ýþte onun için bu medeniyet-i hazýra, beþerin yüzde seksenini meþakkate þekavete atmýþ; onunu mümevveh saadete çýkarmýþ, diðer onu da beyne-beyne býrakmýþ. Saadet odur ki, külle ya eksere saadet ola. Bu ise ekall-i kalilindir. Nev-i beþere rahmet olan Kur'an ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun --- sh:»(STÝ:41) --------------------------------------------------------------------------------------------- eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevanýn tahakkümüyle, havaic-i gayr-ý zaruriye havaic-i zaruriye hükmüne geçmiþlerdir. Bedâvette bir adam dört þeye muhtaç iken, medeniyet yüz þeye muhtaç ve fakir etmiþtir. Sa'y masrafa kâfi gelmediðinden hileye harama sevketmekle, ahlâkýn esasýný þu noktadan ifsad etmiþtir. Cemaate nev'e verdiði servet haþmete bedel, ferdi þahsý fakir, ahlâksýz etmiþtir. Kurûn-u ûlânýn mecmu-u vahþetini bu medeniyet bir defada kustu! Âlem-i Ýslâm'ýn þu medeniyete karþý istinkâfý ve soðuk davranmasý ve kabulde ýzdýrabý cây-ý dikkattir. Zira istiðna ve istiklaliyet hassasýyla mümtaz olan þeriattaki Ýlahî hidayet, Roma felsefesinin dehasýyla aþýlanmaz, imtizac etmez, bel' olunmaz, tabi' olmaz. Bir asýldan tev'em olarak neþ'et eden eski Roma ve Yunan iki dehalarý; su ve yað gibi mürur-u a'sar ve medeniyet ve Hristiyanlýðýn temzicine raðmen, yine istiklallerini muhafaza, âdeta tenasühle o iki ruh þimdi de baþka þekillerde yaþýyorlar. Onlar tev'em ve esbab-ý --- sh:»(STÝ:42) --------------------------------------------------------------------------------------------- temzic varken imtizac olunmazsa, þeriatýn ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esasý olan Roma dehasýyla hiçbir vakit mezcolunmaz, bel' olunmaz... Dediler: –Þeriat-ý Garra'daki medeniyet nasýldýr? Dedim: –Þeriat-ý Ahmediye'nin (A.S.M) tazammun ettiði ve emrettiði medeniyet ise ki, medeniyet-i hazýranýn inkiþaýndan inkiþaf edecektir. Onun menfî esaslarý yerine müsbet esaslar vaz'eder. Ýþte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktýr ki, þe'ni adalet ve tevazündür. Hedef de menfaat yerine fazilettir ki, þe'ni muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabýta-i dinî, vatanî, sýnýfîdir ki, þe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karþý yalnýz tedafü'dür. Hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki, þe'ni ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadýr ki, þe'ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevayý tahdid eder, nefsin --- sh:»(STÝ:43) --------------------------------------------------------------------------------------------- hevesat-ý süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ý ulviyesini tatmin eder. Demek biz maðlubiyetle ikinci cereyana takýldýk ki, mazlumlarýn ve cumhurun cereyanýdýr. Baþkalarýndan yüzde seksen fakir ve mazlumsa; Ýslâmdan doksan, belki doksanbeþtir. Âlem-i Ýslâm þu ikinci cereyana karþý lâkayd veya muarýz kalmakla, hem istinadsýz hem bütün emeðini heder hem onun istilasýyla istihaleye maruz kalmaktan ise, âkýlane davranýp onu Ýslâmî bir tarza çevirip kendine hâdim kýlmaktýr. Zira düþmanýn düþmaný, düþman kaldýkça dosttur. Nasýlki düþmanýn dostu, dost kaldýkça düþmandýr. Þu iki cereyan birbirine zýd, hedefleri zýd, menfaatleri zýd olduðundan; birincisi dese "Öl!", diðeri diyecek "Diril!". Birinin menfaatý, zarar - ihtilaf - tedenni - za'f - uyumamýzý istilzam ettiði gibi; ötekinin menfaatý dahi, kuvvetimizi - ittihadýmýzý bizzarure iktiza eder. Þark husumeti, Ýslâm inkiþafýný boðuyor idi; zâil oldu ve olmalý. Garb husumeti, Ýslâm'ýn ittihadýna, uhuvvetin inkiþafýna en müessir sebebdir, bâki kalmalý. Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. --- sh:»(STÝ:44) --------------------------------------------------------------------------------------------- Dediler: –Evet ümidvar olunuz, þu istikbal inkýlabý içinde en yüksek gür sadâ, Ýslâmýn sadâsý olacaktýr!.. Tekrar biri sordu: –Musibet cinayetin neticesi, mükâfatýn mukaddemesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdirdiniz ki, þu musibetle hükmetti. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasýna terettüb eder. Hazýrda mükâfatýnýz nedir? Dedim: –Mukaddemesi, üç mühim erkân-ý Ýslâmiyedeki ihmalimizdir: Salât, savm, zekat. Zira yirmidört saattan yalnýz bir saatý, beþ namaz için Hâlýk Teâlâ bizden istedi. Tenbellik ettik. Beþ sene yirmidört saat talim, meþakkat, tahrik ile bir nevi namaz kýldýrdý. Hem senede yalnýz bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acýdýk. Keffareten beþ sene oruç tutturdu. On'dan, kýrktan yalnýz biri, ihsan ettiði maldan zekat --- sh:»(STÝ:45) --------------------------------------------------------------------------------------------- Mükâfat-ý hazýramýz ise; fâsýk, günahkâr bir milletten humsu olan dört milyonu velayet derecesine çýkardý; gazilik, þehadetlik verdi. Müþterek hatadan neþ'et eden müþterek musibet, mazi günahýný sildi. Yine biri dedi: –Bir âmir, hata ile felâkete atmýþ ise? Dedim: –Musibetzede mükâfat ister. Ya âmir-i hatadarýn hasenatý verilecektir (o ise hiç hükmünde) veya hazine-i gayb verecektir. Hazine-i gaybda böyle iþlerdeki mükâfatý ise, derece-i þehadet ve gaziliktir. Baktým meclis istihsan etti. Heyecanýmdan uyandým. Terli, elpençe yatakta oturmuþ kendimi buldum. Gece böyle geçti. Ayný gün pür-ümid, baþka ve dünyevî bir meclise gittim. Dünyevîler dediler: –Neden geldin geleli siyasete karýþmýyorsun? Dedim: ¬^«,@«[±¬,7!ö«:ö¬–@«O²[ÅL7!ö«w¬8ö¬yÁV7@¬"ö)x2«! --- sh:»(STÝ:46) --------------------------------------------------------------------------------------------- Evet Ýstanbul siyaseti Ýspanyol gibi bir hastalýktýr. Fikri hezeyanlaþtýrýr. Biz müteharrik-i bizzât deðiliz. Bilvasýta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder. Biz kendimizden hayal edip, esammane tahribimizde eser-i telkini icra ederiz. Mademki menba' Avrupa'dadýr. Gelen cereyan, ya menfî veya müsbettir. Menfîye kapýlan, harf gibi ¬˜¬h²[«3ö¬j²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÅÄ«(öyahud ¬y¬,²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÇÄG« --- sh:»(STÝ:47) --------------------------------------------------------------------------------------------- Diðer müsbet cereyan ise ki, dâhilden muvafýk þeklini giyer. Ýsim gibi, ¬y¬,²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÅÄ«(ödir. Hareketi kendinedir. Tebaî haricedir. Lâzým-ý mezheb mezheb olmadýðýndan, belki muahez deðil. Bahusus iki cihetle kuvveti, haric cereyanýn müsbet ve za'fýna inzimam etse, harici kendine âlet-i lâyeþ'ur edebilir. Dediler: –Dinsizliði görmüyorsun, meydan alýyor. Din namýna meydana çýkmak lâzým. –Evet lâzýmdýr. Fakat kat'î bir þart ile ki, muharriki aþk-ý Ýslâmiyet ve hamiyet-i diniye olmalý. Eðer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birincisi hata da etse, belki ma'fuvdur. Ýkincisi isabet de etse, mes'uldür. Denildi: –Nasýl anlarýz? --- sh:»(STÝ:48) --------------------------------------------------------------------------------------------- Dedim: –Kim fâsýk siyasetdaþýný, mütedeyyin muhalifine, sû'-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mal-ý mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslekdaþlarýna daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhdarlýk meyli uyandýrmakla nazardan düþürmek ise, muharriki tarafgirliktir. Meselâ: Ýki adam döðüþürler. Biri, zaîf düþeceðini hissederken, elindeki Kur'an'ý kavîye uzatmakla himayesini davet edip, kavî bir ele vermek lâzýmdýr. Tâ beraber çamura düþmesin. Kur'an'a muhabbetini, hürmetini göstersin. Kur'an'ý, Kur'an olduðu için sevsin. Eðer kavînin karþýsýna siper etse, himayet damarýný tahrik etmeye bedel, hiddetini celbeder. Kur'an'ý kavî bir hâdimden mahrum býrakmakla, zaîf bir elde beraber yere düþerse o, Kur'an'ý kendi nefsi için sever demektir. Evet dine imale etmek ve iltizama teþvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtar etmekle dine hizmet olur. Yoksa dinsizsiniz dese, onlarý tecavüze sevketmektir. Din dâhilde menfî tarzda --- sh:»(STÝ:49) --------------------------------------------------------------------------------------------- istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zât, menfî siyaset namýna istifade edildi zannýyla, þeriata gelen tecavüzü gördünüz. Acaba þimdiki menfî siyasetçilerin fetvalarýndan istifade edecek kimdir, bilir misin? Bence Ýslâmýn en þedid hasmýdýr ki, hançerini Ýslâmýn ciðerine saplamýþtýr. Dediler: –Ýttihad'a þedid bir muarýz idin. Neden þimdi sükût ediyorsun? Dedim: –Düþmanlarýn onlara þiddet-i hücumundan. Düþmanýn hedef-i hücumu, onlarýn hasenesi olan azm ü sebattýr ve Ýslâmiyet düþmanýna vasýta-i tesmim olmaktan feragatýdýr. Bence yol ikidir: Mizanýn iki kefesi gibi; birinin hýffeti, ötekinin sýkletine geçer. Ben tokadýmý, Antrik ile beraber Enver'e, Venizelos ile beraber Said Hilmi'ye vurmam. Nazarýmda, vuran da sefildir. Dediler: –Fýrkacýlýk lâzým-ý meþrutiyettir. Dedim: –Bizdekilerde hutut-u efkâr, telaki için mütemayilen imtidada bedel, münharifen gittiðinden --- sh:»(STÝ:50) --------------------------------------------------------------------------------------------- nokta-i telaki vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücud, adem gibi; birinin vücudu ötekinin ademini ister. Ýnad bazan müfrit fýrka mutaassýblara, dalal ve bâtýlý iltizam ettirir. Þeytan birisine yardým etse, melek der, rahmet okutur. Ötekinde melek görse, libasýný deðiþtirmiþtir der, lanet eder. Sû'-i zan ve hüsn-ü zan nazarýyla dûrbînin iki tarafý gibi leh aleyhdar, vâhî emareyi bürhan, bürhaný vâhî emare görür. Ýþte þu zulümdür, °•xV«P«7ö«–@«,²9¬²!öÅ–¬!ösýrrýný gösterir. Zira hayvanýn aksine olarak kuvâ ve meyilleri fýtraten tahdid edilmemiþ, meyl-i zulüm hadsizdir. Lâsiyyema enenin eþkal-i habisesi olan hodgamlýk, hodfikirlik, hodbinlik, hodendiþlik, gurur ve inad o meyle inzimam etse, öyle ekber-ül kebairi icad eder ki, daha beþer ona isim bulmamýþ. Cehennem'in lüzumuna delil olduðu gibi, cezasý da yalnýz Cehennem olabilir. Meselâ: Birisinin bir sýfatýndan darýlsa, mecma-i evsaf-ý masume olan þahsýna, hattâ --- sh:»(STÝ:51) --------------------------------------------------------------------------------------------- ehibbasýna, hattâ meslekdaþýna zulmünü teþmil eder, ›«h²'!ö«*²+¬:ö½?«*¬+!«:ö*¬i«#ö«ö«:öya karþý temerrüd eder. Meselâ: Muhteris bir intikam veya müntakim bir hilafýyla bir kerre demiþ: Ýslâm maðlub olacak, kalbi parçalanacak. Sýrf o müraî ruhtan gelen, yalancý fikirden çýkan meþ'um sözünü doðru göstermek için; Ýslâm maðlubiyetini, Ýslâm periþaniyetini arzu eder, alkýþlar, hasmýn darbesinden mütelezziz olur. Ýþte þu alkýþý ve gaddar telezzüzüdür ki, mecruh Ýslâm'ý müþkil mevkide býrakmýþ. Zira hançerini Ýslâmýn ciðerine saplamýþ olan hasým, "sükût et" demiyor. "Alkýþla, mütelezziz ol, beni sev" diyor, onlarý misal gösteriyor. Ýþte size dehþetli bir günah ve zulüm ki, ancak haþirdeki mizan tartabilir. @«Z²[«V«2ö²j¬5ö«: Denildi: --- sh:»(STÝ:52) --------------------------------------------------------------------------------------------- –Maðlubiyet malûmdu, biz bilirdik, bilerek bizi belaya attýlar. Dedim: –Acaba Hindenburg gibi dehþetli insanlar nazarýna nazarî kalmýþ olan gaye-i harb, sizin gibi acemîlere nasýl malûm ve bedihî olabilir. Acaba fikir dediðiniz þey, (El'iyazü billah) arzu olmasýn. Bazan zalimane intikam-ý þahsî, arzuya fikir suretini giydirir. Yahu pis bir çamura düþmüþsünüz, misk-i anber diye yüzünüze gözünüze bulaþtýrmaða ne mana var? Ýþte misalîlerin münevver gece meclisinde ve dünyevîlerin muzlim gündüz mahfelinde akýldan akma deðil, kalbde çýkan beyanatým. Ýster isen kabul et, ister isen etme, anlamak þartýyla. (Ýster al gûþ-u kabul câne, ister hiddet et.) Rü'yanýn Zeyli Rü'ya hacda sükût etti. Çünki haccýn ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti deðil, gazab ve kahrý celbetti. Cezasý da keffaret-üz zünub deðil, kessaret-üz zünub oldu. Haccýn bahusus --- sh:»(STÝ:53) --------------------------------------------------------------------------------------------- tearüfle tevhid-i efkârý, teavünle teþrik-i mesaîyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i Ýslâmiye ve maslahat-ý vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düþmana milyonlarla Ýslâmý, Ýslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti. Ýþte Hind, düþman zannederek, halbuki pederini öldürmüþ, baþýnda oturmuþ baðýrýyor. Ýþte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardým ettiði þahýs bîçare vâlideleri olduðunu "ba'de harab-il Basra" anlýyor. Ayak ucunda aðlýyorlar. Ýþte Arab, yanlýþlýkla kahraman kardeþini öldürüp, hayretinden aðlamayý da bilmiyor. Ýþte Afrika, biraderini tanýmýyarak öldürdü, þimdi vaveylâ ediyor. Ýþte âlem-i Ýslâm, bayraktar oðlunu gafletle bilmiyerek öldürmesine yardým etti, vâlide gibi saçlarýný çekip âh u fizar ediyor. --- sh:»(STÝ:54) --------------------------------------------------------------------------------------------- Milyonlarla ehl-i Ýslâm, hayr-ý mahz olan sefer-i hacca þedd-i rahl etmek yerine, þerr-i mahz olan düþman bayraðý altýnda dünyada uzun seyahatler ettirildi. !:h¬A«B²2@«4 * * * ¬€«Ÿ¬U²LW²7!öu±¬Z«,#ö«t¬7´H«6ö¬€!«*xP²E«W²7!öd[¬A#ö¬€!«*:hÅN7!öÅ–«!ö@«W«6 Korkaklýkta darb-ý mesel hükmünde olan tavuk, çocuklarý yanýnda iken þefkat-i cinsiyesiyle camuþa saldýrýr. Ýþte dehþetli bir cesaret. Hem darb-ý mesel olmuþ, keçi, kurttan havfý, (ýzdýrar) vaktinde mukavemete inkýlab eder, boynuzuyla kurdun karnýný deldiði vaki'dir. Ýþte hârika bir þecaat. Fýtrî meyelan, mukavemetsûzdur. Bir avuç su, kalýn bir demir gülle içinde atýlsa, kýþta soðuða býrakýlsa, meyl-i inbisat demiri parçalar. --- sh:»(STÝ:55) --------------------------------------------------------------------------------------------- Evet þefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ýzdýrarî þecaatý gibi fýtrî bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün bürudetli husumet-i kâfiranesine maruz kaldýkça herþeyi parçalar. (Rus mojikleri buna þahiddir.) Bununla beraber imanýn mahiyetindeki hârikulâde þehamet, izzet-i Ýslâmiyenin tabiatýndaki âlempesend þecaat, uhuvvet-i Ýslâmiyenin intibahýyla her vakit mu'cizeleri gösterebilir. Bir gün olur elbette doðar þems-i hakikat Hiç böyle müebbed mi kalýr zulmet-i âlem. BÝRKAÇ VECÝZELER Hevesat-ý nefsaniye ile erkeklerin karýlaþmasý, karýlarýn hayâsýzlýkla erkekleþmesine sebebdir. * * * Merak, ilmin hocasýdýr. * * * Ýhtiyaç, medeniyetin üstadýdýr. * * * Sýkýntý, sefahetin muallimidir. --- sh:»(STÝ:56) --------------------------------------------------------------------------------------------- Acz, muhalefetin menþeidir. * * * Za'f, gururun madenidir. * * * Sýgar-ý nefs, tekebbürün menbaýdýr. * * * Tenasüb, tesanüdün esasýdýr. * * * Temasül, tezadýn sebebidir. * * * Müsavatsýz adalet, adalet deðildir. * * * Gayr-ý meþru muhabbetin akibeti, mükâfatý, mahbubun gaddarane adavetidir. (*) (*): Avrupa'ya muhabbetimiz gibi. --- sh:»(STÝ:57) --------------------------------------------------------------------------------------------- Bundan yedi sene evvel bir risaleme yazdýðým bir Zeyldir ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"ö @®N²Q«"ö²vUN²Q«"ö²`«B²R« ²vZ«U«V²;«!ö«xZ«4ö‰@ÅX7!ö«t«V«;ö‰@ÅX7!ö«t«V«;ö«Ä@«5ö²w«8öÔ«Ä@«5ö›¬HÅ7!ö¯GÅW«E8ö]«V«2ö?«ŸÅM7!ö«: Þu zamanýn medenî engizisyonu müdhiþ bir vesile ile, bazý ezhaný telkîh ile, bir kýsým nâmeþru evlâdýný vücuda getirip, Ýslâmiyet'e karþý kinini ve hiss-i intikamýný icra eder. Diyanetsizliðe veya lâübaliliðe veya Hristiyanlýða temayüle veya Ýslâmiyet'ten þübhe ile soðutmaya bir kapý açmak ister. Ýþte o desise þudur: "Ey Müslüman bak, nerede bir müslim varsa binnisbe fakir, gafil, bedevidir. Nerede Hristiyan varsa, bir derece medenî, mütenebbih, ehl-i servettir. Demek.... ilâ âhir." Ben de derim ki: –Ey Müslüman! Biri maddî, biri manevî Avrupa rüchanýnýn iki sebebinin þu netice-i müdhiþiyle o neticenin tesir-i muharribanesine karþý, mevcudiyetimizin hâmisi olan Ýslâmiyet'ten --- sh:»(STÝ:58) --------------------------------------------------------------------------------------------- elini gevþetme. Dört el ile sarýl, yoksa mahvolursun. Evet biz aþaðýya iniyoruz, onlar yukarýya çýkýyor. Bunun iki sebebi vardýr. Biri maddî, biri manevîdir. Birinci Sebeb: Umum Hristiyanýn kilisesi ve maden-i hayatý olan Avrupa'nýn vaziyet-i fýtriyesidir. Zira dardýr, güzeldir, demir madenidir, girintili çýkýntýlýdýr. Deniz ve enharý baðýrsaklarýdýr, bâriddir. Evet Avrupa, küre-i zeminin hums-i öþrü iken, nev-i beþerin bir rub'unu letafet-i fýtriyesi ile kendine çekmiþ. Hikmeten sabittir ki; efrad-ý kesîrenin içtimaý, ihtiyacatý intac eder. Görenek gibi çok esbab ile tekessür eden hacat, zeminin kuvve-i nâbitesine sýkýþmaz. Ýþte þu noktadan ihtiyaç san'ata ve merak ilme ve sýkýntý vesait-i sefahete hocalýk edip talime baþlarlar. Evet fikr-i san'at, meyl-i marifet, kesretten çýkar. Avrupa'nýn darlýðý ve deniz ve enharý olan vesait-i tabiiye-i münakale içinde dolaþmasý sebebiyle; tearüf ticareti, teavün iþtirak-i mesaîyi intac ettikleri gibi, temas dahi telahuk-u --- sh:»(STÝ:59) --------------------------------------------------------------------------------------------- efkârý, rekabet de müsabakatý tevlid ederler. Ve bütün sanayiin maderi olan demir madeni kesretle içinde bulunduðundan, o demir, medeniyetlerine öyle bir silâh-ý kuvvet vermiþtir ki, dünyanýn bütün enkaz-ý medeniyetlerini gasb ve garat edip, gayet aðýr bastý, mizan-ý zeminin müvazenesini bozdu. Hem de herþeyi geç almak, geç býrakmak þanýndan olan bürudet-i mu'tedilane, sa'ylerine sebat ve metanet verip, medeniyetlerini idame etmiþtir. Hem de ilme istinad ile devletlerinin teþekkülü, mütekabil kuvvetlerinin tesadümü, gaddarane istibdadlarýnýn iz'acatý, engizisyonane taassublarýnýn aks-ül amel yapan tazyikatý, mütevazî unsurlarýnýn rekabetle müsabakatý, Avrupalýlarýn istidadlarýný inkiþaf ettirip, mezaya ve fikr-i milliyeti uyandýrdý. Ýkinci Sebeb: Nokta-i istinaddýr. Evet herbir Hristiyan baþýný kaldýrýp, müteselsil ve mütedâhil maksadlarýn birine el atsa arkasýna bakar ki; istinad edecek, kuvve-i manevîsine daima imdad edip hayat verecek gayet kavî bir nokta-i istinad görür. Hattâ en aðýr ve en büyük iþlere karþý mübarezeye kendinde kuvvet bulur. --- sh:»(STÝ:60) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte o nokta-i istinad her taraftan ellerini uzatan dindaþlarýnýn uruk-u hayatýna kuvvet vermeye ve Ýslâmlarýn en can alacak damarlarýný kesmeye her vakit amade ve dessas, medenî engizisyon taassubu ile, maddiyyunun dinsizliði ile yoðrulmuþ ve medeniyetlerinin galebesi ile mest-i gurur olmuþ bir müsellah kitlenin kýþlasý veya büyük bir kilisesi olan Avrupa'nýn medeniyetidir. Görülmüyor mu ki, en hürriyetperver maskesini takan, (Ý.G.) elini uzatýp arýyor. Nerede hristiyan bulsa, hayat veriyor. Ýþte Habeþ, Sudan. Ýþte Tayyar, Artuþi. Ýþte Lübnan, Huran. Ýþte Mal Sur ve Arnavut. Ýþte Kürd ve Ermeni, Türk ve Rum ilâ âhir. Elhasýl: Onlarý canlandýran emeldir ve bizi öldüren yeistir. Meþhurdur ki, biri demiþ: "Eðer bir nokta-i istinad bulsam, küre-i zemini yerinden oynatýrým." Bu faraziyede acaib bir nokta vardýr. Demek bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa, küre gibi büyük iþleri çevirebilir. Ey ehl-i Ýslâm! Ýþte küre-i zemin gibi aðýr ve âlem-i Ýslâmiyet'e çökmüþ olan mesaib ve devahîye karþý nokta-i istinadýmýz: Muhabbet --- sh:»(STÝ:61) --------------------------------------------------------------------------------------------- ile ittihadý, marifet ile imtizac-ý efkârý, uhuvvet ile teavünü emreden nokta-i Ýslâmiyettir. Bak âlem-i Ýslâmýn þu büyük dairenin nokta-i uzmasýndan tut, ta en küçük dairenin -meselâ medrese talebelerinin- bir ukde-i hayatiyesi vardýr. Heyet-i içtimaiyenin efrad ve revabýtý birbirine istinadý gibi, o ukdeler dahi birbirine merbut, müteselsilen o nokta-i uzmaya müsteniddir. Demek bütün o ukde-i hayatiyelerini -boðmak deðil-, belki tenebbüh ve neþvünema vermekle Ýslâm tenebbüh edip, terakkiye baþlayabilir. Yoksa biri Avrupa'nýn mehasinini mesavimizle ve telahuk-u efkârýnýn semeratý, bizim bir þahsýn semere-i sa'yi ile, insafsýzca, aldatýcý cerbeze ile müvazene etmekle, (*) Avrupa'ya þedid bir meftuniyet ve milletine karþý amîk bir nefret hissiyle, kendini Avrupa'nýn veled-i nâmeþruu gösterdiði gibi, fikr-i ihtilal ve meyl-i tahrib ve aldatýcý cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namusþikenane ile kendi firavuniyetini (*): Hristiyanlýðýn malý olmayan medeniyeti ona mal etmek, Ýslâmiyet'in düþmaný olan tedenniyi ona dost göstermek, feleðin ters dönmesine delildir. --- sh:»(STÝ:62) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve zýmnen medih ve gururiyetini ve bilmediði halde Ýslâm'a düþmanlýðýný göstermekle beraber; firavuniyet, enaniyet, gurur hükmü ile milletine karþý þer'an, aklen, hikmeten mükellef olduðu hiss-i þefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelan-ý muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-ü ihtiram yerine meyelan-ý techil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakârî yerine temayül-i infiradî ikame edip; hamiyetsizliðini, asýlsýzlýðýný gösterdiðinden nazar-ý hakikatta öyle bir cani ve menfur olur ki, meselâ birisi Paris'te sefahet âleminde bir âlüfte madamýn kametinde istihsan ettiði bir libasý, câmide muhterem bir hocaya giydirmeye çalýþmak gibi bir hareket-i ahmakane ve caniyanede bulunur. Zira hamiyet ise; muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandýr, sahtekârlýktýr. Nefret, hamiyetin zýddýdýr. Mutaassýblara hücum eden Avrupa'nýn kâselisleri herbiri yüz mutaassýb kadar meslek-i sakîminde mutaassýbdýr. Bunlardan birisi Þekspir medhinde ettiði ifratý, þayet bir hoca o ifratý Þeyh-i Geylanî (K.S) medhinde etse idi, tekfir olunacaktý. --- sh:»(STÝ:63) --------------------------------------------------------------------------------------------- Heyhat! Bunlarýn neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?!. Esefa! Heyet-i içtimaiyeyi faaliyet ve harekete götüren çok ukde-i hayatiyelerden, bizde inkiþafa baþlayan yalnýz fikr-i edebiyat, bahusus þâirane, müfritane, edebþikenane, hodpesendane olan fikr-i hiciv ve arzu-yu tahkirdir. @®N²Q«"ö²vUN²Q«"ö²`«B²R« Te'dib-i hakikîye karþý edebsizliktir ki, birbirine saldýrýyor. Fakat millete ve Ýslâmiyet'e karþý olan ta'rizat-ý zýmniyelerini o kâselislerin yüzlerine çarpmakla beraber, onlar birbirine karþý dinsizcesine hiciv ve terzilleri ise, kimbilir belki müstehaktýrlar düþünüp, deyip geçmek ile iktifa ederiz. Ben zannederim ki, bu milletin periþaniyetine fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafýk olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiþtir. Bence en müdhiþ maraz asabiliktir. Zira herþeyi haddinden geçirmekle, aks-ül amel yaptýrýr. Ey birader, âlem-i hristiyanýn rüchanýna sebebiyet veren ihtiyarlaþmýþ olan esbaba tekabül --- sh:»(STÝ:64) --------------------------------------------------------------------------------------------- edecek, genç, dinç esbab bizde inkiþafa baþlamýþtýr. Baþka kitabda tafsil etmiþim. Bir hikâye: (*) Bundan on sene evvel Tiflis'e gittim. Þeyh San'an tepesine çýktým, dikkatle temaþa ediyordum. Bir Rus yanýma geldi. Dedi: –Niye böyle dikkat ediyorsun? Dedim: –Medresemin plânýný yapýyorum. Dedi: –Nerelisin? –Bitlis'liyim dedim. Dedi: –Bu Tiflis'tir. Dedim: –Bitlis, Tiflis birbirinin kardeþidir. Dedi: –Ne demek? Dedim: –Asya'da, âlem-i Ýslâm'da üç nur, birbiri arkasý sýra inkiþafa baþlýyor, sizde birbiri üstünde üç zulmet inkiþafa baþlayacaktýr. Þu perde-i (*): Bu kitabýn birinci tab'ýndan yedi sene geçmiþtir. Demek on sene evvel, yani rumi 1326 senesinde. --- sh:»(STÝ:65) --------------------------------------------------------------------------------------------- müstebidane yýrtýlacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacaðým. Dedi: –Heyhat! Þaþarým senin ümidine. Dedim: –Ben de þaþarým senin aklýna. Bu kýþýn devamýna ihtimal verebilir misin? Her kýþýn bir baharý, her gecenin bir neharý vardýr. Dedi: –Ýslâm parça parça olmuþ. Dedim: –Tahsile gitmiþler. Ýþte Hindistan, Ýslâm'ýn müstaid bir veledidir, Ýngiliz mekteb-i idadisinde çalýþýyor. Mýsýr, Ýslâm'ýn zeki bir mahdumudur, Ýngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alýyor. Kafkas ve Türkistan, Ýslâm'ýn iki bahadýr oðullarýdýr, Rus mekteb-i harbiyesinde talim alýyor, ilâ âhir. Yahu þu asilzade evlâd, þehadetnamelerini aldýktan sonra, herbiri bir kýt'a baþýna geçecek, muhteþem âdil pederleri olan Ýslâmiyet'in bayraðýný, âfâk-ý kemalâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarýnda feleðin inadýna, nev'-i beþerdeki hikmet-i ezeliyenin sýrrýný ilân edecektir. Ýþte hikâyemin yarýsý bu kadar. --- sh:»(STÝ:66) --------------------------------------------------------------------------------------------- Neme lâzým ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi, bir temsil ile beyan edeceðim: Felekzede, periþan(*) fakat asil bir aþiretten bir cesur adam ile; talii yaver, feleði müsaid, diðer bir aþiretten bir korkak ile bir yerde rastgelirler. Müfahere, münazara baþlar. Evvelki adam baþýný kaldýrýr, aþiretinin zelil olduðunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Baþýný indirir, nefsine bakar, bir derece aðýr görür. Eyvah! O vakit "Neme lâzým, iþte ben, iþte ef'alim" gibi þahsiyatla yaralanmýþ gururu feryada baþlar. Veyahut o aþiretten çekilip veya asýlsýzlýk gösterip, baþka aþirete intisab eder. Ýkinci adam baþýný kaldýrdýkça aþiretinin mefahiri gözünü kamaþtýrýr, hiss-i gururunu kabartýr, nefsine bakar gevþek görür. Ýþte o vakit, hiss-i fedakârî fikr-i milliyet uyanýr; "Aþiretime kurban olayým" der. Eðer bu temsilin remzini anladýnsa, þu müsabaka ve mücadele meydaný olan bu cihan-ý ibrette, bir müslim -meselâ- bir hristiyan (*): Demeköö¬h¬4@«U²7!ö}ÅX«%ö«—ö¬w¬8ÌYW²7!öw²D¬,ö@«[²9ÇG7«!ö mecaz deðilmiþ. --- sh:»(STÝ:67) --------------------------------------------------------------------------------------------- veya bir Kürd, bir Rum ile manen hissiyatlarý mübareze-i hamiyette mukabele ve müvazene ile tezahür etse, temsilin sýrrýný göreceksin. Lâkin þu tefavüt, herkesin zannettiði gibi deðildir. Belki zahirperestlik ve sathîlik ve galat-ý histen gelmiþtir. Ey Müslüman! Aldanma! Baþýný indirme! Paslanmýþ bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtýr. Zahiren olan Ýslâmiyetin za'fý, þu medeniyet-i hazýranýn, baþka dinin hesabýna hizmet etmesidir. Halbuki þu medeniyet suretini deðiþtirmesi zamaný hulûl etmiþtir. Suret deðiþirse, kaziye bilakis olur. Nasýl þimdiye kadar bidayetinde söylenildiði gibi, nerede müslüman varsa hristiyana nisbeten bedevi, medeniyete karþý müstenkif ve soðuk davranýr ve kabulünde ýzdýrab çeker, suret deðiþse baþkalaþýr. °` SAÝD NURSÎ (R.H.) --- sh:»(STÝ:68) --------------------------------------------------------------------------------------------- --- sh:»(STÝ:69) --------------------------------------------------------------------------------------------- Tulûat Müellifi Bediüzzaman Said Nursî --- sh:»(STÝ:70) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýfade Telepati nev'inden, ruhumla þiddet-i alâkasý olan bir þahs-ý meçhul, muhtelif ve birbirinden uzak mevzulara dair; birdenbire kibrit yakmak gibi, seri sualler soruyor. Ratb ve yâbis karýþýyor. Ýntihab kariin arzusuna tabidir. --- sh:»(STÝ:71) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ÕÕÕ!:h¬A².!ö«:öÕÕÕ²vUE S: Âlem-i Ýslâm ülemasýnýn ortasýndaki müdhiþ ihtilafata ne dersin ve re'yin nedir? C: Evvelâ*) Âlem-i Ýslâma gayr-ý muntazam veya intizamý bozulmuþ bir meclis-i meb'usan ve encümen-i þûra nazarýyla bakýyorum. Þeriattan iþitiyoruz ki: Re'y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. Ýþte þu, bu meclisteki re'y, ekseriyetin naziresidir. Re'y-i cumhurdan mâada olan akval, eðer hakikat ve maðzdan hâlî ve boþ olmazsa istidadatýn re'ylerine býrakýlýr. Ta herbir istidad, terbiyesine münasib gördüðünü intihab etsin. (*): Bir zaman böyle demiþtim. --- sh:»(STÝ:72) --------------------------------------------------------------------------------------------- Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardýr: Birincisi: Þu istidadýn meyelaný ile intihab olunan ve bir derece hakikatý tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefs-ül emirde mukayyed ve o istidad ile mahsus olduðu halde, sahibi ihmal edip mutlak býraktý. Etbaý iltizam edip tamim etti. Mukallidleri taassub edip, o kavlin hýfzý için muhaliflerin red ve hedmine çalýþtýlar. Þu noktadan müsademe, müþagabe, cerh ve red o derece meydan aldý ki; ayaklarý altýndan çýkan toz ve aðýzlarýndan feveran eden duman ve lisanlarýndan püsküren berkler, þimþekli ve bazan rahmetli bir bulut, þems-i Ýslâmiyet'in tecellisine bir hicab teþkil etmiþtir. Lâkin ziya-i þemsten tefeyyüz etmesine istidad bahþeden rahmetli bulut derecesinde kalmadý. Yaðmuru vermediði gibi, ziyayý dahi men'etmektedir. Ýkinci Nokta: Ekalliyette kalan kavl, eðer içindeki hakikat ve maðz, onu intihab eden istidadlardaki heves ve heva ve mevrus âyineye ve mizacýna galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ý --- sh:»(STÝ:73) --------------------------------------------------------------------------------------------- azîmde kalýr. Zira istidad onunla insibað edip onun muktezasýna inkýlab etmek lâzým iken; o, onu kendine çevirir ve telkîh eder, kendi emrine müsahhar eder. Ýþte þu noktadan hüda hevaya tahavvül ve mezheb mizacdan teþerrüb eder. Arý su içer bal akýtýr, yýlan su içer zehir döker. Fakat kaviyyen ümid ederim ki, kâinatta þu meclis-i âlî, þu meczub sergerdan küre þehrinde millet-i insaniyede ve Âdem kavminde ülema-i Ýslâm âlemi, bir meclis-i meb'usan-ý mukaddese hükmüne geçecektir. Selef ve halef asýrlar üstünden birbirine bakýp mabeyinlerinden bir encümen-i þûra teþkil edeceklerdir. S- Nasraniyet, Ýslâmiyetin inkiþafýna bundan sonra mani' olmayacak mýdýr? C- Nasraniyet ya intifa veya ýstýfa ile terk-i silâh edecektir. Zira birkaç defa yýrtýldý, protestanlýða geldi. Protestanlýk da yýrtýldý, tevhide yaklaþtý; tekrar yýrtýlmaya hazýrlanýyor. --- sh:»(STÝ:74) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ya intifa bulup sönecek veyahut doðrudan doðruya hakikî Hristiyanlýðýn esasýna câmi' olan hakaik-i Ýslâmiyeyi karþýsýnda görecektir. Beþer dinsiz olamaz! Ýþte bu sýrr-ý azîme, Hazret-i Peygamber (A.S.M.) iþaret etmiþtir ki: Hazret-i Ýsa gelecek, ümmetimden olacak; ayný þeriatýmla amel edecektir. * * * Saniyen: Sebeb-i ihtilaf-ý muzýr: Bu haktýr düsturu yerine; yalnýz hak budur ve en güzeli budur hükmü yerine, güzeli budur hükmü ikame edilmiþtir. (¬yÁV7!ö]¬4öÇ`E²7«!) esas-ý merhametkârý yerine (¬yÁV7!ö]¬4öm²RA²7«!) ikame edilmiþtir. Kendi mesleðinin muhabbeti yerine, baþka meslekten nefret, harekâtýnda hâkim kýlýnmýþtýr. Hakikata muhabbet yerine, ene tarafgirliði müdahale etmiþtir. Vesail ve delail, makasýd ve gayat yerine ikame edilmiþtir. --- sh:»(STÝ:75) --------------------------------------------------------------------------------------------- Halbuki fasid bir delil ile, hak bir netice zihinde ikame edilir. Bâtýl bir vesile ile hak bir gaye, fikirde tesbit edilir. Madem gaye ve maksad haktýr; delil ve vesilelerdeki fesad, böyle inþikak-ý kulûba sebebiyet vermemeli. * * * Salisen: Sebeb-i ihtilaf, hâkim-i zalim olan cerbezedir. Fikr-i tenkid ve bedbînliðe istinad eden cerbeze, daima zalimdir. S- O sail-i meçhul, tekrar der: Cerbeze nedir? C- (*) Müteferrik büyük iþlerde, yalnýz kusurlarý görmek cerbezeliktir; aldanýr ve aldatýr. Cerbezenin þe'ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir (**). Meselâ: Bir aþiretin herbir ferdi, bir günde attýðý balgamý, cerbeze ile vehmen tayy-ý mekân ederek birden bir þahýsta o muhassalý temsil edip baþka efradý ona kýyas ederek, o nazar ile baksa.. (*): Bir zaman aþiretlere böyle cevab vermiþtim. (**): Çirkin emirler, çirkin þeylerle tasvir edilir. Gelecek temsillerde kusura bakma. --- sh:»(STÝ:76) --------------------------------------------------------------------------------------------- Veyahut bir sene zarfýnda birisinden gelen rayiha-i keriheyi, cerbeze ile tayy-ý zaman ederek, bir dakika-i vâhidede, o þahs-ý hazýrda sudûrunu tasavvur etse; acaba evvelki adam ne derece müstakzer, ikinci adam ne derece müteaffin.. hattâ hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa maðaralarýndan kaçsalar, akýl onlarý tevbih etmeðe hakký olmayacaktýr. Ýþte þu cerbezenin tavr-ý acibi; zaman ve mekânda müteferrik þeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile herþeyi temaþa eder. Hakikaten cerbeze, enva'iyle garaibin makinesidir. Görülmüyor mu ki, cerbeze-âlûd bir âþýkýn nazarýnda, umum kâinat, birbirine muhabbet ile müncezib, rakkasane hareket edip gülüþüyor... Veyahut çocuðunun vefatýyla matem tutan bir vâlidenin cerbeze-âlûd me'yusiyeti nazarýnda, umum kâinat hüzün-engizane aðlaþýyor. Herkes, istediði ve haline münasib gördüðü meyveyi koparýr. Bu makamda size bir temsil: Meselâ: Sizden yorulmuþ yolcu bir adam, yalnýz bir saat --- sh:»(STÝ:77) --------------------------------------------------------------------------------------------- tenezzüh etmek üzere, gayet müzeyyen ve müzehher bir bahçeye girse (nekaisten müberra olmak, cinan-ý Cennet'in mahsusatýndan ve her kemale bir noksaný karýþtýrmak, þu âlem-i kevn ü fesadýn mukteziyatýndan olmakla) þu bahçenin müteferrik köþelerinde bazý pis ve murdar þeyler bulunduðu için, inhiraf-ý mizac sevki ve emri ile, yalnýz o taaffünatý taharri ve o murdar þeylere idame-i nazar eder. Güya onda yalnýz o var. Hülyanýn hükmüyle fena hayal tevessü' ederek, o bostaný bir selhhane ve mezbele suretinde gösterdiðinden midesi bulanýr ve istifra eder, kemal-i nefretle kaçar. Acaba, beþerin lezzet-i hayatýný gussedar eden böyle bir hayale, hikmet ve maslahat rûy-i rýza gösterebilecek midir? Güzel gören, güzel düþünür. Güzel düþünen, hayatýndan lezzet alýr. * * * S- Herkes, zaman ve dehirden þikayet ediyor. Acaba Sâni'-i Zülcelal'in san'at-ý bediine itiraz çýkmaz mý? C- Hâyýr, aslâ. Belki manasý þudur: Güya þikayetçi der ki; istediðim emir ve arzu --- sh:»(STÝ:78) --------------------------------------------------------------------------------------------- ettiðim þey ve teþehhi ettiðim hal; hikmet-i ezeliyenin düsturuyla tanzim olunan âlemin mahiyeti müstaid deðil ve inayet-i ezeliyenin pergeliyle nakþolunan feleðin kanunu müsaid deðil ve meþiet-i ezeliyenin matbaasýnda tab' olunan zamanýn tabiatý muvafýk deðil ve mesalih-i umumiyeyi tesis eden hikmet-i Ýlahî razý deðildir ki, þu âlem-i imkân, Feyyaz-ý Mutlak'ýn yed-i kudretinden þu ukûlümüzün hendesesiyle ve tehevvüsümüz iþtihasýyla istediðimiz semeratý koparsýn. Verse de tutamaz, düþse de kaldýramaz. Evet bir þahsýn tehevvüsü için, büyük bir daire-i muhita, hareket-i mühimmesinden durdurulmaz. Elhasýl: Cerbeze bir hâkimdir. Yalnýz seyyiat tarafýný konuþturmamalý, onun hasmý olan hasenatý da dinlemeli. Sonra müvazene edip, mizan-ý haþirdeki hükm-ü âdilane gibi, racih gelene muhabbetle hak vermelidir. S- Efkâr-ý hazýrada cerbeze nasýl bir tesir etmiþtir? C- Bak, o seyyiedir ki, Ararat Daðý kadar bize zulüm ve tahkir eden ecnebi bir devleti, --- sh:»(STÝ:79) --------------------------------------------------------------------------------------------- ne safsatalý bahanelerle, bilmem hangi tarihte Kýrým'da bize yardým etmiþ gibi yavelerle, bize dost olabilecek surette gösteriyorlar. Hem Sübhan Daðý kadar, Ýslâmiyet'in izzet ve þerefine çalýþan güruh-u mücahidîni, acib bahanelerle en fena derekesine indirip, millete düþman gibi gösteriyorlar. Hem de Avrupa'nýn terbiyesinin neticesi olarak y«X«,²&«!ö¯š²z«-ö±¬u6ö²w¬8ö²H' kaidesiyle her þeyin en iyi cihetini nazara almak maslahat iken, en fena ciheti nazara alýp mütemadiyen milleti ye'se sevk ederek, ruh-u cemaatý öldürüyor. Hem yine cerbeze seyyiesine, za'f-ý akide inzimam etmesiyle, mesail-i diniyede en zaîf tarafýný irae ederek dinsizliðe zemin ihzar ediyor. Hem yine onun netaicidir ki, mukteza-yý beþeriyet olan, beyn-es selef cereyan eden tenkidat-ý rakibkârane veya hakperestaneyi, sofestaîcesine bir cerbeze ile, her birinin hakkýnda baþkalarýn tenkidatýný irae edip, eazým-ý ümmet hakkýnda hürmetsizlik ve emniyetsizliði telkin ederek, o vasýta ile ezhandaki Ýslâmiyetin kudsiyetini sarsýyor. --- sh:»(STÝ:80) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte bunlar gibi çok mazarrat-ý azîme, þu nevi cerbezeden tevellüd ediyor. Ýstanbul'u düþündükçe, iki karýþ kadar dili uzanmýþ, sair azasý neþv-ü nemadan mahrum kalmýþ, ihtiyar bir çocuðun timsali zihnime geliyor. S- Anadolu aleyhinde çýkmýþ olan fetvaya ne dersin? (*) C- Fetva-yý mahz deðil ki, itiraz edilmesin. Belki kazayý tazammun eden bir fetvadýr. Çünki fetvanýn kazadan farký, mevzuu âmdýr; gayr-ý muayyendir, hem mülzem deðil... Kaza ise muayyen ve mülzemdir. Þu fetva ise, hem muayyendir, kim nazar etse bizzarure muradý anlar. Hem mülzem olmuþtur. Çünki avam-ý müslimîni onlar aleyhinde sevketmekte esbabýn en âhiridir. (*): Cây-ý dikkattir ki; merkez-i Hilafet ülemasý ve Dâr-ül Hikmet ve zabýta-i ahlâkiye ile fuhuþ, iþret, kumar gibi kebairi izale deðil, tevkif edemediler. Anadolu Hükûmeti'nin bir emri ile, bütün iþret, kumar gibi kebairler men' edildi. Demek desatir-i hikmet, nevamis-i hükûmetle; kavanin-i hak, revabýt-ý kuvvetle imtizaç etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz. --- sh:»(STÝ:81) --------------------------------------------------------------------------------------------- Mademki þu fetva, kazayý tazammun ediyor, kazada iki hasmý dinletmek zarurîdir. Anadolu da söylettirilmeliydi. Netice-i müddeiyatlarýný aleyhlerinde olan davalarla, siyasiyyun ve ülemadan bir heyet tarafýndan, maslahat-ý Ýslâmiye noktasýnda muhakeme edildikten sonra, fetva verilebilirdi. Zâten þimdi bazý hakaikte bir inkýlab var. Ezdad isimlerini deðiþtirip, mübadele etmiþler. Zulme adalet, cihada bagy, esarete hürriyet namý veriliyor. S- Neden bu kadar (Ý.G.Z.) den (*) nefret ediyorsun? Musalahasýný da istemiyorsun? C- Sebeb bir deðil, bindir. Bana en ziyade þedid görünen, manen ahlâkýmýza vurduðu darbedir. Çekirdek halinde olan secaya-i seyyieyi içimizde inkiþaf ettirdi. Hayatýn yarasý iltiyam bulur; izzet-i Ýslâmiye, namus-u millînin yarasý pek derindir. Edirne Câmii'nde, bir Ýslâm hocasýnýn lisanýyla, Venizelos gibi þeytan zalime dua ettirdi. Merkez-i Hilafette, müslümanlar lisanýyla hizb-üþ þeytan olan (Ý.G.Z.), Yunan askerlerini halaskâr, (*): Ýngiliz olmak ihtimali var. --- sh:»(STÝ:82) --------------------------------------------------------------------------------------------- tathirci ilân ve karþýsýndaki güruh-u mücahidîni cani, zalim söylettirdi. Acaba bir vâlide o dereceye getirilse ki, çocuðunu kendi eliyle öldürerek, müteessir olmayarak, parça parça etse, hiç mümkün müdür ki, onda hissiyat-ý âliye ve ahlâk-ý sâmiye intifa etmesin?.. S- Neden bu kadar (Ý.G.Z.) siyaseti galib çýkar? C- Siyasetinin hassa-i mümeyyizesi; fitnekârlýk, ihtilaftan istifade, menfaat yolunda her alçaklýðý irtikâb etmek, yalancýlýk, tahribkârlýk, hariçte menfîliktir. Bir adam kocaman bir binayý bir günde harab eder, bir taburu ihtilale verir. Þu alçak siyasettir ki (K.T.T.)ni (*) zahiren tel'in ettiði halde, gizlice dehalet ediyor. Fenalýk ve ahlâk-ý seyyie, siyasetine vasýta olduðu için, her yerde ahlâk-ý seyyieyi himaye ederek teþci' eder. Þimdiki Ýstanbul hali þahiddir. (*): Kostantin'i kasd ediyor. --- sh:»(STÝ:83) --------------------------------------------------------------------------------------------- S- Anadolu'da pekçok zulüm ediliyor ve pekçok müslümanlar i'dam ediliyor. Neden böyle yapýyorlar? C- Evet maatteessüf pek feci' þeyler oluyor. Fakat asýl sebeb, mel'un mimsiz medeniyet, öyle zalimane bir silâh, þu harb-i vahþiyaneye vermiþtir ki, o silâhýn karþýsýnda dayanmak, onun naziriyle mukabele etmek lâzýmgelir. Þeþhane ile mitralyoza mukabele edilmez. Ýþte o silâh, o düstur ki, medeniyet harbin eline vermiþtir. Ben de kendi gözümle Grandük Nikolaviç'in namýna iki emri gördüm. Der: "Askerimize bir köyden bir tüfenk açýlsa, çoluk çocuðu ile imha edilecektir." Ýkinci emri de: "Bir cemaatte bir adam, cephe zararýna bize hýyanet etse, çoluk çocuðu ile imha edilecektir." Ýþte böyle ezlem bir düstur ile (Ý.G.Z.) Anadolu'ya hücum ediyor. S- Âlem-i Ýslâmdaki ihtilafý ta'dil edecek çare nedir? C- Evvelâ; müttefekun aleyh olan makasýd-ý âliyeye nazar etmektir. Çünki Allahýmýz --- sh:»(STÝ:84) --------------------------------------------------------------------------------------------- bir, Peygamberimiz bir, Kur'anýmýz bir, zaruriyat-ý diniyede umumumuz müttefik, zaruriyat-ý diniyeden baþka olan teferruat veya tarz-ý telakki veya tarîk-i tefehhümdeki tefavüt bu ittihad u vahdeti sarsamaz, racih de gelemez. ¬yÁV7!ö]¬4öÇ`E²7«!ödüstur tutulsa, aþk-ý hakikat harekâtýmýzda hâkim olsa -ki, zaman dahi pek çok yardým ediyor- o ihtilafat sahih bir mecraya sevkedilebilir. Esefa; gaye-i hayalden tenasi veya nisyan olmakla, ezhan enelere dönüp etrafýnda gezerler. Ýþte gaye-i hayal, maksad-ý âlî bütün vuzuhuyla meydana atýlmýþtýr. Zulmün þedid bir nev'i Dünyaca havas tanýlan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuþtur. Fukara aczi, avamýn fakrý, sebeb-i merhamet ve ihsan iken, esarete mahkûmiyetlerine müncer olmuþtur. Bir iþde mehasin ve þeref hasýl oldukça, havassa peþkeþ edilir; seyyiat olsa, avama taksim edilir. --- sh:»(STÝ:85) --------------------------------------------------------------------------------------------- Meselâ, bir tabur galebe çalsa, þan ü þeref kumandana verilir, taksim edilmez. Maðlub olduðu vakit, seyyie tabura taksim edilir. Meselâ: Bir aþiret namuskârane bir iþ etse, "Âferin Hasan Aða" derler. Fenalýk ettikleri vakit, "Tuh ne pis aþiret imiþ" diyecekler. ²ÆG²X%ö]«2²G (*) kavl-i meþhuru, þu acib zulmün tercümanýdýr. Hem de þu içtimaî sistemdeki damar-ý zulmün bir mecrasý da þudur: Yüksek tabakada birinin öldürülmesiyle, çok seneler matem tutulur. Halbuki onun cinayetiyle tabaka-i avamda yüzer, belki binler kiþi telef olsa, bir-iki günde unutulur. Þu ise adalet-i Kur'aniyeye zýddýr. Bir þah, bir gedayý öldürse þeriat kýsasa hükmeder, ikisini bir görür. * * * Müstehak bir ceza Þeriatýn ¬h« (*): Musibet geldikçe bana baðýrýyorlar. Tatlý yendikçe Cündüb çaðrýlýyor. --- sh:»(STÝ:86) --------------------------------------------------------------------------------------------- þeriat-ý fýtriye olan kavanin-i kadere muntabýktýr ki, tarîk-i gayr-ý meþru ile bir maksadý takib eden, maksudunun zýddýyla ceza görüyor. Wilson, Klemanso, Venizelos gibi. Þuna bir misal: Bidayet-i inkýlabýmýzdan beri, sevab-ý âhiretin vesilesini dinsizcesine þan ü þerefe vasýta yapanlar, müdhiþ bir rezaletle neticelendi. Muvakkat bir þan ü þereften sonra, elîm bir sukut takib etti. Lisan-ý halleri @È[¬,²X«8ö@®[²,«9öa²X6ö]¬X«B²[«7ötilavet ediyor. Fýtrat-ý insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-yý hasene temayülat-ý þerriye ile beraber, taneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiþtir. Bu taneler neþv-ü nema bulmak için bir suya muhtaçtýr. Hevadan gelse, þer taneleri neþv-ü nema bulur. Þimdiki þu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiði tesir gibi... Fýtraten -çendan- hayýr ciheti galibdir, fakat sünbüllenmiþ, semere vermiþ on çekirdek, yüz deðil --- sh:»(STÝ:87) --------------------------------------------------------------------------------------------- bin kurumuþ çekirdeðe galebe eder. Ýþte þunun çaresi: O bâb-ý fitneyi kapatmakla, suyu Hüda tarafýndan vermek lâzýmdýr. S- Taaddüd-ü zevcat ve abd gibi bazý mesaili, ecnebiler serriþte ederek, medeniyet nokta-i nazarýnda, þeriata bazý evham ve þübehatý irad ediyorlar. C- Ýslâmiyetin ahkâmý iki kýsýmdýr: Birisi: Þeriat ona müessistir. Bu ise, hüsn-ü hakikî ve hayr-ý mahzdýr. Birisi dahi: Þeriat muaddildir. Yani, gayet vahþi ve gaddar bir suretten çýkarýp, ehven-üþ þer ve muaddel ve tabiat-ý beþere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikiyeye geçebilmek için zaman ve zeminden alýnmýþ bir surete ifrað etmiþtir. Çünki birden tabiat-ý beþerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref'etmek, tabiat-ý beþeri birden kalbetmek iktiza eder. Binaenaleyh þeriat vâzý-ý esaret deðildir. Belki en vahþi bir suretten, böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek bir surete indirmiþtir, ta'dil etmiþtir. --- sh:»(STÝ:88) --------------------------------------------------------------------------------------------- Hem de dörde (*) kadar taaddüd-ü zevcat, tabiata, akla, hikmete muvafakatýyla beraber þeriat bir taneden dörde çýkarmamýþ, belki sekizden, dokuzdan dörde indirmiþtir. Bahusus taaddüde öyle þerait koymuþtur ki, ona müraat etmekle, hiçbir mazarrata müeddi olmaz. Bazý noktada þer olsa da, ehven-üþ þerdir. Ehven-üþ þer ise, bir adalet-i izafiyedir. Heyhat! Âlemin her halinde hayr-ý mahz olamaz. S- Dâr-ül Hikmet-il Ýslâmiye neden hizmet edemedi? C- En büyük hizmeti, adem-i hizmetidir. En büyük hareketi, hareketsizliðidir. Çünki buradaki hâkim olan kuvvet-i ecnebiye, lehinde olmayan herbir hareketi boðuyor. Hareket edenleri gördük, mukaddes câmilerde gâvurlara dua ettirildi ve mücahidlerin cevaz-ý katline fetva verdirildi. Ýþte Dâr-ül Hikmet, bu fýrtýna içinde âlet ettirilmedi. En büyük mani olan ecnebi kuvvet, bütün kuvvetiyle ahlâksýzlýðý himaye ve teþci' ediyordu. (*): Erkek galiben yüz yaþýna kadar telkîh eder. Karý, yarý vakti hayz olduðu halde elliye kadar telakkuh eder. --- sh:»(STÝ:89) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci derecede sebeb: Dâr-ül Hikmet eczalarý kabil-i imtizac, belki de ihtilat deðil. Þahsî meziyetleri vardýr. Cemaat ruhu tevellüd etmedi. "Ene"ler kavîdir, delinmedi ki bir "nahnü" olsun. "Ben", "biz" olmadý. Mesaîlerinde teþarük düsturuyla iþe giriþildi, teavün düsturu ihmal edildi. Teþarük, maddiyatta eseri azîmleþtirir, fevkalâde yapar. Maneviyat ve efkârda âdileþtirir, belki çirkinleþtirir. Teavün düsturu bunun tamamen aksidir; maddiyatta cemaate nisbeten pek küçük, fakat yalnýz bir þahsa nisbeten büyük eserlere vasýta olur. Maneviyatta ise, eseri hârikulâde derecesine is'ad eder. Hem de tenkidleri çok keskinleþmiþtir, karþýsýna çýkan fikir parçalanýr, söner. Ehakký aramakla bazan hakký da kaybeder. Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduðundan; bence çok defa hak, ehaktan ehaktýr. Ehakkýn müddet-i taharrisi zamanýnda, bâtýlýn vücuduna bir nevi müsamaha var. Yani bazan hasen, ahsenden ahsendir. --- sh:»(STÝ:90) --------------------------------------------------------------------------------------------- S- Biri dese: "Bu hadîsi kabul etmem." Nasýldýr? C- Bazan, adem-i kabul kabul-ü ademle iltibas olunur. Çok hatiata müncer olur. Halbuki adem-i kabul, adem-i delil-i sübut, onun delilidir. Kabul-ü adem, delil-i adem ister. Biri þekk, biri inkârdýr. Meselâ, bir hadîsin kabulü, adem-i kabulü, kabul-ü ademi vardýr. Birincisi: Bürhanî bir cazibe ister. Ýkincisi: Kaziye-i tasdikî deðil, belki cehildir. Üçüncüsü: Red ve inkâr olduðundan, bürhan ve isbat ister. O nefiydir. Nefiy kolayca isbat edilmez. Belki butlan-ý mana ile binefsihî müntefî olur. S- Tenkidi nasýl görüyorsun? Hususan umûr-u diniyede. C- Tenkidin saiki, ya nefretin teþeffisidir veya þefkatýn tatminidir. Dostun veya düþmanýn ayýbýný görmek gibi... --- sh:»(STÝ:91) --------------------------------------------------------------------------------------------- Sýhhat ve fesada muhtemel bir þeyde, kabule temayül ve tercih þefkatten; redde temayül ve tercih -vesvese olmazsa- nefretten geldiðine ayardýr. @« Saik-i tenkid, aþk-ý hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalý. Selef-i sâlihînin tenkidleri gibi. * * * S- Zalim gâvurlarýn bu kadar propagandalarýna nasýl mukabele edilmeli? C- Propaganda, sâbýkan tezyif ettiðim zalim cerbezenin veled-i nâmeþruudur. Ona mukabele, o yalancý silâhla olmamalý, belki sýdk ve hak ile olmalý. Bir tane sýdk, bir harman yalaný yakar. «–xA«Q²V« ¬u«[¬E²7!ö¬¾²h«#ö]¬4ö^«V[¬E²7!ö@«WÅ9¬! Maziye, mesaibe kader nazarýyla; ve müstakbele, measiye teklif noktasýndan bakmak lâzýmdýr. --- sh:»(STÝ:92) --------------------------------------------------------------------------------------------- Çaresi bulunan þeyde acze, çaresi bulunmayan þeyde cez'a iltica etmemek elzemdir. * * * Hadsî bir hakikat S- Hazret-i Azrail birdir, bir anda, her yerde eceli gelenlerin ruhunu kabzeder. Hazret-i Cebrail, Sidret-ül Münteha'da suret-i hakikiyesinde olduðu anda, Dýhye veya baþkasýnýn suretinde meclis-i Nebevîde iman ve Ýslâmýn erkânýný soruyor veya teblið eder. Daha yalnýz Allah bilir kaç yerlerde bulunuyor. Hazret-i Peygamber (S.A.S.) demiþ: @ÈT«&ö]¬9³~«*ö²G«T«4ö¬•@«X«W²7!ö]¬4ö]¬9³~«*ö²w«8öÞu sýrrýna binaen, avam-ý ümmetten binlere bir anda menamen ve havassa yakazaten ve keþfen temessülü ve umum ümmetin salavatýnýn istimaý ve âhirette umumla görüþmesi ve þefaatý, hem de bir veli bir anda pek çok yerlerde müþahedesi gibi sýrlarýn miftahý nedir? --- sh:»(STÝ:93) --------------------------------------------------------------------------------------------- C- Bir nuranînin timsali, onun hâsiyetine mâliktir; hem gayrý deðildir. Þu âleme karþý açýlan âlem-i suver ve misalin bir penceresi olan ecsam-ý þeffafeden âyineler, ecsam-ý kesifenin hassasýz þeklini alýr; fakat nuranînin timsaliyle beraber hassa-i zâtiyesini de alýr. Meselâ: Bir adam binler âyine ortasýnda dursa, herbir âyinede ayný þahýs bulunur; fakat ruhsuz, hissiz, fikirsiz birer þahýstýr. Lâkin þems binler âyinede temessül etse, herbir timsal çendan þemsin azamet-i mahiyetine ve mertebe-i kemaline mâlik deðilse de; lâkin Þemsin hissi hükmünde olan harareti, hayatý hükmünde olan ziyasý, aklý hükmünde olan tenviri, havass-ý selâseyi câmi'dir. Nuranînin timsali hayy-ý murtabýttýr. Kesifin timsali, meyyit-i müteharriktir. Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misalin pencerelerinde temaþager bir ruhun gayr-ý mahsur timsalleri de, birer ruh-u mütecessiddir. Havassýna mâliktir, onun gayrý deðillerdir. --- sh:»(STÝ:94) --------------------------------------------------------------------------------------------- --- sh:»(STÝ:95) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþarat Müellifi Bediüzzaman Said Nursî --- sh:»(STÝ:96) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýfade Bundan altý sene evvel, þu zelzelenin bidayetinde, Ýþarat-ül Ý'caz tefsirini yazarken, «–xT¬S²X --- sh:»(STÝ:97) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" «–xT¬S²X Þu cümle-i âliyenin itnabýnda bir îcaz-ý i'cazî var. Çünki «–x5ÅG«M«B« Birincisi: Sadakaya muhtaç olacak derecede tasaddukta israf etmemektir. Þu þarta imaen --- sh:»(STÝ:98) --------------------------------------------------------------------------------------------- @ÅW¬8ödaki min-i teb'iziyeyi (menar) etmiþtir. Ýkincisi: Kendi malýndan vermeli, yoksa Ali'den alýp Veli'ye vermemeli. Þuna iþareten hasrý ifade eden ²v;@«X²5«+«*ö@ÅW¬8ödeki takdimi (ayar) etmiþtir. Üçüncüsü: Minnet etmemektir. Buna remzen ö@«X²5«+«*ödeki hakikî mâlik kim olduðunu ve sadaka veren yalnýz vasýta olduðunu göstermekle, þu þarta (medar) etmiþtir. Dördüncüsü: Týyb-ý nefs ile, rýza-i kalb ile olmalý. Havf-ý fakr ile olmamalý. Þuna telvihan @«X²5«+«*ödaki nun-u azametle w[¬B«W²7!ö¬?ÅxT²7!ö:)ö»!Å+Åh7!ö@«9«!ömanasýna remzedip þu þarta (emare) etmiþtir. Beþincisi: Sadakayý alan sefahette deðil, belki nafakasýnda --- sh:»(STÝ:99) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve hacat-ý zaruriyesinde sarfetmeli. Þuna telmihan «–xT¬S²X Altýncýsý: Þart-ý kemaldir. Mala hasr edilmemeli. Zira tasadduk malda olduðu gibi, ilimde, fikirde, fiilde de olur. Þu ta'mime @«8ölafzýndaki umum ile îma ve «–xT¬S²X Ýslâmiyetin bir rükn-ü mühimmi olan zekat, beþerin hayat-ý nev'iyesi için ehemmiyeti þudur: Hadîste var; ¬•«Ÿ²,¬²!ö?«h«O²X«5ö?@«6Åi7«!öyani zekat bir köprüdür ki, müslüman, kardeþi olan müslümana muavenet için ondan geçer. Zira memurun-bih olan teavün, o vasýta iledir. Ve nev'-i beþerin hayat-ý içtimaiyedeki nizamýn --- sh:»(STÝ:100) ------------------------------------------------------------------------------------------- sýrat-ül müstakimi odur. Ýnsanlar içinde madde-i hayatýn cereyanýna rabýta odur. Terakkiyat-ý beþerdeki zehirlere tiryak odur. Evet zekatýn vücub-u kat'îsinde ve onun kabilesi olan sadakaya ve karz-ý hasene da'vet-i Kur'anîden ve ribanýn vesailiyle beraber hurmet-i þedidesinde azîm bir hikmet, âlî bir maslahat, vasi' bir rahmet vardýr. Eðer sahife-i âlemde tarihî bir nazarla dikkat ve cem'iyet-i beþeriyenin mesavisinin esaslarý teftiþ edilse görülecektir ki, bütün ihtilal ve fesadýn asýl ve madeni ve bütün ahlâk-ý rezilenin muharrik ve menbaý, tek iki kelimedir. O iki kelimenin imtizacýndan bomba gibi küre-i arz patladý ve izdivacýndan, medenî insanlardan canavarlar doðdu. Birinci Kelime: Ben tok olsam, baþkasý açlýktan ölse bana ne? Ýkinci Kelime: Ýstirahatým için zahmet çek, sen çalýþ ben yiyeyim. Merhametsiz nefisperest olan birinci kelime-i gaddaredir ki; âlem-i insaný zelzeleye getirip, kýyameti kopmak üzeredir. Þu kelimenin ýrkýný kesecek tek bir devasý var ki, o da zekattýr --- sh:»(STÝ:101) ------------------------------------------------------------------------------------------- ve zekatýn mükemmili olan sadakattýr. Ve onun mütemmimi olan karz-ý hasendir. Harîs, hodgâm, zalim olan ikinci kelimedir ki, beþerin terakkiyatýný öyle sarsýyor ki, herc ü merc ateþine atmak üzeredir. Þu dâhiye-i dehyanýn tek bir devasý var. O da hurmet-i ribadýr ve faizin bütün vesailini hayat-ý içtimaiyeden ref' etmektir. Hodgâm ellerde servetin inhisarýna vesile olan riba kaplarý, bankalarý seddir. Evet bu kaplar ile servet ve temellük, kalil adamlarda toplanýr. Bu iki düstur ile tevzi' edilmezse, gasbedilecektir. Evet heyet-i içtimaiyedeki intizamýn þartý, tabakat-ý beþer birbirinden uzaklaþmamak; tabaka-yý havas tabaka-yý avamdan, taife-i aðniya taife-i fukaradan ayrýlmasýn ki, sýla-i rahm kopmasýn. Halbuki ribanýn hayatý ve zekatýn mevti ile, geniþ bir mesafe açýlmýþ; öyle bir uzaklýk olmuþ ki, hayt-ý vasl kopmuþ. Tabaka-yý süflâdan, tabaka-yý ulyâya karþý ihtiram, itaat, tahabbüb yerine; yalnýz ihtilal sadâsý, hased sayhasý, kin enîni, nefret velvelesi, intikam feryadý yükselip iþitilir. Tabaka-yý ulyâdan, tabaka-yý süflâya merhamet, ihsan ve taltife bedel, yalnýz zulmün ateþi, tahakkümün saikasý, tahkirin ra'dý iniyor. --- sh:»(STÝ:102) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte bu halet-i ruhiyedendir ki, sebeb-i tevazu ve terahhum olan havastaki meziyet, tekebbür ve gurura sebeb olmuþtur. Þefkate, acýmaya ve yardýma sebeb olan fukara aczi, avamýn fakrý esaretlerine, sefaletlerine sebeb olmuþtur. Eðer þahid istersen âlem-i medenînin fesad ve rezaletine bak, zaman çok þahidleri gösterecektir. Elhasýl, tabakatýn musalahasý, birbirine yakýnlaþtýrmasýnýn çare-i yegânesi, erkân-ý Ýslâmiyetten olan zekatý, heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi', âlî düstur ittihaz etmektir. Ýslâmiyette en büyük kebire olan ribayý vesailiyle ilga etmektir. Adalet-i Kur'aniye âlem kapýsýnda durup, ribaya yasaktýr, girmeye hakkýn yoktur, der. Zaman ihtiyarlandýkça Kur'an gençleþiyor, rumuzu tavazzuh ediyor. Meselâ: ÕÕÕe³7!ö«–:h²L¬2ö²vU²X¬8ö²wU« --- sh:»(STÝ:103) ------------------------------------------------------------------------------------------- ~«*Y-@«2 Ó¬ƒ:ÇI7!ö¬œ«G²&«:ö|¬4ö°h[¬$Ì@«#ö¬–«G«A²7!ö¬Æ!«I«F¬7ö²u«;ö«—öÓ«t¬#²Y«8ö«f²Q«"ö«a²9«!ö«a²9«!ö«~öÓ«a²9«!ö²w«8öÔ‰ ¯€@«8@«[¬T¬"ö®}«X«,ö«w[¬Q«"²*«!ö|¬4ö~YNÅF«W«#ö~®G[¬Q«,ö«w[¬9@«W«$ö²w¬8ö_®M¬±F«V«B8ö«–³²!ö€²GÅ7«Y«#ö_«9«!öÔ‚ «t«,@«W«#ö¬…@«W¬D²9¬²@¬"ö²x«7öÕ«–YB¬±[«8ö°s¬0@«9öÊ|«&öf[¬QÅK7!ö~«H´Z«4ö¯}«V¬K²V«K«B8ö¯€@«'@«K²X¬B²,!ö«—ö¯}«V«K²V«K8 ¬‡!«Y²0«²!ö|¬4ö²v¬Z²[«V«2öa²%«I²&«G«#öÕ~Y4«*@«Q«#ö_«W«7ö~²:«!!«I«#ö«—ö«–:G[¬QÅK7!ö«t¬´7:!ö«uÅC«W«#ö«—ö¬–@«8ÅJ7!öš_«8 ¬u¬&!«I«W²7!ö«t[¬#@«;ö|¬4ö_«9«!ö«x;ö«–³²!ö_«9«!öÅ–«!ö_«W«U«4öÕ«–@«-ö_«8ö²vZ²X¬8ö€²H«'«!ö«—ö«–!«)ö_«8ö|¬±X¬8ö«»ÅI«S«B«4 |¬X¬6@«K¬7ö¬w²[«X²$!ö¬œ«I¬%@«ZW¬"ö¯}«X«,ö¬±u6ö|¬4öyÅ9«!öŬ!ö¬Ä¬+@«X«W²7!ö«w¬8ö|¬#²Y«W¬"ö|¬#Ì@« Õ«s[¬B«Q²7!öp«V²F« Türkçesi S- Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali ruhun þahsiyetine tesir etmez mi? --- sh:»(STÝ:104) ------------------------------------------------------------------------------------------- C- Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmiþim. Onlar müselsel þahsî kýyametler ve müteselsil (*) istinsahlar ile çalkalanýp þu zamana beni fýrlatmýþlar. Þu (Said) yetmiþ dokuz meyyit, bir hayy-ý nâtýkýn fihristesidir. Eðer zamanýn suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, þiddet-i tehalüften birbirlerini tanýmayacaklardýr. Ben onlarýn üstünde yuvarlandým; hasenat, lezzat daðýldý kaldý. Seyyiat, âlâm toplandý, yüklendi. Nasýlki þimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede þu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptýðýndan, ene dahi libasýný deðiþtirir, yýrtýlmýþ Said'i atar, yeni Said'i giyer. * * * "Ýn'ikas (*) ya hüviyeti veya hüviyetle hasiyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar." Biri birinden eltaf ve eþeff, kudretin çok âyineleri vardýr. Camdan suya, sudan havaya, (*): Müstensih kalem-i kudrettir. --- sh:»(STÝ:105) ------------------------------------------------------------------------------------------- havadan esîre, esîrden âlem-i misale, hattâ zamana, hattâ fikre ilââhir tenevvü' ediyor. Suda kesifin aksi, aslýn ayný deðilse, nuranîde gayrý da deðil, havada aynýdýr. Hava âyinesinde bir kelime milyonlar kelimat olur. Kudretin þu matbaasýnda sýrr-ý tenasül, kalem-i sun-u Ýlahî acib istinsah ediyor. «w[¬T¬7@«F²7!öw«,²&«!öyÁV7!ö«¾«*@«A«B«4 * * * "Misleyn telakki edilen zýddeyn" Zevkî olan sofiye vahdet-ül vücudu, Allah hesabýna kâinatý inkârdýr. Fikrî olan felsefe ve zaîf-ül itikadlarýn lisanýnda olan vahdet-ül vücud ise, hâþâ kâinat hesabýna Allah'ý inkârdýr. Biri vahdet-üþ þuhud, diðeri vahdet-ül mevcudu tazammun eder. @Å Nazar mes'ele-i zevkiyede tasarruf etse bozar. Zevkî keþfî olan emir, nazar-ý fikir mizaný ile tartýlmaz, ona inse katýlaþýr, çirkinleþir. (*): Tulûat'ýn âhirine dikkat. --- sh:»(STÝ:106) ------------------------------------------------------------------------------------------- Meselâ: Toprak altýnda bir çekirdek havada ondan çiçekli bir sünbül var. Âlem-i türabda nazar, çekirdeðe dikkat etse ince esasatý görür. Hava âlemindeki müzehher sünbülü onlara irca' ile izah edemez. Çekirdek içine sýkýþtýramaz. Ýþte zevk burada bakar. Nazar orada. Rü'yet deðiþir. Bîçare hakikatlar, kýymetsiz ellerde kýymetsiz olur. Demiþler: ¬˜¬*xZ1ö¬?ÅG¬L¬7ö]«S«B²'!ö¬w«8ö«–@«E²A, Ben de derim: ¬˜±¬G¬/ö¬•«G«Q¬7ö]«S«B²'!ö¬w«8ö«–@«E²A,ö«:ö²v«Q«9 ö²a«5«h²&«!ö««:övÅX«Z«%ö²a«"ÅH«2ö@«W«7öh Cennet olmasa, Cehennem tazib etmez. Zemherir olmasa, ihrak etmez. Nefisperestlerin nazar-ý dikkatine (*) Bir lokma kýrk paraya. Bir lokma on kuruþa, aðýza girmeden, boðazdan geçtikten birdirler. (*): Mugaddilikte ikisi bir iken, hevesî san'atlar birinin kýymetine vergiler ilâve ediyor. --- sh:»(STÝ:107) ------------------------------------------------------------------------------------------- Yalnýz birkaç saniye, aðýzda bir fark var. Müfettiþ ve kapýcý olan zaikayý taltif ve memnun etmek için, birden ona gitmek, israfýn en sefihidir. Eskide ekser Ýslâm aç deðildi, tereffühe ihtiyar var idi. Þimdi açtýr, telezzüze ihtiyar yoktur. Lezzetperestlerin nazar-ý dikkatine Ýnsan eski zamanýný düþünse, ya lisaný veya kalbi, ya âh, âh veya oh, oh tahattur veya telaffuz edecektir. Âh, müstetir elemin tercümanýdýr. Oh, ruhta muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir. Âh'ý dedirten, lezaiz-i maziyenin tasavvur-u zevalidir. Çünki zeval-i elem lezzet olduðu gibi, zeval-i lezzet de elemdir. Þâirlerin divanlarý, tasavvur-u zeval-i lezzetten gelen bir elem-i fikrînin birer feryadýdýr. Oh yani Elhamdülillah dedirttiren, --- sh:»(STÝ:108) ------------------------------------------------------------------------------------------- âlâm-ý maziyenin tasavvur-u zevali, verdiði lezzet-i ruhaniyenin ünvanýdýr. Demek muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli, hoþ geldin demeli. Evlenmeli Bekârlýk, bîkârlarýn kârýdýr. Bâkire, iki sülüs kadýn, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. Ýzdivac, tasfiye tehzib eder. * * * S- Hangi cem'iyettensin, neden muhalefeti þiddetle tenkid ediyorsun? C- Þüheda cem'iyetindenim. Tek bir veliyi inkâr veya istihfaf etmek, meþ'umdur. Öyle ise, iki milyon evliyaullah olan þühedayý inkâr etmek ve kanlarýný heder saymak, meþ'umlarýn en meþ'umudur. Zira muhalefet der: "Haksýz olarak harbe girildi, hasmýmýz haklý idiler. Cihad deðildi." Ýþte þu hüküm, iki milyon þühedanýn þehadetini inkârdýr. Bence en çok duamýz bu olmalý: @«X«X²[«"ö@«X«,²@«"ö²u«Q²D«#ö«öÅvZÁV7«! --- sh:»(STÝ:109) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bir hakikat var ki, en bedevi ve hattâ vahþi insanlar dahi o hakikata karþý serfüru, bürde-i itaat ve ihtiramdýrlar. Bir aþiretten mütehasým iki kabile, haric bir hasým zuhur etse, sevk-i tabiî ile dâhilî husumet ta'til edilir. Þâyan-ý istiðrabdýr ki; medenî, münevver telakki edilenler, o vahþilerden çok aþaðýdýrlar. Husumet-i hariciyenin zuhuruyla, dâhilî husumeti teþdid ederler. Eðer medeniyet ve fen böyle ise, insanýn saadeti vahþet-i cehalettedir. * * * Âlim-i mürþid koyun olmalý, kuþ olmamalý. Þu kuzusuna süt, bu yavrusuna kay verir. * * * Bâtýl þeyleri tasvir, safî zihinleri idlâldir ve cerhtir. Ba'dehu cerh ve red ile tedavi ya olur, ya olmaz. Bîçare Ýstanbul mütebayin, dâhiyane prensiplerin telkinat-ý musýrraneleriyle kabiliyet-i telkîhasýný kaybetmiþtir. Zihni âlüfte olmuþtur. * * * Nisyan bir nimettir, yalnýz her günün âlâmýný çektirir, müterakimi unutturur. * * * Derecat-ý hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardýr. Daha büyüðünü düþünüp, --- sh:»(STÝ:110) -------------------------------------------------------------------------------------------- küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah'a þükretmeli. Yoksa isti'zam ile üflense þiþer, merak edilse ikileþir. Kalbdeki misali, hakikata inkýlab eder. * * * Zulmet-i münevvere Efkâr-ý hazýrada cehl-i basiti cehl-i mürekkebe kalbeden en mühim sebeb; meçhul bir þeye parlak bir isim takmakla anladým zannetmek ve meçhul þeyleri ona irca' ile, izah ettim zannetmektir. Halbuki tarif, ya hadd ya resim ile olur. Yoksa vâzýý cahil ve müsemmaya mümas olan vechi muzlim ve göze çarpan vechi þeffaf bir ism-i camid ile olmaz. Manyetizma, telepati, kuvve-i mýknatýsiye gibi... * * * Ýhya-yý din, ihya-yý millettir. Hayat-ý din, nur-u hayattýr. Ümmet þeriata temessükü nisbetinde terakki, tesahülü nisbetinde tedennisi hakaik-i tarihiyedendir. Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts