Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

هُوَ الَّذِى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى اْلاَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَى اِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّيهُنَّ سَبْعَ سَموَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ

 

Bu âyetin sâbýk âyetle cihet-i irtibatý:

 

Evvelki âyette küfür ile küfran, delâil-i enfüsiye ile inkâr edilmiþtir. Bu âyette, delâil-i âfâkiyeye iþaret edilmiþtir. Ve keza, evvelki âyette vücud ve hayat nimetlerine iþaret edilmiþ, bu âyette beka ni'metine iþaret edilmiþtir. Ve keza evvelki âyette, Sâniin vücuduna delil olmakla haþre bir mukaddeme olduðuna iþaret edilmiþ; bu âyette ise, âhiretin tahkikiyle þüphelerin izalesine iþaret edilmiþtir. Evet sanki onlar diyorlar ki: "Ýnsana bu kadar kýymet ve ehemmiyet verilmesi nereden ve neye binaendir? Ve Allah'ýn yanýnda mevkii nedir ki onun için kýyameti koparýyor?" Onlara cevaben Kuran-ý Kerim, bu âyetin iþaretiyle diyor ki: "Ýnsanýn pek yüksek bir kýymeti olmasaydý, semavat ve arz onun istifadesine muti' ve müsahhar olmazdý. Ve keza insan ehemmiyetsiz olsaydý, mahlûkat onun için halkedilmezdi. Eðer insan ehemmiyetsiz ve kýymetsiz olsa idi, o vakit insan mahlûkat için halkolunacaktý. Ve keza, insanýn Hâlik'ý yanýnda mevkii pek büyük olduðu içindir ki; âlem-i dünyayý kendisi için deðil, beþer için; beþeri de ibadeti için halketmiþtir.

 

Hülâsa: Ýnsan mümtaz ve müstesnadýr; hayvanlar gibi deðildir. Onun için insan وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَbir sadef olmuþtur.

 

Bu âyetteki cümlelerin nüktelerine geçiyoruz:

 

Ey arkadaþ! Birinci cümlede جَمِيعًا , ikinci cümlede ثُمَّ , üçüncü cümlede سَبْعَ kelimeleri için bir tahkikat lâzýmdýr. O tahkikatý, ''Altý

 

 

 

sh: » (Ý: 186)

 

Nokta'' da izah edeceðiz:

 

Birinci Nokta: Aþaðýda beyan edildiði gibi, hayatýn öyle bir hâsiyeti vardýr ki, hayat cüz'ü küll, cüz'îyi küllî, ferdi nev', mukayyedi mutlak, bir þahsý bir âlem gibi kýlar. Binaenaleyh tek bir insan, "Dünya benim evimdir. Dünyadaki enva' benim kavmimdir ve benim aþîretimdir ve bütün eþya ile muarefem ve münasebetim vardýr." diyebilir.

 

Ýkinci Nokta: Bilirsin ki; âlemde sabit bir nizam vardýr, muhkem bir irtibat vardýr ve daimî düsturlar, esaslý kanunlar vardýr. Bu itibarla âlem, bir saat veya muntazam bir makine gibidir. Herbir çarkýn, herbir vidanýn, herbir çivinin; makinenin nizam ve intizamýnda bir hissesi ve makinenin netice ve faidelerinde bir tesiri olduðu gibi, ehl-i hayat için ve bilhassa beþer için de bir faidesi var.

 

Üçüncü Nokta: Aþaðýda iþiteceðin gibi, istifadede müzahamet ve münakaþa yoktur. Nasýlki Zeyd diyebilir ki: "Þems benim lâmbamdýr, dünya benim evimdir." Ömer de öyle diyebilir ve aralarýnda münakaþa da olmaz. Evet Zeyd, meselâ dünyada tek farzedilirse, istifadesi nasýlsa, bütün insanlar içinde iken istifadesi yine öyledir, ne fazla olur ne noksan. Yalnýz ''gareyne'' ait olan kýsým müstesnadýr. Zîra yiyecek, içecek vesaire þeylerde münakaþa olur.

 

Dördüncü Nokta: Âlem için tek bir yüz, bir cihet deðil, pek çok umumî ve muhtelif vecihler vardýr. Ve faideleri temin eden, kesretle umumî ve mütedâhil yani birbiri içinde cihetler vardýr. Ve istifade yollarýnýn da envaen türlü türlü tarîkleri vardýr. Meselâ senin güzel bir bahçen vardýr. O bahçe, bir cihetten senin istifadene tahsis edildiði gibi, diðer bir cihetten de halký faidelendirir. Meselâ o bahçenin hüsnüne, güzelliðine her bakan bir zevk alýr, bir inþirah peyda eder; bunda bir mâni yoktur. Kezalik, insanýn beþ zâhirî, beþ bâtýnî olmak üzere on tane hassasý ve duygusu vardýr. Ýnsan, bu duygularýyla ve keza cismiyle, ruhuyla, kalbiyle dünyanýn herbir cüz'ünden istifade edebilir; mâni yoktur.

 

Beþinci Nokta: Bu âyetle diðer bazý âyetlerden anlaþýlýyor ki; bu büyük dünya, insan için yaratýlmýþtýr. Ve yaratýlýþýnda, insanýn istifadesi ille-i gaiye olarak nazara alýnmýþtýr. Halbuki arzdan pek büyük olan Zühal'in, meselâ beþeri faidelendiren, yalnýz zîneti ve zaîf bir ziyasýdýr. Bu cüz'î faide için ne suretle beþer ona ille-i gaiye olur?

 

Elcevab: Bir fâideyi takib eden adam, bütün fikrini, hayalini o fâideye hasreder ve ondan maada birþeye bakmaz ve herþeye kendi hesabýna bakar, kimseyi nazara almaz, hattâ kendisini ille-i gaiye zanneder. Binaenaleyh, bu gibi adama karþý makam-ý imtinanda söylenilen o gibi

 

 

 

sh: » (Ý: 187)

 

kelâmlarda mübalaða yoktur. Evet, binlerce hikmetler için yaratýlan Zühal'in herbir hikmetinde binlerce cihetler ve herbir cihetinde binlerce istifade edenler bulunduðu halde, "Hilkatinde o adamýn istifadesi, ille-i gaiyeden bir cüz' olarak düþünülmüþtür" denilirse ne manii var? Çünki ille-i gaiye, dâima basit birþeyden ibaret deðildir.

 

Altýncý Nokta: Ýmam-ý Ali'nin وَ تَزْعُمُ اَنَّكَ جِرْمٌ صَغِيرٌ * وَ فِيكَ انْطَوَى الْعَالَمُ اْلاَكْبَرُ emrettiði gibi, insan küçük bir cisim ise de, büyük âlemi içine alacak kadar büyüktür. Öyle ise cüz'î istifadesi küllî olur, öyle ise abesiyet yoktur.

 

Ýkinci Mes'ele: ثُمَّ hakkýndadýr.

 

Ey arkadaþ! Bu âyet, arzýn semadan evvel yaratýlmýþ olduðuna delâlet eder ve وَ اْلاَرْضَ بَعْدَ ذلِكَ دَحَيهَا âyeti de semâvâtýn arzdan evvel halkedildiðine dâldir. Ve كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا âyeti ise ikisinin bir maddeden beraber halkedilmiþ ve sonra birbirinden ayýrdedilmiþ olduklarýný gösteriyor. Þeriatýn nakliyatýna nazaran, Cenab-ý Hak bir cevhereyi, bir maddeyi yaratmýþtýr, sonra o maddeye tecelli etmekle bir kýsmýný buhar, bir kýsmýný da mayi kýlmýþtýr; sonra mayi kýsmý da, tecellisiyle tekâsüf edip زَبَدْ köpük kesilmiþtir; sonra arz veya yedi küre-i arziyeyi o köpükten halketmiþtir. Bu itibarla herbir arz için hava-i nesimîden bir sema hasýl olmuþtur. Sonra o madde-i buhariyeyi bastetmekle yedi kat semavatý tesviye edip yýldýzlarý içine zer'etmiþtir ve o yýldýzlar tohumuna müþtemil olan semavat in'ikad etmiþ, vücuda gelmiþtir.

 

Hikmet-i cedidenin nazariyatý ise þu merkezdedir ki: Görmekte olduðumuz manzume-i þemsiye ile tabir edilen güneþle ona baðlý yýldýzlar cemaatý, basit bir cevhere imiþ; sonra bir nevi' buhara inkýlâb etmiþtir; sonra o buhardan, mayi-i nârî hasýl olmuþtur; sonra o mayi-i nârî bürudet ile tasallüb etmiþ yani katýlaþmýþ, sonra þiddet-i hareketiyle bazý büyük parçalarý fýrlatmýþtýr. O parçalar tekâsüf ederek seyyarat olmuþlardýr; þu arz da onlardan biridir. Bu izahata tevfikan,

 

 

 

sh: » (Ý: 188)

 

þu iki meslek arasýnda mutabakat hasýl olabilir. Þöyle ki:

 

"Ýkisi de birbirine bitiþikti, sonra ayrý ettik" manasýnda olan كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا nýn ifadesine nazaran, manzume-i þemsiye ile arz, dest-i kudretin madde-i esîriyeden yoðurmuþ olduðu bir hamur þeklinde imiþ. Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akýcý bir su gibi mevcudatýn aralarýna nüfuz etmiþ bir maddedir. وَ كَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ âyeti, þu madde-i esîriyeye iþarettir ki, Cenab-ý Hakk'ýn Arþ'ý, su hükmünde olan þu esîr maddesi üzerinde imiþ. Esîr maddesi yaratýldýktan sonra, Sâni'in ilk icadlarýnýn tecellisine merkez olmuþtur. Yani Esîri halkettikten sonra, cevâhir-i ferd'e kalbetmiþtir. Sonra bir kýsmýný kesif kýlmýþtýr ve bu kesif kýsýmdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmýþtýr. Arz, bunlardandýr. Ýþte arzýn -hepsinden evvel tekâsüf ve tasallüb etmekle acele kabuk baðlayarak uzun zamanlardan beri menþe-i hayat olmasý itibariyle- hilkat-i teþekkülü semavâtdan evveldir. Fakat arzýn bastedilmesiyle nev'-i beþerin taayyüþüne elveriþli bir vaziyete geldiði, semavatýn tesviye ve tanziminden sonra olduðu cihetle, hilkatý semavattan sonra baþlarsa da bidayette, mebde'de ikisi beraber imiþler. Binaenalâhâzâ o üç âyetin aralarýnda bulunan zâhirî muhalefet, bu üç cihetle mutabakata inkýlâb eder.

 

Ýkinci bir cevab: Ey arkadaþ! Kur'an-ý Kerim tarih, coðrafya muallimi deðildir. Ancak âlemin nizam ve intizamýndan bahisle, Sâni'in ma'rifet ve azametini cumhur-u nâsa ders veren mürþid bir kitabdýr. Binaenaleyh bunda iki makam vardýr:

 

Birinci Makam: Ni'metleri, ihsanlarý, merhametleri göstermekle delâil-i zâhiriyeyi beyan etmekten ibarettir. Bu itibarla arz, semavattan evveldir.

 

Ýkinci Makam: Azamet, izzet, kudret delillerini gösterir bir makamdýr. Bu cihetle semavat, arzdan evveldir.

 

ثُمَّ mâba'dinin mâkablinden bir zaman sonra vücuda geldiðine delalet eder ki, buna "terâhi" denilir. Demek burada arz ile semavat arasýnda bir uzaklýk vardýr. Bu uzaklýk, arz'ýn semavattan evvel halkedildiðine göre zâtîdir. Aksi halde rütebî ve tefekkürîdir. Yani semavatýn hilkati birinci ise de, tefekkürce rütbesi ikincidir; arzýn hilkati ikinci ise de, tefekkürü birincidir. Yani evvelâ arzýn tefekkürü, sonra semavatýn

 

 

 

sh: » (Ý: 189)

 

tefekkürü lâzýmdýr. Buna göre ثُمَّ ile اِسْتَوَى arasýnda اِعْلَمُوا وَ تَفَكَّرُوا mukadderdir. Takdir-i kelâm: ثُمَّ اِعْلَمُوا وَ تَفَكَّرُوا اَنَّهُ اسْتَوَى ilââhirdir.

 

Üçüncü Mes'ele: سَبْعَ kelimesi hakkýndadýr.

 

Ey arkadaþ! Semavatýn dokuz tabakadan ibaret olduðu, eski hikmetin hurafelerinden biridir. Onlarýn o hurafevari fikirleri, efkâr-ý âmmeyi istilâ etmiþti. Hattâ bazý müfessirler, bazý âyetlerin zâhirini onlarýn mezheblerine meylettirmiþlerdir. Hikmet-i cedide ise, feza denilen þu boþlukta yalnýz yýldýzlarýn muallak bir vaziyette durmakta olduklarýna kaildir. Bunlarýn mezhebinden, semavatýn inkârý çýkýyor. Ve bu iki hikmetin birisi ifrata varmýþsa da ötekisi tefritte kalmýþtýr. Þeriat ise, Cenab-ý Hakk'ýn yedi tabakadan ibaret semavatý halketmiþ olduðuna hâkimdir ve yýldýzlarýn da balýk gibi o semalar denizlerinde yüzmekte olduklarýna kaildir. Hadîs ise, semanýn مَوْجٌ مَكْفُوفٌ den ibaret bulunduðunu emrediyor. Þu hak olan mezhebin, ''Altý Mukaddeme'' ile tahkikatýný yapacaðýz.

 

Birinci Mukaddeme: Þu geniþ boþluðun Esîr ile dolu olduðu, fennen ve hikmeten sabittir.

 

Ýkinci Mukaddeme: Ecram-ý ulviyenin kanunlarýný rabteden ve ziya ve hararetin emsalini neþr ve nakleden fezayý doldurmuþ bir madde mevcuddur.

 

Üçüncü Mukaddeme: Madde-i Esîriyenin yine Esîr olarak kalmak þartýyla, sair maddeler gibi muhtelif teþekkülâtý ve ayrý ayrý nevi'leri vardýr. Buhar ile su ve buzun teþekkülâtlarý gibi.

 

Dördüncü Mukaddeme: Ecram-ý ulviyeye dikkat edilirse, tabakalarý arasýnda muhalefet görünür. Evet, yeni teþekküle ve in'ikada baþlamýþ milyarlarca yýldýzlardan ibaret Kehkeþan ile anýlan tabaka-i Esîriye, sabit yýldýzlarýn tabakasýna muhaliftir. Bu da manzume-i þemsiyenin tabakasýna ve hâkeza.. yedi tabakaya kadar birbirine muhalif tabakalar vardýr.

 

Beþinci Mukaddeme: Araþtýrmalar neticesinde sâbit olmuþtur ki: Bir maddede teþkil, tanzim, tesviyeler vâki olursa, birbirine muhalif

 

 

 

sh: » (Ý: 190)

 

tabakalar husule gelir. Bir madenden kül, kömür, elmas meydana gelir; ateþten alev, duman husule gelir. Müvellidülmâ ile Müvellidülhumuzanýn imtizacýndan su, buz, buhar tevellüd eder.

 

Altýncý Mukaddeme: Þu müteaddid emarelerden anlaþýldý ki; semavat müteaddiddir, þeriat sahibi de yedidir demiþtir, öyle ise yedidir. Maahaza yedi, yetmiþ, yediyüz sayýlarý arab üslûblarýnda kesret için kullanýlýr.

 

Arkadaþ! Pek geniþ bulunan Kur'an-ý Kerim'in hitablarýna, manalarýna, iþaretlerine dikkat edilmekle bir âmiden tut bir veliye kadar bütün tabakat-ý nâsa ve umum efkâr-ý âmmeye olan müraatlarý, okþamalarý fevkalâde hayrete, taaccübe mûcibdir. Meselâ: سَبْعَ سَموَاتٍ kelimesinden bazý insanlar hava-i nesîmiyenin tabakalarýný fehmetmiþtir. Öbür bazý da, arzýmýz ile arkadaþlarý olan hayatdar küreleri ihata eden nesîmî küreleri fehmetmiþtir. Bir kýsým da, seyyarat-ý seb'ayý fehmetmiþtir. Bir kýsmý da, manzume-i þemsiye içinde Esîrin yedi tabakasýný fehmetmiþtir. Bir kýsým da, þu bildiðimiz manzume-i þemsiye ile beraber altý tane daha manzume-i þemsiyeyi fehmetmiþtir. Bir kýsmý da esîrin teþekkülâtý yedi tabakaya inkýsam ettiðini fehmetmiþtir.

 

Hülâsa: Herbir kýsým insanlar, istidatlarýna göre feyz-i Kur'andan hisselerini almýþlardýr. Evet Kur'an-ý Kerim bütün þu mefhumlara þâmildir diyebiliriz.

 

Birinci Cümle: هُوَ الَّذِى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى اْلاَرْضِ جَمِيعًا : Bu cümlenin ''Beþ Vecih''le mâkabliyle irtibatý vardýr:

 

Birinci Vecih: Evvelki âyet, vücud ve hayat ni'metlerine iþarettir. Bu âyet, beka ve bekanýn esbab ve levazýmatýna iþarettir.

 

Ýkinci Vecih: Kur'an-ý Kerim, vaktâ ki evvelki âyetle beþer için mertebelerin en yükseði olan rücuu isbat etti, sâmiin zihnine þöyle bir sual geldi: ''Þu zelil insanlarýn bu yüksek mertebeye liyakatlarý nereden gelmiþtir?'' Kur'an-ý Kerim bu cümle ile o suali þöylece cevablandýrmýþtýr: ''Bütün dünya dest-i itaat ve teshîrine verilen insanýn, elbette Hâlýkýnýn yanýnda büyük bir mevkii vardýr.''

 

Üçüncü Vecih: Evvelki âyet beþer için haþir ve kýyametin vücuduna iþaret etmesi, sâmi'ce güya "Beþerin ne kýymeti vardýr ki onun saadeti için kýyamet kopacak?" diye vârid olan sual, bu âyetle: "Arz

 

 

 

sh: » (Ý: 191)

 

bütün müþtemilâtýyla istifadesi için yaratýlan ve bütün enva' itaat ve emrine verilen insan, netice-i hilkattir. Elbette ve elbette onun saadeti için kýyamet kopacaktýr." diye cevablandýrýlmýþtýr.

 

Dördüncü Vecih: Evvelki âyet, kýyamette esbab ve vesaitin ortadan kalkmasýyla, insanýn mercii yalnýz Cenab-ý Hakk'a münhasýr kalacaðýna iþaret etmiþtir. Bu âyet ise, dünyada da insanýn merci-i hakikîsi Cenab-ý Hakk'a münhasýr olduðunu söylüyor. Zira esbab ve vesaitin arkasýnda, kudretin þuaý görünür; tesir onundur, esbab ise perdedir.

 

Beþinci Vecih: Evvelki âyet, saadet-i ebediyeye iþarettir. Bu âyet de, saadet-i ebediyenin insana verilmesini iktiza eden ve sebeb olan Cenab-ý Hak'tan sebkat etmiþ fazl ve in'ama iþarettir ki; kendisine arz'ýn müþtemilâtý ihsan edilmiþ insanýn elbette saadet-i ebediyeye liyakatý vardýr.

 

ثُمَّ اسْتَوَى اِلَى السَّمَاءِ : Bunun mâkabliyle cihet-i irtibatý dörttür:

 

Birinci Cihet: Arz ve sema ''tev'em'' yani ikizdirler, birbirinden ayrýlmazlar; zikirde, fikirde daima beraber dolaþýyorlar. Bu cümleden evvelki cümlede arz zikredildiði gibi, bu cümlede de sema zikredilmiþtir.

 

Ýkinci Cihet: Beþerin arzdan istifadesini ikmal ve itmam eden, ancak semâvâtýn tanzimidir.

 

Üçüncü Cihet: Evvelki âyet, ihsan ve fazl delillerine iþaret etmiþtir. Bu âyet de, kudret ve azamete iþaret ediyor.

 

Dördüncü Cihet: Bu cümle, beþerin istifadesi yalnýz arza münhasýr olmadýðýna, sema dahi onun istifadesine teshîr edildiðine iþarettir.

 

فَسَوَّيهُنَّ سَبْعَ سَموَاتٍ : Bu cümlenin mâkabliyle irtibatý, üç çeþittir:

 

1- كُنْ ile فَيَكُونُ arasýndaki irtibat gibidir. Nasýlki memurun husulü كُنْ emrine baðlýdýr; semavatýn tesviyesi de اِسْتَوى ya baðlýdýr.

 

 

 

sh: » (Ý: 192)

 

2- Kudretin taallûkiyla iradenin taallûku arasýndaki irtibat gibidir. Yani اِسْتَوى iradenin taallûkuna, اِسْتَوَى de kudretin taallûkûuna benzer bir irtibattýr.

 

3- Netice ile mukaddeme arasýnda bulunan irtibat gibidir. Çünkü semavatýn tesviyesi, mukaddemesi olan اِسْتَوَى ya terettüb eder.

 

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ : Bu cümle mâkabliyle iki vecihle merbuttur:

 

Birinci Vecih: Bu cümledeki ilm-i küllî, semavatýn tanzim ve tesviyesine delil olduðu gibi, tanzim ve tesviyenin vücudu da ilm-i küllînin vücuduna delildir.

 

Ýkinci Vecih ise: Evvelki cümle kudret-i kâmileye, bu cümle ise küllî ve þümullü ilme delâlet eder.

 

Cümlelerin nüktelerini beyan edeceðiz:

 

هُوَالَّذِى ilââhir... Bu cümle, mâkabliyle baðlý deðildir. Ancak, müste'nife olup beþ sual ile cevablarýna iþarettir ki, bundan önce beyan edildiðinden tekrarýna lüzum yoktur. هُوَالَّذِى deki هُوَ mübtedadýr, اَلَّذِى sýlasýyla beraber haberdir. Bu cümlede mübteda ile haberin tarifleri tevhide iþaret olduðu gibi, hasra da delalet eder. Yani müþtemilât-ý arziyenin halký Cenab-ý Hakk'a münhasýr olduðu gibi, Hâlýký da yalnýz Cenab-ý Hak'týr. Bu hasr, ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ cümlesinde اِلَيْهِ nin takdimiyle hasýl olan hasra delildir. Yani müþtemilât-ý arziyenin halký Cenab-ý Hakk'a münhasýr olduðu için, kýyamette merciiyet de Cenab-ý Hakk'a münhasýrdýr. اَلَّذِى sýlasýyla beraber haberdir. Haberin aslý ve müstehakký, nekre olmaktýr. Burada ma'rife olarak gelmesi, hükmün zâhir ve malûm olduðuna iþarettir. Yani: "Cenab-ý Hakk'ýn müþtemilât-ý

 

 

 

sh: » (Ý: 193)

 

arziyenin Hâlýký olduðu malûm ve zâhirdir."

 

Menfaat için kullanýlan لَكُمْ deki (ل), eþyanýn hilkaten mübah, helâl, menfaatli olarak yaratýlýp, bazý ârýzalardan dolayý haram olmuþ olduklarýna iþarettir. Meselâ aðyarýn malý, ismet-i þer'iye için haram olmuþtur. Ýnsanýn eti, hürmet ve keramet için; zehir, zarar için; lâþe eti, necaset için haram olmuþlardýr. Ve keza herbir þeyde bir faide, bir menfaat olduðuna remizdir. Ve keza beþer için herþeyde bir menfaati bulunduðuna remizdir. Evet hangi þey olursa olsun, beþere bir cihetten bir istifadeyi temin eder, velev ibret almak için olsun. Ve keza arz'ýn karnýnda istikbal insanlarýný intizar eden pek çok rahmetin hazine ve definelerinin bulunduðuna remizdir. لَكُمْ câr ve mecrurunun مَا فِى اْلاَرْضِ üzerine takdimi beþere ait istifadelerin her gayeden evvel ve evlâ olduðuna iþarettir.

 

Umumu ifade eden مَا herþeyde menfaatleri aramaya insanlarý tergib ve teþvik içindir.

 

فِى اْلاَرْضِ daki فِى nin عَلَى ya tercihi, en çok menfaatlerin arzýn karnýnda olduðuna ve arzýn karnýndaki eþyanýn taharrisine insanlarý teþci' ettiðine iþarettir. Ve keza, arzýn içindeki maden ve maddelerin istifade-i beþer için yaratýlýþý, arzýn içinde henüz keþfedilemiyen anâsýr ve maddelerden -tekâlif-i hayatýn zahmetlerinden müstakbelin insanlarýný kurtaracak- bazý gýdaî vesaire maddelerin vücudu mümkün olduðuna delâlet eder.

 

جَمِيعًا : arzdaki bazý eþyanýn abes ve faidesiz olduklarýna ait evhamý def'etmek içindir.

 

ثُمَّ اسْتَوَى daki ثُمَّ arzýn hilkatýyla semavatýn tesviyesi arasýndaki Cenab-ý Hakk'ýn ef'al ve þuunatýnýn silsilesine iþarettir. Ve keza beþere menfaat hususunda, semavatýn tesviyesi arzýn hilkatinden rütbece

 

 

 

sh: » (Ý: 194)

 

uzak olduðuna delâlet eder. Îcaz ve ihtisar için اَرَادَ اَنْ يُسَوِّى yerinde اِسْتَوَى denilmiþtir. اِسْتَوَى kelimesinin istimali, burada mecazdýr. Yani, hedefe kasdýný hasredip saða sola bakmayanlar gibi, semavatýn tesviyesini irade etmiþtir.

 

اِلَى السَّمَاءِ : Bu semadan maksad, semavatýn maddesi olan buhardýr.

 

فَسَوَّيهُنَّ deki (ف) tefrîi ifade ettiðine nazaran, tesviyenin istivaya baðlanmasý; فَيَكُونُ nün كُنْ emrine veya kudretin taallûku iradenin taallûkuna veya kazanýn kadere olan terettüblerine benziyor ve takibi ifade ettiðine göre, mukadder bazý fiillere îmadýr. Takdir-i kelâm: نَوَّعَهَا وَ نَظَّمَهَا وَ دَبَّرَ اْلاَمْرَ بَيْنَهَا فَسَوَّيهُنَّ ilââhir...den ibarettir. Yani: "Nevi'lere ayýrdý, tanzim etti, aralarýnda lâzým gelen emirleri, tedbirleri yaptý; sonra yedi tabakaya tesviye etti."

 

سَوَّى : Yani "Muntazam, müstevî; enva'ý, eczalarý mütesavi olarak yarattý."

 

هُنَّ : Bu zamirin cem'i, semavat olacak maddenin nevi'lere münkasým olduðuna iþarettir.

 

سَبْعَ tabiri, semavat tabakalarýnýn kesretine iþarettir ve bu tabakalarýn teþekkülât-ý arziyenin edvar-ý seb'asýyla sýfât-ý seb'aya münasebetdar olduðuna îmadýr.

 

سَموَاتٍ : Bu semalarýn bir kýsmý, seyyarat balýklarýna denizdir; bir kýsmý da sabit yýldýzlara mezraadýr; bir kýsmý da sema çiçekleri hükmünde olan "derârî" yýldýzlara bahçe ve bostandýr.

 

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ : Bu (و) atýf içindir. Halbuki burada atfýn

 

 

 

sh: » (Ý: 195)

 

tarafeyni arasýnda münasebet yoktur. Öyle ise, bu münasebeti bulmak için takdire ihtiyaç vardýr. Þöyle ki: وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ "Öyle ise, bu büyük ecramýn Hâlýký odur." وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ "Öyle ise o ecramdaki san'atý tanzim, tahkim eden odur."

 

Ýlsaký ifade eden بِكُلِّ kelimesindeki (ب ); ilmin, ma'lûmdan infikak ve infisalinin mümkün olmadýðýna iþarettir.

 

كُلِّ, tâmimi ifade eden bir edattýr. Burada ifade ettiði tamimden hiçbir þeyin, hiçbir ferdin tahsisi ve daire-i þümulünden ihracý yoktur. Bu itibarla مَا مِنْ عَامٍ اِلاَّ وَقَدْ خُصَّ مِنهُ الْبَعْضُ olan kaide-i külliyeyi tahsis ediyor. Çünkü kendisi bu kaidenin þümulünden hâriç kalmýþtýr.

 

شَيْءٍ : Bu kelime; vâcib, mümkin, mümteni'a þamildir.

 

عَلِيمٌ : Yani, zâtý ile ilim arasýnda zarurî, lüzumî sübut vardýr.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...