EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 اِنَّ الّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ Bu cümlenin mâkabliyle cihet-i nazmý: Arkadaþ! Cenab-ý Hakk'ýn sýfat-ý ezeliye âleminde biri celalî, diðeri cemalî iki türlü tecellisi vardýr. Celal ile Cemal'in sýfat-ý ef'al âleminde tecellisinden; lütuf ve kahr, hüsün ve heybet tezahür eder. Ef'al âlemine tecelli edince; tahliye (تَحْلِيَه) ile tahliye (تَخْلِيَه) (tezyin ile tenzih) doðar. Âsâr ve a'mâl âleminden âlem-i âhirete intiba edince; lütuf, Cennet ve nur olarak; kahr da, Cehennem ve nar olarak tecelli eder. Sonra âlem-i zikre in'ikas edince; biri hamd, diðeri tesbih olmak üzere iki kýsma ayrýlýr. Sonra âlem-i kelâmda tecelli edince, kelâmýn emir ve nehye taksimine sebeb olur. Sonra âlem-i irþada intikal edince; irþadý tergib ve terhib, tebþir ve inzara taksim eder. Sonra vicdana tecelli edince, reca ve havf husule gelir. Sonra irþadýn iktizasýndandýr ki, havf ile reca arasýndaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doðru yollara sülûk edilsin, havf ile de eðri yollara gidilmesin. Ne Allah'ýn rahmetinden me'yus, ne de azabýndan emin olunsun. Ýþte böylece teselsül eden þu hikmetten dolayý Kur'an-ý Kerîm; aleddevam, tergibden sonra terhib ve ebrarý medhettikten sonra füccârý zemmetmiþtir. S- Bu cümle ile اِنَّ اْلاَبْرَارِ لَفِى نَعِيمٍ وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَفِى جَحِيمٍ cümlesi arasýnda ne gibi bir fark vardýr ki, orada atf var, burada yoktur? C- Atfýn hüsnü, münasebetin hüsnüne bakar. Hüsn-ü münasebet, her iki cümleden takib edilen garaz ve maksadýn bir olmasýna mütevakkýftýr. Halbuki oradaki maksad, burada yoktur. Burada birinci cümledeki maksad, Kur'anýn medhine incirar eden mü'minlerin medhidir. Ýkinci cümleden maksad, yalnýz tahvif ve terhib için kâfirlerin zemmidir. Bu ise Kur'anýn medhiyle alâkadar deðildir. Sonra bu cümlenin ihtiva ettiði eczanýn nazmýnda tezahür eden letaif cihetine bakalým: اِنَّ ile اَلَّذِينَ mevkilere göre ifade ettikleri nüktelerden maada, belâgatça kýymetli sayýlan iki nükteyi daha tazammun etmiþlerdir ki; Kur'an, sh: » (Ý: 65) pek çok yerlerinde اِنَّ ile اَلَّذِينَ yi mükerreren zikretmiþtir. Tahkiki ifade eden اِنَّ deki nükte þöyle tasvir edilebilir ki: اِنَّ herhangi bir cümlede bulunursa, o cümlenin damýný deler, hakikate nüfuz eder. Ve o dâvayý veya hükmü aþaðýya indirir, hakikate yapýþtýrmakla, o hükmün hayalî veya zannî veya mevzu veya hurafe hükümlerden olmadýðýný ve ancak hakaik-i sâbiteden olduðunu isbat eder. Bu cümlede اِنَّ nin hususî nüktesi: Bu âyetin muhatabý olan Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) þek ve inkâr bulunmadýðý halde þek ve inkârý ref'etmek þe'ninde olan اِنَّ ile karþýlanmasý, onlarýn iman etmesi için Peygamber'in (A.S.M.) þiddet-i hýrsýna iþarettir. اَلَّذِينَ kelimesi ise, göze görünmezden evvel akla görünen garib ve yeni hakikatlara bir vasýta-i iþarettir. Bunun içindir ki, hakikatlarý tebdil ve tecdid eden inkýlâblarý tasvir için kullanýlan iþaret ve vasýtalardan en çok kullanýlan, اَلَّذِينَ ve emsalidir. Kur'anýn tecellisiyle çok nevi'ler silindi, hakikatlar yýkýldý. Onlara bedel, yeni yeni nevi'ler, hakikatlar teþekkül etti. Evet zaman-ý cahiliyete bak! O zamanda bütün nevi'ler millî rabýtalar üzerine teþekkül ettiði gibi, içtimaî hakikatlar da taassub-u kavmî üzerine bina edilmiþti. Kur'anýn tecellisiyle o rabýtalar kesildi, o hakikatlar tahrib edildi. Onlara bedel, dinî rabýtalar üzerine yeni nevi'ler ve hakikatlar ihdas edildi. Evet Þems-i Kur'anýn tulûu ile, bazý kalbler, onun ziyasýyla tenevvür etti. Ve mü'minlerin nev'ini temyiz ve tayin eden bir hakikat-ý nuraniye meydana geldi. Kezalik o keskin ziya karþýsýnda, mezbeleye benzeyen bazý pis kalbler de yanýp kömür oldular. Ve o kâfirlerin nev'ini ilân eden zehirli bir hakikat-ý küfriyye husule geldi. Ýþte bu hakikat-ý küfriyyeye iþaret için اَلَّذِينَ zikredilmiþtir. Maahâza her iki اَلَّذِينَ arasýnda tam bir münasebet vardýr. Çünkü herbirisi birbirine zýt olan bir hakikata iþarettir. sh: » (Ý: 66) Ve keza harf-i tarif olan (ال) in ifade ettiði beþ manayý, اَلَّذِينَ de ifade ediyor. O manalarýn en meþhuru, ahddir. Yani gerek ال den, gerek اَلَّذِينَ den, ma'hud ve ma'lûm bir þey kasdedilir. Binaenaleyh Ebûcehil, Ebûleheb, Ümeyye Ýbn-i Halef ve saire gibi ma'hud ve meþhur büyük kâfirlere اَلَّذِينَ ile iþaret edilmiþ olduðu ihtimali pek kavîdir. Bu ihtimale binaen þu âyet, gaybdan ihbar eden âyetlerden biri olur. Çünkü onlar küfür üzerine ölmüþlerdir. Ve ayný zamanda, i'caz-ý manevînin dört nev'inden bir nev'i, þu gaybî ihbarlardan tezahür eder. S: Kur'an zaruriyat-ý diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrý ayrý manalarýn bir kýsmý, birbirine muhaliftir? C: Azizim! Kur'anýn herbir kelâmý, üç kaziyeyi müþtemildir: Birincisi: Bu, Allah'ýn kelâmýdýr. Ýkincisi: Allah'ca murad olan mâna, haktýr. Üçüncüsü: Mâna-yý murad, budur. Eðer Kur'anýn o kelâmý, baþka bir manaya ihtimali olmayan muhkemattan olursa veya Kur'anýn baþka bir yerinde beyan edilmiþ ise, birinci ve ikinci kaziyeleri aynen kabul etmek lâzýmdýr ve inkârlarý da küfürdür. Þayet Kur'anýn o kelâmý, baþka bir manaya ihtimali olan bir nass veya zâhir olursa, üçüncü kaziyeyi kabul etmek lâzým olmadýðý gibi inkârý da küfür deðildir. Ýþte müfessirlerin ihtilaflarý, ancak ve ancak þu kýsma aittir. Ýhtar: Mütevatir hadîsler de, bu hususta, âyetler gibidir. Yalnýz birinci kaziye, teemmül yeridir. Çünki( هذَا )ile iþaret edilen hadîsin hakikaten hadîs olup olmadýðýnda tereddüd yeri vardýr. S- Küfür, cehildir. Halbuki kâfirler, Hazret-i Muhammed'i (A.S.M.) evlâtlarý kadar tanýyorlardý? C- Küfür, iki kýsýmdýr. Bir kýsmý, bilmediði için inkâr eder; ikincisi, bildiði halde inkâr eder. Bu da, birkaç þubedir. Birincisi; bilir lâkin sh: » (Ý: 67) kabul etmez. Ýkincisi; yakîni var, lâkin itikadý yoktur. Üçüncüsü; tasdiki var, lâkin vicdanî iz'aný yoktur. S: Þeytanýn kalbinde marifet var mýdýr? C: Yoktur. Çünki san'at-ý fýtriyesi iktizasýnca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meþgul olduðundan, kalbinde veya fikrinde boþ bir yer marifet için kalmýyor. S- Küfür, kalbe ait bir sýfattýr. Kalbde o sýfat bulunmadýðý takdirde, zünnar baðlanmasýndan veya ona kýyas edilen þapkanýn giyilmesinden ne için küfür hasýl olsun? C- Gizli olan umûra, þeriat emarelere göre hükmeder. Hattâ illet olmayan esbab-ý zâhirîyi, illet yerine kabul eder. Binaenaleyh itmam-ý rükûa mâni olan bir kýsým zünnarlarýn baðlanmasý ve secdenin ikmaline mâni olan bazý þapkalarýn giyilmesi, ubudiyetten istiðna ve küfre teþebbüh etmeye emarelerdir. Gizli olan o sýfat-ý küfriyenin yok olduðuna kat'iyetle hükmedilemediðinden, bu gibi emarelere göre hükmedilir. S- Ýnzar yapýlmadýkça teklif nasýl yapýlýr? C- Ýnzar yapýlmadýðý takdirde teklif de yapýlmazsa, adem-i tecziyelerine bir hüccet olur. Zira, "Biz ne yapalým. Ne tebligat yapýldý ve ne tekliften haberimiz var." diye mücazâttan kurtuluþlarýna bir medar olur. S- Cenab-ý Hakk'ýn onlarýn küfür ve temerrüdlerinden yaptýðý ihbar, onlarýn imana gelmelerini imtina derecesine çýkarýyor. Mümteni' ve muhal bir þey teklif edilir mi? C- Cenab-ý Hakk'ýn ihbarý, ilmi ve iradesi, sebebden kat'-ý nazarla yalnýz küfürlerine taallûk etmez. Ancak ihtiyarlarýyla küfürlerine birlikte taallûk eder. Bu ise ihtiyarlarýný nefyetmez ki, teklif-i bilmuhal olsun. Bu bahsin tafsilâtý gelecektir. S- Îman etmeyeceklerini ifade eden لاَ يُؤْمِنُونَ ve emsali âyetlere, onlarý îman etmeye davet etmekten adem-i îmana îman çýkýyor. Bu ise, muhal-i aklîdir? C- Onlara teklif edilen îman, icmalîdir; tafsilî deðildir. Herbir âyete, herbir hükme ayrý ayrý, birer birer îman ediniz! diye teklif yapýlmýyor ki bu mahzur lâzým gelsin. Sonra küfürlerini sîga-i mâzi ile zikretmek, sh: » (Ý: 68) hakkýn izhar ve isbatýndan evvel onlarýn küfrü kucaklayýp kabul etmelerine iþarettir. Bunun içindir ki, onlara karþý inzarýn adem-i inzar gibi faidesiz kaldýðýna, سَوَاءٌ kelimesiyle iþaret yapýlmýþtýr. Sonra, fevkaniyeti ifade eden عَلَيْهِمْ deki عَلَى onlarýn yüzleri yere yapýþmýþ gibi baþlarýný kaldýrýp âmirlerinin sözünü dinleyemediklerine iþarettir. Ve keza manaya bir zarar ve bir halel îras etmeyen ve terkine tercih edilen عَلَيْهِمْ in zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a nazaran inzarýn adem-i inzar gibi olmadýðýna iþarettir. Zira inzarda ecr ü sevap vardýr. ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ cümlesindeki hemze ile اَمْ müsavatý ifade ettiðinden, سَوَاءٌ kelimesine te'kiddir. Yahut سَوَاءٌ kelimesinden müsavatýn bir manasý, hemze ile اَمْ den ikinci manasý irade edilir. Çünkü müsavatýn medarý ya adem-i faidedir veya mûcibin adem-i vücududur. S- Ýstifham þekliyle müsavatý ifade etmekte ne mâna vardýr? C- Yapmýþ olduðu fiilinde bir faidesi olmayan muhatabýn fiilinin faidesiz olduðuna lâtif ve mukniane bir vecihle ikaz edilmesi ancak istifham ile olur ki, muhatab, fiilini düþündükten sonra, kötü neticesini nazara alarak kalbi mutmain olsun. S- سَوَاءٌ kelimesi inzar ve adem-i inzardan mecaz ise, aralarýndaki alâka nedir? C- Ýstifhamýn müsavatý tazammun etmesidir. Zira istifham eden adamýn bilgisine göre, vücut ile adem mütesavidir. Maahâza bu gibi istifhamlara verilen cevablar, alelekser þu müsavat-ý zýmniyye ile verilir. S- Mâzi sigasýyla inzardan yapýlan tâbir neye iþarettir? sh: » (Ý: 69) C- Ýkinci ve üçüncü inzarlara lüzum kalmadýðýna iþarettir. Yani yaptýðýn inzar faide vermedi, bundan sonra da faidesiz kalýr. S- Ýnzar etmemekte faidenin bulunmamasý zâhirdir. اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ kaydýnda ne faide vardýr? C- Sükût etmek, bazan muhatabýn insafa gelip matlup iþe muvafakatýna sebeb olur. S- Kur'an-ý Kerim, baþka makamlarda terhibden sonra tergib de yaptýðý halde, burada tergibi terketmiþtir. Esbabý nedir? C- Küfür makamýna, ancak terhib ve tahvif münasipdir. Hem de küfür gibi mazarratlarý def'etmek, Cennet'i kazanmak gibi menfaatlarýn celbinden daha evlâ ve daha tesirlidir. Maahaza buradaki terhib, tergibi de andýrýyor. Çünkü inzar ve adem-i inzarý gören hayal, zýddiyet münasebetiyle, derhal tebþir ve adem-i tebþire intikal eder. Azizim! Herbir hükmün baþka þeylere hizmet eden çok mânalarý olduðu ve herbir hükümden takib edilen gizli maksadlar bulunduðu ve bu kelâmýn da Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) iþaret eden mânalarý olduðu gibi; küfrü takbih etmek maksadýyla, büyük bir ölçüde tenkiratta bulunmuþtur. Ezcümle: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn görmekte olduðu zahmetlerin tahfifine ve göstermekte olduðu hýrs ve þiddetin tehvinine medar olmak için, mânâ-yý harfî kabilinden bazan îmalarda bulunmuþ ve eski resullerin hallerini nazara alarak, onlara iktida ile teselli yollarýný göstermiþ ise de; bu kanun-u fýtrîdir, tahammül ve inkýyad lâzýmdýr diye lisan-ý hal ile ilân etmiþtir. Bu âyet وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ cümlesine kadar bütün eczasýyla, küfrü takbih ve tenfir ile nehyeder. Ve ehl-i küfrü tehdid ve tahvif ile küfürden terhib eder. Ve keza bütün kelimatýyla, küfrün büyük bir musibet olmakla beraber, lezzeti yok elemi var, ni'meti yok nýkmeti var diye ilân eder. Ve keza bütün cümleleriyle, küfrün her þeyden zararlý olduðunu tasrih eder. Evet onlar îman etmediklerinden ve cevher-i ruhu ifsad ve bütün elemleri içine alan küfür musibetine maruz kaldýklarýndan لَمْ يُؤْمِنُوا ye bedel كَفَرُوا tabiriyle iþaret edilmiþtir. Ve keza لاَ يَتْرُكُونَ الْكُفْرَ kelimesine bedel sh: » (Ý: 70) لاَ يُؤْمِنُونَ tabiriyle, onlarýn büyük musibete maruz kaldýklarý gibi, pýrlanta gibi cevher-i îmanîyi de kaybettiklerine iþarettir. Ve keza خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ cümlesiyle kalb ile vicdan, nûr-u îman sayesinde hakaik-i Ýlahiyenin tecellisine mazhar olmakla menba-ý kemalât, hayattar ve ziyadar olduklarý halde, küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ýssýz, haþarât-ý muzýrra yuvasýna inkýlâb ettikleri için mühürlenmiþ, kilitlenmiþ ki; o korkunç yuvadaki akreblerden veya yýlanlardan ictinab edilmesine iþaret edilmiþtir. Ve keza, وَ عَلَى سَمْعِهِمْ kelimesiyle, küfür sebebiyle kulaða ait pek büyük bir ni'meti kaybettiklerine iþaret edilmiþtir. Hattâ kulaktaki zar, nur-u iman ile ýþýklandýðý zaman, kâinattan gelen manevî nidalarý iþitir. Lisan-ý hal ile yapýlan zikirleri, tesbihatlarý fehmeder. Hattâ o nur-u iman sayesinde, rüzgârlarýn terennümatýný, bulutlarýn nâralarýný, denizlerin dalgalarýnýn naðamatýný ve hâkeza yaðmur, kuþ ve saire gibi her nevi'den Rabbanî kelâmlarý ve ulvî tesbihatý iþitir. Sanki kâinat, Ýlahî bir musikî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeþit çeþit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbanî aþklarý intýba' ettirmekle kalbleri, ruhlarý nuranî âlemlere götürür, pek garib misalî levhalarý göstermekle, o ruhlarý ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder. Fakat o kulak, küfür ile týkandýðý zaman, o leziz, manevî yüksek savtlardan mahrum kalýr. Ve o lezzetleri îras eden avazlar, matem seslerine inkýlâb eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabýn fýkdanýyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahþetler ve sonsuz gurbetler hasýl olur. Bu sýrra binaendir ki, þeriatça bazý savtlar helâl, bazýlarý da haram kýlýnmýþtýr. Evet ulvî hüzünleri, Rabbanî aþklarý îras eden sesler, helâldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî þehevatý tahrik eden sesler, haramdýr. Þeriatýn tayin etmediði kýsým ise, senin ruhuna, vicdanýna yaptýðý tesire göre hüküm alýr. وَ عَلَى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ Bu cümle ile rü'yete, yani göze ait büyük bir ni'met-i basariyenin küfür ile kaybolduðuna iþaret edilmiþtir. Zira gözün nûru, nûr-u îmanla ýþýklanýrsa ve kavileþirse, bütün kâinat gül ve reyhanlar ile müzeyyen bir Cennet þeklinde görünür. Gözün gözbebeði de, bal arýsý gibi, bütün kâinat safhalarýnda menkuþ gül sh: » (Ý: 71) ve çiçek gibi delillerinden, bürhanlarýndan alacaðý ibret, fikret, ünsiyet gibi usare ve þiralarýndan vicdanda o tatlý, îman ballarý yapar. Eðer o göz küfür zulmetiyle kör olursa; dünya, geniþliðiyle beraber bir hapishane þekline girer. Bütün hakaik-i kevniye, nazarýndan gizlenir. Kâinat ondan tevahhuþ eder. Kalbi ahzan ve ekdar ile dolar. وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ cümlesiyle, küfür þeceresinin âhirete ait zakkum gibi semeresine iþaret edilmiþtir. لاَ يُؤْمِنُونَ kelimesi ise, inzar ile adem-i inzar arasýndaki müsavata nassederek سَوَاءٌ kelimesine te'kiddir. Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts