EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِاْلآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ Kur'an-ý Kerim, bu âyet gibi çok âyetlerde terkiblerin, kelâmlarýn muhtemel bulunduklarý ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir vechini bir emare ile tayin etmemekle, nazm-ý kelâmý mürsel ve mutlak býrakmýþtýr. Bu da i'cazý intac eden îcaza menþe' olarak lâtif bir sýrdýr. Þöyle ki: Belâgat, mukteza-yý hale mutabakattan ibarettir. Kur'anýn muhatablarý, muhtelif asýrlarda mütefavit tabakalardýr. Bu tabakalara mürâaten, muhavere ve mükâlemeyi o asýrlara teþmil etmek üzere, çok yerlerde tamim için hazf yapýyor, çok yerlerde nazm-ý kelâmý mutlak býrakýyor ki; ehl-i belâgat ve ulûm-u Arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoðalsýn ki, her asýrda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsýn. Bu âyeti mâkabliyle nazm ve rabteden münasebet: Kur'an-ý Kerim, evvelki âyetle tamim yaptýktan sonra, bu âyetle tahsis yapmýþtýr. Evet bu âyet, ehl-i kitabdan îman edenleri tahsisle þereflerini ilân ve îmana gelmeyenleri îmana teþvik ediyor. Abdullah Ýbn-i Selâm ele alýnarak diðerlerinin Abdullah Ýbn-i Selâm gibi olmalarý için yapýlan teþvik gibi. Ve keza Kur'an-ý Kerim'in bütün ümmetlere ve risalet-i Muhammediye'nin bütün milletlere þâmil olduklarýný tasrih etmek üzere, her iki اَلَّذِينَ ile مُتَّقِينَ nin her iki kýsmýna tansis edilmiþtir. Ve keza يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ sadefinde bulunan îmanýn rükünlerini beyan etmek için, icmalden sonra tafsile geçmiþtir. Çünkü bu âyet; kitablara, kýyamete sarahaten; rusül ve melâikeye zýmnen delâlet eder. sh: » (Ý: 48) Kur'an-ý Azîmüþþan burada وَالْمُؤْمِنُونَ بِالْقُرْآنِ gibi îcazlý ifadeleri terkedip, وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ ile itnabý ihtiyar etmiþtir. Þu itnab, bu makamý yüksek nükte ve letâifle tezyin etmek için ihtiyar edilmiþtir. 1- Esma-i mevsule ve mübhemeden bulunan اَلَّذِينَ, burada hükmün medarý ve maksadýn esasý îman sýfatý olduðuna ve mevsufu ile sair sýfatlarý îman sýfatýna tâbi ve altýnda görünmez bir durumda olduklarýna iþarettir. 2- Yalnýz zamanlarýn birinde sübutu ifade eden مُؤْمِنُونَ kelimesine bedel fiil sîgasýyla يُؤْمِنُونَ tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe îmanýn teceddüd ettiðine iþarettir. 3- Ýbhamý ifade eden مَا , îman-ý icmalînin kâfi geldiðine ve îmanýn, Hadîs gibi bâtýnî ve Kur'an gibi zâhirî vahiylere þamil olduðuna iþarettir. 4- اُنْزِلَ maddesi itibariyle; Kur'ana îman, Kur'anýn Allah'tan nüzulüne îman demek olduðunu gösteriyor. Kezalik Allah'a îman; Allah'ýn vücuduna îman, âhirete îman, âhiretin gelmesine îman demektir. 5- اُنْزِلَ , mâziye delâlet eden heyet itibariyle, henüz nâzil olmayanýn nüzulü, nâzil olanýn nüzulü kadar muhakkak olduðuna iþarettir. Maahaza يُؤْمِنُونَ deki istikbal, اُنْزِلَ nin mâziliðinden neþ'et eden noksaný telafi eder. Yani henüz nâzil olmayan kýsým اُنْزِلَ nin þumulü dâhilinde deðilse de, يُؤْمِنُونَ nin þümulü altýndadýr. Bu tenzil mes'elesi, Kur'anýn sh: » (Ý: 49) çok yerlerinde vuku bulmuþtur. Bazan mâzi, istikbale misafir gider. Bazan da muzari, mazinin memleketine gelir. Bunda, çok latif bir belâgat vardýr. Þöyle ki: Bir adam, kendisine göre henüz geçmemiþ bir þeyi mâziye delâlet eden bir sîga ile iþittiði zaman, zihni heyecana gelir, ayýlýr; anlar ki, muhatab yalnýz o deðildir. Belki arkasýnda muhtelif mesafelerde pek çok ayrý ayrý taifeler, saflar bulunmakla, kendisine tevcih edilen hitaplarý, nidalarý, Ýlahî hitabeleri, arkasýnda bulunan bütün o taifeler iþitir gibi zihnine gelir. عَلَيْكَ ye bedel اِلَيْكَ nin zikri: Resul-i Ekrem (A.S.M.) in teklif edilen risalet vazifesini cüz'-i ihtiyarîsiyle haml ve kabul etmiþ olduðuna ve bu hizmet Cibril tarafýndan görüldüðünden, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) daha yüksek olduðuna iþarettir. Çünki عَلَى da ihtiyar olmadýðý gibi, vasýta-i nüzulün daha yüksek olduðuna delâlet eder. اِلَيْكَ deki zamirin ism-i zâhire tercih sebebi, Kur'an ve Kur'ana ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed (A.S.M.) yalnýz muhatab olup; kelâm, Allah'ýn kelâmý olduðuna iþarettir. Bu kelâmýn îcaz derecesi, þu zikredilen letaiften anlaþýldý. وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ : Bu gibi sýfatlarda bir teþvik vardýr. Ve o teþvikten sami'leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doðuyor. Bu cümlenin mâkabliyle nazmýna dair "dört letaif" vardýr. 1- Bu cümlenin mâkabline atfý, medlûlün delile olan bir atfýdýr. Þöyle ki: Ey insanlar! Kur'ana iman ettiðiniz gibi, kütüb-ü sâbýkaya da iman ediniz. Çünkü Kur'an, onlarýn sýdkýna delil ve þâhiddir. 2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfýdýr. Þöyle ki: Ey ehl-i kitab! Geçmiþ olan enbiya ve kitablara îman ettiðiniz gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur'ana da îman ediniz! Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) gelmesini tebþir ettikleri gibi, onlarýn ve kitablarýnýn sýdkýna olan deliller, hakikatiyla, ruhiyle Kur'anda ve sh: » (Ý: 50) Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) bulunmuþtur. Öyle ise, Kur'an Allah'ýn kelâmý ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduðunu tarîk-i ûlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz. 3- Zaman-ý Saadet'te, Kur'andan neþ'et eden Ýslâmiyet sanki bir þeceredir. Kökü zaman-ý saadette sabit olmakla, damarlarý o zamanýn âb-ý hayat menba'larýndan kuvvet ve hayat alarak, her tarafa intiþar ettikleri gibi, dal ve budaklarý da istikbal semasýna kadar uzanarak âlem-i beþere maddî ve manevî semereleri yetiþtiriyor. Evet Ýslâmiyet mazi ile istikbali kanatlarý altýna almýþ, gölgelendirerek istirahat-ý umumiyeyi temin ediyor. 4- Kur'an-ý Kerim, o cümlede ehl-i kitabý imana teþvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor. Þöyle ki: Ey ehl-i kitab! Ýslâmiyeti kabul etmekte size bir meþakkat yoktur. Size aðýr gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatýnýzý ikmal ve yanýnýzda bulunan esasat-ý diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski þeriatlarýnýn kavaid-i esasiyelerini cem' etmiþ olduðundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir. Yalnýz, zaman ve mekânýn tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kýsmýnda müessistir. Bunda aklî ve mantýkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçlarýn tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasýl olduðu gibi, bir þahsýn yaþayýþ devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatýn iktizasý üzerine, ömr-ü beþerin mertebelerine göre ahkâm-ý fer'iyede tebeddül vardýr. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diðer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir þahsa deva iken, þahs-ý âhere dâ' olur. Bu sýrdandýr ki, Kur'an fer'î hükümlerden bir kýsmýný nesh etmiþtir. Yani vakitleri bitti, nöbet baþka hükümlere geldi, diye hükmetmiþtir. مِنْ قَبْلِكَ : Kur'anda hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle münasebettar olmasýn. Veyahut mevkiinin baþka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet Kur'anýn herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin baþýnda bir tâc-ý zerrýn gibi görünür. Ve aralarýndaki münasebetlerden dolayý, aralarýnda geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle: مِنْ قَبْلِكَ kelimesine bak! Bu âyetin her tarafýndan uçup bu kelimenin sh: » (Ý: 51) baþýna konan letâifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkýndadýr. Nübüvvet mes'elesinde "Beþ Maksad" vardýr. Bu maksadlar, beþ nükte ve letaiften in'ikas etmiþtir. Bu beþ letaif, مِنْ قَبْلِكَ nin sadefindedir. Maksadlar ise: 1- Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür. 2- Ekmel-ür Rusüldür. 3- Hâtem-ül Enbiyadýr. 4- Risaleti, âmmedir. 5- Þeriatý, sair þeriatlarýn mehasinini cem' ile onlarýn nâsihidir. Birinci maksadýn مِنْ قَبْلِكَ den vech-i in'ikasý: Meslekleri ve yollarý bir olan bir cemaat, مِنْ قَبْلِكَ kelimesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) مِنْ قَبْلِكَ deki zamire merci olmasý, o cemaatten ma'dud olmasýný iktiza eder. Ve onlarýn meslekleri olan nübüvvetlerine ve kitaplarýnýn sýdkýna olan bütün deliller, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn risaletine ve Kur'anýn Allah'tan nâzil olduðuna bir hüccet-i katýa olduðu gibi, onlarýn mu'cizeleri de Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) davasýna bir mu'cize hükmüne geçer. Ýkinci maksadýn vech-i in'ikasý: Üç kaideden tezahür eder. 1- Sultanlar daima halkýn, cemaatin, ordunun sonunda çýkarlar. 2- Nev-i beþerde tekemmül vardýr. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbinin ve ikinci mükemmilin evvelki mürebbilerden daha ekmel olmasýný iktiza eder. 3- Alelekser, halefin mehareti, selefinden daha ziyadedir. Ýþte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ekmel-i enbiya olduðu tezahür eder. Üçüncü maksadýn vech-i in'ikasý: Meþhur bir kaidedir ki; bir vâhid çoðalsa teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat çoklar ve kesîr olanlar ittihad etse, kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kalýr, daha deðiþmez. Demek Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hâtem-ül enbiyadýr. Mefhum-u muhalifiyle iþmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez. Hâtemiyetine hâtem ve imza basar. sh: » (Ý: 52) Dördüncü maksadýn vech-i in'ikasý: مِنْ قَبْلِكَ kelimesinin ifade ettiði gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.), onlarýn halefidir. Ve onlar, tamamen o hazretin selefleridir. Binaenaleyh halefin selefe ait vazifeyi tamamýyla üzerine alarak onlarýn yerine kaim olmasý, o hazretin bütün seleflerine nâib ve bütün ümmetlerine resul olduðunu iktiza eder. Evet bu kaide, hükmüne uygun fýtrî bir kaidedir. Zira zaman-ý saadetten evvel insan âleminin ihtiva ettiði ümmetler, milletler arasýnda maddeten ve manen, istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniþ mesafeler vardý. Bunun içindi ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki, âlem-i insaniyet zaman-ý saadetin þems-i saadetiyle uyandý ve müdavele-i efkâr ile, an'anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarýyla ittihada meyil gösterdi ve aralarýnda münakale ve muhabere baþladý; hatta küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü. Beþinci maksadýn vech-i in'ikasý: مِنْ قَبْلِكَ deki مِنْ , ibtida manasýný ifade eder. Ýbtida ise, bir intihaya bakar. Ýntiha, adem-i ihtiyaca delâlet eder. Öyle ise o hazret, Hâtem-ül Enbiya'dýr ve âlem-i insaniyetin baþka bir resule ihtiyacý yoktur. مِنْ قَبْلِكَ kelimesinin bu beþ letaife ma'kes ve mazhar olmasýna nazar-ý belâgatça delâlet eden emare þudur ki: Bu beþ maksad, bir nehir gibi þu âyetlerin altýnda cereyan etmekle, âyetten âyete intikal neticesinde, مِنْ قَبْلِكَ havuzunda içtima etmiþtir. Evet kelimenin sathýnda görünen bir tereþþuh, bir yaþlýk, kelimenin altýnda havuzun bulunduðuna delâlet ve îma eder. Maahâza bu maksadlarýn beyanýna ayrý ayrý âyetler tahsis edilmiþtir. Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge