Jump to content
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Recommended Posts

Sure-i Bakara

 

 

 

Sual: Îcaz ile i'caz sýfatlarýný hâvi Kur'an-ý Azîmüþþan'da بِسْمِ اللَّهِ الرّحْمَنِ الرَّحِيمِ ve فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا ve وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ الخ gibi pek çok âyetler tekerrür etmektedir. Halbuki bu tekrarlar, belâgata münafîdir, usanç veriyor?

 

Cevab: Ey arkadaþ! Her parlayan þey, yakýcý ateþ deðildir. Evet tekrar ve tekerrür bazan usanç veriyor, fakat umumî deðildir. Her yere, her kelâma ve her kitaba þamil deðildir. Usanç verici addedilen pek çok zâhirî tekrarlar, belâgatça istihsan ve takdir edilmektedir. Evet insanýn yediði yemekler; biri gýda, diðeri tefekküh (meyve) olmak üzere iki kýsýmdýr. Birinci kýsým tekerrür ettikçe memnuniyet verir, kuvvet verir, kat kat teþekkürlere sebeb olur. Ýkinci kýsmýn tekerrüründe usanç, teceddüdünde lezzet vardýr. Kezalik kelâmlar da iki kýsýmdýr. Bir kýsmý ruhlara kut, fikirlere kuvvet verici hakikatlardýr ki, tekerrür ettikçe güneþin ziyasý gibi, ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyve kabilinden iþtihayý açan kýsýmda tekerrür makbul deðildir, istihsan edilmez. Buna binaen Kur'an heyet-i mecmuasýyla kalblere kut ve kuvvet olup, tekrarý usanç deðil, halâvet ve lezzet verdiði gibi, Kur'anýn âyetlerinde de öyle bir kýsým vardýr ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarýný saçar.

 

هُوَ الْمِسْكُ مَا كَرَّرْتَهُ يَتَضَوَّعُ

 

 

 

sh: » (Ý: 31)

 

Ezcümle: بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ gibi âyetlerde bulunan ukde-i hayatiye ve nurani esaslar, tekerrür ettikçe iþtihalarý açar; misk gibi, karýþtýrýldýkça kokar. Demek tekerrür zannedilen, hakikatte tekerrür deðildir. Ancak وَ اُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا kabilinden, o ayrý ayrý hikmetleri, nükteleri, gayeleri ifade eden tekrarlý kelâmlar yalnýz ibarece, lafýzca birbirine benzedikleri için tekrar zannedilir. Hatta kýssa-i Mûsa, çok meziyetleri ve hikmetleri müþtemildir. Her makamda o makama münasib bir vecihle zikredilmesi, ayn-ý belâgattýr. Evet Kur'an-ý Azîmüþþan, o kýssa-i meþhureyi, gümüþ iken yed-i beyzasýna alarak altun þekline ifraðýyla öyle bir nakþ-ý belâgata mazhar etmiþtir ki, bütün ehl-i belâgat, onun belâgatýna hayran olmuþlar, secdeye varmýþlardýr. Ve keza teyemmün, teberrük ve istiane gibi çok vecihleri hâvi; ve tevhid, tenzih, sena, celal ve cemal ve ihsan gibi çok makamlarý tazammun; ve tevhid ve nübüvvet, haþir ve adalet gibi makasýd-ý erbaaya iþaret eden Besmele, zikredilen yerlerin herbirisinde bu vecihlerden, bu makamlardan biri itibariyle zikredilmiþ ve edilmektedir. Maahaza hangi surede tekerrür varsa, o surenin ruhuyla münasib olan bir vecih bizzât kasdedilmekle, öteki vecihlerin istitradî ve tebaî zikirleri, belâgata münafî deðildir.

 

الم : Surelerin baþlarýnda bulunan huruf-u mukattaaya ait izahatý "Dört Mebhas"da zikredeceðiz.

 

Birinci Mebhas: الم ile, surelerin evvellerinde bulunan huruf-u mukattaadan teneffüs eden i'caz hakkýndadýr. Ý'caz, inci gibi incecik letaif-i belâgatýn parýltýlarýnýn imtizac ve içtimaýndan tecelli eden bir nurdur. Bu mebhasda, bu nuru birkaç letaif zýmnýnda izah etmekle parlatacaðýz. Fakat, herbir latife ince ve ziyasý az ise de, letaifin heyet-i mecmuasýndan hasýl olan tam bir ziya ile fecr-i sâdýk çýkacaktýr.

 

1- Hece harflerinin adedi -elif-i sâkine hariç kalmak þartýyla- yirmisekiz harftir. Kur'an-ý Azîmüþþan, surelerin baþýnda bu harflerin yarýsýný zikretmiþ, yarýsýný da terketmiþtir.

 

2- Kur'anýn almýþ olduðu nýsf, terkettiði nýsýftan daha ziyade kesîr-ül istimaldir.

 

 

 

sh: » (Ý: 32)

 

3- Kur'an, surelerin baþýnda zikrettiði kýsým içinde, lisan üzerine daha sühuletli olan "elif, lâm"ý çok tekrar etmiþtir.

 

4- Kur'an, aldýðý harfleri, hece harflerinin adedince surelere tevzi etmiþtir.

 

5- Hece harflerinin mehmuse, mechure, þedide, rahve, müsta'liye, münhafýza, müntabýka, münfetiha gibi çiftli cinslerinin herbirisinden yine nýsýf almýþtýr.

 

6- Çifti, yâni eþi olmayan -evtar- kýsmýnda sakilden azý, hafiften çoðu almýþtýr. Kalkale, zelâka gibi.

 

7- Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn, surelerin baþýndaki huruf-u mukattaanýn zikredilen minval üzerine tansifleri hakkýnda ihtiyar ettiði tarîk, beþyüzdört ihtimalden intihab edilmiþtir. Ve intihab edilen þu tarîkten baþka hiçbir ihtimal ile mezkûr tansif mümkün deðildir. Çünki taksimler pek çok birbirine girmiþ ve çok mütefavittir. Bu gibi i'caz lem'alarýndan hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin.

 

Ýkinci Mebhas: Bu mebhasde de birkaç letaif vardýr:

 

1- الم ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garib ve acib bir þeyin mukaddemesi ve keþif kollarý olduklarýna iþarettir.

 

2- Bu surelerin baþlarýndaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmanýn me'hazine ve neden neþ'et ettiðine iþarettir.

 

3- Bu harflerin taktîi; müsemmanýn vâhid-i itibarî olup, terkib-i mezcî olmadýðýna iþarettir.

 

4- Bu harflerin taktî' ve ta'dadý, san'atýn madde ve me'hazini muhataba göstermekle muarazaya talib olanlara karþý meydan okuyarak, "Ýþte i'caz-ý san'atý, þu gördüðünüz harflerin nazm ve nakýþlarýndan yaptým. Buyurunuz meydana!" diye, onlarýn tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) iþarettir.

 

5- Manadan soyulmuþ þu hece harflerinin zikri, muarýzlarý hüccetsiz býrakmaya iþarettir. Evet Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan, þu manasýz harflerin lisan-ý haliyle ilân ediyor ki: "Ben sizden belîð manalarý, hükümleri, hakikatlarý ifade eden yüksek hutbeleri ve nutuklarý istemiyorum. Yalnýz þu ta'dad ettiðim harflerden bir nazîre yapýnýz, velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!"

 

6- Harfleri tâdad ile hecelemek, yeni kýraata ve kitabete baþlayan

 

 

 

sh: » (Ý: 33)

 

mübtedilere mahsustur. Bundan anlaþýlýyor ki: Kur'an, ümmî bir kavme ve mübtedi bir muhite muallimlik yapýyor.

 

7- ا ـ ل ـ د gibi harfleri, meselâ "elif, lâm, dal" gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i kýraat ve erbab-ý kitabetin ittihaz ettikleri bir usüldür. Bundan anlaþýlýyor ki, hem söyleyen, hem dinleyen ümmî olduklarýna nazaran, bu tabirler, söyleyenden doðmuyor ve onun malý deðildir; ancak baþka bir yerden ona geliyor.

 

Ey arkadaþ! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakþ-ý belâgatý göremeyen adam, belâgat ehlinden deðildir. Erbab-ý belâgata müracaat etsin.

 

Üçüncü Mebhas: آلم i'cazýn esaslarýndan îcazýn en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardýr:

 

1- آلم üç harfiyle üç hükme iþarettir. Þöyle ki: Elif, هذَا كَلاَمُ اللّهِ اْلاَزَلِىِّ hükmüne ve kaziyesine; lâm, نَزَلَ بِهِ جِبْرِيلُ hükmüne ve kaziyesine; mim (عَلَى مُحَمَّدٍ (ع.ص.م. hükmüne ve kaziyesine remzen ve imaen iþarettir.

 

Evet nasýlki Kur'anýn hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kýsa bir surede, kýsa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de "sin, lâm, mim" gibi huruf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik آلم in herbir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiþ görünüyor.

 

2- Surelerin baþlarýndaki huruf-u mukattaa, Ýlahî bir þifredir. Beþer fikri ona yetiþemiyor. Anahtarý, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dadýr.

 

3- Þifrevari þu hurûf-u mukattaanýn zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn fevkalâde bir zekâya mâlik olduðuna iþarettir

 

 

 

sh: » (Ý: 34)

 

ki: Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm remizleri, îmalarý ve en gizli þeyleri sarih gibi telakki eder, anlar.

 

4- Þu harflerin taktîi; harf ve lafýzlarýn hâvi olduklarý kýymet, yalnýz ifade ettikleri manalara göre olmayýp, ilm-i esrar-ül hurufta beyan edildiði gibi, aded ve sayýlar misillü, harflerin arasýnda fýtrî münasebetlerin bulunduðuna iþarettir. (Haþiye)

 

5- آلم taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan "halk, vasat, þefe" mahreçlerine iþarettir. Ve zihinlerin nazar-ý dikkatini þu mahreçlere çeviriyor ki; zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara baðlý küçük küçük mahreçlerde lafýzlarýn ve harflerin nasýl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler.

 

Ey zihnini belâgatýn boyasýyla boyayan arkadaþ! Bu letaifi sýkacak olursan, هذَا كَلاَمُ اللّهِ içinden çýkacaktýr.

 

Dördüncü Mebhas: الم emsaliyle beraber, terkib þeklinden taktî' suretinde zikirleri, bu þeklin müstakil olup hiçbir imama tâbi' olmadýðýna ve hiç kimseyi taklid etmiþ olmadýðýna ve üslûblarý acib, çeþitleri garib yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduðuna iþarettir. Bu mebhasda da birkaç letaif vardýr.

 

1- Hatib ve belîðlerin âdetindendir ki mesleklerinde daima bir misale tâbi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakýþ dokuyorlar ve iþlenmiþ bir yolda yürüyorlar. Halbuki bu harflerden anlaþýldýðýna nazaran, Kur'an hiçbir misale tâbi olmamýþtýr ve hiçbir nakþ-ý belâgat örneði üzerine nakýþ yapmamýþtýr ve iþlenmemiþ bir yolda yürümüþtür.

 

2- Kur'an baþtan aþaðýya kadar, nâzil olduðu heyet üzerine bâkidir. Bu kadar Kur'aný taklid etmeye müþtak olan dostlar ve mütehacim düþmanlara raðmen, þimdiye kadar Kur'anýn ne taklidi yapýlmýþ ve ne de bir misali gösterilmiþtir. Evet Kur'an, milyonlarca Arabî kitablarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur'an ya hepsinin altýndadýr, bu ise muhaldir; öyle ise hepsinin fevkindedir... öyle ise Allah'ýn kelâmýdýr.

 

(Haþiye): Kýrk sene sonra Risale-i Nur, bu lem'a-i i'cazý körlere dahi göstermiþtir.

 

sh: » (Ý: 35)

 

3- Beþerin san'atý olan bir þey, bidayette çirkin ve gayr-ý muntazam olur, sonra yavaþ yavaþ intizama sokulur. Kur'an ise, ilk zuhurunda gösterdiði halâveti, güzelliði, gençliði þimdi de öylece muhafaza etmektedir.

 

Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaþ! Zihnini þu mebahis-i erbaaya gönder ki, bal arýsý اَشْهَدُ اَنَّ هذَا كَلاَمُ اللّهِ balýný çýkarsýn.

 

ذلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ : Arkadaþ! Kelâmlarýn hüsnünü artýran ve güzelliðini fazlaca parlatan belâgatýn esaslarýndan biri de þudur ki: Bir havuzu doldurmak için etrafýndan süzülen sular gibi, belîð kelâmlarda da zikredilen kelimelerin, kayýdlarýn, heyetlerin tamamen o kelâmýn takib ettiði esas maksada nâzýr olmakla onun takviyesine hizmet etmeleri, belâgat mezhebinde lâzýmdýr.

 

Birinci Misal: وَ لَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَolan âyet-i kerime nazar-ý dikkate alýnýrsa görülür ki: Bu kelâmdaki maksad ve esas, pek az bir azab ile fazla korkutmaktýr. Ve bu kelâmda olan mezkûr kelimeler ve kayýdlar, tamamen o maksadý takviye için çalýþýyorlar. Ezcümle: Þek ve ihtimali ifade eden اِنْ þartiye olup, azabýn azlýðýna ve ehemmiyetsizliðine iþarettir. Ve keza نَفْحَةٌ sîgasýyla ve tenviniyle, azabýn ehemmiyetsizliðine îmadýr. Ve keza مَسَّ kelimesi, azabýn þedid olmadýðýna iþarettir. Ve keza teb'îzi ifade eden مِنْ ve þiddeti gösteren "nekâl" kelimesine bedel, hiffeti îma eden عَذَابِ kelimesi ve رَبِّ kelimesinden îma edilen þefkat, hepsi de azabýn kýllet ve ehemmiyetsizliðine iþaret etmekle, þu þiiri lisan-ý halleriyle temessül ediyorlar: عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ

 

 

 

sh: » (Ý: 36)

 

Yâni: "Ýbarelerimiz ayrý ayrý ise de, hüsnün birdir. Hepsi de o hüsne iþaret ediyorlar."

 

Ýkinci Misal: الم * ذلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ olan âyet-i kerimedir. Bu âyette maksad-ý esas, Kur'anýn yüksekliðini göstermektir. Ve bu maksadý takviye eden, الم, ذلِكَ, الْكِتَاب, لاَ رَيْبَ فِيهِ kayýdlarýdýr. Evet bu kayýdlar, istinad ettikleri pek ince ve gizli delillerine iþaret etmekle beraber, o maksadýn takviyesine koþuyorlar.

 

Ezcümle: الم kasem olduðu cihetle Kur'anýn azametine ve altýnda müstetir, gizli o mezkûr letaif cihetiyle de davanýn isbatýna iþaret eder. Ve keza ذلِكَ zât ile sýfatý gösteren bir iþaret olmasý itibariyle hem Kur'anýn azametine, hem azameti isbat eden sýfât-ý kemaliyeye iþaret eder. Ve keza ذلِكَ iþaret-i hissiyeye mahsus iken, iþaret-i akliyede kullanýlmasý, tazim ve ehemmiyeti ifade ettiði gibi, makul olan Kur'aný mahsûs suretinde göstermesi, Kur'aný ezhan ve enzarýn nazar-ý dikkatine arzetmekle, tesettürü îcab eden hile, za'fiyet ve sair çirkin þeylerden münezzeh olduðunu izhar ve itiraf ettirmektir. Ve keza ذلِكَ nin ( ل) vasýtasýyla ifade ettiði bu'd, Kur'anýn kemaline delalet eden ulüvv-ü rütbesine iþarettir. Ve keza اَلْكِتَاب daki (اَلْ) hasr-ý örfîyi ifade ettiðinden, Kur'anýn azametine ve baþka kitablarýn mehasinini cem'etmekle onlarýn fevkinde olduðuna iþarettir. Ve keza كِتَابْ tâbiri, ehl-i kýraat ve kitabetten olmayan bir ümmînin mahsulü olmadýðýna iþarettir. Ve keza لاَ رَيْبَ فِيهِ , zamirinin her iki

 

 

 

sh: » (Ý: 37)

 

ihtimaline binaen Kur'anýn kemalini isbat veya te'kid eder. Ve keza istiðraký ifade eden (لاَ) Kur'anýn her köþesinde rekz ve her yerinde zikredilen deliller, bürhanlar, hücuma gelen þek ve þübheleri def' ile, Kur'anýn o gibi lekelerden münezzeh olduðunu ilân eder. Ve lisan-ý haliyle þu þiiri okutur: وَ كَمْ مِنْ عَائِبٍ قَوْلاً صَحِيحًا وَ آفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّقِيمِ Yani: Kur'anda ta'yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur'an gibi sahih kavilleri ta'yib etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor. Ve keza zarfiyeti ifade eden (فِى) tâbiri, Kur'anýn sathýna ve zâhirine konan þek ve þübhe varsa, içerisindeki hakaik ile def'edilebileceðine iþarettir.

 

Arkadaþ! Tahlil vasýtasýyla terkibin kýymetini ve küll ile cüzler arasýndaki farký idrak edebildiysen, bu misallerdeki kuyud ve hey'ata dikkat et. Ve o kelimelerden nebean eden zülâl-i belâgatý ve kevser-i fesahatý doyuncaya kadar iç, "Elhamdülillah!" de.

 

S- الم * ذلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ âyet-i kerimesinin cümleleri, atf ile birbiriyle baðlanmamýþ olmasý neye binaendir?

 

C- O cümleler arasýndaki þiddet-i ittisal, baðlýlýk ve sarýlmaktan bir ayrýlýk yoktur ki, birbiriyle baðlanmaya lüzum olsun. Zira o cümlelerin herbirisi, arkadaþlarýna hem babadýr, hem oðul. Yani hem delildir, hem neticedir. Evet الم lisan-ý haliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu'ciz olduðunu ilân eder. ذَلِكَ اَلْكِتَابُ hem bütün kitablara faik olduðunu tasrih eder, hem müstesna ve mümtaz olduðunu izhar eder. لاَ رَيْبَ فِيهِ hem Kur'anýn þek ve þübhe yeri olmadýðýný tasrih eder, hem müstesna ve mümtaz olduðunu izhar eder. هُدًى لِلْمُتَّقِينَ hem tarîk-ý müstakimi irae etmekle muvazzaf olduðunu

 

 

 

sh: » (Ý: 38)

 

gösterir, hem mücessem bir nur-u hidayet olduðunu ilân eder. Ýþte bu cümlelerden herbirisi, ifade ettiði birinci manasýyla arkadaþlarýna delil olduðu gibi, ikinci manasýyla da onlara neticedir. Sonra bu âyetin þu cümleleri arasýnda i'caza menba, belâgata medar olan oniki münasebet, alâka ve baðlýlýk vardýr. Bunlardan misâl olarak üç taneyi zikr, ötekileri de sana havale ederim.

 

1- الم bütün muarýzlarý, muarazaya davet eder. Öyle ise, en yüksek bir kitapdýr. Öyle ise, bir yakîn sadefidir. Zira kitabýn kemali, yakîn iledir. Öyle ise, nev'-i beþer için mücessem bir hidayettir.

 

2- ذلِكَ الْكِتَابُ yani emsaline tefevvuk etmiþtir. Öyle ise, müstesnadýr. Çünki þek ve þüphe yeri deðildir. Çünki müttakilere doðru yolu gösterir. Öyle ise, mu'cizdir.

 

3- هُدًى لِلْمُتَّقِينَ Yani, tarîk-ý müstakime irþad eder. Öyle ise, yakîniyattandýr. Öyle ise, mümtazdýr. Öyle ise, mu'cizdir.

 

Ey arkadaþ! Þu هُدًى لِلْمُتَّقِينَ cümlesindeki nur-u belâgat ve hüsn-ü kelâm, dört noktadan tezahür etmiþtir.

 

1- Bu cümlede mübteda mahzuftur. Bu hazf; (cümleyi teþkil eden mübteda ile haber arasýndaki ittihad öyle bir dereceye varmýþ ki, sanki mübteda hazfolmayýp haberin içerisine girmiþ) haricen ikisi müttehid olduklarý gibi, zihnen de müttehid olduklarýna iþarettir.

 

2- هَادِى yerinde هُدًى yani ism-i fâil mevkiinde masdarýn kullanýlmasý, tecessüm eden nur-u hidayetten cevher-i Kur'anýn husule geldiðine iþarettir.

 

3- هُدًى deki tenvin-i tenkirden anlaþýlýyor ki, hidayet-i Kur'an

 

 

 

sh: » (Ý: 39)

 

öyle ince bir dereceye varmýþtýr ki, hakikatý idrak edilemez ve öyle geniþ bir sahayý iþgal etmiþtir ki, ihatasý ilmen kabil deðildir. Çünki marifenin zýddý olan "nekre"; ya þiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neþ'et eder. Buna binaendir ki, "tenkir" bazan tahkiri bazan tâzimi ifade eder, denilmiþtir.

 

4- Müteaddid kelimelere bedel ism-i fâil sîgasýyla ihtiyar edilen مُتَّقِينَ kelimesi ile yapýlan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine iþaret olduðu gibi, hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir.

 

S: Gayet mahdud, az birkaç noktadan beþerin takatinden hariç denilen i'cazýn doðmasý ihtimali var mýdýr?

 

C: Maddî ve manevî her þeyde yardýmýn ve içtimaýn büyük kuvvet ve tesiri vardýr. Evet in'ikas sýrrýyla, üç þeyin hüsnü içtima ederse, beþ olur. Beþ içtima ederse, on olur. On içtima ederse, kýrk olur. Çünki herþeyde bir nevi in'ikas ve bir nevi temessül vardýr. Nasýlki birbirine mukabil tutulan iki âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik iki-üç nükte veya iki-üç hüsn içtima ettikleri zaman pekçok nükteler, pekçok hüsünler tevellüd eder. Bu sýrra binaendir ki, her hüsn sahibinin ve herbir sahib-i kemalin emsaliyle içtima etmeye fýtrî bir meyli vardýr ki, içtimalarý zamanýnda hüsünleri, kemalleri bir iken iki olur. Hattâ bir taþ, taþlýðýyla beraber kubbeli binalarda ustanýn elinden çýkar çýkmaz baþýný eðer, arkadaþýyla birleþmeðe meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef insanlar, teavün sýrrýný idrak edememiþler. Hiç olmazsa, taþlar arasýndaki yardým vaziyetinden ders alsýnlar.

 

S: Belâgat ve hidayetten maksad, hakikatý vâzýh bir þekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak iken; müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptýklarý ihtilâfat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrý ayrý birbirine uymayan vecihler altýnda hak ve hakikat ne suretle görülebilir?

 

C: Malûmdur ki, Kur'an-ý Azîmüþþan yalnýz bir asra deðil, bütün asýrlara nâzil olmuþtur. Hem bir tabaka insanlara mahsus deðil, bütün tabakat-ý beþere þümulü vardýr. Hem bir sýnýf insanlara ait deðil, bütün beþerin sýnýflarýna râcidir. Binaenaleyh herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadýna göre Kur'anýn hakaikýndan hisse alabilir ve hissedardýr. Halbuki nev'-i beþer derece itibariyle muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit ve keza meyl, istihsan, lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ: Bir taifenin istihsan ettiði bir þey, öteki taifenin

 

 

 

sh: » (Ý: 40)

 

zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiði bir þeyden, öteki kavim nefret ediyor. Bu sýrra binaendir ki, Kur'an-ý Kerim günahlarýn cezasý veya hayýrlarýn mükâfatý hakkýnda zikrettiði âyetlerde tahsisat yapmamýþ; âmm bir þekilde býrakmýþtýr ki, herkes zevkine göre fehmetsin.

 

Hülâsa: Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan âyetlerini, cümlelerini öyle bir þekilde nazmetmiþ ve vaz'etmiþtir ki, her cihetten ihtimal yollarý bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler. Binaenaleyh ulûm-u Arabiyenin kaidelerine muvafýk ve belâgatýn prensiplerine uygun ve ilm-i usûle mutabýk olmak þartýyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatý ve ihtimalleri; zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaþýldý ki, Kur'anýn i'caz vecihlerinden biri odur ki; nazmý, öyle bir üslûbdadýr ki, bütün asýrlara, tabakalara intibak edebilir.

Link to comment
Share on other sites

Guest
This topic is now closed to further replies.
×
×
  • Create New...