Jump to content
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Recommended Posts

Risale-i Nur Külliyatýndan

 

 

 

 

 

(Yirmiyedinci Mektub' tan)

 

 

 

 

 

 

KASTAMONU LÂHÝKASI

 

 

 

 

 

ÝSTÝZAH

 

 

 

Bu KASTAMONU LÂHÝKASI'ný Bediüzzaman SaidNursî Hazretleri Kuleönlü küçük Ali Aðabeye yazdýrýp, tashih ettikten sonrahangi mektublarýn neþredilip, hangilerinin neþredilmiyeceðini bizzat kendi elleriyle iþaretleyip, tek neþir nüshasý olarak Ankara'ya göndermiþlerdir.

 

Malumunuz matbaa ile basým devresinden evvel binlerce insan Risale-i Nur'a hizmetetmek ve Bediüzzaman Hazretlerinin duasýný almak için, Risale-i Nur kitablarýn veLâhika mektublarýný elle yazýp Üstada tashih ve sonuna dua için göndermiþlerdir. Üstad hazretleri de gelen elle yazýlmýþ eski yazýlý risaleleri velâhika mektublarýný tashih ederek sahiblerine bir dua yazýb geri gönderiyordu.Bilhassa bu nüshalar ve lahika mektublarý (Neþir Nushasý olmayýp) matbaa ilebasým neþriyatý için medar ve asýl olamaz. Çünkü o zaman etrafa gönderilenbazý mektublar, hususi mþahýslarý alakadar edip, muvakkat bir zaman içinyazýlmýþtý, dâimî ve umuma neþr olunacak mektublardan deðildi. Ve bunlarda lahikalara yazýlmýþtý. Nitekim Üstad Hazretleri matbaa ile neþir için tashihederek bize gönderdiði Emirdað Lâhika mektublarýnda, neþrolunacakmektublarýn baþ ve sonlarýný bizzat parantezlerle iþaretlemiþtir. Bazýmektublarýn bir kýsmýný ve hatta bazan mektubun baþ ve son kýsýmlarýnýneþir hârici býrakmýþlardýr.

 

Kastamonu Lâhikasýnda da 4. cü kýsmýna kadar neþrolmýyacakmektublarýn etrafýný bir çizgi ile çevirmiþler, neþrolacak mektublarý da tashihedip dokunmamýþlar.

 

Kastamonu Lâhikasýnanýn 5. ci son kýsmýný da neþrolacak mektublarýnbaþ ve sonlarýný parentezlerle iþaretlemiþler, neþrolmayacaklarý öylecebýrakmýþlar. Denizli, Emirdað 1 ve Emirdað 2 ve Kastamonu lâhika mektublarýumuma matbaa ile neþir için, Üstad Hazretleri tarafýndan bu þekilde tesbit ve tayinedilerek Ankara'ya tek nüsha olarak gönderilmiþ olup, bizler de Üstad Hazretlerinin butesbit ve tayinine uyarak bu lâhikalarý Allah-u Tealanýn yardýmý ve ÜstadHazretlerinin bizzat izinleri ile neþretmiþ bulunuyoruz.

 

Bütün diðer neþriyatlarýn da, Üstad Hazretlerinin yalnýz neþirnüshalarýnda tesbit ve tayin ettiði þekle uymalarý lazým geldiði kanaatindeyiz.

 

Ýnþaallah Bilâhere bütün lâhikalar da Üstad Hazretlerinin tayin ve tesbitleriile neþrini istediði ve tashih ettikleri mektublarýn orijinal asýllarý bilgisayarlakopyalarý alýnýp, týbký basým olarak neþirolunacaktýr.

 

Hidayet ve tevfiki Cenab-ý Erhamürrahîminden niyaz ederiz

 

Nâþir

 

 

 

Sh:»(K:5)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْمِنْ شَئٍْ اِلاَّيُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ

 

(1)

 

Aziz Vefadar ve Sýddýk Kardeþim Sabri!

 

Benim yanýmda zâyi olmak ihtimali bulunan kendi müþevveþ yazýmlayazýlan müsveddeleri size göndermek için bir vâsýta bulamadýðýmdan ve ikisene evvel Risale-i Nura ait Ýþârât-ý Kur'aniyenin bir kýsým müsveddesini Hüsrev'e gönderdiðim halde vusulünde hiç bir haber alamadýðýmdan ve ehl-idünya bana çok dikkat ve tecessüs ettiklerinden çok mahzun idim, daha muhabereedemedim.

 

Ne olursa olsun diye, þimdi niyet ettim ki, bir vasýta ile sana o kýymetli emanetlerimuhafaza etmek ve benim için tebyiz etmek için cevabýn gelirse göndereceðim. Birkeseye bazý âdi þeyler içinde, emanet suretinde bir hediye ve baþka bir adamtarafýndan gönderilmesini, siz nasýl münasib görürseniz öyle yapalým.

 

Sen bilirsin, oralardaki kardaþlarýma ne kadar alakadarým. Eðer isimlerini yazabilseydim, kimleri yazacaðýmýzý da bilirsin, seni tevkil ediyorum.

 

Yalnýz müsveddeleri güzelce tebyiz et ve benim hattýmý tam okuyabilen vehatýrýmdan çýkmayan ve hayat ve sýhhatlarýndan haberim olmayan ÞamlýHâfýz Tevfik, Hüsrev, Hâfýz Ali gibi kardaþlarým mahremce o müsveddeleritebyiz etsinler. Bilemedikleri biryeri beraberce baksýnlar.

 

Kardeþlerim! Kat'iyyen biliniz ki, her yirmi dört saatte yirmi

 

Sh:»(K:6)

 

defa sarih isimlerle dua ve münacatlarýmda bulunmakla beraber, Risale-i Nur'unSâdýk talebeleri ünvaný ile, yüz defadan ziyade ve niyet ve tasavvurca beþyüzdenfazla bulunduðunuzu size haber veriyorum. Bundan Risale-i Nura sadakat ve hizmet nekadar ehemmiyetli olduðunu kýyas ediniz. Müsveddeler içinde bulunan ve tevafuk-ucifrî perdesini býrakýp, sarih bir surette Risale-i Nurun meþhur parçalarýna daiþaret eden, üçüncü keramet-i Âleviye bütün hüzünlerimi izale ettiði gibi,size de dahi o tesiri edecek ümit ederim.

 

Hem Ýmam-ý Ali (R.A.) Âyet-i Kübra nâmýný verdiði misilsiz bir Risaleninmüsveddeleri de beraberdir. Hem iki seneden beri sakladýðým ve göndermesineçare bulamadýðým, Risale-i Nura iþaret eden otuzüç âyâtýn müsveddesiiçinde var. Eðer evvelce gönderdiðim noksan müsvedde vâsýl olmuþsamukabele edilsin..

 

Pek çok hasretler ve iþtiyaklarla sâdýk kardeþlerine ve sýddîkarkadaþlarýna selam ve dua ve istid'a eden ve beþ nev'i gurbetlere ve dört çeþithastalýklara da kemal-i ferah ve þükür ve tam rýza ve sabýr bulan ve bütünbütün yalnýz kalan...

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

 

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَآئِلِ النُّررِ الْمَكْتُوبَةِ وَالْمَقْرُوئَةِ وَالْمُتَمَثِّلَةِ فِى الْهَوَآءِ اِلَىَ يَوْمِ الْقِيَامِ اَمِينَ

 

(2)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniye ve Îmaniyede Ýhlaslý ve Þanlý Arkadaþlarým!

 

Cenâb-ý Hakka hadsiz þükür ve hamd ederim ki, Ýhtiyarlar Risalesi'ndeki ümidimi ve Müdâfaat Risalesi'ndeki iddiamý si-

 

Sh: » (K: 7)

 

zinle tasdik ettirdi. Evet لِلَّهِ الْحَمْدُبِعَدَدِالذَّرَّاتِ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَىاْلاَبَدِ sizin ile otuz bine mukabil gelen otuz Abdurrahman'ý, belki yüz otuz, belki bin yüz otuz Abdurrahman'ý Risalet-in Nur'a ihsan etti.

 

Hem unutulmýyan, her vakit yanýmda bulunan kardeþlerim, Risale-i Nur'a sizin gibi pek ciddî sahib ve muhâfýz ve vâris ve hakikatbîn ve kýymetþinas zatlarýn benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlâslý olarak vazife-i Kur'âniye ve îmaniyede çalýþtýklarýný gördüðümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-ý kalb ile ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karþýlýyorum, bekliyorum.

 

Ben, sizi yazýlarýnýzda ve hatýrýmdan çýkmayan hidematýnýzda günde müteaddid defalar görüyorum. Ve size olan iþtiyâkýmý tatmin ediyorum. Siz de bu bîçare kardeþinizi Risalelerde görüp sohbet edebilirsiniz. Ehl-i hakikatýn sohbetine zaman, mekân mâni olmaz; manevî radyo hükmünde biri þarkta biri garbda, biri dünyada biri berzahta olsa da râbýta-i Kur'âniye ve îmaniye onlarý birbiriyle konuþturur.

 

Mâþâallah, Bârekâllah Kerâmât-ý Aleviye'nin Risalet-in Nur'a imzasýný bu zamanda tam tasdik ettiren kerâmât-ý kalem-i Alevî (Ali) ve Kur'an'a çok kýymetdar hizmeti ve Mu'cizât-ý Ahmediye'nin (A.S.M.) hârika bir kerametini gözlere gösteren ve Kur'anýn altun bir anahtarý olan kalem-i Hüsrevî; deðil yalnýz bizleri, belki ruhânîleri ve melekleri de sevindiriyorlar.

 

Bu def'a, elmas kalemli mübarekler tarafýndan bir sual var. Þimdilik cevab elimde deðil. Eðer elime verilse, size gelir. Her gün hâtýrýmda bulunan Rüþdü, Re'fet, Süleyman, vesþair ( ت ، م ) ve ( ح ، ق ) ve Abdullah ve sâir isimlerini beyan etmediðim kýymetdar kardeþlerim ile hususî konuþmadýðýmdan gücenmesinler; çünki hizmetinizin azameti ve ehemmiyeti ve muarýzlarýn kuvveti ve þeytaneti nisbetinde ihtiyata ve dikkate mecburuz.

 

Hâfýz Ali ile Hüsrev'in birbirleriyle ciddî bir mahviyet içinde kardeþlik irtibatlarý, Risale-i Ýhlâs'ýn tam sýrrýna mazhar

 

Sh: » (K: 8)

 

olduðunuzu bana ihsas etti, ümidlerimi fevkalâde kuvvetlendirdi.

 

Ben daha ziyade yazacaktým, fakat þimdi birisi postahaneye gitmek üzere olduðu için acele ettiðinden kýsa kestim.

 

Duanýza muhtaç

 

S. N.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ

 

 

 

(3)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Kuvvetli, Dirayetli Arkadaþlarým!

 

Bu zaman cemaat zamanýdýr. Ehemmiyet ve kýymet, þahs-ý maneviye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni þahsýn mahiyeti nazara alýnmamalý. Hususan benim gibi bir bîçarenin kýymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmaný kaldýrmýyan zaîf omuzuna, binler batman aðýrlýðý yüklense altýnda ezilir.

 

Lillâhilhamd, Risalet-in-Nur, bu asrý, belki gelen istikbâli tenvîr edebilir bir mu'cize-i Kur'aniye olduðunu çok tecrübeler ve vâkýalar ile körlere de göstermiþ. Ona ait medh ü senanýz tam yerindedir; fakat bana verdiðinizden, binden birine de kendimi lâyýk göremem.Yalnýz, pek büyük bir nimete ve muvaffakýyete sizin gibi hakikatlý talebelerin iþtirak ve sa'y ü gayretleriyle mazhariyetim noktasýnda, Risale-i Nur hesabýna ebede kadar iftihar ederim.

 

Nur iskele me'muru Sabri kardeþ! Sabri, Süleyman ve Hüsrev üçünüzün sohbetinde, benim de iki cihette belki üç cihette iþtirakim var.

 

Nur fabrikasý nam sahibi Hâfýz Ali kardeþ! Fevkalâde mektubun, ehemmiyetsiz þahsiyetim hariç kalmak þartiyle bana hârika göründü. Senin hâlis ve yüksek dirayetin terakkide

 

Sh: » (K: 9)

 

olduðunu gösterdi. Bana, "Ýþte çok Abdurrahman'larý taþýyan bir Ali" dedirdi.

 

Mustafa'lar, Küçük Ali, mübarek ve münevver kardeþler! Mektubunuz, Büyük Ali'nin mektubu gibi acib bir hakikatý ifade eder. O hakikat, Risale-i Nur hakkýnda haktýr. Fakat benim haddimden deðil ki, o hududa gireyim.

 

Evet عُلَمَآءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَآءِ بَنِى اِسْرَآئيِلَ ferman etmiþ. Gavs-ý Â'zam Þâh-ý Geylânî, Ýmam-ý Gazâli, Ýmam-ý Rabbânî gibi hem þahsen, hem vazifeten büyük ve harika zatlar bu hadîsi, kýymetdar irþâdâtlarýyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmiþler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamaný olduðundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadýna göndermiþ.

 

Þimdi ise ayný vazifeye, fakat müþkilâtlý ve dehþetli þerait içinde, bir þahs-ý mânevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur'u ve sýrr-ý tesanüd ile bir ferd-i ferîd mânasýnda olan þakirdlerini bu cemaat zamanýnda o mühim vazifeye koþturmuþ. Bu sýrra binaen, benim gibi bir neferin, aðýrlaþmýþ müþiriyet makamýnda ancak bir dümdarlýk vazifesi var.

 

Re'fet kardeþ! Senin ile hiç olmazsa her dört günde bir kerre görüþmeye ihtiyaç ve iþtiyakým varken, dört sene sonra hususî görüþebildik. Senin gibi hem kýymetdar te'sirli diliyle ve kuvvetli, letafetli kalemiyle Risalet-in Nur'a çok ehemmiyetli hizmet edenler her vakit hâtýrýmda mânevî muhatablarým ve hayâlen yanýmda hazýr arkadaþlarýmdýrlar. Risalet-in Nur'un fevkalâde te'sirli intiþarý nazar-ý dikkati celbetmesinden, þimdilik ziyade ihtiyat lâzýmdýr.

 

Ýktisad Risalesi'yle, Çocuklarýn Ta'ziyenamesi risaleleri gönderilse münasibdir.

 

Umum kardeþlerime, hususan haslarýna birer birer selâm ve dua ederim. Ve o mübarek ve kýymetdar arkadaþlarýmýn hatýrlarý için hem akrabalarýný, hem karyelerini, kendi akrabam ve karyem içine alýp öylece dua ederek mânevî kazançlarýma teþrik ediyorum.

 

* * *

 

Sh: » (K: 10)

 

 

 

(4)

 

Aziz Kardeþim Hüsrev!

 

Þükür, hakkýmda inayet-i Ýlahiyye devam ediyor. Ben burada rahatým, fakathizmete þiddetle ihtiyacým var. Sizlerden biriniz yanýmda bulunmazsa çoküzüleceðim. En evvel hizmet nöbeti senin alâkasýzlýðýn için sanadüþtü, sonra baþkasý yapar. Bu husus için ben burada hükümete ve emniyetmüdürüne müracaat ettim. Eðer senin yol masrafýn verilse veya teshilat gösterilseçok iyi olur. Yoksa borç ediniz, burada beraber çalýþýp o borcu vereceðiz.Gelirken beraber mu'cizeli Kur'anýmýzý ve matbu Onuncu Sözü ve Hâfýz Ali'ninel yazýsý ile benim için tevafuklu yazýlan Onuncu Sözü ve altý Esma-iÝlahiyenin altý nükteleri eðer yazmýþsan birlikte getir. Bu husus hakkýndaburadaki zabýtaya ve hükümete bildirdim. Süleyman ve kardeþlerime çok selam.

 

 

 

11 Mayýs 1936 Kardeþiniz

 

Kastamonu Emniyet

 

SaidNursî

 

Müdürüyeti Eliyle

 

***

 

 

 

 

 

 

 

(5)

 

Azîz, Sýddýk, Fedâkâr, Vefâkâr Kardeþlerim,

 

Sizler ile muhabere edemediðimin sebebi, fevkalâde bir dikkat ve tazyik ve tecrid altýnda bulunduðumdur. Hâlýk-ý Rahîm'ime hadsiz þükürler olsun ki, kuvvetli bir sabýr ve tahammülü ihsan ederek sû-i kasdlarýný akîm býraktý. Burada müfarakat zamanýmýn her bir ayý bir sene haps-i münferid hükmünde ezici olduðu halde, dualarýnýz berekâtýyla, inayet-i Ýlâhiye her günümü bir ay kadar mes'udane bir ömre çevirdi. Benim istirahatým cihetinde merak etmeyiniz, rahmetin iltifatý devamdadýr.

 

Sabri kardeþ! Sabýrlý ol, ehemmiyetsiz ve zararsýz olan vehmî ve asabî hastalýðýna ehemmiyet verme. Þifaya dua edilmekle beraber; zararsýz, hatarsýzdýr. Çünki eðer hatarât, seyyie ise; nasýlki âyinede temessül eden pislik, pis deðil ve âyinedeki yýlan sureti ýsýrmaz ve ateþin timsali yakmaz. Öyle de, kalbin ve hayâlin âyinelerinde rýzasýz, ihtiyarsýz gelen pis ve çirkin ve küfrî hatýrâlar zarar vermezler.

 

Sh: » (K: 11)

 

Çünki: Ýlm-i Usulde tasavvur-u küfür, küfür deðil ve tahayyül-ü þetm, þetm olmaz.Hasene ise nuranî olduðundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünki âyinede nurânînin timsali ziya verir, hâsiyeti var; kesifin misali ölüdür, hayatsýzdýr, te'siri yoktur. Eðer sair teellümât-ý ruhaniye ise; sabra, mücahedeye alýþtýrmak için Rabbanî bir kamçýdýr. Çünki emn ve ye'sin vartasýna düþmemek hikmetiyle havf ve reca müvazenesinde, sabýr ve þükürde bulunmak için kabz-bast hâletleri, Celâl ve Cemâl tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ý terakki bir düstur-u meþhurdur.

 

Þamlý Tevfik'in ihtiyatýný takdir etmekle beraber, eski kýymetdar hizmetlerinin onun defter-i a'mâline dâimî bir surette yazý yazmalarý için, o dahi dâimî çalýþmasý gerekti. Þükür yine, elmas kalemiyle vazifesine baþlamasý, ruhumu ümidler ve iþtiyaklarla neþ'elendirdi; Barla hayatýný hasretle hatýrlattý.

 

Sabri kardeþ! Ýmamet vazifesinde Risalet-in Nur'a zarar yok, ruhsatla amel niyetiyle þimdilik çekilme.

 

Hüsrev kardeþ! Beþinci Þua'ýn kýymetini tam beyan ve takdîrin beni çok mesrûr etti. Ýkinci def'a yaldýzlý bir Kur'aný yazdýðýn, beni fevkalâde müferrah etti. Hem benim için de yeni risaleleri mübarek kaleminle (Hâþiye) istinsah ettiðin, beni minnetdarlýk hissinden mesrûrane aðlattý.

 

Rüþdü ve Re'fet'in sýhhatleri ve kemâl-i sadakat ve sebatlarý, hazin endiþelerimi izâle etti. Isparta talebeleri hatýrlarý için, ben Isparta'yý kendi karyem (Nurs) ile beraber duamda dâhil ediyorum. Hattâ emvâtýna, Nurs emvâtý gibi dua ediyorum. Hakikî vataným ve memleketim nazarýyla o vilâyete bakýyorum.

 

Makinasý kuvvetli Ali kardeþ! Sizlerin hâlisâne ve ciddi faaliyetinizden, Risale-i Nur'a sizler gibi sarsýlmaz çok talebeler zuhur ve devam ettiklerini ümid ederdim. Bildiðim Abdullah gibi ve bilmediðim umum kardeþlerime selâmýmý ve bütün manevî kazançlarýma onlarý teþrik ettiðimi teblið ediniz. Muhaberemde isimlerini yazmadýðým ve hatýrýmda yazdýðým

 

______________________

 

(Hâþiye): Medar-ý hayret bir lütf-u bereket: Gül fabrikasýnýn kâtibliðiyle Risalet-in Nur'a intisab eden Hüsrev, iki buçuk sene evvel bir küçük þiþe gülyaðý göndermiþti. Mütemadiyen istimal ettiðim halde daha bitmedi, devam eder. Kardeþiniz Emin yanýmdadýr, bu berekete þehadet eder, hem size selâm eder.

 

 

 

Sh: » (K: 12)

 

kýymetdar kardeþlerimle çok alâkadarým.

 

Kardeþlerim! Çok ihtiyat ediniz, münafýklar çoktur.

 

Mümkün oldukça risalelerin buradan irsal edildiðini söylemeyiniz; tâ Risale-i Nur hizmetine zarar gelmesin.

 

Maatteessüf ben burada bütün bütün yalnýz kaldýðým için, çok ehemmiyetli hakikatlar yazýlmadan, kaydedilmeden geldiler ve gittiler. Kuleönü'nün hâlis ve ciddî ve mübarek çalýþkanlarýna ve Ýslâmköyü'nün sâdýk ve gayretli ve kesretli talebelerine ve Barla'da vefadar ve kýymetli dostlarýma ve bilhassa Eðirdir'de fedakâr ve vefadar Hakký ve Mehmed gibi kardeþlerime ve sâir umum ihvanýma binler selâm ve dualar.

 

Dualarýnýza kuvvetli îtimad eden ve çok muhtaç bulunan

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

(6)

 

Azîz, Sýddýk ve Fedâkâr ve Vefâkâr Kardeþlerim; ve Hizmet-i Kur'aniye ve Ýmaniyede Kuvvetli ve Kýymetli ve Çalýþkan ve Muktedir Arkadaþlarým!

 

Bu dünyada benim için medar-ý tesellî sizlersiniz ve hakkýnýzda büyük ümidlerimi doðru çýkardýnýz. Cenâb-ý Hak sizden ebeden razý olsun, âmîn...

 

Ýrsâlâtýnýz ve bilhassa Onuncu Söz buraya o derece faide verdi ki, herbir sahifesine mukabil elimden gelseydi büyük bir hediye verirdim. Çoktan beri göremediðim için ben hangisini okursam "En birinci budur" derdim. Ötekine bakardým, "Bu birincidir." Daha öbürüsüne baktýkça hayret ederek kat'î kanaatým geldi ki; Risalet-in Nur'un kitablarý birbirine tercih edilmez. Her birinin, kendi makamýnda riyaseti var. Ve bu zamaný tenvir eden bir mu'cize-i mâneviye-i Kur'aniyedir.

 

Onuncu Sözün tatlý bir kerameti; iki üç senedir bana hapiste verdikleri gibi arzuma muhalif olarak her gün bir tayýn veriliyordu. Ehemmiyetli iki sebebe binaen kabul etmeye mec-

 

Sh: » (K: 13)

 

burdum. Fakat onu yemezdim, tebdil ederek, þeker, çay, ekmek tedarik ederdim. Bir gün iskan memuru geldi, tayýn verdi ve dedi, bundan sonra daha sana tayýn vermiyeceðiz. Ben memnun oldum. Fakat birden hatýrýma geldi ki, þeker, çay lazýmdýr. Hediyeleri de kabul etmem diye, bir endiþeye düþtüm. Ayný günde beþ sene þeker ve çayýmý temin eden ve merhum Abdurrahmana beþ senede aldýðý yaralarý tedavi ile kuvvetli bir îman kazandýran, vefatýndan bir iki ay evvel imdadýna yetiþen ve ehl-i ilhadý azm ettikleri inkar-ý haþirden vazgeçiren Onuncu Söz'ün (fevkal-me'mul, ne nüshalarýnýn ve ne vücudundan ve ne de gelmesinden hiç haberim yokken) müteaddit nüshalarý o vakitte geldi. Lisan-ý hal ile dedi: "Merak etme, senin hem vazifene hem hayatýna yardým için geldim, inayet-i Rabbaniye, tarafýndan gönderildim."

 

Evet bu asrýn ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürþidi olan Risalet-in-Nur'un hey'et-i mecmuasý, sâir þahsî büyük mürþidler gibi kendine muvafýk ve hakikat-ý ilmiyeye münasib olarak, bir kaç nevide ve bilhassa hakaik-ý îmaniyenin izharýnda, intiþarýnda azîm kerametleri olduðu gibi; üç keramet-i zâhiresi bulunan Mu'cizat-ý Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmidokuzuncu Söz ve Âyet-ül Kübrâ gibi çok risaleleri dahi herbiri kendine mahsus kerametleri bulunduðunu çok emâreler ve vakýalar bana kat'î bir kanaat vermiþ. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine îmanýný kurtarmak için bir mürþid gibi yetiþtiðine müteaddid vakýalar þübhe býrakmýyor.

 

-Bir saat tefekkür, bir sene ibâdet-i nâfile hükmünde... - Bir misali "Nur'un Hizb-i Ekberidir" diye müþahede ettim ve kanaat getirdim. (Hâþiye)

 

Sizlere Risalet-in-Nur'un Hizb-i Ekberini ve Kur'an'ýn Hizb-i Âzamýný göndermek isterdim. Fakat Hizb-i Âzam çok uzun olduðundan daha yazdýramadým. Hizb-i Ekber ise, tercüme etmek istedim; þimdilik vazgeçtim. Sizin gibi kardeþlerin

 

_______________________

 

(Hâþiye): Âyet-ül-Kübrâ'nýn üçüncü menzilinin baþýnda, Ahmed-i Fârukî Risale-i Nur hakkýnda demiþ ki: "Mütekellimînden biri gelecek, bütün hakaik-i îmaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve isbat edecek." Zaman isbat etti ki; o adam, adam deðil belki Risale-i Nur'dur. Ehl-i keþf Risale-i Nur'u, ehemmiyetsiz olan tercümaný suretinde keþiflerinde müþahede etmiþler, bir adam demiþler.

 

Sh: » (K: 14)

 

tercümeye muhtaç olmadýðýný düþünüp, yalnýz Arabî suretini göndereceðim, inþâallah.

 

Sizlere evvelce Âyet-ül-Kübrâ'nýn Birinci Makamý'nýn hülâsasý namýyle gönderdiðim parça, o Hizbin esasýdýr. Ýhtiyarsýz, o esasa küçük fýkralar ve bazý kayýdlar ilâve edildiði vakit, birden baþka bir þekil aldý; inkiþaf ve inbisat ederek Âyet-ül-Kübra'nýn misal-i musaggarý gibi þehadet-i tevhidiyesi parladý, mânalarý ziyalandý; ruhuma, kalbime, fikrime büyük bir inþirah vermeye baþladý. Ben de en yorgunluk ve usanç zamanýmda onu mütefekkirane okudum, büyük zevk ve þevk hissettim.

 

Bir suale cevab olarak yazdýðým bir fýkrayý, size de faidesi olur ihtimaliyle beyan ediyorum:

 

Evliya dîvanlarýný ve ulemanýn kitablarýný çok mütalâa eden bir kýsým zâtlar taraflarýndan soruldu: "Risalet-in-Nur'un verdiði zevk ve þevk ve îman ve iz'an onlardan çok kuvvetli olmasýnýn sebebi nedir?"

 

Elcevab: Eski mübarek zâtlarýn ekser dîvanlarý ve ulemanýn bir kýsým risaleleri îmanýn ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onlarýn zamanlarýnda îmanýn esasatýna ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ý îman sarsýlmýyordu. Þimdi ise köklerine ve erkânýna þiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O dîvanlar ve risalelerin çoðu has mü'minlere ve ferdlere hitâb ederler, bu zamanýn dehþetli taarruzunu def'edemiyorlar.

 

Risalet-in-Nur ise, Kur'an'ýn bir mânevî mu'cizesi olarak îmanýn esasatýný kurtarýyor ve mevcud îmandan istifade cihetine deðil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile îmanýn isbatýna ve tahkikine ve muhafazasýna ve þübehattan kurtarmasýna hizmet ettiðinden; herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduðunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar. O divanlar derler ki: «Veli ol, gör; makamata çýk, bak; nurlarý, feyizleri al.»

 

Risalet-in-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör, yalnýz gözünü aç, hakikatý müþahede et, saadet-i ebediyenin anahtarý

 

Sh: » (K: 15)

 

olan îmanýný kurtar."

 

Hem Risalet-in-Nur, en evvel tercümanýnýn nefsini iknaa çalýþýr, sonra baþkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamâmen izâle eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat þekline girmiþ dehþetli bir þahs-ý mânevî-i dalâlet karþýsýnda tek baþýyle gâlibane mukabele eder.

 

Hem Risalet-in-Nur, sâir ulemânýn eserleri gibi, yalnýz aklýn ayaðý ve nazarýyla ders verip hakikat ile; ve evliya misillü yalnýz kalbin keþf ve zevkiyle hareket etmiyor; Belki akýl ve kalbin ittihad ve imtizacý ve ruh vesâir letâifin teavünü ayaðýyle hareket ederek evc-i alâya uçar; taarruz eden felsefenin deðil ayaðý, belki gözü yetiþmediði yerlere çýkar; hakaik-ý îmâniyeyi kör gözüne de gösterir.

 

* * *

 

(7)

 

Azîz, Tam Sýddýk Kardeþlerim!

 

Benim bu dünyada medar-ý tesellim ve sürurum sizlersiniz. Eðer sizler olmasaydýnýz, bu dört sene azaba dayanamazdým. Sizin sebat ve metanetiniz, bana da kuvvetli bir sabýr ve tahammülü verdi. Birden hatýra gelen dört nokta:

 

Birincisi: Kardeþlerim, bu zelzele benim îtikadýmda Þakk-ý Kamer gibi bir mu'cize-i Kur'an'dýr. En mütemerridi dahi tasdika mecbur eder bir vaziyete girdi.

 

Ýkincisi: Eski zamandan beri hiçbir cemaat, Risale-i Nur'un þâkirdleri kadar hak ve hakikat mesleðinde pek çok iþ görmekle beraber, pek az zahmetle kurtulmamýþlar. Bizim hizmetimizin ondan birini yapanlar, zahmetimizin on mislini çekmiþler. Demek biz, daima «Þükür ve Elhamdülillah» dedirten bir haldeyiz.

 

Üçüncüsü: Ben gönderilen risaleleri mütalâa ettim. Bir kýsým hakikatlarý mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiþ. Benim arzu ve belki ihtiyarým olmadan ne için böyle olmuþ, kuvve-i hâfýzama gelen nisyandan sýkýldým. Birden þiddetli bir ihtar ile: "Ondokuzuncu Söz'ün âhirine bak!"

 

Sh: » (K: 16)

 

denildi. Baktým, Risalet-i Ahmediye'nin (A.S.M.) Mu'cize-i Kur'aniye'sinde tekraratýnýn çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risalet-in-Nur'da tamamiyle tezahür etmiþ. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münasib ve lâzým olmuþ.

 

Hem Lütfü, hem Abdurrahman, hem Hâfýz Ali hükmünde Küçük Ali sizin namýnýza da Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiyenin tefsiri ve tercümesini istemiþ. Benim þimdi onun ile meþgul olmaya ne vaktim var, ne de halim müsaade eder. Ýnþâallah -ileride- Risalet-in Nur'un baþka bir þâkirdi o vazifeyi yapacak.

 

Hem Yirminci Mektub ile Otuzikinci Söz bir derece o lem'ayý izah ederler. Hazret-i Ali (R.A.) iki defa

 

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا sýrrýyle, perde altýnda gizli parlamasýna iþareti bizi ihtiyata sevk ve emreder.

 

Bir mes'eleye gayet kýsacýk bir remiz ile, zekâvetinize fehmini havale ediyorum...

 

Sual: Yerin korkudan titremesi ve hiddeti neden Rus'a gelmiyor ve yalnýz...?

 

Cevab: Çünki nesholup tahrif olmuþ bir dine karþý, dinsizlik ile ihanet baþkadýr. Ve hak ve ebedî bir dine karþý ihanet ise yeri titretiyor, kýzdýrýyor.

 

Mukaddeme-i Haþriye'nin Makamatýný istiyorsunuz. Þimdiki vaziyetim hiçbir vecihle müsaade etmediði gibi, haþre dair yazýlan hakikatlar, bürhanlar umuma nisbeten ihtiyaca tam kâfi olduðundan, çabuk yazmasýna manen icbar edilmiyorum. Bir parça te'hir edildi ve ta'cil edilmedi. Hem ben, burada kayýdlar altýndayým. اَلصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ وَ السُّرُورِ

 

* * *

 

Sh: » (K: 17)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(8)

 

Aziz, Sebâtkâr, Fedâkâr, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Gelecek bayramýnýzý tebrik ederim. وَالْفَجْرِ * وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasem-i Kur'aniyle fevkalâde kýymetleri tahakkuk eden o mübarek gecelerde ve seherlerde mübarek kardeþlerimin mübarek dualarý hem bana, hem ehl-i imânâ çok bereketli ve nurlu olmasýný rahmet-i Rahman'dan niyaz ederim.

 

Sâniyen: Size bir küçük sehvin büyük bir nükte-i gaybiyesiyle, karþý sahifedeki Hâþiyeyi, mevkilerinde yazmak için gönderdim.

 

Sâlisen: Hulûsi'nin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin; Risale-i Nur'un þâkirdlerine inâyet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanýn meþakkatleri madem sevab verir, geçerler; o musibetlere karþý sabýr içinde þükür ile, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarýmda ve kazançlarýmda benimle berabersiniz.

 

Râbian: Risalet-in-Nur kendi kendine Kur'an'ýn himayeti ve hýfz-ý Rabbânî altýnda intiþar ediyor. Ýmam-ý Ali (R.A.) iki def'a "sýrren, sýrren" demesi iþaret eder ki, perde altýnda daha ziyade feyiz ve nur verir. Sizin gibi kardeþlerim, zamanýn sarsýntýlý hâdisatýna karþý, -þimdiye kadar gibi- yine tam mukavemet eder ümidindeyim. مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ düsturumuz olmalý.

 

* * *

 

Sh: » (K: 18)

 

(9)

 

Aziz kardeþlerim!

 

Bilmukabele bayramýnýzý tebrik ederim.

 

Sýhhatimi soruyorsunuz. Buranýn çok þiddetli kýþý ve odamýn çok soðuðu ve üç hazin gurbetin te'siri ve üç asabî hastalýðýn sýkýntýsý ve bütün bütün yalnýzlýk ile kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduðum halde, Hâlýkýma hadsiz þükür ederim ki, her derdin en kudsî dermaný olan îmaný; ve îman-ý bilkaderden, kazâya rýza ilâcýný imdadýma gönderdi; tam sabýr içinde þükrettirdi.

 

* * *

 

(10)

 

Aziz ve Sýddýk ve Hâlis Kardeþlerim!

 

Rabb-ý Rahîmime hadsiz þükür olsun ki; sizin gibileri Risalet-in-Nur'a sahib ve nâþir ve muhafýz halketmiþ, benim gibi âciz bir bîçarenin zaif omuzundaki aðýr yükü çok hafifleþtirmiþ.

 

Kardeþlerim! Bu def'a üç mektubunuzu birden üç Hulûsi, üç Sabri, üç Hakký gibi kýymetdar dokuz kardeþ gördüm. Hapiste, Abdurrahman'ýn pederi yerinde benim elbiselerimi yamalayan Hakký'nýn ciddî ve hakikatlý uhuvvetini ve talebeliðini, tahminimden daha ileri terakki ettiðini bildim, çok mesrur oldum.

 

Sabri kardeþ! Beni saran ve baðlýyan aðýr kayýdlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlý ehl-i dünya benim ile pek fazla meþgul ve alâkadardýrlar. Hattâ.. hattâ.. hattâ... Her ne ise.

 

Hem benim hakkýmda bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zan ile kýymet ve makam vermek, yalnýz Risale-i Nur namýna ve onun hizmeti ve Kur'an elmaslarýnýn dellâllýðý hesabýna kabul olabilir. Yoksa hiç ender hiç olan þahsým itibariyle kabûle hakkým yok. Parlak ve çalýþkan kalemiyle hem Risalet-in-Nur'un, hem bizim hâtýralarýmýzda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleþen Hâfýz Tevfik'in yazdýðý Âyet-ül Kübrâ Risalesini münasib gördüðünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazýlarýyle mesrurane ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazýlarý

 

Sh: » (K: 19)

 

görmek istiyor.

 

Kýymetdar Hulûsi ve Hakký gibi kardeþlerim!

 

Hakký'nýn dediði gibi, Sabri'nin mektublarýný aynen onlarýn yerine kabûl olmuþ; o cihette Hulûsi ile muhabere kesilmemiþ, devam ediyor. Hadsiz þükür ve hamd ü sena olsun ki; Risalet-in-Nur gittikçe parlak, hârikane fütuhat-ý îmaniye yapar. Kendi kendine inþâallah her görenin kalbinde yerleþir, muannidleri susturur. Bir hýfz-ý gaybî altýnda düþmanlarý þaþýrtmýþ, kör gözleri onu görmüyor. Ýzini bulamadýðý halde, parlak faaliyetini müþahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyade ihtiyat lâzým.

 

* * *

 

(11)

 

Aziz, Sýddýk, Kýymetdar Kardeþlerim; ve Hizmet-i Kur'aniyede Metin, Ciddî, Çalýþkan Arkadaþlarým!

 

Yeni bir medar-ý keramet ve inâyet ve sürur olan mektubunuzu aldým. Ve Risalet-in-Nur'a ait bir ikram ve inayet-i Ýlahiyeyi gösterdi. Þöyle ki:

 

Bundan dört-beþ gün evvel, þiddetli bir taharri ile menzilim teftiþ edildi. Her tarafa baktýklarý halde hýfz-ý Ýlâhî ile bizi mahzun edecek bir þey bulamadýlar. Yalnýz Ýktisad, Hastalar, Ýstiaze gibi altý-yedi risaleyi zararsýz buldular. Sonra da Hüsrev'in ezan mes'elesi gibi müsadere kaidelerine tam muhalif olarak noksansýz iade ettiler.

 

Ben o hâdiseden size endiþe edip -daðdan dönerken- Abdülmecid, Sabri, Hüsrev, Hâfýz Ali ile beraber konuþmak, acaba size de bir taarruz var mý diye sormak istedim. Ve lisanla baðýrdým, geldim. Birden Emin kapýyý açtý, dördünüzün mübarek mektublarýnýzý verdi. Her ikimiz bu ikram ve taharrideki keramet-i hýfzýyeyi ve Hüsrev'in hilâf-ý me'mul öyle bir istida, öyle bir netice vermesindeki inâyet-i Rabbaniyeye ayný zamanda muvafýk gördük; ve Risalet-in-Nur her vakit inâyete mazhardýr diye þükrettik.

 

Aziz Kardeþlerim! Fihrist bâkiyesinin te'lifi size havale edilmiþti, taksim-ül-âmâl tarzýnda yapsanýz iyi olur.

 

Sh: » (K: 20)

 

''Maþâallah, Bârekâllah, kalemlerinizin mükemmel çalýþmalarý devam etmekle beraber tezayüd etmeleri ve hususan Sav'da birden çoðalmasý (Hacý Hâfýz'a ve köyüne bin Bârekâllah) bizi fevkalâde mesrur etti. Ve Hüsrev'in tevâfuklu yazýlarý, hususan yaldýzlý Mu'cizat-ý Ahmediye (A.S.M.) nüshasý ve Büyük ve Küçük Ali'lerin risaleleri buralarda tatlý, hem çok fütuhatý var. Ýnþâallah o mübarek kalemlerin daha çok fütuhatý olacak ve göreceðiz.

 

* * *

 

(12)

 

Aziz, Kýymetdar, Sadýk ve Sebatkâr Kardeþlerim!

 

Fihristeyi taksim-ül-a'mâl tarzýnda mütesanid hey'etinizin þahs-ý manevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve dâimî bir üstad buldunuz. O manevî üstad, bu âciz kardeþinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç býrakmýyor.

 

Sabri kardeþ! Senin rü'yan mübarektir ve manidardýr. Ýnþâallah zaman onu tabir edecek.

 

Kardeþlerim! Sizin hâtýrýnýz ve askerliðiniz endiþesi için hâdisat-ý zamana baktým; kalbime böyle geldi: Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi اِنَّمَآ اُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ deyip, ihsan-ý Rabbanî olduðunu bilmeyip þükretmeyen ve maddiyyun fikriyle þirke düþen ve seyyiatý hasenatýna galib gelen þu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavî tokat yedi ki; yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktý, tahrib edip yangýna verdi.

 

Avrupa zalim hükümetleri zulümleriyle ve Sevr muahedesiyle Âlem-i Ýslâm'a ve merkez-i hilâfete ettikleri ihanete mukabil öyle bir maðlubiyet tokadýný yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çýkamýyorlar, azabda çýrpýnýyorlar.

 

Evet bu maðlubiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasýdýr. Burada çok zatlar kat'iyen hükmediyorlar ki: Risalet-in-Nur'un iki merkez-i intiþarý olan Isparta ve Kastamonu vilayetleri sâir yerlere nisbeten âfât-ý semaviyeden mahfuz kaldýklarýnýn sebebi, Risalet-in-Nur'un verdiði îman-ý tahkikî ve kuvvet-i

 

Sh: » (K: 21)

 

îtikadiyedir. Çünki böyle âfatlar, za'f-ý îmandan neþ'et eden hatâlarýn neticesidir. Hadîsçe, sadaka belâyý def'ettiði gibi, o kuvve-i îmaniye dahi o âfâta karþý derecesiyle mukabele ediyor.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَآئِلِ النُّررِ الْمَكْتُوبَةِ وَالْمَقْرُوئَةِ وَالْمُتَمَثِّلَةِ فِى الْهَوَآءِ

 

 

 

اِلَىَ يَوْمِ الْقِيَامِ اَمِينَ

 

(13)

 

Aziz ve Sýddýk ve Sâdýk ve Fedâkâr ve Vefâdar Kardeþlerim!

 

Sizin bu def'aki manevî ve nurlu hediyeniz benim nazarýmda, Cennet-ül-Firdevs'den bir desti âb-ý kevser hediyesi, âlem-i bekadan bize gelmiþ gibi ruhum inþirah ile doldu, bütün duygularým sürûr ile þükrettiler. Size uzun bir mektub yazmak arzu ediyorum fakat zaman ve halim müsâade ve muvafakat etmediðinden kýsa kesmeye mecbur oldum. Yalnýz o hediyelerin hususî sahiblerine mâþâallah, bârekâllah, veffakakümullah, es'adekümullah derim.

 

Bilhassa Yirmiyedinci Mektub'un medresesinde mütehassirane müþtak bulunduðum kardeþlerimle maziye gidip, tekrar görüþtüm ve mükerreren ayrý ayrý görüþüyorum.

 

Otuzbirinci âyetin birinci mukaddemesi olan

 

وَ اِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى cümlesi, binbeþyüz küsur olan makam-ý cifrisiyle, ehl-i dalâlet tarafýndan aþýlanan manevî hastalýklarýn kýsm-ý âzamý, Risalet-in-Nur'un Kur'ânî ilâçlarýyle izale edilebilir diye iþaret etmekle beraber; maatteessüf ikiyüz sene kadar dünyanýn ömrü bâki kalmýþsa, bir fýrka-i dâlle dahi devam edeceðine îma ediyor. فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا cümlesi, mâna-yý iþarîsinde, ikinci emarenin birinci noktasýnda "Sin" harfi "Sad" harfinin altýnda gizlenmesi ve "Sad" görünmesinin iki sebebi var.

 

Sh: » (K: 22)

 

Birisi: Said tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak þarttýr; tâ ki Risalet-in-Nur'u bulandýrmasýn, te'sirini kýrmasýn.

 

Ýkincisi: Þimdiki bataklýða ve manevî tâûna sukutun sebebi ise, terakki fikrinden neþ'et ettiði cihetle, onlarýn hatâlarýný gösterip; suud ve terakki, müslüman için ancak Ýslâmiyette ve îmanlý olmakta olduðuna iþaret etmektir.

 

* * *

 

(14)

 

Kardeþlerim! Bugünlerde biri Risalet-in-Nur talebelerine, diðeri bana ait iki mes'ele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazýyorum:

 

Birinci Mes'ele: Birinci Þua'da iki-üç âyetin iþârâtýnda, Risalet-in-Nur'un sâdýk talebeleri îmanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarýna dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beþaret bulunduðu gösterilmiþtir. Fakat bu pek büyük mes'eleye ve çok kýymetdar iþarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim. Çoktan beri muntazýrdým. Lillâhilhamd iki emare birden kalbime geldi:

 

Birinci Emâre: Ýman-ý tahkikî ilmel-yakînden hakkal-yakîne yakýnlaþtýkça daha selbedilmeyeceðine ehl-i keþf ve tahkik hükmetmiþler; ve demiþler ki: «Sekerat vaktinde þeytan vesvesesiyle ancak akla þübheler verip tereddüde düþürebilir.» Bu nev'i îman-ý tâhkikî ise yalnýz akýlda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sýrra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleþiyor ki, þeytanýn eli o yerlere yetiþemiyor; öylelerin îmaný zevalden mahfuz kalýyor. Bu îman-ý tahkikînin vusûlüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keþf ve þuhud ile hakikata yetiþmektir. Bu yol ehass-ý havassa mahsustur, îman-ý þuhûdîdir.

 

Ýkinci Yol: Ýman-ý bilgayb cihetinde sýrr-ý vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'anî bir tarzda, akýl ve kalbin imtizaciyle hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile, zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-i îmaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol; Risalet-in-Nur'un esasý, mâyesi, temeli, ruhu, ha-

 

Sh: » (K: 23)

 

kikatý olduðunu has talebeleri görüyorlar. Baþkalar dahi insafla baksa, Risalet-in-Nur hakaik-ý îmaniyeye muhalif olan yollarý gayr-ý mümkin ve muhal ve mümteni' derecesinde gösterdiðini görecekler.

 

Ýkinci Emâre: Risalet-in-Nur'un sâdýk þakirdleri, hüsn-ü âkibetlerine ve îman-ý kâmil kazanmalarýna o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o dualarýn içinde hiçbiri kabul olmamasýna akýl imkân veremiyor.

 

Ezcümle: Risalet-in-Nur'un bir hâdimi ve bir tek þakirdi, yirmidört saatte, Risalet-in-Nur talebelerinin hüsn-ü âkibetlerine ve saâdet-i ebediyeye mazhar olmalarýna, yüz def'a Risalet-in-Nur talebelerine ettiði dualarý içinde hiç olmazsa yirmi-otuz def'a selâmet-i îmanlarýna ve hususî hüsn-ü âkibetlerine ve îmanla kabre girmelerine ayný duayý en ziyade kabûle medar olan þerait içinde ediyor.

 

Hem Risalet-in-Nur'un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz îman hususunda birbirine selâmet-i îman hakkýndaki samimî, mâsum lisanlarýyla dualarýnýn yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza mecmuu itibariyle reddedilse, tek bir tane onlarýn içinde kabûl olunsa, yine her biri selâmet-i îman ile kabre gireceðine kâfi geliyor. Çünki herbir dua umuma bakar.

 

Ýkinci Mes'ele: Yirmi sene evvel tab'edilen Sünuhat Risalesi'nde, hakikatlý bir rü'yada Âlem-i Ýslâm'ýn mukadderatýný meþveret eden ruhanî bir meclis tarafýndan, bu asrýn hesabýna Eski Said'den sorduklarý suale karþý verdiði cevabýn bir parçasý þimdilik tezahür etmiþtir. O zaman, o manevî meclis demiþ ki: "Bu Alman maðlubiyetiyle neticelenen bu harbde, Osmanlý Devleti'nin maðlubiyetinin hikmeti nedir?"

 

Cevaben Eski Said demiþ ki: Eðer galib olsaydýk, medeniyet hatýrý için çok mukaddesatý feda edecektik. -Nasýlki yedi sene sonra edildi.- Ve medeniyet namýyla Âlem-i Ýslâm hususan Haremeyn-i Þerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye Anadolu'da tatbik edilen rejim kolaylýkla, cebren teþmil ve tatbik edilecekti. Ýnayet-i Ýlahiye ile onlarýn muhafazasý için, kader maðlû-

 

Sh: » (K: 24)

 

biyetimize fetva verdi.

 

Aynen bu cevabdan yirmi sene sonra, yine gecede, "Bîtaraf kalýp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mýsýr ve Hind'i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken; þübheli, daðdaðalý, faidesiz bir düþmana (Ýngiliz) tarafdarlýk göstermekle muzâaf bir surette ve zararlý bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhi insanlarýn nazarýnda saklý kalmasýnýn hikmeti nedir?" diye suâl benden oldu.

 

Gelen cevab mânevî cânibden geldi. Bana denildi ki: "Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiðin cevab, senin bu sualine ayný cevabdýr. Yâni: Eðer galib taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namýna galibane mümanaat görmiyecek bir tarzda bu rejimi, Âlem-i Ýslâm'a, mevaki-i mübarekeye teþmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon Ýslâm'ýn selâmeti için bu zâhir yanlýþý görmediler, kör gibi hareket ettiler."

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

(15) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَآئِلِ الَّتِىكَتَبْتُمْ وَتَكْتُبُونَ

 

Aziz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim!

 

Sizlerin bu bayram manevî hediyeniz, bayramýmý öyle bir tebrik etti ki, binler kederim olsaydý silerdi. Bin Bârekâllah. Böyle bir zamanda böyle ihlaslý sadakat, livechillah uhuvvet ve fîsebîlillâh muavenet ancak âlî himmet sýddîkînlerde bulunur. Hâlýk-ý Zülcelâl'e hadsiz hamd ve þükür olsun ki, sizin gibileri Kur'ân-ý Hakîm'e hâdim ve Risale-i Nur'a þâkird eylemiþ.

 

Hüsrev kardeþ! Senin, umum kardeþlerin namýna bayram tebriki hesabýna baþta Kur'an'ýn baþtaki çok þirin ve güzel cüz'leri olarak Mektubat'ýn kýsm-ý azamýný hediye etmekliðiniz, bin tebrik hükmünde oldu. Bin Bârekâllah.

 

Sh: » (K: 25)

 

Küçük Ali kardeþim! Senin, büyük manevî hediyen beni cidden çok þaþýrttý, çok mütehayyir etti. O mükemmel yazýlar, Büyük Ali'nin mi, yoksa Küçük Ali'nin mi bilemedim. Benim için yeniden dünyaya bir Abdurrahman, bir Lütfü gelmiþ gibi, Büyük Hâfýz Ali'nin sisteminde bir kahraman yardýmcý ve iki mübarek ve hâlis ve kýymetdar Mustafa'larýn elinde bir elmas kýlýnç, buranýn fethinde benim gibi bir âcizin muavenetine koþuyor gördüm.

 

Mâþâallah, Büyük Hâfýz Ali'nin nuranî ve büyük fabrikasý Kuleönü'nü de içine almýþ gibi; ayný kalem, ayný tarz, ayný iktidar göstermiþsin. Risale-i Nur'un tam kametine yakýþacak nakýþlar, murassa' elbise giydirmiþsiniz.

 

Kardeþlerim; Fihristeden sonra te'lif edilen risalelerin fihristelerini, ötekilerin tarzýndayazmasýný size býrakýyorum. Ben þimdi eski gibi her risaleyi hülasa edesmiyorum.Sizler eski genç Said'in deðil, belki yeni ihtiyar Said'in genç, dinç Saidlerisiniz, onunvazifesini yaparsýnýz.

 

Kardeþlerim; Üçüncü Keramet-i Aleviyede, sahabe ve Þakk-ý Kamer'e aidzeyillere iþaret bahsinde denilmiþ: «Sözlerin ve bir nüshada risalelerin, risaleþekline giren yalnýz iki zeyl var. Baþka küçük zeyiller ya hâtimedir, yahâþiyedir. Onun için Ýmam-ý Ali (R.A.) Onlarý müstakil bir risale nazarýylabakmamýþ. Hem bu iki zeyli, çok ehemmiyetleri olduðundan ayrý bir tarz ibare ileiþaret etmiþ.»

 

 

 

* * *

 

(16)

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bayramýnýzý tebrik ve hizmetinizi takdir ve muvaffakýyetinize dua ederek, Hâlýk-ý Rahîm'e hadsiz þükür ederim ki; sizler gibi sebatkâr ve fedakâr kardeþleri Risalet-in-Nur'a sahib ve nâþir yapmýþ. Ben sizleri düþündükçe, ruhum inþirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medar-ý teessüf olamaz. Sizler kaldýkça ben yaþýyorum diye mevte dostane bakýyorum, ecelimi telaþsýz bekliyorum. Allah sizden ebeden râzý olsun. Âmin, âmin, âmin.

 

Sh: » (K: 26)

 

Kalemi kerametli mübarek Hüsreve Rüþtü'nün bu def'aki mektublarý üçcihetle medar-ý sürur ve þükran oldu.

 

Birincisi: Hüsrev'in kerametkârâne faaliyette devamý.

 

Ýkincisi: Baþta Tevfik olarak, Mes'ud ve Zekâi'nin kuvvetli kalemleri ile yardýmakoþmalarý.

 

Üçüncüsü: Hacý Hâfýz'ýn karyesi bir Medrese-i Nuriyeye dönmesidir.Lillah-il-hamd bu havalide dahi, hususan Nazif'in civarýnda Risalet-in-Nur sür'atle kendikendine intiþar ederek her tarafta îmaný kurtarýyor.

 

 

 

Kardeþlerim!

 

Size lâtif bir hikâye:

 

Bir zaman Barla'da bir zat, aðaçtan bir kutuda cevizli bir tatlý bana göndermiþti. Mukabilini verdiðim o birbuçuk kilo lokmalardan her gün altýþar tane ben kendim yerdim ve bazan o kadar ve daha ziyade baþkalara teberrük olarak verirdim. Sýddýk Süleyman bu hâdiseyi belki tahattur eder. Bir aydan ziyade devam etti. Sonra merhum Galib Bey ile hesab ettik, onun beþ-altý misli bereket, içinde olduðuna kanaatýmýz geldi. Ben o vakit dedim: "Bu zâtta ehemmiyetli bir bereket, bir ihlas var." Þimdi tahmin ve tahattur ediyorum ki, o zat Hacý Hâfýz imiþ. O acîb bereketin þimdi sýrrý çýkmýþ. اَلْحَمْدُ ِللَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

 

Nur fabrikasýnýn sahibi Hâfýz Ali'nin ve mübareklerin köyleri ortasýnda, duada Sav köyü mevki almýþ. Tam bir senedir ahya yüzünden emvat dahi hisse alýyorlar.

 

* * *

 

(17)

 

Aziz ve Sebatkar ve Sadakatta Namdar ve Benim Tesellilerime Medar Kardeþlerim!

 

Onuncu Þua nâmýný alan, güzelce yazdýðýnýz ve te'lif ettiðinizFihristenin ikinci cildi mükemmeldir. Yalnýz Birinci Þuadaki kýsadýr. Benden daha iyiyazmýþsýnýz. Ben sizlerle

 

 

 

Sh: » (K: 27)

 

konuþmak ve sizi dinlemek arzu ettikçe ona bakýyorum. Cidden zevk alýyorum.Allah sizden ebeden râzý olsun. Âmin.

 

 

 

Risalet-in-Nur'un hizmetinde ekser þakirdleri birer nevi keramet ve ikram-ý Ýlahî hissettikleri gibi; bu âciz kardeþiniz çok muhtaç olduðu için, çok nevilerini ve çeþitlerini hissediyorum. Ve bu sýralarda bu havalideki þakirdler, yeminle itiraf ediyoruz ki: Biz Nur'un hizmetinde çalýþtýkça hem maiþetçe, hem istirahat-ý kalbçe bir geniþlik, bir ferah zâhir bir surette hissediyoruz. Ben kendimce o kadar hissediyorum ki, nefis ve þeytaným dahi o bedâhete karþý hayret ederek sustular.

 

Sabri kardeþ! Bazý mektublarýnda Nureddin için Risalet-in-Nur'un küçük talebeleri içinde duada bir mevki istiyordun. Biliniz ki; bir seneden ziyadedir, ben duada, Risalet-in-Nur'un þâkirdlerinin risalelerle alâkadar olan ezvac ve evlâd ve vâlideynlerini dahi dâhil ediyorum. Bunun bir sebebi; baþta Sabri olarak, orada burada bazý zatlar, çoluk ve çocuklarý ile daireye girmeleri ve bir sebebi Sabri'nin Nureddin'i ve Vesile'si ve Süleymanlar'ýn (Sýddýk Süleyman ve Süleyman Rüþtü) çocuklarýdýr ve vâlidelerinin sebebi burada ve oradaki baþta Büyük Hüsrev olarak bu havalide de müteaddid küçük Hüsrevler var, onlarýn vâlideleridir.

 

Adalet-i Ýlâhiye, Ýslâmiyet'e ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azâb-ý mânevî vermiþ ki, bedeviliðin ve vahþiliðin derecesinden çok aþaðýya düþürtmüþ. Avrupa'nýn ve Ýngiliz'in yüz sene ezvak-ý medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadi korku ve dehþet ve telâþ ve buhran yaðdýran bombalarý baþlarýna musallat etmiþ. Ýþte böyle bir zamanda en lüzumlu, en ehemmiyetli, en birinci vazife îmaný kurtarmak olduðundan; bu zamana ve bu seneye bakan beþaret-i Kur'aniye ve فَضْلاً كَبِيرًا * فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَآءُ âyetlerin müjdesi en büyük bir fütuhat suretinde Risalet-in-Nur'un mânevî fütuhat-ý îmaniyesini gösteriyor.

 

Evet bir adamýn îmaný, ebedî ve dünya kadar bir mülk-i bâkînin anahtarý ve nurudur. Öyle ise, îmaný tehlikeye mâruz

 

Sh: » (K: 28)

 

her adama, bütün küre-i arzýn saltanatýndan daha faideli bir saltanat, bir fütuhat kazandýran Risalet-in-Nur; elbette bu âyetlerin, bu asýrda, bu beþaretlerinin kasdî bir medar-ý nazarlarýdýr. Nur ve Gül fabrikalarýnýn hademe ve sahibleri, insanýn baþýnda iki göz gibidir; zâhiren ikidir, fakat bir görürler. Ahvel (þaþý) gözlü iki görür. Lillâhilhamd bu iki cereyan-ý nuranî kemâl-i ittihaddadýrlar.

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَآئِقِ الْفِرَاقِ

 

(18)

 

Azîz, Mübarek, Sýddýk, Sâdýk, Ruhum, Caným Kardeþlerim!

 

Sizin beni çok mesrur eden son mektubunuza Isparta yoluyla cevab vermediðimin sebebi; benim, Isparta merkeziyle olan münasebetime buraca çok dikkat edilmesidir. Hem öteki yolda size gelinceye kadar, Risalet-in-Nur'un müteaddid merkezlerinin istifadesidir.

 

Hüsrev kardeþ! Son mektubumda demiþim: Hüsrevler'in valideleri sebebiyet verdiler ki; bir seneden ziyade bir vakitten beri bütün talebelerin peder ve valideleri duaya dahil olmuþlar. Sakýn yanlýþ zannetmeyiniz. Senin validen gibi, on seneden beri Risalet-in-Nur'un has þakirdlerinin dairesinde bulunan orada çok ahiret hemþirelerim var. Onlar, yeniden baþkalarýnýn duaya dâhil olmalarýna sebeb olmuþlar demektir.

 

Size Risalet-in-Nur'un kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereþþuhatýndan bir-iki hâdise beyan ediyorum:

 

Birisi: Hatib Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) namýnda ciddî bir ihtiyar talebe, Ýhtiyarlar Risalesi'ni yazýyordu. Tâ Onbirinci Rica'nýn âhirlerinde ve merhum Abdurrahman'ýn vefatýnýn tam mukabilinde, kalemi لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ yazýp ve lisaný dahi

 

Sh: » (K: 29)

 

لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatýný mühürleyip, Risalet-in-Nur talebelerinin îmanla kabre gireceklerine dair olan iþarî beþaret-i Kur'aniyeyi vefatýyla imza etmiþ. (Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsia.)

 

Ýkincisi: Sizin te'lifiniz olan Fihriste'nin tashîhinde, bir müstensihin noksan býraktýðý bir sahifeyi, Tahsin'e dedim: "Yaz!" O da yazmaða baþladý. Simsiyah bir mürekkepten ve temiz kalem ile birden yazdýðýnýz ikinci cild fihristenin makbûliyetine hüccet olarak o siyah mürekkep güzel bir kýrmýzý suretini aldý. Tâ yarým sahife kadar bu garib hâdiseye taaccüb edip bakarken, o mürekkep simsiyaha döndü. Sahifenin öteki yarýsý, ayný kalem, ayný hokka tam siyah yazýldý. Bir zaman Barla'da, baðlardaki köþkte, Þamlý, Mes'ud ve Süleyman'ýn müþahedesiyle ayný hâdiseyi baþka þekilde gördük. Þöyle ki:

 

Ben, sevmediðim için siyah bir mürekkebi kýsmen döktüm; birden mütebâkisi çok beðendiðim güzel bir kýrmýzýya tahavvül etti. Risalet-in-Nur'un kâtiblerini þevklendirdi. Gözümüze silsile-i kerametin bir ucunu ve bir tereþþuhunu gösterdi.

 

* * *

 

(19)

 

Âhiret Kardeþlerime Mühim Bir Ýhtar "Ýki Madde"dir:

 

Birincisi: Risale-i Nur'a intisab eden zâtýn en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdýrmaktýr ve intiþarýna yardým etmektir. Onu yazan veya yazdýran, Risale-i Nur talebesi ünvanýný alýr. Ve o ünvan altýnda, her yirmidört saatte benim lisanýmla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayýrlý dualarýmda ve manevî kazançlarýmda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kýymetdar binler kardeþlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarýna ve kazançlarýna dahi hissedar olur.

 

Hem dört vecihle dört nevi ibadet-i makbule hükmünde bulunan kitabetinde hem îmanýný kuvvetlendirmek, hem baþkalarýnýn îmanlarýný tehlikeden kurtarmasýna çalýþmak, hem hadîsin hükmüyle, bir saat tefekkür bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen tefekkür-ü îmanîyi elde etmek ve et-

 

Sh: » (K: 30)

 

tirmek, hem hüsn-ü hattý olmayan ve vaziyeti çok aðýr bulunan üstadýna yardým etmek ile hasenatýna iþtirak etmek gibi çok faideleri elde edebilir. Ben, kasemle temin ederim ki; bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam, bana büyük bir hediye hükmüne geçer; belki herbir sahifesi bir okka þeker kadar beni memnun eder.

 

Ýkinci Madde: Maatteessüf Risale-i Nur'un îmansýz ve emansýz cinn ve ins düþmanlarý, onun çelik gibi metîn kal'alarýna ve elmas kýlýnç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden, çok gizli desiseler ve hafî vasýtalar ile; haberleri olmadan yazanlarýn þevklerini kýrmak ve fütur vermek ve yazýdan vazgeçirmek cihetinde þeytancasýna hücum edip darbe vuruyorlar. Hususan burada ihtiyaç pek çok ve yazýcýlar çok az ve düþmanlar çok dikkatli, kýsmen talebeler mukavemetsiz olduðundan; bu memleketi o Nurlardan bir derece mahrum ediyor. Benimle hakikat meþrebinde sohbet etmek ve görüþmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benimle deðil, hâdim-i Kur'an olan üstadýyla görüþür ve hakaik-ý îmâniyeden zevkle bir ders alabilir...

 

(20)

 

Manevî bir ihtar ile, bir-iki ince mes'eleyi size yazýyorum:

 

BÝRÝNCÝSÝ: Geçen Ramazan-ý Þerif'te, Ehl-i Sünnet'in selâmet ve necatý için edilen pek çok dualarýn þimdilik aþikâre kabulleri görünmemesine hususî iki sebeb ihtar edildi:

 

Birincisi: Bu asrýn acib bir hassasýdýr. (Hâþiye) Bu asýrdaki ehl-i Ýslâm'ýn fevkalâde safderunluðu ve dehþetli canileri de âlîcenâbâne afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatý iþleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibadý mahveden adamdan bir tek haseneyi görse, ona bir nevi tarafdar çýkmasýdýr. Bu suretle ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuðyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teþkil ederek, ekseriyetin hatâsýna terettüb eden musibet-i âmmenin devamýna ve idamesine belki teþeddüdüne kader-i Ýlâhiyyeye fetva verirler; biz buna

 

__________________________

 

(Hâþiye): Yani elmasý elmas bildiði halde, camý ona tercih eder.

 

Sh: » (K: 31)

 

müstehakýz derler.

 

Evet elmasý bildiði (âhiret ve îman gibi) halde, yalnýz zaruret-i kat'iye suretinde þiþeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ý þer'iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya heves ile veya tama' ve hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstehak eder. Hem âlîcenabane afvetmek ise, yalnýz kendine karþý cinayetini afvedebilir. Kendi hakkýndan vazgeçse hakký var; yoksa baþkalarýnýn hukukunu çiðniyen canilere afuvkârane bakmaða hakký yoktur, zulme þerik olur.

 

Ýkinci Sebeb: Yazmaða izin olmadýðýndan yazýlmadý.

 

ÝKÝNCÝ MES'ELE:Kardeþlerim!

 

Eskiþehir hapishanesinde, âhirzamanýn hâdisatý hakkýnda gelen rivayetlerin tevilleri mutabýk ve doðru çýktýklarý halde, ehl-i ilim ve ehl-i îman onlarý bilmemelerinin ve görmemelerinin sýrrýný ve hikmetini beyan etmek niyetiyle baþladým; bir-iki sahife yazdým, perde kapandý, geri kaldý.

 

Bu beþ senede, beþ-altý defa ayný mes'eleye müteveccih olup muvaffak olamýyordum. Yalnýz o mes'elenin teferruatýndan bana ait bir hâdiseyi beyan etmek ihtar edildi. Þöyle ki:

 

Hürriyetin bidayetinde, Risale-i Nur'dan çok evvel, kuvvetli bir ümid ve itikad ile, ehl-i îmanýn me'yusiyetlerini izale için, "Ýstikbalde bir ýþýk var, bir nur görüyorum" diye müjdeler veriyordum. Hattâ Hürriyetten evvel de talebelerime beþaret ederdim. Tarihçe-i Hayatýmda merhum Abdurrahman'ýn yazdýðý gibi, Sünuhat misillü risalelerde dahi "Ben bir ýþýk görüyorum" diye dehþetli hâdisata karþý o ümid ile dayanýp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ýþýðý siyaset âleminde ve hayat-ý içtimaiye-i Ýslâmiyede ve çok geniþ bir dairede tasavvur ederdim. Halbuki hâdisat-ý âlem beni o gaybî ihbarda ve beþarette bir derece tekzib edip ümidimi kýrardý.

 

Birden bir ihtar-ý gaybî ile kat'î kanaat verecek bir suretde kalbime geldi. Denildi ki: "Ciddî bir alâka ile senin eskiden beri tekrar ettiðin "Bir ýþýk var, bir nur göreceðiz" diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkýnýzda belki îman cihetiyle,

 

Sh: » (K: 32)

 

âlem-i Ýslâm hakkýnda dahi en ehemmiyetlisi, Risale-i Nur'dur. Bu ýþýktýr, seni þiddetle alâkadar etmiþti. Ve bu nurdur ki, eskide de tahayyül ve tahminin ile geniþ dairede belki siyaset âleminde gelecek mes'udane ve dindarane haletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ýþýðý o müeccel saadet tasavvur ederek, eski zamanda siyaset kapýsýyla onu arýyordun.

 

Evet otuz sene evvel bir hiss-i kablelvuku ile hissettin. Fakat nasýl kýrmýzý bir perde ile siyah bir yere bakýlsa, karayý kýrmýzý görür. Sen dahi doðru gördün, fakat yanlýþ tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattý."

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ عُمْرِكُمْ فِى الدُّنْيَا وَاْلاَخِرَةِ اَمِينَ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Muktedir, Kuvvetli Arkadaþlarým!

 

Bu defa me'mulüm fevkindeki kaleminizle manevî hediyeniz isbat etti ki: Ýhtiyar, zaîf, âciz bir Said yerine; genç, kavî, iktidarlý çok Said'ler sizlerde vardýr. Ayný ruh, ayný ifade, ayný îman... Hadsiz þükür ve sena olsun ki; Rabb-ý Rahîm sizleri Risale-i- Nur'a hâmi, nâþir, sahib, þakird eylemiþ. Bizlere pek çok aðýr müþkilât içinde kudsî hizmete muvaffakýyet ihsan etmiþ. Zaman ve zemin, sizler ile çok müþtak olduðum uzun konuþmayý hoþ görmediði için kýsa kesip, ruh u canýmla herbirinize binler selâm, Mâþâallah Bârekâllah derim.

 

Bu mübarek þuhur-u selâsede duanýza çok muhtaç kardeþiniz

 

SAÎD NURSÎ

 

* * *

 

 

 

Sh: » (K: 33)

 

ÂHÝRZAMANDAN HABER VEREN MÜHÝM BÝR HADÝS:

 

لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ

 

Ramazan-ý þerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i þerif hatýrýma geldi. Belki Risale-i Nur þakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceðini düþündüðüme binaen ihtar edildi. لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى (þedde sayýlýr, tenvin sayýlmaz) fýkrasýnýn makam-ý cifrîsi bin beþyüÝz kýrkiki ederek nihayet-i devamýna îma eder. ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

 

(þedde sayýlýr) fýkrasý dahi; makam-ý cifrîsi binbeþyüz altý

 

edip, bu tarihe kadar zâhir ve aþikârane, belki galibane; sonra tâ kýrk ikiye kadar, gizli ve maðlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceðine remze yakýn îma eder. وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

 

حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ (þedde sayýlýr) fýkrasý dahi; makam-ý cifrîsi binbeþyüz kýrk beþ olup, kâfirin baþýnda kýyamet kopmasýna îma eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

 

Cây-ý dikkat ve hayrettir ki, üç fýkra bil'ittifak bin beþyüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamýna manidar, makul ve hikmetli bir surette binbeþyüzaltý'dan tâ kýrkiki'ye, tâ kýrkbeþ'e kadar üç inkýlab-ý azîmin ayrý ayrý zamanlarýna tetabuk ve tevafuklarýdýr. Bu îmalar gerçi yalnýz birer tevafuk olduðundan delil olmaz ve kuvvetli deðil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kýyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat

 

 

 

Sh: » (K: 34)

 

böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir. Fatiha'da صِرَاطِ مُسْتَقِىمٌ ashabýnýn taife-i kübrâ sýný tarif eden اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fýkrasý, þeddesiz bin beþyüz altý veya yedi ederek tam tamýna ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ fýkrasýnýn makamýna tevafuku ve manasýna tetabuku ve þedde sayýlsa لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى fýkrasýna üç manidar farkla tam muvafakatý ve manen mutabakatý bu hadîsin îmasýný teyid edip remz derecesine çýkarýyor. Ve müteaddid âyât-ý Kur'aniyede صِرَاطٌ مُسْتَقِىمٌ kelimesi, bir mana-yý remziyle Risalet-in Nur'a manaca ve cifirce îma etmesi remze yakýn bir îma ile; Risalet-in Nur þakirdlerinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübra-i azamýn âhirlerinde bir hizb-i makbul olacaðýný iþaret eder diye def'aten birden ihtar edildi.

 

اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

 

 

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Bu saatte ben Kur'an okurken, Risale-i Nur ile ziyade alâkadar olan Sure-i Ýbrahim'de bir âyet beni meþgul ederken, Emin size göndereceði mektubu getirdi ve dar vaktimizde bu geniþ âyetin denizinden ancak bir katrecik bu parçaya girebildi. Birkaç dakika zarfýnda yazdýk, vakit bulamadýk, kusura bakmayýnýz.

 

Sh: » (K: 35)

 

* * *

 

بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشَرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ

 

Aziz, Sýddýk, Vefadar, Sebatkâr Kardeþlerim!

 

Cenâb-ý Hakk'a yüzbinler þükür ve hamdolsun Sizin gibi sadýk, ciddî, fa'al zatlarý Risale-i Nur'un etrafýnda toplayýp baðlamýþ; îman ve Kur'an hizmetinde kuvvetli ve nurlu kalemlerini çalýþtýrýyor.

 

Kardeþlerim! Bu def'a irsalatýnýz o kadar beni memnun ve minnetdar etti ki; herbir sahifesi bir kýymetdar hediye ve güzel bir mektub hükmünde göründü. Hüzünlerimi, gamlarýmý izâle edip ve kalbimi sürur ve sevinç ile doldurdu. Cenab-ý Erhamürrâhimîn onlarýn huruflarý adedince size rahmet etsin ve sizden râzý olsun.

 

Hâfýz Ali Kardeþim! Bir zaman Barla'da Cuma gecesinde dua ederken, senin âmîn sesini iki defa sarihan iþittim. Arkama baktým. Dedim: "Hâfýz Ali ne vakit gelmiþ." Dediler: "O burada yoktur." Ben þimdi o vakýadan diyebilirim ki; üç-dört saat mesafeden duama âmînini iþittirmesi, otuz günlük mesafeden buradaki zayýfdavet ve duama kuvvetli ve tesirli bir âmîn hükmünde olan yazýlarýn imdadýma yetiþmesi çok manidar bir tevafuktur.

 

Sýddýk Sabri! Senin cisminde (ayaðýnda) kardeþliðimin sikkesini gördüðüm zaman bir hiss-i kalbelvuku ile kalbime geldi: Ve muvaffak oldun, yaptýn. Allah senden ebeden râzý olsun.

 

(........P Mehmet) Bilsin ki Risale-i Nur'a intisâbý zamanýnda beri günde yüz defa talebe ünvaný altýnda dua ve manevî kazancýma hissedar olmakla beraber, bu bir ehemiyerli Mehmet arkadaþ olarak Mehmet Mehmet.....ve Mehmet diye sarih ismiþþþyle namlarý yad edilen has talebelerin dairesi hususiyelerine girdiðini

 

Sh: » (K: 36)

 

girdigini haber ver.

 

Abdülmecid'e, Beþinci Þua'ý haber vermiþtim, cevab gelmedi. Belki ihtiyaten sükût ettiler, göndermedim. Siz, evvelce muhabere ediniz sonra gönderebilirsiniz. Eðer Hastalar Risalesini bana gönderirseniz, Ýhtiyarlar Risalesi de beraber olsa daha iyi olur. Mektubunuzda selâm gönderen vefadar kardeþlerime binler selâm.

 

 

 

Bu günlerde, manevî bir muhaverede bir sûal ve cevabý dinledim. Size bir kýsa hülâsasýný beyan edeyim:

 

Biri dedi:

 

Risale-i Nur'un îman ve tevhid için büyük tahþidatlarý ve küllî techizatlarý gittikçe çoðalýyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahþidat yapýyor?

 

Ona cevaben dediler:

 

"Risale-i Nur, yalnýz bir cüz'î tahribatý, bir küçük haneyi tamir etmiyor. belki küllî bir tahribatý ve Ýslâmiyeti içine alan, daðlar büyüklüðünde taþlarý bulunan bir muhit kal'ayý tamir ediyor. ve yalnýz hususî bir kalbi ve has bir vicdaný ýslahýna çalýþmýyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehþetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ý âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ý mü'minînin istinadgâhlarý olan Ýslâmî esaslar ve cereyanlar ve þeairler kýrýlmasiyle ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ý umumîyi, Kur'an'ýn i'cazýyla o geniþ yaralarýný Kur'anýn ve îmanýn ilâçlarý ile tedavi etmeðe çalýþýyor.

 

Elbette böyle küllî ve dehþetli rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde ve daðlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ý Mu'ciz-ül beyan'ýn i'caz-ý manevîsinden çýkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, îmanýn hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkiþafata medardýr." diyerek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen iþittim, hadsiz þükrettim. Kýsa kesiyorum.

 

Bu hâdise münasebetiyle yine bugünlerde hatýrýma gelen bir vakýayý beyan ediyorum:

 

Sh: » (K: 37)

 

Ben namaz tesbihatýnýn âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i Þerifte "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" Risale-i Nur'da o saat var; çalýþ, o saati bul, ihtar edildi.

 

Âdeta ihtiyarsýz bir surette, Kur'anýn Âyet-ül Kübrasýnýn iki tefsiri olan

 

 

 

iki Âyet-i Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktým; size gönderdiðim Âyet-ül Kübra Risalesi'nin birinci makamý'nýn hülâsasýndan müntehab güzel bir sýrrýný hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'den müstahrec nurlu, tatlý fýkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumaða baþladým.

 

Birkaç gün sonra hâtýrýma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanýn bir mürþididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldým. Ve bütün risalelerin hususî menba'larý, madenleri olan binden ziyade Âyât-ý Kur'aniye'yi, kendi Kur'anýmda evvelce iþaretler koyup bir Hizb-i Azam-ý Kur'anî yapmak niyet etmiþtim. Þimdi bu Hizb-i azam ve bu Vird-i Ekber, Risale-i Nur mensublarýna bazý eyyam-ý mübarekede okunmasý için bir zaman size de göndermek hakkýnýz var. Ýnþâallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazý kelimelerini tercüme ve bir kýsým kayýdlarýný tefhim için, vakit bulsam gayet kýsa Hâþiye gibi bir þeyi yazacaðým.

 

Umum kardeþlerime ve hizmet-i Kur'aniyede bütün arkadaþlarýma hasret ve iþtiyâk ile binler selâm.

 

Dualarýnýza muhtaç

 

SAÎD NURSÎ

 

* * *

 

Aziz Kardeþlerim!

 

Sizlere her gün birer uzun mektub yazmak hakkýnýz var iken, maatteessüf üç seneden beri size göndermek için yazdýðým bir mektub þimdiye kadar bekliyor, eski sakomun cebinde duruyor. Demek Risale-i Nur, ehl-i dünya dinsizlerine çok dehþet vermiþ ki, dünyalarýna karýþmadýðým halde bu tazyikatý yapýyorlar. Her ne ise... Hiç unutmadýðým sebatkâr ciddî

 

Sh: » (K: 38)

 

kardeþlerime, hususan ikinci vataným Barla'daki vefadar sýddýklara pek çok selâm ve dua ederim.

 

Binler hasret ve iþtiyakla sizleri düþünen ve her yirmidört saatte belki yüz defa dua ile tahattur eden ve duanýza muhtaç olan

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ

 

Ey Fedakâr Kardeþlerim!

 

Sizinle dört-beþ kelime konuþacaðým:

 

Birincisi: Bu defaki mektubunuzun verdiði þevk ve sürur ile derim ki: Ben, hizmet-i Kur'aniyedeki tam sadakat ve gayret ve sebat ve metanetinizi gördükten sonra tam bir istirahat-ý kalb ile mevti ve eceli kabul eder, "Arkamda siz varsýnýz, yeter" diyerek dünyadan sürurla vedaya hazýrým.

 

Ýkincisi: Burada Âyet-ül Kübra'nýn birinci tebyizi, aynen bir sene sonra, oradaki birinci tebyiz gibi, Âyet-ül Kübra'nýn namýna tevafuku var. Ýki tevafukun tetabuku, tesadüfe havalesi imkânsýz bir keyfiyet olmakla.. kalemi, zülfikar-misal zâtýn kalemiyle otuzüç kelime-i tevhidin tevafukundaki gaybî imzayý cidden tenvir ve tasdik eder.

 

Üçüncüsü: Hatýrýmdan çýkmayan Hafýz Tevfik ve kardeþi Risale-i Nur'a hizmetleri büyüktür.fazla bir ihtiyat cihetinde çekinmesi, kuvvetle ümit ederim ki, zâhiridir ve kalben sadakattan devam ederler.

 

.....................................................................................

 

Dördüncüsü: Ben, üç senedir burada herþeyden tecrid edildim. Tahammülsüz tazyik altýnda bulunduðumdan, sizin ile muhabere edemedim. Burada emsalsiz bir evham hükmediyor. Mümkün olduðu kadar, Eþrat-üs Saat buradan gönderildiðini demeyiniz. Belki, onun bir eseridir, baþka yerden elimize geçmiþ deyiniz.

 

 

 

Sh: » (K: 39)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Aziz ve Vefadar ve Fedakâr, Sadýk Kardeþlerim!

 

Bu def'a çok kýymetdar ve fevkalme'mul hediyenizden küçücük üç-dört mes'ele hatýra geldi:

 

Birincisi: Üçüncü Keramet-i Aleviye'de, risalelerde yalnýz iki zeyl vardýr demesi, risale þekline girmiþ olan zeyillere zeyl diyor. Sair zeyiller ise; hâtimeler, ilâveler, Hâþiyeler hükmünde görmüþtür.

 

 

 

 

 

Ýkincisi: Ýki Âyet-ül Kübra'nýn vird-i ekberinde -hatýrýma gelmediði halde- ehemmiyetli kýsýmlarýný Yirminci Mektub ile Otuzikinci Söz, bana ihtiyaç býrakmayacak derecede beyan ve tercüme ettiklerinden, niyet ve va'dettiðim halde tercümesinde istihdam edilmedim.

 

 

 

Üçüncüsü: Risale-i Nur'un benden ayrýlmasý ve ben de daire-i tenviriyesinden uzak düþtüðümden, bu havali ve Eskiþehir gibi sair yerleri de onun ehemmiyetli ve lüzumlu bir kýsým hakikatlarýndan hissedar etmek için, inayet-i Ýlahiye, yeni yazýlýyor gibi- tekrar ile o kýsým hakikatlarýn, fakat letafetli baþka tarzlarda izah edilmelerinde âdeta ihtiyarým olmadan beni istimal ettiðini bildim, çok þükrettim.

 

Bu def'a hediyelerinize mukabil elimden gelseydi yalnýz maddî fiatýna göre herbir risaleye on lira ve Yirmibeþinci Söz'e yirmibeþ altun belki elmas ve Yirmidokuzuncu Söz'e yirmidokuz yakut verirdim. Öyle ise, verilmiþ gibi kabul ediniz.

 

Evet, tevafukta muvaffakýyetli olan kalem-i Alevî, Keramet-i Aleviye'ye göze görünür güzel bir delil göstermiþ. Yüzbin mâþâallah. Hüsrev'in çok þirin ve fevkalâde yazdýðý Hastalar Lem'asý ile Esma-i Sitte Lem'asý, benim nazarýmda el

 

Sh: » (K: 40)

 

masla yaldýzlý yazýlan ve onlar kadar uzun iki mektub- sadakatmedar hükmünde bana göründü; Risale-i Nur'a çok ehemmiyetli hizmetlerini göz yaþýyla hatýrlattý ve Firdevsî hediyenizdeki risalelerin harfleri adedince, Cenab-ý Erhamürrâhi-mîn sizlere rahmet, bereket, saadet ihsan eylesin. âmîn.

 

Yorulmaz ve usanmaz ciddî, samimî Kardeþ! Tevafukta muvaffakýyetli kalemin ile yazýlan Ý'caz-ý Kur'an'ýn âhirinde senin hakkýnda اَللَّهُمَّ وَ فِّقْهُ فِى خِدْمَةِ الْقُرْاَنِ وَ اْلاِيمَانِ olan dua, bu defa þübhem kalmadý ki, tam kabul olmuþ.

 

Umum kardeþlere birer birer selâm.

 

Said Nursi

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَائِلُ النُّررِ وَمَعَانِيهَا الْمُتَمَثِّلَةِ فِى الْهَوَاءِ وَ فِى اْلاَفْهَامِ اِلَى يَوْمِ الْقِيَامِ

 

Aziz, Sýddýk ve Sadýk Kardeþlerim!

 

Bu def'a pek çok alâkadar olduðum zâtlarýn dört aded mektublarý beni o kadar mesrur etti ve Risale-i Nur hesabýna o kadar memnun eyledi ki; güya yeniden o kahraman arkadaþlarý buldum diye sürur yaþlarý çok hüzünlerimi sildi. Evet dört mektuba dört cevab yazmak isterim ve hakkýnýzdýr; fakat samimî ittihadýnýza binaen bire iktifa edildi. Ayrý ayrý beþ-altý küçük mes'eleleri beyan ediyorum:

 

Birincisi: Eskiden beri, îman kurtarmak zamanýdýr dediðimiz ve ihtiyarým olmadan tekrar ile erkân-ý îmaniyeye dair bürhanlardan tahþidat-ý azîmeyi yaptýðýmýz, çok haklý ve lüzumlu olduðunu zaman gösterdi. Size bir ay evvel, manevî bir muhaverede, Risale-i Nur'un azîm tahþidatýna dair gaybdan

 

Sh: » (K: 41)

 

gelen bir cevabý yazmýþtým. Bazý zatlar o fýkrayý Âyet-ül Kübra Risalesi'nin âhirine ilhak ettiler.

 

Ýkincisi: Þamlý Tevfik Kardeþ! Senin mektubun beni derinden derine hem müteessir hem müferrah eyledi. Sende bir hayýrlý tahavvülât bulunduðunu ihsas etti.

 

Merhum Hâfýz Ahmed'in akrabasýna benim tarafýmdan taziye ile beraber de ki: Bir-iki ay evvel -birdenbire- dua ederken, en has akraba ve en hâlis talebelerin dairesine Hâfýz Ahmed girdi: "Benim de bu dairede hakkým var" dedi gibi hissettim. Onu o has daire içinde, her vakit manevî kazançlarýma hissedar olmak için býraktým ve öyle de kalacak inþâallah. Ve anladým ki; ikiniz bidayeten, beraber Risale-i Nur'a hizmetiniz içindir.

 

Ve Barla'da bütün dostlara selâm.

 

Üçüncüsü: Sabri kardeþ! Kýymetdar Hulusi'nin mektu

 

 

 

bu hem Hulusi'nin, hem Beþinci Þua'ýn ehemmiyetini ve kýymetlerini gösterdiðinden çok beðendim.

 

Evet Beþinci Þua, umumun ve bilhassa ehl-i ilmin îmanlarýný tashih edip kurtarýyor.

 

Hem sen, hem Hüsrev, Halil Ýbrahim'den bahsediyorsunuz. O zât, Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir talebesi ve iktidarlý bir naþiridir, hem haslardandýr. Sâbýk hâdisemizden tam bir ihtiyat ve ciddî bir alâkadarlýk dersini aldýðý kanaatýndayým. Selâmýmý ona ve rüfekasýna teblið ediniz.

 

Dördüncüsü: Hüsrev kardeþ! Senin mektubun, benim meraklarýma (Hasan, ve Mustafa'lar gibi) bir þifa ve arzularýma bir deva (Mu'cizat-ý Ahmediye gibi) ve ümidlerime bir ziya (Re'fet, Konyalý Sabri gibi) hükmüne geçti.

 

Hem Risale-i Nur'un muhterem bir talebesi ve has dairesinde bulunan âhiret hemþirem validenizin hastalýðý ve ihtiyarlýðý seni Isparta'ya celbi hayýrdýr. Elbette sen ona, Hastalar ve Ýhtiyarlar Risalelerini okumuþsun. O risaleler, benim bedelime onun keyfini sorup teselli versinler.

 

Sadakatta imtiyazlý namdar Rüþtü ile Þükrü'nün ticarette iþtirakleri hayýrlýdýr.

 

 

 

Ben, onlarý dua ile çok tahattur ediyorum.

 

Sh: » (K: 42)

 

 

 

Onlarý unutamýyorum. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua ediyorum.

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَآئِقِ رَمَضَانَ فِى حُرُوفِ مَا كَتَبْتُمْ مِنَ الرَّسَآئِلِ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Hem mübarek Ramazanýnýzý, hem inþâallah hakkýnýzda bin ay kadar meyvedar Leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramýnýzý, hem çok kýymetdar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes'id ederim.

 

 

 

Kardeþlerim! Bu defa kudsî kalemle hediyeleriniz o kadar beni minnetdar ve mesrur etti ki, güya dünyayý ýþýklandýracak bir nur fabrikasý ve mazi ve istikbali rayiha-i tayyibesiyle muattar edecek bir gül fabrikasý semadan bizim imdadýmýza gönderilmiþ ve benim arkamda kuvvet-üz zahr olarak duruyor ve mütemadiyen çalýþýyorlar diye mesrur yüzbinler elhamdülillah.

 

Sabri kardeþ! Senin fâsýlalý iki mektubun, hizmetinin makbuliyetine iki þahid-i gaybî gösterdi. Senin tabirin ile Nur fabrikasýna ben de اَلْفُ اَلْفِ مَاشَأَللَّهُ بَارَكَ اللَّهُ وَفَّقَكَ اللَّهُ derim. Sen ile Sýddýk Süleyman, benim nazarýmda ve fikrimde ve duamda daima beraber bulunduðunuzdan, senin ile konuþtuðum vakit, omuz omuza ikinizi beraber görüyorum. Masum ve mübarek çocuklarýnýz duadan hissedardýrlar.

 

Hâfýz Ali kardeþ! Senin mektubundaki tevazuun ve ihlasýn ve Hüsrev'e ait medhin ve Risale-i Nur talebeleri bir tek vücud hükmündeki kanaatýn, senin hakkýnda büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannýmý tam kuvvetlendirdi. Risale-i Nur'un iki Lütfü'leri ve Mustafa'larý ve Hâfýz Ali'leri, Küçük Sabri olan Nu

 

Sh: » (K: 43)

 

reddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, mânevî kazançlara inþâallah hissedar kâbul edildi. Her bir sahifelerini birer kýymetdar hediye hükmünde olan nüshalarýn yüzünden, ben sana çok hem pek çok borçlu kaldým.

 

Hüsrev kardeþ! Kasem ederim benim elimden gelseydi, yalnýz bu defa altun yaldýzla yazdýðýn Mu'cizat-ý Ahmediyey(Hâþiye) mukabil herbir sahifesine, yalnýz maddî bir ücret olarak birer altun hediye edecektim. Hakikaten ebedî bir gül fabrikasýna kâtib tâyin edildiðinize kanaatým kat'iyet kesbetti. Rabb-ý Rahîm'e hadsiz hamd ü senâ olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüþdü bir tek isim gibi olmuþ. Ýkinizi, Risale-i Nur'a ait herþeyde beraber biliyorum ve buluyorum. Size اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine ait ve birden hatýra gelen ve Sabri'nin iki mektubunun daha gelmeden- manevî tesiriyle yazýlan bir tetimmeyi gönderdim. bir derece mahremdir, has ve eminlere mahsustur. Þamlý Tevfik, Âyet-ül Kübra Þua'ýný, Hâfýz Ali'nin otuzüç لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُile tevafuklu tarzda bana yazsa iyi olur. Kardeþlerime birer birer selâm.

 

Duanýza muhtaç

 

Said Nursî

 

بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ اِشَارَتِ اْلقُرْآَنِ وَرُمُوزِهِ وَحَقَآئِقِهِ وَحُرُوفِهِ آَمِينَ

 

(29)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Mübarek Ramazanýnýzý tebrik ederim. Hâlýk-ý Rahîm sizin için buRamazan'ýn her bir gecesini, bir Leyle-i Kadir kadar se

 

------------

 

(Hâþiye): Ondokuzuncu mektub Ramazanýn 19. gecesine tevâfuku Latîf oldu..

 

Sh: » (K: 44)

 

vabdar ve her bir günü bir Ramazan kadar meyvedar eylesin, âmin...

 

Size garib bir sehvimi beyan etmek münasebetiyle derim ki, Kur'andan kalbime ilhamolunan doðru ve Hak hakikatler bazen icmalen olduðundan tafsilatýnda sehiv venisyaným karýþýr, karýþtýrýr.

 

Ezcümle: Eskiþehir hapishanesinin son meyvesi ve Otuzbirinci Lem'a'nýn BirinciÞuaý olan Ýþârât-ý Kur'âniye Risalesi'nin beþinci Âyeti bulunan (1)

 

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ

 

deki iþaretini, kuvvetli hissetmiþtim. Fakat gayet acele olarak üçbuçuk seneevvel, karakol içinde þiddetli tarassud altýnda tebyiz ettiðimden, o iþyârâtýntasvirinde bir sehiv olmuþ, ehemmiyetli sureti gizli kalmýþtý. Mükerrer mtaharriyatneticesinde o vakittenberi ve benim eski abamýn cebinde saklanmýþtý. Ancak bugünlerde tedkik ettim. Size doðrusunu yazacaðým. Nüshalarýnýzdakiyanlýþý ona göre tashih ediniz.

 

 

 

Þöyle ki: Beþinci Âyet:

 

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ

 

dýr. Bu Âyetin remzi latîftir. Çünki hem kuvvetli münasebet-i mânevîyeile, hem cifirle efrad-ý kesiresi içinde, hususi bir surette Risale-i Nur'a ve müellifinebakar.

 

Þöyle ki; مَيْتًا kelimesi, tenvin (nun) sayýlmak cihetiyle beþyüz eder. Said El-Nursî adedi olan beþyüze tevafukla iþaret eder ki, Said meyyit hükmünde idi.Risale-i Nur ile ihya edildi, taze bir hayat buldu.

 

Evet فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ deki iki tenvin

 

(1) : Sure-ý Enâmdan

 

 

 

Sh: » (K: 45)

 

(nun) durlar. Bin üçyüz otuz dört eder ki, o ayný zamanda Said umumi harptemaddi ve dehþetli bir mevtten hârika bir tarzda kurtulmasý, felsefe ve gafletten gelenmânevî ve þiddetli bir ölümden necat bulmasý ve Kur'an'ýn âb-ý hayatý iletaze bir hayata girmesi tarihidir. Ve bu tevafuk-u mânevî ve muvafakat-ý cifriye delaletderecesinde bir iþarettir.

 

Hem فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِىالنَّاسِ de tenvin (nun), ve þeddeli nun (iki nun), ve ( بِهِ) de telaffuz edilen( ى ) sayýlmak cihetiyle (1294) bin iki yüz doksan dört eder ki, veladetinin ve hayatýnýnbirinci senesidir. Demek bu cümle ile hayat-ý maddiyesine, evvelki cümle ile hayat-ýmânevîyesine iþaret eder.

 

Elhasýl: Bu âyet manasýnýn müteaddid çok tabakalarýndan bir iþârîtabakadan hem Risalet-in-Nur'a, hem müellifine, hem bu ondördüncü asrýnibtidasýna, hem ibtidasýnda Risalet-in Nur'un mebdeine remzen belki iþâreten belkidelaleten bakar.

 

Ýþte bu parçayý o âyetin bahsinde derc ile o sehiv izale olur.

 

 

 

 

 

SaidNursî

 

***

 

Azîz kardeþlerime!

 

Temadî eden tahribat-ý mânevi'ye karþýsýnda -lillahilhamd- gittikçe Risale-i Nur'un mu'cizane mukavemeti ve satveti ve kýymeti tezayüd ediyor. Dâlaletin temel taþý ve nokta-i istinadý olan tabiat tâgutunu daðýtýp, Kur'an elinde bir elmas kýlýnç olarak her tarafta nurlarý saçar, zulümatý daðýtýr. Fakat dalaletlerin enva'ý çoktur. O nisbette risalelerin dahi ayrý ayrý meziyetleri, ehemmiyetleri var. Eðer kolay ise, Tabiat Lem'asýný da bize gönderiniz.

 

Umumunuza binler selak, makbul dualarýnýzdan çok istifade eden ve halis dualara çok muhtaç kardeþiniz

 

Said Nursi

 

 

 

Sh: » (K: 46)

 

* * *

 

Emin'le Feyzi'nin imzasý altýnda þu cevab evvelce size gelen fýkralarýnýn âhirindeki cevabýn tetimmesidir. Size onlar gönderiyor.

 

Sual: Bize verdiðiniz cevabda diyorsunuz: "Siyasî geniþ daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder." Bunun izahýný istiyoruz?

 

Elcevab: Üstadýmýz diyor ki:

 

Evet bu zamanda merak ile, radyo vasýtasýyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boðuþmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve mânevî pek çok zararlarý vardýr. Ya aklýný daðýtýr manevî bir divane olur, ya kalbini daðýtýr mânevî bir dinsiz olur, ya fikrini daðýtýr mânevî bir ecnebî olur.

 

Evet ben kendim gördüm: lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken âmi bir adam ,beride ilme mensubiyeti varken-eskiden beri Ýslâm düþmaný olan bir kâfirin maðlubiyetiyle aðlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytden Seyyidler Cemaatinin bir kâfire karþý maðlubiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmî bir adamýn, alâkasýz bir geniþ daire-i siyaset hâtýrý için, böyle kâfir bir düþmaný mücahid bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliðin ve aklý daðýtmaklýðýn en acib bir misali deðil midir?

 

Evet hâricî siyaset memurlarý ve erkân-ý harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniþ dairelerine ait mesaili; basit fikirli ve idare-i ruhiye ve dîniyesine ve þahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri býraktýrmakla, onlarý meraklandýrýp ruhlarýný serseri, akýllarýný geveze ve kalblerini de hakaik-i îmaniye ve Ýslâmiyeye ait zevklerini, þevklerini kýrýp havalandýrmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmek ile dinsizliðe yer ihzar etmek tarzýnda, kemal-i merak ile onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi radyo ile ders verip dinlettirmek, hayat-ý içtimaiye-i Ýslâmiyeye öyle bir zarardýr ki; ileride vereceði neticeleri düþündükçe tüyler ürperir.

 

Evet herbir adam vatanla, milletle, hükûmetiyle alâkadardýr. fakat bu alâkadarlýk, muvakkat cereyanlara kapýlýp millet vatan,

 

 

 

 

 

Sh: » (K: 47)

 

hükûmetin menfaatini bazý þahýslarýn muvakkat siyasetlerine tâbi' etmek, belki aynýný telâkki etmek çok yanlýþ olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düþen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan, idare-i þahsiye ve diniye ve hâkeza: Çok dairelerden hakikî vazifedar olduðu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi belki yüz'dür. Bu ciddî ve lüzumlu bu kadar çok alâkalarýn zararýna olarak, o bir tek lüzumsuz ve ona göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarýna feda etmek, divanelik deðil de nedir?

 

Üstadýmýzýn bize gayet acele ile verdiði cevabý bu kadar. Biz de, o acele ifadeyi acele kaydettik, kusura bakmayýnýz.

 

Biz de, bütün kuvvetimizle bunu tasdik ediyoruz. Çünki bunu kendimizde ve gördüðümüz dostlarýmýzda tecrübelerle müþahede ettik. Hattâ çoklarý meraklarýndan, cemaati belki de namazý terkeder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuþan radyoyu dinleyip, mimsiz medeniyetin sefahet ve dalâlet ve Ýslâm'a ettiði ihanet cezasý olarak mütemadiyen baþýna gelen tokadlara ve boðuþmalarýna ve geniþ siyaset dairelerine alâkadârâne dikkat etmekle; ve nefesi zehirli þahýslardan radyoda ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.

 

Risale-i Nur þakirdlerinden

 

Emin,

 

(R.H.)

 

(31)

 

Salahaddin'in bir fýrkasýdýr.

 

(Otuzbirinci ve Otuzikinci âyetlerin Risale-i Nur'a iþaretlerini istihrac etmeðemuvaffak olan Ahmed Nazif ve oðlu Salâhaddin, Risale-i Nur'un ehemmiyetliþâkirdlerinden olduðundan, Salâhaddin'in þu fýkrasý, Yirmiyedinci Mektub'unfýkralarý içine girmeye lâyýktýr.)

 

Salahaddin diyor ki; Bin üçyüz ellisekiz senesi Danzig'den çýkan birkývýlcým Avrupa içerisine sür'atle yayýlarak büyük bir yangýn halinialdýðýndan, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduðundan Türkiye dekýsmî seferberlik yaptý, 1359'da 27,28,29 doðumlularý silâh altýna aldý. Bumeyanda, Risalse-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi çok talebeler de, bir hik

 

 

 

* * *

 

 

 

Sh: » (K: 48)

 

mete binâen askere alýnmýþtý. Üstadýmýz, yalnýz altý-yedi ay kadar,Risale-i Nur'un intiþarý hususunda baþka muhitte bulunmamýz icab ettiðinden, kalb,fikir ve avucunu Cenâb-ý Hakk'ýn rahmetine açtýðý mânenanlaþýldýðýndan, bu duasýnýn kabûlü Risale-i Nur'un mühim bir mkerametineticesi olarak baþka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur'a hizmet içingönderildik. Altý-yedi ay sonra, Feyzi ve Salâhaddin vazife-i neþri yaptýktan sonra,mezkûr kur'alarýn en tehlikeli bir zamanda Alman ordularý Romanya'yý iþgal,Bulgaristan'ý tazyik, Ýtalya da Yunanistan'la harbettiði bir sýrada, terhisleriyle, okeramet anlaþýlmýþtýr. (Hâþiye)

 

Hem Salâhadddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevkedilmesi, Ýneboludaemsalleriyle beraber bulunmadýðý memleket halkýndan bazý kimselerin gözünebatarak, müteaddit ihbaratta bulunmalarý üzerine, askerlik þubesi tarafýndan reis,polis vasýtasiyle babasýný þubeye celb ile oðlunun nerede olduðu sorulduðunda,oðlundan bir gün evvel gelen telgrafý göstererek, Ýzmit Deniz Alayý'na mürettebolduðunu ve oðlunun kasden gitmediði, bir ay ticarete gittiði anlaþýlmasiyle,babasý Ahmed Nazif serbest býrakýlmasýdýr.

 

Hem mâdem direðine yazýlýp askerlikleri tehir edilenler içinde, her günbenimle görüþen kâtib bir arkadaþým, beni unutup kaydetmediði, sonra da o teciledilenler hem askere alýndýðý hem de fena nazariyle bakýldýðý veSalâhaddin o zarardan kurtulmasýdýr.

 

Hem Salâhaddin'in müretteb olduðu alaya, onbeaþ gün geç iltihak etmesindendolayý bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazýcýsýolarak alýnmasý, hem terhisleri zamanýnda bakayalarýn üç gün dahi olsa,mahkemeye verildiði halde, kendisinin bir ay bakayalýðý olduðu halde, bir cezagörmeden terhis ve alay kumandaný ve yâverinin teessüründen gözleri yaþararakayrýlýþý, Risale-i Nur'a ait bir keramet olduðuna bizce kat'î kanaat gelmiþtir.

 

Hem bir vakit Tosya'dan Kastamonu'ya gelirken, beraberim

 

---------

 

(Hâþiye): Buradaki Haþiyeyi Üstadýmýz kalemiyle iþaretliyerekçýkartmýþtýr. (Nâþir)

 

 

 

Sh:»(K:49)

 

de Risale-i Nur'un Lem'a ve Þuâlar'ý vardý. Haþre ait bir mebhas okuyordum.Kamyon yokuþlarý týrmanýyordu. Havanýn ve makinenin harareti bana aðýrlýkve fikrime de«Bu Risale-i Nur muazzam bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Baþka sahada mu'cizegösterebilir mi? Halbuki mu'cize, Enbiye Aleyhimüsselâm'a mahsustur. Resûl-i EkremAleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra mu'cize gösterilmeyecektir» mülâhazasýesnâsýnda kamyon müdhiþ sadmelerle üç takla, yirmibeþ-otuz metre yerdenaþaðý yuvarlandýk. Þehadet getiriyordum. Yaralýmýyým diye kendimiyokladým. Yüzbin þükür hiç bir yaram yok. Korkarak doðruldum, þoförünkafasý gözü parçalanmýþ, «ah, of» çekiyor. Etrafýmý tetkik ettim;þoför tarafýndaki kapý ve camlar hurdahaþ olmuþ. Benim tarafýmdaki ince cambile kýrýlmamýþ. O anda bunun büyük bir keramet olduðunu, mu'cizeolmadýðýný ve bu daha böyle mâcerâlý þeyleri tefekkür etmemek içinkerâmetkarâne gaybî bir tokat olduðunu anladým.

 

Risale-iNur Þakirtlerinden

 

Salahaddin

 

***

 

(32)

 

Feyzi'nin yediði Þefkat tokadýdýr.

 

Üstadým bana kardeþim Husrev Efendi tarzýnda Mu'cizat-ý Ahmediye Risalesi'niyazdýrýyordu. Ben -yâni Feyzi- bir parça tenbellik ettim. Birden, 28'lilerle askereistenildim. Üstadým dedi: «Git, mu'cizat-ý Ahmediye'yi yaz, seni þimdivermiyeceðim.» Baþladým. O emir bir hafta geri kaldý. Tekrar bir ârýza ile yazýnoksan kaldý. Tekrar askere çaðýrýldým. Yine Üstadým: «Git yaz!».Ciddî çalýþmaya baþladým. Fevkalme'mul, yine emir geri kaldý. Bir hafta sonra,tekrar bir mazerete binâen yazýyý býraktým. Üstadým dedi: «Senin þimdivazifen Risale-i Nur noktasýnda askerliktedir.» Birden emir geldi, bir þefkat tokadýyeyip vazifeme gönderildim.

 

Cenâb-ý Hakk'a þükür Risale-i Nur'a alâkadar-it-tâka (Hâþiye)çalýþtým ve çalýþtýrýldým. Üstadýmýz bize söyledi gibi

 

----------------

 

(Hâþiye): Alakadar-it-taka ( اَلَىقَدَرِالطَّاقَه ) gücüm yettiði nisbette.

 

(Nâþir)

 

Sh:»(K:50)

 

yedi ay sonra terhis edilip Üstadýmýza ulaþtým. Ýnþâallah bu kabahatimde afvolmuþtur.

 

Risale-i Nur'u, hem bizi hizmet-i Kur'aniyede sebkat eden Husrev, Hâfýz Ali,Rüþtü, Sabri gibi hâlis, sýddýk, metin, çalýþkan kardeþlerimi þefi' tutarakafvýmý Üstadýmdan isterim. Evet ben itiraz ediyorum ki, tenbelliðimin neticesi olarakbu þefkat tokadýný yedim.

 

Mehmed Feyzi

 

***

 

 

 

(33)

 

AHMED NAZÝF'ÝN BÝR FIKRASIDIR:

 

Kýymetli Üstadým! Yüksek þahsiyetinizin aczi ve fakrý içinde inâyet-i Rabbaniye ve rahmet-i Ýlâhiye ile Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn i'cazlarýný güneþin parlak ve keskin þualarý gibi kalblerimize nüfuz ettiren ve hakaik-ý dîniye ve îmaniyenin, dalâlete yüz tutan zaif ve âciz mü'minlerin halâsý ve selâmeti ve hidayete çýkarýlmasýna hâdim ve kudsî Risale-i Nur'un, elbette bir hâdî ve bu zamanýn muhtaç bulunduðu bir sâhib-i zuhûr nâmýný taþýyacaðý þübhesizdir.

 

Binaenaleyh hem Kur'an'ýn tercümaný ve dellâlý ve hem de bu Risale-i Nur'un müellif ve hâdim-i yegânesi bulunmanýz, hem de âciz ve fakir bir nefer iken, manevî hizmetinizle müþiriyet derece-i âliyesine terfi ve tefeyyüze istihkak kesbetmiþ bulunmanýzdýr ki; Âlîm-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak, Kâdir-i Mutlak olan Zülcelâl Hazretleri, bu kudsî vazife-i âliyeyi, kýymetsiz gördüðünüz, çok kýymetli ve faziletli ve feyizli ve âlî derecelerde yüksek bir dellâla tevdi ve nasib ve bilhassa me'mur etmiþtir. (Hâzâ min fadli rabbî)

 

Biz âciz ve âsi ve günahkâr hizmetkârlarýnýzý dahi lûtuf ve keremiyle irþada ve hidayete siz Üstadýmýzý rehber ve mürþid ve vasýta buyurmuþtur ki; ebedî minnet ve þükranlarýmýzý edadan âciz bulunuyoruz.

 

Ýþte Üstadým, çok kýymetli arkadaþýmýz ve hizmet-i Kur'aniyede kýymetli refikimiz ve þerikimiz Küçük Hüsrev ve Mehmed Feyzi'nin mektubundan, baþka yerde ve mahalde

 

Sh: » (K: 51)

 

mevsimsiz olduðunu idrak ederek, bu hakikî kelimeyi ve mübarek ism-i þerifi Risale-i Nur'a dahi henüz zâhiren takmak haddim deðildir ve istimalinden hazer ediyorum. Çünki Üstadýmýn izin ve müsaadesi olmadýkça, bu gibi lâkablarýn kýymeti olamaz. Ancak Risale-i Nur'dan aldýðým ilham üzerine, muhitimizde birinciliði ihraz eden bir kardeþimiz olan Feyzi'nin mektubunda bahsedilmesi, sýrf hüsn-ü niyet ve fart-ý merbutiyet ve sadâkattan ve ihlastan doðmuþtur.

 

Bu izharýn hatâsýndan hâdis olan meþguliyetinize sebebiyet verdiðimden çok müteessir oldum.. af buyurunuz. Ýkaz ve irþad edici nimet ve himmet, itabýnýzla af buyurulmasýný ve Risale-i Nur'un mânevî tokatlarýndan muhafaza edilmekliðimizi kemal-i hulûsla istirham eylerim.

 

Aziz ve kýymetli Üstadým! Cenab-ý Hakk'ýn lûtuf ve keremiyle ve hadsiz ihsanatýyle, intisaben hizmet-i kudsiyesinde bulunduðum Risale-i Nur'un maddî ve manevî pek çok kerametlerini ve bereketlerini aynelyakîn görmüþ ve lezzetini tatmýþ olan bu âciz hizmetkârýnýzýn noksanlarýný hüsn-ü niyete ve hulûs-u kalbine baðýþlamanýzý rica ederken, bu mübarek Risale-i Nur'un pek çok kerametlerinden birkaçýný arzediyorum.

 

Þöyle ki:

 

Risale-i Nur tercümaný ve müellif ve sahibi bulunan zât, bin üçyüz yirmidört (1324) ve yirmibeþ (25) rumî senelerinde, Ýstanbul'da iþtiharla "Bediüzzaman" nâmý ve lâkabý altýnda matbuatýn sitayiþle neþriyatýndan mütehassis olarak, o zaman onyedi yaþýmda bulunduðum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuþ. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; bin üçyüz yirmialtý (1326) senesinde Hazret-i Üstad'ýn, "Bediüzzaman Said-i Kürdî" lâkabý altýnda Karadeniz seyahatýnda iki hizmetkârý ile Ýnebolu'yu ziyaret ederek, o zaman Ýnebolu'nun meþhur ulemasýndan Hacý Ziya ve diðer ulema arasýnda vapura teþyi edildiði sýrada tesadüfen çarþýda karþýlaþtýðým ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selâm durarak mütebessim ve nuranî sîmalarýyle ve keskin nazarlarýyle selamlarýna ve manevî nazarlarýyle iltifatlarýna mazhar olduðum günden beri artan muhabbet ve

 

Sh: » (K: 52)

 

alâkamý, otuz senelik hâtýrýmdan kat'iyen silinmediðini aynelyakîn görüyordum.

 

Tahminen ve takriben altý sene evvel bir gazete sütununda, Isparta'da halkýn fazla alâka göstermesinden, din ve îman telkin etmesinden ürken ehl-i dünya tarafýndan tevkif edildiðini teessürle okumuþtum. Otuz senelik uzun bir zaman içinde bir def'a böyle acý haber aldýðým halde, âkibetinden kat'iyyen baþka bir malûmat edinememiþtim.

 

On seneden beri Cenâb-ý Rabb-ül Âlemîn Hazretlerinden niyazýmda, daima beþ vakit dualarýmda, "Ya Rab! Bana bir mürþid-i kâmil ihsan buyur" niyazýnda iken, bundan üç sene evvel yani hicrî bin üçyüz elliyedi (1357) ve milâdî bin dokuzyüz otuzsekiz (1938) senesinde, Ýnebolu'da bir kahvede, Kastamonu'lu bir zavallý sarhoþun sitayiþle bahsettiði bir zâtýn Kastamonu'da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduðunu iþittim. Dikkat ettim ve tahkik ve tamik ettim. Anladým ki; otuz senedir kalbimde saklý olarak taþýdýðým o zamanki Said-i Kürdî olduðunu hayretle öðrendim. Ve kalbimdeki sevgi günler geçtikçe ateþlendiðini hissettiðimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip, mübarek ellerini öpmek lâzým ve þart olduðunu bildim. Ve ziyaretimde, Eski Said'in ism-i mübarekleri Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur'un müellifi ve sahibi olarak buldum. Kemâl-i aþk ve ihlâs ile sarýldým. Ve benim yegane mürþidim ve rehberim ve büyük üstadým o Risale-i Nur'dur dedim. Ve bana bu hadsiz ihsanatý hidayet ve inayet buyuran Cenab-ý Hakk'a, Kur'an-ý Hakîm'in harfleri adedince þükrederek Elhamdülillâh.. Hâzâ miÝÝÝÝÝþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþþÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝÝn fadÝÝÝÝli rabbî dedim. (Hâþiye)

 

Risale-i Nur'a intisab etmezden evvel, maddî ve dünyevî her iþlerimizde ve ticarethanemizin kazançlarýnda ve þahsî ve hususî iþlerimizde, Risale-i Nur'a intisabdan sonraki hârikulâ-

 

_______________________________________

 

(Hâþiye): Evet bazý ehl-i velâyetin ileride talebesi olacak zâtlar, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kablelvukuun inkiþafýyla kerametkârane keþfettikleri gibi; Risale-i Nur'un talebelerinin mühimlerinden birkaç zât dahi, çok zaman evvel, bir hiss-i kablelvuku' ile, ileride Said ile alâkadar bir surette bir Nur'a hizmet edeceðini hissetmiþler. Ýþte, onlarýn birisi de Nazif'dir.

 

Sh: » (K: 53)

 

de farklarý ve bereketleri görmekle beraber; en büyük bir ticaret ve mes'ud bir zenginin müferrah ve serbestliðinden daha fazla ferah ve sürur ve serbest ve yaþayýþ tarzýnda sýhhat ve âfiyetle -Elhamdülillah- mes'udane imrar-ý hayat eylemekte olduðumuzu ve Risale-i Nur'un kudsî lütuf ve kerametlerine medyun bulunduðumuzu itiraf ve tasdik ederiz.

 

Üstad Hazretlerinin me'zuniyet-i hususiyesiyle, Risale-i Nur namýna neþriyat ve hakaik-i îmaniye noktasýnda, bilhassa ibadet ve namaz hakkýnda þahsýmýn câhil ve âciz, nâkýs, iktidarsýz vaziyetim ile vâki' olan ve olacak bulunan telkinat-ý diniyedeki kuvvetli ikna' ve müessir hitabelerin âsâr-ý fiiliyesini aynen müþâhede ettiðimi; üstadým Risale-i Nur namýna kemâl-i fahirle, bir çok namazsýz müslümanlarý -Elhamdülillah- namaza ve Camilere devama muvaffak bulunmak gibi kudsî hizmetlerin âsâr-ý fiiliyesinden, Risale-i Nur'un büyük hârika kerâmetinden tulû' ettiðini ve etmekte olduðunu tasdik ederiz.

 

Bu içinde bulunduðumuz Alman ve Ýngiliz harbinin bidayetinden, devamý müddetince, hadsiz zýndýka ve münafýklarýn hiç yoktan sebebsiz olarak, þahsýma bir isnâdat olsun için, gerek münevver fikirli âlim ve gerekse cahil mülhid hemen hemen birkaç dostlarým müstesna, memleket halký kudsî hizmetimden küstürmek için, þeytan (aleyhi mâyestehýk) bütün memleket halkýný iðfal ederek aleyhime tahrik etmiþ olacaktýr ki; "Nazif, muhalif bir siyasetle ittihad-ý Ýslâm'a tarafdar eder, siyaset propagandasý yapýyor" zihniyetini þiddetle aleyhimde, memleket halkýna ve erkân-ý hükûmete kadar sirayet ettiriyorlar.

 

Ve bütün þeytanlarýn tecessüsleri tahrik edilmiþ. Güya aleyhdarlarým benden bir intikam almak hasebiyle gýyabýmda, hem müdhiþ cereyaný þiddetlendirmek için, kendilerince menfur telakki ettikleri Almancý nâmiyle hakaretlere maruz býrakmaktan çekinmediler.

 

Halbuki ben, Lillâhilhamd Risale-i Nur'un irþadiyle, hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyeyi bütün kâinatýn fevkýnde gördüðümden ve îtikad ettiðimden, deðil küre-i arzdaki cereyanlara, belki bana verilse de, bütün dünya saltanatýna da âlet edemem. Ben, yalnýz hakikatçý ve îmancý ve Kur'ancý Risale-i Nur'un bir

 

Sh: » (K: 54)

 

hâdimiyim. Kaç senedir bütün bu hücumlariyle beraber, iki eser-i inâyet var:

 

Birisi Risale-i Nur'un neþriyatýndaki hizmetime zarar verilmediði gibi, fevkalme'mul muvaffak olduk.

 

Ýkincisi: Her ne vakit þiddetli hücum edileceði zaman, Üstadýmýzdan dikkat emrini alýyorduk. Hem de Risale-i Nur'un âþikâr bir kerametidir ki, bin üçyüz ellidokuz (1359) sene-i hicrî Ramazan-ý Þerif'in on veya onikinci günlerinde -Allah rahmet etsin- vefat eden kardeþlerimizden Hâtib Mehmed namýndaki zât, Yirmialtýncý Lem'a olan Ýhtiyarlar Risalesini yazarken hasta olarak yazmaða kadir olmadýðýndan (لآَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ ) kelime-i tevhidi yazarak býraktýðý, ziyaretine gelen diðer kardeþimiz ve fa'al arkadaþýmýz, Mehmed Feyzi Efendi'ye ikmalini rica ederek dünyaya veda ve ebedî hayatýna, inþâallah bu kelime-i tayyibe ile hayatýnýn sonunu mühürliyerek îmanlý olarak kabre girdiðini izhar ve Risale-i Nur'un talebelerine açýk bir müjde ve tebþiratta bulunmuþtur.

 

Ýþârât-ý Kur'aniye'nin yirmialtýncý âyetinin فَفِى اْلجَنَّةِ خَالِدِينَ sýrrýyla, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir" tebþiratýnýn sýdkýný gösteren bu açýk kerametin ve tebþirat-ý azîmenin bütün kardeþlerimize tamim olunmasýný, Risale-i Nur'un derece-i ulviyetini ve hâdimle-rinin mükâfatlarýnýn ne zaman ve ne suretle verilmekte olduðunu aynel-yakîn bilinmek ve görülmek üzere, þu hakikat muvafýk ise Ýþarat-ý Kur'aniye Risalesine tahþiye olunmasýný rica ederim, kýymetli Üstadým.

 

Risale-i Nur þakirdlerinden

 

Ahmed Nazif Çelebi

 

(R.H)

 

* * *

 

 

 

(34)

 

Aziz Kardeþlerim;

 

Sizin mübarek yazýlarýnýz ve gönderdiðiniz risaleler hususan tevafuklular,hususan Aliler'in kýymetdar risaleleri, bilhassa Mu'cizat-ý Ahmediye Risalesi bu havalideçok fütuhatý var,

 

Sh:»(K:55)

 

Altý - yedi aydýr Ýstanbul'da da fütuhat yapýldý. Þimdi de vilâyât-ýþark'a, Diyarbekir tarafýna gitti. Hüsrev bilse ki, o risale vasýtasiyle ne kadar sevapkazanmýþ, pek fevkâlade memnun ve mesrur olacaktý. Þimdilik o yaldýzlý veçok kýymetdar risale elimden çýktý. Hüsrev hesabýna geziyor.

 

Buna mukabil o kerametli kalem bana bir nüsha, ayný tarzda yaldýzlý yazmak veOndokuzuncu Söz'ü de, onun âhirine zeyli gibi ilhak etmek ve Mirac Risalesi'nin deüçüncü esasýnýn âhirinde üç müþkilden birinci müþkilin (Elcevap)deyip, Risalet-i Ahmediyye delail'ini fihriste suretinde beyan eden üç, dört yapraðý taikinci müþkilin cevabýna kadar, onu da âhirinde bir hâtime ve Ayet-ül-Kübra'nýnonbeþinci mertebesindeki Risalet-i Ahmediyye bahsini de, eðer münasip görülse o dailhak edilsin.

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ مَا اَرْسَلْتُمْ لَنَا

 

(35)

 

Aziz kardeþlerim!

 

Âhirzamana iþaret eden hadîsin âhirinde مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ âyetine dair iki dakika içinde ve hadîsin iþaretini tashih ânýnda âni olarak mücmelen hatýra gelen iþaret-i gaybiyenin gayet acelelik ile tevafuk-u cifrîsinde, zararsýz bir küçük sehiv vuku' bulmuþ idi. O vakitten beri daha ona dikkat etmemiþtim.

 

Bu def'a, cidden ve hakikaten mübarekler hey'etinin cem' ve te'lif ettikleri Lâhika Risalesi'nin o âyete dâir fýkranýn kitâbetinde bir kasdî sehiv gördüm. O ihtardârâne kasdî sehiv, benim kusurkârâne sehvimi bildirdi. O çok müdakkik ve çok mübarekler hey'etine beni çok minnetdar ve mesrur eyledi.

 

Sh: » (K: 56)

 

Þöyle ki: كَلِمَةً طَيِّبَةً makamý, bin iki (1002) diye sehven yazýlmýþtý.( ط ) sayýlmamýþ; doðrusu, bin onbirdir (1011). Risalet-ün Nur'un makamýna onüç farkla tevafuk etmekle beraber, izafeden tavsife geçse ( رِسَالَةٌ نُورِيَّةٌ ) olur. ( طَيِّبَةً ) deki tenvin, bir derece vakfolduðundan sayýlmazsa, tam tamýna bir tek fark ile; þedde sayýlmazsa, farksýz olarak tevafuk eder.

 

Hem mana cihetiyle iki âyet, iki cereyana iþaretleri ve münasebetleri ve tetabuklarý çok kuvvetli bulunduðundan, nâkýs bir tevafuk ve zaîf bir emare dahi kâfidir.

 

Hem, böyle makamlarda, böyle büyük yekûnlerde bu gibi küçük farklar zarar vermez. Ben tahmin ederim bu sehiv, beþinci âyetin iþaretindeki sehiv gibi ehemmiyetli bir kýsým iþârât-ý gaybiyenin anahtarý olacak; ve bu muazzam âyet, otuzüçüncü âyet olmasýna bir iþaret idi. Ýnþâallah, istikbalde bir kardeþimiz o hazineyi açacak.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

 

 

(36)

 

Âli Cenab Kardeþlerim!

 

Bu kusurlu kardeþinizin kusurlarýný, sehivlerini görmek istemiyorsunuz, görsenizde kerimâne, âlicenâbâne setrediyorsunuz. Fakat sizin gibi hâlis ve sýddýkkardeþlerime karþý kusurlarýmý itiraf etmek ve söylemekle mesrur oluyorum,mahcub olmuyorum.

 

Ýþte binler kusurlarýmdan bir kusurum da budur ki; Ýþârât-ül-Ý'caz'ýntevafukatýna dair birinci defa Þamlý Tevfik'le beraber baktýðýmýz vakitte,Mucizat-ý Ahmediye bahsi sahifesi açýldý diye satýrbaþýnda elifler ondörttür,birbiriyle muvafýk nihaye

 

 

 

Sh:»(K:57)

 

tindeki ( تا ) lar dahi sevincimin verdiði acele ile tam dikkat etmemiþtik üç ( تا ) yýgörmemiþtik, ona da muvafýk demiþtim. O vakitten beri bakmamýþtým. Benim busehiv ve kusurumu fihristede tashih edersiniz. Fakat bu sehiv altýnda Ýþârât-ül-Ý'caz'ýn hurufatýnýn vaziyetinde gayet ince ve derin bir intizam ucunu gördük, belkio kusûra keffaret olur. Þöyle ki; ayný iki sahifede yetmiþaltýnýn sahifesininbaþýnda beþ harfi ( ن ) dan ( و ) dan baþka beþ harfi (bir) de ittifak ediyorlar. O sahifeninsatýrlarýnýn âhirinde ( تا ) dan baþka, yine beþi (bir) den ittifak edip, ikisi ikidetevafuk ediyor. Karþýki sahifenin satýr baþýnda ( ا ) ( و ) dan baþka on harf var,altýsý (bir) de tevafuk, dördü de (iki) de tevafuk ediyor. Satýrlarýn nihayetlerindealtý tane ( تا ) dan baþka iki tane (bir) iki tane (iki) de beraber, iki (iki), üç (dört), o ikisahifede (tâ) altý, (Sâkin elif) altý, ( ن ) altý, ( و ) beþ, sakîn elif (beþ), elif(Ondört).

 

Ýþte bir iki dakikada bu iki sahifedeki sehiv ve kusurumun altýnda, kusurumu tamiredecek mecmu-u kitabta baþka bir tarzda bir derin intizamýn bu ucunu gördüm.Þimdi yanýmdaki Küçük Hüsrev, Hilmi, Þamlý'nýn halefi Hâfýz Tevfik,bunlar da bu ucu görüp derin bir hakikatýn emaresidir deyip, size yazdýlar. Ben de bukardeþlerimle ve Emin ve beraber, hem selam ve hem dualarýnýzý istiyoruz.

 

Kalemi harika, hem kerâmetli Hüsrev'in bu def'a ona havale ettiðimiz Mûcizat-ýAhmediyye zeyilleriyle beraber bizce o kadar ehemmiyeti var ki, târif edilmez. Nur ve Gülfabrikalarýnýn bu havâlide tâ uzaklara kadar tüm fütuhat..

 

 

 

Bugünlerde Tefsir'in ve Onuncu Söz'ün tevafukatýna baktým. Kendi kendime dedim ki: Bu ziyade tafsilât israftýr, ehemmiyetli mes'eleler çoktur, vakit zayi olmasýn. Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altýnda çok ehemmiyetli bir mes'ele vardýr. Hem madem tevafukta bir inâyet-i hâssa ve iltifat-ý Rahmanî, Risale-i Nur'a karþý tezahür etmiþ. O iltifata karþý hiss-i þükran

 

Sh: » (K: 58)

 

ve memnuniyet ve müteþekkirâne sevinç, ne kadar ifratkârane de olsa israf olamaz. Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceðim:

 

Birincisi: Her þeyde -ne kadar cüz'î de olsa- bir kasd ve iradenin cilvesi bulunmasýdýr; tesadüf, hakikî olarak olmamasýdýr. Evet kesretin en küçük daðýnýk ve en ziyade tesadüfe verilen, kelimattaki hurufatýn vaziyetleridir. Hususan kitabette, mâdem hiç münasebeti olmýyan ve ihtiyar-ý beþerî karýþmýyan hurufatýn vaziyetlerinde bir tenasüb, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybî tahtýnda vaziyetler veriliyor.

 

Hiçbirþey dâire-i ilim ve kudretinden hariç olmadýðý gibi, dâire-i irade ve meþietinden dahi hariç deðildir ki; böyle cüz'î ve daðýnýk þeylerde dahi bir tenasüb gözetiliyor ve tanzim ediliyor. Ve o tanzim içinde ve irade-i âmme cilvesinde, bir inâyet-i hassa suretinde, Risale-i Nur'a bir imtiyaz nev'inde, hususî bir teveccüh ve iltifat görülmüþ. Ben bu derin mes'eleyi görmek için, Ýþârât-ül Ý'caz tefsîrinin tevafukatýna dikkat ettim; kat'î bir kanaat ile o sýrrý bildim ve hissettim.

 

Ýkinci cihet: Nasýlki çok mübarek ve kudsî büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümid edilmediði bir tarzda, iltifatkârane, bir kabda bazý kâðýtlara sarýlý bir hediye ihsan etse; elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karþý, hediyenin binler mislinden fazla teþekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kýymetli bulunan, o hediye ile gösterilen iltifatýna karþý ne kadar teþekkürde israf ve ifrat etse de makbûldür. Ve o çok mübarek zâtýn o hediyesine sardýðý kâðýtlarý da teberrük deyip þeker gibi yese, hâttâ o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarýný da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabýný mübarek bir kitab gibi öpse ve baþýna koysa, israf olmadýðý gibi; aynen öyle de, Risale-i Nur yüzünde irade-i âmme, inâyet-i hâssa iltifatýný tevafuk zarfýyla ihsan edilmiþ. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat fiilî teþekküratýn bir nev'idir ve sevincin ve minnetdarlýðýn heyecanlý tereþþuhatýdýr. Kusura bakýlmaz. Evet böyle bir zâtýn iltifatýný gösteren maddî kýrk para ihsanýna karþý kýrk bin teþekkür edilse israf deðil.

 

Ýkinci Mes'ele: Ben hem kendimde, hem bu yakýndaki Risale-i Nur talebelerinde, þuhur-u Muharremeden sonra bir yor-

 

Sh: » (K: 59)

 

gunluk ve þevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzýhan bilmiyordum. Þimdi, eskide söylediðim tahminî sebeb, hakikat olduðunu gördüm. Þöyle ki:

 

Nasýl maddî hava fena ise, fena te'sir ediyor. Mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadýna göre bir sarsýntý verir. Þuhur-u selâse ve muharremede Âlem-i Ýslâm manevî havasý, umum ehl-i îmanýn âhiret kazancýna ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayý sâfileþtiriyor, güzelleþtiriyor. Müdhiþ ârýzalara ve fýrtýnalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.

 

Fakat o þuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meþheri ve pazarý deðiþtiði gibi; dünya sergisi açýlmaða baþlýyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti deðiþiyor. Havayý tesmim eden buharat-ý müzahrefe o manevî havayý bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.

 

Bu havanýn zararýndan kurtulmak çaresi, Risale-i Nur'un göziyle bakmak ve ne kadar müþkilât ziyadeleþse kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve þevkle hareket etmektir. Çünki baþkalarýn füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin þevkini, gayretini ziyadeleþtirmeðe sebebdir. Zira gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaða kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ

 

(37)

 

Azîz, Sýddýk, Âlîcenab Kardeþlerim!

 

Nur ve Gül Fabrikalarýnýn vaziyetlerinden, bu acîb zamanda ne tarzda olduðunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduðum onlardýr. Her ne ise... (Hâþiye)

 

__________________

 

(Hâþiye): Huruf-u Kur'aniyeyi tercüme ile tahrif, tebdil, taðyir etmek; mülhidlerin dehþetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârane ve müsrifane tevafukta çok tedkikatý lüzumsuz deðil, mânasýz olmaz. (Bu yazý Üstad Hazretlerinin kendi el yazýsý iledir.)

 

Sh: » (K: 60)

 

Bu def'a hakikatlarýn yemiþleri nev'inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ý teþviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi'nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. Þöyle ki:

 

Bir gün tashihat iþim yoktu. Ýþarat-ül Ý'caz'ýn ( ت ) tevafuku hakkýnda yanlýþým ve sehvim hâtýrýma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradým. Birden Lafzullah'ýn baþý olan elif, Risale-i Nur'un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan Ýþârât-ül Ý'caz'da ve resail-i sairede kerametkârâne vaziyetler gösterdiðini düþündüm. Acaba Lâfzullah'ýn ( ل ) ve ( ه ) harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baþtan aþaðýya bütün (Ýþârât-ül-Ý'caz'ý) sahifelerdeki satýr baþlarý ve nihayetlerini saydým. ( ل ) ve ( ه ) nin elif gibi kerametkârâne vaziyetini gördüm. Belki inþâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarýma ve yanlýþlarýma bu da bir küçük keffaret-üz zünûb olur.

 

Evvelki mektubda, Ýþârât-ül Ý'cazda, sair hurufatýn mecmuu baþka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikalarý bulunduðuna bir iþaret, bir uç, bir emare gördüðümüzü size yazmýþtýk; fakat o geniþ sýrrý tamamen görmek çok zamana muhtaç olduðundan, çok ehemmiyetli vazifeler þimdilik onunla iþtigale müsaade etmedi.

 

Aziz kardeþlerim! Bu sýkýntýlý zamanda ve tazyikat altýnda akýl ve kalbi eðlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ý ilmiyeyi israf saymayýnýz. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadýr ki; þiþeleri, elmasa çevirir;topraðý, altun yapar. Ýnþâallah o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gýda anbarýna bir anahtar olur; ve hizmette zaafa düþenlere kût ve kuvvete yol açar.

 

Lâfzullah'ýn âhir harfi seksenbeþ def'a o Lâfza-i Celâl'in evvelki harfi oluyor.

 

( اَللَّهُ وَاحِدٌ ) adedine manidar bir tek farkla tevafuk lisanýyla ( اَللَّهُ وَاحِدٌ ) der. ( ه ) bir adedi, seksenbeþ def'a hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnýz bazan bir sahife fâsýla olur. ( ه ) iki adedi, kýrkiki def'a ekseriyet-i

 

Sh: » (K: 61)

 

mutlaka ile tevafuk eder. ( ه ) üç adedi, yirmibeþ def'adýr, ekseri tevafukdadýr. Hecede ikinci; ve Kur'anda ve Bismillahda birinci harf olan ( ب ) yine seksenbeþ def'a bir oluyor. ( اَللَّهُ وَاحِدٌ ) der. (ب ) iki adedi kýrküç olup, bir farkla ( ه ) nin ikisine tevafuk eder. ( ب ) üç adedi yirmiyedi olup ( ه ) nin üçüne iki farkla tevafuk eder. ( ت ) beþ adedi yirmiüç def'a, ( ه ) nin üç adedine iki farkla tevafuk eder. ( ت ) altý adedi onbeþ def'a, ( و ) ýn dört adedine tevafuk eder. ( و ) altý adedi yirmialtý veya yirmiyedi def'adýr. ( و ) ýn beþ adedi yirmibeþ def'a olup, altý adedine bir veya iki farkla tevafuk eder. ( ا ) altý adedi, sekiz def'a ve ( ا ) beþ adedi sekiz defa birbiriyle tam tevafuk eder.

 

Elhasýl: Beþ ( ه ) ile altý ( هُوَ ) ism-i mukaddesi olduklarý için kerametkârâne vaziyetler gösteriyorlar. Lafzullah'ýn ortadaki harfi olan ( ل ) yetmiþbeþ def'a evvelki harfi olan elif oluyor. Hemen hemen umumiyetle tevafuk ile ( هُوَ اَللَّهُ ) adedine üç farkla tevafuk lisanýyla ( هُوَ اَللَّهُ ) okuyor. ( ل ) ýn iki adedi altmýþbeþ def'a olup, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ederek, farksýz veya iki farkla ( اَللَّهُ ) adedine tevafuk lisanýyla ( اَللَّهُ ) der, zikreder. Ve ( ل ) ýn üç adedi ekseri birbirine tevafuk ile otuzüç def'a olarak, otuzüç aded-i mübarekine tevafukla ve lâmýn makam-ý cifrîsine üç farkla tevafuk etmekle beraber yalnýz mânidar bir farkla ( وَاحِدٌ) ( اَحَدٌ ) adedine tevafuk lisanýyla ( وَاحِدٌ اَحَدٌ ) der, hükmeder. ( ل ) ýn dört adedi onsekiz olup ( وَاحِدٌ ) adedi olan ondokuza yalnýz bir

 

Sh: » (K: 62)

 

manidar farkla, tevafuk lisanýyla ( وَاحِدٌ ) der; Tevhidi ilân eder. Bu dört adedi, iki aded ile beraber, yalnýz iki farkla, tevafuk diliyle لآَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ okurlar.

 

Ýþte seksenbeþ, yetmiþbeþ, altmýþbeþ olmasý ve bir adedi seksenbeþ ve iki adedi onun yarýsý olan kýrka ve üçü onun nýsfý(Hâþiye) yirmiye inmesi ve birbiriyle tevafuklarý ve Lafza-i Celal'in ve Kelime-i Tevhid'in lem'alarýný ifade etmeleri gibi, muntazam niseb-i adediye ve manidar münasebat-ý tevafukiye bize kanaat veriyor ki; tesadüfî deðil, belki alâmet-i kabul bir tevfiktir, bir tanzimdir.

 

 

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

RÝSALE-Ý NUR'A ÝÞARET EDEN OTUZÜÇÜNCÜ

 

ÂYETÝN ÝSTÝHRACINA DAÝR HAFIZ ALÝ'NÝN

 

BÝR FIKRASIDIR

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(38)

 

Azîz Üstadým Hazretleri!

 

Dün akþam namazýný kýlarken ikinci rek'atta, Fâtiha-i Þerife'den sonra شَهِدَ اللَّهُ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَاْلمَلاَئِكَةُ وَاُولُو الْعِلْمِ قَآئِمًا بِالْقِسْطِ لآَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ âyetini okurken, hiç düþünmediðim, akýl ve kalbimde bir þey, taharriye bir sebeb yokken, birdenbire ruhun penceresine þu

 

______________________

 

(Hâþiye): Seksendördüncü sahifenin ikinci Hâþiyesinde, همزه âhiri ة dir.

 

Sh: » (K: 63)

 

azîm âyet-i kerimenin Risale-i Nur'a, müellifine bir münasebet-i maneviye ile iþareti gösterildi. Namazdan sonra düþündüm. Hakikaten kuvvetli bir münasebet-i maneviyesi var. Þöyle ki:

 

Bu kâinatta, vahdaniyet-i Ýlâhiyeyi cinn ve ins ve ruhaniyata karþý kat'î bir surette gösterip isbat eden birinci, Kur'an-ý Azîmüþþan olduðu gibi; bu asýrda ikinci, üçüncü derecede kemal-i adaletle ve sâdýk ve musaddak hüccetlerle vahdaniyeti vâzýh ve bâhir bir surette, kâinat safahatýnda ins ve cinnin enzarýna arzedip isbat eden Risale-i Nur; bütün tabakat-ý beþere hem medrese, hem mekteb, hem kýþla, hem hakîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ý havassa kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi bizce meþhud olmasýyla, bu âyet-i kerimenin bir mevzuu, bir mâsadaký da Risale-i Nur olmasýna þübhesiz bir kanaat veriliyor.

 

Ýkinci kelime-i tevhidden sonra اَلْعَزِيزُاْلحَكِيمُ isimleriyle Cenâb-ý Hak (Celle Celalühü) zâtýný tavsif buyurup, ikinci derecede ayný isimlerin mazharý olan Risalet-in Nur þahs-ý manevîsine iþaret etmesi Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn þe'nine yakýþýr bir keyfiyettir.

 

Çünki: Belki bütün dünyaya muhalif olarak fakr-ý hâliyle beraber Ýzzet-i Ýlâhiyye ve Ýzzet-i Ýlmiyeyi muhafaza için ölümden beter musibetlere karþý göðüs geren, tahammül eden Risale-i Nur müellifi olduðu gibi; zeminde ve semavatta hikmetle tasarrufatýn muammasýný açan yine Risale-i Nur olduðu sâdýk ve musaddaktýr. Bu kuvvetli münasebet-i mâneviyeyi te'yid eden bir emaresi de þudur ki: اُولُوا الْعِلْمِ makam-ý cifrîsi ikiyüz ondört olup, Risale-i Nur'un bir ismi olan بَدِيعُ الزَّمَانْ nýn {þeddeli ( ز ) Lâm-ý aslî sayýlýr} makamý olan ikiyüz ondörde tam tamýna tevafuku ve müellifinin hakikî ve daimî ismi olan (Molla Said'in) makamý olan ikiyüz onbeþe bir tek farkla tevafuku, elbette bu kelime-i kudsiyenin her asra baktýðý gibi, bu asra da medar-ý nazar bir ferdi Resail-in Nur olduðuna bir emare olduðu gibi;

 

Sh: » (K: 64)

 

وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَآئِمًا بِالْقِسْطِ (okunmayan ikinci vav ve hemze sayýlmaz) makamý olan altýyüzbir adediyle, Risale-i Nur'un beþyüz doksandokuz makamýna ve Resail-in Nur makamýna yalnýz iki farkla, iki ismine tevafuku dahi bir emare olduðu ve شَهِدَ اللَّهُ اَنَّهُ لآَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَاْلمَلاَئِكَةُ وَاُولُو الْعِلْمِ cümle-i tevhidiye-i kudsiyesinin makam-ý cifrîsi ve ebcedîsi olan bin üçyüz altmýþ adediyle (Hâþiye) tam tamýna bu acib isyan, tuðyan ve temerrüd asrýnýn ve garib küfran ve galeyan ve ilhad zamanýnýn bu senesine ve bulunduðumuz bu tarihe tevafuku ve tetabuku elbette kuvvetli bir emaredir ki; bu pek büyük ve geniþ ve âmm olan tevhid ve þehadetin medar-ý nazar ehemmiyetli efradý ve mâsadaklarý, her zamandan ziyade bu þehadete muhtaç bu asrýn bu vaktinde bulunacaktýr. Ve þimdilik o þehadeti te'sirli bir surette isbat eden Resail-in Nur o efraddan birisi ve hususî medar-ý nazar olduðuna pek çok emareler ve iþaretler ve beþaretler vardýr. َاللَّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ

 

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

Risale-i Nur þakirdlerinden

 

Hâfýz Ali (R.H)

 

* * *

 

(39)

 

BÝRDEN ÝHTAR EDÝLEN BÝR MES'ELE:

 

Âhir zamanda bir þahsýn hatîat ve günahlarýnýn gayet dehþetli bir yekûn teþkil ettiðine dair rivayetler vardýr. Eskide, «Acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah iþleyebilir mi? Ve o âhir zamanda bildiðimiz günahlardan baþka hangi günahlardýr ki kâinatýn heyet-i mecmuasýna dokunur, kýyametin kopmasýna ve dünyalarý baþlarýna harab olmasýna sebebiyet verir?» diye düþünürdüm. Þimdi bu zamanda mütead-

 

_______________

 

(Hâþiye): Okunmayan iki hemze sayýlmaz.

 

Sh: » (K: 65)

 

did esbabýný gördük.

 

Ezcümle: Müteaddid o vücuhundan «radyom ile» anlaþýldý ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi birden iþler. Ve milyonlarla insaný dinlettirmekle günaha sokar.

 

Evet, küre-i havanýn yüzbinler kelimeleri birden söyliyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beþere öyle bir nimet-i Ýlâhiyedir ki: Küre-i havayý bütün zerratýyle þükür ve hamd ü senâ ile doldurmak lâzým gelirken, dalâletten tevellüd eden sefahet-i beþeriye, o azîm nimeti þükrün aksine istimal ettiðinden elbette tokat yiyecek.

 

Nasýlki havârik-ý medeniyet nâmý altýndaki ihsanat-ý Ýlâhiyeyi, bu mimsiz, gaddar medeniyet hüsn-ü istimâl ile þükrünü edâ etmiyerek tahribata sarfedip küfran-ý nimet ettiði için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiði insanlarý, en bedevi ve vahþi derekesinden daha aþaðýya indirdi. Cehenneme gitmeden evvel, Cehennem azâbýný tattýrýyor.

 

Evet radyonun küllî ni'metiyet ciheti, küllî bir þükür iktiza eder; ve o küllî þükür de, Hâlýk-ý Arz ve Semâvât'ýn Kelâm-ý Ezelîsinin þimdiki bütün muhatablarýna birden yetiþtirmek için, küllî yüzbin dilli semavî bir hâfýz hükmünde, her vakit kâinatta Kur'an'ý okumalýdýr, tâ o nimetin küllî þükrünü idame etsin.

 

S. A.

 

(40)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu defaki Nur ve Gül fabrikalarýnýn ve iki Hulûsi'nin mektublarý bizi o derecemesrur ve memnun ve minnetdar ve müteþekkir eylemiþ ki, tarif edilmez. Mahkemedekimüdafaatýmda, (sizlerden otuz zâtý, otuz bine mukabil olduðunu) diye iddiama,davama hiç cerhedilmez þâhidler gösterdiniz ve gösteriyorsunuz. Allah sizdenebeden râzý olsun.

 

 

 

 

 

* * *

 

 

 

Sh: » (K: 66)

 

(41)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizin, yani Nur fabrikasýnýn sahibi ve mübarek cemaatin imamýnýn Atabey'den gelen mektublarý bizi çok mesrûr eyledi. Üç-dört ay zarfýnda, üç-dört köyde ümmîlerden elli aded kalem Risale-i Nur'u yazmaða muvaffak olmalarý, elbette Ali'lerin ve Mustafa'larýn þübhesiz hârika bir keramet-i sadâkatlarýdýr. Kerametkârâne bu vâkýa, bu havâlide Risale-i Nur þakirdlerini çok kuvvetle ümidlendirdi, ziyade þevk verdi. Size de ve o ümmî kâtiblere de yüzbin Bârekâllah.

 

Nur fabrikasýnýn, Gül fabrikasýnýn Risale-i Nur'a derece-i hizmetlerini merak edip sormuþtum. Ümid ve tahminimin pek fevkinde olarak, Hüsrev'in mektubundan, bin kalemle Risale-i Nur'a hizmet haberini ve bilhassa sizin de yalnýz ümmîlerden birkaç köyde elli kalemin imdada yetiþmesi, bâki bir hazinenin müjdesi kadar bizi memnun etti.

 

Allah sizlerden ebedî razý olsun, âmin. Ve sizi, hizmet-i îmaniye ve Kur'aniyede muvaffak eylesin, âmin. Büyük Hâfýz Ali'nin, Nazif'le tevafuku, yalnýz bir-iki cihetle deðil, çok cihetlerle mabeynlerinde tevafuk var.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ederim.

 

* * *

 

(42)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizler, ümîdimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz, beni âhir hayatýma kadar mesrûr ve müteþekkir edecek bir mahiyettedir. Bu def'a mektubunuzda, "Hýfz-ý Kur'an'a çalýþmak ve Risale-i Nur'u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?" diye suâlinizin cevabý bedihîdir. Çünki: Bu kâinatta ve her asýrda en büyük makam Kur'anýndýr. Ve her harfinde, ondan binler sevab bulunan Kur'anýn hýfzý ve kýraati, her hizmete mukaddem ve müreccahtýr. Fakat, Resail-in Nur dahi, o Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn hakaik-i îmaniyesinin bürhanlarý ve hüccetleri olduðundan ve Kur'anýn hýfz ve kýraatine vasýta ve vesile ve hakaiký, tefsir ve izah olduðu cihetle, Kur'an hýfzýyle

 

Sh: » (K: 67)

 

beraber ona çalýþmak elzemdir.

 

Nur fabrikasý ve Gül fabrikasý devâirinde, mübarekler heyeti'nde, Lütfü'ler nümunelerinde, Hacý Hâfýz'lar cemaatinde, Sýddýk Süleyman, Hakký'nýn makamlarýnda bulunan herbir kardeþlerimize, hususan elli ümmiden çýkan Risale-i Nur talebelerine birer birer selâm ve dua ediyoruz ve dualarýný istiyoruz.

 

S. A.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(43)

 

Sevgili ve Kýymetli Üstadým, Fazîletmeâb Efendim Hazretleri!

 

Ebedî minnetdarý ve hâdimi bulunduðum Risale-i Nur'un feyzinden, lâyýk olmadýðým pek çok eltâf-ý Rabbaniyeye mazhariyetimi, gözlerimden sevinç yaþlarý akýtarak görmekte ve ne suretle þükranlarýmla mukabele edeceðimden âciz bulunmaktayým. Dünün menfur-u umumîsi Nazif, bugünün parlak bir vatanperveri veya hakikatçýsý bulunmaktadýr. Elhamdülillâh hâzâ min fadli rabbî...

 

Senelerden beri müþtâký bulunduðum Nur ve Gül fabrikalarý, Mübarekler Heyeti'nin ve o mukaddes fabrikanýn makine ve çarklarýnýn nurlu sadalarýný kulaklarýmla iþitmek ve þu âciz ve kasýr ve cahil vaziyetimle, o yüksek ve Aþere-i Mübeþþere-i Kur'aniye'den olan Ashâb-ý Güzîn (Rýdvânullahi aleyhim ecmaîn) Efendilerimizin bugün þahsiyet-i mâneviyelerini küçük bir mikyasta temsil eden sýddýklar, mücahidler, fedâkâr kahramanlar cemaatinin iki mühim uzvu bulunan aziz kardeþlerimizden Mübarek Sabri ve Büyük Hâfýz Ali'nin hakkýmda gösterdikleri âlîcenâbâne muhabbet ve merbutiyet-i kalbiye.. ve hâdiselerin aynen tevafuku, bu yüksek ve muktedir nur der-

 

Sh: » (K: 68)

 

yasýnýn nurlu rüzgârlarýndan hâsýl olan dalgalarýn hýþýrtýlarýndan sýzan bir keramet-i gaybiye bulunduðundan, bizce pek kýymetdar olan bu mühim tevafukatýn, günahkâr ve bütün geçmiþ ömrü isyanla dolu bu âdi þahsiyetimin öyle yüksek ve mukaddes bir hey'etin mübarek iki uzvu tarafýndan hüsn-ü kabûl görülerek iltifatlarýna mazhar ve kýymetli mesâi ve hizmet-i kudsiyelerine tevafukla, pek cüz'î ve deðersiz hizmetimize iþtirâk ederek benimsemek ve kabûl etmek yüksekliðinde bulunmalarý, Risale-i Nur'un kudsî kerametiyle Cenâb-ý Rabb-ý Ýzzet'in nihayetsiz eltaf-ý Sübhâniyesinden büyük bir lûtf-u Rabbanî bulunduðunu þükranla arzeder ve bu kýymetli kardeþlerimizin hizmet-i kudsiyelerinin denizinden bir katre mesabesindeki ve çok hatâlý ve kýymetsiz ve cüz'î olan hizmetimizin âsâr-ý fiiliyesi olarak, bugün bendenizi lâyýký bulmadýðým halde, âciz ve câhil ve günâhkâr þahsiyetim böyle yüksek ve eriþilmesi muhâl olan Ashâb-ý Resûlullah (Rýdvanullahi aleyhim ecmaîn) Hazeratýnýn þahsiyet-i mâneviyesinin küçük bir cilvesinin gölgesini temsil eden Mübarekler Heyetinin iki âzasýnýn yüksek iltifatlarýna mazhar etmiþtir ki; bendenizi bu kudsî mazhariyete eriþtiren Risale-i Nur delâletiyle Kadîr-i Mutlak ve Hâlýk-ý Zülcelâl'e, Risale-i Nur'un hurufatý ve mevcudatýn mikdarýnca hamd ü sena eder ve bu güzîde ve kýymetdar Mübarekler Hey'etinin herbir âzalarýna ve bütün kardeþlerimize ayrý ayrý ihtiramla minnet ve þükranlarýmý arzeder ve kendilerini ikinci üstad olarak kabul ettiðimden kýymetli irþatlarýndan mahrum býrakmamalarý ve daimi dualarýný daima taleb etmekde bulunduðum iblaðýný, büyük üstadýmdan diliyerek, mubarek el ve ayaklarýnýzdan öper ve rýzâ-i ilahiye ve rü'yet-i Cemal-ul-laha ebedî mazhariyetinizi Cenab-ý Haktan niyaz eylerim efendim.

 

Talebeniz ve hizmetkârýnýz

 

Ahmed Nazif

 

* * *

 

sh: » (K: 69)

 

(44)

 

ÞEFKAT YÜZÜNDEN, ESASÂT-I ÝSLÂMÝYENÝN

 

HARÝCÝNDEKÝ BÝD'AT VE DALALET YOLLARINA

 

SAPANLARI ÇEVÝREN BÝR HAKÝKATTIR

 

Þefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduðundan; elbette rahmetin derecesinden aþmamak ve Rahmeten-lil-Âlemîn Zâtýn (A.S.M.) mertebe-i þefkatinden taþmamak gerektir. Eðer aþsa ve taþsa o þefkat, elbette merhamet ve þefkat deðildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ý ruhî ve bir sakam-ý kalbîdir.

 

Meselâ: Kâfir ve münafýklarýn Cehennemde yanmalarýný ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi þefkatine sýðýþtýrmamak ve te'vile sapmak, Kur'an'ýn ve edyân-ý semâviyenin bir kýsm-ý azîmini inkâr ve tekzib olduðu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.

 

Çünki: Mâsum hayvanlarý parçalayan canavarlara himayetkârâne þefkat etmek, o bîçare hayvanlara þedid bir gadr ve vahþi bir vicdansýzlýktýr.

 

Ve binler müslümanlarýn hayat-ý ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i îmanýn sû'-i âkibetine ve müdhiþ günahlara sevkeden adamlara þefkatkârâne tarafdar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarýna dua etmek, elbette o mazlum ehl-i îmana dehþetli bir merhametsizlik ve þeni' bir gadirdir.

 

Risale-i Nur'da kat'iyetle isbat edilmiþ ki; küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtýn nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balýklar, cânilerden þekva ederler ki; "Ýstirahatýmýzýn selbine sebeb oldular" diye rivâyet-i sahîha vardýr.

 

O halde kâfirin azab çekmesine acýyýp þefkat eden adam, þefkate lâyýk hadsiz mâsumlara acýmýyor ve þefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnýz bu var ki, müstehaklara âfât geldiði zaman mâsumlar da yanarlar, onlara acýmamak olmuyor. Fakat cânilerin cezalarýndan zarar gören mazlumlarýn hakkýnda gizli bir merhamet var.

 

Bir zaman, eski Harb-i Umumî'de, düþmanlarýn ehl-i Ýslâma

 

sh: » (K: 70)

 

ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fýtratýmda þefkat ve rikkat ziyâde olduðundan, tahammülüm hâricinde azab çekerdim.

 

Birden kalbime geldi ki, o maktûl mâsumlar þehîd olup velî olurlar; fâni hayatlarý, bâki bir hayata tebdil ediliyor ve zâyi olan mallarý sadaka hükmünde olup, bâki bir mal ile mübadele olur. Hattâ o mazlumlar kâfir de olsa, âhirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i Ýlâhiyenin hazinesinden öyle mükâfatlarý var ki; eðer perde-i gayb açýlsa, o mazlumlar haklarýnda büyük bir tezahür-ü rahmet görünüp, "ya Rabbî... Þükür Elhamdülillah." diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ý þefkatten gelen þiddetli te'sir ve elemden kurtuldum.

 

(45)

 

Te'lifinden otuzdört sene sonra, Münazarat namýndaki esere bakdým!

 

Gördüm ki; Eski Said'in o zamandaki inkýlâbdan ve o muhitten ve te'sirat-ý hariciyeden neþ'et eden bir hâlet-i ruhiye ile yazdýðý bu gibi eserlerinde hatîat var. O kusurat ve hatîatýmdan bütün kuvvetimle istiðfar ediyorum ve o hatiattan nedamet ediyorum. Cenâb-ý Hakk'ýn rahmetinden niyazým odur ki, ehl-i îmanýn me'yusiyetlerini izale niyetiyle ettiði hatîat, hüsn-ü niyetine baðýþlansýn, afvedilsin.

 

Eski Said'in bu gibi eserlerinde iki esas-ý mühim hükmediyor. O iki esasýn hakikatlarý vardýr; fakat ehl-i velâyetin keþfiyatý te'vilâta ve rü'ya-yý sâdýkanýn te'vile muhtaç olduklarý gibi; o hiss-i kablelvuku'un dahi daha ince tâbirlere lüzumu varken, Eski Said'in o hiss-i kablelvuku' ile hissettiði o iki hakikatýn te'vilsiz, tâbirsiz bir surette beyaný, kýsmen kusurlu ve kýsmen hilaf görünüyor.

 

Birinci Esas: Ehl-i îmanýn me'yusiyetine karþý, "Ýstikbalde bir nur var" diye müjde verdiðidir. Bir hiss-i kablelvuku' ile Risale-i Nur'un istikbâlde, dehþetli bir zamanda, çok ehl-i îmanýn îmanlarýný takviye edip kurtarmasýný hissedip; o adese

 

sh: » (K: 71)

 

ile hürriyet inkýlâbýndaki siyaset dairelerine bakmýþ; tâbirsiz, te'vilsiz tatbike çalýþmýþ. Siyaset ve kuvvet ve kemmiyet noktasýnda zannetmiþ. Doðru hissetmiþ, fakat tam doðru diyememiþ.

 

Ýkinci Esas: Eski Said, bazý dâhi siyasî insanlar ve hârika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehþetli bir istibdadý hissedip ona karþý cebhe almýþlardý. O hiss-i kablelvuku' tâbir ve te'vile muhtaç iken bilmeyerek resmî, zaif ve ismî bir istibdad görüp ona karþý hücum gösteriyorlardý. Halbuki onlara dehþet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdadlarýn zaif bir gölgesini asýl zannederek öyle davranmýþlar, öyle beyan etmiþler. Maksad doðru, fakat hedef hatâ.

 

Ýþte Eski Said de, eski zamanda böyle acib bir istibdadý hissetmiþ. Bazý âsârýnda, ona hücum ile beyanatý var. O müdhiþ istibdâdât-ý acîbeye karþý meþruta-i meþruayý bir vasýta-i necat görüyordu. Ve hürriyet-i þer'iye, Kur'an'ýn ahkâmý dairesindeki meþveretle o müdhiþ musibeti def'eder diye düþünüp öylece çalýþmýþ.

 

Evet zaman gösterdi ki; hürriyet-perver namýný alan bir devletin, o istikbalde gelen istibdadýn bir nümunesi olarak, üçyüz müstebid me'murlarýyle, üçyüz milyon Hindistan'ý üçyüz seneden beri üçyüz adam gibi kolay baðlayýp deprenmeyecek derecede istibdad altýna alarak, eþedd-i zulmü âzamî bir derecede, yâni birisinin hatâsýyla binler adamý tecziye etmek olan kanun-u müstebidanesine inzibat ve adalet namýný vermiþ, dünyayý aldatmýþ, ateþe vermiþ.

 

Münâzarat nâmýndaki eserde, bazý lâtife suretinde bazý kayýdlar, hâþiyecikler bulunur. O eski zaman te'lifinde zarif-üt-tab' talebelerine bir mülâtafe nev'indedir. Çünki onlar, o daðlarda beraberinde idiler. Onlara ders suretinde beyan ediyormuþ. Hem bu Münâzarat Risalesi'nin ruhu ve esasý hükmünde olan, hâtimesindeki Medreset-üz-Zehrâ hakikatý ise, istikbâlde çýkacak olan Risale-i Nur'a bir beþik, bir zemin ihzar etmek idi ki; bilmediði, ihtiyarsýz olarak ona sevkolunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku' ile o nuranî hakikatý, bir maddî surette arýyordu.

 

sh: » (K: 72)

 

Sonra o hakikatýn maddî ciheti dahi vücuda gelmeye baþladý.

 

Sultan Reþad, ondokuzbin altun lirayý Van'da temeli atýlan o Medreset-üz-Zehrâ'ya verdi, temel atýldý. Fakat sâbýk Harb-i Umumî çýktý, geri kaldý.

 

Beþ-altý sene sonra Ankara'ya gittim, yine o hakikata çalýþtým. Ýkiyüz meb'ustan yüzaltmýþüç meb'usun imzalarýyla, o medresemize yüzellibin banknota iblað ederek o tahsisat kabûl edildi. Fakat binler teessüf medreseler kapandý, onlar ile uyuþamadým, yine geri kaldý. Fakat Cenâb-ý Erhamürrâhimîn o medresenin mânevî hüviyetini Isparta Vilâyetinde te'sis eyledi, Risale-i Nur'u tecessüm ettirdi. Ýnþâallah istikbâlde Risale-i Nur þakirdleri, o âlî hakikatýn maddî suretini de te'sis etmeye muvaffak olacaklar.

 

Eski Said'in Ýttihad Terakki komitesine þiddet-i muhalefetiyle beraber, onlarýn hükûmetine ve bilhassa orduya karþý tarafgirâne yüksek takdiratý ve iltizamlarý ise, bir hiss-i kablelvuku' ile yaðý içinde bulunan o cemâat-ý askeriyede ve o cem'iyet-i milliyede bir milyona yakýn evliya mertebesinde olan þühedayý, altý-yedi sene sonra tezahür edeceðini hissetmiþ. Ýhtiyarsýz olarak, meþrebine muhalif onlara dört sene tarafgir bulunmuþ. Sâbýk Harb-i Umumî çalkamasýyla o mübarek yaðý alýndý, yaðý alýnmýþ bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said'e muhalefet edip mücahedesine döndü.

 

* * *

 

(46)

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Size bu defa iki parçayý gönderiyorum:

 

Birisi: Evvelce bir kýsmýný size göndermiþtim. Þimdi bir ihtar-ý mânevî ile o parça hem tekmil edildi, hem ehemmiyetli olduðu bildirildi. Eski Said'in siyasetle münasebetdar eski eserlerini görenlere faidesi var; fakat bir parça mahremcedir, lâhika'ya girmeli.

 

Ýkinci parça: Mânevî bir ihtara binâen, Risale-i Nur'un hizmetine bilmeyerek zarar verebilen bazý yeni eserleri alan bir kardeþimizi bir îkaz, bir ihtardýr ki; sair Risale-i Nur talebeleri

 

sh: » (K: 73)

 

vazifelerine halel vermemek için bir tenbihtir. Bu da lâhika'ya girsin.

 

Hulûsi-i Sâlis imzasýyla ehemmiyetli ve beni çok mesrur eden ve Küçük Lütfü'nün bir vârisi olan bir zâtýn, Risale-i Nur'a kýymetdar hizmeti ve tesahubunu beyan eden bir mektubunu aldým. O zat kimdir? Ben, çok selâm ve dua ile onu tebrik ediyorum.

 

Gül ve Nur fabrikalarý ve Mübarekler baþta olarak, umum kardeþlerime birer birer selâm ediyorum. Bu memleketi tenvir eden ve Cennet kokularýyle rayihalandýran o fabrikalarý, Cenâb-ý Hak muvaffak ve dâim eylesin, âmin. Biz burada onlarýn parlak nurlarýyla ve þirin güzel kokularýyle Âlem-i Beka'nýn rayihasýný istiþmam ediyoruz.

 

* * *

 

(47)

 

Risale-i Nur talebelerinin haslarý olan sâhib ve vârisleri ve haslarýnýn haslarý olan erkân ve esaslarý olan kardeþlerime bugünlerde vuku' bulan bir hâdise münasebetiyle beyan ediyorum ki: Risalet-in-Nur, hakaik-ý Ýslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor. Baþka eserlere ihtiyaç býrakmýyor. Kat'î ve çok tecrübelerle anlaþýlmýþ ki, îmaný kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanýn en kýsa ve en kolay yolu Risalet-in-Nur'dadýr. Evet onbeþ sene yerine, onbeþ haftada Risalet-in-Nur o yolu kestirir, îman-ý hakikîye îsâl eder.

 

Bu fakir kardeþiniz yirmi seneden evvel, kesret-i mütalâa ile bazan bir günde bir cild kitabý anlayarak mütalâa ederken; yirmi seneye yakýndýr ki, Kur'an ve Kur'an'dan gelen Resail-in-Nur bana kâfi geliyorlardý. Bir tek kitaba muhtaç olmadým, baþka kitablarý yanýmda bulundurmadým. Risalet-in-Nur çok mütenevvi hakaika dair olduðu halde, te'lifi zamanýnda, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadým. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzým gelir.

 

Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, baþkalara bakmýyorum, meþgul olmuyorum; siz dahi Risalet-in-Nur'a kanaat etmeniz lâzýmdýr, belki bu zamanda elzemdir.

 

sh: » (K: 74)

 

Hem þimdilik bazý ulemanýn yeni eserlerinde meslek ve meþreb ayrý ve bid'atlara müsaid gittiði için, Risalet-in-Nur zýndýkaya karþý hakaik-ý îmaniyeyi muhafazaya çalýþmasý gibi, bid'ata karþý da huruf ve hatt-ý Kur'an'ý muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ý Kur'aniyeyi ders verdiði halde, sýrrý bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ý Kur'aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazý hocalarýn darbede istimâl ettikleri eserleri almýþlar. Haberim olmadan daðda þiddetli bir tarzda o has talebelere karþý bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillâh ayýldýlar. Ýnþâallah tamamen kurtuldular.

 

Ey kardeþlerim! Mesleðimiz, tecavüz deðil, tedafüdür, hem tahrib deðil tamirdir, hem hâkim deðiliz mahkûmuz. Bize tecavüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde elbette çok mühim ve bizim de malýmýz hakikatlar var. O hakikatlarýn intiþarýna bize ihtiyaçlarý yoktur. Binler o þeyleri okur, neþreder adamlarý var. Biz onlarýn yardýmlarýna koþmamýzla, omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve muhafazasý lâzým olan ve birer taifeye mahsus bir kýsým esaslar ve âlî hakikatlar kaybolmasýna vesile olur.

 

Meselâ: Hâdisat-ý zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melâmîliðin bir nevine zemin ihzar etmek tarzýnda, yani ruhsat-ý þer'iyeyi perde yapýp eserler yazýlmýþ. Risalet-in-Nur gerçi umuma teþmil suretiyle deðil; fakat her halde hakikat-ý Ýslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ý velâyet ve esas-ý takva ve esas-ý azîmet ve esâsât-ý Sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esaslarý muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatýn fetvalarýyla onlar terkedilmez.

 

* * *

 

(48)

 

Âhirzamanda Hazret-i Ýsa (A.S.) nüzulüne ve Deccal'ý öldürmesine ait ehadîs-i sahîhanýn manâ-yý hakikîleri anlaþýlmadýðýndan, bir kýsým zâhiri ülemalar, o rivayet ve hadîslerin zâhirine bakýp þübheye düþmüþler; veya sýhhatini inkâr edip veya hurafevari bir mâna verip âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda, avâm-ý müslimîne zarar verirler.

 

sh: » (K: 75)

 

Mülhidler ise, bu gibi zâhirce akýldan çok uzak hadîsleri serriþte ederek, hakaik-ý Ýslâmiyeye tezyifkârâne bakýp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdîs-i müteþâbihenin hakikî te'villerini Kur'an feyziyle göstermiþ. Þimdilik nümune olarak bir tek misal beyan ederiz. Þöyle ki:

 

Hazret-i Ýsa (A.S.) Deccal ile mücadelesi zamanýnda, Hazret-i Ýsa onu öldüreceði vakitte, on arþýn yukarýya atlayýp sonra kýlýncý onun dizine yetiþtirebilir derecesinde, vücudca o derece Deccal'ýn heykeli Hazret-i Ýsa'dan büyüktür, diye meâlinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i Ýsa Aleyhisselâm'dan on, belki yirmi misli yüksek kametli olmak lâzým gelir. Bu rivayetin zâhir ifadesi sýrr-ý teklife ve sýrr-ý imtihana münafî olduðu gibi, nev'-i beþerde câri olan âdetullaha muvafýk düþmüyor.

 

Halbuki bu rivayeti, bu hadîsi, hâþâ muhal ve hurafe zanneden zýndýklarý iskât ve o zâhiri ayn-ý hakikat itikad eden; ve o hadîsin bir kýsým hakikatlarýný gözleri gördükleri halde daha intizar eden zâhirî hocalarý dahi ikaz etmek için, o hadîsin bu zamanda da ayn-ý hakikat ve tam muvafýk ve mahz-ý hak müteaddid mânalarýndan bir mânasý çýkmýþtýr. Þöyle ki:

 

Ýsevîlik dini ve o dinden gelen âdât-ý müstemirresini muhafaza hesabýna çalýþan bir hükûmet ile, resmî ilânýyla, zulmetli pis menfaati için dinsizliðe ve bolþevizme yardým edip terviç eden diðer bir hükûmet ki, yine pis menfaati için Ýslâmlarda ve Asya'da dinsizliðin intiþarýna tarafdar olan fitnekâr ve cebbar hükûmetlerle muharebe eden evvelki hükûmetin þahs-ý mânevîsi temessül etse ve dinsizlik cereyanýnýn bütün tarafdarlarý da bir þahs-ý manevîsi tecessüm eylese, üç cihetle, bu müteaddid mânalarý bulunan hadîsin, bu zaman aynen bir mânasýný gösteriyor. Eðer o galib hükûmet netice-i harbi kazansa, bu iþarî mâna dahi bir mâna-yý sarîh derecesine çýkar. Eðer tam kazanmasa da, yine muvafýk bir mâna-yý iþarîdir.

 

Birinci Cihet: Din-i Ýsevî'nin hakikîsini esas tutan Ýsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karþý dinsizliði tervice baþlayan cemaat tecessüm etseler, bir minare yüksekliðinde bir insanýn yanýnda bir çocuk kadar da olamaz.

 

Ýkinci Cihet: Resmî ilânýyla, Allah'a istinad edip dinsizliði

 

sh: » (K: 76)

 

kaldýracaðým, Ýslâmiyet'i ve Ýslâmlarý himaye edeceðim diyen bir hükûmet yüz milyon küsur iken, dörtyüz milyona yakýn nüfusa hükmeden bir diðer devlete ve dörtyüz milyon nüfusa yakýn ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya ve onlar ise zahîr ve müttefik olduklarý olan bolþeviklere galibane, öldürücü darbe vuran o hükûmetteki muharib cemaatin þahs-ý mânevîsi ile, mücadele ettiði dinsizlerin ve tarafdarlarýnýn þahs-ý manevîleri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nisbeten küçük bir insanýn nisbeti gibi olur. Bir rivâyette, "Deccal dünyayý zabteder" mânasý; ekseriyet-i mutlaka ona tarafdar olur demektir. Þimdi de öyle oldu.

 

Üçüncü Cihet: Eðer Küre-i Arz'ýn dört kýt'alarý içinde (Hâþiye) en küçüðü olan Avrupa'nýn ve bu kýt'anýn da dörtte biri olmayan bir hükûmetin memleketi; ekser Asya, Afrika, Amerika, Avusturalya'ya karþý galibane harbederek Hazret-i Ýsa'nýn vekaletini dâva eden bir devletle beraber dine istinad edip çok müstebidane olan dinsizlik cereyanlarýna karþý semavî paraþütlerle muharebe ve mücadele eden o hükûmet ile ötekilerin þahs-ý manevîleri insan suretine girse; ceridelerin eskiden beri yaptýklarý gibi, devletlerin kuvvetlerini ve hükûmetlerin derecelerini göstermek nev'inden o mânevî þahýslar dahi rûy-u zemin ceridesinde, bu asýr sahifesinde birer insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler; aynen ve tam tamýna hadîs-i þerifin mu'cizane ihbar-ý gaybî nev'inden beyan ettiði hâdise-i âhirzamanýn tam bir mânasý çýkýyor.

 

Hattâ þahs-ý Ýsa'nýn (A.S.) semavattan nüzulü iþaretiyle bir mâna-yý iþarîsi olarak, Hazret-i Ýsa'yý (A.S.) temsil ederek ve namýna hareket eden bir taife dahi, þimdiye kadar iþitilmemiþ ve görülmemiþ bir tarzda tayyarelerle, paraþütlerle semadan bir belâ-yý semavî gibi nüzûl ettiriyor; düþmanlarýn arkasýna indiriyor. Hazret-i Ýsa'nýn nüzûlünün maddeten bir misâlini gösteriyor.

 

Evet, o hadîs-i þerifin ifadesiyle Hazret-i Ýsa'nýn semavî nüzûlü kat'î olmakla beraber; mâna-yý iþarîsiyle, bu hakikata da mu'cizane iþaret ediyor.

 

Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin'in sûali ve ilhahlarýyle

 

___________________

 

(Hâþiye): Avusturalya nazara alýnmamýþ.

 

sh: » (K: 77)

 

bazý bîçarelerin îmanlarýný þübehattan muhafaza niyetiyle bu mes'eleye dair yalnýz bir, iki, üç satýr yazmak niyet edip baþlarken, ihtiyarýmýz haricinde olarak uzun yazdýrýldý; hikmetini de anlamadýk, belki bir hikmeti var diye öylece býraktýk, kusura bakmayýnýz. Bu fýkrada tashihe ve dikkate vakit bulamadýk, müþevveþ kaldý.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ الْقُرْآنِ

 

(49)

 

Aziz Kardeþlerim ve Sýddýk Arkadaþlarým!

 

Var olunuz, bahtiyar olunuz! Sizin pek ciddî sa'y ü gayretiniz hem burada, hem baþka yerlerde þevk u gayreti uyandýrýyor. Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, gittikçe Risale-i Nur'un fütuhatý ziyadeleþiyor. Ehl-i îman yaralarýný hissedip, ilaçlarýný ondan buluyorlar.

 

Hâfýz Ali'nin mektubunda yazdýðý iki âyetin iþâretine dikkat ettik. Bizler dahi Nur fabrikasýnýn sâhibi gibi, çok mesrur ve müferrah olduk. Fakat Risale-i Nur'a bir iþâret-i gaybiyle haber veren otuzüç aded âyât شَهِدَ اللَّهُ âyetiyle hitam bulduðundan, bu yeni iki âyetin müstakil bir surette iþaretlerine kapý açýlmadý. Hem otuzüç âyetten hangisinin tetimmesi olacak þimdilik bilinmedi. Yalnýz bu kadar anlaþýldý ki,

 

بِاَيْدِى سَفَرَةٍ * كِرَامٍ بَرَرَةٍ fýkrasý Risale-i Nur'un nâþir ve kâtiblerine mâna-yý iþâri ile bakýyor. Hem يَتْلوُا صُحُفًا مُطَهَّرَةً * فِيهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌ fýkrasý dahi, Risale-i Nur'un eczalarýna ve suhuflarýna ve kitablarýna mâna-yý iþâriyle bakýyor. Fakat cifir hesabýyla, bin üçyüz altmýþ (1360) küsurdan sonra bu parlak vaziyeti gösterecekler diye icmalen fehmettik.

 

sh: » (K: 78)

 

Gül fabrikasýnýn bizlere parlak bir Gül-ü Muhammedî (A.S.M.) bahçesini hediye edecekti. Onu, bütün ruh-u cânýmýzla bekliyoruz.

 

Bu zamanda lillâhilhamd sünnet-i seniye dairesinde kemâl-i îmaný kazanan Risale-i Nur þakirdleri evliyalarýn, mürþidlerin nazar-ý dikkatini celbedecek vaziyeti aldýðýndan; her zamanda bulunan hakikî mürþidler, her halde bu zamanda Risale-i Nur þakirdlerine müþteri olurlar. Birisini elde etse, yirmi mürid kadar kýymet verirler.

 

Hem zevkli ve cazibedar velâyet tereþþuhatý karþýsýnda Risale-i Nur'un hizmetindeki meþakkat, mücahede, külfet bulunduðundan, Feyzi'ye hitaben beyan edilen hakikat o tarafa da faidesi olur diye leffen size gönderildi.

 

Umum kardeþlerime birer birer selâm ediyorum.

 

Feyzi kardeþim!

 

Sen, Isparta Vilâyetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan tam onlar gibi olmalýsýn. Hapishanede -Allah rahmet eylesin- mühim bir þeyh ve mürþid ve câzibedar bir Nakþî evliyasýndan bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli-altmýþ þakirdleri içinde celbkârâne sohbet ettiði halde, yalnýz bir tek þakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar þeyhe karþý müstaðni kaldýlar. Risale-i Nur'un yüksek, kýymetdar hizmet-i îmaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

 

O þakirdlerin gayet keskin kalb basireti þöyle bir hakikatý anlamýþ ki:

 

Risale-i Nur'a hizmet ise, îmaný kurtarýyor; tarikat ve þeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandýrýyor. Bir adamýn îmanýný kurtarmak ise, on mü'mini velâyet derecesine çýkarmaktan daha mühim ve daha sevablýdýr. Çünki îman, saâdet-i ebediyeyi kazandýrdýðý için bir mü'mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ý bakiyeyi te'min eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini geniþlettirir, parlattýrýr. Bir adamý sultan yapmak, on neferi paþa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamýn îmanýný kurtarmak, on adamý velî yapmaktan daha sevablý bir hizmettir.

 

sh: » (K: 79)

 

Ýþte bu dakik sýrrý, senin Isparta'lý kardeþlerin bir kýsmýnýn akýllarý görmese de umumun keskin kalbleri görmüþ ki; benim gibi bîçâre, günahkâr bir adamýn arkadaþlýðýný evliyalara, belki de eðer bulunsaydý, müçtehidlere dahi tercih ettiler.

 

Bu hakikata binaen, bu þehre bir kutub, bir Gavs-ý A'zam gelse, seni on günde velayet derecesine çýkaracaðým dese, sen Risale-i Nur'u býrakýp onun yanýna gitsen, Isparta kahramanlarýna arkadaþ olamazsýn.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ حُرُوفِ مَا اَرْسَلْتُمْ لَنَا مِنَ الرَّسَائِلِ فِى عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ هذِهِ الَّيْلَةِ الرَّغَائِبِ وَ لَيْلَةِ المِعْرَاجِ وَلَيْلَةِ الْبَرَاتِ وَلَيْلَةِ الْقَدْرِ وَ اَعْطَا كُمُ اللَّهُ بِعَدَدِهَا ثَوَابًا وَحَسَنَاتٍ آمِينَ

 

(50)

 

Azîz ve Sýddýk Kardeþlerim ve Fedâkâr ve Sâdýk Arkadaþlarým!

 

Evvelâ: Sizin, bu mübarek þuhur-u selâse ve içindeki kýymetdar leyâli-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenâb-ý Hak, herbir geceyi sizin hakkýnýzda birer Leyle-i Regâib ve Leyle-i Kadir kýymetinde size sevab versin, âmin.

 

Sâniyen: Sizin bu def'a nurlu hediyelerinizin her harfine mukabil, Cenâb-ý Erhamürrahimîn defter-i a'mâlinize bin hasene yazsýn ve Âsým'ýn ruhuna bin rahmet versin, âmin.

 

Sâlisen: Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn ve Risale-i Nur'un hazinelerinin kerametli ve yaldýzlý bir anahtarý olan kalem-i Hüsrevî, elhak Mu'cizat-ý Ahmediye'nin (A.S.M.) gizli güzelliðini her göze gayet parlak ve güzel gösteriyor. Cenâb-ý Hak bu kalemi, bu hizmette muvaffak ve daîm eylesin, âmin.

 

Mübarek Heyeti'nin büyük bir kahramaný Büyük Ali'nin

 

sh: » (K: 80)

 

sisteminde Küçük Ali'nin Mu'cizat-ý Kur'aniye'si, Mu'cizat-ý Ahmediye'nin tam mutabýk bir bâki pýrlanta tarzýnda mevki aldý. Erhamürrâhimîn her harfine mukabil yazana on sevab ihsan eylesin, âmin.

 

Mehmed Tahirî, Küçük Lütfü'nün hayr-ul-halefi ve Atabey'in kahramaný, bu havaliye nurlu ve güzel hediyeleri çok kýymetdardýr. Rahmânirrahîm hazine-i rahmetinden ona ve pederine her hurufuna ve her kelimeye mukabil rahmet etsin, âmin.

 

Aydýnlý Hasan Ulvi'nin kuvvetli kalemi, inþâallah merhum Âsým'ýn noksan býraktýðý vazife-i nuriyeyi tekmil edecek ve o güzel kalemle Âsým'ýn ve Lütfü'nün ruhlarýný þâdedecek. Onun küçük hediyesi, ilerideki kýymetdar hizmetlerini ihsas ederek büyük bir mevki aldý. Allah ondan razý olsun, âmin.

 

Risale-i Nur'un erkân-ý mühimmesinden ve resail içinde suâlleriyle ehemmiyetli bir mevki tutan ve onunla beraber mânen yaþayan kardeþimiz Re'fet Bey'in mektubuyle ve Gül fabrikasýnýn Gül-ü Muhammedî (A.S.M.) bahçesini yetiþtiren Hüsrev'in mektubuna ayrý birer mektubla cevab yazmak isterdim; fakat þimdilik vakit müsaade etmedi.

 

* * *

 

(51)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizin mektublarýnýzdan o kadar mesrûr oldum ki, târif edemem. Hususan Hüsrev'in çok kýymetdar iki mektubunda, Hacý Hâfýz'ýn köyünde Risale-i Nur'un pek fevkalâde bir surette tevessüü, o iki mektubu nüsha gibi ve bir hüccet-i katýa gibi saklayýp, bu havalideki talebelere bir tâziyâne-i teþvik olarak gösteriliyor.

 

Risale-i Nur, Kur'an'ýn bir mu'cize-i mânevîsi olduðu gibi; Hüsrev'in kalemi de, Risale-i Nur'un pek kuvvetli bir kerameti olduðunu buraca hergün tasdik ediyoruz. Hüsrev'in mektubuna karþý uzun mektub yazmak istiyorduk, arzumuza muvaffak olamadýk.

 

Mübarekler kahramanlarýndan Küçük Ali'nin mektubunda

 

sh: » (K: 81)

 

bana büyük bir ümid verdi. Merhum Abdurrahman'ýn elhak tam bir halefi olan kýymetdar ve mübarek büyük kardeþi olan Mustafa Hulûsi'nin, Hâfýz Ahmed isminde mübarek bir mahdumu, peder ve amcalarý sisteminde Risale-i Nur'a hizmet etmesi, yeniden Abdurrahman dünyaya gelmesi kadar beni müferrah etti.

 

Aras Atabey'de, eskide Lütfü, Zekâi gibi iki kýymetdar þakirdlerin yerlerini boþ býrakmayan, Aras kahramanlarý olan Tahir ve Abdullah Çavuþ'un Risale-i Nur'a hizmetleri, Aras hakkýnda endiþelerimi tamamen izâle etti.

 

Ýsmail oðlu Hüseyin'in hastalýðý beni müteessir etti. Ýnþâallah tam bir Lütfü olacak, çok da hizmet edecek. Sizlerin buraya gelen mektublarýnýz, kýsmen tensîkla lâhika'ya dercediliyor. Size bu defa mahrem Sýrr-ý اِنَّآاَعْطَيْنَا da istihrac-ý gaybîdeki mücmel hakikata dair birden kalbe ihtar edilen bir fýkra ile Tesettür Risalesi'ne hâþiye gönderiyoruz. Bu þuhur-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandýrýyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmaða çalýþacaksýnýz. Cenâb-ý Hak her bir gecesini sizin hakkýnýzda Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berât ve Leyle-i Kadir kadar kýymetdar eylesin, âmin.

 

(52)

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Mahrem Sýrr-ý اِنَّآاَعْطَيْنَا da cifirle istihracým, aynen Münâzarât Risalesi'nde "Bir nur çýkacak ve göreceðiz" diye gaybî müjdeler gibi, ilhamî ve hak bir hakikatý, fikrimle olan tatbikatýmda bir kusur vardý. O kusur, beni düþündürüyordu. Münâzarât ve Sünûhat gibi risalelerdeki müjde-i nuriye ise, Risale-i Nur tam halletti. Geniþ daire-i siyasiye yerine, yüksek bir daire-i nuriye ile o kusuru izale ettiði gibi, اِنَّآاَعْطَيْنَا sýrr-ý mahreminde, oniki onüç sene sonra "Ýslâmiyet'e darbe vuranlarýn

 

sh: » (K: 82)

 

baþlarýnda öyle müdhiþ bir patlayýþ olacak ki, kýyamete kadar unutulmayacak" meâlindeki istihrac-ý cifrî çok geniþ bir dairede olduðu halde, nur müjdesi sýrrýnýn aksine olarak dar bir dairede ve hususî bir hükûmette tatbik etmek suretiyle, fikrim o geniþ daireyi ihâta edemeyerek o hakikatýn suretini deðiþtirmiþ.

 

Halbuki o istihracýn gösterdiði ayný tarihte, o rejimin müessisi ve baþý dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve ayný senede, perde altýnda bilinmeyen ve küre-i arzýn ekserini ve nev'-i beþerin kýsm-ý âzamýný istibdadý altýna alan bir müdhiþ cereyanýn düðümü ve düðmesi ve mânen binler baþýndan bir baþý ve en müdhiþi olan o göçüp giden adam, tokat yediði ayný zamanda, daha sene tamam olmadan, o müdhiþ cereyanýn bütün baþlarý ve tarafdarlarý öyle semavî müdhiþ tokatlara ve þiddetli fýrtýnalý musibetlere tutulmaya baþladýlar; kýyâmete kadar azâbýný çekecekler ve çekiyorlar. Ve edyân-ý semaviyeye ve Ýslâmiyet'e ettikleri cinayetlerin cezasýný, çok geniþ bir dairede gördüler ve görüyorlar.

 

Mimsiz medeniyetin pisliði ile dünyayý mülevves ettikleri için, ayný istihracýn gösterdiði tarihte, o mimsiz medeniyetin baþýna da öyle bir semavî tokat indi ki, en karanlýk vahþetten daha aþaðý indirdi.

 

Elhâsýl: Sýrr-ýاِنَّآاَعْطَيْنَاda çok geniþ bir daire, dar bir dairede tatbik edilmiþ. Nur müjdesi ise; dar ve manevî fakat yüksek bir daireyi, geniþ ve maddî bir daire suretinde tasvir edilmiþti. Cenâb-ý Hakk'a yüzbin þükür ediyorum ki; bu iki kusurumu, kuvvetli bir ihtar-ý manevî ile ýslah etti. يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ sýrrýna mazhar eyledi. اَلْحَمْدُلِلَّهِ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ اْلكَائِنَاتِ

 

 

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Sakýn bu fýkranýn vasýtasýyla o sýrr-ý mahremi fâþ etmeyin ve o risaleyi de araþtýrmayýn. Yalnýz bu fýkrayý zararsýz görseniz haslara gösterebilirsiniz.

 

* * *

 

sh: » (K: 83)

 

(53)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu def'aki mektublarýnýz gelmeden evvel, bir ihtar ile kendi cevabýný kerametkârâne yazdýrmýþ. Demek, mektub sahiblerinin fevkalâde sadakatlarý keramet derecesine çýkmýþ.

 

Kardeþlerim, mektublarýnýzda çok yüksek düþünce ve takdirat, binden bir hisse de benim olsa hadsiz þükrederim. Belki Risale-i Nur'un manevî þahsiyeti ve çok kesretli talebeleri içinde bilmediðimiz gayet yüksek bir makam sahibi bir zâtýn te'siratý ve kumandasý hissediliyor. Benim gibi bin derece uzak bir bîçârede tasavvur ediliyor. Hakkým olmadan bana verilen ziyade ehemmiyetiniz inþâallah size zararý olmaz, fakat Risale-i Nur'un hüsn-ü cereyanýna zarar ihtimali var. Siz bir hakikatý hissediyorsunuz ve fevkalâde sadakat ve ihlasýnýz inþâallah hak görür, fakat surette bazan aldanýlýr. Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakýyet, Cenab-ý Hakk'a aittir.

 

* * *

 

(54)

 

(Ehemmiyetlidir)

 

Risale-i Nur talebelerinden bir kýsým kardeþlerimin benim

 

haddimin çok fevkinde hüsn-ü zanlarýný ve ifratlarýný tadil

 

etmek için ihtar edilen bir muhaveredir.

 

Bundan kýrk-elli sene evvel, büyük kardeþim Molla Abdullah (R. H.) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:

 

O merhum kardeþim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin (K. S.)nun has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürþidinin hakkýnda müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeþim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam gibi her þeye ýttýlâý var." Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarýný beyan etti.

 

Ben de o kardeþime dedim ki: "Sen mübalâða ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakikî sevmiyorsun; çünki kâinattaki

 

sh: » (K: 84)

 

ulûmlarý bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiðin bir Ziyaeddin'i seversin; yâni o ünvan ile baðlýsýn, muhabbet edersin. Eðer perde açýlsa ve hakikat görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner.

 

Fakat ben o zât-ý mübâreki, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünki Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleðinde, ehl-i îmana hâlis ve te'sirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Þahsî makamý ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açýlsa hakikî makamý görünse, deðil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bil'akis daha ziyade hürmet ve takdir ile baðlanacaðým. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin." (Hâþiye)

 

Benim o kardeþim insaflý ve müdakkik bir âlim olduðu için, benim nokta-i nazarýmý kabul edip takdir etti.

 

Ey Risale-i Nur'un kýymetdar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeþlerim!

 

Þahsiyetim itibariyle sizin ziyade hüsn-ü zannýnýz belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikatbîn zâtlar vazifeye, hizmete bakýp, o noktada bakmalýsýnýz. Perde açýlsa, benim baþtan aþaðýya kadar kusurat ile âlûde mahiyetim görünse, sizi kardeþliðimden kaçýrmamak, piþman etmemek için, þahsiyetime karþý haddimin pek fevkinde tasavvur ettiðiniz makamlara irtibatýnýzý baðlamayýnýz.

 

Ben size nisbeten, kardeþim; mürþidlik haddim deðil. Üstad da deðilim, belki ders arkadaþýyým. Ben sizin, kusuratýma karþý þefkatkârâne dua ve himmetlerinize muhtacým. Benden himmet beklemeniz deðil, bana himmet etmenize istihkakým var.

 

Cenâb-ý Hakk'ýn ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kýymetdar ve her ehl-i îmana menfaatli bir hizmette, taksîm-ül mesaî kaidesiyle iþtirak etmiþiz. Tesanüdümüzden hâsýl olan bir þahs-ý mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kýymeti ve üstadlýðý ve irþadý bize kâfidir.

 

_________________

 

(Hâþiye): Çünki sen muhabbetini ona pek pahalý satýyorsun. Verdiðin fiatýn yüz def'a ziyade bir mukabil düþünüyorsun. Halbuki onun hakikî makamýnýn fiatýna, en büyük muhabbet de ucuzdur.

 

sh: » (K: 85)

 

Hem mâdem bu zamanda her þey'in fevkýnde hizmet-i îmaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdýr; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ý îmaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz.

 

Risale-i Nur'un talimatý dairesinde ve bizlere bahþettiði hizmet noktasýnda feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzýmdýr. Onda terakki etmeliyiz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

(55)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Risale-i Nur'un kahramaný olan Hüsrev'in bu def'aki iki hediye-i kudsiyesi ve kerametkârâne o iki semavî hediyenin manevî i'cazlarýný gözlere de gösterir bir tarzda bu þuhur-u selâsede bizlere ve bu muhite hediye etmesi, Risale-i Nur nokta-i nazarýnda mu'cizane bir hizmettir. Ýnþâallah o Gül fabrikasýnýn kalemi, buralarý da gülistana çevirecek. Cenâb-ý Hak o kalem sahibine, yazdýðý her harf-i Kur'an'a mukabil Leyle-i Kadir'deki gibi otuzbin sevab ve rahmet ve hasene versin; âmin, âmin âmin.

 

Elhak, Tâhiri'nin de Lemeat hediyesini pek çok kýymetdar gördük. Ýnþâallah bu havalide ona çok sevap kazandýracak, tam bir Lütfi'dir. Allah muvaffak eylesin.

 

Azîz kardeþlerim! Sadakatýnýzdan tereþþuh eden ve haddimin pek çok fevkinde hüsn-ü zannýnýza karþý bundan evvel verdiðim cevabýn bir tetimmesi olarak, bu gelecek fýkrayý iki gün evvel yazmýþtýk. Sizin fevkalâde sadâkat ve ulüvv-ü himmetinizden tereþþuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karþý hüsn-ü zannýnýzý bir derece cerheden benim cevabýmýn hikmeti þudur ki:

 

sh: » (K: 86)

 

Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herþey'i kendi hesabýna aldýðý için, faraza hakikî beklenilen ve bir asýr sonra gelecek (Hâþiye) zât dahi bu zamanda gelse, harekâtýný o cereyanlara kaptýrmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini deðiþtirecek diye tahmin ediyorum.

 

Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri þeriat, biri îmandýr. Hakikat noktasýnda en mühimmi ve en azamý, îman mes'elesidir.

 

Fakat þimdiki umumun nazarýnda ve hâl-i âlem ilcaatýnda en mühim mes'ele, hayat ve þeriat göründüðünden o zât þimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini deðiþtirmek nev'-i beþerdeki cârî olan âdetullaha muvafýk gelmediðinden, her halde en âzam mes'eleyi esas yapýp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki îman hizmeti safvetini umumun nazarýnda bozmasýn ve avâmýn çabuk iðfal olunabilen akýllarýnda, o hizmet baþka maksadlara âlet olmadýðý tahakkuk etsin.

 

Hem yirmi seneden beri tahribkârâne eþedd-i zulüm altýnda o derece ahlâk bozulmuþ ve metanet ve sadâkat kaybolmuþ ki, ondan belki de yirmiden birisine îtimad edilmez. Bu acîb hâlâta karþý, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadâkat ve hamiyet-i Ýslâmiye lâzýmdýr; yoksa akîm kalýr ve zarar verir.

 

Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakýyetli hizmet, Risale-i Nur þakirdlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir. Her ne ise... Bu mes'ele þimdilik bu kadar yeter.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve bu eyyam-ý mübarekede dua ederiz; ve makbul dualarýný, gelecek eyyam ve leyâli-i mübarekede istiyoruz.

 

* * *

 

___________________

 

(Hâþiye): Bu cümle Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken, kendileri kontrol ve tashihden geçirdikleri 1958 tarihinde Ankara'da basýlan (Tarihçe-i Hayat Meslek ve Meþrebi) adlý kitabýnýn (215) ci sahifesinde mevcuddur. (Nâþir)

 

sh: » (K: 87)

 

(56)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Sizin Leyle-i Berâtýnýzý ve gelecek Ramazanýnýzý tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr'i hakkýnýzda ve hakkýmýzda bin aydan daha hayýrlý olmasýný ve defter-i a'mâlimize böyle geçmesini Cenâb-ý Hak'tan niyaz ediyoruz ve böylece, bayrama kadar اَللَّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْراً مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ duasýný etmeye niyet ettik.

 

Hem sizin iki mu'cizeli Kur'an'ý bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inþâallah o derece medar-ý bereket ve sevab ve hasenat ve fütuhat olacak ki; hakkýmýzda bu Ramazan'ýn herbir günü bir Leyle-i Kadir hükmüne geçeceðini rahmet-i Ýlâhiyeden ümid ederiz.

 

Þimdiden biz tedbir ettik ki: Ýki Kur'an'ý, Risale-i Nur'un buradaki has talebeleri Ramazan-ý Þerif'te, herbiri her günde bir cüz'ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan'ýn her gününde bir hatme-i Kur'aniye olarak, manevî ve çok geniþ bir mecliste, Isparta ve Kastamonu'yu ihata ederek bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur þakirdlerinin etrafýnýzda olarak; Nakþî'de hatme-i hâcegân tarzýnda, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur'un bütün þakirdleri mânen hazýr ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak, o kudsî hatmeyi yapmak, Cenab-ý Hakk'ýn rahmetinden tevfik niyaz ederiz.

 

Sâniyen: Hacý Hâfýz'ýn Sav Köyü'nün kahraman talebelerinin fevkalâde hizmetleri, oralarda sebeb-i teþvik ve medar-ý gayret ve nümune-i imtisal olduðu gibi, bu havalide dahi onlarýn o hârikulâde sa'y ve gayretleri, fevkalâde hüsn-ü misal ve nümune-i gayret olarak ehemmiyetli bir intibah ve iþtiyâka sebebiyet vermiþ. Kahraman Hüsrev'in onlara dair mektublarý,

 

sh: » (K: 88)

 

mübarek nushalar gibi, tenbellik, lâkaydlýk hastalýklarýna mübtelâ olanlara þifa olur, ellerde gezer.

 

Sâlisen: Sizin buraya gelen bu kýymetdar mektublarýnýzý Lâhika'ya yazmýþýz, fakat bazý kelimeleri tayyettik. Müfritane hüsn-ü zandan gelen cümleleri tâdil ettik, gücenmeyiniz.

 

Râbian: Ýslâmköyü, Kuleönü ortasýnda olan ve Sýddýk Sabri ve Lütfi gibi talebeleri yetiþtiren Atabey Karyesi, çok def'a hâtýrýma geliyordu. "Acaba bu köy neden geri kaldý, söndü?" diye düþünüp müteessir oluyordum. Fakat Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki; Tahir ve Abdullah Çavuþ o endiþemi tamamýyla izale ettiler, büyük bir teselli bana verdiler. Hattâ bu def'a Tâhir'in bize hediye ettiði Lem'alar ve Yedinci Þua'yý bir cild içinde cild ettikten sonra mütalâa ettim.

 

O Tahir'de, bir Hüsrev, bir Lütfi, bir Âsým gördüm. Cenab-ý Hak ondan ve sizlerden ebediyen râzý olsun. Onun o nüshasý, burada çok iþ görecek inþâallah.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ederiz. Ve bu mübarek eyyamda ve leyâlide dualarýný isteriz.

 

Kur'an-ý Azîmüþþân ve Mu'ciz-ül Beyan'ýn Hizb-ül Ekber-ül-Âzam namýnda, Resail-in Nuriye'nin menba'larý ve esaslarý olan beþyüzden fazla âyetleri yazdýk. Bu Ramazan'da size göndermeye muvaffak olamadýk. Ýnþâallah bir vakit size gönderilecek.

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(57)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Gavs-ý A'zam'ýn فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ te'minkârâne fýkrasý, þimdiye kadar Risale-i Nur'un þakirdleri hakkýnda ta-

 

sh: » (K: 89)

 

mamen mutabýk çýktý. Ýnþâallah Hüsrev, Rüþtü, Re'fet gibi kardeþlerimizin, bilhassa Hüsrev gibi çok metîn bir rüknün müfarakatý sureten elîm ve zararlý göründüðü halde, gayet hayýrlý bir suret almasýný rahmet-i Ýlâhiyyeden ümidvârýz.

 

Hattâ hapsimiz musibeti, gerçi zâhirî bir azab idi, fakat hakikat noktasýnda hizmetimiz hakkýnda büyük bir inâyet ve rahmete çevrildi. Lillâhilhamd sizlerin gayretinizle o havalide çok Hüsrev'ler var, meydana çýkmaða baþlamýþlar. Belki çok zamandan beri mütemadiyen çalýþmaktan Hüsrev'e bir istirahat verildi ve kýymetdar kalemi yerinde mübarek lisaný ve hâlisane ahvali yine kudsî hizmetini idame etmesini inâyet-i Ýlâhiyyeden ümidvârýz. Nasýlki Feyzi ve Salâhaddin'in askerliði de öyle mübarek oldu.

 

Kardeþlerim! Bu hâdise münasebetiyle Risale-i Nur'un tam mutabýk çýkan bir ihbar-ý gaybîsini beyan ediyorum:

 

Hüsrev ve Hulûsi ve Rüþtü ve Re'fet gibi Risale-i Nur'un çok þakirdleri, meslek-i askeriye ve bu ikinci Harb-i Umumiye'ye münasebetdar bir surette girmelerini ve Ýkinci bir Harb-i Umumî olacaðýný ve iþtirâkimizi altý-yedi sene evvel haber vermiþ. Çünki Yirmisekizinci Lem'a olan Ýkinci Keramet-i Aleviye'nin Ýkinci Emare'de فَيَا حَامِلَ اْلاِسْمِ bahsinde فَقَاتِلْ وَلاَ تَخْشَ beraber olsa, bin dokuzyüz kýrk küsur oluyor. Allahu a'lem, o tarihte bir harb-i umumîye iþtirâkimizi iþaret ediyor diye haber vermiþ. Ýþte þimdi ayný tarihtir ki, Risale-i Nur'un erkân-ý mühimmesi iþtirâk ediyor.

 

Kardeþlerimize birer birer selâm ederiz. Hilmi, Feyzi, Nazif ve Emin sizlere selâm ve arz-ý hürmet ederler.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

SAÝD NURSÎ

 

* * *

 

sh: » (K: 90)

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ لَىْلَةِ الْقَدْرِ فِى حُرُوفِ الْقُرْاَنِ

 

(58)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Bütün ruh u canýmla mübarek Ramazanýnýzý tebrik ederim. Ve o mübarek þehirde ettiðiniz dualarýn, Cenâb-ý Hak yanýnda makbul olmasýný Erhamürrâhimîn'den niyâz ederim.

 

Sâniyen: Bu seneki Ramazan-ý Þerif hem Âlem-i Ýslâm için, hem Risale-i Nur þakirdleri için gayet ehemmiyetli ve pek çok kýymetlidir.

 

Risale-i Nur þakirdlerinin iþtirak-i a'mâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sýrrýnca, herbirisinin kazandýðý mikdar, her bir kardeþlerine ayný mikdar defter-i a'maline geçmesi o düsturun ve merhamet-i Ýlâhiyenin muktezasý olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sýdk ve ihlâs ile girenlerin kazançlarý pek azîm ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alýr. Ýnþâallah emval-i dünyeviyenin iþtirâki gibi inkýsam ve tecezzi etmeden herbirisine ayný, amel defterine geçmesi; bir adamýn getirdiði bir lamba, binler âyinelerin herbirisine ayný lâmba inkýsam etmeden girmesi gibidir.

 

Demek, Risale-i Nur'un sâdýk þakirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr'in hakikatýný ve Ramazan'ýn yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sâdýk þakirdler sahib ve hissedar olmak, vüs'at-i rahmet-i Ýlahiyeden çok kuvvetli ümidvârýz.

 

Sâlisen: Fedâkar ve sebatkâr kardeþimiz Halil Ýbrahim'in haddimden binderece ziyâde hüsn-ü zanný ile istîmal ettiði tabirat, mektubunda gösterdiðisamimiyet; þiddet-i merbûtiyeti ve sarsýlmaz alâkasýný gösteriyor. OnunÜstadýna karþý tâbiratýný Risale-i Nur hakkýnda muvâfýkbulduðumuzdan «Üstad» kelimesini kaldýrdýk, onun yerine «Risale-i Nur'u»býraktýk. Risale-i Nur'u onun merhabalarýna muhatab ettik. ضylece Lâhikafýkralarý içine girdi. Benim tarafýndan ona yazýnýz ki:

 

 

 

* * *

 

sh: » (K: 91)

 

Þimdiye kadar, onu Risale-i Nur'un erkân-ý mühimmesindendir diye erkanlariçinde her vakit benim kazancýmda ismiyle hissedardýr. Onunla teþrik-i mesâi edenÝnce Mehmed gibi ve hapiste kitâbetiyle Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmet edenÞefik Bey gibi kardeþlerime selâm ederim. Halil Ýbrahim'in Hüsrev hakkýndakinurlu fýkrasý beni mesrur etti.

 

Râbîan: Hulusi Beyin gayet samimî ve dikkatli ve nükteli olan Sabri'yeyazdýðý mektub; Hulûsinin daima ihlâsý ve sadâkat ve terakkisini gösteriyor.Benim tarafýmdan da ona yazýnýz ki, þakirtlerin erkânýnda birinciliði daimamuhafaza ediyor. O benden hiç ayrýlmamýþ gibi bir vaziyettedir.

 

Hâmisen: Mübareklerin köyünden ve cemaatinden ve merhum Lütfü'nünhaleflerinden ve askere giden Küçük Hüseyin bana bir iki mektub yazdý, bencevabýný yazmýþtým, þimdi ise mektubun cevabýný alamadým diyeyazýyor. ضyleyse o mübarekler benim tarafýmdan ona cevab yazsýnlar, daimâkalemi iþlediði gibi, yine askerliði müddetince öylece hissedardýr. Mektubyazmadýðýma gücenmesin. Hem terhisten sonra benim yanýma gelmek arzu edipyazýyor, gelmek münâsib deðil. Mübareklerin ve baþta birinci Abdurrahman,Büyük Mustafa ve Hâfýz Mustafa ve kahraman Küçük Ali olarak cemaatlerimeselam ederim.

 

Ýslâm Köyü ile Atabey baþta kahramaný Ali Hâfýz ve Lütfü varisleri vehalefleri Sav Köyünün baþta Hacý Hâfýz Efendi ve kahramanlarý olarak pekçok selâm ederim ve o havalilerde bulunan bütün kardeþlerimize ve Isparta'da vebilhassa Barla ve Bedrede, Eðirdirde bulunan kardeþlerimize birer birer selam ederim vedua ve Ramazanlarýný tebrik ederim, duâlarýný da isterim. Buradaki kardeþlerinizde sizlere selam ve Ramazanýnýzý tebrik ediyorlar.

 

اَلْبَا قِىهُوَالْبَاقِى

 

Duanýzaçok muhtaç kardeþiniz

 

SaidNursî

 

***

 

 

 

sh: » (K: 92)

 

(59)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek, Kahraman Kardeþlerim.

 

Evvelâ: Bu mübarek Ramazan'da iþtirâk-i a'mal düstur-u esasiyle, her bir has kardeþimizin kýrkbin dili bulunan bir melâike hükmünde, kýrkbin diller ile, yani kardeþlerin adedince mânevî dilleri ile ettikleri ve edecekleri dualar, rahmet-i Ýlâhiye nezdinde makbûl olmasýný o lisanlar adedince, Cenâb-ý Erhamürrâhimîn'den niyaz ediyoruz. Bu mahiyetteki Ramazanýnýzý tebrik ediyoruz.

 

Sâniyen: Bu def'aki müteaddid te'sirli ve sürurlu ve müjdeli mektublarýnýza karþý, bir kitab kadar cevab vermek lâyýk iken, vaktin müsaadesizliði ile kýsa cevabýmdan gücenmeyiniz. En baþta, kahramanlar yataðý olan Sav Köyü'nün ehemmiyetli bir talebesi olan Ahmed'in mektubunda öyle büyük bir mes'ele gördüm ki, beni sürur yaþlariyle aðlattýrdý.

 

Cenâb-ý Hakk'a yüzbinler þükür olsun, Risale-i Nur'un tamam kýymetini, o köyün mübarek valideleri ve hanýmlarý tamam anlamýþlar. O mübarek hanýmlarýn ve kýymetdar ve hâlis âhiret hemþirelerimin, Risale-i Nur'un intiþarýna gösterdikleri fedakârlýk, beni ve bizi kemâl-i sürurdan aðlattýrdý.

 

Zâten Risale-i Nur'un mesleðindeki en mühim bir esasý, þefkat olduðundan ve þefkat madenleri de hanýmlar olduðundan, çoktan beri beklerdim ki, kadýnlar âleminde Risale-i Nur'un mahiyeti anlaþýlsýn.

 

Elhamdülillâh, bu havalide de, bu yakýnda erkeklerden ziyade bir iþtiyâk ve faaliyetle buradaki hanýmlar tam çalýþýyorlar; Sav'lý mübareklerin hemþireleri olduklarýný gösteriyorlar. Bu iki tezahür bu zamanda bir fâl-i hayýrdýr ki; o þefkat madenlerinde Risale-i Nur parlayacak, fütuhat yapacak.

 

Hem Sav Köyü'nün bahadýr çobanlarý, torbalarýnda Risale-i Nur'u yazmak için taþýmalarý, ayný oradaki hanýmlarýn fedakârlýklarý gibi bu havalide gayet te'sirli bir medar-ý teþvik olacak. O hanýmlarýn ve o çobanlarýn hususî isimlerini bilmek arzu ediyoruz. Tâ hususî isimleri ile has talebeler içine girsinler.

 

Kâtib Osman'ýn hakikatlý rü'yasý elhak büyük bir hakikata

 

sh: » (K: 93)

 

iþaret veriyor; çok mübarek ve müjdelidir. Rüþdü'nün rü'yasýnda,Peygamberimizin (A.S.M.) emriyle Hazret-i Sýddýk (R.A.) minberde Yirmidokuzuncu Sözü hutbesinde göstermesi gibi; o gökten inen Hurîye de, lâhikayý, hutbeokumasý Risale-i Nur'un makbûliyetine güzel bir iþarettir.

 

Büyük Hâfýz Ali'nin mektubu bizi çok mesrur ettiði gibi tevafukata dairkeþfettiði hakikat icmâlen haktýr. Küllî olmasa da ekserisince gördüðümânâ görünür. Ben de ayrý bir mânâ Hâfýz Ali gibi hissediyordum.Bugünlerde bana kanaat geldi ki; fýtrî kendi kendine gelen tevafukat-ý Nûriye,müellifin tabirâtýndaki noksanlarý tekmil ve kusurlarýný tashih ediyor gibigördüm. Yüz yerde fýtrî tevâfukun tam tamýna gelmesi ve bir kelimeye ihtiyaçgösteriyor, bakýyorum ki, o kelime te'lif vaktinde noksan býrakmýþtým. Eðerþimdi yazsa idim o kelimeyi yazmak lazým geliyordu. Bu vak'â pek çok tekrar etti.Yüzer def'a gördüm. Demek bir vazîfesi de bana îbârenin tam ifâdesinibildiriyor.

 

Aydýnlý Hasan'ýn pek güzel kalemiyle cem'iyetli mektubu beni fevkalâde mesrureyledi. Cenâb-ý Hak öyle kalemleri Risale-i Nur hizmetinde devam ettirsin. Yine SavKöyünün diðer kardeþimiz Ahmedin, Risale-i Nur'un küçük masum talebelerininhakkýnda haber verdiði hâdise o kadar medâr-ý sürûr ve þükrandýr ki, tarifedilmez. O çok mübarek köyün baþta Hacý Hâfýz Mehmedi, Ahmedleri,Mehmedleri gibi pek çok Risale-i Nur'a sahib ve nâþir veren o köy bizim için taþve topraðýyla mübarektir.

 

Sorduðunuz mes'ele : Ulemâ-i Þeriat cevab vermiþtir. Hayvanat birer istihalemakinasý olduðundan yedikleri pis þeyi temizlettirir Yalnýz pis þeyin kokusu gelsemekruhtur demiþler.

 

Bize evvelce Tâhir kalemiyle gönderilen Lem'alar aynen Hüsrev'in tarzýnda gayetgüzel ve þirin yazýlmýþ. Burada çok istifâde ediliyor. Acâba o Tâhir AtabeyliTâhir midir, yoksa Savlý Tâhir midir?

 

 

 

* * *

 

sh: » (K: 94)

 

(60)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Lâtif ve mânidar ve beþaretli iki hâdiseyi beyân ediyorum:

 

Birincisi: Me'yusâne bir hâtýradan müjdeli bir ihtar:

 

Bugünlerde hâtýrýma geldi ki:

 

Hayat-ý içtimaiyeye giren hangi þey'e temas etse, ekseriyetle günahlara marûz kalýyor. Her cihette günahlar serbestçe insaný sarýyorlar. Bu kadar günahlara karþý insanýn hususî ibadeti, takvasý nasýl mukabele edebilir? diye me'yusâne düþündüm.

 

Hayat-ý içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur þakirdleri hakkýnda necatlarýna ve ehl-i saâdet olduklarýna dair kuvvetli iþaret-i Kur'aniyeyi ve beþaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düþündüm.

 

Kalben dedim ki: "Herbiri bin yerden gelen günahlara karþý bir dil ile nasýl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?" diye mütehayyir kaldým. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:

 

Risale-i Nur'un hakikî ve sâdýk þakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iþtirâk-i a'mâl-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sýrrýyla herbir hâlis, hakikî þakird bir dil ile deðil, belki kardeþleri adedince diller ile ibadet edip istiðfar eder.

 

Risale-i Nur dairesinde sadâkat ve hizmet ve takva ve içtinab-ý kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancý kaçýrmamak için takvada, ihlâsta, sadakatta çalýþmak gerektir.Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder.

 

Bazý melâikenin kýrkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir þakird dahi, kýrkbin kardeþinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inþâallah ehl-i saâdet olur.

 

Ýkincisi: Eski zamanda, ondört yaþýnda iken icâzet almanýn alâmeti olan üstad tarafýndan sarýk sardýrmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaþýmýn küçüklüðüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakýþmadýðý...

 

Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karþý üstadlýk va-

 

sh: » (K: 95)

 

ziyeti deðil, ya rakib veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlýk vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadý. Ve evliya-yý azîmeden dört-beþ zâtýn vefat etmeleri cihetinde, elli altý senedir icazetin zâhir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadýn elini öpmek, üstadlýðýný kabul etmek hakkýmý bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyâeddin (R.A.) kendi cübbesini, o cübbeye sarýlan bir sarýk ile pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiðini bazý emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaþýnda cübbeyi giyiyorum. Cenâb-ý Hakk'a yüzbinler þükrediyorum (Hâþiye).

 

* * *

 

(61)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Size gönderdiðimiz حِزْبُ اْلاَكْبَرِاْلقُرْاَنِى nin baþýnda yazýlan ünvan içinde bir cümle noksan kalmýþ. Þöyle ki:

 

(Mu'cizatlý bir vird okumak isteyen bunu okusun) yerinde, (Mu'cizatlý ve herbir harfi on ve yüz ve beþyüz ve bin ve binler kadar sevab ve meyve veren bir virdi okumak isteyen, bu semavî virdi okusun) yazýlacak.

 

Sâniyen: Bundan evvel müjdeli hâtýrada, "Herbir hâlis ve hakikî müttakî þakird, kardeþleri adedince diller ile ibadet edip istiðfar eder" fýkrasýna, yine bir ihtar ile bu gelen cümle ilâve edilsin. Cümle de budur:

 

"Risale-i Nur dairesine, sadakat ve hizmet ve takvâ ve içtinab-ý kebair derecesiyle, o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancý kaçýrmamak için takvâda, ihlâsta, sadâkatta çalýþmak gerektir."

 

Sâlisen: Leyle-i Kadr'inizi, hem bu gelen bayramýnýzý bütün ruh u canýmýzla tebrik ve tes'îd ediyoruz.

 

* * *

 

_______________

 

(Hâþiye): Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve âhiret hemþirelerimizden Âsiye namýnda bir muhterem hanýmýn eliyle aldým.

 

 

 

sh: » (K: 96)

 

(62)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim!

 

Dünyada medar-ý tesellilerim ve berzah yolunda nuranî yoldaþlarým ve mahþerde inþâallah þefaatçilerim!

 

Sizin hem Leyle-i Kadrinizi, hem bayramýnýzý bütün ruh u canýmla tebrik ediyorum, tes'îd ediyorum.

 

Sâniyen: Þimdiye kadar hiç görmediðim bir surette, dehþetli bir hastalýktan fevkalme'mul bir tarzda Risale-i Nur'un hâlis talebelerinin þifa duasýnýn neticesi olarak, mu'cize gibi birden hârika bir kerametle þifa bulmamý size haber veriyorum. Bu vakýayý müþahede eden Emin ile Feyzi'nin o hârika hastalýða ait bu gelecek fýkrasýný medar-ý ibret için size gönderiyorum. Bütün kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ediyorum. Hüsrev'i de merak ediyorum.

 

Said Nursî

 

(63)

 

Isparta'daki Azîz Kardeþlerimize!

 

Üstadýmýzýn hastalýðý hakkýndaki meþhudâtýmýzý arz ve üstadýmýzýn kesb-i âfiyetini sizlere müjde etmek istiyoruz.

 

Ramazan-ý Þerif'te beþ gün savm-ý visâl içinde gýda olarak, ekmeksiz muhallebi üç kaþýk ve beþ-altý kaþýk da soðuk yoðurttan. Üçüncü gece, yarým kaþýk muhallebi ve dördüncü gece iftarda sulu þehriyeden beþ kaþýk, sahurda yine o þehriyeden ve yoðurttan üç dört kaþýk, su sayýlmamak þartýyla þehriyeden beþ dirhem, yoðurt süzülse on dirhem, muhallebi susuz altý-yedi dirhem; beþinci gecede, tanesiz gibi gayet hafif þehriye beþ-altý kaþýk, sahurda altý-yedi kaþýk pirinç çorbasý, mecmuu otuz dirhem (96 gr.) gýda ile beþ gün savm-ý visali, teravih noksan olarak sair vazifelerin yapýlmasý, Risale-i Nur þakirdlerini ihata eden inâyetin hârikalarýndan bir kerametini gördük.

 

Üstadýmýzdan hiç görmediðimiz ikimiz yani Emin, Feyzi;

 

sh: » (K: 97)

 

Barla, Isparta Süleyman'larý gibi inceden inceye hastalýk (Hâþiye) hiddetlerini tahrik etmemek için ihtiyat edemediðimizden, þiddetli hiddetini gördük. Bu hastalýkta yine eser-i rahmettir ki; hiç hatýr u hayâle gelmeyen aþr-ý âhirin gayet mühim gecelerinde, üstadýmýzýn tam îfa edemediði vazifesi yerinde bu havalide herbir þakird, kendi hususî çalýþmasýndan baþka, bir saati üstadý hesabýna Risale-i Nur'un þakirdlerinin mücahede-i maneviyelerine iþtirâk ve onlarý hedef edip onlarýn defter-i âmâline geçmeye, ayný üstad gibi çalýþmaða baþladýlar.

 

Demek üstad yerinde onun birkaç saat çalýþmasýna bedel, pek çok saatler ayný vazifeyi görmeye baþladýlar. Hattâ üstadýmýz diyordu: Ehemmiyetsizliðimle beraber Isparta havalisinde kardeþlerimizin âmâl-i uhreviyesine bir medar, bir müheyyic hükmünde benim kusurlu çalýþmam kâfi gelmiyordu; Cenab-ý Hak rahmetiyle, bu hastalýk vesilesiyle bir þahs-ý manevî ve kuvvetli bir medar olacak bu tedbiri ihsan etti, cüz'iyetten külliyete çýkardý.

 

Yine bu hastalýðýn letâifindendir ki; üstadýmýzýn hiç sesi çýkmýyordu, konuþamýyordu. Hiç beklenilmeden, bir iftar vaktinde bir doktor geldi, elini tuttu. Üstadýmýz dedi ki: "Ben hastalýðýmý muayene ettirmem, ben hekimlere muhtaç deðilim. Hekim, Cenab-ý Hak'týr." Birden canlandý, sesi çýkmaða baþladý. Güya kendisi bir doktor þeklini aldý. Doktor ise, hasta vaziyetine girdi. Doktora ehemmiyetli bir mektub okudu, doktorun derdine deva olacak bir ilâç oldu. Sonra top atýldý. Doktora dedi ki: "Burada iftar et." Doktor dedi ki: "Bugün kusur etmiþim, oruç tutamadým" demesiyle çok hayret ettiðimiz üstadýmýzýn vaziyeti, orucunu bozmuþ bir doktorun týb noktasýnda hâkîmane vaziyetini kabûl etmediði için o vaziyet ona verildiðini bildik.

 

Evet Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsinden gelen þifa duasý, öyle yüzbin doktora mukabil gelir diye biz de tasdik ettik. Bu hastalýðýn Leyle-i Kadir'de Risale-i Nur talebeleri, hususan masumlarýn ettikleri þifa dualarý öyle bir derece hârika bir surette te'sirini gösterdi ki, üstadýmýza sýhhat halinden daha ileri bir surette birden bir vaziyet verildi. Leyle-i Kadre lâyýk bir tarzda

 

_________________

 

(Hâþiye): Hastalýk o kadar þiddetli idi ki; dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.

 

sh: » (K: 98)

 

çalýþmaða baþladý. Risale-i Nur þakirdlerinden gelen bu dua-yý þifa, hârika bir mu'cize gibi bir keramet olduðunu biz gözümüzle gördük.

 

Orada bulunan kardeþlerimize birer birer selâm ve arz-ý hürmet eder, dualarýný isteriz.

 

Bura Risale-i Nur þakirdlerinden

 

Kardeþiniz

 

Emin, Mehmed Feyzi

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(64)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Çalýþkan ve Kuvvetli Arkadaþlarým ve Tarîk-ý Hakta ve Berzah Seyahatýnda ve Âhiret Yolunda Nuranî Yoldaþlarým!

 

Sizin bayramýnýzý, Leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ý Þerif'de makbûl dualarýnýzý bütün ruh u canýmla tebrik ve tes'id ediyorum. Cenâb-ý Hak bu bayramýn sürurunu, hakikî ve geniþ ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin, âmin.

 

Sâniyen: Sizin bu mübarek bayramýn hediyesi olarak gönderdiðiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kýymetdar görüyorum ki, târif edemem. Cennet-ül Firdevs'te âb-ý kevser destileri gibi, kemâl-i iþtiyâk ve þükranla ve sürurlu göz yaþýyla kabûl edip baþýma koydum. Böyle elmas kýlýnç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarýný Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ý Hakk'a hadsiz hamd ü þükrederim.

 

Sizlere de o mübarek kitablarýn, yazýlarýn herbir harfine mukabil Cenâb-ý Erhamürrâhimîn on hasene ihsan eylesin, diye niyaz ediyorum.

 

Hakikaten Hüsrev'in infikâki beni çok müteessir etmiþti. Fakat Tâhirî, o parlak kalemiyle benim o teessüratýmý izâle eyledi. O bütün efrad-ý ailesiyle, peder ve validesiyle Risale-i Nur'un

 

sh: » (K: 99)

 

has talebeleri içinde her vakit hissedar olacaklardýr.

 

Hem bu Tâhir'in yüzünden bugünden itibaren Atabey de, Ýslâmköyü, Sav Köyü, Kuleönü Karyeleri gibi Nurs Karyesine arkadaþ olup umum manevî kazancýý öyle bir derece hârika bir surette te'sirini gösterdi ki, üstadýmýza sýhhat halinden daha ileri bir surette birden bir vaziyet verildi. Leyle-i Kadre lâyýk bir tarzda

 

_________________

 

(Hâþiye): Hastalýk o kadar þiddetli idi ki; dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.

 

sh: » (K: 98)

 

çalýþmaða baþladý. Risale-i Nur þakirdlerinden gelen bu dua-yý þifa, hârika bir mu'cize gibi bir keramet olduðunu biz gözümüzle gördük.

 

Orada bulunan kardeþlerimize birer birer selâm ve arz-ý hürmet eder, dualarýný isteriz.

 

Bura Risale-i Nur þakirdlerinden

 

Kardeþiniz

 

Emin, Mehmed Feyzi

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(64)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Çalýþkan ve Kuvvetli Arkadaþlarým ve Tarîk-ý Hakta ve Berzah Seyahatýnda ve Âhiret Yolunda Nuranî Yoldaþlarým!

 

Sizin bayramýnýzý, Leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ý Þerif'de makbûl dualarýnýzý bütün ruh u canýmla tebrik ve tes'id ediyorum. Cenâb-ý Hak bu bayramýn sürurunu, hakikî ve geniþ ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin, âmin.

 

Sâniyen: Sizin bu mübarek bayramýn hediyesi olarak gönderdiðiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kýymetdar görüyorum ki, târif edemem. Cennet-ül Firdevs'te âb-ý kevser destileri gibi, kemâl-i iþtiyâk ve þükranla ve sürurlu göz yaþýyla kabûl edip baþýma koydum. Böyle elmas kýlýnç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarýný Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ý Hakk'a hadsiz hamd ü þükrederim.

 

Sizlere de o mübarek kitablarýn, yazýlarýn herbir harfine mukabil Cenâb-ý Erhamürrâhimîn on hasene ihsan eylesin, diye niyaz ediyorum.

 

Hakikaten Hüsrev'in infikâki beni çok müteessir etmiþti. Fakat Tâhirî, o parlak kalemiyle benim o teessüratýmý izâle eyledi. O bütün efrad-ý ailesiyle, peder ve validesiyle Risale-i Nur'un

 

sh: » (K: 99)

 

has talebeleri içinde her vakit hissedar olacaklardýr.

 

Hem bu Tâhir'in yüzünden bugünden itibaren Atabey de, Ýslâmköyü, Sav Köyü, Kuleönü Karyeleri gibi Nurs Karyesine arkadaþ olup umum manevî kazancýma hissedar oldu.

 

Isparta'nýn Hâfýz Ali'si -elhak- ikinci bir Hüsrev olduðuna, benim de kanaatým geldi. Cenâb-ý Hak onu ve Mehmed Zühdü gibi çok fedakârlarý ve Risale-i Nur'un hakikî sahiblerini Isparta'ya ihsân eylesin, âmin.

 

Mübareklerin kahramanlarýndan büyük Abdurrahman'ýn, Küçük Ali'nin, Hâfýz Mustafa'nýn faaliyet ve gayretleri ve Hâfýz Mustafa'nýn bu def'aki mektubundaki bazý noktalarý, beni sürur yaþýyla aðlattýrdý. Yalnýz bu kadar var ki; bir zarf içinde gönderilen yirmibeþ banknot bulundu, kimin zarfýndan olduðunu bilemedik.

 

Bilirsiniz ki, bütün ömrümde kimseden hediyeleri kabûl edemiyorum. Hattâ Rüþdü'nün bu def'aki hediyesini reddedip hâtýrýný kýrdým, geri çevirdim. Cenâb-ý Hak, beni muhtaç býrakmýyor. Ýnsanlara da muhtaç etmiyor. Beni merak etmeyiniz. Fakat Mübarekler Hey'etinde öyle bir þahs-ý manevî hissediyorum ki, kaidemi ona karþý muhafaza edemiyorum. O þahs-ý manevîyi kýzdýrmamak ve rencide etmemek için, yalnýz o paradan borç olarak beþ lirayý bu bayram umûr-u hayriyesine sarfetmek için kabûl ettim. Yirmisini Sabri vasýtasýyla ve nâmýyla geri gönderip iade ediyorum, gücenmeyiniz. Ve bilhassa ( حسن . ع . م ) gayet müstesna kalemiyle dört güzel hediyeleri pek çok kýymetdar göründü. Ýnþâallah bu havalide çoklarý þevkle kitabete sevkedecek. Böyle kuvvetli kalemleri Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ý Hakk'a yüzbinler þükür.

 

Mübârekler Hey'etinden Mehmed'in mektubu beni çok sevindirdi. Þimdi yazdýðým vakitte yanýmda bulunan memleketin eþrafýna okudum. O eþraflar da "Mâþâallah, Bârekâllah" dediler, hayretle alkýþladýlar. O mektubun ve ötekilerin birer kýsmýný Lâhika'ya kaydedeceðiz.

 

sh: » (K: 100)

 

Abdurrahman'ýn birinci vârisi ve Risale-i Nur'un birinci þakirdi Büyük Mustafa'nýn kapý istikbalinde arkadaþý olan Hacý Osman'ýn mektubu ve o mektubdaki rü'yalarý mânidar ve ettiði tâbir de doðrudur.

 

Azîz kardeþlerim, sizinle konuþtuðum bu dakika iftar vaktine yarým saat kalmýþ. Bayram gecesidir, hastalýk þiddetlidir. Onun için fazla konuþamýyorum. Bende büyük ve tehlikeli hastalýktan, Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsinin mu'cize gibi þifa duasý kerametiyle o tehlike geçti. Fakat öyle þiddetli bir öksürük, bir heyecan var ki, sizin gibi canýmdan ziyade sevdiðim kardeþlerimle konuþmayý kýsa kesiyorum.

 

Yalnýz bu kadar var ki, Isparta havalisinde yüzer genç Said'ler ve Hüsrev'ler yetiþmiþler. Bu ihtiyar ve zaif Said, dünyadan kemal-i istirahat-ý kalble veda etmeye hazýrdýr. Ve bilhassa mühim bir Medrese-i Nuriye olan Sav Köyü'nün baþta Hacý Hâfýz olarak Ahmed'leri, Mehmed'leri, hattâ muhterem hanýmlarý (Tâhir'in refika ve kerimeleri gibi) ve mâsum çocuklarý Risale-i Nur'la meþgul olmalarýný düþündükçe bu dünyada Cennet hayatýnýn manevî bir nev'ini zevk ediyorum, görüyorum. Oranýn Ahmed'lerinin hediyesini umum o köy hesabýna bir teberrük deyip, öpüp baþýma koydum.

 

* * *

 

(65)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, gayet þiddetli ve dehþetli hastalýðým, gayet merhametli ve çok sevablý olarak âfiyete yerini býrakýp gitti. Çok büyük bir nimet, içinde bulunduðunu ben ve buradaki arkadaþlarým tasdik ettik.

 

Hem Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür ve hamdediyorum ki; sizlerin bu def'aki hediye-i Ramazaniyeniz olan çok güzel nüshalarýnýz; bu bayramýmý çok bayramlarý birden toplayan bir küllî bayram hükmüne geçti. Ve bilhassa ikinci Hüsrev olan birinci Tâhir'in gayet dikkat ve tevafuklu yazdýðý risaleler beni o derece minnetdar ve mesrur ediyor ki, elimden gelseydi herbir nüshasýna on altun lira verecektim. Bu derece kuvvetli bir

 

sh: » (K: 101)

 

þakird Risale-i Nur'a sahib çýkmasý, ümidlerimizi çok kuvvetlendirdi.

 

Sav kahramanlarýnýn ve Mübareklerin karyelerine kendi karyesini, onlarýn safýna getirdi. Atabey (Aras) onunla ve onun gibilerle iftihar etmeli. Onun nüshalarýnda yanlýþlar pek çok azdýr. Yalnýz, oralardaki nüshalarda mânasý anlaþýlmayan bazý kelimeler varmýþ ki, istinsahta öylece kaydedilmiþ. Benim tashihimden geçen nüshalara mukabele edilse iyi olur. O kuvvetli ve fedakâr kardeþimizin mâsum çocuklarýnýn ve refikasýnýn yazdýklarý risaleleri güzelce bir cild yaptýk. Görenlere, hususan buradaki Risale-i Nur'un kadýnlar dâiresindeki kýzlar ve hanýmlara gayet te'sirli ve cazibedar bir nümune-i teþvik oldu.

 

Aydýn'lý Hasan'ýn hakikaten gayet müstesna bir kalemi var ve yazýlarýnda tam bir ihlâs görünür. Bu zât ne vakitten beri Risale-i Nur'a girdiðini ve ne halde olduðunu merak ediyorum.

 

Bu def'a Hulûsi'den uzun bir mektub, Abdülmecid vasýtasýyla aldým. Elhak o kardeþimiz sebat ve metanet ve ihlâsda birinciliði muhafaza ediyor. Ben de Abdülmecid vasýtasýyla ona yazdým ki: Isparta'daki kardeþlerimize yazdýðým mektublarda sen dahi bir muhatabýmsýn, seninle muhabere kesilmemiþ diye yazdým.

 

Hüsrev, Re'fet, Rüþdü'nün vaziyetlerini de merak ediyorum. Ve bilhassa Hüsrev ne haldedir? Ve Nur fabrikasýnýn sahibi Hâfýz Ali rahat mýdýr?

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ediyoruz.

 

(66)

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Müdâfaat Risalesinin baþýnda bu gelen parça yazýlmalý. Hem sizlerdekiMüdâfaat Risalenizde lüzumsuz, nezâketli ve musalâhakârâne kelimeleri tayedebilirsiniz. Bu def'aki sizden gelen o risalede zalimleri fazla okþayan cümle var.Lüzumsuz, haksýzlarý okþayan kelimeleri tay edebilirsiniz. Bu gelen fýkra sizlerdeki(Müdafaatýn evveline yazýlacak) yani 27. Lem'a ünvanýnýn altýnda kayd edilecek.

 

 

 

* * *

 

sh: » (K: 102)

 

Bu Müdafaa Risalesinde bulunan mülayimâne tâbirat ve müsalahakârâne ifâdeler ve zâlimleri okþayan kelimelerin bulunmasý, yüzden fazla taht-ý tevkife alýnan Risale-i Nur'un kýymetdar talebelerini ve müsadere edilen Risale-i Nur'un eczalarýný dehþetli zulmetlerden kurtarmak içindir. Yoksa mazlûmiyetimiz beni þiddetli konuþturacaktý. Bu risalede; asýl hücum Risale-i Nur'a karþý olduðu için, müdafaatda birinci derecede Ýlmî ve mantýkî bir tarzda Risale-i Nur'u müdafaa ediyor. Ýkinci derecede arkadaþlarýný kurtarmaða çalýþýyor. Kendi þahsýný müdafaa deðil, bilakis çürütüyor. Bu risaleyi okuyan evvelce âhirdeki layiha-i temyizi ve layiha-i tashîhi okumalý, sonra baþtan okumalý.

 

* * *

 

 

 

(67)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþimiz Hâfýz Ali Efendi!

 

Mektubunuzda yazmýþ olduðunuz (Sava ümmilerinden) kardeþimiz Mustafa veHüseyin'in rüyalarý Üstadýmýz hakkýnda tam tamýna zâhir tâbirinigözümüzle gördük. Hem Risale-i Nurun talebeleri telsiz telefon gibi mânevîhaber alýyorlar gibi bir hâdisedir.

 

Evet Üstadýmýzýn tesbihi kýrýldý. Yani mübarek gecelerde evrâd-ýmuntazamasýný tesbihlerle çekmek vazîfesi parçalandý. Ehl-i dünyadoktorlarýyla (Hâþiye) Üstadýmýzý muayene edip, bahanelerle belki kendihastanelerinde misafir etmek yüzde yüz ihtimali vardý. Hem o tesbih tanelerinin bircihette sevaplarýný onlar toplayacaktýlar. Fakat Risale-i Nur'un masum þakirdleriþifâ duâsiyle o tesbihi tam toplattýrdýlar, devam ettirdiler ve fedakâr þakirdleriÜstadýmýzý kucaðýna alýp onlarýn hastanelerindeki bakýcýlardan dahamükemmel baktýlar. Mânen misafir ettiler, Mustafa ve Hüseyin'in rüyalarýný tamtamýna tâbir ettiler.

 

------------

 

(Hâþiye): Ramazanda hastalýkta muâyene için gelen þimdi Said namýndao doktor yanýmýzda oturuyor. O zat on gün zarfýnda Otuzuncu Lem'ayýmükemmel, tevafuklu, Hüsrev gibi yazdý. Hem mükemmel anladý, hem has birþakird oldu. Eski hallerinden sýyrýldý. Fevkalâde bir surette terakkî etti.

 

 

 

Sh:»(K:103)

 

Evet, kardeþimiz Hâfýz Ali'nin Risale-i Nur'un esasý menbaý olan, beþyüzayetten fazla olan âyât-ý Kur'aniyeden mürekkep (Elvird-ül-A'zam) KurânýnýnHâfýz Ali Efendi'ye akþamda gelmesiyle, gecede ve fecirde Risale-i Nur þaktirdlerininerkanlarý, kahramanlarý ayný gecede ve fecrinde Hâfýz Ali Efendi'nin yanýnagelmeleri þüphesiz o mübarek (Hizb-ül Ekberin) bir kerâmeti olduðunu biz de tasdikediyoruz. Hem kardeþimiz Hâfýz Ali'nin husûsi bir mektubun arzu etmek münasebetiile, Üstadýmýz son mektubunda "Nur fabrikasý sahibi nasýl" diye yazmasiylekardeþimiz Büyük Hâfýz Ali'nin bu defa yoldaki mektubunun mânâ-yýiþârîsini bir hiss-i kablelvuku, ile hissetmiþ gibi, bu mektubu yazmasýihlâsýnýn bir nev-i kerâmeti olduðunu hissettik.

 

Bunlarýn münasebeti ile yirmi günden beri, Üstadýmýz musýrrâne tekrarettiði bir mes'elenin ucunda garib bir vakýa gördük. Þöyle ki; yirmi günden beribizlere ýsrar ile diyordu; iki üç rýzýk benim rýzkým içine girmiþ; benyiyemiyorum. Feyzi, birisi senin rýzkýn olmak kanaatim geliyor. Ýkisi daha var. Her haldeehemmiyetli iki misafirim olacak. Çünki ben bunu Barla'da çok tecrübe ettim. Ne vakitehemmiyetli bir misafirim gelecek, herhalde o vakte yakýn bir rýzýk benim rýzkýmiçine girdiðine benim kat'î kanaatým gelmiþti. Þimdi daha ehemmiyetligörüyorum, ya Isparta'dan veyahut baþka yerden ehemmiyetli misafirim olacak.

 

Bu hâdiseyi yirmi-otuz gündür musýrrâne bize söylüyordu. Þimdi birdenbire hiç hâtýr ve hayale gelmeyen, kardeþi Abdülmecid Efendi'nin büyük oðluNihat (R.H.) pederinden izin almadan bir hiss-i kabl-el vukû' ile o dehþetli hastalýkzamanýnda kendi parasýyla Ankara'ya gidip, merhum Abdurrahman'ýn oðlu Vahdet'igörüp, "Gel berâber amcamýza gideceðiz" deyip acele olarak o geldi. Vahdet degelmek üzeredir. Ýnþâallah bahara kadar Üstadýmýzýn yanýnda kalacaklar.

 

Üstadýmýz diyor ki "Bu dehþetli hastalýktan sonra, neseben en ziyâdealâkadar olduðum iki biraderzâdelerim, belki eski zamanda Abdülmecid veAbdurrahman'ýn sisteminde, bir küçük Abdulmecid ve bir küçük Abdurrahmanmedar-ý teselli olarak Cenâb-ý Hak feyziyle ihsan etti".

 

 

 

Sh:»(K:104)

 

Oradaki umum kardeþlerimize Üstadýmýzla beraber çok selam ve dua veistid'â ediyoruz.

 

اَلْبِاقِىهُوَاْلبَاقِى

 

Risale-i NurÞâkirdlerinden ve

 

Âhiret Kardeþlerinizden

 

Emin ve KüçükHüsrev olan Feyzi

 

***

 

(68)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Hâfýz Ali'nin bu def'aki mektubu birkaç cihette Risale-i Nur'a ait ikramât-ýÝlahiyye ve Risale-i Nur talebelerinin birbiriyle bir cesedin azalarý gibi alâkadarolduklarýný gösterir. Medrese-i Nuriyye olan Sava'nýn ümmileri Mustafa ve HüseyinDaðlý kardeþlerimizin gördükleri rüya pek manidardýr. Ve Isparta'nýn HâfýzAli'si Mehmed Zühtü ile (Hizb-ül Â'zam-ý Kur'ânî)'nin ihtiyarsýz istikbalinegelmeleri, o hizbin Risale-i Nur'a çok menfaattar olacaðýný gösteriyor. Cenâb-ýHakka hadsiz þükrediyoruz ki; gittikçe Isparta, havalisiyle Risale-i Nur'a tam sahiboluyor; yerleþtiriyor. Bir Said, bir Hüsrev'e bedel; pek çok Saidleri, Hüsrevleriyetiþtiriyor, ikimizin çekilmesi ile daha ziyade gayretle faaliyete geçen nâþirleriyetiþtiriyorlar.

 

Bu anda, bu gelen kelimeler hatýrýma geldi. (Üç keramet-i Aleviyye) Risale-iNur'a verdikleri kuvvet, üç Ali maddeten kalemleriyle o üç kerâmeti imza ediyorlar.Mübarek ve kýymetdar Hacý Hâfýz'ýn çok kýymetdar çok faal ve sebatkârköyünde, kahraman ahmedlerin ve Mehmedlerin gayretleri o havâlide o hâli, onlarýnvaziyetlerini iþitenleri, lâkaydlarý ve tenbelleri gayrete, þevke getiriyor.

 

Hâfýz Ali'nin bazý noktalarýný tâbir ve cevab olarak Mehmed Feyzi'nin veEmin'in yazdýklarý fýkrayý leffen gönderiyoruz. Bu defa bana gelen risaleler içindebazý mühimleri var. Kimin yazýsý olduklarýný bilemedim, tahminenSavlýlarýndýr, diyorum. Hakikaten en lâzým risaleleri göndermiþler. Eðer benistese idim, bunlarý isteyecektim. Baþta Tâhiri olarak onlarý yazan zat

 

 

 

sh: » (K: 105)

 

larýn defter-i âmâline Cenâb-ý Hak herbir harfine mukâbil on hasene ihsaneylesin (Âmin)...

 

 

 

(69)

 

Bugünlerde iki ince mes'ele kalbe geldi. Vaktinde kaleme alamadým. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakikatlara birer iþaret ederiz:

 

Birincisi: Kardeþlerimizden birisinin namaz tesbihatýnda tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar, tarîkat-ý Muhammediye'dir (A.S.M.) ve velayet-i Ahmediye'nin (A.S.M.) evradýdýr. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikatý böyle inkiþaf etti: Nasýlki risalete inkýlab eden velayet-i Ahmediye (A.S.M.) bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de, o velayetin tarîkatý ve o velayet-i kübranýn evrad-ý mahsusasý olan namazýn akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatlarýn ve evradlarýn fevkindedir. Bu sýr dahi þöyle inkiþaf etti ki:

 

Nasýl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakþide bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüþyar bir zât, namazdan sonra سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِdeyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zât-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn müvacehesinde, yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetle سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle ona ittibaen اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ dediði vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniþ dairesi bulunan hatme-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn dairesinde yüz milyon اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ larýndan tezahür eden azametli bir hamdi düþünüp içinde اَلْحَمْدُ لِلَّهِ

 

sh: » (K: 106)

 

ile iþtirâk eder ve hâkezâ... اَللَّهُ اَكْبَرْ اَللَّهُ اَكْبَرْ ve duadan sonra لآَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ لآَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ otuzüç defa o târikat-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn halka-i zikrinde ve hatme-i kübrâsýnda o sâbýk mâna ile o ihvan-ý tarîkatý nazara alýp, o halkanýn serzâkiri olan Zât-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a müteveccih olup اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ der, diye anladým ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ý salâtiyenin çok ehemmiyeti var.

 

Ýkinci Mes'ele: Otuzbirinci âyetin iþâretinin beyanýnda, يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا bahsinde denilmiþ ki: Bu asrýn bir hassasý þudur ki; hayat-ý dünyeviyeyi, hayat-ý bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yâni kýrýlacak bir cam parçasýný, bâkî elmaslara bildiði halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiþ.

 

Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki: Nasýl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair âza vazifelerini kýsmen býrakýp onun imdadýna koþar; öyle de, hýrs-ý hayat ve hýfzý, zevk-i hayat ve aþký taþýyan ve fýtrat-ý insaniyede dercedilen bir cihaz-ý insaniye, çok esbab ile yaralanmýþ, sair letaifi kendiyle meþgul edip sukut ettirmeye baþlamýþ; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaða çalýþýyor.

 

Hem nasýlki bir cazibedar, sefihâne ve sarhoþâne þa'þaalý bir eðlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanýmlar dahi o cazibeye kapýlýp hakikî vazifelerini ta'til ederek iþtirâk ediyorlar; öyle de, bu asýrda hayat-ý insaniye, hususan hayat-ý içtimaiyesi öyle dehþetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklý bir vaziyet almýþ ki; insanýn ulvî lâtifelerini ve kalb ve aklýný, nefs-i emmaresinin arkasýna düþürüp pervane gibi o fitne ateþlerine düþürttürüyor.

 

Evet hayat-ý dünyeviyenin muhafazasý için zaruret derecesinde olmak þartýyla, bazý umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ý þer'iye var. Fakat yalnýz bir ihtiyaca bi-

 

sh: » (K: 107)

 

naen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asýr, o damar-ý insanîyi o derece þýrýnga etmiþ ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ý dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terkeder.

 

Evet insaniyetin yaþamak damarý ve hýfz-ý hayat cihazý, bu asýrda israfat ile ve iktisadsýzlýk ve kanaatsýzlýk ve hýrs yüzünden bereketin kalkmasýyle ve fakr u zaruret-i maiþet ziyadeleþmesiyle o derece o damar yaralanmýþ ve þerait-i hayatýn aðýrlaþmasýyle o derece zedelenmiþ ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ý dikkati þu hayata celb ede ede o derece nazar-ý dikkati kendine celbetmiþ ki; edna bir hâcât-ý hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrýn bu acib hastalýðýna ve dehþetli marazýna karþý Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn tiryak-misâl ilâçlarýnýn nâþiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsýlmaz, sebatkâr, hâlis, sâdýk, fedâkâr þakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her þeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadâkatla, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam îtimad ile ona yapýþmak lâzým ki; o acib hastalýðýn tesirinden kurtulsun.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve duâ ediyoruz.

 

* * *

 

(70)

 

Azîz, Sýddýk, Sebatkâr, Metîn Kardeþlerim!

 

Sizin faaliyetiniz ve sebatkârane çalýþmanýz, Risale-i Nur dairesinin zenbereði hükmünde bizleri ve çok yerleri harekete getiriyorsunuz. Allah sizden ebeden razý olsun. Bin âmin âmin.

 

Size, Hizb-ül Kur'anî'den evvel gönderilen Risale-i Nur'un Vird-ül-Âzamýna ilhak etmek için bir parçayý yazdýk, bir parçayý da Yirmidokuzuncu Lem'ada yerini gösterdik. Benim hususî tefekküratým o neviden olduðu cihetle bana ihtar edildi, ben de yazdým.

 

Sâniyen: Birkaç gün evvel size gönderdiðim son mektubdaki, hayat-ý dünyeviyenin hayat-ý diniyeye galebe etmesine dair ikinci mes'elesi münâsebetiyle gâyet ince ve kaleme alýnmaz bir mâna kalbe zâhir oldu. Yalnýz gâyet kýsa o mânaya bir iþâret

 

sh: » (K: 108)

 

edeceðim. Þöyle ki:

 

Bu acib asrýn hayatperest ehl-i dalâleti aldatan, sarhoþ eden; fânilerden sûrî aldýklarý zevki gayet acý ve elîm olduðunu ve ehl-i îmanýn ve hidayetin ayný yerde ve o fânide bâkiyâne ve ulvî bir zevk bulunduðunu gördüm ve hissettim, fakat ifade edemiyorum.

 

Risale-i Nur'un müteaddid yerinde nasýl isbat etmiþ ki, ehl-i dalâlet için, zaman-ý hazýrdan mâadâ herþey madum ve firaklarýn elemleriyle doludur. Ehl-i hidayet için mazi, müstakbel müþtemilâtýyla mevcuddur, nurludur.

 

Aynen öyle de, fâniyatta, yani geçmiþ muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için fena-yý mutlak karanlýklarýnda madumdur, ehl-i hidâyet için mevcuddur, diye gördüm. Çünki eski zamanda çok alâkadar olduðum zevkli veya kýymetli ve þerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirane hatýrladým, müþtakane arzu ettim.

 

Neden bu mübarek vaziyetler mâzide kalýp fâni olsun, düþünürken, Ýman-ý Billâh nuru ihtar etti ki; o vaziyetler gerçi sureten fânidirler, birkaç cihette mevcuddurlar. Çünki Cenab-ý Hakk'ýn bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, dâire-i ilimde ve elvah-ý mahfuzada ve elvah-ý misaliyede bâki olduklarý gibi; nûr-u îmanýn verdiði bâkiyane münasebet noktasýnda fevkazzaman bir vaziyette mevcuddurlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladým. Ve dedim: "Madem Allah var, her þey var" darb-ý mesel cümlesi, bu büyük hakikatý da ifade eder. Kimin için Allah varsa, yani Allah'ýný bilse, herþey mevcuddur; kim Allah'ý bilmezse, ona herþey mâdumdur, diye delâlet eder. Demek «Elemli, karanlýklý, tahassürlü bir dirhem zevki, ayný yerde yüz derece ziyade dâimî, elemsiz bir zevke, sefahetle tercih edenler, aksi maksudlarýyla ayný zevkte elîm elemleri alýr.»

 

Sâlisen: Þahsen görmediðim ve yazýlarý ile çok defa görüþtüðümyeni meydana çýkan Risale-i Nur'un þakirdlerinden medrese-i Nuriye olan Sava'nýn veHacýlarkebir gibi köylerinin hâlis þakirdleriyle hayalen çok meþgul oluyoruz.

 

Aydýn þehri eskide Risale-i Nur'un mühim bir merkezi

 

 

 

* * *

 

sh: » (K: 109)

 

olmak ümidimiz vardý. O ümidim kýrýlmýþtý. Þimdilik Aydýnla Hasan(Âtýf) nâmýnda mümtaz kalemiyle ve isabetli dirayetiyle ve hâlis sadakatiyle,Risale-i Nur dairesinde hususan Mehmed Zühdü gibi ehemmiyetli bir rükünle el eleverip çalýþmakla o kýrýlmýþ ümidimi canlandýrdý.

 

Burada bulunan kardeþlerimizle beraber oradaki bütün Risale-i Nur talebelerineselam ve dua ve istid'a ederiz.

 

***

 

(71)

 

Yirmi Dokuzuncu Lem'ada ( اَللَّهُ اَكْبَرْ ) bahsinde metni bulunan ve Yirminci Mektubda kuvvetliîzah edilen ve ilim ve irade ve kudret-i Ýlâhîyi pek çok kuvvetli isbat eden buyazýlan arabî fýkra ile beraber yine Yirmi Dokuzuncu Lem'anýn Ýkinci Bâbýnýn ( اَللَّهُ اَكْبَرْ ) meratibinden birinci mertebesinin yarým sahifeden sonra ( اِنْ اُسْنِدَ كُلَّ اْلاَشْيَاءِلِلْوَاحِدِ ) kelamýndan baþlayýp, tâ ( اَلْمَرْتَبَةُالثَّانِيَة ) kadar yazýp ( اَْلاَيَتُ اْلكُبْرَى ) dan çýkan ( اَلْوِرْدُاْلاَعْظَمُ ) da ( وَحْدَه )bâbýnda yedinci ( لاَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ ) bahsinin âhirinde ( وَفِىاْلكَثْرَةِ صُعُوبَةٌ مُنْغَلِقَةٌ ) cümlesinden sonra bir hâþiye veya metinolarak arzunuz varsa, muvafýk görürseniz yazarsýnýz. Çünki benim hususîtefekküratýmda dahildir.

 

 

 

sh: » (K: 110)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ثَوَابَاتِ قِرَائَةِ حُرُوفَاتِ الْقُرْاَنِ الَّتِى قَرَاْتُمُوهَا بِنِيَّتِنَا فِى رَمَضَانَ

 

(72)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim!

 

Hâfýz Ali'nin bu def'aki mektubunda çok mübarek dualarý beni ve bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip þükre sevketti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düþenlere mâna-yý iþarîsiyle mededres ve halâskâr ve þifa ve medar-ý sürur olan اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ve اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا her musibetzedeye baktýðý gibi, bu geçen hastalýk cihetiyle bize de baktýðýný yazýyor. Evet Hâfýz Ali o noktayý tam görmüþ. Ben de tasdiken derim ki: Eðer o hastalýk yirmi derece tezâuf etseydi, bizlere kazandýrdýðý neticeye nisbeten yine ucuz düþerdi ve rahmet olurdu. Fakat Hâfýz Ali'nin kendi üstadý hakkýnda, benim haddimden pek çok ziyade isnad ettiði meziyet ve mâsumiyeti; onun mâsum lisanýyla hakkýmda medih olarak deðil, belki bir nev'i dua olarak tasavvur ediyoruz.

 

Hem Hâfýz Ali'nin, Sav gibi yerler, karyeler ve Isparta, birer Medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nur'un sâdýk þakirdleri hârikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri, bizleri belki Anadolu'yu belki Âlem-i Ýslâm'ý mesrur ve müferrah eden bir hakikatlý haber telâkki ediyoruz.

 

Âhir fýkrasýnda, Muhbir-i Sâdýk'ýn haber verdiði "Mânevî fütuhat yapmak ve zulümatý daðýtmak, zaman ve zemin hemen hemen gelmesi" diye fýkrasýna, bütün ruh u canýmýzla rahmet-i Ýlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur þakirdleri ise: Vazifemiz hizmettir, vazife-i Ýlâhiyeye karýþmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber; kemmiyete deðil, keyfiyete bakmak; hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ý dünyeviyeyi her cihetle hayat-ý uhreviyeye tercih ettir-

 

sh: » (K: 111)

 

meðe sevkeden dehþetli esbab altýnda Risale-i Nur'un þimdiye kadar fütuhatý ve zýndýklarýn ve dalâletlerin savletlerini kýrmasý ve yüzbinler biçârelerin îmanlarýný kurtarmasý ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mü'min talebeleri yetiþtirmesi, Muhbir-i Sâdýk'ýn ihbarýný aynen tasdik etmiþ ve vukuat ile isbat etmiþ ve inþâallah daha edecek. Ve öyle kökleþmiþ ki; inþâallah hiçbir kuvvet Anadolu'nun sînesinden onu çýkaramaz. Tâ âhirzamanda, hayatýn geniþ dairesinde asýl sahibleri, yani Mehdi ve þakirdleri (Hâþiye) Cenâb-ý Hakk'ýn izniyle gelir, o daireyi geniþlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah'a þükrederiz.

 

Hâfýz Ali'nin kýymetdar bir kardeþimiz olan Aydýn'lý Hasan Âtýf hakkýnda medhi ve tafsili bizi minnetdar etti. O kardeþimiz de haslar içinde her sabah yanýmýzdadýr.

 

* * *

 

(73)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizi tebrik ediyoruz, hakikaten müdakkik hâfýzlarsýnýz. Hüsrev'in yazdýðý Kur'an'da incecik sehivlerini bulmanýz, hýfzýnýzýn kuvvetine tam delalet ediyor. Bizler size minnetdar olduk ve teþekkür ediyoruz. Cenab-ý Hak sizlerden ebeden razý olsun. Bu münasebetle Risale-i Nur'un kahramaný olan Hüsrev, Risale-i Nur'un hizmetinde gösterdiði hârikalarý, nümune olmak için bir kýsmýný beyan edeceðiz. Þöyle ki:

 

Bu zât, dokuz-on sene zarfýnda dörtyüz risale kadar dikkatli ve tevafuklu olarak Risale-i Nur'dan yazdýðý gibi; hâfýz olmadýðý halde yazdýðý iki mükemmel Kur'an ile ve üçüncüsü -müteferrik surette- gözle görünür bir nevi i'caz-ý Kur'aný gösterir bir tarzda üç Kur'aný yazmýþ; tam mukabele edilmeden bize gelmiþ; biz de mukabele etmeden size göndermiþtik. Sizler de kemal-i dikkatle hareke ve harflerde gördüðünüz kýrk-elli sehiv, Hüsrev'in kaleminin ne derece hârika olduðunu gösterir. Çünki her Kur'an'ýn üçyüzbin altýyüz yirmi harfinde, o kadar hareke ve sükûnlarýnda yalnýz kýrk-elli sehiv bulunmasý, o kalemin isabette hârika olduðunu göste-

 

__________________

 

(Hâþiye): Bu cümle Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken bizzat kendileri kontrol ve tashihden geçirdikleri 1958 de Ankara'da basýlan (Tarihçe-i Hayatý Meslek ve Meþrebi) adlý kitabýnýn 219. sahifesinde mevcuddur. (Nâþir)

 

sh: » (K: 112)

 

rir. Çünkü her Kur'an'ýn üçyüz bin altýyüz yirmi harfinde o kadar hareke ve sükûnlarýnda yalnýz kýrk-elli sehiv bulunmasý, o kalemin isabette hârika olduðunu gösterir.

 

Lâtiftir ki; Hüsrev'in sehvini bulan bir zat, iki harfte bir sehiv etmiþ. Hüsrev yüzbin harfte bir sehiv etmiþ. Tashih eden, iki harfte noktayý býrakýp sehiv etmiþ. Demek o dikkatli hâfýzýn o sehvi, Hüsrev'in o sehvini afvettiriyor.

 

Hem bu Hüsrev'in kalemi gibi; fikri, kalbi de o nisbette hârika diyebiliriz. Risale-i Nur'a karþý irtibatý ve iþtiyaký ve kanaatý gittikçe terakki ve inkiþaf ediyor. Hiçbir hâdise onu sarsmýyor, fütur vermiyor.

 

Hem onun bir hârikasý odur ki: Risale-i Nur'a beþ sene yabanî kaldýðý halde birden intisab edip, bir ay zarfýnda on dört risaleyi Risale-i Nur'dan yazmýþ.

 

Hem Kur'anýn gözle görülen bir nevi lem'a-i i'câziyeyi, beþ-altý mushafta iþaretler yaptým, hatt-ý arabî-i Kur'anîleri mükemmel olan kardeþlerime taksim ettim. Bunlarýn içinde hatt-ý arabî-i Kur'an'da Hüsrev onlara yetiþemediði halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ý arabî muallime tefevvuk eyledi. Ve hatt-ý arabîde, en mümtaz kardeþlerimizden on derece geçti. Umumen onlar tasdik edip: "Evet bizden geçti, biz ona yetiþemiyoruz" dediler. Demek Hüsrev'in kalemi, Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyan'ýn ve Risale-i Nur'un mu'cizevari kerametleri ve hârikalarýdýr.

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

(74)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu def'a gelen Halil Ýbrahim'in Risale-i Nur'a gayet kuvvetli irtibatýný ve gayetyüksek derece-i takdirini ve fevkalâde sadakat ve ihlâsýný gösteren mektubulâhikaya girdi. Benim bedelime ona yazýnýz ki, daima onu Risale-i Nur'un ehemmiyetlibir rüknü ve gayet kuvvetli ve emniyetli bir sahibi olarak, dâima nazarýmýzdakýymetini muhafaza ediyor, belki terakki ediyor.

 

 

 

Sh:»(K:113)

 

Ýnce Mehmed ve Hâfýz Mehmed, emin gibi Risale-i Nur'a alâkadar olanlarýda, Risale-i Nur'un has talebeleri içinde hergün pek çok def'alar dua ve mânevîkazançlarda hissedardýrlar. Hem size hitab ettiðimiz zaman daima Halil Ýbrahim veHulûsi içiniz-de düþünüp öyle konuþuyorum.

 

 

 

* * *

 

(75)

 

EVVELCE, HAYAT-I DÜNYEVÝYEYÝ HAYAT-I UHREVÝYE-

 

YE TERCÝH ETMEYE DAÝR YAZILAN ÝKÝ PARÇAYA

 

TETÝMMEDÝR

 

Bu acib asrýn hayat-ý dünyeviyeyi aðýrlaþtýrmasý ve yaþamak þeraitini aðýrlatmasý ve çok etmesi ve hâcât-ý gayr-ý zaruriyeyi, görenekle tiryaki ve mübtelâ etmekle hâcât-ý zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatý ve yaþamayý, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmýþtýr. Onunla hayat-ý dîniye ve ebediye ve uhreviyeye karþý ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede býrakýr. Bu hatâsýnýn cezasý olarak öyle dehþetli bir tokat yedi ki, dünyayý baþýna Cehennem eyledi.

 

Ýþte bu dehþetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düþüyorlar ve kýsmen anlamýyorlar.

 

Ezcümle: Ben gördüm ki; ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kýsým zâtlar, bizimle gayet ciddî alâkadarlýk peyda ettiler. O bir-iki zâtta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasýný sever, tâ ki hayat-ý dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, iþi rastgelsin. Hattâ tarikatý keþf ü keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatýna bir dirsek, bir basamak gibi yapýyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i dîniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yalnýz müreccih (tercih edici) ve teþvik edici derecesinde olabilir. Eðer illet derecesine çýksa ve o amel-i hayrýn yapmasýna sebeb o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakall ihlâsý kýrýlýr, sevabý kaçar.

 

Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrýn belâ ve vebâsýndan ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarýcý, Risale-i Nur'un mizanlarý ve muvazeneleriyle, neþrettiði nur olduðu-

 

sh: » (K: 114)

 

nu kýrkbin þâhid vardýr. Demek Risale-i Nur'un dairesine yakýn bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.

 

Evet يَسْتَحِبّوُنَ اْلحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاَخِرَةِ iþaretiyle bu asýr, hayat-ý dünyeviyeyi hayat-ý uhreviyeye, ehl-i Ýslâm'a da bilerek severek tercih ettirdi.

 

Hem bin üç yüz otuz dört tarihinden baþlayýp, öyle bir rejim ehl-i Ýslâm içine de sokuldu. Evet عَلَى اْلاَخِرَةِ cifir ve ebced hesabýyla 1333 veya dört ederek, ayný vakitte eski harb-i umumî'de Ýslâmiyet düþmanlarý galebe çalmakla, muahede þartlarýný, dünyayý dine tercih rejimi mebdeine tevafuk ediyor. Ýki-üç sene sonra bilfiil neticeleri görüldü.

 

* * *

 

(76)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu þiddet-i soðukta sizden haber almadýðým için merak eyliyorum. Size, bu soðuðun bana verdiði þefkatli bir endiþeden çýkan arkadaki mes'eleyi gönderiyorum. Belki size de faidesi olur.

 

Hem buraca faidesi görülen haþre dair parçalarý Onuncu Söz'ün âhirinde toplayýp, bir lâhikasý hükmüne gelmiþtir. Birinci parça, Dokuzuncu Þua olan mukaddeme-i haþriye, Onuncu Söz'ün arkasýnda yazýlacak; ve bunun arkasýnda, o mukaddeme-i haþriyenin birinci makamýnýn yerinde ve bedeline Otuzuncu Lem'anýn Ýsm-i Hayy'a dair Dördüncü Remiz yazýlacak. Bunun arkasýnda, Ýkinci Þuâ olan Tevhid Risalesinin haþri isbatýna dair hâtimesinin baþýndan, tâ "Bu haþrin dört mes'elesi þimdilik yeter. Yine sadedimize dönüyoruz." cümlesine kadar yazýlacak. Sonra bunun arkasýnda Ýhtiyarlar Lem'asýnýn Beþinci Ricasýnýn ortasýndan baþlayan, "Evet, nass-ý hadîs ile nev'-i beþerin en mümtaz þahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin Enbiyanýn ilâ âhir.." tâ Altýncý Rica'ya kadar yazýlacak. Eðer haþre îit, sair risalelerde bunlar gibi parçalar varsa, münasib görseniz ilâve

 

sh: » (K: 115)

 

edersiniz. Bunlarýn heyet-i mecmuasýnýn te'siri büyüktür.

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

(77)

 

(Gayet ehemmiyetlidir)

 

Þiddet-i þefkat ve rikkatten, bu kýþýn þiddetli soðuðuyla beraber manevî ve þiddetli bir soðuk ve musibet-i beþeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlýklar þiddetle rikkatime dokundu.

 

Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkýnda bir nevi merhamet ve mükâfat vardýr ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düþer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkýnda bir nevi þehadet hükmüne geçiyor.

 

Üç-dört aydýr ki, dünyanýn vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk-çocuða acýyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarýn beyan ettiði taksimat, bu elîm þefkate bir merhem oldu. Þöyle ki:

 

O musibet-i semâviyeden ve beþerin zâlim kýsmýnýn cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve periþan olanlar eðer onbeþ yaþýna kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun þehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ý maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

 

Onbeþinden yukarý olanlar, eðer mâsum ve mazlum ise, mükâfatý büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarýr. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlýk perdesi gelmiþ ve madem âhir zamanda Hazret-i Ýsa'nýn (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, Ýslâmiyetle omuz omuza gelecek.

 

Elbette þimdi, fetret gibi karanlýkta kalan ve Hazret-i Ýsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanlarýn mazlumlarý çektikleri felaketler, onlar hakkýnda bir nevi þehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve þiddetleri altýnda musibet çekiyorlar.

 

sh: » (K: 116)

 

Elbette o musibet, onlar hakkýnda medeniyetin sefahetinden ve küfranýndan ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber; yüz derece onlara kârdýr diye hakikattan haber aldým. Cenab-ý Erhamürrahimîn'e hadsiz þükrettim. Ve o elîm elem-i þefkatten teselli buldum.

 

Eðer o felâketi gören zâlimler ise ve beþerin periþaniyetini ihzâr eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateþ veren hodgâm, alçak insî þeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

 

Eðer o felâketi çekenler, mazlumlarýn imdadýna koþanlar ve istirahat-ý beþeriye için ve esasat-ý dîniyeyi ve mukaddesat-ý semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlýðýn mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkýnda medar-ý þeref yapar, sevdirir.

 

(78)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sav medrese-i Nuriyesi'nin kahraman bir talebesi olan Marangoz Ahmed'in onun ve Savamedresesinin safvet ve ihlâsýný ve kuvvet ve irtibatlarýný gösteren mektubundabir-iki noktayý merak ediyorum. Bir-iki cihetle çok mesrur oldum. Mûcib-i merak birisi;Sav'da Risale-i Nur'u yerleþtiren mübarek Hacý Hâfýzlar beraber çalýþan veondan ders alan Hâfýz Mehmed kimdir. O zat bence hizmet cihetinde pek ehemmiyetligöründü.

 

Ýkincisi; o mektubda küçük talebelerden Hüseyin namýndaki zât HâfýzAli'nin bir-iki def'a ondan bahsettiði ondört yaþýnda iken ve hastalýkla beraberfevkalâde Risale-i Nur'la meþgul olan kýymetdar çocuk mudur?

 

Eski Said'in ondört yaþýndaki garip vaziyetini bana ihtar ettiði için merak ettim.Bizi mesrur eden bir cihet ise, Risale-i Nur'un dairesine masum çocuklarýn çokluklagirmesiyle sahife-i amâlimize onlarýn reddedilmez dualarý ve âmâl-i sâlihalarý girmesidir.

 

 

 

Sh:»(K:117)

 

Üçüncüsü; Sav medresesi etraf köylerine nurlarý neþretmesi ve onlarýnmasum çocuklarýný da Hâfýz Mehmed'in daire-i dersine celb etmesidir, diyemektubunda Ahmed yazýyor. Hem onun mektubunda Risale-i Nur'un okunmasýnýHüsrev'in hastalýðýna ilaç olduðu gibi pek çok def'alar da hattâ geçenmüthiþ hastalýðýmda gelen doktora okudum, hem ona hem bana ilaç olduðunugördük. Evet mânevî devâ olduðu gibi bazan maddî ilaç da oluyor.

 

***

 

(79)

 

Risale-i Nur'un santralý olan Sabri'nin mektubunda iki nokta nazar-ý dikkati celbetti.

 

Birincisi: Risale-i Nur'un yüksek talebelerine ve erkânlarýna izin ve icazetnoktasýdýr. Madem Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsi onlarý çok zamandairesinde muhafaza edip çalýþtýrmýþtýr. Elbette o sebatkâr hâlislere icazetvermiþ, izin onlarla beraberdir. Ben de ondan icazet alýyorum. Bu nokta þimdilik yeter.

 

Ýkinci Nokta: Hüsrev ve Süleyman Rüþtü her vakit berâberdüþündüðüm gibi Sabriyle, Sýddýk Süleyman da aynen öyledir. Mektublaveya hayâlen Sabriyle konuþsam dâima Süleyman da beraberdir. Bu def'amektubunda Süleyman'dan ve Risale-i Nur mescidinin müezzini Þem'in'inselâmýný yazmasý münasebetiyle benim için çok ehemmiyetli bulunanBarla'daki dostlarýmý, hususan Risale-i Nur'un baþkâtibi Þamlý Hâfýz veTevfik'i tahassürle tahattur ettirdi. Acâba o dostlarýmdan vefat edenler kimlerdir,onlardan sað olanlara selâm ve vefat edenlere dua..

 

 

 

(80)

 

Kardeþlerim!

 

Bugünlerde Rumuzat-ý Semaniye'ye ait iki risaleyi ehemmiyetli talebelere, bir yere gönderdim. Yol kapandý, gitmedi. O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalâa ettim. Fikren dedim ki: "Bu zevkli, güzel, meraklý, þirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevkedilmeden perde indi, baþka yolda sevkedil-

 

sh: » (K: 118)

 

dik, çalýþtýrýldýk."

 

Birden ihtar edildi ki: "O gaybî esrarý açacak olan meslekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kýymetli ve umumî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona þiddetle muhtaç ve Ýslâmiyetin temel taþlarý olan hakaik-i îmaniye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar gelecekti. En büyük ve en yüksek maksad olan hakaik-i îmaniyeyi, ikinci derecede býrakacaktý. Onun için idi."

 

Sure-i اِذَا جَآءَ نَصْرُ اللَّهِ remzinde, esrar-ý gaybiye gösterildi; birden kapandý, perde indi.

 

Hem bu sýr içindir ki, o yolda fazla istihdam edilmedik, yalnýz o meslek-i tevafukiyenin tereþþuhatýndan Risale-i Nur'un hakkaniyetine bir imza ve cezaletine bir zînet ve huruf-u Kur'âniyenin intizamýndan ve vaziyetlerinden tezahür eden bir nevi i'caz çýktý. Daha o yolda çalýþtýrýlmadýk.

 

Umum kardeþlerimize ve Risale-i Nur'da ders arkadaþlarýma birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarýný rica ederiz.

 

* * *

 

(81)

 

Aziz, Sýddýk, Mübarek, Mâsum Kardeþlerim!

 

Sizin çok mübarek ve nazarýmýzda çok kýymetdar ve benim nazarýmdaCennetin وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ tarafýndan ebedî ve Firdevsî bir hediye-i kudsiye gibi geçen ve gelen iki bayramý, Cennetin þekerlemeleri ve tatlýlarý gibi tatlýlaþtýran ve zînetlerin venakýþlarýn yetmiþ tarzlarýný giyen hurilerin hulleleri ve libaslarý gibi, mânevîmeclisimizin zinetlendiren kalem hediyenizi aldýk. Bu hediye, Risale-i Nur hizmetinoktasýndan ne derece ehemmiyetli olduðunu bu günlerde baþýma gelen verü'yama giren bir hâdise ile anlayýnýz Þöyle ki:

 

Bu çok kýymetdar mânevî hediyeyi almazdan üç gün evvel, aynenhediyeniz Kastamonu'ya geleceði anýnda rü'yada görüyorum ki; terfi- makam verütbe içinde bizlere bir ferman-ý

 

 

 

Sh:»(K:119)

 

þâhâne mânevî bir canibden geliyor kemal-i hürmetle ellerinde tutup bizegetiriyordular. Biz baktýk ki; o ferman-ý âlî, Kur'an-ý Azîmüþþân olarakçýktý. O halde bu mâna kalbe geldi:

 

«Demek Kur'an yüzünden Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsi ve bizþakirdleri, bir terfi ve terakki fermanýný âlem-i gaybdan alacaðýz.»

 

Þimdi tâbiri ise, o fermaný temsil eden mâsumlarýn kalemiyle manevî tefsir-iKur'ân'ý aldýðýmýzdýr. Bu rü'yanýn þimdiki tâbiri çýkmadan bir-ikisaat evvel Feyzi ile Emin'i gösterdikleri tâbir dahi haktýr ve ehemmiyetlidir.

 

Hem bu medar-ý sürur ve ferah olan hediye-i nûraniyeyi bir hiss-i kablelvuku' ilebenim ruhum tam hissetmiþ, akla haber vermemiþ idi ki; o gelmeden iki gün evvel, Feyzive Emin'in fýkrasýnda beyan edilen, rü'yayý gördüðüm gecenin gününde,sabahtan akþama kadar; ve ikinci günü de, kýsmen hiç görmediðim bir tarzda birsevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahane ile ferahýmý izhar edip, otuz-kýrk def'a tebessüm ile güldüm.

 

Hem ben ve hem Feyzi, taaccüb ve hayret ettik. Otuz günde (Hâþiye) bir def'agülmeyen, bir günde otuz def'a gülmek bizleri hayrette býraktý. Þimdianlaþýldý ki; o sürur, o sevinç mezkûr mânevî fermaný temsil edenmâsumlarýn ve ümmîlerin kalemlerinin yazýlarý nesl-i âtînin sahaif-ihayatlarýna, Âlem-i Ýslâmýn sahife-i mukadderatýna ve ehl-i îman istikbalinindefterlerine neþr-i envar edeceklerinin ve o mâsumlarýn hâlis ve sâfi amelleri vehizmetleriyle sahife-i âmâlimizde hasenatlarýný yazýp kaydetmesinin, Risale-i Nurþakirdlerinin mukadderatýný mes'ûdâne idamesinin haberini veren, o daha gelmiyenhediyeden geliyordu. Benim, o azîm yekûnden hisseme düþen binden bir cüz'üruhan hissedilmiþ, beni mesrurane heyecana getirmiþ idi.

 

Evet, böyle yüzer mâsumlarýn makbul amelleri ve reddedilmez duâlarý sairkardeþlerimin defterlerine geçmesi misillû,

 

-----------------

 

(Hâþiye): Evet, hiç bir vakit Üstadýmýzý bu kadar neþ'eli görmemiþtik.Sebebini bilmediðimizden hayret ediyorduk.

 

Emin,Feyzi

 

Sh:»(K:120)

 

benim gibi bir günahkârýn sahife-i âmâline dahi girmesi, binler sürur vesevinç verebilir. Böyle karanlýk bir zamanda, bu aðýr þerait altýnda böylemâsumane ve kahramanâne çalýþmak için biz,hem o mâsumlarý veümmîleri ve muallimlerini tebrik, hem peder ve validelerini tebrik, hem köylerini, hemmemleketlerini, hem milletlerini, hem Anadolu'yu tebrik ederiz.

 

Mübarek mâsumlarýn ve ümmîlerin herbirisine birer hususîteþekkürnâme ve tebriknâme yazmak elimden gelseydi yazacaktým; öyle isearzumu bilfiil yazýlmýþ gibi kabul etsinler. Ben onlarýn isimlerini bir daire suretindeyazacaðým, dua vaktinde bakacaðým. Hem onlarý Risale-i Nur'un has þâkirdleridairesine dâhil edip, bütün mânevî kazançlarýma hissedar edeceðim.

 

Benim tarafýmdan onlarýn peder ve validelerine veya akrabalarýna veüstadlarýna selâmlarýmýzý teblið ediniz. Cenâb-ý Hak onlarý veevlâdlarýný dünyada ve âhirette mes'ud eylesin, âmin.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarýný Kur'an'ýnmedh ü senasýna mazhar olan bu leyâli-i aþr olan on gecelerde rica ediyoruz. Emin'inve Feyzi'nin rü'yaya dair fýkralarýný da leffen gönderiyoruz.

 

 

 

(82)

 

Isparta'daki Kardeþlerimize;

 

Latif bir rü'yanýn, kadere ait bir mes'eleyi þuhud derecesinde bize kanaat verdiði gibi, o latif rü'yanýn ciddî ikinci parçasý, bizlere manevî bir müjde ve beþaret verdiði cihetle, siz kardeþlerimize beyan ediyoruz. Þöyle ki:

 

Ýki gün evvel Üstadýmýz rü'yada görüyor ki; ben yani Feyzi ile beraber gezmeye çýkýyoruz. Giderken, birden ben Üstadýma söylüyorum ki: (Buradan ben ayýnýn tesbihini toplayacaðýz.) Üstadým da bakýyor ki, beyaz ipler gibi dolaþmýþ birþey görüyor. Bu acib güldürecek sözümden ve ayýya tesbih isnad etmek vaziyetimden çok þiddetli gülerek uyanmýþ. Uyandýktan sonra da gülmüþ. Akþama kadar hiç görülmemiþ bir tarzda, yirmi-otuz

 

sh: » (K: 121)

 

def'a o hâdise-i nevmiyeyi gülerek benimle mülatafe etti. Münasebet olmayan bazý þeyler ile tâbire çalýþtýksa da, tâbire münasebet tutmadý.

 

Sonra ikinci gün, âdet-i müstemirrede, kendi tecrübesiyle, rü'ya-yý sâdýkanýn kýsmen ayný günde, kýsmen ikinci günün ayný saatinde bana benzeyen bir dost -ki, rü'yada Üstadýma benim suretimde görünmüþ- Üstadýmýzýn yanýna geldi dedi ki: "Ayýnýn yaðýný toplayanlardan alýp ve müezzin ve tesbih yapan bir adamýn tavsiyesiyle mühim bir adama, her sabah hastalýk için yutmasýný nasýl görüyorsun?" Üstadýmýz da, rü'yada güldüðü gibi aynen öyle gülmüþ. Birden rü'ya hatýrýna gelip bu acib ve ayný aynýna tâbiri kemâl-i taaccüb ve hayretle karþýlayýp, ona demiþ: "Sakýn istimal etmesin."

 

Yirmisekizinci Mektub'un rü'yaya ait Birinci Risalesi'nin Altýncý Nüktesi'nde; rü'ya-yý sâdýka, kader-i Ýlâhinin herþeyi ihâta ettiðine bir hüccet-i katýa hükmünde. Üstadýmýz binler tecrübe ile gördüðü gibi, aynen bu vâkýa dahi bizlere þuhud derecesinde kat'î isbat etti ki; hâdisat, vücuda gelmeden evvel mukadderdir, mâlumdur, muayyendir. Kader-i Ýlâhînin mizanýyla geliyor diye, bu rükn-ü îmaniye bize gayet lâtif ve kat'i bir nümune oldu.

 

Hem ayný rü'yanýn ikinci tabakasýnda Üstadýmýz görüyor ki; Risale-i Nur'un heyetine bir ferman geliyor. Birden geldi, o kudsî ferman Kur'an çýktý. Bunun tâbiri, ayný günün ayný tecrübe saatinde, Kur'an'ýn Hizb-ül-Ekber'i -ümid edilmediði bir vakitte, malûm Âsiye Haným'ýn hanesinde etrafý tezyin edilen Hizb-ül-Ekber'i- yüz senelik bir güzel kab içinde, o kabýn üstünde sýrma ile padiþahlarýn mühim fermanlarýnda turra-i þâhâne iþlenmiþ olduðunu gördük. Üstadýmýz dedi ki: Ferman geldi diye Kur'an çýktý. Þimdi de, Kur'an'ýn Hizb-ül-Ekber'i geldi. Üstünde ferman turrasý bulunduðundan, Risale-i Nur'un heyetine beþaretli ve medar-ý feyz ü terakki bir Ferman-ý Rabbanî hükmüne geçeceðini rahmet-i Ýlâhiyeden isteriz. Bu tâbirden sonra ikinci günü, sizin çok kýymetdar hediyeniz, hakikî tâbirini güneþ gibi meydana çýkardý.

 

Risale-i Nur talebelerinden ve daimî hizmetçilerinden

 

Emin ve Küçük Hüsrev olan Feyzi

 

* * *

 

sh: » (K: 122)

 

(83)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bütün ruh-u canýmla bayramýnýzý tebrik ederim. Ve bu bayramýmý çok mübarekleþtiren mübarek mâsumlarýn ve muhterem ümmî ihtiyarlarýn ve üstadlarýnýn bu def'a gönderdikleri kýymetdar risaleleri beþ cild olarak güzelce cildlettirdik, tanzim ettik.

 

Ýnþâallah onlardan çok istifade edilecek. O mübarek mâsumlarýn ve muhterem ümmîlerin mâsumane ve hâlisane yazdýklarý risaleler, Risale-i Nur'un kerametine yazýlarý da bir keramet ilâve ettiðini ve en güzel yazýlardan ziyade te'sirli olduðunu hissediyoruz.

 

Hattâ Feyzi'nin güzelce cildlettiði çocuklarýn tevafuklu mecmuasýný getirdiði vakit kuluncum ziyade aðrýyordu. Dedim: "Aman kardeþim! Benim kuluncumu tut, pek aðrýyor." Birden o mecmuayý açtýk, baktým; birden öyle bir þifa oldu ki, kuluncumu unuttuk. Sonra tahattur ettik, hayret ettik. Hem o risaleleri yazanlarýn isimlerini, hem yaþlarýný, o beþ mecmuanýn baþlarýnda medar-ý ibret ve onlara dua ettirmek için dercedeceðiz. Onlarý ve hususan üstadlarýný ve peder ve validelerini benim tarafýmdan birer birer, hem bu hizmetlerini hem bayramlarýný tebrik ediniz.

 

Hem Isparta hakkýnda benim büyük ümidimi fiilen isbat ettikleri için, bana büyük bir teselli verdikleri için, ölünceye kadar minnetdarlýðýmý onlara ve Mübarekler Hey'etine ve Medrese-i Nuriye ve Nur ve Gül fabrikasý sahiblerine teblið ediniz.

 

Namaz tesbihatýnýn sýrrýna göre: Nasýlki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlil ile bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (A.S.M.) ve zikir ve tesbih eden ve rûy-i zemin kadar geniþ bir halka-i tahmidat-ý Ahmediye (A.S.M.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medar-ý füyûzat olduðu gibi; ben ve biz de, Risale-i Nur'un geniþ daire-i dersinde ve halka-i envarýnda ders alan ve dua eden ve çalýþan binler masum lisanlarýn ve mübarek ihtiyarlarýn duâlarýna ve âmâl-i salihalarýna hissedar olmak ve dualarýna âmin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-ý mekân ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak

 

sh: » (K: 123)

 

hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. Hususan âhir ömrümde böyle kýymetdar, mâsum, mânevî evlâdlarý ve yüzer küçük Abdurrahman'larý bulmak, benim için dünyada bir Cennet hayatý hükmüne geçiyor.

 

Geçen Ramazan-ý Þerif'te, hastalýðým münasebetiyle, herbir kardeþim benim hesabýmla birer saat çalýþmalarýnýn pek büyük neticelerini aynelyakîn ve hakkalyakîn gördüðümden; böyle dualarý reddedilmez mâsumlarýn ve mübarek ihtiyarlarýn ve bahtiyar üstadlarýnýn, benim hesabýma arasýra lisanen ve kalben dualarý ve çalýþmalarý, kalemleriyle yardýmlarý, benim Risale-i Nur'a hizmetimin uhrevî bir netice-i bâkiyesini dünyada dahi bana gösterdi. اَلْحَمْدُ ِللَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

 

* * *

 

(Çok ehemmiyetlidir)

 

(84)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bugünlerde gayet sâdýk ve dikkatli bir kardeþimizin ihtiyatsýzlýðýndan küçük bir tokat yemesi münasebetiyle, hem bu dört ay müddetçe, binler adam kadar alâkadar olduðum halde; ahval-i âlemden, siyaset ve harbden kat'iyen bir haber almayýp ve istemeyip ve merak etmez bir tarzda bulunmamdan, Feyzi ve Emin gibi has kardeþlerimin hayretleri ve istifsarlarý sebebiyle bir hakikattan, çok def'a beyan ettiðim gibi yine bir parça ondan bahsetmek lüzum oldu. Þöyle ki:

 

Hakaik-i îmaniye, herþeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sâir þeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur'la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ý merak ve maksud-u bizzat olmak lâzým iken; þimdiki hâl-i âlem hayat-ý dünyeviyeyi hususan hayat-ý içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ý siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ý Ýlahînin bir cilvesi olan harb-i umumînin tarafgirane, damarlarý ve âsablarý tehyic edip bâtýn-ý kalbe kadar, hattâ hakaik-i îmaniyenin elmaslarý derecesine o zararlý, fâni arzularý yerleþtirecek derece-

 

sh: » (K: 124)

 

sinde bu meþ'um asýr öyle þýrýnga etmiþ ve ediyor ve öyle aþýlamýþ ve aþýlýyor ki; Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler; o siyasî ve içtimaî hayatýn râbýtalarý sebebiyle, hakaik-i îmaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede býrakýp, o cereyanlarýn hükmüne tâbi olarak hemfikri olan münafýklarý sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikatý belki ehl-i velâyeti tenkid ve adâvet eder, hattâ hissiyat-ý dîniyeyi o cereyanlara tâbi yaparlar.

 

Ýþte bu asrýn bu acib tehlikesine karþý, Risale-i Nur'un hizmet ve meþgalesi, þimdiki siyaseti ve cereyanlarýný o derece nazarýmdan iskat etmiþ ki; bu harb-i umumîyi bu dört ayda merak etmedim, sormadým.

 

Hem Risale-i Nur'un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i îmaniyenin vazifesi içinde iken, zâlimlerin satranç oyunlarýna bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaþtýrmamak gerektir.

 

Cenâb-ý Hak bize nur ve nuranî vazifeyi vermiþ; onlara da, zulümlü zulümatlý oyunlarý vermiþ. Onlar bizden istiðna edip yardým etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müþteri olmadýklarý halde, biz onlarýn karanlýklý oyunlarýna vazifemizin zararýna bakmaða tenezzül etmek hatâdýr. Bize ve merakýmýza, dairemiz içindeki ezvak-ý mâneviye ve envar-ý îmaniye kâfi ve vâfidir.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve bayramlarýný tebrik ederiz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (K: 125)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الثَّلْجِ

 

(85)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Tekrar bayramlarýnýzý bu havalideki kardeþlerimiz ile beraber tebrik ediyoruz. Sizin beþ-altý mektubunuza mukabil beþ-altý mektub yazmak hakkýnýzdýr; fakat benim ümmîliðim için kusura bakmazsýnýz. Bir kýsa mektub ile iktifa ediyorum.

 

Evvelâ: Hüsrev'in mektubu, Risale-i Nur'a hizmet edemediði için teessüfüne mukabil ona yazýnýz ki: Hüsrev'in câzibedar yazýlarý ve nüshalarý onun yerinde pek parlak bir surette hizmet ediyorlar; ve Hulûsi'nin Yirmiyedinci Mektub'a giren mektublarý dahi onun bedeline çalýþýyorlar; vazifesini kýsmen görüyorlar. Ve merhume validesine -mahsus- dua edilecek.

 

Ve Aydýnlý Hasan Âtýf'ýn, Hâfýz Ali'nin mektubunun Hâþiyesinde yazdýðý, misli görülmemiþ þu dua: "Yâ Rab! Güldür Said'i, tâ gülmesinden güller açýlsýn" diye pek garib fýkrasý, Risale-i Nur'a onun sadâkat ve ihlâsýnýn acib bir kerametidir ki; otuz günde bir defa gülmeyen o bîçâre Said, bir günde otuz def'a güldüðünün yazýlmasý ve size o mektubun gönderilmesi zamanýna tam tamýna tevafuk ediyor.

 

Marangoz Ahmed'in, cidden beni sürurla aðlattýran ve çok meraklarýmý izale eden Risale-i Nur'un mübarek þakirdlerinin kerametkârane, bir gecede oraya gelen mektublarý lâzým gelen yerlere göndermek için yazmalarý, beni fevkâlâde mesrûr ve müteþekkir eden mektubu, bir kitab kadar ve on mektub yerinde kabûl ettik.

 

Merhum ve kýymetdar ve çok vefakâr ve fedakâr ve sekiz sene bana hizmet eden bir kardeþimiz Marangoz Mustafa Çavuþ yerine, Cenâb-ý Hak rahmetiyle, kahraman Marangoz Ahmed'i verdi.

 

sh: » (K: 126)

 

Nur ve Gül fabrikasýnýn sahibi Hâfýz Ali'nin mektublarý, çok ince ve çok yüksek hissiyatýný ve kerametkârâne ihlâsýnýn derecelerini gösterdiðinden, pek uzun bir mukabele ister. Fakat þimdilik bu kadar deriz: O, umumun hesabýna bizlerin bayramýný tebrik ettiðine, biz de onu tevkil edip, umumumuz namýna herbir kardeþimize tebriki tekrar ediyoruz.

 

Mübarekler, Tâhir ile beraber; Tâhirî'nin bize o kýymetdar kalemiyle Cennet taamlarý gibi çok tatlý ve hurî libasý gibi çok güzel yazýlarý, burada herkesi lezzetle mütalâaya sevkediyor. Ve onun masume iki mübarek kýzlarýnýn yazdýklarý nüshalar burada kadýnlar, kýzlar âleminde geziyor; görenleri Risale-i Nur'a cezbediyor. Çok çalýþkan ve fedakâr Tâhirî'nin kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altýnda býraktý.

 

Risale-i Nur'un postacýsý mübarek Abdullah ne halde olduðunu soracaktým. Hâfýz Ali'nin mektubunda, sormadan cevabýmý aldým. Allah, ikisinden râzý olsun. O mektubun âhirinde, mâzi ve müstakbel ve semavat ehlini dahi mesrur eden mâsumlarýn ve mübarek ümmî ihtiyarlarýn hediye-i mâsumaneleri beyanýndaki fýkrasý gayet güzel düþmüþ.

 

Hâfýz Ali'nin mektubunda, Tâhiri'nin yazdýðý ve göndereceyi sözleri daha alamadýk. Nur iskelesinin nâzýr-ý bînazîri Sabri, basiret-i basîrin hususî mektubunda yazdýðý mübarek bir hemþiremin Cevþen-ül-Kebîr'i ezber etmesi; eskiden beri o hemþire, Risale-i Nur talebeleri içinde bulunduðuna istihkakýný gösteriyor. Onun nâmýyla beraber duada namý zikredilen ve Hazret-i Mevlâna Hâlid'in cübbesini tam muhafaza edip bize yetiþtiren Âsiye Haným'ýn birden lisanýna gelen bir fýkra size gönderilecek.

 

O Kozca Hatîbi, Risale-i Nur'la tam alâkadarsa, Sabri benim bedelime ona selâm etsin. Bize gelen mâsum ve ümmîlerin ve üstadlarýnýn risalelerini, yedi cild olarak güzelce tasnif ettik. Mâsumlarýn tevafuklu güzel parçalarý bir cild; ve ihtiyarlarýn güzel parçalarý içinde kahraman Þükrü'nün Mu'cizat-ý Ahmediye güzel nüshasý içinde olarak ikinci cild. Yedi cildin herbirinin baþýnda üçüncü sahifede gelen fýkra, medar-ý ibret olarak yazýlmýþtýr.

 

sh: » (K: 127)

 

Risale-i Nur'un küçük ve mâsum þakirdlerinin elli-altmýþ talebesinin ve kýrk-elli ümmi mübarek ihtiyarlarýn ve kýymetdar üstadlarýnýn yazdýklarý tevafuklu ve þirin nüshalarý bize göndermiþler. O parçalarý yedi cild içinde cem'ettik.

 

Bu mübarek ümmî ihtiyarlarýn kýrk sene sonra Risale-i Nur hatýrý için her iþe tercihan yazýya baþlamalarý ve mâsum çocuklarýn, Risale-i Nur'dan ders aldýklarý ve yazdýklarý risalelerin bir kýsmýdýr. Onlarýn bu zamanda, bu ciddî çalýþmalarý gösteriyor ki, Risale-i Nur'da öyle mânevî zevk ve cazibedar bir nur var ki, mekteblerde çocuklarý okumaða þevkle sevketmek için ìcad ettikleri her nevi eðlence ve teþviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir þevk Risale-i Nur veriyor ki; çocuklar ve ümmî ihtiyarlar böyle hareket ediyorlar.

 

Hem bu hal gösteriyor ki, Risale-i Nur kökleþiyor. Ýnþâallah onu hiçbir þey koparamayacak; ensal-i âtiyede de devam edip gidecek.

 

Aynen bu mâsum küçük þakirdler gibi, Risale-i Nur'un cazibedar dairesine giren bu ümmî ihtiyarlarýn, kýsmen çobanlarýn ve yörük ve efelerin bu zamanda, bu acib þerait içinde herþeye tercihan Risale-i Nur'a bu surette çalýþmalarý gösteriyor ki, bu zamanda Risale-i Nur'a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; çiftçiler, çobanlar, yörük efeler (Hâþiye) hacat-ý zaruriyeden ziyade bir hacat-ý zaruriyeyi, Risale-i Nur'un hakaikýný görüyorlar."

 

* * *

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu tarafta yol kapandý, posta gelmiyordu. Sizlerden gelecek bir mektub veya bir risaleyi bekliyordum. Þimdi ruhuma bir ihtar ile daha beklemeyerek, burada hüsn-ü tesirini gösteren üç parçayý gönderiyorum. Masumlarýn ve ümmi mübarek ihtiyarlarýn ve kahraman Tahirî'nin nüshalarý parlak bir tarzda fütuhat yapýyorlar. Yalnýz cüz'î birkaç parçayý tashih ederken

 

---------------------

 

(Hâþiye): Bilhassa Risale-i Nur kahramanlarýndan Þükrü Efe ve bilhassa dað kumandaný Çoban Veli'nin ve yörük aþiretlerinden Bahadýr Süleyman'ýn ve emsalinin gayretlerine iþarettir.

 

sh: » (K: 128)

 

zahmet çektim. Fakat o zahmet, bana tatlý geliyordu. Hem ayn-ý rahmet oldu. Beni de o masum ve mübareklerin kafilesine dahil ederek, benim hattýma benzedikleri için, kendim o parçalarý yazmýþ gibi tam sahib oldum. Eðer ben yazsaydým, aynen onlar gibi olurdu.

 

* * *

 

(87)

 

KASTAMONU'DAKÝ KARDEÞLERÝMÝZE HÝTABEN YAZILAN BÝR HAKÝKATTIR. (Belki size de faidesi olur diye gönderdim.)

 

Risale-i Nur kendi sâdýk ve sebatkâr þakirdlerine kazandýrdýðý çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kýymetdar neticeye mukabil fiat olarak, o þakirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimi ve sarsýlmaz bir sebat ister. Evet Risale-i Nur onbeþ senede kazanýlan kuvvetli îman-ý tahkikîyi, onbeþ haftada ve bazýlara onbeþ günde kazandýrdýðýna, yirmi senede yirmibin zat tecrübeleriyle þehadet ederler.

 

Hem iþtirâk-i a'mâl-i uhreviye düsturuyle, herbir þâkirdine, her bir günde binler hâlis lisanlar ile edilen makbûl dualarý ve binler ehl-i salâhatýn iþledikleri a'mâl-i sâlihanýn misil sevablarýný kazandýrýp, herbir hakikî, sâdýk ve sebatkâr þakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiðine delil; kerametkârâne ve takdirkârane Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anhýn) üç ihbarý ve keramet-i gaybiye-i Gavs-ý A'zam'daki (K.S.) tahsinkârâne ve teþvikkârâne beþareti ve Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyan'ýn kuvvetli iþaretle, o hâlis þakirdler ehl-i saadet ve ashab-ý Cennet olacaklarýna müjdesi pek kat'î isbat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiat ister.

 

Madem hakikat budur. Risale-i Nur dairesinin yakýnýnda bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofî meþreb zatlar, onun cereyanýna girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve geniþlemesine çalýþmak ve þâkirdlerini teþvik etmek ve bir buz parçasý olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ý hayat havuzuna atýp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa Risale-i Nur'a

 

sh: » (K: 129)

 

karþý rakìbane baþka bir çýðýr açmak ile hem o zarar eder, hem bu müstakìm ve metin cadde-i Kur'aniye'ye bilmeyerek zarar verir; zÝÝÝÝÝÝÝýndýkaya bir nevi yardým olur.

 

Sakýn, sakýn! Dünya cereyanlarý, hususan siyaset cereyanlarý ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasýn. Karþýnýzda ittihad etmiþ dalâlet fýrkalarýna karþý periþan etmesin! اَلْحُبُّ فِى اللَّهِ *وَ الْبُغْضُ فِى اللَّهِ düstur-u Rahmanî yerine, el'iyâzübillâh اَلْحُبُّ فِى السِّيَاسَةِ وَ الْبُغْضُ لِلسِّيَاسَةِ düstur-u þeytanî, hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeþine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaþýna muhabbet ve tarafdarlýk ile zulmüne rýza gösterip, cinayetine manen þerik eylemesin.

 

Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhlarý azâb içinde býrakýr. Selâmet-i kalb ve istirahat-ý ruh isteyen adam, siyaseti býrakmalý.

 

Evet, þimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardýr, azab çekiyor, periþandýr. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i Ýlahiyeden ve hikmet-i tâmme-i Sübhâniyeden habersiz olduðundan, nev-i beþere rikkat-i cinsiye, alâkadarlýk cihetiyle kendi eleminden baþka nev-i beþerin þimdiki elîm ve dehþetli elemleriyle dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünki lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem iþlerini býrakýp âfâkî ve siyasî boðuþmalara ve kâinatýn hâdisatýna merak ile dinleyerek, karýþarak ruhlarýný sersem ve akýllarýný geveze etmiþler. Ve bilerek kendi zararýna fiilen rýza göstermek cihetinde, zarara razý olana þefkat edilmez mânasýndaki اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ kaide-i esasiyesiyle þefkat hakkýný ve merhamet liyakatýný kendilerinden selbetmiþler. Onlara acýnmayacak ve þefkat edilmez. Ve lüzumsuz baþlarýna belâ getirirler.

 

Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzýn bu yangýnýnda

 

sh: » (K: 130)

 

ve fýrtýnalarýnda, selâmet-i kalbini ve istirahat-ý ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnýz hakikî ehl-i îman ve ehl-i tevekkül ve rýzadýr. Bunlarýn içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un dairesine sadâkatla girenlerdir.

 

Çünki bunlar, Risale-i Nur'dan aldýklarý îman-ý tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herþeyde rahmet-i Ýlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her þeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adâletini müþahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rýza ile, rububiyet-i Ýlâhiyenin icraatýndan olan musibetlere karþý teslimiyetle, gülerek karþýlýyorlar, rýza gösteriyorlar. Ve merhamet-i Ýlahiyeden daha ileri þefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler.

 

Ýþte buna binaen, deðil yalnýz hayat-ý uhreviyenin, belki dünyadaki hayatýn dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur'un îmanî ve Kur'anî derslerinde bulabilirler.

 

* * *

 

(88)

 

Bugünlerde Ýki Hatýradan Ýki Ýhtar:

 

Birincisi: Bu þehirde Risale-i Nur'a intisab eden ihtiyar hanýmlar sebat ettiklerini ve baþkalar gibi sarsýlmadýklarýný düþündüm. Birden bu Hadîs-i þerif ihtar edildi: عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ yani: «Âhir zamanda, kadýnlarýn samimî dinlerine ve kuvvetli ìtikadlarýna tâbi olunuz.»

 

Evet ihtiyar kadýnlar fýraten zaife ve hassas ve þefkatli olmalarýndan, herkesten ziyade dindeki teselli ve nura muhtaç olduðu gibi; herkesten ziyade fýtratlarýnda fedakârâne þefkat cihetiyle, dinde bulduðu nihayetsiz þefkatperverâne bir nur-u teselli ve iltifat-ý merhamet-i Rahman ve nokta-i istinad ve nokta-i istimdada ihtiyacý var. Tam sebat etmek, fýtratlarýnýn muktezasýdýr. Onun için, bu zamanda o hâcâtý tam yerine getiren Risale-i Nur, herþeyden ziyade onlarýn ruhlarýna hoþ geliyor ve kalblerine yapýþýyor.

 

sh: » (K: 131)

 

Ýkincisi: Bugünlerde benim yanýma müteaddid ayrý ayrý zatlar geldiler. Ben onlarý âhiret için zannettim. Halbuki ya ticaret veya iþlerinde bir kesad ve muvaffakýyetsizlik olduðundan, bize ve Risale-i Nur'a, muvaffakýyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istiþare istediklerini anladým.

 

Ben bunlara ne edeyim ve ne diyeyim? diye tahattur ettim. Birden ihtar edildi: "Ne sen divane ol ve ne de onlarý divanelikte býrakýp divanece konuþma. Çünki yýlanlar zehirine karþý tiryak tedarikiyle ve onlarý kaçýrmasýyla meþgul ve vazifedar bir tek adam, yýlanlar içinde duran ve sineklerin ýsýrmasýna mâruz olan ve sinekleri kaçýrmak için çok yardýmcýlarý bulunan diðer bir adama, yýlanlarýn ýsýrmasýný býrakýp ona, sinekler ýsýrmamasýna yardým için koþan divanedir. Ve onu çaðýran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuþmaktýr."

 

Evet, hadsiz hayat-ý uhreviyeye nisbeten muvakkat ve fâni kýsacýk hayat-ý dünyeviyenin zararlarý, sineklerin ýsýrmasý gibidir. Hayat-ý ebediyenin zararlarý, ona nisbeten yýlanlarýn ýsýrmasýdýr.

 

Otuz alÝtý yapraktan ibaret ve Ýmâm-ý Ali Radýyallahü Anhýn fevkalâde takdirine mazhar olan otuzikinci Söz'ün kendi kendine tekellüfsüz gelen > tevafuku Risale-s Nur'un bu havâlideki gayet muhim bir talebesi olan Ahmed Nazif'in nüshasÝýndan çýkmýþtýr. Demek o risalenin hatt-ý hakikìsine rast gelmiþ ki bu harika kerameti göstermiþþler.

 

Hem ayný zat iki Hüsrev'i Risale-i Nur dairesine ve Bekir Sýdký'ya kerametinigösterip imâna getiren ve «Týlsým-ý kainâtýn üçten birisini hal eden »onbeþ yapraktan ibâret Otuzuncu Söz yine kahraman Nazif'in kalemi, hatt-ýhakikîsine rast gelip kendi kendine «bin sekiz yüz otuz beþ» tevafukunu, iþte bizgözümüzle bu kerâmet-i tevâfukiye-i Nuriyeyi görüyoruz. (Hâþiye)

 

Evet görüyoruz Evet Evet Evet Evet EvetEvet

 

Halil Hilmi Emin Abdurrahman Selahaddin Said MehmetFeyzi

 

-----------------

 

(Hâþiye): Hem elifleri yüzkýrk dört çýkmýþ; tam tamýna (Said) olup, müllifinin imzâsýný gösteriyor.

 

sh: » (K: 132)

 

(89)

 

Çok Muhterem Üstadýmýz Efendimiz!

 

Bin üçyüz yirmibir (1321) tarihinde, Mu'cizat-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ý ve Keramet-i Gavsiye Risalelerini âlem-i menamda görmüþtüm. Bunun hikmetini þimdiye kadar anlayamamýþtým. Gördüðüm rü'ya aynen þöyle idi:

 

Tarih-i mezkûrda, Ceziret-ül-Arab'ýn Necid Kýt'asýnýn Bilâd-ý Kasîm'de, bir gece rü'yamda; üç güneþin tulû' etmiþ olduðunu gördüm. Yanýmda tanýyamadýðým bir zâta sordum: "Bu üç güneþ nasýl olur?" dedim. Yanýmdaki zât: "Bu güneþin birisi Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn güneþi; diðeri Gavs-ý Geylânî'nin; üçüncüsü de, diðer bir güneþtir." Üçüncü güneþin Risale-i Nur olduðunu þimdi bildim.

 

اَللَّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ َاْلمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَلاَ غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِى اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَآءُ

 

Âye[Ì�Ñ�Í�Ç�1] t-i Kur'aniye, o rü'ya hakikatýna iþaret etmiþ. Bu nûrânî rü'ya, mezkûr Âyet-i Nûr'un on iþaretle, on parmak ile gösterdiði hakikatý, aynen gösteriyor; otuzsekiz sene evvel haber veriyor. Evet üç nûr-u âzam olan güneþlerin -Allahu a'lem- tâbiri þu olmak gerektir.

 

Güneþlerin birincisi: Bu asýrda Risale-i Nur'dur. Ve en parlak bir nuru da, Mu'cizat-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm namýndaki risale-i hârikadýr.

 

Ýkincisi: Hazret-i Ýsa'nýn din-i hakikîsinden çýkan nur-u semavî güneþidir.

 

Üçüncüsü: Tarikatlar ruhunda ve tasavvuf menbaýndan çýkacak bir güneþtir ki; þimdi Þeyh-i Geylânî timsaliyle o mâna

 

sh: » (K: 133)

 

gösterilmiþ. Risale-i Nur'a iþaret eden otuzüç âyât-i Kur'aniyenin en birinci âyeti olan Âyet-in-Nur on vecihle Risale-i Nur'a iþaret ettiði Birinci Þua Risalesi'nde gözümle gördüm, isteyen görebilir.

 

Sizi nefsinden ziyade seven âciz þakirdiniz

 

Binbaþý Muhyiddin

 

* * *

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ هَدِيَتِكُمْ

 

(90)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim!

 

Sizin bu def'a nurânî hediye-i kudsiyeniz o derece bizi mesrur ve minnetdar eyledi ki,ben ölünceye kadar bu hediye sahiblerini unutmýyacaðým, Ýnþaallah benimnazarýmda gittikçe kýymeti ziyâdeleþen ve yüz adam, belki bir köy hükmünegeçen ve çok Lütfü'leri gösteren ve taþýyan ve elhak ikinci bir Hüsrev olanTâhirî'nin fevkalâde kalemiyle fevkalâde hediyesi ise size gelen dehþetlitaarruzdan haberim olmadan bir aydan beri þiddetli endiþe ederek sizin için ruhençektiðim mânevî sýkýntýlarý ve azablarý bütün bütün izâle etti.Sürur ile kalbimi doldurdu.

 

Ve kahraman iki Ali'nin muktedir kalemleriyle Tâhirî gibi imdadýmýza koþanhediyeleri ve daha sair kardeþlerimizin ve mâsûmelerin hediyeleri, hususan HasanÂtýf'ýn müstesnâ ve mümtaz kalemiyle hediyesi, küçük mikyastaTâhirînin ayný hediyesi gibi bizi ve bu havâlideki Risale-i Nur mensuplarýnýminnettar ve mesrur eyledi. (Hâþiye).

 

------------

 

(Hâþiye): Tâhirî'nin tahkiki tevafukatý Risale-i Nur'u hakikatennurlandýrmýþ, güzelleþtirmiþ. Tevafukun Risale-i Nur cihetinde çok faideleriyleberaber bugünlerde iki küçük faidesini daha gördük.

 

Birisi: Benim ifadedeki noksanýmý tashih ediyor. Görüyordum ki, bir kelimelâzým iken ifadede noksan býrakýldýðýndan, tevafuk o kelimeyi istiyor, onunlahem ifade, hem tevafuk tam oluyor.

 

Ýkincisi: Tevafuku takib eden kalemin yanlýþlarý pek az oluyor. Hem güzel veþiri

 

sh: » (K: 134)

 

Bilhassa mübarekler hey'et-i âliyesinden mübarek Hâfýz Mustafa'nýnkerâmetkârâne ve zafer müjdesini veren mektubu bize üç cihetle kerâmetligöründü. On mektub kadar kýymetdar, nusha gibi endiþe hastalýklarýnadevâdýr. Allah sizden ebeden râzý olsun. Amîn..

 

Þimdilik emâneti aldýðýmýza dair size haber vermek için bu pusulayýacele, dilimi iyi anlamayan birine yazdýrdým.

 

Umum kardeþlerimize ve hemþerelerimize ve birer birer ve mâsum vemâsumelere ve ümmî ihtiyarlara birer birer selam ve dua ederiz.

 

Kardeþiniz vesize dâima minnettar

 

ve sizinleiftihar eden

 

SaidNursî

 

 

 

(91)

 

Azîz, Sýddýk, Metîn, Sebâtkâr Kardeþlerimize!

 

Biz bu havalideki Risale-i Nur talebeleri namýna sizlere pek çok selâm ile beraber, arz-ý þükran ediyoruz. Ve sizlere ebeden minnetdarýz ki, muktedir ve parlak kalemlerinizle bizleri hem uyandýrdýnýz, hem yardým ettiniz. Bu vilâyeti, nuranî kalemlerinizle inþâallah Isparta'ya benzettireceksiniz. Ve bilhassa çok ehemmiyetli kardeþimiz kahraman Tâhirî'nin parlak ve muvaffakýyetli ve tevafuklu kalemi, kerametkârâne fütuhat yapýyor. Ve onun iki mâsumeleri ve mâsumlarýn ve ümmî ihtiyarlarýn rengârenk, çeþit çeþit meziyetlerini gösteren yazýlarý, bizleri teshir ediyor, herkesi þevkle okumaða sevkediyor. Cenâb-ý Hak sizlerden ebeden râzý olsun ve sizi muvaffak etsin, âmin.

 

Çok mühim ve mübarek kardeþimiz Hâfýz Mustafa'nýn bize verdikleri ehemmiyetli hâdise-i taarruziye haberi, bizi hayrete düþürdü. Ve Üstadýmýzýn o zamanda endiþelerinin ve heyecanýnýn hikmetini anladýk. Bir hiss-i kablelvuku' ile mütemadiyen bizlere der idi: "Dikkat ediniz... Sebat ediniz! Münafýklar, taarruz plâný çeviriyorlar!" diye bizi ihtiyata sevkediyor; hem "Bir halt edemezler" diyordu.

 

sh: » (K: 135)

 

Evet Isparta'lý kardeþlerimizin bize haber verdikleri gibi, bu ehemmiyetli hâdise-i taarruziyeye teþebbüs vukuu zamanýnda muhaberemiz kesildiði halde, mütemadiyen her vakit Üstadýmýz, ayný taarruza mâruz bulunuyoruz gibi bizi, yani Emin ve Feyzi'yi ikaz ediyor... "Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat ediniz... Bir halt edemezler." Biz de bakýyorduk ki; bizde bir þey yok, hissetmiyorduk.

 

Hem bu gaybî hâdiseyi bertaraf etmek için, tam mutabýk bir mektub bize yazdýrýp size göndermiþtik.

 

Risale-i Nur talebelerinden

 

Nazif, Salâhaddin, Tevfik, Hilmi, Emin, Feyzi

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ

 

(92)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim; ve Hizmet-i Kur'aniyede Kahraman Arkadaþlarým!

 

Bundan evvel üç mektub, emaneti aldýktan sonra göndermiþtim. Bu def'aki Hâfýz Ali'nin mektubunda onlardan bahsetmemiþ, merak ettim. Nur fabrikasý sahibi Hâfýz Ali'nin hastalýðý beni müteessir etti, bizi duaya sevketti. Cenab-ý Hak kuvvet ve þifa ihsan eylesin, âmin.

 

Hâfýz Ali'nin mektubuyla Risale-i Nur'un ehemmiyetli rükünlerinden olan Halil Ýbrahim'in ve eski Zekai'nin sisteminde Ahmed Feyzi'nin mektublarý, þahsýma aid haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zanlarý bir tarafta kalsa -ondan kat'-ý nazar- o havalide Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsine karþý, Halil Ýbrahim'le Ahmed Feyzi'nin sarsýlmaz, gayet kuvvetli irtibatlarýný gösterdiðinden, bizi cidden mesrur eyledi.

 

Evet onlarýn o þiddetli alâkadarlýklarý, o havalide Risale-i Nur'u yerleþtiriyor, idame ettiriyor. O ikisinin mektublarý, suret-i zâhiriyede benim þahsýma atf-ý ehemmiyet etmeleri gerçi

 

sh: » (K: 136)

 

muvafýk deðil, mübalâðadýr. Fakat o yanlýþ suretin altýndaki hakikat, Risale-i Nur þakirdlerinin samimî tesanüdlerinden süzülen bir þahs-ý mânevîye ve Risale-i Nur'un Kur'an'dan gelen hakikatýna karþý tam mutabýk ve hak olarak sarfedilecek.

 

O mektublardaki tâbirat, benim gibi, bir cüz'î bir ferde karþý sarfedilmiþ. Benim haddimden bin derece fazla olmakla beraber, o þahs-ý manevî namýna ve Risale-i Nur'un hakikatý hesabýna ve o ehemmiyetli ve çok muhtaç memlekette fevkalâde bir alâka ve faaliyete alâmet olmak cihetiyle kabul ettim.

 

Ahmed Feyzi'nin de, inþâallah Kastamonu Feyzi'si gibi, bütün kuvvetiyle Risale-i Nur'a çalýþacak bir azm ve karar suretinde mektubunu telâkki ediyoruz. Fakat mahviyeti ve tevazuu pek fazla ve istedikleri de pek fazla ve mektubundaki dualarý da güzel olduðundan, dâimî duamýzda buranýn Feyzi'siyle omuz omuza girdi.

 

Halil Ýbrahim'in mektubu, belki her mektubu hem onun, hem Ýnce Mehmed'in namýna kabûl ediyorum. Ýkisine, Hüsrev'le Rüþdü gibi, bir ruh iki cesed nazarýyla bakýyorum. Cenâb-ý Hak onlarý muvaffak etsin ve emsalini oralarda çoðaltsýn. Ve o mektubda, Risale-i Nur'un talebelerinden Hâfýz Mehmed Emin ve Mustafa Çavuþ ile beraber, Siirt'li Ahmed ve Selâhaddin ve Ýzzeddin gibi zâtlar da Risale-i Nur'la alâkadar olduklarýný bildiriyor. Biz de onlara birer birer hem selâm, hem onlarý da Risale-i Nur talebeleri içinde duada teþrik edeceðiz.

 

Hâfýz Ali'nin mektubunda, eline geçen mektubumuzu güzelce takdir ve hülâsa etmiþ. «Risale-i Nur saadet-i ebediye dükkâný ve bâki elmaslarý sattýðýndan; fâni, kýrýk cam parçalarý ondan istenilmemeli...» tâbiri, çok güzel düþmüþ.

 

Hem Isparta, hem Manisa'daki bütün kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz: Ve dualarýný istiyoruz. Hapishanede, Risale-i Nur'un son kâtibi kahraman Þefik acaba sað mýdýr? Nerededir? Merak ediyorum. Halil Ýbrahim'den sorunuz...

 

* * *

 

sh: » (K: 137)

 

(93

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Þuhûr-u Muharreme'den sonra, hususan bahara yakýn, hayat-ý dünyeviye gafleti bir derece fütur vermekle beraber; bazý sarsýntýlar ve hastalýklar ve askerliðe gitme cihetinde Risale-i Nur'un hizmetine bir derece za'f gelmiþ diye endiþe ediyordum. Cenâb-ý Hakk'a þükür ki; mektublarýnýz ve Âtýf Hasan'ýn gelmesiyle o endiþe zâil oldu. O mektubunuzda, çok ehemmiyetli bir hâdise-i nuriyeden bahis var ki, Hizb-ül Ekber-ül-Kur'an'ý tab'etmek teþebbüsüdür.

 

Evet o Hizb-ül-Ekber'deki âyât; bütün Risale-i Nuriye'nin ruhu, esasý, mâdeni, üstadý ve güneþidir. Onun tab'ýndan sonra mümkünse, Risale-i-Nur'un Hizb-ül-Ekberi namýnda arabiyy-ül ibare ve iki Âyet-ül-Kübrâ ve Münâcât'ýn hülâsasý olan risaleyi dahi tab'etmek lâzýmdýr. Fakat elinizdeki nüsha, benim nüsham gibi mükemmel deðil. Biz burada yazýp, isterseniz size gönderelim. Ýsterseniz, Ýstanbul'da matbaada olan vekiline gönderelim. Adresini bildiriniz.

 

Kardeþimiz Hasan Âtýf, hakikaten Risale-i Nur'un hizmetine pek çok lâyýk ve müstaiddir. Müstesna hattýyla beraber ihlâsý, irtibatý, alâkadarlýðý, ciddiyeti, sadâkatý dahi mükemmeldir. Cenâb-ý Hak onun emsalini çoðaltsýn. Bu kardeþimizi yirmi mektub yerinde, size canlý bir mektub olarak gönderdik.

 

Hâfýz Ali'nin buradaki kardeþlerine çok yüksek, çok tesirli yazdýðý mektuba karþý baþta Feyzi, Emin olarak umum namýna Feyzi diyor ki: "Biz bu memleket talebeleri, Isparta kahramanlarýnýn küçük kardeþleri, belki onlarýn talebeleriyiz. Dersi, hizmeti ve ciddiyeti onlardan alýyoruz. Herbirisi, bizim için birer üstaddýr. Onlarýn ellerinden öper, arz-ý hürmet ederiz. Cenâb-ý Hak, o kahramanlardan ebeden razý olsun, âmin." diyorlar.

 

Risale-i Nur'un iskele nâzýrý Sabri'nin birinci talebesi ve Risale-i Nur'un ehemmiyetli küçük bir talebesinin küçücük mektubundaki güzel yazý bizi mesrur etti. Cenâb-ý Hak onu ve onun gibi Risale-i Nur'a çalýþan mâsumlara tevfik ve selâmet ve saadet ihsan eylesin, âmin.

 

sh: » (K: 138)

 

Hâfýz Mustafa'nýn bizce pek çok ehemmiyetli olan mektubu, çoktan beri beklediðim bir hakikatý gösterdi ki; Risale-i Nur dairesindeki þakirdler, istiþare suretinde, tab'etmek gibi çok ehemmiyetli iþleri görmeye baþlamalarýdýr.

 

* * *

 

(94)

 

DÖRT-BEÞ KARDEÞLERÝME AÝT BÝRER KISACIK KONUÞACAÐIM

 

Birincisi: Medrese-i Nuriye'nin mürþidi, müessisi ve müdebbiri Hacý Hâfýz kardeþimizin bu def'a üçüncü olarak bir teberrükünü gördük. Tâ Barla'da iken, tatlý lokmalarýn kerametli, acib bereketi ve Isparta'da Ýktisad Risalesi'ni tatlýlaþtýran iki buçuk okka balýn hârika bir hâdiseye sebebiyet vermesi þimdi ben tahmin ediyorum, o bal da onun imiþ; fakat tam tahattur edemiyorum. Bu üçüncü def'a da, bin mübarek ve mâsum hatýrlarýný ve iltifatlarýný temsil eden ve parçalanmýyan bir hediyeyi göndermiþ. Altmýþ senelik bir kaide-i hayatiyemi, onun hatýrý için, o kaidemin hatýrýný kýrdým. Þahsýma deðil, belki talebelere sarfetmek niyetiyle, Risale-i Nur hesabýna o tek altunu kabulettik.

 

Ýkincisi: Âtýf Hasan'ýn hakikaten fevkalâde yazdýðý tevafuklu Mu'cizat-ý Kur'aniye'yi, o gittikten sonra temaþâ ettim. Elimden gelseydi, herbir yapraðýna mukabil bir lira verecektim. Ýnþâallah o nüsha ile binler adam istifade edip, onun hayat-ý bâkiyesine bir çeþme hükmünde vâridat verecek. Hüsrev'in ve kahraman Tâhirî'nin bir üçüncüsü oluyor.

 

Üçüncüsü: Risale-i Nur'un eski ve ehemmiyetli ve çalýþkan bir þâkirdi olan Kâtib Osman'ýn sâdýk ve hikmetli rü'yâsý ve mutâbýk tabiri onlarý müferrah ettiði gibi, bizleri de mesrûr eyledi. Ve o mektubuyla, merak ettiðim þeyleri; ve Hüsrev ve Rüþdü, Hâfýz Ali, Zühdü Bedevi, Nuri ve Nur fabrikasý sahibi, Tâhir'ler, mübarekler hey'eti, medrese-i nuriye ve ümmî ihtiyarlar ve masum çocuklar, umumlarýnýn selâmlarýný yazýyor. Biz de onlara birer birer selâm ediyoruz. Muvaffakýyetlerine ve selâmetlerine dua ediyoruz.

 

sh: » (K: 139)

 

Dördüncüsü: Ali köyünde Ali'lerin dördüncüsü olan ümmî Ali'ninmektubu bizleri derince mesrur eyledi. Gerçi kalemi ümmî kalemidir, fakat himmeti vegayreti, kahraman Ali'lerin gayretleri, himmetleri nev'indendir. Beþ-altý ayda altmýþçocuðu okutmasýyla Risale-i Nur'u öðretmesiyle ve o köyde böyle nurasarýlmasýyla ali Köyü dahi Sava ve Kuleönü ve Ýslâm ve Aras köyleri gibiNursî karyesiyle beraber emvatý dahi mânevi kazanca girecek.

 

Beþincisi: Hacýlar Kebir köyünden çobanlarýn yüzünü akeden ÇobanHasan'ýn mektubu çok çalýþkan ve fedakâr Marangoz Ahmed'den tam ders alanve Risale-i Nur'a ihlâs ve iþtiyaklarý câzibesiyle Risale-i Nur kerametkârâneonlara koþmasý ve Topal Ahmed'in altmýþ, yetmiþ çocuklarý okutmasiyle veRisale-i Nur'un fedakâr þakirdleri olan oradaki âhiret hemþirelerimizin evvelceMarangoz Ahmed'in ihbarýyle Risale-i Nur'un yardýmýna koþtuklarý gibi yetimçocuklara da birer Kelam-ý Kadîm almalarý bizlere ve buradaki Risale-i Nurþakirdleri olan hanýmlara ulvî bir sürur derince bir sevinç verdi ve verecek.Onlarýn hatýrý için bugünden itibaren Hacýlar Kebir köyü aynen Ali köyü gibiNursî köyüne arkadaþ olacak.

 

 

 

Bu havalide dahi, belki çok yerler de sizin faaliyetinizden þevke gelip, Risale-i Nur ziyade tevessü' ettiðinden; ehl-i dünyayý düþündürüyor, nazar-ý dikkati celbettiriyor. Bazý ufak tefek iliþmek de ondan ileri geliyor. Ýhtiyat her vakit olduðu gibi yine lâzýmdýr. Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anhü iki def'a سِرًّاتَنَوَّرَتْ demesi, Risale-i Nur perde altýnda tenevvür ve tenvir eder diye iþaret ediyor. Mümkün olduðu kadar geçici rüzgârlara ehemmiyet vermeyiniz, bakmayýnýz. Zâten mabeyninizde samimî tesanüd ve meþveret-i þer'iye, sizi öyle þeylerden muhafaza eder. Ýçinizdeki þahs-ý mânevînin fikrini, o meþveretle bildirir.

 

Kardeþiniz ve sizinle dünyada, berzahta, âhirette

 

müteþekkirâne iftihar eden ve edecek, hizmet-i

 

Kur'aniyede arkadaþýnýz

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (K: 140)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ كَلِمَاتِ الْقُرْاَنِ وَحُرُوفَاتِهَا

 

(95)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim Ve Hizmet-I Kur'aniye'de Kuvvetli, Fa'al, Sebatkâr Kardeþlerim!

 

Bugünlerde benimle altý adam, baþta Marangoz Ahmed, âhirinde ben, mânevî ihtara binaen birer mes'eleye medar olmuþuz:

 

Birincisi: Fa'al, cidden çalýþkan, Risale-i Nur ve Medrese-i Nuriye talebelerinden Marangoz Ahmed'in mektubunda, Eþref namýnda on yaþýnda bir masum çocuðun; köyünü, malýný terkedip, iki gün mesafeden gelip, hiç yazý yazmadýðý halde, on gün zarfýnda Risale-i Nur'u yazmaða muvaffak olmasý, Risale-i Nur'un bir kerameti olduðu gibi, Medrese-i Nuriye'nin de hârika bir çiçeðidir deniliyor.

 

Evet biz de deriz ki: Maddî bir kýþta güzel çiçeklerin açýlmasýyle, bir hârika-i kudret olduðu gibi; bu asrýn mânevî ve dehþetli kýþýnda, Sava Karyesinin, yâni Sava þeceresi bin güzel çiçekler ve Cennet meyveleri açmasý ve Isparta memleket bahçesi, binler gül-ü Muhammedî (A.S.M.) çiçekleri açmasý (Hâþiye); elbette hârika bir mu'cize-i rahmet ve bu memlekete hârika bir keramet-i inayet-i Rabbaniye ve Risale-i Nur talebelerine hârikulâde bir ikram-ý Ýlâhîdir diye itikad edip, Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükrederim.

 

Marangoz Ahmed'in mektubunda, Dârýviran Köyü'nün eski zamanýn çalýþkan talebelerini andýran fedakâr talebeler, bizi ve eski zaman talebelerini tahassürle yâd eden medreseden yetiþme, Risale-i Nur talebelerine derin bir sürur verdi. Medrese-i Nuriye'nin hanýmlarý, talebeleri; evrad-ý Kur'aniye ile dualarýyla, evradlarýyla çalýþkan kalemlere mânevî yardýmlarý çok

 

___________________

 

(Hâþiye): Ve her biri "sad berk" olarak, yani herbir çiçekte yüz parça yaprak.

 

sh: » (K: 141)

 

güzeldir. Bu havalideki hanýmlara da tam bir ders olur. Cenâb-ý Hak onlardan ve o medresenin umum talebelerinden ve üstadlarýndan ebeden râzý olsun.

 

Ahmed'in rü'yasý çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i Ýsa'nýn (A.S.) kuvvetli sadasýný iþitmek, Ýsevîlerden kuvvetli bir imdad Hizb-ül Kur'an'a iltihak etmeye iþaret olabilir.

 

Ýkinci Adam ve Mes'elesi: Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfýz, pek çok adamlarýn dedikleri gibi dedi: "Bende unutkanlýk hastalýðý tezayüd ediyor, ne yapayým?" Dedim: «Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme.» Çünki rivayette var. Ýmam-ý Þafiî'nin (R.A.) dediði gibi: «Haram nazar, nisyan verir.»

 

Evet ehl-i Ýslâmda, nazar-ý haram ziyadeleþtikçe, hevesat-ý nefsaniye heyecana gelip, vücudunda sû'-i istimalât ile israfa girer. Haftada birkaç def'a gusle mecbur olur. Ondan, týbben kuvve-i hâfýzasýna za'f gelir.

 

Evet bu asýrda açýk-saçýklýk yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o sû'-i nazardan sû'-i istimalât, umumî bir unutkanlýk hastalýðýný netice vermeðe baþlýyor. Herkes cüz'î, küllî o þekvadadýr. Ýþte bu umumî hastalýðýn tezayüdüyle, hâdîs-i þerifin verdiði müdhiþ bir haberin te'vili ucunda görünüyor. Ferman etmiþ ki: "Âhirzamanda, hâfýzlarýn göðsünden Kur'an nez'ediliyor, çýkýyor, unutuluyor." Demek bu hastalýk dehþetlenecek, hýfz-ý Kur'an'a sed çekilecek; o hadîsin te'vilini gösterecek. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

 

Üçüncü Adam ve Mes'elesi: Bizlerle pek çok alâkadar bir zât çok defa dehþetli þekva ediyor ki: "Ben adam olamýyorum, gittikçe fenalaþýyorum, mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum." diye meded istiyor. Ona yazýyoruz ki: "Bu dünya dâr-ül hizmettir, ücret almak yeri deðildir. Â'mâl-i sâlihanýn ücretleri, meyveleri, nurlarý berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onlarý istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. O amel-i sâlihin ihlâsý kýrýlýr, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez.

 

sh: » (K: 142)

 

Verilse, teþvik için verildiðini düþünüp þükreder."

 

Evet bu asýrda, bir-iki mektubda beyan edildiði gibi, o derece hayat-ý dünyeviye damarýna dokunmuþ ve yaralamýþ ve heyecana getirmiþ ki; mübarek ve ihtiyar ve hoca ve ehl-i salâhat olan bir zat dahi, dünyada bir nevi hayat-ý uhreviye ezvakýný istiyor; birinci derecede, zevk-i hayat onda hükmediyor.

 

Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zât, pek çoklarýn þekva ettikleri gibi; eskiden þiddetli bir tarikatta okuduðu evradýndaki zevk ve þevkini kaybettiðini ve sýkýntý ve uyku galebe ettiðini müteessifâne þekva etti. Ona dedik: Maddî hava bozulduðu vakit nasýlki sýkýntý veriyor, asabî sînelerde inkýbaz hali baþlýyor; öyle de, bazan mânevî hava bozuluyor. Hususan mâneviyattan yabanileþmiþ bu asýrda ve bilhassa hevesat ve müþtehiyat-ý nefsaniyeyi taammüm etmiþ memleketlerde ve hususan þuhur-u muharreme ve þuhur-u mübarekede mânevî havayý tasfiye eden Âlem-i Ýslâmýn intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek þuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fýrsat bulup havayý bozan dalâletlerin te'sirleri zamanýnda ve bilhassa kýþ tazyikatý altýnda, bir derece hayat-ý dünyeviye ve hevesat-ý nefsaniyenin tasallutlarýnýn noksaniyetinden, ehl-i Ýslâm ve ehl-i îmanda, hayat-ý uhrevîyeye çalýþmak iþtiyâký, baharýn gelmesiyle hayat-ý dünyeviyenin ve hevesat-ý nefsaniyenin inkiþafýyla o iþtiyâk-ý uhreviyeyi gizlemesi ânýnda elbette böyle kudsî evradlarda zevk, þevk yerinde esnemek ve fütur gelir.

 

Fakat madem خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sýrrýyla; meþakkatli, külfetli, zevksiz, sýkýntýlý âmâl-i sâliha ve umur-u hayriye daha kýymetli, daha sevablýdýr; o sýkýntýda, o meþakkatteki ziyade sevabý ve makbuliyeti düþünüp, sabýr içinde mesrurane þükretmek gerektir.

 

Beþincisi: Risale-i Nur'un bir talebesi, Risale-i Nur'a çalýþamadýðýnýn bir sebebi, derd-i maiþetin ziyadeleþmesi olduðunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nur'a çalýþmadýðýn için derd-i maiþet sana þiddetlendi. Çünki bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki: Risale-i Nur'a çalýþtýkça, yaþa-

 

sh: » (K: 143)

 

makta kolaylýk ve kalbde ferahlýk ve maiþette sühulet görüyoruz.

 

Altýncýsý: Bu biçare Said'dir. Herkesin arzu ettiði ve istediði ve ferahla kabul ettiði, þahsýna karþý hürmet ve muhabbet ve sohbet, fakat Risale-i Nur'a taallûk eden noktalar haricinde bana aðýr geliyor, beni sýkýyor, müteessir oluyorum.

 

Tahmin ediyorum ki, Risale-i Nur'un yüksek hâsiyetleri ve þakirdlerinin þahs-ý mânevîsinin pek büyük meziyetleri, þahsým gibi meslek-i aczde fazla ileri giden bir âciz ve biçârenin zaîf omuzuna o dað gibi mânalar yüklense altýnda ezilir, sýkýlýr diye anladým. Bu âhirki iki mes'elede pek kýsa kesmeye kâðýt mecbur etti. Nur, Gül ve Lütfü'nün kahraman varisleri, Mübarekler yüksek heyeti ve Medrese-i Nuriye ve masumlar ve ümmî ihtiyarlarýn her birisine binler selâm ediyoruz.

 

Duanýza muhtaç, size müþtak kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

(96)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu yeni hâdise-i taarruziyeden müteessir olmayýnýz. Çünki mükerrer tecrübelerle, Risale-i Nur inayet altýndadýr. Hiçbir tâife, þimdiye kadar böyle bir ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meþakkatle kurtulan olmamýþ.

 

Hem geçen Ramazan'daki hastalýðým ve Eskiþehir'deki musibetimiz gibi çok vâkýalarla zâhirî sýkýntýlý meþakkatli hâlât altýnda Risale-i Nur'un faidesine olarak inkiþafatý ve daha te'sirli fütuhatý görülmüþ. Ýnþâallah, bu sýkýntýlý hâdise dahi, münafýklarýn aks-i maksuduyla, Risale-i Nur'un fütuhatýný baþka bir mecrada teshile vesile olur.

 

Beþinci Þua', yirmibeþ sene evvel mesâili yazýlan, yalnýz bir-iki sahife tatbikat ilâve edilip Þualar'a giren Beþinci Þua' ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda da bir hikmet var. Belki onlara kendi mesleklerini bildirmek ve Cehennem'e gidenin mahiyetini bilmek için, fevkalâde iktidar haricinde bir

 

sh: » (K: 144)

 

kazâ-i Ýlâhîdir, diye Cenâb-ý Hakk'ýn hikmetine ve înayetine ve hýfzýna îtimad edip, merak etmeyiniz.

 

Hem siz, hem onlar bilsinler ki sadaka belâyý def'ettiði gibi; Risale-i Nur Anadolu'dan, hususan Isparta, Kastamonu'dan âfât-ý semaviye ve arziyenin def' ve ref'ine vesiledir. Evet Sabri'nin يَآ اَرْضُ ابْلَعِى...وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ âyetinden istihrac ettiði mâna, haktýr ve mutabýktýr.

 

Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu'yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzýn yangýnýndan ve tufanýndan kurtulmasýna bir sebebdir. Çünki zaf-ý îmandan gelen tuðyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiði gibi; îmaný fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine býrakmaða rahmet-i Ýlâhiye tarafýndan vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halký Risale-i Nur'a girmeseler de iliþmesinler. Eðer iliþseler; yakýnda bekleyen yangýnlar, tufanlar, zelzeleler ve taunlarýn istilâsýna uðrayacaklarýný düþünsünler, akýllarýný baþlarýna alsýnlar. Mâdem biz onlarýn dünyalarýna karýþmýyoruz, onlarýn da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karýþmalarýnda onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

 

Ýþte bu sekiz aydýr, hususan bu heyecan veren bu hâdisenizle beraber; þimdi yanýmdaki Feyzi ile Emin ve bütün bana temas eden dostlar þahiddirler ki, bu sekiz ay zarfýnda bir tek def'a, ne Harb-i Umumî'yi, ne siyaseti sormamýþým. Ve odamdan iþitilen radyoyu da, üç senedir dinlemedim. Halbuki benim, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebet var. Demek bize iliþen, doðrudan doðruya îmana tecavüz eder. Onlarý, Cenâb-ý Hakk'a havale ediyoruz.

 

Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadýðý halde, kat'î bilsinler ki; bu memlekette, bu asýrda, milleti anarþilikten, tereddi ve tedenni-i mutlakadan kurtaracak yegane çaresi, Risale-i Nur'un esasatýdýr. Bu hâdisede sýkýntý çeken mâsumlar ve üstadlarý bilsinler ki; aðýr þerait altýnda bir saat nöbet, bir sene ibadet ve hakikî tefekkür-ü îmaniye ile bir saati, bir sene tâat hükmüne geçtiði gibi, inþâallah onlarýn sýkýntýlarý da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak ve teessürle deðil, ferah ve

 

sh: » (K: 145)

 

sürurla karþýlamalý. Fakat Hazret-i Ali'nin (R.A) iki defa سِرًّا بَيَانَةً سِرًّا تَنَوَّرَتْ demesine binaen, biz her vakit tam ihtiyat ve tam sakýnmak vaziyetini muhafaza etmekle mükellefiz.

 

Risale-i Nur'un mensublarý, þuur ve ihtiyarlarý haricinde birbiriyle münasebetdar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduðuna bir delil de bugünlerde oldu. Þöyle ki:

 

Oradaki hâdisenin vukuundan bugüne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri, ehemmiyetli bir hâdise yüzünden deðiþmiþ gibi çekinmek ve münafýklarýn nazarýný kendilerine ve bizlere celbetmemek için bir tevakkuf devresi geçti. Ben de hayret ediyordum.

 

Hem Nazif gibi birkaç zâtýn rü'yalarýnýn tabirleri, sizin hâdiseniz olduðunu anladýk.

 

Umum kardeþlerimize birer birer ve bilhassa musibetzedelere selâm ve dua ediyoruz. Cenâb-ý Hak onlarý çabuk kurtarýp vazifelerinin baþýna göndersin, âmin.

 

* * *

 

(97)

 

Aziz, Sýddýk, Sarsýlmaz, Yýlmaz, Sebatkâr, Fedakâr Kardeþlerim!

 

Böyle þiddetli taarruzlara karþý sizi teþcie lüzum görmüyorum. Sizin kuvvetli metanetiniz ve Risale-i Nur'a gelen her hâdise-i elîmenin altýnda bir inayet ve rahmet bulunduðuna îtikadýnýz, teþciinize kâfidir, biliyoruz. Yalnýz bir noktayý merak ediyorum. Elde edilen bütün Risale-i Nur, yalnýz bir takým mýdýr ve kimin imiþ? Anlamak istiyorum. Her kiminse merak etmesin. Daha ehemmiyetli makamlarda onun hesabýna fütuhat yaparlar, sevab kazandýrýr. Ona, bir takým Risale-i Nur tedarik edilebilir. Hem tevkif altýnda kimse var mý? Hem ona havale edilen hoca kimdir?

 

Sâniyen: Sabri ile Hâfýz Ali'nin re'yi ile teshil-i muhabere için verdiði karar ile bazan Atabey yoluyla muhabereyi, onlar gibi biz de kabûl ettik. Lütfi'nin bir vârisi Abdullah Çavuþ nâmiyle,

 

sh: » (K: 146)

 

adresiyle gönderilecek.

 

Sâlisen: Sabri'nin mektubunda, tevafuklu yazdýðý Mu'cizat-ý Kur'aniye ve Risale-i Nur hakkýndaki istihracý bizi fevkalâde mesrûr eyledi. Hasan Âtýf'ýn bize yazdýðý þaþaalý ve câzibedar Mu'cizat-ý Kur'an'ý esas yapýp, sair risalelerde, i'caz-ý Kur'an'ýn nüktelerine dair mebahisi ona zeyiller þeklinde ilhak ettik, güzel bir surete geldi. Ezcümle: Âyet-ül Kübrâ'nýn Kur'ana dair onyedinci mertebesi, Yirminci Söz ve Sûre-i Feth'in âhirki âyetin mu'cize olduðuna dair Yedinci Lem'a ve Fihriste'nin Rumuzat-ý Semaniye'ye dair mühim parçalarý ve Kenz-ül Arþ'ýn iki nüktesi gibi parçalar o zeyillere girmiþ. Aynen Mu'cizat-ý Ahmediye'nin zeyilleri gibi parlamýþ. Nurlar santralý Sabri, o yazdýðý güzel Mu'cizat-ý Kur'aniyeyi inþâallah onlarla tam güzelleþtirir.

 

Râbian: Merhum Lütfi'nin hakikî ve pek ciddî bir vârisi olan Abdullah Çavuþ'un mektubu, onun derece-i sadâkat ve ihlâsýný ve irtibatýný gösterdi. Her vakit Ýslâmköy'lü Abdullah ile o Abdullah Çavuþ'u duada beraber yâdediyordum. Elhak o makama lâyýk olduðunu gösteriyor. Ýstediði Fihriste'nin musahhah son kýsmý inþâallah ona gönderilecek. Fakat zannettiði gibi çok tashihat edilmemiþ. Çünki taksîm-ül-âmâl suretiyle, o mübarek kardeþlerimin yazýlarýný, mübarek yâdigâr gördüm ve deðiþtirmeðe kýyamadým.

 

Hâmisen: Bugünlerde, o hâdisede, Risale-i Nur'un bir derece tevakkufuna ve dünyaya bakmaða ve yirmi senedir konuþmadýðým adamlarla konuþmaða ve hizmet-i Kur'aniye noktasýnda memnu' olduðumuz siyasete temas etmeðe mecbur olacaðým diye, endiþeden gelen þiddetli bir teessürden, zâhir görülmez, mânen tehlikeli bir hastalýk bana taarruz etti. Müstemir âdetimi bitemam yerine getiremediðimden, yine Ramazan hastalýðý gibi, ben kardeþlerimden, yine manevî muavenetlerini çok rica ediyorum. Fakat merak etmeyiniz, yatakta deðilim. Yalnýz fazla yazýlan nüshalarý tashih edemiyorum.

 

Sâdisen: Risale-i Nur bir cephede tevakkuf etse de, baþka cephelerde fütuhatý o tevakkufun yerini tutar. Hattâ bu hâdise münasebetiyle burada bir derece ihtiyata binaen tevakkufa ni-

 

sh: » (K: 147)

 

yet edip tervic ettiðimiz halde; bilâkis Isparta tevakkufuna karþý, buralarda inkiþafat ile tezahür etti. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

 

En ziyade bize nezaretle, bizimle ve siyasetle alâkadar mühim bir memur yanýma geldi. Ona dedim ki:

 

"Bu onsekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiçbir gazete okumadým; bu sekiz aydýr, bir def'a cihanda ne oluyor, diye sormadým; üç senedir buradan iþitilen radyoyu dinlemedim; tâ ki kudsî hizmetimize mânevî zarar gelmesin. Bunun sebebi þudur ki: Ýman hizmeti, îman hakaiký, bu kâinatta herþeyin fevkindedir; hiç bir þey'e tâbi' ve âlet olamaz.

 

Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmaslarý þiþeye tebdil eden gafil insanlar nazarýnda o hizmet-i îmaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kýymetlerini umumun nazarýnda tenzil etmek endiþesiyle, Kur'an-ý Hakîm'in hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiþ.

 

Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uðraþmayýnýz... Bilâkis teshilât göstermeniz lâzým. Çünki hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti te'sis ile hem âsâyiþi, hem inzibatý, hem hayat-ý içtimaiyeyi anarþilikten kurtarmaða çalýþýp, sizin hakikî vazifenizin temel taþlarýný tesbit ediyor, takviye ve teyid ediyor."

 

Sâbian: Hâfýz Ali'nin mektubunda bazýlara hitaben yazdýðýmýz bir mektub ile ve hâdise-i hâzýra dair hafif geçeceðine ait son mektub, bugünden bir hafta evvel postaya verilmiþ. Hâfýz Ali, yoldaki o iki mektubu okumuþ gibi mektubunu yazmasý, sýdkýnýn bir lem'a-i kerameti olduðu gibi; ayný günde, -hiç vuku' bulmamýþ- yanýma ehemmiyetli büyük bir me'mur-u siyasî gelmesini Nazif'in arkadaþlarýndan Köroðlu Ahmed rü'yada aynen görüp, o me'murdan üç saat evvel rü'yayý bize hikâye edip tâbir istedi; tâbiri, tevilsiz çýktý.

 

Umum kardeþlerimize birer birer, hususan musibetzedelere selâm ve dua ederiz.

 

* * *

 

sh: » (K: 148)

 

(98)

 

Aziz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniye ve Îmaniyede Sebatkâr, Sarsýlmaz, Yýlmaz Arkadaþlarým Ve Bu Misafirhane-i Dünyada Þefkatkâr ve Fedakâr ve Vefadar Yoldaþlarým!

 

Bu def'a Nur fabrikasýnýn sahibiyle ve tam bir muavini ve tam bir Hüsrev olan kahraman Tâhir'in beþaretli mektublarý ve Medrese-i Nuriye'nin kahramanlarýndan Marangoz Ahmed'in ikinci rü'yasý ve üçüncü rü'yanýn âhirinde, malûm musibetin akibinde sarsýlmayan fa'al Hâfýz Mehmed'in çocuklara hatim duasýný yapmasý ve Risale-i Nur'u okutmasý, üstümüzden dað gibi mânevî aðýrlýklarý kaldýrdýlar. Cenâb-ý Hak sizleri ve onlarý âfât-ý mâneviye ve maddiyeden muhafaza etsin, âmin.

 

Marangoz Ahmed'in ikinci rü'yasý, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ile alâkadarlýk ve sürurlu olduðu cihetinden rü'ya-yý sâdýka olduðuna, o Medrese-i Nuriye'nin civarlarýndaki kardeþlerin ve hemþirelerin maddî hizmetleri canlý ve ruhlu bir suret alýp, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn sünnet-i seniyesinin ihyasýna medar olacaðýna iþaret verdiði münasebetiyle, mektubunuzu almadan iki gün evvel gördüðüm bir rü'yayý beyan ediyorum. Þöyle ki:

 

Gördüm: Þimdiki reis veya þimdiki reisler, tanýdýðým ehemmiyetli bir-iki hocaya, hilâfet rütbesini ve mes'elelerini tatbik etmeye ve hilâfet, o hocalara veya reislere hangisine verileceðini rü'yada anladým. Ve o netice-i kararlarý bana göstermek için, bana karþý geldiklerini gördüm. Sonra uyandým. Sabahleyin kardeþlerime söyledim. Dedim: Allahu a'lem, Isparta havalisinde, Risale-i Nur'un maddî maðlubiyeti içinde mânevî bir galibiyeti olmuþ ki; büyük makamat-ý resmiyede en mühim mesail-i Ýslâmiye medar-ý bahs olacak. Biz Isparta'da o musibetin ne derece ileri gittiðini bilemediðimizden ve çoktan beri de ne hâl-i âlemden ve ne de resmî hâlden anlamayýp dinlemediðimiz halde, bu rü'yanýn rü'ya-yý sâdýka olduðuna bir emare olan, beni bir gün baktýrdý. O emare þudur ki:

 

Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir talebesi Ankara'dan gelip, ben sormadan dedi: "Reis (Ý.S.), Kur'an'a yeni bir tefsir yazmayý

 

sh: » (K: 149)

 

emretmiþ, o da yazýyormuþ."

 

Hem söylemiþ ki: Dâhiliye Vekili, yirmi senelik bir âdete muhalif olarak, "Dinsiz bir millet yaþayamaz" diye din lehinde beyanatta bulunduðunu ve Maarif Nâzýrý da, âdâb-ý Ýslâmiye lehinde, eski prensiplerine muhalif olarak beyanatta bulunduðu gibi, ehemmiyetli bir deðiþikliði ihsas ettiðinden; kulaðýmý kapadýðým sekiz aydan sonra, bu rü'ya hâtýrý için, bu haberleri aldým. Bunun sebebini anlamak cidden arzu ettim. Birden ihtar edildi ki:

 

Ehl-i dalâlet, memur-u siyasiyeyi aldatýp, Risale-i Nur aleyhinde geniþçe, buradan oraya kadar bir daire içinde taarruz edip, derece-i kuvveti anlamak istediler. Gördüler ki, sökülmeyecek, maðlûb edilmeyecek bir kuvvette gördüklerinden, ehemmiyetli büyük makamat-ý resmiyede, mahiyetini medar-ý bahs ve dikkat ettiklerinden, bilmecburiye bir nevi musalâhaya yol hazýrlamak; ve þimdiye kadar hakikat ve hikmete muhalif olarak iyilikleri ölen reise ve fenalýklarý millete, orduya vermek yerinde, o hatâ-yý azîmeye bedel, bütün fenalýklarý ölene verip, kendilerini bir derece o dehþetli hatîattan kurtarmak çaresini aramaða, bir zemin teþkil etmeye çalýþmýþ ki; hem rü'ya, hem bu haberler haber veriyor. Birinci, ikinci Hulûsi'lerin müþterek mektublarý, bu iki rükn-ü mühimmenin gayretleri, sadâkatleri çelikten daha metîn olduðu her hâdise ile gösteriliyor.

 

Said Nursî

 

* * *

 

(99)

 

Azîz, Sýddýk Sebatkâr Kardeþlerim ve Hakikî Vârislerim!

 

Bugünlerde Risale-i Nur'a sû'-i kasd edenlerin ve sizlere sýkýntý verenlerin haklarýnda, bana verdiði bir hiddet neticesinde bedduaya teþebbüs ettim. Birden Isparta'ya kýyamadým. Kaç defadýr niyet ettim, Isparta'daki iyilerin yüzünden sû'-i kasdçýlar kurtuldular. Kýyamadým, beddua yerine; "Yâ Rab! Mâdem Isparta Risale-i Nur'un bir Medreset-üz Zehrasýdýr, sen oradaki fena memurlarý dahi ýslâh eyle ve hüsn-ü âkibet ver" diye dua eyledim ve ediyorum.

 

sh: » (K: 150)

 

Sâniyen: Bugünlerde Salâhaddin'in Ýstanbul'dan getirdiði Habbe, Katre, Þemme, Hubab gibi Arabî risalelere baktým. Gördüm ki: Yeni Said'in doðrudan doðruya harekât-ý kalbiyesinde müþahede ettiði hakikatlar, Risale-i Nur'un çekirdekleri hükmündedir. Zâten bunlar hem Þu'le ve Zühre, Risale-i Nur'un arabî parçalarýdýr. Onlar, doðrudan doðruya benim nefsimin dersi olduðu için, Arabî ve kýsa ibarelerle ifade edilmiþ, baþka adamlar nazara alýnmamýþ.

 

O zaman baþta Þeyhülislâm ve Dâr-ül-Hikmet âzalarý ve Ýstanbul'un büyük âlimleri, tahsin ve takdirle karþýladýlar. Bunlar Yeni Said'in eserleri olduðundan, Risale-i Nur'un eczalarýdýrlar. Eski Said'in ise, Arabî risalelerinden yalnýz Ýþârât-ül-Ý'caz, Risale-i Nur'da en mühim bir mevki almýþ.

 

Hem her iki Said'in iþtirâkiyle, bir tek Ramazan'da iki hilâl ortasýnda te'lif edilen ve kendi kendine, ihtiyarým haricinde bir derece manzum þeklini alan ve Ýþârât-ül-Ý'caz kýt'asýnda elli-altmýþ sahife bulunan Türkçe olarak Lemeât namýndaki risale dahi Risale-i Nur'a girebilir. Maatteessüf bir nüsha elde edemedim. Herkesin hoþuna gittiði için, matbu nüshalarý kalmamýþ.

 

Hem Eski Said'in ilm-i mantýk noktasýnda bir þaheser hükmünde bulunan gayr-ý matbu Ta'likat'tan süzülen i'cazlý bir îcaz-ý hârikada, müdakkik ülemalarý hayret ve tahsinle dikkate sevkeden, matbu "Kýzýl Îcaz" nâmýndaki risale-i mantýkîye Risale-i Nur'la baðlanmasýna ve þâkirdlerinin âlimler kýsmýnýn nazarýna göstermek lâyýk gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi'ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, baþkasýnýn da anlamasý için dersini Türkçe kaleme alacak.

 

* * *

 

(100)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim, Sebatkâr ve Hakikî Vârislerim!

 

Bugünlerde Risale-i Nur talebeleri hesabýna gayet ehemmiyetli, endiþeli bir suâl-i manevî kalbime ihtar edildi. Sonra anladým ki; ekser Risale-i Nur talebelerinin lisan-ý halleri bu

 

sh: » (K: 151)

 

suâli soruyor ve soracaklar. Birden bir cevab hatýra geldi, Feyzi'ye söyledim. Dedi: "Hiç olmazsa icmalen kaydedilsin."

 

Endiþeli Suâl: Bu âhirzaman fitnesinde, açlýk ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalâlet, bîçare aç ehl-i îmaný derd-i maiþet içinde boðdurup, hissiyat-ý dîniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede býrakmaða çalýþacak diye, rivayetlerden anlaþýlýyor.

 

Acaba, herþeyde hattâ kaht azabýnda ehl-i îman ve masumlar için bir vech-i rahmet ve kader-i Ýlâhî cihetinde adâlet olduðu, bunda ne tarzda olur? Ve ehl-i îman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibete karþý îman ve âhiret hesabýna ne cihetle istifade edip, nasýl davranacaklar ve mukavemet edecekler?

 

Elcevab: Þu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ý nimet ve þükürsüzlük ve nimet-i Ýlâhiyenin kýymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduðundan, Âdil-i Hakîm nimetinin hususan gýda kýsmýnýn, hususan hayat noktasýnda en büyük nimet olan ekmeðin hakikî lezzetini ve çok ehemmiyetli kýymetini ve nimetiyet noktasýnda fevkalâde derecesini göstermekle, hakikî þükre sevketmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i dîniyeye riayet etmeyen þükürsüz insanlara bu musibeti verip, ayný hikmet için adalet etmiþ.

 

Ehl-i îman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlýðý, Ramazan riyazet-i dîniyesinin tarzýndaki açlýk gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmaða çalýþmaktýr. Ve zaruret bahanesiyle, dilenciliðe ve hýrsýzlýða ve anarþiliðe yol açmasýna meydan vermemektir. Ve aç fakirlere acýmayan bir kýsým zengin ve bazý ehl-i maaþ dahi Risale-i Nur'u dinleyip, bu mecburî açlýk hissiyle açlara merhamete gelip zekâtla yardýmlarýna koþmaktýr. Ve nefsini güzel yemeklerle þýmartan, serkeþ eden ve hevesat-ý rezile ve tuðyanlara sevkedip sarhoþ eden gençler dahi, Risale-i Nur'un irþadýyla, bu hâdiseden merdane istifade ederek, fuhþiyat ve günahlardan ellerini bir derece çektiði ve nefislerinin zevklerini ve pisliklere karþý galeyanlarýný kýrdýðý vesilesiyle tâate ve hayrata girip, o hâdiseyi kendi aleyhlerinden çýkarýp, lehlerinde istimâl etmektir.

 

sh: » (K: 152)

 

Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanlarýn aç kaldýðý bu zamanda ve çok karýþmýþ ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiþ ve þübheli mal hükmünde ve mânen müþterek olan erzak-ý umumiyeden helâl olmak için mikdar-ý zaruret derecesine kanaat ediyorum diye, bu mecburî belâya bir riyazet-i þer'iye nazarýyla bakmaktýr. Kader-i Ýlâhiyeye karþý þekva ile deðil, rýza ile karþýlamaktýr.

 

Umum kardeþlerime hususan musibetzedelere çok selâm ve selâmetlerine dua ediyorum.

 

Sabri kardeþim! Seni tevkil edip selâm gönderenlere, ben de seni tevkil ediyorum. Onlara birer birer selâm ediyorum. Senin bu defaki mektubun gerçi geç geldi, fakat birkaç noktada beni çok memnun etti. Sabri'nin elmas ve çelik gibi metanetini ve isabet-i fikrini gösterdi. Mâdem Hâfýz Ali ile siz, Atabey yoluyla da muhabere etmeyi münasib görmüþsünüz. Atabey'de Abdullah Çavuþ'un veya münasib gördüðünüz birisinin adresini bildiriniz. Abdullah Çavuþ'un sizin nâmýnýza istediði Onuncu Þua namýndaki Fihriste'nin ikinci cildini yazdýrdýk ve Hizb-ül-Ekber-i Nuriye'yi Feyzi yazdý. Yakýnda inþâallah göndereceðiz.

 

Said Nursî

 

* * *

 

(101)

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu def'a Sabri ve Hâfýz Ali'nin mektublarý, Risale-i Nur'un fevkalâde bir kerametini ve hârika kuvvetini gösteriyor. Medrese-i Nuriye'nin çalýþkan ve gayyûr talebeleri birkaç gün zarfýnda, Hâfýz Mehmed'in zâyi olan kitablarýna mukabil umumunun yazýlmasýný ve ona verilmesini taahhüd edinmelerine, bu havalideki þâkirdleri fevkalâde mesrûr eyledi. Hâfýz Ali'nin tahkikatýna gelenlerin, "Maðazalarda kâðýt kalmadý. Risale-i Nur þakirdleri kâðýdý bitirdiler" diye demeleri ve Mehmed Zühdü'nün kitablarý kendine iade edilmeleri, Risale-i Nur þakirdlerini müftehirane teþci ve teþvik eden bir hâdisedir. Sabri mektubunda, "Ýki-üç senedir Risale-i Nur, te'lif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor" diye hikmetini soruyor. Bunun

 

sh: » (K: 153)

 

cevabý uzundur. Hem te'lif, ihtiyarýmýz dairesinde deðil. Hem Risale-i Nur þakirdlerinin te'liften hisseleri kalmak için, bazý ehemmiyetli esbab ve ârýzalar mâni oldu.

 

Burada baþta Âsiye olarak Ulviye, Lûtfiye gibi çok çalýþkan haným þakirdler, Medrese-i Nuriye'deki hemþirelerine ve selâm gönderen Sabri'nin refikasýna hem kardeþlerine arz-ý hürmet ve selâm ve dua ederler.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ederiz.

 

* * *

 

(102)

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Kahraman Tâhirî'nin ve Kâtib Osman'ýn mektublarý hakikaten benim için bir ilâç hükmüne geçti. Yarým maddî, yarým manevî endiþe hastalýðýna bir tiryak hükmüne geçti. Cenâb-ý Hak onlardan ve sizlerden ebeden râzý olsun. Evet azm ve sebatýnýz ve ihlâs ve ciddiyetiniz, ehl-i dünyayý maðlûb etmiþ ve ediyor. Yoksa bir tek Tesettür Risalesi'yle yüzyirmi adamý tevkif edenleri, yüzotuz risale ile bir tek adamý tevkif edemediklerinin sebebi: Ýhlâsýnýz ve metanetinizdir, hükmediyor.

 

Tâhirî'nin Hizb-ül Ekber ve Vird-ül A'zam'ý tab' için Ýstanbul'a gitmesini bütün ruhumuzla onu tebrik ve muvaffakýyetine dua ediyoruz. Ýstanbul'da Þefik'ten baþka Risale-i Nur'la ciddî alâkadarlar çoktur, fakat adreslerini bilmiyorum. Yalnýz Barla'lý Hacý Bekir ve Ýnebolu'lu icra dairesinde bulunan Hâfýz Emin ve Güran'lý Mehmed Efendi'yi de Þefik vasýtasýyla bulabilir. Ýstanbul dostlarý münasebetiyle, meþhur bir vâiz benim ile görüþmek için gelmiþ, görüþemeden gitmiþ. Bir zata yazýlan bir mektubun sureti size gönderiliyor; belki oradaki bazý adamlar, bu adam gibi o hitaba muhtaçtýrlar.

 

* * *

 

(103)

 

Ýstanbul'a uðrayan Risale-i Nur þakirdleri senin gayret ve ciddiyetini ve te'sirli va'zýný bize haber verdiler. Senin gibi metin ve hâlis bir zâtý, Risale-i Nur dairesinde görmek arzu

 

sh: » (K: 154)

 

ediyorlar. Ben de onlar gibi cidden seni Risale-i Nur dairesinde görmek istiyorum. Bilirsin ki, iki elif ayrý ayrý olsa iki kýymeti var; Bir çizgi üstünde omuz omuza verse, onbir kýymet aldýðý gibi, senin te'sirli nasihatýnla ihzar ettiðin hizmet-i îmaniye tek baþýyla kalsa, þimdiki tehacümat-ý müttehideye karþý dayanmasý çok müþkil; Eðer Risale-i Nur'un hizmetine iltihak etse, o iki elif gibi onbir, belki yüzonbir kýymetinde ve kuvvetinde olacak ve karþýdaki ittifak etmiþ dalâletlere karþý dayanacak.

 

Bu zaman ehl-i hakikat için, þahsiyet ve enaniyet zamaný deðil. Zaman, cemaat zamanýdýr. Cemaatten çýkan bir þahs-ý manevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahib olmak için bir buz parçasý hükmündeki enaniyet ve þahsiyetini, o havuza atmaktýr ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçasý erir, zâyi olur; o havuzdan da istifade edilmez.

 

Hem mûcib-i taaccüb, hem medar-ý teessüftür ki; ehl-i hak ve hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti ihtilâf ile zâyi ettikleri halde; ehl-i nifak ve ehl-i dalâlet, meþreblerine zýd olduðu halde; ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatý maðlub ediyorlar.

 

* * *

 

(104)

 

Aziz Kardeþlerim!

 

Bu dakikada Hüsrev, Rüþdü, Re'fet, Isparta'nýn Hâfýz Ali'si askerlikten ne vakit geleceklerini merak ediyorum. Hususan Hüsrev'in kalemi, ne vakit Risale-i Nur'un fâtihane intiþarýna kavuþacak diye bilmek istiyorum. Onlara da selâmýmý teblið ediniz. Þimdi bundan on dakika evvel, cesurca fakat kalemsiz iki adam, Risale-i Nur dairesine biri birisini getirdi. Onlara dedim ki: "Bu dairenin verdiði büyük neticelere mukabil, sarsýlmaz bir sadakat ve kýrýlmaz bir metanet ister. Isparta kahramanlarýnýn gösterdikleri hârikalar ve cihanpesendâne hidemât-ý nuriyenin esasý, hârika sadâkatlarý ve fevkalâde metanetleridir. Bu metanetin birinci sebebi: Kuvvet-i îmaniye ve ihlâs hasletidir. Ýkinci sebebi: Cesaret-i fýtriyedir."

 

Onlara dedim: "Sizler cesaretle ve efelikle tanýnmýþsýnýz ve

 

sh: » (K: 155)

 

dünyaya ait ehemmiyetsiz þeyler için fedakârlýk gösterirsiniz. Elbette Risale-i Nur'un kudsî hizmetinde ve cihana deðer uhrevî neticelerine mukabil, merdâne ve fedakârâne cesaret ve metanet gösterip sadâkatýnýzý muhafaza edersiniz." dedim. Onlar da tam kabul ettiler.

 

* * *

 

(105)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniye'de Kuvvetli Arkadaþlarým!

 

Bu def'a kahraman Tâhir'i umumunuz nâmýna gördüm ve onda bir Lütfü, bir Hâfýz Ali, bir Hüsrev ve bir Said (fakat genç Said) müþahede ettim. Cenâb-ý Hakk'a çok þükrettim. Bu def'a onun kokusunu alýp, o daha gelmeden benim yanýma gelen komiser ve taharri adamlarý münasebetiyle; benden talebeler tarafýndan suâl edilen bir mes'ele, belki size de bir faidesi var diye gönderildi.

 

* * *

 

(106)

 

DAÝMÝ HÝZMETÝNDE BULUNAN RÝSALE-Ý NUR ÞAKÝRDLERÝ TARAFINDAN EDÝLEN BÝR SUALE CEVABDIR.

 

Sual: Bu kadar zamandýr hizmetinizde bulunuyoruz. Dünyaya, hayat-ý içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanýzý, merakýnýzý görmedik. Daima îman ve âhiret dersinden baþka bir meþgalenizi görmüyoruz. Öyle anlamýþýz ki; bu onsekiz senedir vaziyetiniz böyle imiþ. Nedendir ki; Isparta'da hiçbir þey yokken memleketi heyecana getirip sizi mahkemeye verdiler. Ve yüz arkadaþýnýzý, dört ay mahkeme tahkikatý neticesinde dünya ile, siyaset ile alâkaya dair bir þey bulamadýlar. Yalnýz kendilerini ve mahkemelerini ebedî mahcub edecek bir bahane buldular; ve yüzden, yalnýz beþ-on adama beþ-altý ay ceza verdiler.

 

Hem burada altý seneden ziyade karakolun nezareti ve nazarý altýnda oturduðun, odanýn pencereleriyle dâima senin her vaziyetin karakolca görüldüðü halde; bundan iki-üç ay ev-

 

sh: » (K: 156)

 

vele kadar her vakit gizli ve âþikâre seni tarassud, kaç def'a taharri etmeleri, dostlarý senden kaçýrmak için tahkikatlarla sana en mühim ve karýþýk bir siyasetçi gibi bakmalarý nedendir? Biz bundan hem müteessir, hem mütehayyiriz. Ancak iki-üç aydýr yanýnýza serbest gelebiliyoruz. Evvelde korkarak, gizli gelebilirdik. Bu mes'eleyi bize izah et.

 

Elcevab: Ben de sizin gibi, belki sizden çok ziyade bu vaziyetten hem hayret, hem taaccüb ediyor. Bu sualinizin izahlý cevabý, Yirmiyedinci Lem'a olan mahkemeye karþý Müdafaat Lem'asýyla, Onaltýncý Mektub risalesidir. Þimdilik kýsaca bir-iki esas beyan ediyorum:

 

Birincisi: Âsâyiþi temin ve idare memurlarý, inzibat polisleri ve komiserleri bize ve mesleðimize karþý deðil tevehhümkârâne taarruz ve evhama düþmek, belki himayetkârâne teþvik ve teþci etmek vazifelerinin muktezasýdýr. Çünki: Onlarýn vazifelerinin temel taþý, hürmet, merhamet, helâl-haramý bilmekle, itâat düsturuyla hayat-ý içtimaiye emniyet dairesinde cereyan edebilir.

 

Risale-i Nur hayat-ý içtimaiyeye baktýðý vakit, bu esaslarý te'min ediyor. Neticesi de bilfiil görülmüþ. Risale-i Nur'un en mühim merkezi Isparta ve Kastamonu olduðundan, sair memlekete nisbeten zâbýta memurlarý insafla dikkat etseler, Risale-i Nur'un onlara parlak yardýmýný görecekler.

 

Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduðu halde, âsâyiþe hiçbir zararý dokunmadýðýný ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-ý içtimaiyeye zarar vermediklerini, kalbi bozuk olmayan görür. Bu mes'elenin sýrr-ý hikmeti budur ki:

 

Âlem-i insaniyette ve Ýslâmiyette üç muazzam mes'ele olan îman ve þeriat ve hayattýr. Ýçlerinde en muazzamý îman hakikatlarý olduðundan bu hakaik-i îmaniye-i Kur'aniye baþka cereyanlara, baþka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'an'ýn hakikatlarý, dini dünyaya satan veya âlet eden adamlarýn nazarýnda cam parçalarýna indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmaný kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur'un has ve sâdýk talebeleri, gayet

 

sh: » (K: 157)

 

þiddet ve nefretle siyasetten kaçýyorlar.

 

Hattâ sizin bu kardeþiniz -siz de bilirsiniz- bu onsekiz senedir, o kadar muhtaç olduðum halde siyasete, hayat-ý içtimaiyeye temas etmemek için, hükûmete karþý bir tek müracaatým olmadýðýný ve bu sekiz-dokuz aydýr küre-i arzýn bu herc ü mercinden bir tek defa ne sual ve ne de merak etmek ve ne de anlamak ve ne de medar-ý sohbet etmediðimi hattâ þimdi sulh olmuþ mu, harb bitmiþ mi, Ýngiliz ve Alman'dan baþka kimler harbediyor bilmediðimi, biliyorsunuz.

 

Hem herkesi geveze ve sersem eden ve üç seneden beri odamdan iþitilen radyoyu, iki def'adan baþka ne dinlediðimi ve ne de sorduðumu, benimle beraber olan sizler biliyorsunuz. Bu derece bu vaziyetlere karþý alâkâsýz ve lâkayd bir adamýn tâkib ettiði mesleðe taarruz eden ve evhama düþüp tarassudla sýkýntý veren, ne derece insaftan uzak düþtüðünü en insafsýz da tasdik eder.

 

Ýkinci Esas: Ey kardeþlerim! Sizler biliyorsunuz ki; bizim mesleðimizde benlik, enaniyet, þan ü þeref perdesi altýnda makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçýyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan þiddetle ictinab ediyoruz. Elbette burada, altý-yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatýnýzla anlamýþsýnýz ki, ben þahsýma karþý hürmet ve makam vermek istemiyorum.

 

Sizleri o noktada þiddetle tekdir etmiþim. Benim haddimden fazla mevki vermeyiniz, diye sizden darýlýyorum. Yalnýz, Kur'an-ý Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabýna, ben de onun bir þakirdi olmak haysiyetiyle ona karþý tasdikkârâne teslimi ve irtibatý, þakirane kabul ediyorum. Ýþte bu derece enaniyetten ve benlikten ve þan ü þeref nâmý altýndaki riyakârlýktan kaçmayý düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karþý ehl-i hükûmetin, ehl-i idare ve zâbýtanýn evhama düþmeleri ne kadar mânasýz ve lüzumsuz olduðunu divaneler de anlar.

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (K: 158)

 

(107)

 

Azîz, Sýddýk, Sebatkâr Kardeþlerim!

 

Musibetzedelerin mânevî galebesi, beraeti; deðil yalnýz sizleri ve bizleri, belki bu memleketteki bütün ehl-i îmaný sevindirir bir mahiyettedir. Çünki Risale-i Nur'un hürriyetine meydan açtý. Þimdiye kadar, müsadere tevehhümüyle pek çok ihtiyata mecbur olmuþtuk. Bu onsekiz senede ve bilhassa buradaki altý senede, risaleleri gizlemek hususunda pek çok zahmet çektim ve daima endiþe ederek azab çekiyorduk.

 

Cenâb-ý Hakk'a Risale-i Nur'un hurufatý adedince hamd ü sena ve þükür olsun ki; bu def'a manevî galebesiyle o zâlîmane ve zulmetkârâne perdeyi parçaladý. Az bir zahmetle büyük bir ücret ve geniþ bir fütuhata zemin hazýrladý. Ve bu iki ay tevakkuf müddeti, aynen hapsimiz hâdisesi gibi, baþka bir tarzda, daha geniþ bir dairede Risale-i Nur'un intiþarýna vesile oldu. Sizleri ve bilhassa musibetzedeleri ve hususan Hâfýz Mehmed'i tebrik ediyoruz ve geçmiþ olsun deriz. Bir Tesettür Risalesi'yle yüz adamý, yüz gün tevkif eden ve onun gibi yüzer risalelerle bir tek adamý bir gün tevkif edemeyen bir mahkemeye hükmedip galebe çalan, sizlerin hârika sadâkâtýnýz ve fevkalâde ihlâsýnýz ve sarsýlmaz metânetiniz ve kuvvetli tesanüdünüz olduðu bizce kat'iyet kesbetti, þübhemiz kalmadý. Cenâb-ý Hak sizden ebeden râzý olsun, âmin.

 

* * *

 

(108)

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Seksen küsur sene bir ömr-ü mânevîyi sizlere kazandýracak olan þuhur-u selâse-i mübarekeyi ve bilhassa bu geceki Leyle-i Regaib'i tebrik ediyoruz. Sizin beraetiniz ve mânen galebeniz, zalimleri þaþýrttý. Cepheyi burada deðiþtirdiler. Düþmânâne taarruzdan vazgeçip, dostâne hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur'un hizmetinden geri býrakmak için, memuriyet gibi bir meþgale buluyorlar veya terfian iþi çok diðer bir memuriyete veya diðer bir meþgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vâkýalar var. Bu taarruz bir cihette daha

 

sh: » (K: 159)

 

zararlý görünüyor.

 

Sâniyen: Burada lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkýfý, Otuzuncu Lem'a'nýn Ýsm-i Adl ve Hakem Nükteleri, Tabiat Lem'asý hâtimesine kadar, Âyet-ül Kübrâ'nýn "Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine giren herbir misafir..." diye baþlayan Birinci Makam'ýn baþýndan ilham, vahiy mertebeleri hariç kalýp tâ onsekizinci mertebe olan kâinatýn hudus hakikatý tâ imkâna kadar, yeni hurufla, bir ihtar-ý mânevî ile izin verdik. Daktilo (el makinasý) ile kendilerine yazdýlar. Siz de bu dört parçayý birden cild yapýp, yeni hurufla, ehl-i inkâra onikilik top güllesi gibi atabilirsiniz.

 

Ben bu sene çok zaif ve ihtiyar ve âciz bir halde bulunduðumdan, genç kardeþlerimden mânevî muavenetlerini bu mübarek þuhur-u selâsede rica ediyorum. Herbirisine birer birer selâm ve dâreynde selâmetlerine dua ediyoruz.

 

Said Nursî

 

* * *

 

(109)

 

(Bu mektub gayet ehemmiyetlidir)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bugünlerde Kur'an-ý Hakîm'in nazarýnda îmandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarýný düþündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktýr. Her zaman def'-i þer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanýnda bu takvâ olan def'-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiþ.

 

Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehþetlendiði için, takvâ bu tahribata karþý en büyük esastýr. Farzlarýný yapan, kebireleri iþlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlâsla muvaffakýyeti pek azdýr. Hem az bir amel-i sâlih, bu aðýr þerait içinde çok hükmündedir.

 

Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir ha-

 

sh: » (K: 160)

 

ramýn terki vâcibdir. Bir vâcibi iþlemek, çok sünnetlere mukabil sevabý var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahýn tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib iþlenmiþ oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmýyla ve günahtan kaçýnmak kasdýyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i sâlihadýr.

 

Risale-i Nur þakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karþý takvayý esas tutup davranmak gerektir. Mâdem her dakikada, þimdiki tarz-ý hayat-ý içtimaiyede yüzer günah insana karþý geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih iþlemiþ hükmündedir. Malûmdur ki; bir adamýn bir günde harab ettiði bir sarayý, yirmi adam yirmi günde yapamaz ve bir adamýn tahribatýna karþý yirmi adam çalýþmak lâzým gelirken; þimdi binler tahribatçýya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve te'siratý pek hârikadýr. Eðer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydý, onun tamirinde mu'cizevâri muvaffakýyet ve fütuhat görülecekti.

 

Ezcümle: Hayat-ý içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsýlmýþ. Bazý yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve valideler hakkýnda dehþetli neticeler veriyor.

 

Cenab-ý Hakk'a þükür ki; Risale-i Nur bu müdhiþ tahribata karþý, girdiði yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayý fesada vermesi gibi; þeriat-ý Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'ân'înin tezelzülüyle de Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiþ olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarþilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada baþlýyor.

 

Risale-i Nur'un þakirdleri, böyle bir hâdisede mânevî mücahedeleri, inþâallah zaman-ý Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve âmâl-i sâlihaya medar olur.

 

Azîz kardeþlerim! Ýþte böyle bir zamanda, bu dehþetli hâdisata karþý, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iþtirâk-i â'mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin â'mâl-i sâliha defterine hasenat yazdýrdýklarý gibi, li-

 

sh: » (K: 161)

 

sanlariyle herbirinin takva kal'asýna ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhassa fýrtýnalý tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeþinize, bu mübarek þuhur-u selâsede ve eyyam-ý meþhurede yardýmýna koþmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve þefkatkârlarýn þe'nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ý manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, îman ve sadakat þartlarýyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarýma ve manevî kazançlarýma, yirmidört saatte, iþtirâk-ý â'mâl-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz def'adan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanýyla hissedar ediyorum.

 

Bu kere Kâtib Osman kardeþimizin gayet cami ve çok müjdeli mektubu buhavalide bir bayram yaptýrdý. Birbirimizi tebrike sevk eyledi. Cenâb-ý Hak ondan vesizden ebeden razý olsun. Ve onun sisteminde sebatkâr çok þakirdleri yetiþtirsin.âmin.

 

Gül veNur ve Mübarekler ve Medresi-i Nuriye hey'etleri ve ümmî ihtiyarlar vemâsumlar baþta olarak umum kardeþlerimize ve hemþirelerimize selâm ve selametve saadetlerine dua ediyoruz.

 

SaidNursî

 

***

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ اْلقُرْآنِ وَاَسْرَارِهِ

 

(110)

 

(Hizb-ül Kur'an-ül Âzam'ýn) tab'ýna muvaffakiyet Risale-i Nur'un inþâallahfütuhatýna ve mu'cizeli Kur'an'ýn tab'ýna bir piþdardýr. Sizleri tebrik ediyoruz. Buþuhûr-u mübarekede o Hizb-i A'zam'ýn kazandýracaðý sevabýn bir misli defter-ia'mâlinize girecekler. Bu büyük mânevî kâr ona sarf olunan mal ve vakit vehizmetten çok ziyadedir. Kahraman Tâhir bu hizmette, elhak muvaffakýyetle tamiktidarýný gösterdi. Her bir nüshanýn satýldýðý vakit, hediyesi kaç kuruþise, bize bildiriniz. Hem bu havaliye göndereceðiniz miktarý sþu adresle gönderiniz.(Çankýrý'da komisyoncu Mustafa Ýpek vasýtasiyle Kastamonu'da

 

 

 

Sh:»(K:162)

 

Nasrullah Cami þadýrvanýnda Çaycý Emin'e) gönderilecek. KahramanTâhirin yazdýðý tarzdaki tab' çok müþkilatlý olmuþ. Bu kadar müþkilatiçinde vuku' bulmamýþ bir tarzda tevafuklu çýkmasý bir eser-i inayettir. Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun.

 

Tâhir'in Onuncu Sözün mülhakatiyle Küçük Ali'nin yazdýðý lâhikalýtarzda «münasibmidir?» diye sormasýna deriz: «Evet münasiptir.» Yalnýzism-i Hayy'dan aldýðý parçanýn haþre ait ve münasip olmayan bir parçasýgirmiþ. Hem daha baþka risalelerde haþre ait müessir parçalar bulsanýz ilhakedersiniz.

 

Hem Mu'cizat-ý Kur'aniyye olan Yirmi Beþinci Söz âhirleri acelelik belasýylamücmel kaldýðýna bedel, ona zeyl ve lâhika olmak için Sabri'ye bir kaç ay evvelyazdýðým bir mektubdaki kendi yazdýðý nüshasýna «ilave et» demiþtik.

 

Hem Hasan Âtýf'ýn bana yazdýðý Mu'cizat-ý Kur'aniyye'ye, Kur'an'ýnmu'cizatýna ait bazý parçalarý burada biz ilhak ettik. Siz de Kur'an'ýn i'cazýylemünasebettar mühim nükteler ve Yirminci Söz, Sure-i Fethin âhir ayeti ve Rumuz-uSemaniye'ye ait Fihristenin yazdýðý parçalarý gibi tensip ve tensikinizle ilhak etseniziyi olur. Tâ ki Mu'cizat-ý Ahmediyye risalesi gibi Onuncu Söz, Yirmi Beþinci Sözlâhikalarýyla tam tekemmül etsin ve o üç erkân-ý îmaniyye tam kuvvetlerini,haþmetlerini mülhidlere göstersin. Onsekizinci Lem'a'nýn Fihristesi ise yazmasýsizlere aittir. Siz yazýnýz bize de gönderiniz.

 

Kardeþimiz Marangoz Ahmed'in Medrese-i Nuriye'nin baþlarýndan olan HafýzMehmed'in tam beraeti ve bütün risalelerini teslim almasý onun dediði gibi bir keramet-iNuriye'dir, biz de tasdik ediyoruz. Rü'yasýnda Hz.Ali (R.A.) etrafýmýzdaki yýlanlarýöldürmesi, tabiri pek zahir bir rü'ya-yý sâdýkadýr. Hocanýn sualine verdiðizerafetli cevap ve temsili bir teþbih cihetiyle, o rü'yanýn bir ma'na-yý iþarîsialtýna girebilir. Yoksa böyle sarih þeylere ma'nasý budur denilse münasip olmaz.

 

Orada bulunan umum kardeþlerimize selâm ve dua eder ve dualarýnýzý isteriz.

 

Kardeþiniz

 

SaidNursî

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

sh: » (K: 163)

 

(111)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Dün Emin bu havaliye gelen bir kolordu münasebetiyle, istemediðim ve Rus'un harbe devamýný bilmediðim halde; Rusya'nýn Kafkas'la ittisali kesilmesini söyledi. Ben onun sözünü kesip susturduðum halde, kalbim ehemmiyetle bir alâka gösterdi.

 

Sonra bugün namazda ve tesbihatýnda iken, mânevî tarzda denildi ki: Küre-i Arz'da çarpýþan, mücadele eden cereyanlardan her halde birisi Ýslâmiyete ve Kur'an'a ve Risale-i Nur'a ve mesleðimize tarafdar olacak; bu noktadan ona karþý merakla bakmak gerektir. Bakmamak için bir-iki mektubda yazdýðým sebebler çendan kalbe, akla kâfidir; fakat meraklý ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi.

 

Aynen tesbihatta ihtar edildi ki: ehemmiyetli sebebi ise: Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanýr; tarafgir nazarý, tarafdar olduðu taraf cereyanýn kusurunu görmez, zulmüne rýza gösterir belki alkýþlar. Hâlbuki küfre rýza, küfür olduðu gibi, zulme razý olmak dahi zulümdür. Elbette zemin yüzünde bu dehþetli düelloda, semavatý aðlatacak zulümler ve tahribat oluyor; çok mâsum ve mâzlumlarýn hukuklarý kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz gaddar medeniyetin zâlîmane düsturu olan, "Cemaat için ferd feda edilir, milletin selâmeti için cüz'î hukuklara bakýlmaz" diye, öyle dehþetli bir zulüm meydaný açmýþ ki, kurûn-u ûlâ vahþetlerinde de emsali vuku bulmamýþ. Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkýný cemaata feda etmez; "Hak, haktýr; küçüðe büyüðe, aza çoða bakýlmaz" diye kanun-u semavî ve hakikî adalet noktasýnda Risale-i Nur þakirdleri gibi hakikat-ý Kur'aniye ile meþgul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnýz hevesli bir merak için, netice itibariyle faidesi bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zâlîmane tahribatlarýný alkýþlamak suretiyle Ýslâmiyet ve Kur'an lehine hizmet edeceði o cereyanýn harekâtýný fikren takib etmekle meþgul olmak münasib olmadýðý için; nefis de, akýl ve kalbe tâbi olup merakýný býrakmýþ diye anladým.

 

sh: » (K: 164)

 

Ýkinci Mes'ele: Risale-i Nur'un Isparta'da kat'i galebesi, zýndýklarý þaþýrttý. Fakat bazý mütemerrid ve muannid ve ölen herifin ruh-u habîsi hükmünde bazý zýndýklar, o maðlubiyete karþý gelmek fikriyle, baþtan aþaðýya kadar Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, fakat perde altýnda, aynen münazara-i þeytaniye bahsinde hizb-üþ-þeytanýn, Peygamber (A.S.M.) ve Kur'an hakkýnda mesleklerince söyledikleri tâbiratý baþka bir tarzda o zýndýk herif istimal etmiþ.

 

Onun gibi yahudi, mütemerrid ve dinsiz feylesoflarýndan ve Avrupa'nýn zýndýklarýnýn eskiden beri Kur'an ve Peygamber'in (A.S.M.) hâlâtýndan medar-ý tenkid bulduklarý noktalarý, bu Ýslâm ismi altýndaki zýndýk, kurnazcasýna, safdil Müslümanlara ve Risale-i Nur'u görmeyenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda gitmiþ ve küfrünü gizlemeye çalýþmýþ ki; þeytanette, þeytandan ileri gitmiþ. Beni çok müteessir etti.

 

Kardeþimiz Sabri'nin mektubunda, «muannid mülhidlerin, Risale-i Nur'un cereyanýna karþý kurduklarý çürük ve vâhi hud'alarý, örümcek aðý ve yuvasý gibi kuvvetsiz ve o þeytanet perdeleri kýymetsiz ve mukavemetsizdir, Risale-i Nur'a karþý yýrtýlýr ve yýrtýlacak.» dediði gibi; bu zýndýk ve muannid ve mütemerrid ve ölen herifin ruh-u hâbisi olan zýndýðýn yazdýðý ve zâhiren Müslümanlara Türkçülük lehinde, fakat hakikatta Kur'an ve Peygamberin (A.S.M.)'ýn azamet ve haþmet-i mâneviyelerini kýrmak ve hiçe indirmek ve âdileþtirmek niyetiyle yazýlan bu matbu eser de, Mu'cizat-ý Kur'an ve Mu'cizat-ý Ahmediye'ye (A.S.M.) karþý örümcek aðý da olamaz, parçalanýr. Fakat binler teessüf ki; Risale-i Nur'u görmeyenlere kat'î zarar verdiði gibi, Risale-i Nur'u görenler de merak edip, "Acaba ne var?" demekle, sâfi kalblerini bulandýrýr. Lâakall vesvese ve evham verir.

 

Risale-i Nur'un kahraman þakirdleri böyle þeylere karþý müteyakkýz davranmak ve faaliyetlerini ziyadeleþtirmek lâzým geliyor. Fena þeyle zihnen meþgul olmak da, fena olduðu için kýsa kesiyorum. Sakýn ona ehemmiyet vermekle halklarý meraklandýrýp baktýrýlmasýn. Belki ehemmiyetsiz, dinsizcesine, yalnýz esma-i mübareke ve âyât-ý mübarekenin bazý meâli için-

 

sh: » (K: 165)

 

den hariç kalmak itibariyle ehemmiyetsiz bir paçavradýr, bilinsin. Bu herifin ne derece haddinden tecavüz ettiðini bu temsilden anlayýnýz. Meselâ: Çok uzak bir mecliste, mütehassýs ve müdakkik âlimlerin okuduklarý ve tedkik ettikleri bir kitaba ve ders aldýklarý bir zâta, pek uzak bir mesafede bakmak isteyen ve görmeyen bir ebleh, o âlimlerin aksine hüküm verip onlarý tenkid eden, divanece hezeyan eder.

 

Cenâb-ý Hak ehl-i îmaný ve Risale-i Nur þakirdlerini böylelerin þerrinden muhafaza eylesin, âmin.

 

Said Nursî

 

* * *

 

(112)

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Sizin fevkalâde sebat ve ihlâsýnýzýn galebesi ve o musibeti def'inden sonra, ehl-i dünya cepheyi deðiþtirdi. Zýndýkanýn desiseleriyle bu havalide bizlere karþý perde altýnda maddî ve mânevî tahþidatý baþlamýþ. Gayet dikkatle ve þeytancasýna, þâkirdlerin hakikî kuvvetleri olan tesanüdü bozmaða çalýþýyorlar. Sizlere risaleleri iade ettikleri halde, kurnazcasýna dolaplar çevriliyor. Biz sizin bir þûbeniz hükmünde olduðumuz halde, bizi asýl ve merkez telâkki ediyorlar. Hâfýz-ý Hakikî Cenab-ý Hak'týr. Ýnþâallah hiçbir zarar edemeyecekler.

 

Fakat bu þuhur-u mübârekenin eyyam ve leyâli-i mübarekesinde hâlis dualarýnýz ile bize yardým ediniz. Birþey yok. Fakat mümkün oldukça ihtiyatlý ve dikkatli olunuz. Hazret-i Ali (Radýyallahü Anhü) ve Gavs-ý Geylânî (Kuddise Sirruhu) gibi kahramanlarýn mânevî te'minatý قُلْ وَ لاَ تَخَفْ ve وَلاَ تَخْشَ hitablarý, bize her vakit cesaret ve kuvve-i mânevî veriyor.

 

Kâtib Osman'ýn mektubunda, kahraman Lütfi'nin bahadýr biraderi Burhan'ýn, risalelerin kurtulmasýna çok hizmet ettiðini yazýyor. Zâten o cesur kardeþimizin eskiden de bu çeþit hizmetleri vardý. Hem ona, hem Risale-i Nur'un kurtulmasýna çalýþanlara ve medhali bulunanlara, hattâ mahkeme reisine ve insaflý âzâlarýna hem dua, hem teþekkür ediyoruz. Münasip

 

sh: » (K: 166)

 

görülse, mahkeme reisine hususî teþekkürümüzü beyan edersiniz.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ هذِهِ الشُّهُورِ الثَّلاَثَةِ

 

(113)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Sizin geçmiþ Leyle-i Mi'rac ve gelecek Leyle-i Beratýnýzý tebrik ediyoruz ve makbul dualarýnýzý rica ediyoruz.

 

Sâniyen: Yirmibeþinci Söz olan Mu'cizat-ý Kur'aniye'nin nýsf-ý âhiri, acelelik belâsýyla gayet mücmel kalmasýna bedel; size evvelce yazdýðým gibi, bazý lâhikalarý onun âhirinde ilhak etmiþtik. Þimdi en mühim bir parça, yirmi sene evvel tab'edilen Lemeât'ta gördük. Onun da Mu'cizat-ý Kur'aniye zeyilleri içine derci pek münasib görüldü. Kahraman Tahirî'nin bana getirdiði bir nüsha Lemeât'ý çok kýymetdar gördüm. Eðer bir nüsha daha o havalide varsa, siz de o parçayý nüshalarýnýzýn âhirine yazarsýnýz. Zâten Lemeât, kendisi de hârikadýr. Ramazan-ý Þerif'te yirmi gün zarfýnda, nesir bir surette, tekellüfsüz birden yazýlmýþ. Sonra baktýk, sehl-i mümteni' gibi bir nesr-i manzum ve bir nazm-ý mensur suretini almýþ. Ýçinde bu parça daha hârikadýr. Lemeât'ta o parçanýn serlevhasý: "Îycâz ile beyan i'caz-ý Kur'ân."

 

"Bir zaman rü'yada gördüm ki: Aðrý Daðý altýndayým. Birden dað patladý, dað gibi taþlarý âleme daðýttý, sarstý cihaný."

 

Bundan da, «Tarz-ý nazar ikidir; biri zulmetdar, diðeri ziyadar» serlevhasýna kadar.

 

Eðer Lemeât sizin elinize geçmemiþse, o parçayý buradan size göndereceðiz.

 

Sâlisen: Hem lâtif, hem güzel, zarif bir hâdiseyi söyliye-

 

sh: » (K: 167)

 

ceðim: Bu memlekette Risale-i Nur'a erkeklerden ziyade fedakârâne yapýþan ihtiyare hanýmlar ve ihtiyare hükmünde mâsume genç hanýmlar, eski zaman sýrmalý ve yaldýzlý gelinlik cihazatýnýn içinde kýymetdar parçalarý Risale-i Nur'un eczalarýnýn cildleri üstüne çekip, bütün risaleler altun yaldýz ile cildlemiþ gibi bir tarza girdi. Risale-i Nur'un mânen güzelliðine ve Hüsrev ve Tâhirî ve Ali'lerin ve Hasan Âtýf ve Âsým gibi kardeþlerimizin yaldýzlý yazýlarýnýn cemaline, cildi üstünde de þirin bir güzellik daha ilâve ettiler. Hâfýz Ali'nin mektubunda yazdýðý Ümmühan ve Þâhide deðerinde, burada Risale-i Nur'a bütün kuvvetiyle çalýþan çok hemþirelerimiz var. Meselâ Âsiye, Sâniye, Ulviye, Lütfiye, Aliye gibi Risale-i Nur'un þakirdleri, oradaki hemþirelerine ve kardeþlerine selâm ve dua ediyorlar.

 

Biz de onlar gibi, umum kardeþlerimize birer birer selam ve dua ederiz. MâþâallahSalahaddin Çelebi, þarkda, Kars'da garbdaki Isparta kahramanlarýna omuz omuza verip,fütühat yapýyor. Pederi Nazife yetiþmeðe çalýþýyor. Baba oðul, hakikatenRisale-i Nurun iki kahramanýdýrlar.

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ شَعْبَانَ وَ رَمَضَانَ

 

(114)

 

Aziz, Sýddýk, Mübarek, Metin Kardeþlerim!

 

Sizin Leyle-i Berat'ýnýzý ve gelen Leyali-i Ramazan-ý Mübareke'nizi tebrik ederiz. Cenâb-ý Hakk'a yüzbinler þükür olsun ki, Risale-i Nur kendi kendine tevessü' ediyor. Her tarafta fütuhatý var. Ehl-i dalâletin hileleri onu durdurmuyor, bilâkis çok dinsizler teslim-i silâh ediyorlar. Hâfýz Ali'nin dediði gibi, korkularý pek ziyadedir. Þimdi dinsizlik taassubiyla deðil, korku cihetiyle iliþiyorlar. O korku, Risale-i Nur lehine dönecek inþâallah.

 

Nur fabrikasýnýn sahibi, bu def'aki mektubundaki hârika ve

 

sh: » (K: 168)

 

yüksek duasý, onun fevkalâde ihlâs ve sadakatinin bir tereþþuhatý nazarýyla baktýðýmýzdan, bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zannýný Risale-i Nur hesabýna kabul edip, duasýna âmin deriz. O Nur fabrikasýnýn mektubu, Hasan Âtýf'ýn mektubuyla Leyle-i Berât akþamýnda elimize geçti. O gecemize, bereketli ve mübarek bir tebrik nev'inde telâkki eyledik.

 

Hasan Âtýf'ýn mektublarýna uzun bir mektubla cevap vermek onun hakkýdýr.Fakat onun tam kanaat getirdiði terk-i þahsiyet ve teveccüh eyledi þahsiyet-imânevî-i Nuriye hususi mektuba ihtiyaç göstermiyor. Halis, muhlis Âtýf'ýn uzunmektublarýnda, üç ehemmiyetli cihet gördük.

 

Birincisi: Bu aciz kardeþiniz nasýlki esrâr-ý gaybiye-i Kur'aniyeye tevâfukanahtarý ile bir zaman müteveccih oldum. Kaç def'a kapý açýldý, fakat ondaistihdam edilmedim kapandý. Çünki hakaik-ý îmaniyeye hizmet ciheti yüz def'aihtiyaç noktasýnda müreccih olduðundan o meraklý, zevkli olan tevafukat-ýgaybiyye o vazife-i hakikîye mani' olmasýndan o yolu býraktýk.

 

Aynen öyle de; Hasan Âtýf'ýn gayet sâfi kalbi ve gayet ince hissiyatý ve gayethâlis sadakatý onu Risale-i Nur'un hazinesine garib bir tevâfuk anahtariyle girmeyeçalýþýyor. Gayet zevkli bir hakikatý hissediyor. Fakat hissiyatýný kuvvetliþeylerle baðlayýp ifade edemiyor. Halbuki onun fevkalâde herkesin nazar-ýistihsânýný kendine celb eden kalemi ve sadâkat ve ihlâsý en ehemmiyetli vazifeolan Risale-i Nur'un neþrindeki hizmetine bir derece zarar verdiðinden o da benim gibi ozevkli, meraklý yolda çok meþgul olmasa daha ziyâde ondan istifâde edilir.

 

Ýkinci Cihet : Hakikaten Âtýf fýtraten Risale-i Nur'a ve meþrebine ve hizmetineve tam talebe olmasýna ve sýrr-ý ihlâs ile fenâ fil-ihvan düsturuna tammüstaiddir. Fakat pek hassas ve ince düþünceleri vardýr. Hattâ epey dikkatleancak hissedebiliyorum.

 

Üçüncü: Müstesna ve parlak hattý ile beþ-on mühim düsturlarý vevecîzeleri Risale-i Nurdan intihab edip, on parça kaðýtlara yazýp göndermiþ. Bizde o mübarek vecîzeleri odamýzda her gelenlere Âtýf'tan bir ders-i nuriye almak ve Âtýf'a hâyýr

 

 

 

Sh:»(K:169)

 

kazandýrmak için duvara astýk. Odamýza tezyin ettik.

 

Aziz kardeþlerim!

 

Bu mübarek Ramazan'da dahi geçen Ramazan gibi, bu âciz ve zaîf kardeþinize, mânevî ve uhrevî sa'y ve çalýþmanýzdan zekât mikdarýnca vermenizi ve onun hesabýna bir mikdar çalýþmanýzý ve ziyade hüsn-ü zannýnýz ile ona tahmil ettiðiniz aðýr yüke o cihette yardýmýnýzý pek çok rica ederim.

 

Derd-i maîþet sersemliðiyle, ekser halk âhiret iþlerine ikinci derecede bakmalarýndan, ehl-i dalâlet istifade edip onlarý avlýyorlar. Risale-i Nur þakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarýyla bu mânevî hastalýða da mukabele ederler, inþâallah.

 

Umum kardeþlerimize ve hemþirelerimize birer birer selâm ve dua ederiz.

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(115)

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizin mübarek Ramazan-ý Þerîfinizi tebrik ediyoruz. Cenâb-ý Erhamürrâhimîn bu Ramazan-ý Mübareke'nin hürmetine Rahmeten-lil-Âlemîn olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn ümmetine rahmetiyle imdad eylesin! Âmin.

 

Âsâr-ý Gadab-ý Ýlâhî olan âfât ve dalâletlerden muhafaza eylesin! Âmin. Ve Risale-i Nur þakirdlerini neþr-i envâr-ý Kur'aniyede muvaffak eylesin! Âmin. Hizb-ül A'zam-ý Kur'ânî'nin gelmesini iþtiyakla bekliyoruz.

 

Sâniyen: Hâfýz Ali'nin mektubunda, kahraman Süleyman Rüþdü'nün gelmesini tebþir ediyor. Biz de ona, "Binler safalarla geldin" deyip ve üç cihetle onu ve mâsumlarýný tebrik

 

sh: » (K: 170)

 

ediyoruz. Ve Hasan Âtýf'ýn, Demirci Mehmed nâmýný verdiði Bedevî kardeþimize yazdýðý uzun mektubu buradaki kardeþlerimize ihlâs noktasýnda ehemmiyetli te'siri var. Ýhlâs Risalesi'nin sýrrýný ve düsturlarýný yerleþtirmeye çalýþmasý, bizi çok mesrur eyledi. Cenâb-ý Hak onun gibi hâlis kardeþleri çoðaltsýn. Ve Âtýf'ýn o mektubunda Medrese-i Nuriye'deki kahramanlardan kýymetdar bir-iki yüksek ihtiyarýn, Risale-i Nur'a parlak irtibatlarý bizi sürur yaþýyla aðlattýrdý.

 

Bu def'a evvelce size gönderilen gençler îkaznâmesinin bir tetimmesi olarak, bu havalideki tehlikeli vaziyette bulunan gençlere bir ihtarnâme nâmýnda bir fýkra gönderiyoruz. Tâ ki Risale-i Nur'un genç þakirdlerinin gittikleri istikamet ve iffet ve ittiba'-i sünnet-i seniye, gençlik noktasýnda ne kadar kýymetdar bulunduðunu ve hakikî ve zevkli gençlik ise o tarzdaki bahtiyarlarýn gençlikleri olduðunu bir kat daha isbat edip, hakikî genç Türkler kimler olduðunu göstersin.

 

Umum kardeþlerimize ve hemþirelerimize selâm ve dua ederiz. Ve mübarek dualarýný bu mübarek Ramazan-ý Þerif'te ve bire bin kazancý kazandýran eyyam ve leyâli-i mübarekede rica ediyoruz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

(116)

 

BÝRKAÇ BÝÇARE GENÇLERE VERÝLEN BÝR TENBÝH, BÝR ÝHTARNAMEDÝR.

 

(Bu def'adan evvelce size gönderilen gençler îkaznâmesinin bir tetimmesidir.)

 

 

 

Bir gün yanýma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakýnmak için te'sirli bir ihtar almak istediler. Ben de eskiden Risale-i Nur'dan meded isteyen gençlere dediðim gibi onlara dedim ki:

 

 

 

Sizdeki gençlik kat'iyen gidecek. Eðer siz daire-i meþruada kalmazsanýz, o gençlik zâyi olup baþýnýza hem dünyada, hem

 

sh: » (K: 171)

 

kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eðer terbiye-i Ýslâmiye ile o gençlik nimetine karþý bir þükür olarak iffet ve namusluluk ve tâatte sarfetseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasýna sebeb olacak.

 

Hayat ise, eðer îman olmazsa veyahut isyan ile o îman te'sir etmezse; hayat, zâhirî ve kýsacýk bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki insanda akýl ve fikir olduðu için, hayvanýn aksine olarak hazýr zamanla beraber geçmiþ ve gelecek zamanlarla da fýtraten alâkadardýr. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadýðý için, hazýr lezzetini, geçmiþten gelen hüzünler, gelecekten gelen korkular, endiþeler bozmuyor. Ýnsan ise; eðer dalâlet ve gaflete düþmüþ ise, hazýr lezzetine geçmiþten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endiþeler o cüz'î lezzeti cidden acýlaþtýrýyor, bozuyor. Hususan gayr-ý meþru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.

 

Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasýnda aþaðý düþer. Belki ehl-i dalâletin ve gafletin hayatý, belki vücudu, belki kâinatý; bulunduðu gündür. Bütün geçmiþ zaman ve kâinatlar, onun dalâleti noktasýnda ma'dumdur, ölmüþtür. Akýl alâkadarlýðý ile ona zulmetler, karanlýklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, îtikadsýzlýðý cihetiyle yine ma'dumdur. Ve ademle hâsýl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatýna zulmetler veriyor.

 

Eðer îman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiþ, hem gelecek zamanlar îmanýn nuruyla ýþýklanýr ve vücud bulur. Zaman-ý hâzýr gibi ruh ve kalbine îman noktasýnda ulvî ve mânevî ezvaký ve envar-ý vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatýn, Ýhtiyar Risalesi'nde Yedinci Rica'da izahý var. Ona bakmalýsýnýz. Ýþte hayat böyledir.

 

Hayatýn lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatýnýzý îman ile hayatlandýrýnýz ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatlarýn gösterdikleri dehþetli hakikat-ý mevt ise, size baþka gençlere söylediðim gibi bir temsil ile beyan ediyorum:

 

Meselâ, burada gözünüz önünde bir daraðacý dikilmiþ,

 

sh: » (K: 172)

 

onun yanýnda bir piyango fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren dairesi var. Biz buradaki on kiþi alâküllihâl, ister istemez, hiç baþka çare yok, oraya davet edileceðiz, bizi çaðýracaklar. Ve çaðýrma zamaný gizli olmasýndan her dakika, ya "Gel idam ilâmýný al, daraðacýna çýk!" veyahut "Gel, milyonlarla altunu kazandýran bir ikramiye bileti sana çýkmýþ gel, al!" demelerini beklerken, birden kapýya iki adam geldi. Biri yarý çýplak güzel ve aldatýcý bir kadýn, elinde zâhiren gayet tatlý, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diðer biri de; aldatmaz ve aldanmaz ciddî bir adam, o kadýnýn arkasýndan girdi. Dedi ki: "Size bir týlsým, bir ders getirdim. Bunu okursanýz, o helvayý yemezseniz, siz o daraðacýndan kurtulursunuz.. Bu týlsým ile emsalsiz ikramiye biletini alýrsýnýz.

 

Ýþte bakýnýz bu daraðacýnda zaten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya gidiyor ve oraya girinceye kadar da o helvanýn zehirinden dehþetli karýn sancýsý çekiyorlar ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zâhiren onlar da o daraðacýna çýkýyorlar. Fakat onlar asýlmadýklarýný, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptýklarýný milyonlar, milyarlar þahidler var, haber veriyorlar.

 

Ýþte pencerelerden bakýnýz.. En büyük memurlar ve bu iþle alâkadar büyük zâtlar yüksek sesle ilân ediyorlar, haber veriyorlar ki; O daraðacýna gidenleri aynelyakîn gözünüz ile gördüðünüz gibi, bu ikramiye biletini týlsýmcýlar aldýklarýný hiç þek ve þübhe getirmez, görür gibi, gündüz gibi kat'î biliniz." dedi.

 

Ýþte bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ý meþru dairedeki gençliðin sefahetkârâne zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikasý olan îmaný kaybettiði için, daraðacý hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapýsý olan kabrin musibetine, aynen zâhiren göründüðü gibi düþer ve ecel gizli olduðu için genç, ihtiyar farketmiyerek her vakit ecel cellâdý, baþýný kesmek için gelebilir.

 

Eðer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ý gayr-ý meþruayý terkedip, týlsým-ý Kur'ânî olan îman ve feraizi elde etmekle o fevkalâde mukadderat-ý beþer piyangosundan çýkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacaðýna, yüzyirmidört bin Enbiya Aley-

 

sh: » (K: 173)

 

himüsselâm ile beraber hadd ve hesaba gelmiyen ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat ve ehl-i tahkik müttefikan haber veriyorlar ve âsârýný gösteriyorlar.

 

Elhâsýl: gençlik gidecek. Sefahette gitmiþ ise, hem dünyada, hem âhirette, binler belâ ve elemler netice verdiðini ve öyle gençler ekseriyetle sûiistimal ile, israfat ile gelen evhamlý hastalýkla, ya hastahanelere veya taþkýnlýklariyla hapishanelere veya sefalethanelere veya manevî elemlerden gelen sýkýntýlarla meyhanelere düþeceklerini anlamak isterseniz hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.

 

Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ý halinden, gençlik sâikasiyla israfat ve sûiistimâlden gelen hastalýktan «eninler» «eyvahlar» iþittiðiniz gibi, hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençlik saikasýyla gayr-ý meþru dairedeki harekâtýn tokatlarýný yiyen bedbaht gençlerin teessüfatlarýný iþiteceksiniz. Ve kabristanda mütemadiyen oraya girenler için kapýlarý açýlýp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keþfelkuburun müþahedatýyla ve bütün ehl-i hakikatýn tasdikýyla ve þehadetleriyle ekser azablarýn, gençlik sû'-i istimalâtýnýn neticesi olduðunu bileceksiniz.

 

Hem nev'-i insanýn ekseriyetini teþkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile "Eyvah gençliðimizi bâd-i heva, belki zararlý zâyi ettik. Sakýn bizim gibi yapmayýnýz." diyecekler.

 

Çünki beþ-on senelik gençliðin gayr-ý meþru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belâsýný çeken adam, en acýnacak bir halde olduðu halde اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sýrrýyla hiç acýnmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rýzasýyla girene merhamet edilmez ve lâyýk deðildir. Cenâb-ý Hak bizi ve sizi, bu zamanýn câzibedar fitnesinden kurtarsýn ve muhafaza eylesin. Âmin...

 

 

 

* * *

 

sh: » (K: 174)

 

(117)

 

Azîz, Sýddýk, Risale-i Nur Þakirdleri Kardeþlerim!

 

Risale-i Nur þakirdlerinin zaif kýsýmlarýna zarar veren, hâtýra gelmeyen, ihtiyar bir zât tarafýndan bir itiraz münasebetiyle ve o gibi itirazlarýn esasýný kesecek bir hakikatý beyan etmeye mecbur oldum. Evvelce birisine dediðim gibi, bunu tekrar ediyorum:

 

Hem mucib-i taaccüb, hem medar-ý teessüftür ki: Ehl-i hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti zâyi ettikleri ve zâyi' ile maðlub olduklarý halde; ehl-i nifak ve dalâlet, meþrebine zýd olduðu halde, ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatý maðlub ediyorlar. Ve en ziyade medar-ý taaccüb ve medar-ý hayret þudur ki:

 

En ziyade muavenet ve teþvik beklediðimiz ve onlar da o yardýma Ýslâmiyetçe ve meslekçe ve vazifeten mükellef olduklarý bize yardýmý yapmayýp, bilâkis yanlýþ anlamasýna binaen, Risale-i Nur'un hizmetine fütur verecek bir tarzda, mevki-i içtimaiyelerinin ehemmiyetine istinaden itiraz etmiþler. Bir hakikate dair beyanata itiraz etmiþler.

 

Ben bilmiyorum hangi mes'eledir, hangi âyete dairdir. Olsa olsa, gayet mahrem kýsmýndan olan Birinci Þuâ nâmýnda Ýþârât-ý Kur'aniye'den bir mes'eleye dair olacaktýr. Bu âciz kardeþiniz, hem o eski dost zâtâ hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur'ân-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn feyziyle Yeni Saîd hakaik-i îmaniyeye dair o derece mantýkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki deðil müslüman ülemasý, belki en muannid Avrupa feylesoflarýný da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.

 

Amma Risale-i Nur'un kýymet ve ehemmiyetine iþarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ý A'zâm'ýn (K.S.) ihbârâtý nev'inden, Kur'ân-ý Mu'ciz-ül-Beyan'ýn dahi bu zamanda bir mu'cize-i mânevîyesi olan Risale-i Nur'a nazar-ý dikkati celbetmesine mânâ-yý iþarî tabakasýndan rumuz ve îmalarý, i'câzýnýn þe'nindendir ve o lisan-ý gaybýn belâgât-ý mu'cizekârânesinin muktezasýdýr.

 

sh: » (K: 175)

 

Evet Eskiþehir hapishanesinde dehþetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduðumuz hengâmda, mânevî bir ihtarla: "Risale-i Nur'un makbuliyetine dair eski evliyâlardan þahid getiriyorsun. Halbuki وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sýrrýyla en ziyade bu mes'elede söz sahibi Kur'andýr. Acaba Risale-i Nur'u Kur'an kabûl eder mi? Ona ne nazarla bakýyor?" denildi. O acib sual karþýsýnda bulundum.

 

Ben de Kur'andan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin mânâ-yý sarîhinin teferruatý nev'indeki tabakattan mana-yý iþârî tabakasýndan ve o mânâ-yý iþârî külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur olduðunu ve duhulüne ve medar-ý imtiyazýna bir kuvvetli karine bulunmasýný bir saat zarfýnda hissettim. Ve bir kýsmý bir derece izah ve bir kýsmýný mücmelen gördüm. Kanaatýmda hiçbir þekk ve þübhe ve vehim ve vesvese kalmadý. Ben de ehl-i îmanýn îmanýný Risale-i Nur'la muhafaza niyetiyle o kat'î kanaatýmý yazdým ve has kardeþlerime mahrem tutulmak þartýyla verdim. Ve o risalede biz demiyoruz ki; âyetin mânâ-yý sarihi budur, tâ hocalar (fîhi ÝÝnazarun) desin.

 

Hem dememiþiz ki, mânâ-yý iþârînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: mânâ-ý sarîhinin tahtýnda müteaddid tabakalar var. Bir tabakasý da mânâ-yý iþârî ve remzîdir ve o mâna-yý iþârî de bir küllîdir. Her asýrda cüz'iyatlarý var. Risale-i Nur dahi bu asýrda o mâna-yý iþârî tabakasýnýn külliyetinden bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ý nazar olduðuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceðine, eskiden beri ülema mabeyninde câri bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiþ iken, Kur'ânýn âyetine veya sarahatine deðil incitmek, belki i'caz ve belâgâtýna hizmet ediyor. Bu nevi iþârât-ý gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatýn nihayetsiz iþârât-ý Kur'aniyeden hadd ü hesaba gelmeyen istihracâtlarýný inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.

 

Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamýn elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiðrab ve istib'ad edip itiraz eden zât, eðer buðday tanesi kadar çam çekirdeðinden dað

 

sh: » (K: 176)

 

gibi çam aðacýný halkeylemek azamet ve kudret-i Ýlahiyeye delil olduðunu düþünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ý mutlakta ve böyle ihtiyac-ý þedîd zamanýnda böyle bir eser zuhuru, «Vüs'at-i rahmet-i Ýlâhiyyeye delildir.» demeye mecbur olur.

 

Ben sizi ve mu'terizleri Risale-i Nur'un þeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki: Bu iþaretler ve evliyanýn îmalý haberleri, remizleri, beni dâima þükre ve hamde ve kusurlarýmdan istiðfara sevketmiþ. Hiçbir vakitte hiçbir dakika nefs-i emmareme medar-ý fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediðini, size bu yirmi sene hayatýmýn göz önünde tereþþuhatýyla isbat ediyorum.

 

Evet bu hakikatla beraber insan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli deðil. Benim bilmediðim çok kusurlarým var. Belki de fikrim karýþmýþ, risalelerde hatalar da olmuþ. Fakat Kur'an'ýn hurufât-ý kudsiyesinin yerine beþerin tercümesini ikame perdesi altýnda, noksan huruflarla yeni hat altýnda tahrifkârâne ehl-i dalâletin tevilât-ý fâsideleri âyâtýn sarâhatýný incitmelerine bakmýyor gibi; bîçâre mazlûm bir adamýn kardeþlerinin îmanýný kuvvetleþtirmek için bir nükte-i i'caziyeyi beyan ettiði için hizmet-i îmaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette deðil öyle zâtlar, belki zerre mikdar insafý bulunan itiraz edemez.

 

Benim þahsým için mucib-i hayrettir ki: O itiraz eden zât, benim silsile-i ilimde en mühim üstadým olan Þeyh Fehim'in (K.S.) bir tilmizi ve en ziyade merbut olduðum Ýmam-ý Rabbânî (R.A.)'ýn bir talebesi olduðu halde; herkesten ziyade, kusurlarýma, eski karýþýk hayatlarýma, taþkýnlýklarýma bakmayarak bütün kuvvetiyle imdadýma koþmak lâzým iken; maatteessüf ondan tereþþuh eden bir itiraz, bazý zaîf arkadaþlarýmýza fütur ve ehl-i dalâlete bir sened hükmüne geçtiðini çok teessüfle iþittik.

 

O ihtiyar zâttan, çabuk bu sû'-i tefehhümü izale etmek için tamire çalýþmasýný; hem duasýyla, hem te'sirli nasihatýyla yardýmýný bekleriz. Bunu da ilâveten beyan ediyorum:

 

Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatlý milyonlar fedakâr-

 

sh: » (K: 177)

 

larý bulunan meþrebler, meslekler bu dehþetli dalâlet hücumuna karþý zâhiren maðlubiyete düþtükleri halde; benim gibi yarým ümmî ve kimsesiz, mütemadiyen tarassud altýnda, karakol karþýsýnda ve müdhiþ, müteaddid cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi benden tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir adam, elbette dalâlete karþý galibane mukavemet eden ve milyonlar efradý bulunan mesleklerden daha ileri, daha kuvvetli dayanan Risale-i Nur'a sahib deðildir. O eser onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez.

 

Belki doðrudan doðruya Kur'an-ý Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i mânevîyesi rahmet-i Ýlahiye tarafýndan ihsan edilmiþtir. O adam, binler arkadaþýyla beraber o hediye-i Kur'aniyeye el atmýþlar. Her nasýlsa birinci tercümanlýk vazifesi ona düþmüþ. Onun fikri ve ilmi ve zekâsýnýn eseri olmadýðýna delil, Risale-i Nur'un öyle parçalarý var ki; bazý altý saatte, bazý iki saatte, bazý bir saatte, bazý on dakikada yazýlan risaleler var. Ben yemin ile te'min ediyorum ki, Eski Said'in kuvve-i hâfýzasý beraber olmak þartýyla o on dakikalýk iþi on saatte fikrimle yapamýyorum. O bir saatlik risaleyi, iki gün istidadýmla, zihnimle yapamýyorum ve o altý saatlik risale olan Otuzuncu Söz'ü ne ben, ne de en müdakkik dindar feylesoflar altý günde o tahkikatý yapamaz ve hâkezâ...

 

Demek biz müflis olduðumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânýnýn dellâlý ve birer hizmetçisi olmuþuz. Cenâb-ý Hak fazl ve keremiyle, bu hizmet-i kudsiyede hâlisane, muhlisâne bizi ve umum Risale-i Nur þakirdlerini daim muvaffak eylesin, âmin.

 

Said Nursî

 

* * *

 

(118)

 

Sûre-i Ýhlâs nüktesi, parçasýyla, bir kaç gün sonra göndereceðimizi'caz-ý Kur'ân'a dair parça, ikisi Yirmi Beþinci Söz'ün zeyillerinin âhirine girecek.

 

Eski Said'in âsarýndan Ýþârât-üI'caz tefsiri Risale-i Nur'a girmesimünasebetiyle, Risale-i Nur dairesinde Yeni Said'in ve arkadaþlarýnýn fýkralarýiçinde onun da (Eski Said'in) bir iki fýkrasý girmek hakkýný kazandýðýndanyirmi üç sene evvel, Ra

 

 

 

Sh:»(K:178)

 

mazan-ý Þerifte, Fâtihanýn âhirine aid birden ehemmiyetli îmani birfýkrasý, Lâhikanýn üçüncü parçasýnýn baþýna girdi. Fakat o gayetmuhtasar konuþtuðu için, tam dikkatle anlaþýlabilir. Ýkinci fýkrasý Sûre-iIhlâs'ýn bir nükte-i i'caziyesine aitdir.

 

 

 

LEMEÂT'TAN

 

FÂTÝHA'NIN ÂHÝRÝNDE ÝÞARET OLUNAN

 

ÜÇ YOLUN BEYANI

 

Ey birader-i pür emel! Hayâli ele al, benimle beraber gel. Ýþte bir zemindeyiz, etrafa bakarýz; kimse de görmez bizi.

 

Çadýr direkleri hükmünde yüksek daðlar üstünde karanlýklý bir bulut tabakasý atýlmýþ, hem o dahi kaplatmýþ zeminimizin yüzü.

 

Müncemid bir sakf olmuþ, fakat altý yüzü açýkmýþ, o yüz güneþ görürmüþ. Ýþte bulut altýndayýz, sýkýyor zulmet bizi.

 

Sýkýntý da boðuyor; havasýzlýk öldürür. Þimdi bize üç yol var: Bir âlem-i ziyadar, bir kerre seyrettimdi bu zemin-i mecâzi.

 

Evet bir kerre buraya da gelmiþim, üçünde ayrý ayrý dahi gitmiþim. Birinci yolu budur: Ekseri burdan gider; o da devr-i âlemdir, seyahata çeker bizi.

 

Ýþte biz de yoldayýz, böyle yayan gideriz. Bak þu sahranýn kum deryalarýna, nasýl hiddet saçýyor, tehdid ediyor bizi!

 

Bak þu deryanýn daðvari emvacýna! O da bize kýzýyor. Ýþte Elhamdülillâh öteki yüze çýktýk; görürüz güneþ yüzü.

 

Fakat çektiðimiz zahmeti ancak da biz biliriz. Of! tekrar buraya döndük þu zemin-i vahþetzâr, bulut damý zulmettar. Bize lâzým: Revnakdar eder kalbdeki gözü

 

Bir âlem-i ziyâdar. Fevkalâde eðer bir cesaretin var; gireriz de beraber, bu yol pür-hatarkâr. Ýkinci yolumuzu:

 

Tabiat-ý arzý deleriz, o tarafa geçeriz. Ya fýtrî bir tünelden titreyerek gideriz. Bir vakitte bu yolda seyrettim de geçtim bî-nâz ve pür-niyâzi.

 

 

 

sh: » (K: 179)

 

Fakat o zaman zemini eritecek, yýrtacak bir madde var idi elimde. Üçüncü yolun o delil-i mu'cizi

 

Kur'an onu bana vermiþti. Kardeþim, arkamý da býrakma, hiç de korkma! Bak þurada tünelvari maðaralar, tahtel'arz akýntýlar beklerler ikimizi.

 

Bizi geçirecekler. Tabiat da þu müdhiþ cümudiyeleri de seni hiç korkutmasýn. Zira bu abus çehresi altýnda merhametli sahibinin tebessümlü yüzü.

 

Radyumvâri o madde-i Kur'anî ýþýðýyla sezmiþtim. Ýþte, gözüne aydýn! Ziyadar âleme çýktýk, bak þu zemin-i pür-nâzý

 

Bu fezâ lâtif, þirin. Yahu baþýný kaldýr! Bak semavata ser çekmiþ, bulutlarý da yýrtmýþ, aþaðýda býrakmýþ. Dâvet ediyor bizi.

 

Þu þecere-i tûba, meðer o Kur'an imiþ. Dallarý her tarafa uzanmýþ. Tedelli eden bu dala biz de asýlmalýyýz, oraya alsýn bizi.

 

O þecere-i semavîye; bir timsalî zeminde olmuþ þer'-i enveri. Demek zahmet çekmeden o yol ile çýkardýk bu âlem-i ziyaya, sýkmadan zahmet bizi.

 

Madem yanlýþ etmiþiz; eski yere döneriz, doðru yolu buluruz. Bak, üçüncü yolumuz; þu daðlar üstünde durmuþ olan þehbâzi

 

Hem de bütün cihana okuyor bir ezaný. Bak müezzin-i âzama, Muhammed-ül Hâþimî (A.S.M.) dâvet eder insaný âlem-i nur-u envere. Ýlzam eder niyaz ile namazý.

 

Bulutlarý da yýrtmýþ, bak bu hüda daðlarýna. Semavata ser çekmiþ, bak þeriat cibaline. Nasýl müzeyyen etmiþ zeminimizin yüzü gözü.

 

Ýþte çýkmalýyýz biz buradan himmet tayyaresiyle. Ziya, nesim orada, nur u cemal orada. Ýþte buradadýr Uhud-u Tevhid, o cebel-i azizî.

 

Ýþte þuradadýr Cûdi-i Ýslâmiyet, o cebel-i selâmet. Ýþte Cebel-i Kamer olan Kur'an-ý Ezher, zülâl-i Nil akýyor o muhteþem menba'dan. Ýç o âb-ý lezizi!..

 

فَتَبَارَكَ اللَّهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ

 

وَ اَخِرُ دَعْوَينَا اَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

 

 

 

sh: » (K: 180)

 

Ey arkadaþ! Þimdi hayali baþtan çýkar, aklý kafaya geçir! Evvelki iki yolun maðdub ve dâllîn yolu; hatarlarý pek çoktur, kýþtýr dâim güz yazý...

 

Yüzde biri kurtulur; Eflatun, Sokrat gibi. Üçüncü yolu; sehildir, hem karib, müstakimdir. Zaîf, kavî, müsavi. Herkes o yoldan gider. En rahatý budur ki: Þehid olmak ya gazi.

 

Ýþte neticeye gireriz. Evet dehâ-yý fennî: Evvelki iki yoldur ona meslek ve mezheb. Fakat hüda-yý Kur'anî: Üçüncü yoldur, onun sýrat-ý müstakîmi îsâl eder o bizi.

 

اَللَّهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ اْلمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَالضَّآلِّينَ آمِينَ

 

* * *

 

(119)

 

HAKÝKخ BÜTÜN ELEM DALÂLETTE, BÜTÜN LEZZET خMANDADIR

 

HAYAL LÝBASINI GÝYMÝÞ MUAZZAM BÝR HAKÝKAT

 

Ey yoldaþ-ý hüþdar! Sýrât-ý müstakîmin o meslek-i nuranî, maðdûb ve dâllînin o tarîk-ý zulmânî, tam farklarýný görmek istersen eðer ey aziz,

 

Gel vehmini ele al, hayal üstüne de bin, þimdi seninle gideriz zulümat-ý ademe. O mezar-ý ekberi, o þehr-i pür-emvatý bir ziyaret ederiz.

 

Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretiyle bu zulümat kýt'adan bizi tuttu çýkardý, bu vücuda bindirdi, gönderdi þu dünyaya; þu þehr-i bî-lezâiz.

 

Ýþte þimdi biz geldik þu âlem-i vücuda, o sahra-yý hâile. Gözümüz de açýldý, þeþ cihette biz baktýk; evvel istîtafkârâne önümüze bakarýz.

 

Lâkin beliyyeler, elemler önümüzde düþmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Saða sola, anâsýr-ý tabâyia bakarýz, ondan meded bekleriz.

 

 

 

sh: » (K: 181)

 

Lâkin biz görüyoruz ki, onlarýn kalbleri kasiyye, merhametsiz. Diþlerini bilerler, hiddetli de bakarlar; ne naz dinler, ne niyaz!

 

Muztar adamlar gibi me'yusane nazarý yukarýya kaldýrdýk. Hem istimdadkârâne ecram-ý ulviyeye bakarýz; pek dehþetli tehdidkârâne görürüz.

 

Güya birer gülle bomba olmuþlar, yuvalardan çýkmýþlar, hem etraf-ý fezada pek sür'atli geçerler, her nasýlsa ki onlar birbirine dokunmaz.

 

Ger birisi yolunu kazara bir þaþýrtsa, el'iyâzübillâh, þu âlem-i þehadet ödü de patlayacak. Tesadüfe baðlýdýr; bundan dahi hayýr gelmez.

 

Me'yusane nazarý o cihetten çevirdik, elîm hayrete düþtük. Baþýmýz da eðildi, sînemizde saklandýk, nefsimize bakarýz. Mütalâa ederiz.

 

Ýþte iþitiyoruz: Zavallý nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhalarý geliyor. Binlerle fâkatlerin enînleri çýkýyor. Teselliyi beklerken tevahhuþ ediyoruz.

 

Ondan da hayýr gelmedi. Pek ilticakârâne vicdanýmýza girdik; içine bakýyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah! Yine bulmayýz; biz meded vermeliyiz.

 

Zira onda görünür binlerle emelleri, galeyanlý arzular, heyecanlý hissiyat, kâinata uzanmýþ. Herbirinden titreriz, hiç yardým edemeyiz.

 

O âmâl sýkýþmýþlar vücud-adem içinde; bir tarafý ezele, bir tarafý ebede uzanýp gidiyorlar. ضyle vüs'atlarý var; ger dünyayý yutarsa o vicdan da tok olmaz.

 

Ýþte bu elîm yolda nereye bir baþ vurduk, onda bir belâ bulduk. Zira maðdub ve dâllîn yollarý böyle olur. Tesadüf ve dalâlet, o yolda nazar-endâz.

 

O nazarý biz taktýk, bu hale böyle düþtük. Þimdi dahi halimiz ki mebde' ve meâdi, hem Sâni' ve hem haþri muvakkat unutmuþuz.

 

Cehennem'den beterdir, ondan daha muhriktir, ruhumuzu eziyor. Zira o þeþ cihetten ki onlara baþ vurduk. ضyle hâlet almýþýz.

 

 

 

sh: » (K: 182)

 

Ki yapýlmýþ o hâlet, hem havf ile dehþetten, hem acz ile ra'þetten, hem kalâk ve vahþetten, hem yütm ve hem yeisten mürekkeb vicdân-sûz.

 

Þimdi her cihete mukabil bir cepheyi alýrýz, def'ine çalýþýrýz. Evvel, kudretimize müracaat ederiz, vâesefâ görürüz.

 

Ki âcize zaîfe. Sâniyen: Nefiste olan hâcâtýn susmasýna teveccüh ediyoruz. Vâesefâ durmayýp baðýrýrlar görürüz.

 

Sâlisen: Ýstimdadkârâne, bir halâskârý için baðýrýr, çaðýrýrýz, ne kimse iþitiyor, ne cevabý veriyor. Biz de zannediyoruz:

 

Herbir þey bize düþman, herbir þey bizden garib. Hiçbirþey kalbimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahþetmez, hakikî zevki vermez.

 

Râbian: Biz ecrâm-ý ulviyeye baktýkça, onlar nazara verir bir havf ile dehþeti. Hem vicdanýn müz'ici bir tevahhuþ geliyor: Akýl-sûz, evham-sâz!

 

Ýþte ey birader! Bu dalâletin yolu, mahiyeti þöyledir. Küfürdeki zulmeti, bu yolda tamam gördük. Þimdi de gel kardeþim, o ademe döneriz.

 

Tekrar yine geliriz. Bu kerre tarîkýmýz sýrat-ý müstakimdir, hem îmanýn yoludur. Delil ve imamýmýz, inayet ve Kur'andýr, þehbaz-ý edvar-pervâz.

 

Ýþte Sultan-ý Ezel'in rahmet ve inayeti, vaktâ bizi istedi, kudret bizi çýkardý, lütfen bizi bindirdi kanun-u meþîete: Etvar üstünde perdaz.

 

Þimdi bizi getirdi, þefkat ile giydirdi þu hil'at-ý vücudu, emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Niþaný niyaz ve namaz.

 

Þu edvar ve etvârýn, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdýr. Yolumuzda teshilât içindir ki, kaderden bir emirnâme vermiþ, sahifede cephemiz.

 

Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz, pek uhuvvetkârâne istikbal görüyoruz. Malýmýzdan veririz, mallarýndan alýrýz.

 

Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teþyi' ederler. Gele gele iþte geldik, dünya kapýsýndayýz iþitiyoruz âvâz.

 

 

 

sh: » (K: 183)

 

Bak girdik þu zemine; ayaðýmýzý bastýk þehadet âlemine: Þehr-âyîne-i Rahman, gürültühâne-i insan. Hiçbir þey bilmeyiz, delil ve imamýmýz meþîet-i Rahman'dýr. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtýk, dünya içine saldýk. Hatýrýna gelir mi evvelki geliþimiz?

 

Garib, yetim olmuþtuk; düþmanlarýmýz çoktu, bilmezdik hâmimizi. Þimdi nur-u îman ile o düþmanlara karþý bir rükn-ü metînimiz

 

Ýstinadî noktamýz, hem himayetkârýmýz def'eder düþmanlarý. O îman-ý billâhtýr ki ziya-i ruhumuz, hem nur-u hayatýmýz, hem de ruh-u ruhumuz.

 

Ýþte kalbimiz rahat, düþmanlarý aldýrmaz, belki düþman tanýmaz. Evvelki yolumuzda, vakta vicdana girdik; iþittik ondan binlerle feryad u fîzar ve âvâz.

 

Ondan belâya düþtük. Zira âmâl, arzular, istidad ve hissiyat; daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik, bizden yol bilmemezlik, onda fizâr ve niyaz.

 

Fakat elhamdülillâh, þimdi geliþimizde bulduk nokta-i istimdad, ki daim hayat verir o istidad, âmâle; tâ ebed-ül-âbâda onlarý eder pervaz.

 

Onlara yol gösterir, o noktadan istidad hem istimdad ediyor, hem âb-ý hayatý içer, hem kemâline koþuyor; o nokta-i istimdad, o þevk-engîz remz ü nâz.

 

Ýkinci kutb-u îman ki: Tasdik-i haþirdir, saadet-i ebedî; o sadefin cevheri îman, bürhaný Kur'an. Vicdan, insanî bir râz.

 

Þimdi baþýný kaldýr, þu kâinata bir bak, onun ile bir konuþ. Evvelki yolumuzda pek müdhiþ görünüyordu. Þimdi de mütebessim her tarafa gülüyor, nâzenînâne niyâz ve âvâz.

 

Görmez misin: Gözümüz arý-misal olmuþtur; her tarafa uçuyor. Kâinat bostanýdýr, her tarafta çiçekler, her çiçek de veriyor ona bir âb-ý lezîz.

 

Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alýr getirir; þehd-i þehadet yapar. Balda bir bal akýtýr, o esrar-engiz þehbâz.

 

 

 

sh: » (K: 184)

 

Harekât-ý ecrama, ya nücum, ya þümusa nazarýmýz kondukça, ellerine verirler Hâlýkýn hikmetini. Hem mâye-i ibreti, hem cilve-i rahmeti alýr ediyor pervaz.

 

Güya þu Güneþ bizlerle konuþuyor: Der: "Ey kardeþlerimiz! Tevahhuþla sýkýlmayýnýz, ehlen sehlen merhaba, hoþ teþrif ettiniz. Menzil sizin; ben bir mumdar-ý þehnâz.

 

Ben de sizin gibiyim; fakat sâfi isyansýz, mutî bir hizmetkârým. O Zât-ý Ehad-i Samed ki mahz-ý rahmetiyle hizmetinize beni müsahhar-ý pürnur etmiþ. Benden hararet, ziya; sizden namaz ve niyaz."

 

Yâhu, bakýn Kamer'e! Yýldýzlarla denizler herbiri de kendine mahsus birer lisanla: "Ehlen sehlen merhaba!" derler. "Hoþ geldiniz, bizi tanýmaz mýsýnýz?"

 

Sýrr-ý teavünle bak, remz-i nizamla dinle. Herbirisi söylüyor: "Biz de birer hizmetkârýz, Rahmet-i Zülcelâl'in birer âyinedârýyýz; hiç de üzülmeyiniz, bizden sýkýlmayýnýz."

 

Zelzele na'ralarý, hâdisat sayhalarý sizi hiç korkutmasýn, vesvese de vermesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkâr, bir demdeme-i tesbîh, velvele-i nâz u niyaz.

 

Sizi bize gönderen o Zât-ý Zülcelâl, ellerinde tutmuþtur bunlarýn dizginlerini. Ýman gözü okuyor yüzlerinde âyet-i rahmet, herbiri birer âvâz.

 

Ey mü'min-i kalbi hüþyâr! Þimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler, onlarýn bedeline hassas kulaðýmýzý îmanýn mübarek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir sâz.

 

Evvelki yolumuzda bir mâtem-i umumî, hem vâveylâ-yý mevtî zannolunan o sesler, þimdi yolumuzda birer nevaz u namaz, birer âvâz u niyaz, birer tesbihe âðâz.

 

Dinle, havadaki demdeme, kuþlardaki civcive, yaðmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, raadlardaki rakraka, taþlardaki taktaka birer mânidar nevaz...

 

Terennümat-ý hava, naarat-ý ra'diye, naðamat-ý emvâc, birer zikr-i azâmet. Yaðmurun hezecâtý, kuþlarýn seceâtý birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz.

 

 

 

sh: » (K: 185)

 

Eþyada olan asvat, birer savt-ý vücuddur: Ben de varým derler. O kâinat-ý sâkit, birden söze baþlýyor: "Bizi camid zannetme, ey insan-ý boþboðaz!."

 

Tuyurlarý söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrý ayrý seslerle, küçük âðâzlarýyla rahmeti alkýþlarlar, nimet üstünde iner, þükür ile eder pervaz.

 

Remzen onlar derler: "Ey kâinat kardeþler! Ne güzeldir hâlimiz: Þefkatle perverdeyiz, Hâlimizden memnunuz. Sivri dimdikleriyle fezaya saçýyorlar birer âvâz-ý pür-nâz.

 

Güya bütün kâinat ulvî bir musikidir, îman nuru iþitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu, nizam ise tardeder ittifak-ý evham-sâz.

 

Ey yoldaþ! Þimdi þu âlem-i misalîden çýkarýz, hayalî vehimden ineriz, akýl meydanýnda dururuz, mîzana çekeriz, ederiz yollarý ber-endaz.

 

Evvelki elîm yolumuz maðdub ve dâllîn yolu, o yol verir vicdana, tâ en derin yerine hem bir hiss-i elîmi, hem bir þedid elemi. Þuur onu gösterir. Þuura zýd olmuþuz.

 

Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacýz; ya o teskin edilsin, ya ihsas da olmasýn; yoksa dayanamayýz, feryâd u fîzar dinlenmez.

 

Hüdâ ise þifadýr; heva, ibtal-i histir. Bu da teselli ister, bu da tegafül ister, bu da meþgale ister, bu da eðlence ister. Hevesat-ý sihirbaz.

 

Tâ vicdaný aldatsýn, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissolmasýn. Yoksa o elem-i elîm, vicdaný ihrak eder; fîzara dayanýlmaz, elem-i ye's çekilmez.

 

Demek sýrat-ý müstakimden ne kadar uzak düþse, o derece nisbeten þu halet te'sir eder, vicdaný baðýrttýrýr. Her lezzetin içinde elemi var, birer iz.

 

Demek heves, heva, eðlence, sefahetten memzuc olan þaþaa-i medenî, bu dalâletten gelen þu müdhiþ sýkýntýya bir yalancý merhem, uyutucu zehir-baz.

 

 

 

sh: » (K: 186)

 

Ey aziz arkadaþým! Ýkinci yolumuzda, o nuranî tarîkte bir hâleti hissettik; o hâletle oluyor hayat, maden-i lezzet. Âlâm, olur lezâiz.

 

Onunla bunu bildik ki mütefavit derecede, kuvvet-i îman nisbetinde rûha bir hâlet verir. Cesed ruhla mültezdir, ruh vicdanla mütelezziz.

 

Bir saadet-i âcile, vicdanda münderiçtir; bir firdevs-i mânevî, kalbinde mündemiçtir. Düþünmekse deþmektir; þuur ise, þiâr-ý râz.

 

Þimdi ne kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse; lezzet ziyade olur, hem de döner ateþi nur, þitasý yaz.

 

Vicdanda firdevslerin kapýlarý açýlýr, dünya olur bir cennet. Ýçinde ruhlarýmýz, eder pervaz u perdaz, olur þehbaz u þehnaz, yelpaz namaz u niyaz.

 

Ey aziz yoldaþým! Þimdi Allah'a ýsmarladýk. Gel, berâber bir duâ ederiz, sonra da buluþmak üzere ayrýlýrýz...

 

اَللَّهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ اْلمُسْتَقِيمَ آمِينَ

 

 

 

(120)

 

Îcaz ile Beyan Ý'câz-ý Kur'ân

 

Bir zaman rü'yâda gördüm ki: Aðrý Daðý .altýndayým. Birden dað patladý, dað gibi taþlarý âleme daðýttý, sarstý cihaný.

 

Füc'eten bir adam yanýmda peyda oldu. Dedi ki: Îcaz ile beyan et, icmal ile îcaz et, bildiðin envâ-ý i'câz-ý Kur'âný!

 

Daha rü'yâda iken tâbirini düþündüm, dedim: Þuradaki infilâk, beþerde bir inkýlâba misal. Ýnkýlâbda ise elbet hüdâ-yý Furkânî,

 

Her tarafta yükselip hem de hâkim olacak. Ý'câzýnýn beyâný, zamaný da gelecek! O sâile cevâben dedim: Ý'câz-ý Kur'ânî,

 

Yedi menabi-i külliyeden tecelli, hem yedi anasýrdan terekküb eder.

 

sh: » (K: 187)

 

Birinci Menba': Lâfzýn fesâhatýndan selâset-i lisaný; Nazmýn cezâletinden, mâna belâgatýndan, mefhumlarýn bedaatýndan, mazmunlarýn beraatýndan, üslûblarýn garâbetinden birden tevellüd eden bârika-i beyâný.

 

Onlarla oldu mümtezic, mîzac-ý i'cazýnda acib bir nakþ-ý beyan, garib bir san'at-ý lisanî. Tekrarý hiç bir zaman usandýrmaz insaný.

 

Ýkinci Unsur ise: Umur-u kevniyede gaybî olan esasat, Ýlâhî hakaikten gaybî olan esrardan, gaybî-yi âsumanî.

 

Mâzide kaybolan gaybî olan umurdan, müstakbelde müstetir kalmýþ olan ahvalden birden tazammun eden bir ilm-ül guyûb hýzaný,

 

Âlem-ül guyûb lisaný, þehadet âlemiyle konuþuyor erkâný, rumuz ile beyaný, hedef nev'-i insanî, i'cazýn bir lem'a-i nûranî...

 

Üçüncü Menba' ise: Beþ cihetle hârika bir câmiiyet vardýr. Lâfzýnda, mânasýnda, ahkâmda, hem ilminde, makasýdýn mîzâný.

 

Lâfzý tazammun eder pek vasi' ihtimalât; hem vücuh-u kesire ki, her biri nazar-ý belâgatta müstahsen, arabiyece sahih, sýrr-ý teþriî lâyýk görüyor âný.

 

Mânasýnda: Meþârib-i evliya, ezvâk-ý ârifîni, mezâhib-i sâlikîn, turuk-u mütekellimîn, menâhic-i hükema, o i'caz-ý beyanî. Birden ihata etmiþ, hem de tazammun etmiþ. Delâletinde vüs'at, mânasýnda geniþlik. Bu pencere ile baksan, görürsün ne geniþtir meydaný!

 

Ahkâmdaki istiâb: Þu hârika þeriat ondan olmuþ istinbat, saadet-i dâreynin bütün desatirini, bütün esbab-ý emni.

 

Ýçtimaî hayatýn bütün revabýtýný, vesâil-i terbiye, hakaik-i ahvali birden tazammun etmiþ onun tarz-ý beyaný...

 

Ýlmindeki istiðrak: Hem ulûm-u kevniye, hem ulûm-u Ýlâhî, onda meratib-i delâlat, rumuz ile iþârât, sûreler surlarýnda cem'etmiþtir cinaný.

 

Makasýd ve gâyâtta: Müvazenet, ýttýrad, fýtrat desatirine mutabakat, ittihad; tam müraat etmiþ, hýfzeylemiþ mîzaný.

 

 

 

sh: » (K: 188)

 

Ýþte lâfzýn ihâtâsýnda, mânanýn vüs'atýnde, ilmin istiðrakýnda, hükmün istîabýnda, müvazene-i gayatta câmiiyet-i pürþaný!..

 

Dördüncü unsur ise: Her asrýn derece-i fehmine, edebî rütbesine, hem her asýrdaki tabakata, derece-i istidad, rütbe-i kabiliyet nisbetinde ediyor bir ifaza-i nuranî.

 

Her asra, her asýrdaki her tabakaya kapýsý küþade. Güya her demde, her yerde taze nâzil oluyor o Kelâm-ý Rahmanî.

 

Ýhtiyarlandýkça zaman, Kur'an da gençleþiyor. Rumuzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbabýn perdesini de yýrtar o hitab-ý Yezdanî.

 

Nur-u tevhidi, her dem her âyetten fýþkýrýr. Þehadet perdesini gayb üstünden kaldýrýr. Ulviyet-i hitabý dikkate davet eder, o nazar-ý insaný.

 

Ki o lisan-ý gaybdýr; þehadet âlemiyle bizzât odur konuþur. Þu unsurdan bu çýkar hârika tazeliði bir ihata-i ummanî!

 

Te'nîs-i ezhan için akl-ý beþere karþý Ýlâhî tenezzülât. Tenzil'in üslûbunda tenevvü-ü munisliðidir mahbub-u ins ü câný.

 

Beþinci Menba' ise: Nakil ve hikâyatýnda, ihbar-ý sadýkada esasî noktalardan hazýr müþahid gibi bir üslûb-u bedi-i pür-maânî

 

Naklederek, beþeri onunla îkaz eder. Menkulâtý þunlardýr: Ýhbar-ý evvelîni, ahval-i âhirîni, esrar-ý cehennem ve cinâný.

 

 

 

Hakaik-i gaybiye, hem esrar-ý þehadet, serair-i Ýlahî, revabýt-ý kevnîye dair hikâyatýdýr hikâyet-i ayânî

 

Ki ne vâki reddeylemiþ, ne mantýk tekzib etmiþ. Mantýk kabûl etmezse red de bile edemez. Semavî kitablarýn ki matmah-ý cihanî.

 

Ýttifakî noktalarda musaddýkane nakleder. Ýhtilâfî yerlerinde musahhihane bahseder. Böyle naklî umûrlar bir "Ümmî"den sudûru hârikâ-i zamanî...

 

Altýncý Unsur ise: Mutazammýn ve müessis olmuþ Din-i Ýslâma. Ýslâmiyet misline ne mazi muktedirdir, ne müstakbel muktedir; araþtýrsan zaman ile mekâný!..

 

Arzýmýzý senevî, yevmî dairesinde þu hayt-ý semavîdir; tutmuþ

 

Sh:»KÝ:189)

 

da döndürüyor. Küreye aðýr basmýþ, hem dahi ona binmiþ. Býrakmýyor isyaný.

 

Yedinci Menba' ise: Þu altý menba'dan çýkan envar-ý sitte, birden eder imtizac. Ondan çýkar bir hüsün, bundan gelir bir hads, vasýta-i nurânî.

 

Þundan çýkan bir zevktir; zevk-i i'caz bilinir, tabirine lisanýmýz yetiþmez. Fikir dahi kasýrdýr, görünür de tutulmaz o necm-i âsumanî.

 

Onüç asýr müddetle meyl-üt tahaddî varmýþ Kur'ânýn a'dâsýnda, þevk-i taklid uyanmýþ Kur'anýn ahbabýnda. Ýþte i'cazýn bir bürhaný...

 

Þu iki meyl-i þedidle yazýlmýþ meydanda, milyonlarla kütüb-ü arabiye, gelmiþtir kütübhane-i vücuda. Onlar ile Tenzîl'i düþerse bir mizaný

 

Müvazene edilse, deðil dânâ-i bî-müdânî, hattâ en âmî adam, göz kulakla diyecek: Bunlar ise insanî, þu ise âsumânî!

 

Hem de hükmedecek: Þu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle ise ya umumdan aþaðý; bu ise, bilbedahe mâlûm olmuþ butlaný.

 

Öyle ise, umumun fevkindedir. Mazmunlarý o kadar zamanda, kapý açýk, beþere vakfedilmiþ; kendine dâvet etmiþ ervah ile ezhaný!

 

Beþer onda tasarruf, kendine de mâletmiþ. Onun mazmunlarý

 

 

 

ile yine Kur'ana karþý çýkmamýþ, hiçbir zaman çýkamaz; geçti zaman-ý imtihaný.

 

Sâir kitablara benzemez, onlara makîs olmaz; zira yirmi sene zarfýnda müneccemen hâcetlere nisbeten nüzulü; müteferrik mütekatý', bir hikmet-i Rabbanî.

 

Esbab-ý nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es'ile mütekerrir, mütefavit. Hâdisat-ý ahkâmý müteaddid, mütegâyir. Muhtelif, mütefarýk nüzulünün ezmaný.

 

Hâlât-ý telâkkisi mütenevvi', mütehalif. Aksam-ý muhatabý müteaddid, mütebaid. Gâyât-ý irþadýnda mütederric, mütefavit. Þu esaslara müstenid binaî, hem beyanî,

 

Sh: (K:190)

 

Cevabî, hem hitabî. Bununla da beraber selaset ve selâmet, tenasüb ve tesanüd, kemalini göstermiþ; iþte onun þâhidi: Fenn-i Beyân Maânî.

 

Kur'anda bir hassa var; baþka kelâmda yoktur. Bir kelâmý iþitsen, asýl sahib-i kelâmý arkasýnda görürsün, ya içinde bulursun. Üslûb: Âyine-i insânî.

 

Kur'an ise zahiren o nebi muhatabý gösterir. Muhattab sahib-i kelâma perde.

 

Zira bir Vacib-ül vücud ki, bînefad ve bînihayet hitab ve kelimat-ý Sübhanî.

 

Lâyuhad muhatabînine ezelden tâ ebede birden tevecücüh etmiþ tekellümde ediyor.

 

Þöyle mahdud kelâmýn arkasýnda ezel-ebed sultaný, yalnýz bir lem'a-itecellisi kabildir sýkýþmasý, eðer bütün onu nihayet-i kelimat def'aten dinlemesi.

 

Daire-i imkanda olsa idi, bir mekaný, yahut bütün muhâtabînî zerrat-ýkâinat suretinde, tek bir kulak olsa idi o ezan-ý cihaný, hem bir nûr-u îmanî, hembir hads-i vicdanî.

 

Belki kelam-ý bî nihayet arkasýnda, ya içinde bî nihayet-i celal azametiiçinde o haþmet-i Subhanî görürdü timsalini.

 

Demek tenzilin esalibinde tenevvü', Ýlâhî tenezzülat, Tecelli esma-isýfâttýr ki, kelâmýn arkasýnda görüyor onu bir nazar-ý îmanî.

 

Her adam diyebilir, þems benim için yakýlmýþ, evim olan dünyada, þuâyinede güneþ, bana tebessüm eder, bakýyor o ayn-ý âsumanî

 

Allah (C.C.), eðer þuuru ona, hem de sözü verse idi, o nazenin-i sema benimlekonuþurdu.

 

Ayine de olurdu vâsýta-i beyanî, inhisar-ý zihniyet ona bu hakký verir, hem dahidiyebilir.

 

«Rabbim benimle konuþur, kelamýn arkasýnda görüyorum imanýmla birRahman-ý Nuranî»

 

Bütün zîruh, hem de bütün kâinat birden böyle derler. Zira onda tezahümyoktur, inhisar da olamaz, o sermedîdir, lâ

 

 

 

Sh:(K:191)

 

Ey sâil-i misalî! Sen ki îcaz istedin, ben de iþaret ettim. Eðer tafsil istersen, haddimin haricinde!.. Sinek seyretmez âsumaný.

 

Zira o kýrk enva'-ý i'cazýndan yalnýz bir tekini ki, cezalet-i nazmýdýr;

 

Ýþârât-ül Ý'cazda sýkýþmadý tibyaný.

 

Yüz sahife tefsirim ona kâfi gelmedi. Senin gibi ruhanî ilhamlarý ziyade. Ben istiyorum senden tafsil ile beyaný!

 

اُولاَشْمَازْ دِسْتِ أَدَبِ غَرْبِ هَوَسْ بَارِ هَوَاكَارِ دَهَادَارْ

 

دَأْبِ أَدَبْ أَبَدْ مُدَّتْ قُرْآنِ ضِيَابَارِ شِفَاكَارِ هُدَادَارْ

 

Kâmilîn insanlarýn zevk-i meâlîsini hoþnud eden bir halet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoþ gelmez,

 

Onlarý eðlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve þehvanî içinde tam beslenmiþ, zevk-i ruhîyi bilmez.

 

Avrupa'dan tereþþuh etmiþ þu hâzýr edebiyat romanvâri nazarla, Kur'anda olan letâif-i ulviyet, mezaya-yý haþmeti göremez, hem tadamaz.

 

 

 

Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardýr üç meydan-ý cevelan; onlar içinde gezer, hâricine çýkamaz:

 

Ya aþkla hüsündür, ya hamâset ve þehâmet, ya tasvir-i hakikat. Ýþte yabanî edebse hamaset noktasýnda hakperestliði etmez.

 

Belki zalim nev-i beþerin gaddarlýklarýný alkýþlamakla kuvvetperestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aþk noktasýnda, aþk-ý hakikî bilmez.

 

Þehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san'at-ý Ýlahî suretinde bakmaz,

 

Bir sýbga-i Rahmanî suretinde göremez. Belki tabiat noktasýnda tutar, tasvir ediyor, hem ondan da çýkamaz.

 

Onun için telkini aþk-ý tabiat olur. Maddeperestlik hissini, kalbe de yerleþtirir, ondan ucuzca kendini kurtaramaz.

 

Yine ondan gelen, dalâletten neþ'et eden ruhun ýzdýrabatýna o

 

Sh:(K:192)

 

edebsizlenmiþ edeb (müsekkin hem münevvim); hakikî fayda vermez.

 

Tek bir ilâcý bulmuþ, o da romanlarýymýþ. Kitab gibi bir hayy-ý meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez.

 

Hem tiyatro gibi tenasühvâri, mâzi denilen geniþ kabrin hortlaklarý gibi þu üç nevi romanlarýyla hiç de utanmaz.

 

Beþerin aðzýna yalancý bir dil koymuþ, hem insanýn yüzüne fâsýk bir göz takmýþ, dünyaya bir âlüfte fistanýný giydirmiþ, hüsn-ü mücerred tanýmaz.

 

Güneþi gösterse, sarý saçlý güzel bir aktrisi karie ihtar eder. Zâhiren der: "Sefahet fenadýr, insanlara yakýþmaz."

 

Netice-i muzýrrayý gösterir. Halbuki sefahete öyle müþevvikâne bir tasviri yapar ki, aðýz suyu akýtýr, akýl hâkim kalamaz.

 

Ýþtihayý kabartýr, hevesi tehyic eder, his daha söz dinlemez. Kur'andaki edebse hevayý karýþtýrmaz.

 

Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aþký, cemalperestlik zevki, hakikatperestlik þevki verir; hem de aldatmaz.

 

Kâinata tabiat cihetinde bakmýyor; belki bir san'at-ý Ýlahî, bir sýbga-î Rahmanî noktasýnda bahseder, akýllarý þaþýrtmaz.

 

 

 

Mârifet-i Sâni'in nurunu telkin eder. Herþeyde âyetini gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor, fakat birbirine benzemez.

 

Avrupazâde edebse fakd-ül ahbabdan, sahibsizlikten neþ'et eden gamlý bir hüznü veriyor, ulvî hüznü veremez.

 

Zira saðýr tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldýðý bir hiss-i hüzn-ü gamdâr. Âlemi bir vahþetzâr tanýr, baþka çeþit göstermez.

 

O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahibsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümid býrakmaz.

 

Kendine verdiði þu hissî heyecanla git gide ilhada kadar gider, ta'tile kadar yol verir, dönmesi müþkil olur, belki daha dönemez.

 

Sh:(K:193)

 

Kur'anýn edebi ise: ,öyle bir hüznü verir ki, âþýkane hüzündür, yetîmane deðildir. Firak-ul ahbabdan gelir, fakd-ül ahbabdan gelmez.

 

Kâinatta nazarý, kör tabiat yerine þuurlu, hem rahmetli bir san'at-ý Ýlahî onun medar-ý bahsi, tabiattan bahsetmez.

 

Kör kuvvetin yerine inayetli, hikmetli bir kudret-i Ýlahî ona medar-ý beyan. Onun için kâinat, vahþetzar suret giymez.

 

Belki muhatab-ý mahzunun nazarýnda oluyor bir cem'iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sýkýntý vermez.

 

Her köþede istînas, o cem'iyet içinde mahzunu vaz'ediyor bir hüzn-ü müþtâkâne, bir hiss-i ulvî verir, gamlý bir hüznü vermez.

 

Ýkisi birer þevki de verir: O yabani edebin verdiði bir þevk ile nefis düþer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.

 

Kur'anýn þevki ise: Ruh düþer heyecana, þevk-i meâlî verir. Ýþte bu sýrra binaen, Þeriat-ý Ahmediye (A.S.M) lehviyatý istemez.

 

Bazý âlât-ý lehvi tahrim edip, bir kýsmý helâl diye izin verip.. Demek hüzn-ü Kur'anî veya þevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.

 

Eðer hüzn-ü yetimî veya þevk-i nefsanî verse, âlet haramdýr. Deðiþir eþhasa göre, herkes birbirine benzemez.

 

* * *

 

Sh:»(K:194)

 

رمالهُ نوركَ ( حبّه ) ذبلنك بر ففره مسبىر ..

 

ابز سم كزادنك نرهبىسنى يازارمسَلز

 

اعلم !ان من لطا ئف اعجا زالقرآن ومن دلائل انّه رحمته عا قة للكا فة :

 

انّه كما ان لكل احد من العا لم عا لمًايخُصُّه ويربيّه ويدا ويه . ومن مزايًالطف ــارشاده

 

ان آياته مع كمال الانسجام وغايةالارتباط وتما م الا تصال بينها ،

 

يتيسّر لكل احدٍان يأهذَمن السّورالمتعددةآيات متفرقةلهدايته

 

 

 

وشفائه ، كمااهذهاعموم اهل المشارب واهل العلوم (حاشيه)

 

فبينماتراهاأشتاتًاباعتبارالمنازل والنزول ، اذًاتراهاقدصارت كقلادٍة

 

منظمةٍإئتلفت واتصلت مع أخواتهاالجديدة . فلابالفصل من

 

الاصل تنتقص ، ولابالوصل بالايآت الاخرتستوحش.فهذاالسرّيشير

 

الىان لاكثرالايآت الفرقانيةمع سائرالايات مناسباتٌ دقيقة يجوزذكرهامعهاواتصالهابها.

 

فكماأنسورة (الاخلاص) اشتملت علىثلاثين سورة

 

بضمّ جُمَلِهَا بعضٌ الىبعض دليلاًونتيجةً .كماذكرفى(لمعات) فى

 

(حاشيه) ان كتمىنرم ياىمنبالقران ال اكبردر.

 

 

 

Sh:»(K:195)

 

صحيفة (39) كذلك القرانالكلّيىالجزئي والنوع المحصر

 

فىالشخص شيتملبجامعيةالايات للمعانىالمتعددةومناسبة

 

الكل للكل يحتوي علىالوف الوف قرآنٍ فىنفس القران .فلكل

 

 

 

ذي حقيقةفيه كتابٌ يخصُّه ومن اتبعه..

 

اللهم يامنزل القرآن

 

بحق القرآن

 

اجعل القرآن مونسًاليفي حياتىوبعد مماتىونورًافىقلبي وقبرى

 

لااله الااللَّه محمدرسول اللَّه..الوداع (1)

 

(1 ) ظتن بزةمرضىفرب الدمب فىذلك الوذن فقلت:الوداع . لْااسافرمسهيا

 

القبرالىسبع اصبابىواتبذيورفظبىسمه طلبةالروسوالنور.اطزلف

 

Sh:»(K:196)

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ علَى سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ وَ علَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

 

T'EVHÝD'ÝN ÝKI BÜRHAN-I MUAZZAMI VE SÛRE-Ý ÝHLÂS'IN BÝR NÜKTE-Ý Ý'CÂZÝYESÝ

 

 

 

(122)

 

Þu kâinat tamamýyla bir bürhan-ý muazzamdýr. Lisan-ý gayb, þehadetle müsebbihtir, muvahhiddir. Evet tevhid-i Rahman'la, büyük bir sesle zâkirdir ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Bütün zerrat-ý hüceyrat, bütün erkân ve a'zasý birer lisan-ý zâkirdir; o büyük sesle beraber der ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

O dillerde tenevvü' var, o seslerde meratib var. Fakat bir noktada toplar, onun zikri, onun savtý ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Bu bir insan-ý ekberdir, büyük sesle eder zikri; bütün eczasý, zerratý, küçük sesleriyle, o bülend sesle beraber der ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Þu âlem halka-i zikri içinde okuyor aþrý, þu Kur'an maþrýk-ý nuru. Bütün zîruh eder fikri ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Bu Furkan-ý Celîlüþþân, o tevhide nâtýk bürhan, bütün âyât sâdýk lisan. Þuâât-ý bârika-i îman. Beraber der ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Kulaðý ger yapýþtýrsan, þu Furkan'ýn sinesine, derinden tâ derine, sarîhan iþitirsin semavî bir sada der ki,

 

Sh:»(K:197)

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

O sestir gâyeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakikî pek samimî, hem nihayet mûnis ve muknî' ve bürhanla mücehhezdir. Mükerrer der ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

 

 

Þu bürhan-ý münevverde, cihat-ý sittesi þeffaf ki, üstünde münakkaþtýr müzehher sikke-i i'caz. Ýçinde parlýyan nûr-u hidayet der ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ.

 

Evet, altýnda nescolmuþ mühefhef mantýk ve bürhan, saðýnda aklý istintak; mürefref her taraf, ezhan-ý "Sadakat" der ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Yemîn olan þimalinde, eder vicdaný iþhad. Emâmýnda hüsn-ü hayýrdýr, hedefinde saadettir. Onun miftahýdýr her dem ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Emam olan verasýnda ona mesned semavîdir ki, vahy-i mahz-ý Rabbanî. Bu þeþ cihet ziyadardýr; bürucunda tecellidar ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

Evet vesvese-i sârýk, yâ vehim- þübhe-i târýk, ne haddi var ki o mârýk, girebilsin bu bârýk kasra. Hem þârýk ki, sur sureler þâhik, her kelime bir melek-i nâtýk ki,

 

لآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

O Kur'an-ý Azîmüþþan nasýl bir bahr-ý tevhiddir. Birtek katre, misal için birtek Sure-i Ýhlas.. fakat kýsa birtek remzi, nihayetsiz rumuzundan. Bütün enva'-ý þirki reddeder, hem de yedi enva'-ý tevhidi eder isbat; üçü menfî, üçü müsbet þu altý cümlede birden:

 

Birinci cümle: قُلْ هُوَ karinesiz iþarettir. Demek ýtlâk ile tâyindir. O tâyinde taayyün var. Ey

 

اَىْ لآَاِلَهَلآَاِلَهَ اِلاَّهُوَ

 

 

 

Sh:»(K:198)

 

Þu tevhid- þuhuda bir iþarettir. Hakikat-bîn nazar tevhide müstaðrak olursa der ki,

 

لاَمَشْهُودَاِلاَّهُوَ

 

Ýkinci cümle:( اَللَّهُ اَحَدٌ ) dir ki, tevhid-i ulûhiyete tasrihtir. Hakikat, hak lisaný der ki,

 

لاَمَعْبُودَ اِلاَّهُوَ

 

 

 

Üçüncü cümle:( اَللَّهُ الصَّمَدُ )dir. Ýki cevher-i tevhide sadeftir. Birinci dürrü: Tevhid-i Rububiyet. Evet nizam-ý kevn lisaný der ki,

 

لاَخَالِقَ اِلاَّهُوَ

 

 

 

Ýkinci dürrü: Tevhid-i Kayyumiyet. Evet seraser kâinatta, vücud ve hem bekada, müessire ihtiyaç lisaný der ki,

 

لاَقَيُّومَ اِلاَّهُوَ

 

Dördüncü: (لَمْ يَلِدْ )dir. Bir tevhid-i celalî müstetirdir; enva'-ý þirki reddeder, küfrü keser bîiþtibah.

 

Yâni tegayyür, ya tenasül, ya tecezzi eden elbet; ne Hâlýk'týr, ne Kayyum'dur, ne Ýlah...

 

Veled fikri, tevellüd küfrünü( لَمْ ) reddeder, birden keser atar. Þu þirktendir ki, olmuþtur beþer ekserisi gümrah...

 

Ki Ýsa (A.S.) ya Üzeyr'in, (A.S) ya melaik, ya ukûlün tevellüd þirki meydan alýyor nev-i beþerde gâh bâ-gâh...

 

Beþincisi: وَلَمْ يُولَدْ )Bir tevhid-i sermedî iþareti þöyledir: Vâcib, kadîm, ezelî olmazsa, olmaz Ýlah...

 

Yâni: Ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asýldan münfasýl olsa, elbette olmaz þu kâinata penah...

 

Esbabperestî, nücumperestlik, sanemperestî, tabiatperestlik þirkin birer nev'idir; dalâlette birer çâh...

 

Altýncý: وَلَمْ يَكُنْ )Bir tevhid-i câmi'dir. Ne zâtýnda nazîri, ne

 

Sh:»(K:199)

 

ef'alinde þeriki, ne sýfâtýnda þebîhi لَمْ lafzýna nazargâh...

 

Þu altý cümle manen birbirine netice, hem birbirinin bürhaný, müselseldir berahin, mürettebdir netâic þu surede karargâh...

 

 

 

Demek þu Sure-i Ýhlas'ta, kendi mikdar-ý kametinde müselsel, hem müretteb otuz sure münderiç; bu bunlara bahirgâh...

 

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

 

 

 

* * *

 

Sh:»(K:200)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

(123)

 

Bu parça hem Lâhika'ya, hem Ý'caz-ý Kur'ân'ýn âhirine yazýlacak. Birkaç gün sonra ehemmiyetli bir parçayý da göndereceðiz.

 

Mübarek Ramazan'ýn Leyle-i Kadir sýrrýyla, seksenüç sene bir ömr-ü manevî kazandýrmasý sýrr-ý hikmetiyle ve Risale-i Nur'un þâkirdlerindeki sýrr-ý ihlâsla tesanüd ve iþtirâk-i â'mâ

 

l-i uhrevî düsturuyla herbir sâdýk þâkird, o fevkalâde manevî kazancý elde edeceðine gayet kuvvetli bir delili budur ki: Bu daire içinde kýrkbin, belki yüzbin hâlis, hakikî mü'minlerin içinde hakikat-ý Leyle-i Kadr'i elde edecek bir-iki, on-yirmi deðil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimâli kavîdir.

 

Sýrr-ý ihlâsla ve iþtirâk-i a'mâl-i uhrevî düsturunun sýrrýyla biz ve siz bu hakikata müteveccihen, bu Ramazan-ý Þerif'de herbirimiz umumun hesabýna ve umum arkadaþlarý içinde kendini farzedip, (nun-u mütekellim-i maalgayrý,) yani daima

 

اَجِرْنَا اِرْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا وَوَفِّقْنَا وَاهْدِنَا

 

وَاجْعَلْ لَيْلَةَ الْقَدْرِ فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا فِى حَقِّنَا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ

 

gibi kelimelerde (نَا )içinde umum kardeþlerini niyet etmektir. Ve bilhassa en zaîf olan bu kardeþinizi, aðýr vazifesinde o hususî niyetle yardým etmektir.

 

* * *

 

 

 

Azîz, s

Sýddýk Kardeþlerim!

 

(124)

 

Hem sizi, hem bizi, hem Risale-i Nur dairesini ve hususan

 

Sh:»(K:201)

 

kahraman Tahir'i, bu Vird-ül A'zâm-ý Kur'ânî'nin bu tarzda zuhura gelmesiyle tebrik ediyoruz. Evet bunun tab'ýnda iki emr-i azîm var:

 

Birisi: Mu'cizatlý Kur'ân-ý Hakîm'in ve kerametli Risale-i Nur'un tab'larýna matbaada görülmemiþ bir çýðýr açtý.

 

Ýkincisi: Tâhir'e ve Hâfýz Ali'ye ve arkadaþlarýna kazandýrdýðý fevkalâde bir sevab noktasýdýr ki; bu sýrra delil-i zâhir, emsali matbaada, tab'da görülmemiþ bir tarzda, aynen Tâhir'in hattý fotoðrafla alýnmýþ gibi, kim bakýyorsa, "Bu Tâhir'in yazýsýdýr, matbu' deðildir" der.

 

Hem kâðýt, hem vakit dar olduðundan bâki umuma selâm.

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(125)

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Hâfýz Ali'nin Ýslâmköyü'nün ismine ve oradaki Risale-i Nur'unhâfýzlarýna dâir beyanatý, bayram þekerlemelerinden belki Leyle-i Kadr'in tatlýenvarlarýndan bir tatlý ruhumuza verdi.

 

Kâtib Osman'ýn mektubunda iki keramet-i Nuriye'yi ve Hüsrev'in hem lmektubu,hem geleceðini Nur, Gül sahiblerini ve mübarekler medrese-i Nuriye hey'etlerini vema'sum ve ihtiyarlarýn selâm ve dualarýný tebliðleri, bizi bu Ramazan-ý Þerif'inher bir günü bize bir bayram hükmüne getirdi.

 

Bu Ramazan-ý Þerif'te bu müzeyyen, mükerrem Hizb-ül-Ekber-i Kur'ânî,birden bu havalinin ellerine geçmesi maddeten ve manen pek büyük bir hüsn-ü te'sirve sebeb olanlara pek çok sevab kazandýrmaya baþladý. Zaten bazý âyâtýnher bir hurufuna on deðil belki yüz, beþ yüz sevab meyvelerini veriyor. Bu hizb-i

 

 

 

* * *

 

Sh:»(K:202)

 

ekberdeki âyâtýn çoðu bu neviden olduðu gibi, i'caz noktasýnda da daha yüksek dereceleri var.

 

 

 

(126)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu Ramazan-ý Þerif'te âfâka bakmamak ve dünyayý unutmaða çok muhtaç olduðum halde; maatteessüf, dünyaya arasýra bakmaða bizi mecbur ediyorlar. Ýnþâallah, bu bakmakta niyetimiz hizmet-i îmaniye olduðundan; o da bir nevi ibadet sayýlýr.

 

Evet size iliþtikleri gibi, bize de ayrý ayrý suretlerde tecavüzlerini ihsas ediyorlar. Fakat Cenâb-ý Hakk'a þükür ki, onlarýn tecavüzleri aksülâmel amel nev'inde, Risale-i Nur'un fütuhatýna yardým ediyor. Ýstanbul'daki ihtiyar adamýn itirazý münasebetiyle kahraman Nazif yazýyor ki; o itiraz, Risale-i Nur'un Ýstanbul'da fütuhat yapmaða ve parlamaða vesile oldu. Bize karþý baþka cihetlerde küçücük tecavüzler de öyle netice veriyor. Fakat þimdi bîçare bazý hocalarý ve sofilerý Risale-i Nur'a karþý bir çekinmek, bir soðukluk vermek için hiç hatýra gelmeyen bir vesileyi bulmuþlar. Þöyle ki:

 

 

 

 

 

 

 

Diyorlar: "Said, yanýnda baþka kitablarý bulundurmuyor. Demek onlarý beðenmiyor. Ve Ýmam-ý Gazâlî'yi de (R.A.) tam beðenmiyor ki, eserlerini yanýna getirmiyor." Ýþte bu acib mânasýz sözlerle bir bulantý veriyorlar. Bu nevi hileleri yapan, perde altýnda ehl-i zýndýkadýr; fakat, safdil hocalarý ve bazý sofilarý vasýta yapýyorlar. Buna karþý deriz ki: "Hâþâ, yüz def'a hâþâ!.. Risale-i Nur ve þakirdleri, Hüccet-ül Ýslâm Ýmam-ý Gazalî ve beni Hazret-i Ali ile baðlayan yegâne üstadýmý beðenmemek deðil, belki bütün kuvvetleriyle onlarýn takib ettiði mesleði ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.

 

Fakat onlarýn zamanýnda bu dehþetli zýndýka hücumu, erkân-ý îmaniyeyi sarsmýyordu. O muhakkik ve allâme ve müçtehid zatlarýn asýrlarýna göre münazara-i ilmiyede ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düþmanlarýna birden galebe edemediðinden; Risale-i Nur, Kur'ân-ý Mu'ciz-ül Beyan'dan hem çabuk, hem keskin, hem tam

 

Sh:»(K:203)

 

düþmanlarýn baþýný daðýtacak silâhlarý bulduðu için, o mübarek ve kudsî zâtlarýn tezgâhlarýna müracaat etmiyor. Çünki umum onlarýn merci'leri ve menba'larý ve üstadlarý olan Kur'an, Risale-i Nur'a tam mükemmel bir üstad olmuþtur. Ve hem vakit dar, hem bizler az olduðumuz için vakit bulamýyoruz ki, o nûrânî eserlerden de istifade etsek.

 

Hem Risale-i Nur þakirdlerinin yüz mislinden ziyade zâtlar, o kitablarla meþguldürler ve o vazifeyi yapýyorlar. Biz de, o vazifeyi onlara býrakmýþýz. Yoksa hâþâ ve kellâ! O kudsî üstadlarýmýzýn mübarek eserlerini ruh u canýmýz kadar severiz. Fakat herbirimizin bir kafasý, birer eli, birer dili var; karþýmýzda da binler mütecaviz var. Vaktimiz dar. En son silâh, mitralyoz gibi Risale-i Nur bürhanlarýný gördüðümüzden, mecburiyetle ona sarýlýp iktifa ediyoruz.

 

Lâtif bir tevafuk:

 

Bu mektubu baþta بِعَدَدِ عَاشَرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ deyip, müteaddid iþler meydana

 

 

 

geldi, daha yazamadýk. Tâ, mübarek Âtýf'ýn mübarek mektubu geldi. Baþýnda بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ kelimeleri mektubumuzun baþýna tevafuk etmek için bizi beklettirdi. O kerametkâr kalemiyle bu memlekete evvelce gönderdiði parlak yazýlarý Risale-i Nur'u, bu havalide imdadýmýza göndermek niyeti, pek büyük bir hizmet-i nuriye olarak bir fedakârlýktýr; fakat kendine de çok lâzýmdýr.

 

Þimdiden, buradaki Risale-i Nur þakirdleri namýna ona binler teþekkür ve o hizmette onu tebrik ediyoruz. Ve onun kerametli kalemi, cazibedâr esrar-ý tevafukiyeden yüzünü çevirip doðrudan doðruya Risâle-i Nur'un neþrine sarýlmasý, bizi çok minnetdar ve mesrur eyledi. Cenâb-ý Hak onun gibi hâlis, muhlis talebeleri çoðaltsýn, âmîn.

 

Mektublarýnýzda arasýra Sýddýk Süleyman'ýn, eski zamanda hararetli sadakati ve alâkadarlýðý ve kuvvetli þakirdliði ile bahsi geçiyor.O zat ben ölünceye kadar onun sadakati ve selâmet-i

 

Sh:»(K:204)

 

kalbini ve bana ve Risale-i Nur'a hâlisane hizmetini unutamýyorum.

 

* * *

 

(127)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

 

 

Bu aþr-ý âhirde hakikat-ý Leyle-i Kadir, Ýnþâallah Risale-i Nur dairesinde tecelli edecek ve etmiþ. Bu tecelli ile her bir hakikî þakird o hakikata hissedar olur.

 

 

 

Bu defaki mektubunuz, bize bu kanaatý verdi ki, Risale-i Nur'a itiraz ile hücum edenler, karþýlarýnda çelik gibi kahramanlarý bulup, hücumundan bin piþmanlýk göstereceklerini, bir Said'e mukabil, binler Said Risale-i Nur'u müdafaa eder, muterizleri susturur.

 

 

 

Mektubunuzdaki kýymettar kardeþlerimizin selâmlarýna binler selam ediyoruz. Ve hâlis ve müdakkik ve ince fikirli kardeþimiz Hasan Âtýf'ýn müstesna kalemiyle bizlere hediye ettiði gayet güzel risaleleri güzelce ve süslü cildlettirdik.

 

 

 

Buradaki kardeþlerimiz onun hesabýna ve ona sevab kazandýrmak için ellerinde gezecek.

 

 

 

Size bu defa bir ihtara binâen, gayet muhtasar bir hakikat gönderildi. Belki ehl-i dalâletin kendilerine perde ettikleri bazý sâfdil sofileri ve hocalarý riya noktasýnda bir taarruza mukabil bir esasdýr.

 

* * *

 

 

 

(128)

 

Azîz, Sýddýk, Hâlis, Muhlis Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Ciddî, Hakikî arkadaþlarým!

 

Bu yakýnda hem Isparta'da, hem bu havalide Risale-i Nur'un Ýhlas Lem'alarý intiþara baþladýðý münasebetiyle ve bir-iki küçük hâdise cihetiyle þiddetli bir ihtar kalbe geldi. Riyaya dair üç nokta yazýlacak:

 

Birincisi: Farz ve vâciblerde ve þeâir-i Ýslâmiyede ve Sünnet-i Seniyenin ittibaýnda ve haramlarýn terkinde riya giremez

 

Sh:»(K:205)

 

izharý riya olamaz. Meðer gayet za'f-ý îmanla beraber, fýtraten riyakâr ola. Belki þeâir-i Ýslâmiyeye temas eden ibadetlerin izharlarý, ihfasýndan çok derece daha sevablý olduðunu, Hüccet-ül Ýslâm Ýmam-ý Gazâlî (R.A.) gibi zâtlar beyan ediyorlar.

 

 

 

Sair nevafilin ihfasý çok sevablý olduðu halde; þeaire temas eden, hususan böyle bid'alar zamanýnda ittiba-ý Sünnetin þerafetini gösteren ve böyle büyük kebair içinde haramlarýn terkindeki takvayý izhar etmek, deðil riya belki ihfasýndan pek çok derece daha sevablý ve hâlistir.

 

Ýkinci Nokta: Riyaya insanlarý sevkeden esbabýn

 

Birincisi: Za'f-ý îmandýr. Allah'ý düþünmeyen, esbaba perestiþ eder, halklara hodfüruþlukla riyakârane vaziyet alýr. Risale-i Nur þakirdleri, Risale-i Nur'dan aldýklarý kuvvetli îman-ý tahkikî dersiyle; esbaba ve nâsa ubudiyet noktasýnda bir kýymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubudiyetlerinde onlara gösteriþle riya etsinler.

 

Ýkinci Sebeb: Hýrs ve tama', za'f fakr noktasýnda teveccüh-ü nâsý celbine medar riyakârane vaziyet almaya sevkediyor.

 

Risale-i Nur'un þakirdleri, iktisad ve kanaat ve tevekkül ve kýsmetine rýza gibi, Risale-i Nur'un dersinden aldýklarý izzet-i îmaniye, inþâallah onlarý riyadan ve dünya menfaatleri için hodfuruþluktan men'eder.

 

Üçüncü Sebeb: Hýrs-ý þöhret, hubb-u cah, makam sâhibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler insanlara iyi görünmek, tasannu kârâne haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek ve tekellüfkârane lâyýk olmadýðý yüksek makamlarda görünmek tarzýný takýnmak ile riya eder.

 

Risale-i Nur þakirdleri ene'yi nahnü'ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti býrakýp, Risale-i Nur dairesinin þahs-ý mânevîsinin hesabýna çalýþmasý, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarîkatýn "fena fi-þ þeyh" ve "fena fi-r resul" ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasýtalarýn bu zamanda birisi de "fena fi-l ihvan" yani þahsiyetini kardeþlerinin þahs-ý manevîyesi içinde eritip öyle davrandýðý için, inþâallah ehl-i hakikatýn riyadan kurtulmalarý gibi, bu sýr ile onlar da kurtulurlar.

 

Sh:»(K:206)

 

Üçüncü Nokta: Vazife-i diniye itibariyle, nâsa hüsn-ü kabul ettirmek, o makamýn iktiza ettiði yüksek tavýrlar ve vaziyetler,

 

 

 

hodfüruþluk ve riya sayýlmaz ve sayýlmamalý. Meðer o adam, o vazifeyi kendi enaniyetine tâbi edip istimâl ede.

 

Evet bir imam imamet vazifesinde tesbihatlarý izhar eder, ismâ' eder; hiç bir cihetle riya olamaz. Fakat vazife haricinde, o tesbihatlarý aþikâre halklara iþittirmeye riya girebildiði için, gizlisi daha sevablýdýr.

 

Risale-i Nur'un hakikî þakirdleri, neþriyat-ý diniyelerinde ve ittiba-ý sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ý kebâirdeki takvâlarýnda, Kur'an hesabýna vazifedar sayýlýrlar. Ýnþâallah riya olmaz. Meðer ki, Risale-i Nur'a baþka bir maksad-ý dünyeviye için girmiþ ola. Daha yazýlacaktý, fakat bir tevakkuf hali kesti.

 

***

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

 

 

(129)

 

Azîz Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizin mübarek Ramazanýnýzý ve kudsî Leyle-i Kadrinizi ve sürurlubayramýnýzý tebrik ediyoruz. Lillahilhamd bu sene dualarýnýzýn himmetiyle,hastalýk beni yataða düþürmedi. Ta'cizatýný yapýp hafifçe geçti. Bu defa ozatýn i'tirazý münasebetiyle yazdýðý mektublar ve Sabri'nin eski Said'in lahikayagiren fýkralarý münasebetiyle yazdýðý mektub ruhumuza büyük bir inþirah vemüteþekkirane bir iftihar verdi.

 

Size bu defa bayrama manevî bir þekerleme nev'inden kudsî Hizb-ül-Ekber'in birmahsulu olarak, Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi'nin bulduðu istihracî fýkrasýnýsize leffen gönderdim. Feyzi diyor ki, ben bu istihracdaki manidar ve muterizleri susturan«mâdemler» Birinci Þua'nýn her bir âyetin her bir âyetinde maksud vemukadder olduðunu hisettim. Üstadým'a

 

Sh:»(K:207)

 

ittibaen kaydettim.

 

Nur ve Gül fabrikalarý hey'etine ve mübarekler ve medrese-i Nuriye ve masum veihtiyarlar ve fedakâr hemþirelerimize birer birer selâm ve dua edip, geçmiþRamazan-ý Þerif ve mübarek Leyle-i Kadirlerini tebrik ediyoruz. Ve Ramazan-ýþerifte bu fakir kardeþinize manevî yardýmlarýnýzý Ramazandan sonra dadevamýna bütün ruhumla rica edip, Rahmet-i Ýlahiyeden muvaffakiyetini niyazediyoruz.

 

Duanýza daima muhtaç

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

 

 

 

 

(130)

 

* * *

 

KÜÇÜK HÜSREV FEYZÝ'NÝN BÝR ÝSTÝHRACIDIR

 

(Otuzüçüncü Âyet'ten Hâfýz Ali'nin Ýstihracýnýn Bir Zeyli ve Lâhikasýdýr.)

 

Sure-i Zümer'de اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ ِلْلاِسْلاَمِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِنْ رَبِّهِ âyet-i azîmenin mana-yý sarihinden baþka bir mana-yý iþarî tabakasýnýn külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur ve tercümaný olduðuna kuvvetli bir delil buldum.

 

Çünki اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ ِلْلاِسْلاَمِ فَهُو cümlesi, hesab-ý cifrî ve ebcedî ve riyazî ile bin üçyüz yirmidokuz veya sekiz eder. Demek مَنْ külliyetinde ve فَهُوَ iþaretinde dahil ve medar-ý nazar bir ferd, inþirah-ý sadr (Hâþiye) nuruyla baþka bir hâlete girip, eski sýkýntýdan kurtulup, nuranî bir mesleðe giren bir þahsý, eski

 

(Hâþiye): Bu þerh-i sadra münasebetdar bir tevafuktur Üstadýmdan anladým; yirmibeþ senedir daima ve en mühim bir duasý اَللَّهُمَّ اشْرَحْ صَدْرِى لِْلاِ يمَانِ وَ اْلاِسْلاَمِ münacatý olmuþ.

 

Sh:»(K:208)

 

ve yeni harb-i umumînin gelmeye hazýrlanmalarý olan dehþetli tarihe ve o ferdin vaziyetine remzen bakar.

 

فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِنْ رَبِّهِ deki نُورٍ مِنْ رَبِّهِ kelimesi, Risale-i Nur ismine ve manasýna hem cifri, hem sureti, hem manasý tevafuk ettiði gibi; اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ ِلْلاِسْلاَمِ فَهُو cümlesinin de makam-ý cifrîsi gösterdiði tarihte Risale-i Nur'un tercümaný olan Üstadýmýn -tahkikatýmla- aynen vaziyetine tevafuk ediyor.

 

Çünki o zamanda harb-i umumînin mebde'lerinde, Üstadým eski âdetini vesair ulûm-u felsefeyi ve ulûm-u âliyeyi býrakýp, tam bir inþirah-ý sadrla Risale-i Nur'un fatihasý ve birinci mertebesi olan Ýþârât-ül Ý'caz tefsirine baþlayýp, bütün himmetini, efkârýný Kur'ân'a sarfetmeðe baþladýðýna tevafuku kavî bir emaredir ki; bu asýrda o küllî mana-yý iþârîde medar-ý nazar bir ferd, Risale-i Nur'un tercümaný ve þâkirdlerinin þahs-ý manevîsini temsil eden mümessilidir.

 

Evet mâdem Kur'ân-ý Mu'ciz-ül-Beyan her asýrda her ferde hitab eder bir ilm-i muhit ve bir irade-i þâmile ile herþeye bakabilir; ve madem ülema-i Ýslâm'ýn ittifakýyla, âyetlerin mâna-yý sarîhinden baþka iþarî ve remzî ve zýmnî müteaddid tabakalarda manalarý vardýr.

 

Ve madem يَآ اَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا gibi hitablarda her asýr gibi, bu asýrdaki ehl-i îman, Asr-ý Saadetteki mü'minler gibi dahildir.

 

Ve madem Ýslâmiyet noktasýnda bu asýr, gayet ehemmiyetli ve dehþetlidir. Kur'an ve Hadîs ihbar-ý gaybî ile, ehl-i îmaný onun fitnesinden sakýnmak için þiddetle haber vermiþ.

 

Ve madem hesab-ý cifrî ve ebcedî ve riyazî, eskiden beri saðlam bir düsturdur ve kuvvetli bir emare olabilir.

 

Ve madem Risale-i Nur ve tercümaný ve þakirdleri, îman ve

 

 

 

Kur'an hizmetinde parlak ve te'sirli vazifeleri gayet ehemmiyet kesbetmiþtir.

 

Sh:»(K:209)

 

Ve madem bu büyük âyet, hesab-ý cifirle bu asra ve iki harb-i umumîye bakar. Eski harbin patlamasýna ve Risale-i Nur'un zuhuruna tevafuk ettiði gibi, mânen de gösterir. Elbette mezkûr hakikatlara ve kuvvetli karinelere binaen bilâ-tereddüd hükmederiz ki: Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsi ve tercümaný, bu âyet-i azîmenin mâna-yý iþârî tabakasýnýn külliyetinde dâhil ve medar-ý nazar bir ferdidir. Ve bu âyet ona iþaret eder. Ve mâna-yý remziyle ondan da haber verir. Ve ihbar-ý gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyeyi gösterir, denilebilir ve deriz.

 

Tahlil: Bir ش iki ر yediyüz. ف م ن ل ikiyüz. ص د ه ا yüz. س م yüz. Ýsm-i Celal altmýþyedi. Ýki ل altmýþ. فَهُوَ doksanbir. ِلْلاِسْلاَمِ da iki veya üç elif, iki veya üç. ح sekiz. نُورٍ مِنْ رَبِّهِ, "Risale-i Nur" Her ikisinde نُور var. "Risale" de ر, رَبِّهِ'deki ر'ya mukabildir. Eðer نُورٍ deki tenvin sayýlsa, النُّور da dahi þeddeli ن sayýlýr, yine ittihad ederler. نُورٍ baþka مِنْ به doksanyedi ederek, Risale-i Nur'da kalan ه ل س iki Elif dahi doksanyedi ederek, tam tevafuk eder. Türkçe telâffuzda Risale-i Nur hemze ile okunmasý zarar vermez.

 

Sure-i Mâide'nin ondördüncü âyeti قَدْ جَآءَكُمْ مِنَ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ يَهْدِى بِهِ اللَّهُ Sure-i Nisâ'nýn âhirinde

 

 

 

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَآءَ كُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَآ اِلَيْكُمْ نُورًا

 

مُبِينًا âyeti gibi, Risale-i Nûr mâna ve cifir cihetiyle, mana-yý iþarî efradýndan olduðuna kuvvetli bir karine buldum.

 

Sh:»(K:210)

 

Ýkinci âyet olan Sure-i Nisâ âyeti, Birinci Þua olan Ýþârât-ý Kur'âniye'de, Üstadým iþaretini beyan etmiþ. Birinci âyet olan Sure-i Mâide'nin ondördüncü âyeti hem bunun iþaretini teyid ediyor, hem de اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ âyetinin iþaratýný tasdik ediyor.

 

Evet bu asýrda mâna-yý iþarî tabakasýndan tam bu âyetin kudsî mefhumuna bir ferd, Risale-i Nur olduðuna kim insaf ile baksa tasdik edecek.

 

Madem Risale-i Nur bir ferdi olduðuna mânevî münasebet kavîdir. Mâdem bu âyetin makam-ý cifrîsi bin üçyüz altmýþaltýdýr, eðer meddeler ve okunmayan hemzeler sayýlmazsa altmýþikidir. Ve madem Risale-i Nur, Kur'an-ý Mübin nurunu ve hidayetini neþreden bir kitab-ý mübindir.

 

Ve madem zâhiren ondan daha ileri, o vazifeyi aðýr þerait altýnda yapanlarý görmüyoruz. Ve madem âyetler, sair kelâmlar gibi cüz'î bir mânaya münhasýr olamaz. Ve mâdem delâlet-i zýmnî ve iþarî ile kaideten mefhum-u kelâmda dâhil oluyor. Ve mâdem Necmeddin-i Kübrâ ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi pek çok ehl-i velayet, mana-yý zâhirîden baþka bâtýnî ve iþârî mânalar ile ekser âyâtý tefsir etmiþler; hattâ tefsirlerinde Mûsa (A.S.) ve Firavun'dan murad, kalb ve nefistir dedikleri halde ümmet onlara iliþmemiþ; büyük ülemadan çoklarý onlarý tasdik etmiþler. Elbette âyetin delâlet-i zýmniye ile Risale-i Nur'a kuvvetli karineler ile iþareti kat'îdir, þübhe edilmemek gerektir.

 

TAHLÝL: قَدْ جَآءَكُمْ yüz altmýþdokuz. مِنَ اللَّهِ yüz elliyedi. نُورٌ tenvin ile beraber üçyüzaltý. وَ كِتَابٌ مُبِينٌ tenvinlerle beraber altýyüz

 

 

 

otuzbir. يَهْدِى بِهِ اللَّهِ yüzüç. Yekûnu, bin üçyüz altmýþaltý. Eðer meddeler ve okunmayan hemzeler sayýlmazlarsa, bu seneki muharrem tarihine; yani bin üçyüz

 

Sh:»(K:211)

 

altmýþikiye tamam tevafuk eder. Eðer مُبِينٌ deki tenvinde vakfedilse, bin üçyüz onaltýdýr ki; hem Risale-i Nur'un mukaddematýna, hem tenvin ile tekemmülüne ve Birinci Þua'da beyan edildiði gibi, çok âyâtýn ehemmiyetle gösterdikleri ayný meþhur tarihe tevafuk eder.

 

* * *

 

EHEMMÝYETLÝ BÝR HOCANIN ÜSTAD HAKKINDA ZÝYADE HÜSN-Ü ZANNINI TA'DÝL ETMEK MÜNASEBETÝYLE YAZILMIÞ, BELKÝ SÝZE DE FAÝDESÝ OLUR DÝYE GÖNDERÝLDÝ

 

(131)

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشَرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ

 

Azîz, Sadýk, Muhterem Kardeþimiz Hoca Haþmet!

 

Senin, müceddid hakkýndaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadýmýza da söyledik. Üstadýmýz diyor ki: Evet bu zaman hem îman ve din için, hem hayat-ý içtimai ve þeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i Ýslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i îmaniyeyi muhafaza noktasýnda tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüðüdür.

 

Þeriat ve hayat-ý içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalýyor. Rivâyât-ý hadîsiyede, tecdid-i din hakkýnda ziyade ehemmiyet ise, îmanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ý âmmede, hayatperest insanlarýn nazarýnda zâhiren geniþ ve hâkimiyet noktasýnda

 

 

 

cazibedar olan hayat-ý içtimaiye-i Ýslâmiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüðü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakýyorlar, mâna veriyorlar.

 

Hem bu üç vezâifi birden bir þahýsta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunmasý ve

 

mükemmel olmasý ve birbirini cerhetme

 

Sh:»(K:212)

 

mesi pek uzak, âdeten kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevî'nin (A.S.M.) cemaat-ý nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdi'nin ve cemaatindeki þahs-ý mânevîde ancak içtima 'edebilir. Bu asýrda, Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, Risale-i Nur'un hakikatýna ve þâkirdlerinin þahs-ý mânevîsine, hakaik-i îmaniye muhafazasýnda tecdid vazifesini yaptýrmýþ. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fâtihane neþriyle gayet dehþetli ve kuvvetli zýndýka ve dalâlet hücumuna karþý tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i îmanýn îmanlarýný kurtardýðýný kýrkbinler adam þehadet eder.

 

Amma benim gibi âciz ve zaîf bir bîçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzýnda, þahsýmý medar-ý nazar etmemeli diyor ve size selâm ediyor. Biz de zâtýnýza ve oradaki Risale-i Nur'la alâkadar olanlara selâm ediyoruz.

 

Risale-i Nur þakirdlerinden

 

Emin, Feyzi, Kâmil

 

(132)

 

Azîz Sýddýk, Müdakkik Kardeþlerim!

 

Birinci Þua' Ýþârâtý Kur'aniyenin baþýnda bir mukaddime olarak sizegönderdiðimiz اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلاِْسْلاَمِ âyetine dâir Feyzi'nin istihrâcý ve اَلحُيبُّ اَحَدُكُمْ âyetinin istihracý vemelfufen bu defa evvelce size gelen bir mektubdan intihâb ettiðimiz bu parçasý ileberâber Ýþârât-ý Kur'âniye kimde varsa onun baþýnda bir mukaddimeolarak yazýlsýn. Çünki bu üç parça nasýl þimdiki itirâzý zir ü zeber etti,ileride gelen itirazlarý da red eder bir mahiyettedir.

 

Evet ben müdafaadan vazgeçip Kur'ân'a havale ettiðim ayný zamanda,Kur'ân-ý Mu'ciz-ül Beyan bu اَلحُيبُّ اَحَدُكُمْ âyetiyle bizi himaye ve müdfaa etmeyebaþladýðýný ve bizi bize býrak-

 

Sh:»(K:213)

 

 

 

madýðýný kat'î kanaatým geldi. (Hâþiye) Demek mânen Kur'an bize Ýþârât-ý Kur'aniye'yi bir derece meydana çýkmaya, fakat ehl-i insafa ve Risale-i Nur'u takdir edenlere karþý bir derece izin veriyor.

 

 

 

Madem Ýþârât-ý Kur'aniye bazý namahremlerin ellerine girmiþ ve tardedilen zayýf hucümlara da maruz kalmýþ, elbette Risale-i Nur'un makbuliyetini imza eden Ýþârât-ý Kur'aniye üç Keramet-i Aleviye ve Keramet-i Gavsiye ve Lâhika'ya girmiþ ve Risale-i Nur'un kerametini göstermiþ, altý-yedi fýkra beraber bir ciltte lazým geliyor. ضyle ise sizler taksim-ül amâl ile bir kýt'ada, baþta Ýþârât-ý Kur'aniye Birinci Þua, ve onun baþýnda bu mektubun baþýnda mezkur üç parça ve Ýþârât-ý Kur'aniyeden sonra üçüncü Keramet-i Aleviye, Ondan sonra ikinci kerameti Aleviye, ondan sonra birinci kerameti Aleviye, ondan sonra Kerameti Gavsiye zeyilleriyle (Þamlý ve Rüþdünün fýkralarý dahil) sonra lahikadan intihab ettiðiniz beþ-altý fýkra benim için güzelce yazýlsýn.

 

 

 

Üç Ali, Âtýf, Hüsrev, Sabri gibi kardeþlerim yazýp bize göndersinler. Fakat yazdýklarý bütün bir cild içinde olacak. Kahraman Süleyman Rüþtü'nün bize ayrýca da gelen tebrikine mukabil üç bayramýný birden tebrik ediyoruz.

 

 

 

Müdakkik ve muhakkik Sabri'nin ( لاَ ) ve ( نَعَمْ ) le cevab istediði mes'elesine: ( لاَ )......

 

 

 

اِلاَّاَنْ يَكُونَ اْلآخِذُوَاْلمَأْخُوذُ لَهُ مِنَ اْلمُستَحَقِّينَ لِلذَّكَاتِ

 

 

 

Her zamandan ziyade bu acib ihtikardan, zaruret-þ kat'iyye düþen fakirlere ve miskinlere zenginler zekat ile imdadlarýna koþsalar, bire yüz kazanýrlar. Bu maddî musibetin bir çare-i yeganesi (Zekat-ý Þer'î) dir.

 

 

 

________________________________

 

(Hâþiye): Evet ben de Üstadýmýn kanaatýna kat'î iþtirak ediyorum. Ýncecik bir remiz kanaatýmý teyid etti. Nasýl ki «meyten» lafzý makamýyla Üstadýmýn ismine îmâ ediyor. ( اَحَدُكُمْ ) kelimesi de muarýzýn ismine üç harfiyle gizli remz ediyor. ( د ا ) yerine ( þþþ ى ) gelse (.........) olur.

 

 

 

Feyzi

 

 

 

Sh:»(K:214)

 

Acaba Hüsrev gelmiþ mi? merak ediyorum. Þamlý rahatsýz deðil mi? Pek çok zatlarý soracaktým. Fakat Lillahilhamd o kadar çok has ve onlar ile fazla alakadar kardeþlerimiz var ki, bir kaç mektubda ancak yazý ile, öyle ise, bilirsiniz ki, kimleri soracaktým. Bildiðinize havale edip, kýsa kesiyorum.

 

 

 

Umum kardeþ ve hemþirelerimize birer birer selâm ve dünya ve âhirette selametlerine dua ediyoruz.

 

 

 

Duanýza Muhtaç

 

Kardaþýnýz

 

(133)

 

Âzîz Sýddýk, Sebatkâr, Vefadâr Kardeþlerim!

 

Bu def'a umumunuzun hesabýna bayram tebriki ve mânevî þekerlemeleri olarakmübarek Hasan Âtýf'ýn ve Alevileri Sünniler'le barýþtýran dördüncü bir Aliolan, sAliköylü Ali'nin mektublarýný aldýk. Cenâb-ý Hak o gibi kardeþlerimiziçoðaltsýn.

 

Kardeþimiz Hasan Âtýf'ýn medrese-i Nuriye dershanesine ve yüksekkardeþimiz olan Hacý Hâfýz'ýn dairesine gelip çalýþmasý ve müstesnakalemiyle bizlere yardým için Ayet-ül-Kübrayý yazmasý ve âyet-ül Kübradan,zevkine giden veciz parçalarý küçük levhalara yazýp bize göndermesi, gayettatlý bir bayram hediyesi hükmüne geçti ve Lemeattan olan

 

اُولاَشْمَزْ دَسْتِ أَدَبِ غَرْبِ هَوَسْ بَارِهَوَاكَارَدَهَادَرْدَأْبِ أَبَدْمُدَّتْ قُرْانِ ضِيَابَرِشِفَاكَارِهُدَادَارْ

 

fýkrasýndan aldýðý bir neþ'e ile yazdýðý:

 

Yâ Kadîr Esman bahr-ý dürdür. Yâ Rab takdir bilmezlerin haddini bildir.Y^Rab güldür, o deryada inci günden abdini güldür... Hem penceresini diyar-ýademe giden yola nâzýr açmýþ olan giþeden, Kevser giþesinden daire-i Nuriyeye geçebilmelerine medar olan meccani birer bilet olara,....... gibi ince ve rakik hissiyatýbizi çok mesrur etti.)

 

 

 

Sh:»(K:215)

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Kardeþlerim!

 

(134)

 

Kur'an'ýn bir tek âyetinin bir tek iþâreti ihbar-ý gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiðini mânevî bir ihtar ile gördüm. اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ َلحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا Bu âyet-i kerimenin makam-ý cifrîsi -þedde ve tenvin sayýlmazsa- bin üçyüz ellibir مَيْتًا'in aslý مَيِّتًا olmasýndan bin üçyüz altmýþbir ederek; bu tarihte, umûr-u azîmeden bir dehþetli gýybeti, bu

 

 

 

âyetin mânaâ-yý iþârî külliyetinde dâhil ediyor. Umûr-u azîmeden böyle bir acib gýybet ayný tarihte, ayný senede vukua geldi. Þöyle ki:

 

Onsekiz sene müddetinde Sünnet-i Seniyeyi muhafaza için baþýna þapka koymadýðýndan, onsekiz senedir haps-i münferid hükmünde ihtilâttan men' ve yalnýz bir odada hayatýný geçirmeye mecbur edilen ve hususî ibadetgâhýnda ezan-ý Muhammedî okuyup "Allahü Ekber" dediðinden ve "Lâ ilâhe illâllah" hakikatýný güneþ gibi gösterdiðinden, yüz arkadaþýyla taht-ý tevkife alýnan ve mahkûm edilen bir adamý, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i Ýlâhiyeden geldiðine kat'î bir kanaatý ile iþârât-ý Kur'aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaþlarýna bir teselli niyetiyle beyan ettiði için onu gýybet ve galiz tabiratla teþhir etmek ve onun dersleriyle îmanlarýný kurtaran mâsum þakirdlerini ondan tenfir edip þübheler vermek; güya ortalýkta medar-ý inkâr hiçbir þey yok ve hiçbir münkeratý ve cinayeti görmüyor gibi, yalnýz o bîçarenin mevhum bir hatasýný, sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarýnda saklanan ve sathî ve inadî nazarýna göre bir içtihadî yanlýþýný görüyor zannýyla galiz tabirler ile zemmetmek; elbette bu asýrda, bu memlekette Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn kasden iþaretine medar olabilir azîm bir hâdisedir.

 

Sh:»(K:216)

 

Bence, Kur'an'ýn nasýlki her sûre ve bazan bir âyet ve bazan bir kelime bir mu'cize olur; öyle de bu âyetin tek bir iþareti, ihbar-ý gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyedir. Bu âyetin bu iþareti, bu asýrda, Risale-i Nur þakirdlerinin hakkýndaki gýybete baktýðýna üç emare var:

 

Birincisi: Birinci Þua olan Ýþârât-ý Kur'aniye Risalesinde, Risale-i Nur'a ve tercümanýna da iþaret eden beþinci âyet olan اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا َيمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ gayet kuvvetli karinelerle مَيْتًا kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabýyla ve üç cihet-i mânasýyla Said-ün Nursî'ye tevafuk etmesidir.

 

 

 

Ýkinci emare: اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ âyetinin makam-ý cifrîsi ve riyazîsi bin üçyüz altmýþbir etmesidir ki; ayný tarihte, o acîb hâdise oldu.

 

Üçüncü emare:......

 

Ýhtiyarým haricinde, beþ vecihle zemmi zemmeden ve mu'cizane gýybetten altý cihetle zecreden اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا âyeti karþýmda kendini gösterip temessül eyledi. Mânen, "Bana bak!" dedi. Ben de baktým, birden tesbihat içinde gördüm ki: 1351'den, tâ 1361 tarihini gösterdi. Halimize baktým; perde altýnda 51'den, tâ 61'e kadar Risale-i Nur meded beklediði Ýstanbul âfâkýnda, perde altýnda bir nevi taarruz bulunmuþ ve 61'de birden patlamasýdýr.

 

TAHLÝL: ت خ bin. م م ى ى yüz. ل ل ك ك yüz. Üçüncü ن ى م yüz. ح ح ح ب د otuz. üç bir birDördüncü ى on. Beþ elif, bir ه ile beraber on. Âhirdeki tenvin vakfen elif olduðu için yekûnu bin

 

Sh:»(K:217)

 

üçyüz ellibir . مَيْتًا aslý yâ-i müþeddede olduðundan bin üçyüz altmýþbir eder.

 

(Hâþiye): Bu âyet bizi þiddetle gýybetten men'ettiðinden, bizi gýybet edenleri unutmalýyýz, medar-ý gýybet etmemeliyiz. Ýnþâallah, daha tekerrür etmeyecek.

 

* * *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَآئِلِ النُّررِ الْمَقْرُوئَةِ وَالْمَكْتُوبَةِ

 

(136)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Size (üç noktayý) beyan etmeye kalbde bir ihtiyaç oldu:

 

Birincisi: "Bir hâdisede hem insan eli, hem kader müdahalesi olduðundan; insan zâhirî sebebe bakýp bazan haksýz hükmedip, zulmeder. Kader, o musibetin gizli sebebine baktýðý için adalet eder" diye, Risale-i Nur'da bir kaide-i esasiyedir.

 

Hem þimdiye kadar Risale-i Nur'un baþýna gelen hâdiselerde bir dest-i inayet, bir vech-i rahmet bulunduðu tecrübelerle sabittir.

 

Bu iki cihette kalbden bir sûal çýktý: "Acaba Nur hakkýndaki bu yeni Ýstanbul hâdisesinde vech-i adalet ve rahmet nedir?" Hâtýra böyle bir cevab geldi ki:

 

Risale-i Nur'a, ehl-i ilim ve ehl-i dikkati ciddiyetle bakmaya ve tedkik etmeye sevketti. Elbette Risale-i Nur'u tedkik eden bir âlim, insafý varsa tarafdar olur. Ve Risale-i Nur ülema dairesinde ve Ýstanbul âfâkýnda tezahür edecek. Ýþte vech-i rahmet ve inayet!

 

Amma kader-i Ýlâhînin vech-i adaleti þudur ki: Risale-i Nur'un hakikatýyla ve þakirdlerinin þahs-ý mânevîsiyle tezahür eden fevkâlâde îmanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kýsmýný bîçare tercümanýna vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve

 

Sh:»(K:218)

 

avamýn nazarýnda birinci derece ve hakikat nazarýnda, îmana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i Ýslâmiye ve hayat-ý içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâinatta en büyük mes'ele

 

 

 

ve vazife ve hizmet olan hakaik-i îmaniyenin çalýþmasýna racih gördüklerinden; o tercümana karþý arkadaþlarýnýn pek ziyade hüsn-ü zanlarý ehl-i siyasete, inkýlabcý bir siyaset-i Ýslâmiye fikrini vermek cihetinde, Risale-i Nur'a karþý hayat-ý içtimaiye noktasýnda cephe almak ve fütuhatýna mâni olmak pek kuvvetli ihtimali vardý. Bunda hem hata, hem zarar büyüktür.

 

Kader-i Ýlâhî, bu yanlýþý tashih etmek ve o ihtimali izale etmek ve öyle ümid besleyenlerin ümidlerini tâdil etmek için, en ziyade öyle cihetlerde yardým ve iltihaka koþacak olan ülemadan ve sâdâttan ve meþayihten ve ahbabdan ve hemþehriden birisini muarýz çýkardý; o ifratý tâdil edip adalet etti. "Size kâinatýn en büyük mes'elesi olan îman hizmeti yeter" diye bizi merhametkârane o hâdiseye mahkûm eyledi. Sonra lillahilhamd, o muarýzý susturdu; o ateþi söndürdü. Fakat münafýklar söndürmemek için çalýþýyorlar.

 

Ýkinci Nokta: Bu dehþetli ihtikârdan çýkan kaht ve galâ ve açlýk ve zaruret, yaþamak damarýný þiddetle yaralandýrýyor. Bu yara, hissiyat-ý ulviye-i dîniyeyi bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalâlete yardým ediyor. Herkes midesini düþünmeye baþlýyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeði düþünüp hayata, yaþamaða yardýma koþup, vazife-i hakikiyesini ikinci derecede býrakýr. Buna karþý Risale-i Nur'un þakirdleri bir uzun Ramazan nazarýyla bakýp, keffaret-üz zünûb ve bir riyazet-i þer'iyeye çevirebilirler. Alenen nakz-ý sýyamla Ramazanýn hürmetini kýran bedbahtlara gelen o musibet, masumlarý da incitir. Fakat Risale-i Nur þakirdleri ve mâsumlarý, o musibeti lehlerine döndürüp, hayýrlý bir riyazete kalbederler. Kanaat ve iktisadla karþýlarlar.

 

Üçüncü Nokta: «Ýki mes'eledir.»

 

Birincisi: Müdakkik Hoca Sabri, Feyzi'nin istihracýna dair Feyzi'ye yazdýðý mektub güzeldir. Lâhika'ya girdikten sonra, hocalar فِيهِ نَظَرٌ dememek için bazý kelimatý tâdil edildi.

 

Sh:»(K:219)

 

Ýkinci Mes'ele: Ýstanbul ülemasýnýn en büyüðü ve en müdakkiki

 

 

 

ve çok zaman Müfti-yül Enam olan eski fetva emini, meþhur Ali Rýza Efendi; Birinci Þua', Ýþârât-ý Kur'âniye ve Âyet-ül Kübra gibi risaleleri gördükten sonra, Risale-i Nur'un mühim bir talebesi olan Hâfýz Emin'e demiþ ki:

 

"Bediüzzaman, þu zamanda dîn-i Ýslâma en büyük hizmet eylediðini ve eserlerinin tam doðru olduðunu; ve böyle bir zamanda, mahrumiyet içinde feragat-ý nefs edip yani dünyayý terkedip, böyle bir eser meydana getirmek hiç kimseye müyesser olmadýðýný ve her suretle þâyân-ý tebrik olduðunu ve Risale-i Nur müceddid-i din olduðunu ve Cenab-ý Hak onu muvaffak-un bilhayr eylesin, âmîn" diyerek; bazýlarýnýn sakal býrakmamaklýðýna itirazlarý münasebetiyle; Mevlânâ Celâleddin-i Rumî'nin pederleri olan Sultan-ül Ülema'nýn bir kýssasý ile onu müdafaa edip, demiþ:

 

«Bu misillü, Bediüzzaman'ýn dahi elbette bir içtihadý vardýr. Ýtiraz edenler haksýzdýr. demiþ.»Ve Hoca Mustafa'ya emretmiþ, söylediðimi yaz:«Bediüzzaman'a kemal-i hürmetle selâm ederim. Te'lifatýnýzýn ikmaline hýrz-ý can ile dua etmekteyim (yâni, ruha nüsha olacak kadar kýymetdardýr). Bazý ülemâ-üs sû'un tenkidine uðradýðýna müteessir olma. Zira «Yemiþli aðaç taþlanýr,» (Hâþiye) kaziyesi meþhurdur. Mücahedatýnýza devam buyurun. Cenâb-ý Hak ve Feyyaz-ý Mutlak âcilen murad ve matlubunuza muvaffak-un bilhayr eylesin! Bâki Hakk'ýn birliðine emanet olunuz.»

 

(Hâþiye): Yani Mübarek, tatlý meyveleri bulunan aðaçlara taþ atanlar, akýllarý varsa tatsýnlar ve yesinler; çürütmeye lâyýk ve kabil deðiller, demektir.

 

Feyzi

 

Fetva Emini Ali Rýza

 

Ýþte böyle müdakkik ve ilim ve þeriat ve Kur'an cihetinde bu zamanda söz sahibi en büyük âlim böyle hükmetmiþ. Risale-i Nur'un talebeleri, bu mes'eleyi -ihtiyaten- yabanîlere onun ismini vermekle teþhir etmemek gerektir ve dualarýna onu dâhil etmek lâzýmdýr.

 

Umum kardeþlerimize selâm.

 

* * *

 

Sh:»(K:220)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Azîz, Sýddýk, Müstakim Kardeþlerim!

 

(136)

 

Gayet ciddî bir ihtar ile bir hakikatý beyan etmeye lüzum var. Þöyle ki:

 

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ الاَّ اللَّهُ sýrrýyla ehl-i velâyet, gaybî olan þeyleri bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmýnýn hakikî hâlini bilmedikleri için, haksýz olarak mübareze etmesini Aþere-i Mübeþþere'nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarýndan sukut etmezler. Meðer bütün bütün zâhir-i þeriâta muhalif ve hatâsý zâhir bir içtihad ile hareket edilmiþ ola. Bu sýrra binâen وَ الْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَ الْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avam-ý mü'minînin þeyhlerine karþý hüsn-ü zanlarýný kýrmamakla, îmanlarýný sarsýlmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur'un erkânlarýnýn haksýz itirazlara karþý haklý fakat zararlý hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadýn iki taife-i ehl-i hakkýn mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhýyla, itirazýyla ötekini cerhedip ve ötekinin delilleriyle berikini yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur þakirdleri bu mezkûr dört esasa binaen, muarýzlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karþýlamamalý. Yalnýz kendilerini müdafaa için musalahakârane, medar-i itiraz noktalarý izah etmek ve cevab vermek gerektir.

 

Çünki bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiþ. Herkes, kameti mikdarýnda bir buz parçasý olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çýkýyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalâlet istifade ediyor.

 

Sh:»(K:221)

 

 

 

Ýstanbul'da malûm itiraz hâdisesi îma ediyor ki; ileride, meþrebini çok beðenen bazý zâtlar ve hodgâm bazý sofî-meþrebler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u câh vartasýndan kurtulmayan bazý ehl-i irþad ve ehl-i hak, Risale-i Nur'a ve þâkirdlerine karþý kendi meþreblerini ve mesleklerinin revacýný ve etba'larýnýn hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler, belki dehþetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hâdiselerin vukuunda, bizlere itidal-i dem ve sarsýlmamak ve adavete girmemek ve o muarýz taifenin de rüesalarýný çürütmemek gerektir.

 

Fâþ etmek hâtýrýma gelmeyen bir sýrrý, fâþ etmeye mecbur oldum. Þöyle ki:

 

Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsi ve o þahs-ý mânevîyi temsil eden has þakirdlerinin þahs-ý mânevîsi "Ferîd" makamýna mazhar olduklarý için, deðil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz'da bulunan kutb-u âzamýn tasarrufundan hariç olduðunu.. ve onun hükmü altýna girmeye mecbur deðil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanýmaða mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Þimdi anlýyorum ki; Gavs-ý A'zam'da kutbiyet ve gavsiyetle beraber "ferdiyet" dahi bulunduðundan, âhirzamanda þâkirdlerinin baðlandýðý Risale-i Nur, o ferdiyet makamýnýn mazharýdýr. Bu gizlenmeye lâyýk olan bu sýrr-ý azîme binaen, Mekke-i Mükerreme'de dahi -farz-ý muhal olarak- Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse; Risale-i Nur þakirdleri sarsýlmayýp, o mübarek kutb-u âzamýn itirazýný iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ý itiraz noktalarý o büyük üstadlarýna karþý izah etmek, ellerini öpmektir.

 

Evet kardeþlerim; bu zamanda öyle dehþetli cereyanlar ve hayatý ve cihaný sarsacak hâdiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlýk taþýmak gerektir

 

Evet.

 

يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلآخِرَةِ âyetinin sýrr-ý iþarî

 

Sh:»(K:222)

 

siyle, âhireti

 

 

 

bildikleri ve îman ettikleri halde, dünyayý âhirete severek tercih etmek ve kýrýlacak þiþeyi bâki bir elmasa, bilerek rýza ve sevinçle tercih etmek ve akibeti görmeyen kör hissiyatýn hükmüyle, hazýr bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanýn dehþetli bir marazý, bir musibetidir. O musibet sýrrýyla, hakikî mü'minler dahi bazan ehl-i dalâlete tarafdar olmak gibi dehþetli hatada bulunuyorlar. Cenab-ý Hak ehl-i îmaný ve Risale-i Nur þakirdlerini bu musibetlerin þerrinden muhafaza eylesin, âmîn

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ederiz.

 

Said Nursî

 

 

 

* * *

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

(137)

 

Risale-i Nur'un intiþarýna ve fütuhatýna karþý gelen biri semavî, biri arzî iki musibete mukabele edecek ayrý bir inayet-i Ýlâhiyye cilvesi görülmeye baþladý.

 

Arzî ve insanî olan musibet: Isparta'da ve Ýstanbul'da olduðu gibi; Kastamonu'nun havalisinde de, ehl-i dalalet Risale-i Nur'un intiþarýna sed çekmek için, has talebelerin ve ciddî çalýþanlarýn þevklerini kýrmak ve onlara fütur vermek için, ayrý ayrý tarzlarda, umumî bir plân dâhilinde taarruz ediliyor. Hâlislere fütur veremediklerinden, baþka meþgaleler bulmakla çalýþmalarýna zarar veriyorlar.

 

Semavî musibet ise: Ýhtikâr neticesinde, hayat ve yaþamak hissi, hissiyat-ý diniyeye galebe çalýp, ekser nas midesini, maiþetini daima düþünüyor. Hattâ ekser fukara kýsmýndan olan Risale-i Nur talebeleri, bu musibete karþý çabalamak mecburiyetiyle hakikî ve en mühim vazifesi olan neþir hizmetini býrakmaða mecbur oluyor.

 

Hem insanlarýn zihinleri, fikirleri kasden ve bizzat hakaik-i îmaniyeye karþý bu yüzden bir derece lâkaydlýk bir vaziye almasýndan, bir tevakkuf devri gelmesine mukabil; Cenab-ý Hakk'ýn inayet ve rahmetiyle baþka bir tarzda Risale-i Nur'un

 

Sh:»(K:223)

 

intiþar ve fütuhatýna meydan açmýþ. Ezcümle: Ýstanbul âfâkýndan -yüksek ülemanýn- eski Fetva Emini Ali Rýza, Ahmed

 

 

 

Þiranî ve parlak vaizlerden Þemsi gibi zatlar, Risale-i Nur'la ciddî ve takdirkârâne münasebetdar olmaða baþlamalarýdýr.

 

Hem hâtýrýmýzda olmadýðý halde, yeni hurufla tab'etmek üzere baþta Âyet-ül -Kübra'nýn en mühim parçasý yedi parça, bir mecmuada tab'etmek; ve gençleri uyandýran üç-dört parça ayrý bir risalede, Hâfýz Mustafa ile beraber tab'etmek için matbaaya gönderdik.

 

Hem mühim bir zat teþebbüs ediyor ki: Mühim parçalardan bir kýsmýný Ankara'da, büyük rütbeli birisinin muavenetiyle tab'etmek niyeti var. Ben þimdilik muvafakat etmedim.

 

Velhasýl bir kapý kapansa, inâyet-i Ýlâhiye daha parlak kapýlarý Risale-i Nur yüzünden açýyor, yol veriyor. Risale-i Nur'un mektub ve melfuz hurufatý adedince Cenab-ý Erhamürrâhimîn'e hamd senâ ve þükür olsun. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

 

Buna binaen, bu tevakkuf ve muvakkaten fütura merak etmeyiniz. Zâten þimdiye kadar çalýþmalar tohumlar nev'inde, istikbalde kâfi sünbüller verebilir. Farz-ý muhal olarak, hiç çalýþýlmasa da yine kifayet eder. Kat'iyyen takarrur etmiþ ki; Risale-i Nur hakikatlarýna, gýdaya ihtiyaç gibi bu zamanda ihtiyaç var. Bu ihtiyaç ise onu tevakkufta býrakmaz, iþlettirecek inþâallah.

 

Hâfýz Mustafa ile umumunuza bedel görüþtük, fakat pek az bir zamanda. Cenab-ý Hak onu ve Tâhirî'yi tab' mes'elesinde muvaffak eylesin, âmîn.

 

Hâfýz Ali'nin mektubunda, Medrese-i Nuriye'nin üstadý olan Hacý Hâfýz ile gayet samîmane ve uhuvvetkârâne görüþmeleri ve meþveretleri bizleri çok mesrur eyledi.

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

 

 

* * *

 

(138)

 

Sh:»(K:224)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Nur fabrikasýnýn sahibi, Birinci Þua'ýn Dördüncü Âyet bahsinde, hakikat-ý Ýslâmiyetin yedi esasýný parlak bir surette isbat edildiði cümlesine dair soruyor ki:« Erkân-ý Ýslâmiyeyi beþ biliyoruz.» Hem vücub-u zekat rüknü, risalelerde ne surette izah edildiðini soruyor.

 

Elcevab: Ýslâm'ýn rükünleri baþkadýr, hakikat-ý Ýslâmiyet'in(Hâþiye) esaslarý yine baþkadýr. Hakikat-ý Ýslâmiyet'in esaslarý; altý erkân-ý îmaniye ile ve esas-ý ubudiyet ki, Ýslâmýn beþ rüknü olan (savm, salât, hacc, zekat, kelime-i þehadet) mecmuunun hülâsasýdýr. Risale-i Nur, altý rükn-ü îmaniye ile bu esas-ý ubudiyeti isbat edip« سَبْعَ الْمَثَانِى »cilvesine mazhariyeti muraddýr. Vücub-u zekâtýn izahýndan murad ise, zekatýn teferruat tafsilâtý deðil; belki zekatýn, hayat-ý içtimaiyede derece-i lüzumu ve ehemmiyetli kýymeti isbat edilmiþ demektir. Evet Risale-i Nur'dan evvel yazdýðýmýz risalelerde, hem de Risale-i Nur'un müteaddid yerlerinde, vücub-u zekatýn hayat-ý içtimaiyede ne derece ehemmiyetli olduðu kat'iyen ve vâzýhan isbat edilmiþ demektir.

 

 

 

Isparta'da Risale-i Nur'un ders ve neþrine iki köþkünü bir zaman tahsis eden kardeþimiz Þükrü Efendi'nin iki genç evlâdýnýn vefatý, beni müteessir etti. Çünki beþ-altý yaþýnda iken, masume kerimesi yanýma geldikçe, her defa "Adýn nedir?" soruyordum. Masumane, kemal-i fahirle "Hayrünnisa" derdi, beni þefkatle güldürüyordu. Cenâb-ý Hak o mübarek mâsumeyi birden Cennetine aldý, þu dünya Cehenneminden kurtardý. Ve merhum mahdumu Hayatî ise, hastalýk inþâallah onu da Hayrünnisa gibi günahsýz, mâsum yaptý. Beraber Cennet tarafýna gittiler. Bu nokta-i nazardan ben o iki çocuðu tebrik ediyorum. Ve peder ve validelerini de hem taziye, hem manen tebrik ediyorum ki; o iki evlâdlarý وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ sýrrýna mazhar

 

(Haþiye): «Beraber» kelimesi Þuada nÝoksan oldugu için, þüphe edilmiþ.

 

 

 

 

 

Sh:»(K:225)

 

oldular. Ben o ikisini, Risale-i Nur'un vefat eden þakirdleri içinde dualarýmýza dahil ettik.

 

Rüþdü Efendi benim tarafýmdan Þükrü Efendi'ye, taziyenamesi olan Onyedinci Mektub'u, benim yerimde okusun.

 

Risale-i Nur'un kaptaný Sabri, Nis adasýndaki bir kardeþimiz ve Onuncu Söz'ün tab'ýndan sonra tehlikeden muhafaza için kaç ay hanesinde saklayan ve peder ve validesiyle, bizimle ciddî alâkadar bulunan Veli Efendi'nin peder ve validesinin vefat haberlerini yazýyor. Cenab-ý Hak onlara rahmet eylesin. Ben inþâallah çok zaman onlarý manevî kazançlarýma þerik edeceðim.

 

* * *

 

(139)

 

Aîiz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ben pek kat'î bir surette ve bine yakýn tecrübelerim neticesinde kat'î kanaatým gelmiþ ve ekser günlerde hissediyorum ki: Risale-i Nur'un hizmetinde bulunduðum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimaðýmda, maiþetimde bir inkiþaf, inbisat, ferahlýk, bereket görüyordum. Hem orada iken, hem burada çok kardeþlerimden ayný haleti hissettim ve ediyorum. Ve çoklarý itiraf ediyor ki, "Biz de hissediyoruz" derler. Hattâ size geçen sene yazdýðým gibi, benim pek az gýda ile yaþadýðýmýn sýrrý, o bereket imiþ.

 

Hem Ýmam-ý Þâfiî'den (R.A.) rivayet var ki; «Hâlis talebe-i ulûmun rýzkýna, ben kefalet edebilirim »demiþ. «Çünki rýzýklarýnda vüs'at ve bereket olur.» Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanýna Risale-i Nur þakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermiþler; elbette þimdiki açlýk ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini býrakmak ve zaruret-i maiþet özrüyle, maiþet peþine koþmak yerine en iyi çare, þükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliðine tam sarýlmaktýr.

 

Evet her tarafta bu derd-i maiþet herkesi sarsýyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, "Zarurettir, ne yapalým?" der.

 

Sh:»(K:226)

 

 

 

Demek ki, Risale-i Nur þakirdleri bu açlýk ve zaruret musibetine karþý, yine Nur'la mukabele etmeli. Her þakirdin vazifesi, yalnýz kendi îmanýný kurtarmak deðil; belki baþkasýnýn îmanlarýný da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.

 

Size yazmýþtýk ki, muarýzlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduðu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karþý dostane vaziyet alýnýz. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur'un zararýna ve þakirdlerinin salabet ve metanetlerine iliþecek bir tarzda daireniz içine sokmayýnýz. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler. Eðer enaniyetli ve hodfüruþ ise, Risale-i Nur þakirdlerinin metanetlerini kýrarlar; nazarlarýný, Risale-i Nur'un haricine çekip daðýtýrlar. Þimdi çok dikkat ve metanet lâzýmdýr.

 

Bu havalide, hakikaten ümidimin fevkinde, Risale-i Nur talebelerinden iki kahraman yetiþtiler. Baba, oðul; Ahmed Nazif, Salahaddin. Bu iki zat Risale-i Nur'un neþrinde ikiyüz adam kadar çalýþtýklarýný görüyoruz. Ezcümle: Birisi yani oðlu, Kars'ta durup hem Van'a, hem Erzurum'a, hem Konya'ya, hem buralara -size leffen gönderdiðim mektub gibi- muhabereler ile tesirli bir surette çalýþýyor; tam bir Abdurrahman'dýr.

 

***

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

 

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

(140)

 

Bu zamanda hususan bu sýralarda, Risale-i Nur'un þakirdleri tam bir metanet ve tesanüd ve dikkat etmeye muhtaçtýrlar. Lillâhilhamd Isparta ve havalisi kahramanlarý demir gibi bir metanet göstermesiyle, baþka yerlere de hüsn-ü misâl oldu.

 

Ey Hüsrev! Te'sirli ve güzel mektubunu aldým. Vazifenin

 

Sh:»(K:227)

 

baþýna geçmen, bizi fevkalâde mesrur etti. Binlar safalar ile geldin. Sen, birbuçuk sene maddî kalemin iþlemediðinden merak etme. Senin yerine ve kerametli kaleminin yadigârý olan Mu'cizat-ý Ahmediye'nin biri vilâyât-ý þarkýyede fa'alane geziyor.

 

 

 

Diðer son yazdýðýn nüsha da, Ýstanbul'da senin yerinde çalýþýp, inþâallah fütuhat yapar. Senin yazdýðýn mu'cizeli iki Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn bu havalide hususan Ramazan-ý Þerif'te sana kazandýrdýklarý sevablarý ve tahsin ve tebriklerini, inþâallah yakýnda tab'a girmesiyle, âlem-i Ýslâm'dan senin ruhuna yaðacak rahmet dualarýný düþün, Allah'a þükret

 

Hâfýz Ali'nin mektubunda, Ýslâmköyü'ndeki hocalara muhabbete ve dostluða karar vermesi bizi memnun eyledi. Evet Ýslâmköyü, nasýlki Risale-i Nur'a pek ziyade alâkadarlýkta imtiyaz ve sebkat kazanmýþ. Öyle de ben orada iken, sair hocalara nisbeten Ýslâmköyü hocalarý dahi daha ziyade insaflý ve Risale-i Nur'u takdir ettiklerini gördüðümden, bu havalideki hocalarýn lâkaydlýklarýna karþý onlarý hüsn-ü misal gösteriyorum. Ýnþâallah onlardan zarar gelmez. Ben Ýslâmköyü'nü Nurs Köyü gibi biliyorum, o hocalara da akrabam nazarýyla bakýyorum, onlara da selâm ediyorum. Evet onlarýn insafý ve Risale-i Nur'a karþý dostluklarýyla, Nur Fabrikasý o köyde daðdaðasýz teessüs etti tahmin ediyorum.

 

Ey Sabri kardeþ! Baþýn sað olsun. Cenâb-ý Hak o validemizi maðfiret eylesin! Âmin. Benim, karabet-i nesebiyeyi ihsas eden parmaklarýndaki niþan ve bu yedi-sekiz sene Abdülmecid'den daha hararetli fa'alâne kardeþlik vazifesini yaptýðýnýzdan, elbette senin merhume validen benim de validemdir. Onu da, validem yanýna mânevî kazançlarýma ve duâlarýma hissedar ediyorum. Cenâb-ý Hak sana sabr-ý cemil ihsan ve o merhumeyi de garîk-i rahmet eylesin! Âmin.

 

***

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

Sh:»(K:228)

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

(141)

 

Risale-i Nur, tarikât deðil hakikattýr. Âyât- Kur'aniyeden tereþþuh eden bir nurdur. Ne þarkýn ulûmundan ve ne de garbýn fünunundan alýnmýþ deðil. Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn bu zamana mahsus bir i'caz-ý mânevîsidir. Menfaat-ý þahsiye yoktur. Risale-i Nur'un -hiç olmazsa- Söz ve Mektublarýný tamamýyla okuyunca bir çok hakikatlar tezahür edeceðinden, bugünkü düþüncenizden, yani Risale-i Nur'u yazmakta çekinmek ve çekilmekten derhal teberri' edeceksiniz.

 

Muhterem deðerli kardeþim! Derhal yazmaya baþlayýnýz, korkmayýnýz..... Hizmet-i Kur'an, inþâallah muhafaza edecektir. Diðer Efendi'yi ziyarete gidenlere ve Risale-i Nur'u yazan o havalideki kardeþlerimize geçmiþ olsun (Hâþiye). Hâfýz-ý Hakikî inþâallah muhafaza edecektir. Ýmam-ý Ali (R.A.)ýn تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً * تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ emrine inkýyâd etmek îcab ettiðinden, Risale-i Nur'u gizli okumak, gizli yazmak, gizli neþretmek lâzýmdý. O kardeþlerimizin bu emre riayet etmemesinden ileri geldiðinden, hafif þefkat tokadý yediklerinden tekrar geçmiþ olsun.

 

Hiç merak etmesinler, hiçbir þey yapýlmaz ve yapamaz ve göremezler. Bu hâdiseden müteessir olup çekinmeyiniz. Bilakis çalýþmanýzý ziyadeleþtirin ki, tecrübe-i meydan-ý imtihanda muvaffak olunuz. Risale-i Nur'a sýk sýk iliþirler, fakat bir halt edemezler. Çünki Gavs-ý Azam (R.A)ve Ýmam-ý Ali (R.A.) gibi zâtlarýn himayeleri ve dualarý berekâtýna, Hâfýz-ý Hakikî hýfzeder. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Ruhânî inkýbaz inþâallah geçe

 

--------------------------------

 

(Hâþiye): Kardeþimiz Salâhâddin burada, Isparta'da olduðu gibi, bunlara da Risale-i Nur'u aramak için evlerini taharri edip sýkýþtýrdýklarý zaman, hýfz-ý Ýlâhî ile birþey bulamadýklarý zamanki hâdiseye iþaret ediyor.

 

Feyzi

 

Sh:»(K:229)

 

cektir. Risale-i Nur لِلَّذِينَ اَمَنُوا هُدًى وَشِفَآءٌ sýrrýna mazhardýr. Ondan istimdad et. Risale-i Nur talebeleri birbirinin ibadetinden hissedar olduklarýndan, daimî virdleri olan bu âyet-i azîme size de þifa verir. Risale-i Nur'u yazýnýz. Ýhtiyata riayet ediniz!

 

Bütün kardeþlerime selâm ve hürmetler. Risale-i Nur'a çalýþmanýzý tekrar tavsiye ederim, kardeþlerim

 

 

 

Salahaddin

 

* * *

 

(142)

 

KARA DAÐ'IN BÝR MEYVESÝ

 

Bir âyetin mana-yý iþarîsinin külliyetinden bir ferdi, Teþrin-i sâni otuzuncu gün, bin üçyüz ellisekizde , Karadað baþýna çýkýyordum. "Ýnsanlarýn, hususan Müslümanlarýn bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten baþladý, ne vakte kadar devam eder?" hatýra geldi. Birden, her müþkilimi halleden Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan, Sure-i ( وَالْعَصْرِ ) þþyi karþýma çýkardý. Dedi: "Bak!" Baktým. Her asra hitab ettiði gibi, bu asrýmýza daha ziyade bakan وَالْعَصْرِ * اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetindeki اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ (þedde ve tenvin sayýlýr) makam-ý cifrîsi bin üçyüz yirmidört (1324) edip, hürriyet inkýlabýyla baþlýyan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve Ýtalyan Harbleri ve Birinci Harb-i Umumî maðlubiyetleri ve dehþetli muahedeleri ve þeair-i Ýslâmiyenin sarsýlmalarý ve memleketin zelzeleleri ve yangýnlarý ve Ýkinci Harb-i Umumî'nin zemin yüzünde fýrtýnalarý gibi, semavî ve arzî musibetlerle hasâret-i insaniye ile اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetinin bu asra dahi bir hakikatý, maddeten ayný tarihiyle gösterip, bir lem'a-i i'cazýný gösteriyor. اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (Âhirdeki ( ت ) ,( ه ) sayýlýr,

 

Sh:»(K:230)

 

Þedde sayýlýr) ise, makam-ý cifrîsi bin üçyüz ellisekiz olan bu senenin ve gelecek senenin ayný tarihini göstermekle o hasaretlerden bâhusus manevî hasaretlerden kurtulmanýn çare-i yegânesi,

 

 

 

 

 

 

 

îman ve a'mâl-i sâliha olduðu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasâretin de sebeb-i yegânesi küfr ü küfran, þükürsüzlük; yani îmansýzlýk, fýsk u sefahet olduðunu gösterdi. Sure-i وَ الْعَصْرِ nin azametini ve kudsiyetini ve kýsalýðýyla beraber gayet geniþ ve uzun hakaikýn hazinesi olduðunu tasdik ederek, Cenâb-ý Hakk'a þükrettik.

 

Evet Âlem-i Ýslâm'ýn, bu asrýn en büyük hâsâreti olan bu dehþetli Ýkinci Harb-i Umumî'den kurtulmasýnýn sebebi: Kur'andan gelen îman ve a'mâl-i sâliha olduðu gibi; fakirlere gelen acý açlýk ve kahtýn sebebi dahi, orucun tatlý açlýðýný çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatýn sebebi de, «zekat» yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu'nun bir meydan-ý harb olmamasýnýn sebebi; اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا kelime-i kudsiyesinin hakikatýný fevkalâde bir surette yüzbin insanýn kalblerine tahkikî bir tarzda ders veren Risale-i Nur olduðunu, pek çok emareler ve þakirdlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatlarý isbat eder.

 

Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur'a sýkýntý veren veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamlarýn tokat yemeleri gibi; bu sene, bu memleketin etrafýnda umumî bir tarzda Risale-i Nur'un intiþarýna sýkýntý verip þimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatasýyla, þimdiki umumî sýkýntýnýn bir sebebi olduðunu göstermesidir.

 

Said Nursî

 

SURE-Ý VE-L'ASR'IN DAÐ MEYVESÝ NAMINDAKÝ

 

NÜKTESÝNE BÝR HAÞÝYEDÝR

 

(143)

 

Sh:»(K:231)

 

اَلصَّالِحَاتِ deki ت, âhirdeki "tâ"lar ekseriyetçe vakfa rast gelmesiyle cifirce ه sayýlabilir, اِلاَّ beraberdir. Bu noktada (1358) bu zamanýmýzý gösterir. Ve telâffuzca ه okunmadýðýndan ت kalabilir. Bu noktadan, þeddeler sayýlmazsa ve( اِلاَّ )beraber deðil, ikiyüz küsur sene zamana kadar îman ve âmel-i sâlih ile beraber bir taife-i azîme, hâsârat-ý azîmeye karþý mücahedeye devam edeceðine iþaret edip, Fâtiha'nýn âhirinde صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ bin beþyüz kýrkyedi (1547) veya bin beþyüz yetmiþyedi (1577) gösterdiði zamana; hem لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ birinci cümle, bin beþyüz makamýyla âhirzamanda bir taife-i mücahidînin son zamanlarýna; ve ikinci cümle bin beþyüzaltý makamýyla, galibane mücahedenin tarihine; ve üçüncü cümle bin beþyüz kýrkbeþ makamýyla pek az bir farkla, hem Fâtiha'nýn, hem Ve-l-Asrý Sûresi'nin iki cümlesinin gaybî iþaretlerine iþaret edip, tevafuk eder. Demek bu hadîs-i þerîfin üç cümlesinden herbirisi, bin beþyüz tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceðine dair iþaretlerine, aynen bu اَلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ þedde sayýlmazsa, bin beþyüz altmýþbir makamýyla, hem وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (þedde sayýlýr fakat بِالصَّبْرِ lâmdýr) bin beþyüz altmýþ makamýyla iþtirâk edip, o tâife-i azîmenin mücahedatlarý ne kadar devam edeceðini mânâ-yý iþârî ve cifrî ile gösterirler. Ve Fâtiha ve hadîsin irâe ettikleri tarihe, makam-ý ebcedleriyle takarrüb

 

Sh:»(K:232)

 

edip, farklý bir derece tevafuk ederler ve mânâlarýyla da tam tetabuk ederek, parlak bir lem'a-i i'caziye-i gaybiyeyi gösteriyorlar.

 

* * *

 

(144)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Eski Said çok zaman Medreset-üz Zehra'yý gaye-i hayâl ederek çalýþmýþ. Cenâb-ý Hak kemal-i merhametinden, Isparta'yý o Medreset-üz-Zehra hükmüne getirdi. Ve nahiyemiz olan küçücük Isparta'nýn mahdud akraba ve ahbab yerine, mübarek Isparta Vilâyetini verip binler kardeþi ihsan eyledi. Belki muhtemeldir ki, o küçük Isparta'nýn aslý, bu büyük Isparta'dan gitmiþ. Benim vatan-ý aslim, bu Isparta olmak caizdir. Hattâ Isparta'lý kim olursa olsun, baþkalara nisbeten benimle ve Risale-i Nur'la fazla alâkadar görüyorum. Hattâ buradaki bütün zâbitan içinde biri müstesna, en ziyade bize ve Risale-i Nur'a ciddî alâkadar, bu hâmil-i mektub Isparta'lý Hilmi Bey'i gördüm. Onu Risale-i Nur'un has þakirdleri içinde kabûl eyledik.

 

Isparta'da ve Sav'daki taarruz bir derece umumîdir. Risale-i Nur'un intiþar ettiði her tarafta bu sýralarda, þimdiye kadar bir plân dahilinde Risale-i Nur'un fütuhatýna karþý tecavüz var. Bir derece þevk ve neþ'eye zarar verdi, bir devre-i tevakkuf açtý. Þimdiki kahtlýða o tevakkuf sebebiyet veriyor. Fakat Cenâb-ý Hakk'a þükür, Isparta ve havalisi kahramanlarý çelik gibi metanet göstermeleri, sair yerlerin de kuvve-i mâneviyelerini takviye ediyorlar. Bazý ihtiyatsýz ve dikkatsizlerin yüzünden cüz'î zararlar olduðundan, ihtiyat ve dikkat her vakit lâzýmdýr. Barla'da Risale-i Nur'un muvakkat ta'tili sebebiyle yaðmursuzluk baþladýðý gibi ve Risale-i Nur'un müdahalesiyle yaðmurun Barla etrafýndaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta'nýn Risale-i Nur'a karþý iþtiyaklarýyla, Hüsrev'in dediði gibi yaðmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüz hâdiselerin delâletiyle deriz ki: Bu Anadolu'ya ayn-ý rahmet olan Risale-i Nur'a karþý, bu acib zamanda böyle umumî ve geniþ bir taarruzla ve bazý yerlerde ta'tile mecbur olmasý, bu kaht ve galayý ve bu acib ihtikârý ve bereketsizlik ve açlýðý netice

 

Sh:»(K:233)

 

verdiðine bize kanaat verdi. Þimdi yanýmdaki Emin ve Feyzi gibi sair arkadaþlarým da ayný kanaattadýrlar.

 

Umum kardaþlarýmýza selam ve dua ve dualarýný istiyoruz.

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

(145)

 

RÝSALE-Ý NUR ÞAKÝRDLERÝ TARAFINDAN SORULAN SUÂLE CEVABDIR.

 

Suâl: Geçen sene sizden sormuþtuk ki; elli gündür merak edip dünya cereyanlarýna bakmadýnýz ve sormadýnýz, o zaman bize bir cevab verdiniz. Gerçi o cevab hakikattýr ve kâfidir. Fakat Risale-i Nur'un intiþarý ve hizmeti ve âlem-i Ýslâmiyetin menfaati noktasýnda bir derece bakmanýz lâzým iken, þimdi onüç ay oluyor ayný hâl devam ediyor. Merak edip hiç sormuyorsunuz.

 

Elcevab: اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ âyetine en a'zam bir tarzda þimdiki boðuþan insanlar mazhar olmalarýndan, onlara deðil tarafdar olmak veya merakla o cereyanlarý takib etmek ve onlarýn yalan, aldatýcý propagandalarýný dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acib zulümlere bakmak da caiz deðil. Çünki zulme rýza zulümdür; tarafdar olsa, zalim olur. Meyletse وَ لاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ âyetine mazhar olur.

 

Evet hak ve hakikat ve din ve adalet hesabýna olmadýðýna ve belki inad ve asabiyet-i milliye ve menfaat-i cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan dünyada emsali vuku bulmayan gaddarâne bir zulüm hesabýna olduðuna kat'î bir delil þudur ki:

 

Bin masum çoluk-çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir-iki düþman askeri bulunmak bahanesiyle, bombalarla onlarý mahvetmek ve tabakat-ý beþer cereyanlarý içinde, burjuvalarýn en dehþetli müstebidleri ve sosyalistlerin ve bolþeviklerin en müfritleri olan anarþistlerle ittifak etmek ve binler, milyonlar

 

Sh:»(K:234)

 

mâsumlarýn kanlarýný heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idâme ve sulhu reddetmektir.

 

Ýþte böyle hiçbir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiçbir düstur-u hakikata ve hukuka muvafýk gelmeyen boðuþmalardan, elbette âlem-i Ýslâm ve Kur'an teberri eder. Yardýmcýlýklarýna tenezzül edip tezellül etmez. Çünki onlarda öyle dehþetli bir fir'avunluk bir hodgâmlýk hükmediyor; deðil Kur'an'a, Ýslâm'a yardým, belki kendine tâbi ve âlet etmekle elini uzatýr. Öyle zalimlerin kýlýnçlarýna dayanmak, hakkaniyet-i Kur'aniye elbette tenezzül etmez.

 

Ve milyonlarla mâsumlarýn kanýyla yoðrulmuþ bir kuvvet yerine, Hâlýk-ý Kâinat'ýn kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur'an'a farz ve vâcibdir. Gerçi zýndýka ve dinsizlik, o boðuþanlarýn birisine dayanýp ehl-i diyaneti ezer. O zýndýkanýn tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyanýna tarafdar olmak bir çaredir. Fakat þimdiye kadar o tarafdarlýk, bir menfaat vermeyerek çok zararlarý dokunmuþ.

 

Hem zýndýka, nifak hâsiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip, sana düþman eder. Senin tarafdarlýk cihetiyle kazandýðýn günahlar, faidesiz boynunda kalýr. Risale-i Nur þakirdlerinin vazifeleri îman olduðundan, hayat mes'eleleri onlarý çok alâkadar etmez ve merakla baktýrmaz. Ýþte bu hakikata binaen, deðil onüç ay, belki onüç sene (Hâþiye) dahi bakmasam hakkým var. Sizler baktýnýz: Günahlardan baþka ne kazandýnýz? Ben bakmadým, ne kaybettim?

 

Ýkinci Suâl: Ýþârât-ý Kur'aniye Risalesi'nde, Fâtiha'nýn âhirinde sýrât-ý müstakîm ashabý ki, َالَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyetiyle târif edilen taife içinde, hem لاَ تَزَالُ طَآئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ilâ âhir... hadîsinin âhirzamanda gösterdikleri mücâhidler içinde ve

 

_____________________

 

(Hâþiye): Hem tam yedi senedir ayný hal devam etti. Ne merak etti ve ne de sordu ve ne de bildi.

 

Sh:»(K:235)

 

hem Ve-l'Asrý Suresi'nin اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا dan baþlayan üç cümlenin mânâ-yý iþârîsinde hususî bir surette bir ferdi, Risale-i Nur'un has þâkirdleri olduðuna sebeb nedir ve vech-i tahsisi nedir?

 

Elcevab: Sebebi ise; Risale-i Nur, yüze yakýn din týlsýmlarýný ve hakaik-i Kur'aniyenin muammalarýný hall ve keþfetmiþtir ki; her bir týlsýmýn bilinmemesinden çok insanlar þübehata ve þükûke düþüp, tereddüdlerden kurtulamayýp, bazan îmanýný kaybederdi. Þimdi bütün dinsizler toplansalar, o týlsýmlarýn keþfinden sonra galebe edemezler. Yirmisekizinci Mektub'daki Ýnâyât-ý Seb'ada bir kýsmýna iþaret edilmiþ. Ýnþâallah bir zaman o týlsýmlar, müstakil bir risalede cem' edilecek.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(146)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Kahraman Tâhirî ve Hâfýz Mustafa'nýn yaptýklarý hizmet çok güzeldir. Onlarýn tedbirleri isabetlidir, haktýr. Nur fabrikasýnýn divanýnda verdiðiniz kararlar, ne olursa kabûlümüzdür. Ýþârât-ý Kur'aniye tevabi'leriyle beraber çok güzel. Yalnýz Seyyid Þefik'e giden mektub, þahsýna ait kýsmý girmeyecekti. Lâhika'dan aldýðýnýz parçalar da çok güzel. Büyük Ali sisteminde, küçük ve ikinci Ali'nin manidar fýkrasý iyidir, fakat muhtasardýr. En evvel gençlere ait üç-dört dersin ki, Hâfýz Mustafa'ya vermiþtik el makinasýyla, mümkünse eski hurufla, deðilse yeni hurufla (Hâþiye) Nur fabrikasýnýn divanýndaki heyet münasib görse

 

_______________________

 

(Hâþiye): Risale-i Nur'un bir vazifesi; huruf-u Kur'aniye'yi muhafaza olduðundan, yeni hurufa zaruret derecesinde inþâallah müsaade olur.

 

 

 

Sh:»(K:236)

 

ve hal müsaade etse, yazýlsýn. Bize de bazý nüshalar gönderilsin. Mübareklerin Ýþârât-ül Ý'caz'larýna bedel bir nüshamý posta ile gönderdik. Cuma gününe rast gelen bu bayram, çok kýymetdar olan hacc-ül-ekber olduðundan, hacca bu sene gidenler çok kazanmýþlar. Cenâb-ý Hak bizi de onlarýn hayýrlý dualarýna hissedar eylesin, âmin. Tekrar be-tekrar o bayramýnýzý ve umum Risale-i Nur þakirdlerinin bayramlarýný ve Nur ve Gül fabrikalarýnýn heyetlerini ve medrese-i nuriye þakirdlerinin ve üstadlarýnýn ve Barla sýddýklarýnýn ve masumlarýnýn ve ümmi ihtiyarlarýn, ricalen ve nisaen umumunun birer birer bayramlarýný tebrik ediyoruz.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ مَاكَتَبْتُمْ وَطَبَعْتُمْ

 

(147)

 

Azîz, Sýddýk, Muktedir, Müteyakkýz Kardeþlerim!

 

Sizin mübarek leyali-i aþerenizi ve Kurban Bayramýnýzý tebrik ederiz. Nur fabrikasý sahibi Hâfýz Ali'nin haþr-i cismanî hakkýndaki hatýrýna gelen mes'ele ehemmiyetlidir ve mektubun âhirindeki temsili gayet güzel ve manidardýr. O hâtýra ile Dokuzuncu Þua'ýn Mukaddeme-i Haþriye'den sonraki dokuz bürhan-ý haþriyeyi istiyor diye anladým. Fakat maatteessüf bir-iki senedir te'lif vazifesi tevakkuf etmiþ. Resail-in Nur'un mesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla deðil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtârât ile oluyor. Bu dokuz berahine þimdi ihtiyac-ý hakikî kalmamýþ ki, te'life sevkolunmuyoruz.

 

Evet erkân-ý îmaniye içinde "Îman-ý Billah" ve "Îman-ý Bilyevm-il âhir" Âlem-i Ýslâmiyet'in iki kutbu ve iki güneþidir.

 

Birincisi; Risale-i Nur, tamamýyla bürhanlarýný izah etmiþ.

 

Ýkinci kutub ise; kýsmen müstakil olarak Onuncu Söz,

 

Sh:»(K:237)

 

Yirmi Dokuzuncu Söz, Yirmi Sekizinci Söz, hususan cismanî lezzetlerin isbatýnda ve Mukaddeme-i Haþriye gibi risalelerde gayet kuvvetli haþr-i cismanîyi isbat etmiþ, muannidleri de susturmuþ. Ve îman-ý billâh gibi, bu dünyadaki mevcudat zâhir bir surette onu göstermediðinden kýsm-ý ekserîsi ise, sair erkân-ý îmaniye içinde haþri kuvvetli bir surette isbat eder. Ezcümle: Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn hakkaniyetini isbat eden bütün hüccetleri, ikinci derecede haþr-i cismânîyi, binler âyât-ý Kur'aniyenin tasvir ve izahatlarýyla isbat ediyor. Acaba, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn mu'cizâne Cennet'in lezâiz-i cismaniyesinden bahisleri ve izahlarý derecesinden daha baþka bir izaha lüzum kalýr mý?

 

Hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn hakkaniyetini isbat eden bütün mu'cizeleri ve hüccetleri ikinci derecede haþr-i cismanîyi ve Cennet ve Cehennem'in lezâiz ve âlâm-ý cismânîsini hârika belâgatýyla tasvir ve izah ediyor. Ve o izahtan sonra, daha izaha ihtiyaç kalýr mý?

 

Hem Cenâb-ý Hakk'ýn vücub-u vücudunu ve rahîmiyet ve hakîmiyetini ve ilim ve kudretini ve hafîziyetini ve sýfât-ý kudsiyesini isbat eden bütün bürhanlar, hüccetler, bir cihette haþri isbat ettiði gibi; rububiyetin muktezasý olan irsal-i Rusül ve inzal-i Kütüb cihetiyle, hem Risalet-i Muhammediye'yi (A.S.M.) istilzam; hem Kur'an, O'nun konuþmasý ve kelâmý olmadýðýný ve kelâmullâh olduðunu isbat etmekle, haþr-i cismanîyi tafsilâtýyla bu iki noktadan yine isbat ediyor.

 

Elhasýl: Risale-i Nur'da îman-ý billâh ve îman-ý bilyevm-il âhir olan iki kutb-u îmanî, tam birbirine müsavi gelecek bir derecede isbat edilmiþ. Yalnýz bu kadar var ki, haþr-i cismanî kýsmen sarîhan ve kýsmen zýmnî ve tebaî isbat edilmiþ. Çünki bu âlem-i þehadet, Sâniini gayet sârih ve zâhir gösteriyor; ve haþri zýmnî ve perdeli haber verir. Ýnþâallah bir zaman, Risale-i Nur'un þâkirdlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamý ve berahini te'lif edecek ve Mukaddeme-i Haþriye'nin baþýndaki âyât-ý a'zamýn dokuz fýkrasýnýn hazinelerini, Risale-i Nur'da münteþir haþr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açýp; Do-

 

Sh:»(K:238)

 

kuzuncu Þua'ý, Onuncu Söz'den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.

 

Bütün kardeþlerimize birer birer selâm ve bayramlarýnýzý tebrik ediyoruz.

 

Said Nursî

 

* * *

 

(148)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sýrrýyla; çok tecrübelerin neticesinde, çok def'a zâhirî muvaffakýyetsizlik, hakkýmýzda birer inâyet perdesi olduðuna bir emaresi, belki bir delili de; bu sene biz, her tarafta bir nevi taarruz, o taarruzdan bir nevi cüz'î tevakkuf, hem matbaalarýn kapýlarý þimdilik Risale-i Nur'a -hattâ yeni hurufla dahi- kapanmasý hayýrdýr. Birkaç cihette inayettir ve himayettir.

 

Evvelâ: Bu sene -perde altýnda- insanlar, eþedd-i zulüm ile rýzýk hakkýnda bir dehþetli ameliyat; ve kader-i Ýlâhî hakîmane bir adaletle, çoktan beri teraküm eden zekâtlarý ve cizyeleri almak ve hadden çok ziyade tecavüz eden hýrsý ve ihtikârý tokatlamak için, umumî bir ameliyat-ý cerrahiye hengâmýnda, elbette yalnýz îmana ve âhirete hasr-ý nazar eden ve vazife noktasýnda hayat-ý içtimaiyeye çok bakmayan ve ihlâs-ý tâmmý kazanmak için hiçbir maksada âlet ve hiçbir dünyevî cereyana tâbi olmýyan Risale-i Nur'un parlak ve kuvvetli hizmeti, tesettür perdesi altýndan çýkýp âþikâr bir tarzda olsaydý, her halde birinci ameliyat-ý insaniye ona iliþecekti. Ve ikinci ameliyat-ý kaderiye rýzýk ve mide üzerine olmasý cihetiyle; ya insanlarýn nazarlarýný o hizmetten çevirecekti, mideleriyle meþgul edecekti veyahut o hizmetin ihlâsýný bir derece kýrýp, maiþet derdinin bir hissesi onda bulunacaktý.

 

Sâniyen: Yazýlmasýna þimdilik lüzum yok.

 

Sâlisen: Ýzharýna bu zamanda izin yok... Fakat mâdem þakirdlerin gayret ve þevk ve himmetleri þimdiye kadar matbaalara ihtiyaç býrakmamýþlar. Ýnþâallah o kudsî hizmete devam

 

Sh:»(K:239)

 

edip, o elmas kalemler ile neþr-i envar edecekler. Mâdem bütün bütün mesleðimize muhalif olan yeni hurufu, bir-iki risale için kabûl ettiðimiz halde matbaacýlar çekindiler, o hayr-ý azîmi kaybettiler. Siz o iki risaleyi bizim hesabýmýza, kahraman kardeþlerimizden yirmi-otuz zâtâ tevzi' ederek, yirmi-otuz nüshayý eski hurufla yazdýrýnýz. Yazan kalem sahiblerine dâimî hasenat kazandýran o pek büyük hayrý, siz kazanýnýz. Eðer yeni hurufla, el makinasýyla o iki risaleden yazýlmýþ nüshalar varsa, bize bazý nüshalar gönderiniz.

 

* * *

 

(149)

 

Ýþarat-ý Kur'aniye ve üç Keramet-i Aleviye ve Keramet-i Gavsiye Hakkýndaki Sikke-i Gaybiye Risalesi'ne bir tenbih ve ihtardýr.

 

Bu gayet mahrem risaleler, nasýlsa muannid bir nâmahremin eline bu risalelerden birisi geçmiþ. Gayet sathî ve inad nazarýyla bir-iki yerine haksýz bir itiraz ile ehemmiyetli bir hâdiseye sebebiyet verdiðinden; bu mecmua, Risale-i Nur'un has talebelerine belki ehass-ý havassa mahsus olduðu halde ve benim vefatýmdan sonra intiþarýna müsaade olmasýyla beraber; þimdi mezkûr hâdisenin sebebiyle herkese deðil, belki ehl-i insaf ve Risale-i Nur'la alâkadar ve talebelerinden bulunanlara, haslardan birkaç þakirdin tensibiyle gösterilebilir fikriyle yazdýk.

 

Ýkinci Nokta: Bu risale (Sikke-i Gaybiye) baþtan aþaðýya kadar bir tek neticeye bakar. Bine yakýn emarelerle, Risale-i Nur'un makbuliyetine bir imza basýldýðýný isbat ediyor. Böyle bir tek dâvaya bu derece kesretli ve ayrý ayrý cihetlerde binler emareler ve îmalar onu göstermesi ilmelyakîn deðil, belki aynelyakîn, belki hakkalyakîn derecesinde o dâvayý isbat eder.

 

Üçüncü Nokta: Bu risaleyi mütalâa eden zatlar, inceden inceye, hususan cifrî hesabatýna meþgul olmaða lüzum yok. Hem bir kýsmý anlaþýlmasa da zararý yok. Hem umumunu okumak da lâzým deðil. Hem Keramet-i Gavsiye'nin âhirinde, ikiyüz yirmidördüncü sahifede, Þamlý Hâfýz Tevfik'in fýkrasýndan

 

Sh:»(K:240)

 

baþlayýp âhire kadar mütalâadan sonra ve baþtaki mukaddemeyi de okuduktan sonra istediði parçayý okusun.

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(150)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Hem Kâtib Osman'ýn hem mübareklerden Ýbrahim'in, hem Nur fabrika sahibinin, hem Hulusi-i Sâni'nin mektublarý bir-iki günde geldiler. Merak ile mahzun kalbimizi müferrah eylediler. Kâtib Osman'ýn mektubunda, hususî selâmlarýný gönderdiði zatlarýn, hususan kahraman Rüþdü, Zühdü Bedevi ve Nuri kardeþlerimize hassaten ve umuma selâm ve selâmetlerine dua. Ve Hüsrev'in yakýnda gelmesinin tebþiri, onun hakkýndaki merakýmýzý izale etti. Mâþâallah Kâtib Osman da, Hüsrev gibi mûcib-i merak noktalarý yazýyor. Onun mektubunu getiren Halýcý Ýbrahim demiþ ki: "Sýddýk Süleyman Rüþdü buraya gelmek ihtimali var." O kahraman kardeþim yakînen bilsin ki ben, ondan ziyade ona müþtakým. Fakat o her gün, has dairesinin birinci safýnda mânen yanýmýzda bulunuyor, mânevî kazançlarýmýza da hissedar oluyor. Bizim mesleðimizde sohbet-i suriye ehemmiyeti azdýr.

 

Hem bu dehþetli ameliyat-ý dâhiliye hengâmýnda ve yol masrafý çok ziyade olduðundan, gelmek münasib olmuyor. Ve vehham ehl-i dünya, burada ziyade bize dikkat ediyorlar. Hattâ bu bayramda kapýmý ziyaretçilere kapadýk.

 

Hâfýz Ali'nin mektubunda Rüþdü'nün bir teþebbüsü var ki; gençlere ait dört-beþ parça ders ki, Hâfýz Mustafa'ya vermiþtim ki tab' etsin. Cenâb-ý Hakk'a þükür, sizin kesretli kalemleriniz matbaaya ihtiyaç býrakmýyor. Eðer kolayca, ucuzca mümkün olsa, eski veya yeni hurufla yaparsýnýz.

 

Hâfýz Ali'nin mektubunda, Risale-i Nur'a karþý kemal-i

 

Sh:»(K:241)

 

mahviyetle kemal-i ihlâsý ve irtibatý, onun eskiden beri takdir ettiðim bir hasiyet-i mümtazesini göstermekle beraber, benim gibi bir bîçareyi de þefaatçi yapýp, ben de onun kemal-i samimiyetini þefaatçi yapýp, duasýna âmin derim.

 

Mübarek köyünden, mübarekler cemaatinden, mübarek Ýbrahim'in bereketli mektubunu okudum. Beni memnun eden çok sözler var içinde. Ve bilhassa benim baþýma yaðan yaðmurdan rü'yada içmesi ve biraderzadesi Osman'ýn ileride Risale-i Nur'a talebe olmasý, kendini okutmasý bizi mesrûr eyledi. Cenâb-ý Hak öyle mübarekleri o köyde çoðaltsýn.

 

 

 

Umum kardeþlerimize birer birer selam.

 

(151)

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Bu mektub bir derece mahremdir. (Ýngiliz siyasetine taraftar olanlaragösterilmesin.) Büyük Hâfýz Ali'nin hususî medresesinde bir hemþiremizin intak-ý bilhak nevinden «galib cereyanýn ileri gitmemesinin bir sebebini, Risale-i Nurþakirdlerinin siyasete bakmamalarý ve çarpýþmadan gelen zülumlere hissedarolmamak için merakla harekâtlarýný Ýslâmiyet menfaati noktasýnda dualarýile takip etmedikleridir.» demesi, hem Hâfýz Ali'nin Hüsrev'le görüþmesi veÜstadýmýz bizi siyasetten men'ediyor, zarardýr demesine mukabil, bir kardeþimizneyle sabittir diye istifsarý ve onüç aydan beri harbin vaziyetini nazaraalmadýðýmýn sebebini soran buradaki kardeþlerime verdiðim cevaba HâfýzAli'nin istihsaný münasebetiyle, kaidemize muhalif olarak bir-iki dakika siyasete bakýpbir-iki kelime beyan ediyorum.

 

Evvelâ : Buradaki bir kýsým Risale-i Nur þakirdleri Âlem-i Ýslâm'daçok müstemlekâtý bulunan bir devlet (Ý.N.G.L.Z), bu Anadolu haricindekimüslümanlara yalnýz kendi menfaati için bir derece dinlerine iliþmiyor veyailiþemiyor, diye o devletin hariç Ýslâm'lara tatbik ettiði (siyasete bütün bütünmuhalif bir siyaseti takib ettiði) bu memlekette faaliyette bulunan propagandasýnakapýlýp o cereyana taraftarlýkla Risale-i Nur'un safvet ve

 

 

 

Sh:»(K: 242)

 

hâlisiyetine zarar verdiðinden o siyasî þakirdlere dedim:

 

O devlet ( Ý.N.G.L.Z.) bu memleketteki hükümete, müstemlekâttakimüslümanlara ýsýnmamak ve iltihak etmemek için, eskiden beri bu vatandadinsizliði tervic etmiþ, þimdiki ilhad dahi onun ifsad komitesinin eseridir.

 

Hatta o yüzde beþ-on dinsizin hatýrýný saydý, mesleklerini (rejimlerini)resmen takdir ederek, yüzer milyon Ýslâm'ýn hatýrlarýný kýrdý. Ve maðlubolduðu halde, inat ve menfaati için sulhu reddetti. Küre-i Arz'a ateþ verdi. Ve buâlem-i insaniyetin her tarafýnda sönmez yangýný oldu.

 

Ýþte madem siz bu vatanýn evlâdýsýnýz, burada onun propagandasýnakapýlmayýnýz. Ve siyasete karýþmayýnýz. Eðer hariçte olsanýz oradakimüsaadekâr siyasetine tarafdarlýk gösterseniz, eðer lüzum olursa ve Risale-i Nurdahi müsaade etse belki zarar olmak. Yoksa zarar ve hatar ve hatadýr.

 

Amma öteki galib cereyan ise, ne vakit Kur'an ve Risale-i Nur'a ve bize veÝslâm'lara yardým etse ve Kur'an'ýn hakikatýna hizmete bilfiil teþebbüs eylese,siz de o vakit Kur'an ve Risale-i Nur hesabýna onun harekâtýný merakla ve dua ilebakabilirsiniz. Yoksa þimdiden tarafgirane bakmak ile tahribatýndaki zulümlere hissedarolmak ihtimali var. Ve hariç Âlem-i Ýslâm'ýn mânevî cereyanlarýný muhalifolur.

 

SaidNursî

 

 

 

* * *

 

 

 

(152)

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Risale-i Nur'un hakkaniyetine ve ehemmiyetine dair bir imza-yý gaybî hükmünde olan yazdýðýnýz Mecmua-i Ýþârât'a, Lâhika'dan intihab ettiðinizden iki misli daha ilâve etik. Eðer siz de kendinize öyle bir mecmua yazmýþsanýz, ilâve ettiðimiz mikdarý size de göndereceðiz. Bu mecmuanýn gösterdiði kýymet Risale-i Nur'da bulunduðunu, bu zamanýn dehþetli fýrtýnalarý isbat ediyor.

 

Evet kardeþlerim, Hazret-i Ýsa Aleyhisselâm Ýncil-i Þerifte

 

Sh:»(K:243)

 

demiþ ki: "Ben gidiyorum... tâ size tesellici gelsin." -Yâni Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm gelsin,- demesiyle Kur'an'ýn beþere gayet büyük bir neticesi, bir gayesi, bir hediyesi; tesellisidir.

 

Evet bu dehþetli kâinatýn fýrtýnalarý ve zevâl ve tahribatlarý içinde ve bu boþluk nihayetsiz fezada herþey ile alâkadar olan insan için hakikî teselliyi ve istinad ve istimdad noktalarýný yalnýz Kur'an veriyor. En ziyade o teselliye muhtaç bu zamandýr. Bu asýrda en ziyade kuvvetli bir surette o teselliyi isbat eden, gösteren Risale-i Nur'dur. Çünki zulümat ve evhamýn menbaý olan tabiatý, o delmiþ geçmiþ, hakikat nuruna girmiþ. Onaltýncý Söz gibi ekser parçalarýnda, hakaik-i îmaniyenin yüzer týlsýmlarýný keþf ve izah edip, aklý inkârdan ve tereddüdlerden kurtarmýþ. Ýþte bu hakikat içindir ki; bu çok usandýrýcý ve dehþetli zamanda, usandýrmayacak bir tarzda, çok tekrar ile beraber, aklý baþýnda olanlarý Risale-i Nur'la meþgul ediyor. Re'fet Bey'in mektubunda dediði gibi, "Risale-i Nur'un en bâriz hâsiyeti, usandýrmamak. Yüz def'a okunsa, yüzbirinci def'a yine zevkle okunabilir." Pek doðru demiþ. Risale-i Nur'un tercümaný, hakikî vazifesinin haricinde dünyadaki istikbaliyata arasýra bakmasý, bir derece zâhirî bir müþevveþiyet verir. Meselâ: Bundan otuz-kýrk sene evvel diyordu: "Bir nur gelecek, bir nuranî âlemi göreceðiz" deyip; o mânâyý, geniþ bir dairede ve siyasette tasavvur edilmiþ.

 

Hem bundan ondört, onbeþ sene evvel, "Dinsizliði çevirenler müdhiþ semavî tokatlar yiyecekler" diye; büyük, geniþ, küre-i arz dairesindeki bu dehþetli hâdiseyi, dar bir memlekette ve mahdud insanlarda tasavvur etmiþ. Halbuki istikbal, o iki ihbar-ý gaybiyeyi tasavvurunun pek fevkinde tefsir ve tâbir eyledi.

 

Evet Eski Said'in "Bir nur âlemi göreceðiz" demesi, Risale-i Nur dairesinin mânâsýný hissetmiþ; geniþ bir dâîre-i siyasiye tasavvur ettiði gibi, Sýrr-ý اِنَّآاَعْطَيْنَا nýn remziyle, onüç ondört sene sonra, "Dinsizliði, zýndýklýðý neþredenler, pek müdhiþ tokatlar yiyecekler." deyip; o hakikatý dar bir dairede tasavvur

 

Sh:»(K:244)

 

etmiþ. Ýstikbâl, o iki hakikatý tam tâbir ve tefsir etti.

 

Evet baþta Isparta Vilayeti olarak Risale-i Nur dairesi, birinci hakikatý pek parlak ve güzel bir surette gösterdiði gibi; ikinci hakikatý da, medeniyet-i sefihenin tuðyanýný ve maddiyyunluk (Hâþiye) tâununun aþýlamasýný çeviren ve idare eden ervah-ý habîsenin baþlarýna gelen bu dehþetli semavî tokatlar, geniþ bir dairede, o sýrr-ý اِنَّآاَعْطَيْنَا nýn hakikatýný, tam tamýna isbat etmiþ.

 

Risale-i Nur kat'î bürhanlara istinaden hükümleri; sair hakaikte ayný aynýna, te'vilsiz, tabirsiz hakikat çýkmasý ve yalnýz iþârât-ý tevafukiye ve sünuhat-ý kalbiyeye itimaden beyanatý, böyle dünyevî olan mesâil-i istikbaliyede neden bazan tabir ve te'vile muhtaç oluyor? diye hatýrýma geldi.

 

Böyle bir cevab ihtar edildi ki: «Gaybî istikbal-i dünyevîde ve dünya iþlerinde baþa gelen hâdisâtý bildirmemekte; Cenâb-ý Erhamürrâhimîn'in çok büyük bir rahmeti saklandýðýný ve gaybý gizlemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduðu cihetle, gaybî þeyleri haber vermekten yasak edip, yalnýz mübhem ve mücmel bir surette, ya ilham veya ihtar ile bir emareyi vesile ederek, keþfiyatta ve rü'ya-yý sâdýkada bir kýsým gaybî hakikatlarý ihsas eder. O hakikatlarýn hususî suretleri vuku'undan sonra bilinir.»

 

Kardeþlerim! Bu def'a Hilmi Bey ile gelen Re'fet ve Rüþdü'nün mektublarý bizi çok sevindirdi. Zâten Hüsrev, Re'fet, Rüþdü Risale-i Nur'a intisabda eskiden beri beraber bulunmalarýndan, ben birisini tahattur etsem, üçü birden hâtýra geliyor. Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür ki, bu dehþetli fýrtýnalar onlarý ve sizleri sarsmadý. Mâþâallah, Re'fet þimdi de eski sadâkatýný ve tam alâkasýný tamamýyla muhafaza ettiðini anladýk. Bir-iki senedir ondan hiçbir mektub ve hizmet-i Kur'aniyedeki vaziyetinden bir haber alamamýþtým, merak ederdim. Bu defa mektubunda, "Ne vakit bir araya gelsek, Sözler'den birini açýp okuyoruz... tatlý tatlý istifade edip, üstadýmýzla görüþüyoruz." demesi, bizi sürur ile þükre sevketti. Sadakatta nâmdar Rüþdü'nün mektubunda merak ettiðim noktalarý beyan etmesi ve hiz-

 

_________________________

 

(Hâþiye): Evet maddiyyunluk tâununun hastalýðý nev'-i beþere bu dehþetli sýtmayý ve küre-i arza bu titremeyi vermiþtir.

 

Sh:»(K:245)

 

met-i Nuriye tevakkuf etmemesi ve sizlere sýkýntý olmamasý, bizi çok mesrur eyledi.

 

Lâtif bir tevafuk: Ahmed Nazif'in bu def'a çok meþgaleler içinde yazdýðý, yalnýz Ondokuzuncu Mektub'da [Mu'cizat-ý Ahmediye (A.S.M.)] tevafukatýn mecmuu, dokuzbin sekizyüz otuzüç adede bâlið olduðunu gördük. O mektubdaki Mu'cizat-ý Ahmediye'nin (A.S.M.) bir kerametidir diye hükmettik.

 

* * *

 

(153)

 

Risale-i Nur Þakirdlerinden Emin ve Feyzi'nin bir

 

fýkrasýdýr.

 

Hem Risale-i Nur'un kasabalara ve cemaatlere berekete medar olmasý.. ve ona zarar edenlere tokat gelmesi gibi; þahýslara da, pek zâhir bir surette hem bereket ve hüsn-ü maiþet (ona çalýþanlara); ve gaybî tokatlar, onun aleyhinde çalýþanlara gelmesi.. bu havalide çok hâdiseleri var. Biz kendi nefsimizde; çalýþtýðýmýz zaman pek zâhir bir surette bir hüsn-ü maiþet, bir inayet gördüðümüz gibi, Risale-i Nur veya þakirdleri aleyhinde çalýþanlara þiddetli tokatlar geldiðini görüyoruz. Ezcümle:

 

Risale-i Nur'un erkânýndan birisi, kat'î bir surette haber veriyor ki: Üç-dört adam, dünya servetinin hatýrý için toplanýp, münafýkane tedbir kurduklarý hengâmda; üç gün sonra o üç-dört adamýn haneleri ve birinin dükkâný yanýp, herbiri binler lira zayiatla tokat yediler.

 

Hem bir dessas casus adam, Risale-i Nur þakirdleri aleyhinde çalýþýyordu ki, onlarý hapse attýrsýn. Bir gün -serbest olarak- "Ben bir ipucu bulamadým ki, bunlarý hapse soksam. Eðer bir ipucu bulsam, onlarý hapse sokacaðým." diye ilân ettiði vakitten iki gün sonra bir iþ yapýp, Risale-i Nur þakirdleri yerinde, o adam iki sene hapse girdi.

 

Hem bedbaht, muannid bir adam, Risale-i Nur aleyhinde hem þakirdlerinin bir rüknü aleyhinde mütecavizane bulunduðu hengâmda, bir-iki gün sonra meyhaneye gidip içe içe çatlamýþ, orada ölmüþ. Bu neviden çok hâdiseler var. Demek

 

Sh:»(K:246)

 

Risale-i Nur dostlara tiryâk olduðu gibi, düþmanlara da sâika oluyor.

 

* * *

 

(154)

 

Risale-i Nur Þakirdlerinden Hâfýz Tevfik, Mehmed Feyzi, Emin, Hilmi, Kâmil'in fýkralarýdýr.

 

Gavs-ý Âzam'ýn üstadýmýz hakkýnda

 

فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ fýkrasýyla, inâyet ve teshile mazhar olduðuna; ve tevâfuk, Risale-i Nur'un kerametinin bir mâdeni bulunduðuna pek çok emarelerden, bu bir-iki gün zarfýnda, küçük ve lâtif, fakat kat'î kanaat veren cüz'î hâdiseler tevafukunda gözümüzle gördüðümüz inâyet-i Rabbaniyenin nümunelerinden beþ-altýsýný beyan ediyoruz ki, onlar bu iki gün zarfýnda beraber vuku bulmuþ:

 

Birincisi: Dün Üstadýmýza, Risale-i Nur'a ait üç hizmet lâzým geldi. Kimse de yok. Biz de uzaktayýz. Merdivenden inip, bir çocuðu bulup, bizlere göndermek niyetiyle kapýyý açtý. Risale-i Nur'un o hizmetini görecek fevkalâde bir tarzda, dakikasýyla üç þakirdi kapýya geldiler.

 

Ýkincisi: Ýki seneden ziyade Risale-i Nur'un mühim parçalarý, Risale-i Nur'un berekâtýyla hanesi yangýndan kurtulan Hâfýz Ahmed kendine yazdýrýp, baþka bir kaza ve nahiyede bulunan bir-iki zat onlarý istinsah için aldýlar. Ýki seneden beri ellerinden kaçýrýp, mahcubiyetlerinden haber vermedikleri için hem biz, hem Hâfýz Ahmed merak, hem hiddet ediyorduk. O kitablar bugün geldiði ayný vakit, dün ayný saatte; üstadýmýza, beþ seneden beri her birkaç gün zarfýnda kolaylýk için bir parça yemek piþirmek ile hatýrýný soruyordu. Ýki seneden beri o âdeti terketmiþti. Hem komþuluktan da baþka yere nakletmesiyle, iki senedir o âdet terkedilmiþ iken, yine dün ayný saatte, iki sene evvelki ayný âdetiyle, o zâtýn hanesinden aynen eskisi gibi küçücük bir hatýr sormak nev'inde oðlu getirdi. Üstadýmýz dedi: "Ýki sene evvelki âdete lüzum kalmamýþ, siz de komþuluktan gitmiþsi-

 

Sh:»(K:247)

 

niz." dedi. Bugün ayný vakitte, o Hâfýz Ahmed'in yazdýrdýðý kaybolan kitablar, mükemmel bir surette istinsah ile beraber geldi. Bizde þübhe kalmadý ki, bu lâtif tevafuk da, Risale-i Nur hakkýndaki inayetin bir cilvesidir.

 

Üçüncüsü: Üstadýmýz, -ayný- yine bugün Emin'e dedi: «Üç-dört aydýr her hafta karyesinden buraya gelen hane sahibesi gelmedi, kirasýný dört aydýr almadý. Herhalde cevab gönderin gelsin, alsýn." dediði ayný dakikada, dört aydan beri yanýna gelmeyen o hane sahibesi kapýya vurdu, geldi. Beþ aylýk kirasýný aldý. Üstadýmýz, bu hâdise-i inâyetten memnuniyeti için, uzak bir nahiyeden gelen, yuvarlak, hiç görmediðimiz ve burada bulunmayan bir küçük ekmeði o hane sahibesine verdi. Ayný vakitte yirmi dakika zarfýnda, burada bulunmayan ayný ekmekten, iki sene Risale-i Nur'un iki kitabýný alýp mütalaasýnýn mânevî ücretinden binde bir ücret olarak geldi. Ve bir parçacýk aþure çorbasýný dahi yine o ev sahibesine verdi. Aynen o aþurenin on misli kadar, lâtif üç ekmek, yine iki sene iki kitabýn okunmasýna binde bir ücreti diye geldi. Gözümüzle gördük.

 

Hem yine üstadýmýz, bugün o hane sahibesine, yedi senedir adýný bilmediði için "Ýsmin nedir?" diye sormuþ. O da demiþ: Hayriye'dir. Hayriye isminde olmak tevafukuyla, iki saat sonra, Hayri namýnda Risale-i Nur'un bir þakirdi, haberimiz yokken Ýstanbul'a gitmiþ. Hem ticaret münasebetiyle iki mühim þakirdler dahi gidip geç kaldýlar. Maddî, manevî fýrtýnalar münasebetiyle üstadýmýz onlarý, hem oradaki mühim bir þakirdi çok merak ediyordu. Bugün o Hayri, iki saat Hayriye'den sonra geldi; o üç þakird hakkýndaki meraký izale ettikten sonra, dört aydan beri devam eden tefarik namýnda üstadýmýzýn bir kokusu bugün bitmiþti. Hayri'nin elinde bir küçük þiþe... Dedi: "Size tefarik getirdim." Biz de bu küçük, latif tefarikteki tevafuka Bârekallah dedik.

 

Bu iki gün zarfýnda bu küçücük nümuneler gibi, üstadýmýz Mu'cizat-ý Ahmediye'nin tashihatýyla meþgul olduðu için, bunlardan baþka çok nümuneleri görmüþ. Madem iki günde böyle inayetin cilvelerini görüyoruz. Risale-i Nur dairesi içinde dikkat edilse herkes -kendi nefsinde- hizmeti derecesinde böyle nümuneleri görebilir.

 

Sh:»(K:248)

 

Risale-i Nur Þâkirdlerinden

 

 

 

Gözümüzle gördük.

 

 

 

Hâfýz Tevfik Mehmed Feyzi Emin Hilmi Kâmil Hayri

 

Evet Evet Evet Evet Evet Evet

 

Evet. Ben de tasdik ediyorum.

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

(155)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu þiddetli kýþta ve manevî, dehþetli ayrý tarz bir kýþta ve nev-i beþer içtimaî hayatýnda müdhiþ, kanlý diðer tarz bir kýþta çýrpýnan bîçarelere, rikkat-i cinsiye ve þefkat-i nev'iye cihetinden gayet derecede bir hüzün ve elem hissettim.

 

Çok yerlerde beyan ettiðim gibi, yine Erhamürrâhimîn ve Ahkemülhâkimîn olan onlarýn Hâlýk-ý Kerîm ve Rahîm'in hikmet ve rahmeti, benim kalbimin imdadýna yetiþti. Mânen denildi ki: "Senin bu þiddetli teessürün, o Hakîm ve Rahîm'in hikmetini, rahmetini bir nevi tenkid hükmüne geçer. Rahmet-i Ýlâhiyeden ileri þefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniyeden daha mükemmel hikmet, dâire-i imkânda olamaz. Âsiler cezalarýný; mâsumlar, mazlumlar zahmetlerinden on derece ziyade mükâfatlarýný alacaklarýný düþün! Senin dâire-i iktidarýn haricinde olan hâdisata, Onun merhamet ve hikmet ve adaleti ve rububiyeti noktasýnda bakmalýsýn!" Ben de o lüzumsuz, þiddetli elem-i þefkatten kurtuldum.

 

Otuz sene evvel aþairlerde gezerken böyle sual ettiler: «Acaba þu zaman ve dehrin þikâyetindeki, hattâ büyük zâtlar ve evliyalar dahi felekten ve zamandan þikâyet ediyorlar. Ondan, Sâni'-i Zülcelâl'in san'at-ý bediine itiraz çýkmaz mý?»

 

Cevab: Hayýr ve asla!.. Belki manasý þudur: Güya þikâyetçi der ki: «Ýstediðim emir ve arzu ettiðim þey ve teþehhi ettiðim hal; hikmet-i ezeliyenin düsturiyle tanzim olunan âlemin mahiyeti müstaid deðil ve inayet-i ezeliyenin pergariyle nakþolunan feleðin kanunu müsaid deðil ve meþiet-i ezeliyenin

 

Sh:»(K:249)

 

matbaasýnda tab'olunan zamanýn tabiatý muvafýk deðil ve mesâlih-i umumiyeyi te'sis eden hikmet-i Ýlahiye razý deðildir ki; þu âlem-i imkân, Feyyaz-ý Mutlak'ýn yed-i kudretinden, þu ukûlümüzün hendesesiyle ve tehevvüsümüzün iþtihasýyla istediðimiz herbir semeratý koparsýn. Verse de tutamaz, düþse de kaldýramaz.» Evet, bir þahsýn tehevvüsü için büyük bir daire-i muhita hareket-i mühimmesinden durmaz.

 

Ýþte otuz sene evvelki cevaba Risale-i Nur dahi zelzeleler bahsinde, böyle küçük bir Hâþiye ilhak ediyor ki, herbir unsurun, maddî ve mânevî kýþ ve zelzele gibi hâdiselerin yüzer hayýrlý neticeleri ve gayeleri varken; þerli ve zararlý bir tek neticesi için onu vazifesinden durdurmak, o yüzer hayýrlý neticeleri terketmekle, yüzer þer yapmak, tâ bir tek þer gelmesin gibi hikmete, hakikata, rububiyete münafî olur. Fakat küllî kanunlarýn tazyikinden feryad eden ferdlere, inâyât-ý hâssa ve imdâdât-ý hususiye ile ve ihsânât-ý mahsusa ile Rahmânürrahîm her bîçârenin imdadýna yetiþebilir. Dertlerine derman yetiþtirir. Fakat o ferdin hevesiyle deðil, hakikî menfaatiyle yardým eder. Bazan, dünyada istediði bir cama mukabil, âhirette bir elmas verir.

 

* * *

 

(156)

 

Feyzi ile Emin Diyorlar ki:

 

Üstadýmýzýn ve Risale-i Nur'un ciddî hakaikleri içinde en tatlý bir fâkihesi tevafuk olduðu için, kardeþlerimize yine bu iki gün zarfýnda küçük bir-iki tevafuku, size bundan evvelki tevafuka Hâþiye olarak yazýyoruz:

 

Evet nasýlki kelimatta ve kelimat-ý mektubede tevafuk; bir kasd, bir inâyet-i hususiyeyi gösteriyor. Bazan hârika olup keramet derecesine çýkýyor. Bazan lâtif bir zarafet veriyor. Aynen öyle de, Risale-i Nur'a ait ve üstadýmýza ait hâdisatta da aynen kasdî ve inayetkârâne tevafuku, akvaldeki o ef'alde dahi görüyoruz. Ezcümle: Size yazýlan, dört ay gelmiyen hane sahibesi için Emin kardeþimize dedi: "Haber gönder" tekellümünde, onun

 

Sh:»(K:250)

 

kapý çalmasý tevafuk ettiði gibi; ayný cümleyi, iki def'a okunduðu zaman, "Emin'e dediði" kelimesi okunduðu ânýnda, aþaðýki kapýyý Emin açtý. Gelmek zamaný gelmeden geldi.

 

Ýkinci gün, yine baþka bir adama okunduðu vakit, "Emin'e dediði" kelimesini okuduðu vakit, ayný anda yukarý kapýyý Emin açtý, gelmek âdetine muhalif olarak geldi, girdi. Bu iki tevafuk, hane sahibesinin tevafukuna tevafuku gösteriyor ki; en cüz'î iþlerimiz de tesadüf deðil, kasdî tevafuktur.

 

Hem dört ay evvel bir parça tarhana getiren Risale-i Nur þakirdlerinden Fuad'ýn Ýstanbul'a gidip, otuz gün te'hirinden geç kalmasýndan endiþe ettiðimiz ayný günde, onun tarhanasý bittiði ayný günde gelmesi, tevafuk etti.

 

Hem ayný günde, bir parça tereyaðý, (biz ve üstadýmýz da bunun bereketini hissediyorduk) bittiði dakikada onun mikdarýna tevafuk edip, zannýmýzca ayný yerde, ayný mikdar, ayný zamanda geldiði gibi; hem buralarda köylerde, kül içinde yapýlan bir çörek, üstadýmýzýn hoþuna gittiði için sabah-akþam ondan yiyip ve onbeþ gün devam edip, bittiði ayný günde, ayný çörekten, onun akrabasýndan birisi getirdi. Bu tevafukun hâtýrý için geri çevirmedi, kabul etti. Mukabiline bir teberrük verdi. Gözümüzle bu lâtif tevafuktaki þirin inayet-i Ýlâhiyenin cüz'î cilvelerini gördük ve anladýk ki, kör tesadüf iþimize karýþmaz.

 

Mânidar tevafuk, Risale-i Nur'un kelimatýnda ve hurufatýnda olduðu gibi, ona temas eden harekât ve ef'alde de öyle mânidar tevafuklar var. Ýnâyete temas ettiði için, en cüz'î birþey de olsa kýymeti büyüktür. Böyle uzun yazmak ve ziyade ehemmiyet vermek israf olmaz. Çünki, mânâsý olan inâyet ve iltifat-ý rahmet muraddýr. Ve bu bahis dahi, mânevî bir þükürdür.

 

Risale-i Nur þâkirdlerinden

 

Emin, Feyzi

 

* * *

 

Sh:»(K:251)

 

(157)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Nur fabrikasýnýn sahibi ile kahraman Tâhirî bizi gayet mesrûr eden müjdeler veriyorlar, hem bazý mes'eleleri soruyorlar. Sizlerdeki erkânýn verdikleri karar ve münasib gördüðü tarzlar, benim re'yimin fevkinde inþâallah isabet ederler. Mâdem benim re'yimi de almak istiyorlar. Þimdilik, evvelce nazlanan matbaacýlara lüzum yok. Hem mesleðimize muhalif yeni hurufa, Risale-i Nur'un bir nevi müsaadesi hükmüne geçtiði için lâzým deðil. Sizler, el makinasýyla yazdýðýnýz mikdar yeter. Zâten Nazif de, el makinasýyla bir derece çalýþýyor. Tashihine çok dikkat etmek lâzým. Eski hurufla elmas kalemli kardeþlerim matbaaya ihtiyaç býrakmýyor. Bize yardým etsinler.

 

Sorduðunuz ikinci cihet ise, Hâfýz Mustafa'ya verdiðim yeni hurufla iki risale, çoðu ayrý ayrý olsun, bazý da beraber olsun. Gençlere ait risaleciðin baþýnda isim olarak "SIRAC-ÜL- GAFÝLÝN" veyahut "GENÇLÝK REHBERÝ" nâmý; tevhide ait risaleye "HÜCCETÜLLAH-ÜL- BÂLÝÐA" namýný veyahut "MÝSBAH-ÜL-ÝMAN"; Keramet mecmuasýnýn ismi ise, "SÝKKE-Ý TASDÝK-Ý GAYBÝ" veya "TASDÝK-Ý GAYBÎNÝN HÂTEMÝ" namýný baþýnda yazarsýnýz. Arabî "VÝRD-ÜL EKBER-Ý-NURÝYE" tab'edilmiþse, arabî bilmeyen Risale-i Nur þakirdlerine bir teshilât olmak için Yedinci Þua Âyet-ül-Kübrâ ve Yirminci Mektub'da îzah ve tercüme edilen sahifelerinin numaralarý, ''VÝRD-ÜL-EKBER''in kenarlarýna rakamla bir Hâþiyecik gibi yazýlsa iyi olur. Yani "Bu arabî makam, filân risalede, filân sahifede izahý var" diye iþaret edilse ve elmas kalemli kardeþlerimiz bunu tevzi' edip, herbiri bazý nüshalarý böyle iþaretlerle kaydetse ve hem el makinesiyle yaptýðýnýz veya matbaadan gelen risalelerden nümune için bir-iki nüshasýný bize gönderseniz iyi olur.

 

* * *

 

Sh:»(K:252)

 

(158)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu þiddetli maddî ve manevî kýþtaki galâ ve varlýk içinde kaht ve derd-i maîþet fukaralara aðýr basmasý cihetinde, ekseri fakir-ül-hâl olan Risale-i Nur þakirdlerinin bu dehþetli hâle karþý sarsýlmalarý ve tesanüdleri bozulmasý ihtimaliyle ziyade endiþe ediyordum. Sizler her zamandan ziyade bu fýrtýnada tesanüdünüzü ve ittihadýnýzý ve birbirinin kusuruna bakmamasý, birbirini tenkid etmemesi, Risale-i Nur'un vazife-i kudsiye-i îmaniyesi hesabýna mükellef ve muhtaçsýnýz.

 

Sakýn birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkid etmeyiniz. Yoksa az bir za'f gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler. Derd-i maiþet zaruretine karþý iktisad ve kanaatla mukabele etmeye zaruret var. Menfaat-i dünyeviye, çok ehl-i hakikatý, ehl-i tarîkatý dahi bir nevi rekabete sevkettiði için endiþe ederim. Risale-i Nur þakirdleri içinde þimdiye kadar bu cihet onlarý zedelememiþ. Ýnþâallah yine zedelemez. Fakat herkes bir ahlâkta olamaz. Bazýlarý meþru' dairede rahatýný istese de, itiraz edilmemeli. Zarurete düþen bir þâkird, zekâtý kabul edebilir. Risale-i Nur'un hizmetine hasr-ý vakit eden rükünlere ve çalýþanlara zekâtla yardým etmek de, Risale-i Nur'a bir nevi hizmettir.

 

Hem yardým edilmeli. Fakat hýrs ve tama' ve lisan-ý hâl ile istemek olmamalý. Yoksa ehl-i dalâlet ki, hýrs ve tama' yolunda dinini feda etmiþ. Onlar nazarýnda kýyas-ý binnefs cihetiyle, "Risale-i Nur'un bir kýsým þakirdleri dahi, dinini dünyaya âlet ediyorlar" diye çirkin bir ittiham ile taarruzlarýna meydan açar.

 

Sizler arasýra Ýhlâs'ý ve Ýktisad Lem'alarýný ve bazan Hücumat-ý Sitte Risalesi'ni mabeyninizde beraber okumalýsýnýz. Sizin þimdiye kadar fevkalâde sebat ve metanet ve tesanüd ve ittifakýnýz, bu memlekete medar-ý iftihar olacak ve istikbâlini kurtaracak derecededir. Dikkat ediniz! Bu yeni fýrtýna, sizin tesanüdünüzü bozmasýn. Arabî Vird-ül-Ekber-i Nuriye'ye dair müjdeniz ve kahraman Tâhir'lerin ve mübareklerin, sâri ve dehþetli hastalýklara tiryâklar ve ilâçlar yetiþtirmeleri ve mütemadiyen çalýþmalarý, bizi belki ruhanîleri ve Rical-

 

Sh:»(K:253)

 

ül-gayb zâtlarý dahi sevindiriyor. Hulûsi'nin Ve-l'Asrý nükte-i i'caziyesine karþý tam takdiri ve tasdiki ve Konya'ya tahvili, hizmet-i Nuriye noktasýnda beni memnun eyledi. Evet Risale-i Nur þakirdlerinin birincilerinden fa'al birisi, o ehemmiyetli þehre gitmesi lâzým idi.

 

Kardeþlerim!

 

Lem'a-i Müdafaat'ta Isparta muhbirleri ünvanýyla, bizi hapse sevkeden Ankara'daki zalimler irade edilmiþ. Mecburiyet tahtýnda öyle demiþiz. Þimdi, Isparta benim mübarek bir vataným ve çok kýymetdar kardeþlerimin dahi sevgili vatanlarý olduðundan, Isparta muhbirleri kelimesini o makamlardan kaldýrdým, onlarýn yerlerine "mülhid zâlimler" yazdým. Siz de öyle yazýnýz.

 

Hem kahraman Tâhir'in bana yazdýðý Müdafaat Risalesi'nde, Ýhtiyar Lem'asý'nda Ankara'ya ait bahsinde Sekizinci Rica yazmýþ. Halbuki Yedinci Rica'dýr. Onu da tashih ediniz. Tâhirî gibi kahraman bir mahduma sahib olan ve hanesinde Risale-i Nur'un altý þakirdi bulunan kardeþimiz Hüsnü Efendi'ye bilmukabele selâm ve tebrik ederiz.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

(159)

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Çok selâm, birden bire kalbe gelen bir nükte-i i'caziyeyi size gönderiyorum, münasib görürseniz lâhikaya geçsin.

 

Kur'an'a ait en cüz'î, en küçük bir nüktenin de kýymeti büyük olduðundan; iþârat-ý Kur'aniyenin bu zamanýmýza temas eden küçük bir þuaý bugün Sûre-i Ve-l'Asrý nükte-i i'caziyesi münasebetiyle, Sûre-i Fil'den mânâ-yý iþârî tabakasýndan tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi. Þöyle ki:

 

Sûre-i اَلَمْ تَرَ كَيْفَ meþhur ve tarihî bir hâdise-i cüz'iyeyi beyân

 

Sh:»(K:254)

 

ile, küllî ve her asýrda efradý bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ý iþâriyeden her tabakaya göre bir mânâyý ifade etmek, umum asýrlarda umum nev-i beþerle konuþan Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn belâgatýnýn muktezasý olmasýndan, bu kudsî sûre bu asrýmýza da bakýyor, ders veriyor, fenalarý tokatlýyor. Mânâ-yý iþârî tabakasýnda, bu asrýn en büyük hâdisesini haber vermekle beraber; dünyayý her cihetle dine tercih etmek ve dalâlette gitmenin cezasý olarak, cifir ve hesab-ý ebced ile üç cümlesi, ayný hâdisenin zamanýna tetabuk edip iþaret ediyor.

 

Birinci cümlesi: Kâbe-i Muazzama'ya hücum eden Ebrehe askerlerinin baþlarýna Ebâbil tayyareleriyle semavî bombalar yaðdýrmasýný ifade eden تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ cümle-i kudsiyesi, bin üçyüz elli dokuz edip, dünyayý dine tercih eden ve nev-i beþeri yoldan çýkaran medeniyetçilerin baþlarýna semavî bombalar ve taþlarý yaðdýrmasýna tevafukla iþâret ediyor.

 

Ýkinci cümlesi: اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِى تَضْلِيلٍ kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâbe'nin nurunu söndürmek için, hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalâletinde aks-ül amel ile aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrýn aynen hilelerle, desiselerle, zulümlerle Edyan-ý Semaviye Kâbesini, kýblegâhýný dalâlet hesabýna tahribe çalýþan cebbar, maðrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadýyla cezalanmasýna, ayný tarihi فِى تَضْلِيلٍ kelime-i kudsiyesi bin üçyüz altmýþ makam-ý cifrîsiyle tevafuk edip iþaret ediyor.

 

Üçüncüsü:اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفِيلِ cümle-i kudsiyesi Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a hitaben: "Senin mübarek vatanýn ve kýblegâhýn olan Mekke-i Mükerreme'yi ve Kâbe-i Muazzama'yý hârikulâde bir surette düþmanlarýndan

 

Sh:»(K:255)

 

kurtarmasýný ve o düþmanlarýn nasýl bir tokat yediklerini görmüyor musun?" diye mânâ-yý sarîhiyle ifade ettiði gibi, bu asra dahi hitâb eden o cümle-i kudsiye mânâ-yý iþârîsiyle der ki: "Senin dînin ve Ýslâmiyet'in ve Kur'anýn ve ehl-i hak ve hakikatýn cebbar düþmanlarý olan dünyaperest ve dünyanýn menfaatý için mukaddesatý çiðneyen o ashab-ý dünyaya senin Rabbin nasýl tokatlarla cezalarýný verdiðini görmüyor musun? Gör.. bak!" diye mânâ-yý iþârîsiyle, bu cümle aynen makam-ý cifrîsiyle tam bin üçyüzelli dokuz (1359) tarihiyle aynen âfât-ý semavî nev'inde semavî tokatlarla, «Ýslâmiyet'e ihanet cezasý olarak..» diye mana-yý iþarî ifade ediyor.

 

Yalnýz اَصْحَابِ الْفِيلِ yerinde اَصْحَابِ الدُّنْيَا gelir. "Fil" kalkar, "Dünya" gelir. (Hâþiye).

 

TAHLÝL: تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ : Ýki ت sekizyüz. Ýki ر dörtyüz. Ýki م , bir ب , bir ح , bir ى yüz. Tenvin vakf olmadýðýndan ن dur, elli. Bir ه- , bir ج , bir (medde Elif) dokuz; Mecmuu,

 

__________________________

 

(Hâþiye): Bu "Fil" lâfzý kalkmasýnýn sýrrý: Eski zamanda dehþetli Fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmýþ, hücum etmiþler. Þimdi ise dünya servetine ve malýna ve o servetle filolar teþkil edip, hattâ kýrk milyon bir millet, o fil gibi filolarla dörtyüz milyonu esaret altýna almýþ ve Avrupa medeniyetçileri medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle deðil, belki medeniyetin seyyiatýyla ve sefahetiyle ve dinsizliðiyle üçyüzelli milyon müslümanlarýn her tarafta hâkimiyetlerini imha edip istibdadýna serfüru' etmiþ ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiþ. Ve dünyaperest gaddar zalimler, zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye ve fakir ve mâsumlar ve mazlumlara, fâni mallarýný ve hayatlarýný âhiretlerine çevirmek ve kýymetdar eylemek ve dünyadaki günahlarýna keffaret-üz zünub etmeye kader-i Ýlâhîye fetva verdiler. Ben birbuçuk senedir dünyaperestlerin bu musibette vaziyetlerini ve safhalarýný ve ikinci harb-i umumî sahifelerini kat'iyen bilmiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu sure-i kudsiyenin mânâ-yý iþârî tabakasýndan gelen tokatlar, tam tamýna onlarýn baþlarýna iniyorlar ve sûrenin bir mânâ-yý iþârîsini tam tefsir ediyor.

 

Sh:»(K:256)

 

bin üçyüz ellidokuz. فِى تَضْلِيلٍ : ض sekizyüz. ف seksen. ت dörtyüz. Ýki ى yirmi. Ýki ل altmýþ. Tenvin vakfa rast gelmiþ, sayýlmaz. Yekûnu, bin üçyüz altmýþ.

 

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفِيلِ : Ýki "re" , bir "te" sekizyüz. Ýki "fe" , iki ك ikiyüz. Ýki ل , bir م yüz. Bir ع , bir ص yüzaltmýþ. Dört ب üç elif, bir ى , bir ح yirmidokuz. اَلْفِيلِ yerine gelen اَلدُّنْيَا daki iki د , bir elif dokuz. Bir ن elli. Bir ى on. Bir elif, bir. Bu yekûn, bin üçyüz ellidokuz (1359), eðer okunmayan elif sayýlmazsa bin üçyüz ellisekiz (1358) eder. Hem arabî, hem rumî tarihiyle bu semavî tokatlarýn ayrý ayrý çeþitlerinin zamanlarýna tevafuk ile parmak basýyor (Hâþiye). Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dualar eylerim.

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

***

 

(160)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim!

 

Sabri'nin tabiriyle, Risale-i Nur'un zülfikarý olan Hizb-ül Ekber-i Nurî elhak me'mulümüzün fevkinde gayet parlak ve güzel ve dikkatli ve sýhhatlý ve yanlýþlarý pek az bir tarzda Cenâb-ý Hakk'ýn inâyetiyle vücuda gelmiþ. Hâfýz Ali, Tâhirî, Hâfýz Mustafa bu vazifede elhak tam çalýþmýþlar. Risale-i Nur'un eline bir elmas kýlýnç verdiler.

 

Kardeþlerim! Bu kudsî hediyeniz bu þehre girdiði ayný zamanda, daha biz haber almadan, memleketimizde talebeler bir kitaba baþladýðý

 

__________________

 

(Hâþiye): Evet bu tokattan, pürþer beþer, þirkten þükre girmezse ve Kur'an'a tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcar-ý semaviye baþlarýna yaðacaðýný bu sûre bir mânâ-yý iþârî ile tehdid ediyor.

 

Sh:»(K:257)

 

zaman, (kürdçe) مَفْتيحانه nâmýnda bir ziyafet verdiklerine tam bir misal olarak, Risale-i Nur'un beþ talebesi, ayrý ayrý köylerde, ne biz, ne onlar postadan haberimiz yokken, güya bu kudsî kitabýn مَفْتيحانه olarak herbiri, ayrý ayrý taamdan mürekkeb bir küçük ziyafet nev'inde (getirdikleri) hiçbir sebeb yokken, bütün bütün âdete muhalif bir tarzda o beþlerin bu noktada ittifaký ve tevafuklarý, beþimiz (Ben, Emin, Feyzi, Hilmi, Tevfik) müttefikan karar verdik ki, tesâdüf kat'iyen imkâný yok. Demek buradaki medrese-i nuriyenin مَفْتيحانهsi olarak, Rahmet-i Ýlâhiye tarafýndan bir keramet-i nuriyedir.

 

Hem otuz günden beri Ýnebolu'dan her hafta bir-iki def'a geldikleri halde; hiçbiri gelmeden, birden, sebebsiz, bir has talebe üç günde yayan olarak Hizb-ül Ekber'le beraber geldi. Ýkinci gün, güya onun için gönderilmiþ gibi matbu' Hizb-ül Ekber-i Nuriye'nin bir kýsmýný aldý, götürdü.

 

Azîz Kardeþlerim!

 

Bu Hizb-i Nuriye benim þahsýma ait pek büyük bir kerâmet-i maneviyesi var. Þimdi beyan etmek zamaný geldi.Yirmiüç sene evvel, Eski Said Yeni Said'e inkýlâb ettiði zaman, tefekkür mesleðinde gittiði için تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sýrrýný aradým. Her bir-iki senede o sýr, ya arabî, ya türkçe bir risaleyi netice verip suret deðiþtiriyordu. Arabî Katre Risalesi'nden, tâ Âyet-ül Kübrâ Risalesi'ne kadar, o hakikat devam edip suretler deðiþtirerek, tâ Hizb-ül Ekber-i Nuriye suret-i daimesine girdi. Yirmiüç seneden beridir ki, ne vakit sýkýlsam ve fikir ve kalbe yorgunluk ve usanç gelse, bu hizbin bir kýsmýný mütefekkirane okumuþsam, o sýkýntýyý ve usanç ve yorgunluðu izale ediyordu. Hattâ bilâ-istisna, her gece sabaha yakýn dört-beþ saat meþguliyetten gelen usanç ve yorgunluk, o hizbin altýsýndan birisini okumasýyla hiçbir eseri kalmadýðý bin defa tekerrür etmiþ. Mühim bir hakikatý, bu hakikat münasebetiyle bu zamanda

 

Sh:»(K:258)

 

ehl-i medreseye ve hocalara taallûk eden bir mes'eleyi beyan ediyorum. Þöyle ki:

 

Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese tâifesi, tekyeler taifesine serfüru' etmiþ; yani inkýyad gösterip onlara velâyet semereleri için müracaat etmiþler. Onlarýn dükkânlarýnda ezvak-ý îmaniyeyi ve envar-ý hakikatý aramýþlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir veli þeyhinin elini öper, tâbi olurdu. O âb-ý hayat çeþmesini tekyede aramýþlar. Halbuki medrese içinde daha kýsa bir yol hakikatýn envarýna gittiðini ve ulûm-u îmaniyede daha sâfi ve daha hâlis bir âb-ý hayat çeþmesi bulunduðunu ve amel ve ubudiyet ve tarîkattan daha yüksek ve daha tatlý ve daha kuvvetli bir tarîk-ý velâyet; ilimde, hakaik-i îmaniyede ve Ehl-i Sünnet'in ilm-i Kelâmýnda bulunmasýný, Risale-i Nur Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyân'ýn mu'cize-i mâneviyesiyle açmýþ göstermiþ, meydandadýr.

 

Ýþte Risale-i Nur'a herkesten ziyade kemal-i þevk ile tarafdarâne ve müftehirane medrese taifesinden olan ülemalarýn koþmalarý lâzým ve elzem iken, maatteessüf daha medrese ehlinin ekseri, kendi medresesinden çýkan bu âb-ý hayat çeþmesini ve bu kýymetdar bâki hazinesini tanýmýyor, aramýyor, muhafaza edemiyor. Lillâhilhamd þimdi tam tamýna baþladýlar. Sözler Mecmuasý hem hocalarý, hem muallimleri Nurlara çekti.

 

Hizb-i Nuriye baþýndaki türkçe parçasýnýn "tam arabî bilen" kelimesinden sonra bu yazýlsýn: (Veyahut Âyet-ül Kübra ve Münacat ve Yirminci Mektub Risaleleri yanýnda bulunan ve okuyan.) Hem dördüncü sahifenin nihayetinden ikinci satýrýn baþýndaki ِلْلاَوْقَاتِ, ( و ) tekaddüm etmiþ, ِلْلاَقْوَاتِ yazýlsýn, kut'un cem'idir.

 

Hem yirmiikinci sahifenin dördüncü satýrýnda فِى صَحِيفَةِ حَسَنَاتِنَا وَ فِى صَحِيفَةِ kelimesinden sonra Hâfýz Ali ve Tâhirî ve Hâfýz Mustafa ve Nazif ilâve edilecek. Ve وَ اَمْثَالِهِ kelimesi de وَ اَمْثَالِهِمْ yazýlacak.

 

* * *

 

Sh:»(K:259)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ الرَّسَآئِلِ اَلَّتِى

 

اَرْسَلْتُمُوهُ لَنَا

 

(161)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki: Isparta Vilâyetini, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan bir Medreset-üz-Zehra, bir Câmi-ül-Ezher yapmýþ. Sizin kalemleriniz, Risale-i Nur'u matbaaya muhtaç etmeyeceðini, böyle kýsa bir zamanda bu kadar mükemmel tevafuklu nüshalarý teksir etmesi, bugün sabahleyin söylediðim bir davaya, öðlene yakýn sizin bu cennet bahçelerinin meyveleri gibi tatlý ve güzel hediyenizi Emin getirdi, sabahtaki dâvâyý tam isbat etti. Dâvâ da budur, demiþtim.

 

Risale-i Nur'un hizmet ettiði hakaik-i îmaniye herþeyin fevkinde olduðu gibi, bu zamanda her þeyden ziyade onlara ihtiyaç var. Fakat kalbini öldürmüþ, nefsini hevesatla þýmartmýþ mülhidler, îmandaki hakikatýn derece-i ihtiyacýný inkâr ettiklerinden, "Ehl-i diyanet ve ehl-i ilmi sevkeden, tahrik eden makasýd-ý dünyeviye ve ihtiyacatýdýr" diye ittiham ediyorlar. O ittihama göre de, pek insafsýzcasýna onlara iliþiyorlar. Bu bedbaht mülhidleri kat'î bir surette iskât etmek, bilfiil -maddeten- öyle fedakârlar lâzým ki, dünyanýn en mühim meþgaleleri belki büyük zararlarý, onlarýn hakaik-i îmaniye ihtiyaçlarýný susturmuyor. Acaba öyleleri var mý? diye hatýrlarýna geldi. Evet vardýr.

 

Isparta Vilayeti ve havalisi. Ýþte Sandýklý tarafýndan üç-dört ay zarfýnda Risale-i Nur'u herþeye tercih eden efeleri ve mücahidleri diye dâvâ etmiþtim. Ýki saat sonra, hiç me'mul etmediðimiz bir tarzda, Rahmetullah namýný alan Emin, iki sandýkla o dâvâya iki hüccet gösterdi.

 

Kardeþimiz Kâtib Osman'ýn mektubu, ayrý ayrý çok merak-

 

Sh:»(K:260)

 

larýma bir merhem oldu. Cenâb-ý Hak onun gibi Risale-i Nur'a binler þakirdleri o medrese-i nuranîde yetiþtirsin, âmin.

 

Âtýf'ýn da Sandýklý tarafýna gitmesi, muvaffakýyet kazanmasý, deðil bizleri, melâikeleri de sevindirdi. Karye-i Ýrfan namý inþâallah bir medrese-i nuriye olur. Zaten Âtýf'taki ihlâs, öyle netice vereceðini hissediyordum.

 

Gül, Nur, Mübarek, Medrese-i Nuriye, Mâsum, Ýhtiyarlar hey'etine binler selâm ve selâmetlerine dua ediyoruz.

 

Onüç sene evvel Barla'da, beþ misli bereketle keramet derecesine çýkan tatlý lokmalarý ve o lokmalarý hediye eden, çok mübarek Hacý Hâfýz'ý sürur ile hatýrýmýza getiren bu yeni gelen tatlý lokmalarý, beþ çeþit tatlý geldi. Herbir tanesine sizlere Cenab-ý Hak Cennet'te binler Cennet tatlýlarý versin, âmin.

 

* * *

 

(162)

 

Azîz Kardeþim Hüsrev!

 

Cenâb-ý Hak merhumeyi maðfiret eylesin ve sana ve onun evlâdlarýna sabr-ý cemil ihsan eylesin! Ben de mateminize cidden hissedarým.

 

Senin aðlamana ve aðlayan mektubuna iþtirak ettim. Evet sen de benim gibi, dünya ile iki cihetle alâkan kesiliyor. Hem öyle lâzým. Senin gibi Risale-i Nur'un bir fedaîsi alâkasý olmamalý ve alâka peyda etmemeli. Alâkalý olsa fevkalâde bir sebat, bir ihlâsýn lüzumu ile beraber; bazý ârýzalar içinde sarsýlýr, tam fedakârlýk edemez.

 

O havalinin kahramanlarý elhak müstesnadýrlar. Alâkalar onlarý sarsmýyor. Fakat bazýlarý; Hüsrev gibi, Said gibi ve Âtýf ve emsali gibi bütün bütün alâkasýz da bulunmak lâzým. O merhume þimdiye kadar, Risale-i Nur'un has talebeleri içinde, daima her gün yüz def'aya yakýn ve hususî ismiyle de, bir def'a fecirde manevî kazançlarýmýza on senedir hissedardýr. Þimdi vefatýndan sonra ismiyle her gün, çok def'a hususî dualarda hissedar olduðu zaman gibi, yine yüz def'a hissedar oluyor.

 

Aziz kardeþim Hüsrev! Seninle çok konuþmak istiyorum.

 

Sh:»(K:261)

 

Fakat bu dakikada o kadar vaktim dardýr ki, ziyarete gelen dost dört-beþ adama karþý "Beni meþgul etmeyiniz" diye lüzumsuz hiddet ettim. Her ne ise... Oradaki kardeþlerimize hasret ve iþtiyakla pek çok selâm ve selâmetlerine dua ediyorum. Buradaki kardeþleriniz de sizi ta'ziye ve oradaki kardeþlerine arz-ý hürmetle selâm ediyorlar.

 

* * *

 

(163)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Hizb-i Nurî'de; hem تَفَكُّرُ سَاعَةٍ sýrrý, hem küllî bir ubudiyet bulunduðundan; þimdi bu vakitte, kuvvetli bir emareyi müþahede ettim. Bugün Risale-i Nur'un Hizb-i Nurî'sinden bir kýsmýný ve Cevþen-ül Kebir'den dahi bir kýsmýný okurken gördüm ki; kâinatýn enva'ýný ve âlemlerini Yirmidokuzuncu Mektub'un âhir kýsmý ve اَللَّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin beyânýnda, seyahat-ý kalbiye ile, herbir Ýsm-i Ýlâhî bu kâinattaki bir âlemi nurlandýrdýðýný ve zulümatý daðýttýðýný gördüðüm gibi; aynen ve daha baþka bir þekilde, Cevþen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatý baþtan baþa nurlandýrýyor, zulümat karanlýklarýný daðýtýyor.. gafletleri, tabiatlarý parça parça ediyor... Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin altýnda saklanmak istedikleri perdeleri yýrtýyor gördüm. Kâinatý, envaýyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklar ile tarýyor müþahede ettim. Ehl-i dalâletin boðulduðu en son ve en geniþ kâinat perdelerinin arkasýnda, envar-ý tevhidi gösteriyor.

 

Ezcümle: Ýki gün evvel, Ýsm-i Hakem Nüktesi'ni okuyan bir Nakþî derviþi, güneþin ve manzumesinin bahsini, Risale-i Nur mesleðine vech-i tatbikini anlamamýþ. Demiþ: "Bu da ehl-i fen ve kozmoðrafyacýlar gibi bahseder" tevehhüm etmiþ. Yanýmda ona okundu, ayýldý. "Bu bütün bütün baþkadýr" dedi. Demek kozmoðrafyacýlar gibi ehl-i fennin en son ve geniþ nokta-i istinadlarý ve medar-ý gafletleri olan perdelerde nûr-u ehadiyeti gösteriyor. Orada da düþmanlarýný tâkib ediyor. En

 

Sh:»(K:262)

 

uzak tahassüngâhlarýný bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eðer güneþe kaçsa, ona der: "O bir soba, bir lâmbadýr. Odununu, gazyaðýný veren kimdir? Bil, ayýl!" Baþýna vurur.

 

Hem kâinatý baþtan baþa âyineler hükmünde tecelliyat-ý esmaya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkâný olmuyor. Hiçbir þey, huzura mani olmuyor. Ehl-i tarîkat ve hakikat gibi huzur-u daimî kazanmak için, kâinatý ya nefyetmek veya unutmak ve daha hatýra getirmemek deðil; belki kâinat kadar geniþ bir mertebe-i huzuru kazandýrdýðýný ve geniþ ve küllî ve daimî kâinat vüs'atinde bir ubudiyet dairesini açtýðýný gördüm. Daha var.. Fakat þimdi bu kadar yazdýrýldý.

 

* * *

 

(164)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu defa Hâfýz Ali'nin ve Halil Ýbrahim'in ve Lütfü'nün bir vârisi Abdullah'ýý olsa fevkalâde bir sebat, bir ihlâsýn lüzumu ile beraber; bazý ârýzalar içinde sarsýlýr, tam fedakârlýk edemez.

 

O havalinin kahramanlarý elhak müstesnadýrlar. Alâkalar onlarý sarsmýyor. Fakat bazýlarý; Hüsrev gibi, Said gibi ve Âtýf ve emsali gibi bütün bütün alâkasýz da bulunmak lâzým. O merhume þimdiye kadar, Risale-i Nur'un has talebeleri içinde, daima her gün yüz def'aya yakýn ve hususî ismiyle de, bir def'a fecirde manevî kazançlarýmýza on senedir hissedardýr. Þimdi vefatýndan sonra ismiyle her gün, çok def'a hususî dualarda hissedar olduðu zaman gibi, yine yüz def'a hissedar oluyor.

 

Aziz kardeþim Hüsrev! Seninle çok konuþmak istiyorum.

 

Sh:»(K:261)

 

Fakat bu dakikada o kadar vaktim dardýr ki, ziyarete gelen dost dört-beþ adama karþý "Beni meþgul etmeyiniz" diye lüzumsuz hiddet ettim. Her ne ise... Oradaki kardeþlerimize hasret ve iþtiyakla pek çok selâm ve selâmetlerine dua ediyorum. Buradaki kardeþleriniz de sizi ta'ziye ve oradaki kardeþlerine arz-ý hürmetle selâm ediyorlar.

 

* * *

 

(163)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Hizb-i Nurî'de; hem تَفَكُّرُ سَاعَةٍ sýrrý, hem küllî bir ubudiyet bulunduðundan; þimdi bu vakitte, kuvvetli bir emareyi müþahede ettim. Bugün Risale-i Nur'un Hizb-i Nurî'sinden bir kýsmýný ve Cevþen-ül Kebir'den dahi bir kýsmýný okurken gördüm ki; kâinatýn enva'ýný ve âlemlerini Yirmidokuzuncu Mektub'un âhir kýsmý ve اَللَّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin beyânýnda, seyahat-ý kalbiye ile, herbir Ýsm-i Ýlâhî bu kâinattaki bir âlemi nurlandýrdýðýný ve zulümatý daðýttýðýný gördüðüm gibi; aynen ve daha baþka bir þekilde, Cevþen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatý baþtan baþa nurlandýrýyor, zulümat karanlýklarýný daðýtýyor.. gafletleri, tabiatlarý parça parça ediyor... Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin altýnda saklanmak istedikleri perdeleri yýrtýyor gördüm. Kâinatý, envaýyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklar ile tarýyor müþahede ettim. Ehl-i dalâletin boðulduðu en son ve en geniþ kâinat perdelerinin arkasýnda, envar-ý tevhidi gösteriyor.

 

Ezcümle: Ýki gün evvel, Ýsm-i Hakem Nüktesi'ni okuyan bir Nakþî derviþi, güneþin ve manzumesinin bahsini, Risale-i Nur mesleðine vech-i tatbikini anlamamýþ. Demiþ: "Bu da ehl-i fen ve kozmoðrafyacýlar gibi bahseder" tevehhüm etmiþ. Yanýmda ona okundu, ayýldý. "Bu bütün bütün baþkadýr" dedi. Demek kozmoðrafyacýlar gibi ehl-i fennin en son ve geniþ nokta-i istinadlarý ve medar-ý gafletleri olan perdelerde nûr-u ehadiyeti gösteriyor. Orada da düþmanlarýný tâkib ediyor. En

 

Sh:»(K:262)

 

uzak tahassüngâhlarýný bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eðer güneþe kaçsa, ona der: "O bir soba, bir lâmbadýr. Odununu, gazyaðýný veren kimdir? Bil, ayýl!" Baþýna vurur.

 

Hem kâinatý baþtan baþa âyineler hükmünde tecelliyat-ý esmaya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkâný olmuyor. Hiçbir þey, huzura mani olmuyor. Ehl-i tarîkat ve hakikat gibi huzur-u daimî kazanmak için, kâinatý ya nefyetmek veya unutmak ve daha hatýra getirmemek deðil; belki kâinat kadar geniþ bir mertebe-i huzuru kazandýrdýðýný ve geniþ ve küllî ve daimî kâinat vüs'atinde bir ubudiyet dairesini açtýðýný gördüm. Daha var.. Fakat þimdi bu kadar yazdýrýldý.

 

* * *

 

(164)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu defa Hâfýz Ali'nin ve Halil Ýbrahim'in ve Lütfü'nün bir vârisi Abdullah'ýn, ehemmiyetli üç mektublarýný aldým. Hâfýz Ali'nin Hizb-i Kur'ânî ve Hizb-i Nurî'deki yanlýþlardan teessürünü bildiriyor. Kat'iyen o bilsin ki; o ve Tâhirî ve Hâfýz Mustafa ve arkadaþlarýnýn gayretleriyle tab'edilen o iki hizb, bu zamanda, bu þerait içinde gayet parlak bir muzafferiyet-i nuriyedir. Onlarýn defter-i a'mâline, her tarafta hasenatlarý geçirilir. Kim okusa, onlarýn hissesi var. Yanlýþlarý, tahminimizden çok azdýr. Lillahilhamd kolayca tashih ettik. Lâyýk ellere girmiþ.

 

Halil Ýbrahim'in, Risale-i Nur hakkýnda gayet tatlý ve güzel ve mutabýk temsili ve tavsifi, -içinde- samimî ihlâsýndan ve kanaatýndan geldiði cihetle, bizce gayet parlak ve edibâne düþmüþ. Risale-i Nur'a ait kýsmýný Lâhika'ya yazacaðýz. Hakikaten Risale-i Nur'un mühim ve sebatkâr ve dâimî bir rüknü olduðuna þübhe kalmamýþ. Ona ve rüfekasýna her gün hususî dualarýmýza, kazançlarýmýza, hususan Ýnce Mehmed hissedar olmalarýný ve selâmýmýzý teblið edersiniz. Merhum Lütfü'nün ciddî ve hakikî bir varisi olan Abdullah'ýn mektubunda, Risale-i Nur'la alakadar olan baþta Tâhirî ve babasý ve Ali ve Vehbi, Þükrü, Mustafa, Mehmed, Hüseyin, Mehmed, Hakký ve bilhassa eskiden Risale-i Nur'da

 

Sh:»(K:263)

 

mevkii bulunan Büyük Zühdü gibi kardeþlerimizin selâmlarý beni çok ziyade mesrur eyledi. Ben de o kardeþlerimize hem selâm, hem dua, hem istid'a ediyorum. Onun mektubundaki sualleri ise, þimdi bu dakikada ise zihnim baþka yerle meþgul, onlarýn cevabýna bakamýyor.

 

Size bu defa üç noktayý beyan edeceðim.

 

...................................................................................................................

 

Üçüncü Mes'ele: Bir kardeþimiz kusurunu görmediði münasebetiyle, onu ikaz için yazýlmýþ ince bir mes'eledir. Belki size faidesi olur diye yazdýk.

 

Bir zaman evliya-i azîmeden nefs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, þiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden þekvalarýný gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden baþka, daha þiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ý seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve â'sab, tabiat ve hissiyat halitasýndan çýkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhý bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir mânevî nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladým ki, o mübarek zâtlar hakikî nefs-i emmareden deðil; belki mecazî bir nefs-i emmareden þekva etmiþler. Sonra gördüm ki, Ýmam-ý Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmareden haber veriyor.

 

Bu ikinci nefs-i emmarede þuursuz kör hissiyat bulunduðu için, akýl ve kalbin sözlerini anlamýyor ve dinlemiyor ki, onlarla ýslâh olsun ve kusurunu anlasýn. Yalnýz tokatlar ve elemler ile nefret edip veya tam bir fedâiliðe her hissini maksadýna feda etsin. Ve Risale-i Nur'un erkanlarý gibi herþeyini, enaniyetini býraksýn. Bu acib asýrda dehþetli bir aþýlamak ve þýrýnga ile hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmare ittifak edip; öyle seyyiata öyle günahlara severek giriyor, kâinatý hiddete getiriyor. Hattâ kendim, bir dakika zarfýnda yirmi paralýk bir sýkýntý ile, altmýþ liralýk bir haseneye tercih etmeye çalýþtým. Hem on dakika zarfýnda, büyük bir mücahede-i manevîde, benim cephemde kýrkikilik bir top gibi düþmanlarýma atýp yol

 

Sh:»(K:264)

 

açtýðý halde; o iki nefs-i emmarenin muvakkat bir gaflet fýrsatýnda, hodgâmlýk ve meyl-i tefevvuk gibi gayet zulümlü ve zulümatlý hissiyle, büyük bir þükür ve teþekkür yerine, "Ne için ben atmadým" diye en çirkin bir riya ve rekabet damarýný hissettim. Cenâb-ý Hakk'a yüzbin þükür ediyorum ki, Risale-i Nur ve bilhassa Ýhlâs Risaleleri o iki nefsin bütün desaisini izâle ve onlarýn açtýðý yaralarý tedavi ettiði gibi, o bir dakika ve on dakikadaki haletleri birden izâle etti. Ve mânevî bir istiðfar olan kusurumu bildim. O hatanýn muaccel cezasý olan içindeki elemden ve azabdan kurtuldum.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ederiz.

 

* * *

 

(165)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Birden ruhuma gelmiþ bir endiþeyi beyan ediyorum:

 

Ehl-i dalalet, Risale-i Nur'un elmas kýlýnçlarýna mukabele edemedikleri için, þakirdleri içinde derd-i maiþet cihetinden ve bahar mevsimi gafletinden istifade ederek; -meþrebler veya hissiyatlarý muhalefetinden- zayýf damarlarý bulup þakirdler içindeki tesanüdü sarsmak istediklerini hissettim ve anladým. Sakýn! Çok dikkat ediniz.. içinize bir mübayenet düþmesin. Ýnsan hatadan hâlî olamaz, fakat tövbe kapýsý açýktýr.

 

Nefis ve þeytan, sizi kardeþinize karþý itiraza ve haklý olarak tenkide sevkettiði vakit deyiniz ki: "Biz deðil böyle cüz'î hukukumuzu, belki hayatýmýzý ve haysiyetimizi ve dünyevî saâdetimizi, Risale-i Nur'un en kuvvetli rabýtasý olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandýrdýðý netice itibariyle dünyaya, enaniyete ait herþeyi feda etmek vazifemizdir." deyip nefsinizi susturunuz!.. Medar-ý niza' bir mes'ele varsa, meþveret ediniz. Çok sýký tutmayýnýz, herkes bir meþrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, þimdi elzemdir.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ederiz.

 

* * *

 

Sh:»(K:265)

 

(166)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki; bu gaflet mevsimi olan baharda ve derd-i maiþet belasýnda, Risale-i Nur fütuhatýnda devam ediyor. Ýstanbul'dan yazýyorlar ki; oraya giden, baþta Hüsrev'in Mu'cizat-ý Ahmediye'si olarak, risaleleri her kim görmüþ ve okumuþ ise, baþta Fetva Emini Ali Rýza olarak herkes hayret ve istihsan ile "Bu tarz-ý ifade ve isbat ve beyan, hiçbir kitabda bulmamýþýz. Bu þerait içinde böyle eserler hiç kimseye müyesser olmamýþ." deyip kemal-i iþtiyak ile karþýlýyorlar. Ve Ankara'da dünyaca yüksek makamlarda, askeriye heyetinde kemal-i iþtiyak ve takdir ile Risale-i Nur'u yazýp okutturuyorlar. Baþta miralay Mehmed Yümnü olarak mühim askerî paþalar, "Risale-i Nur îman kurtarýcýdýr" diye takdirkârâne tam teslimiyetle okuyup istifade ediyorlar. Hattâ burada da pek çok ayrý ayrý tarzda Risale-i Nur aleyhinde yaptýklarý desiseler ve tedbirler ve þâkirdleri soðutmak ve sarsmak plânlarý, hususan derd-i maiþet belalarý, Risale-i Nur'un inkiþafýný durdurmuyor. Günden güne tevessü' ediyor. Hattâ en ziyade hücum edenler dahi, perde altýnda istifadeye çalýþýyorlar. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, inayet-i Ýlâhiye ve himayet-i Rabbaniye devam ediyor. Fakat yalnýz ehemmiyetli bir plânla, ayrý bir cephede, mütemerrid münafýklar tarafýndan bir hücum var. Çok ihtiyat ve dikkat ve sebat ve tesanüd lâzýmdýr ki, tâ onlarýn bu plâný da akîm kalsýn. Plân da budur:

 

"Risale-i Nur talebeleri içinde tesanüdü bozmak." Onsekiz seneden beri hakkýmýzda proðramlarý, has talebeleri bizden kaçýrmak, soðutmak idi. Bu plânlarý akîm kaldý. Þimdi tesanüdü bozmak ve bazý menfaatperest fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden, Risale-i Nur'un cereyanýna karþý rakib çýkarmak suretiyle intiþarýna zarar vermeye çalýþýyorlar.

 

Hem Ramazan Risalesi'nin âhirinde nefs-i emmareyi her nevi azabdan ziyade, açlýk ile temerrüdünü terkettiði gibi; þimdiki ehl-i nifakýn mütemerridane sefahetinin cezasý olarak umuma ve masumlara da gelen bu açlýk ve derd-i maiþet

 

Sh:»(K:266)

 

belasýndan ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur'un fakir þakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var. Madem þimdiye kadar ekseriyet-i mutlaka ile Risale-i Nur þakirdleri, Risale-i Nur hizmetini her belâya, her derde bir çare, bir ilâç bulmuþlar. Biz her gün hizmet derecesinde, maiþette kolaylýk, kalbde ferahlýk, sýkýntýlara geniþlik hissediyoruz, görüyoruz. Elbette bu dehþetli yeni belâlara, musibetlere karþý da, yine Risale-i Nur'un hizmetiyle mukabele etmemiz lâzýmdýr.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ediyoruz.

 

* * *

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ اْلقُرْآَنِ اَلَّذِىكَتَبْتُمُوهُ

 

(167)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn bir vech-i i'cazýný hârika kalemiyle gösteren ve mütemadiyen defter-i hasenatýna, o yazdýðý Kur'an'larý okuyanlarýn sevablarý yazýlan kýymetdar Hüsrev!

 

Bana gönderdiðin iki mübarek nüshadan birincisini size Hilmi Bey'le gönderdim. Bir hiss-i kablelvuku' ile, sen Isparta'dan ayrýlacaksýn diye ikisini birden bize göndermiþtin. Çok da iyi oldu. Þimdi Isparta Medreset-üz Zehra-i Ekber ve Medrese-i Nuriye-i Kübra olduðundan; bu kudsî eser orada, hususan þuhur-u selâse gelmek üzere bir zamanda lâzýmdýr. Ýnþâallah orada da, bizim gibi cüzleri ile taksim ile hatmeler okunacak.

 

Hilmi'nin kâðýdýnda þimdilik geri kaldý demiþtik. Fakat bir mânevi ihtar ile gönderildi. Baþta Aliler, Sabri, Rüþdü, Zühdü, Nuri, Ali, Re'fet, Tâhirî, Hacý Hâfýz, Ahmedler, Mehmedler, Mustafalara umumen selâm ve dua ederiz.

 

* * *

 

Sh:»(K:267)

 

(168)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu def'a Hâfýz Ali'nin mektubunda büyük bir beþâret hissettik ki, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýmýzý tab'edilecek esbab var.. maniler yok. Madem mübarek Hüsrev geldi; en birinci hak, bu mes'elede onundur. Ve madem iki Ali ve Tâhirî, Hâfýz Mustafa, hârika tesanüdleriyle ve þimdiye kadar bütün Risale-i Nur þâkirdlerini sevindiren ve ehl-i îmaný memnun ve minnetdar eden meydandaki hizmetleriyle ve kahraman Rüþdü'nün lâyetezelzel sadakatýyla, Hüsrev'le beraber bu büyük ve aðýr ve kýymetdar hizmet-i Kur'aniyeye kemal-i tesanüdle çalýþmak lâzýmdýr. Sakýn! dikkat ediniz.. Ýhtilaf-ý meþrebinizden ve zaîf damarlardan ve derd-i maiþet zaruretinizden ehl-i dalalet istifade edip, birbirinizi tenkid ettirmeye meydan vermeyiniz. Meþveret-i þer'iyye ile reylerinizi teþettütten muhafaza ediniz. Ýhlas Risalesi'nin düsturlarýný her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa az bir ihtilaf, bu vakitte Risale-i Nur'a büyük bir zarar verebilir. Hattâ sizden saklamam, iþte þimdi Feyzi de Emin de biliyorlar ki; mabeyninizde gayet ehemmiyetsiz bir tenkid, bize burada zarar veriyor gibi size, hiç bilmediðim halde, bu noktaya dair iki mektub yazdým ve ruhen çok endiþe ediyordum. "Acaba yeni bir taarruz mu var?" diye muzdarib idim.

 

Hem o zarardandýr ki, mübarek Hüsrev'in gelmesiyle yeni bir þevk ve sür'atle bize Hizb-i Nurî'nin arkasýna ilhak edilen münacat parçasý onbeþ gün te'hire uðradý. Onbeþ gün evvel bize geleceðini tahmin ediyordum. Ýnsan kusursuz olmaz ve rakibsiz de olmaz. Risale-i Nur'un kahraman þakirdleri her müþkilâta galebe ettikleri gibi; inþâallah bu ehemmiyetli ve dehþetli mevsimde yine galebe ederler. Safvet ve ihlâslarýný bozmayacaklar; ve hizmetlerine fütur getirmeyecekler. Siz, tedbir-i maddiyeyi benden daha iyi bilirsiniz. Fakat madem Hüsrev'le Rüþdü, Risale-i Nur'da çok ehemmiyetli rükünlerdir. Hem etraflarýnda Risale-i Nur'un çok ehemmiyetli þakirdleri var. Ve madem Hâfýz Ali, Tâhirî, Hâfýz Mustafa, Küçük Ali Risale-i Nur hizmetinde muvaffakýyetleriyle tam

 

Sh:»(K:268)

 

makbul olduklarý tahakkuk etmiþ. Bu iki cereyan baþtaki iki göz gibi olmalý. Tam bir tesanüd lâzým ki, bu aðýr defineye omuzlarý dayanabilsin.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ederiz.

 

* * *

 

Sava Medrese-i Nuriye'nin kýymetdar bir talebesi Marangoz Ahmed'in güzel ve hâlis manzumesi bizi memnun edip, Lâhika'ya girdi. Hususan Risale-i Nur'un sandalyesinden mâsumlarý inmedikleri ve "O nurlu sandalyada oturan, yangýnlar, tuðyanlardan kurtulur." diye sözleri güya tam Medreset-üz Zehra'nýn hakikî bir talebesi, istikbalden zamanýmýza gelmiþ bize teselli veriyor ve masum talebelerin çoðalmasýný müjde veriyor.

 

Risale-i Nur'un te'lifi baþýnda, baþkâtib Þamlý Hâfýz Tevfik'in haremi merhume Zehra, ben Barla'da iken, Þamlý Hâfýz Risale-i Nur'u yazmasýna çalýþmak için o merhume, Hâfýz'ýn bedeline belinde odun taþýmakla odun getiriyordu ve Hâfýz'ýn iþlerini görüyordu.. tâ nurlarý yazsýn. Biz de o merhumeyi o iyiliðine mukabil, Risale-i Nur'un vefat etmiþ has talebeleri içinde o vakitten beri duamýzda þerik ediyoruz, hem dua edeceðiz.

 

* * *

 

 

 

(169)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu defa beni çok mesrur eden ve þükre sevkeden ve bu sýralarda hâsýl olan endiþemi izale eden ve Isparta Vilâyeti manevî Medreset-üz Zehra olduðunu ve Isparta þakirdleri sebatta ve sadakatta her yere fâik olduklarýný gösteren, Risale-i Nur erkânlarýndan üç-dört mektub ve o mektubda isimleri bulunan has kardeþlerimin Risale-i Nur'a hizmet ve kalemleriyle bize yardým cihetinde bize gösterdikleri fedakârâne ulüvv-ü cenab, böyle bir zamanda ve böyle bir mevsimde gayet parlak bir inayet-i Rabbaniye olduðuna kanaatýmýz var.

 

Nur fabrikasýndaki Ali'ler ve Tahirî'nin istedikleri mu'cizeli Kur'ânýmýzla Ý'caz-ý Kur'an zeyilleriyle beraber Ýstanbul'da Hâfýz Emin'in yanýndadýr, okutturuyorlar ve yazdýrýyorlar. Ýsterseniz benim nüshamý Hâfýz Emin'den alýnýz, onun yerine

 

Sh:»(K:269)

 

güzelce zeyilli nüshanýzdan birisini veriniz, yanýnda kalsýn.

 

Kur'an'ýn son yazýlan nüshasýný da lüzum olduðu ve bilfiil Ýstanbul'a tab'etmek için geldiðiniz zaman Ýstanbul'a göndereceðim. Hüsrev'in uzun ve tesirli ve kýymetdâr mektubu ve Hâþiyesinde kahraman Rüþdü'nün küçücük mektubu ve pek çok alakadar olduðum ehemmiyetli kardeþlerimizin kalemleriyle bize yardýmlarý ve Risale-i Nur'la iþtigali her þeye tercih etmeleri ve Hüsrev'in de mütemadiyen geleliden beri çalýþmasý isbat ediyor ki; Isparta tamamýyla Risale-i Nur'a sahib olmuþ ve bir Said yerinde, bin Said'i bulmuþ. Cenâb-ý Hakk'a nihayetsiz þükür, sena ve hamd olsun. Mu'cizeli Kur'an'ýmýzýn matbaa ve teclid masrafý otuzbin liraya çýkmasý cihetiyle, bu azîm mes'ele þimdilik te'hir etmesine mecburiyet var. Re'fet Bey'in bizi hayrete düþüren hayretli ve garib mektubunun baþtaki kýsmý, Lâhika'ya medar-ý ibret olarak yazýyoruz. Ve bilhassa "Ene ve Zerre" namýndaki Otuzuncu Söz'ü her mü'minin ezber etmesi zarurîdir demesi; ve o eserin kýraetinden sonra Barla'da Abdurrahîm namýný kazanan ve "ya Rahîm ya Rahîm" zikrini bize iþittiren mübarek kedinin bir kardeþi olarak bir kedi, Ezan-ý Muhammedî'yi (A.S.M.) müþtakâne, insan gibi dinlemesi, bize de sizin kadar hayret ve sürur verdi. Ve Ezan-ý Muhammedî'yi (A.S.M.) tam zuhuruna iþaret müjdesi telakki ettik. Ve Kâtib Osman ve Mehmed Zühdü gibi hizmet-i Kur'aniyede eski ve ehemmiyetli ve kýymetdar Tenekeci Mehmed'in de rü'yasý ehemmiyetlidir. Allah hayretsin. Isparta için çok hayýrdýr, onun içinde ehemmiyetli bir müjdedir.

 

Re'fet kardeþimizin mektubu dört cihetle beni memnun etmiþ. Zaten eskiden beri Hüsrev, Re'fet, Rüþdü; hayalimde, tasavvurumda birleþmiþler. Cenab-ý Hakk'a þükür ki, onlardan ümid ettiðim kemal-i sadakat ve sebat devam ediyor.

 

Hem Hüsrev'in ve Hâfýz Ali'nin mektublarýnda isimleri bulunan sebatkâr kardeþlerime ve Kâtib Osman ve Mehmed Zühdü ve Isparta Hâfýz Ali'si ve Sav kahramanlarýna birer birer selâm ve dua ediyoruz. Þimdi bu mektubu yazarken, Risale-i Nur santralý Sabri'nin mektubunu Emin getirdi. Açtýk, yaðmursuzluk bahsine dair Risale-i Münacat'ýn kesretle yazýlmasý bereketiyle yaðmurun gelmesi ve rahmet-i Ýlahiyenin

 

Sh:»(K:270)

 

fakir fukaraya imdad eylemesini yazdýðýný gördük. Benim için ehemmiyetli bir mes'eleyi halletti.

 

Burada da yaðmura þedid ihtiyaç vardý. Yaðmur gelecek hiçbir alâmet hissetmiyorduk. Bu kaht zamanýnda yaðmursuzluk, fakir fukaraya çok aðýr gelmiþti. Ben üç defa namazdan sonra, masum fukaralarý ve aç kalan hayvanlarý ve Risale-i Nur'u þefaatçi yapýp dua ettik. Birden ayný gece, me'mulümüzün fevkinde, duanýn tam kabulünü gördük. Ben hayretle, bu cüz'î duamýz, bu küllî mes'eleye ne derece dahli olduðunu bilemedim. Dedim: "Her halde çok mühim dualara, duamýz da binden bir hissesi olmuþ."

 

Þimdi tahakkuk etti ki; Isparta nuranîleri, nurlu manevî dualarý, bizi de o rahmetten hissedar eyledi. Hattâ o duama arkamdan âmîn diyenlerden Feyzi'ye, bu

 

 

 

mânayý, bu hayretimi de ona þimdi söyledim. Evvelce söyleseydim, onun hüsn-ü zannýný ta'dil edemeyecektim. Çünki o, üstadýna en büyük hisse veriyor.

 

Sabri'nin mektubunda, Sýddýk Süleyman ve Barla'daki kardeþlerimizin selâmlarý ve eski alâkalarýný tam muhafaza eylemeleri, Barla'daki hayatýmý tahassürle hatýrlattýrdý. Ben de onlara çok selâm ederim.

 

Mübarek Hüsrev mektubunda, has kardeþlerimizden Re'fet, Rüþdü, Kâtib Osman, Osman Nuri, Âtýf ve Feyzi'nin bir yâdigâr-ý tahattur olarak birer nüsha yazýlarýný bizlere hediye edilmelerini yazýyor. Cenab-ý Hak onlara, yazdýklarý herbir harfe mukabil bin rahmet eylesin âmîn.

 

Bu havalide çok raðbet bulan Ýhtiyarlar Risalesi olan Yirmialtýncý Lem'a daiçinde bulunsa idi çok iyi olurdu. Baþta Nur ve Gül fabrikalarý hey'eti, Mübarekler,Lütfi varisleri Medrese-i Nuriye, Mâsumlar ve Ümmîler hey'etleri ve sairkardeþlerimize birer birer selam ediyoruz. Nur fabrikasý sahibi Hâfýz Ali'nin sualinekarþý deriz: (Salat-ý Münciyede) (Selâm ve Âl) ilave edilebilir. Ben bazen ilaveediyorum.

 

Kardeþiniz Said Nursî

 

 

 

* * *

 

sh:(K:271)

 

Azîz,

 

Sýddýk Kardeþlerim!

 

(170)

 

Her vakit ihtiyat iyidir. Hazret-i Ýmam-ý Ali (Radýyallahü Anhü) de bize ihtiyatý tavsiye ediyor. Þimdi þark tarafýnda yeni bir hâdise: Bir þeyh tarafýndan, kendi müridleri ve halifeleri vasýtasýyla din lehinde, eskiden beri meþhur olmuþ Þeyh Ahmed nâmýnda türbedâr-ý Nebevî tarafýndan vasiyetname-i Peygamberî (A.S.M.) namýnda bir eser, o havalide gezmiþ, intiþar etmiþ. Oralarda çalýþan kahraman Salahaddin'i bir derece ihtiyata sevkedip, bütün siyasetlerin fevkinde ve siyasetlere tenezzül etmeyen Risale-i Nur cereyaný, öyle siyasete temas edebilen cereyanlarla iþtirâki görünmemek için, daha ziyade ihtiyat ve tevakkufa mecbur olmuþ. Bugün, beþ ay Ankara'ya bir vazife ile gitmek için buraya geldi. Bir hafiye onu takib edip o da arkasýndan girdi. Ben o casusa, Salahaddin kalktýktan sonra -dedim ki: ''Risale-i Nur ve ondan tam ders alan biz þakirdleri, deðil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karþý da Risale-i Nur'u alet edemeyiz ve þimdiye kadar da etmemiþiz. Biz, ehl-i dünyanýn dünyalarýna karýþmýyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.''

 

Evvelâ: Kur'an bizi siyasetten men'etmiþ; tâ ki elmas

 

 

 

gibi hakikatlarý, ehl-i dünyanýn nazarýnda cam parçalarýna inmesin.

 

Sâniyen: Þefkat, vicdan, hakikat, bizi siyasetten men'ediyor. Çünki tokada müstehak dinsiz münafýklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi-sekiz mâsum, bîçare, çoluk-çocuk, zaîf, hasta, ihtiyarlar var. Belâ ve musibet gelse, o sekiz mâsumlar o belâya düþecekler. Belki o iki münafýk dinsiz, daha az zarar görecek. Onun için, siyaset yoluyla, idare ve âsâyiþi ihlâl tarzýnda neticenin husûlü de meþkuk olduðu halde girmek, Risale-i Nur'un mahiyetindeki þefkat, merhamet, hak, hakikat þakirdlerini men'etmiþ.

 

Sâlisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet ne þekilde olursa olsun, Risale-i Nur'a eþedd-i ihtiyaçla muhtaçtýrlar. Deðil korkmak veyahut adavet etmek, en dinsizleri de onun dindârâne, hakperestâne düsturlarýna tarafdar olmak gerektir. Meðer ki, bütün bütün millete, vatana,

 

sh:»(K:272)

 

hâkimiyet-i Ýslâmiyeye hýyanet ola.

 

Çünki bu millet ve vatan, hayat-ý içtimaiyesi ve siyasiyesi anarþilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beþ esas lâzým ve zarurîdir: Birincisi; merhamet.. ikincisi, hürmet.. üçüncüsü, emniyet.. dördüncüsü, haram ve helâlý bilip haramdan çekilmek.. beþincisi, serseriliði býrakýp itâat etmektir. Ýþte Risale-i Nur hayat-ý içtimaiyeye baktýðý vakit, bu beþ esasý te'min edip,hemen asayiþin temel taþýný tesbit ve temin eder. Risale-i Nur'a iliþenler kat'iyyen bilsinler ki; onlarýn iliþmesi, anarþilik hesabýna vatan ve millete ve asayiþe düþmanlýktýr. Ýþte bunun hülâsasýný o casusa söyledim. Dedim ki:

 

Seni gönderenlere böyle söyle:

 

Hem de ki "Onsekiz senedir bir def'a kendi istirahatý için hükûmete müracaat etmeyen ve yirmibir aydýr dünyayý herc ü merc eden harblerden hiçbir haber almayan ve çok mühim makamlarda çok mühim adamlarýn dostane temaslarýný istiðna edip kabul etmeyen bir adama, ondan korkup, tevehhüm edip, dünyanýza karýþmak ihtimaliyle evhama düþüp tarassutlarla

 

sýkýntý vermekte hangi mana var? Hangi maslahat var? Hangi kanun var? Divaneler de bilirler ki, ona iliþmek divaneliktir" dedik.

 

O casus da kalktý gitti.

 

Umum kardeþlerimize, hususan erkânlara ve matbaacýlara, hususan Hizb-i Nuriye'nin naþirleri olan Hâfýz Ali, kahraman Tahirî ve Hâfýz Mustafa ve rüfekalarýna birer birer selâm ediyoruz.

 

Said Nursi

 

 

 

* * *

 

/171)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim!

 

Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür ediyorum ki, bu acib zamanda sizin gibi hâlis, muhlis, mahviyetli, fedakâr kardeþleri bize ihsan eylemiþ.

 

Bu def'a Hüsrev'in, Hâfýz Ali'nin, Hâfýz Mustafa'nýn, Küçük Ali'nin birbirine hitaben yazdýklarý dört mektublarýný okudum. En derin kalbimde bir sürur, bir hiss-i þükran, bir memnuniyet

 

sh»(K:273)

 

hissettim. Bu çok kýymetdar kardeþlerimin ne derece âlîhimmet ve yüksek ruhlu, Risale-i Nur hizmetinde ne derece fedakâr olduklarýný anladým. Ve Risale-i Nur böyle kuvvetli ve hâlis ellere tevdi edildiðinden, bize kat'î kanaat verdi ki; Risale-i Nur maðlub olmayacak. Bu kuvvetli tesanüd, onu daima yaþattýrýp parlattýracak.

 

Evet, kardeþlerim! Sizler, ihlas sýrrýný tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ý tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir hârikadýr. Hâfýz Ali'nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazuu içinde ihlasý ve fena fi-l ihvan düsturunu muhafaza etmesi; ve Hüsrev'in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç býrakmayacak bir derecede tedbir ve dirayeti ve Hâfýz Ali gibi yüksek ihlasý ve mahviyeti; Hâfýz Mustafa'nýn hizmet-i nuriyede büyük iktidarý içinde kuvvetli bir sadakatý ve fedakârane teslimiyeti; ve hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Hâfýz Ali mânâsýný taþýyan büyük ruhlu Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dünyada herþeye tercihan hayatýnýn en büyük maksadý

 

 

 

yapmasý ve sebeb-i ihtilafa karþý kuvvetli mukavemeti bulunduðunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.

 

Ayný sistemde, mes'elede alâkadar kahraman Tâhirî ve kahraman Rüþdü'nün dahi ayný hakikatta ve ayný ahlâkta bulunduklarýný hiç þübhe etmiyoruz. Bu altý rüknün, bu muvakkat sarsýntýdan, hakikî bir tesanüdle birbirine el-ele, omuz-omuza, baþ-baþa vermesi, altýyüz belki altýbin kýymet-i mâneviyeyi alýyor.. diye, Cenâb-ý Hakk'a Risale-i Nur hesabýna hadsiz þükür ediyoruz ve sizi de tebrik ediyoruz. Isparta içindeki has ve hâlis kardeþlerimizden, bu âhir mektublarda; Mehmed Zühdü, Isparta Hâfýz Ali'sinden haber alamadýðýmdan merak ettim. Rahatsýz deðiller mi?

 

Sandýklý tarafýnda, kemal-i þevk ile ve ciddiyetle faaliyette bulunan Hasan Âtýf kardeþimizin bir mektubundan anladým ki; orada perde altýnda faaliyetini durdurmak için, bazý hocalar, bir kýsým tarîkata mensub adamlarý vasýta edip fütur veriyorlar. Halbuki mesleðimiz, müsbet hareket etmektir. Deðil mübareze, belki baþkalarý düþünmeye de mesleðimiz müsaade etmiyor.

 

Hem müþterileri de aramaða mecbur deðiliz, müþteriler yalvarmalý. O kardeþimiz, hakikaten hâlis ve tam sadýk. Kalemi

 

sh:»(K:274)

 

gibi, kalbi, ruhu da güzel. Fakat birden herþeyi mükemmel ister, onun için biraz sýkýntý çeker. Mümkün olduðu kadar hem ihtiyat etsin, hem de mübtedi' hocalara mübareze kapýsýný açmasýn. Ýnþâallah Cenâb-ý Hak onu muvaffak eder.

 

O mýntýkada kendi gibi hâlis rükünleri bulur, belki de bulmuþ.

 

Biz baþta onu ve onun etrafýndaki Risale-i Nur þakirdlerini tebrik ediyoruz. Onlarýn az hizmetlerine çok nazarýyla bakýyoruz. Ben buradan onlarla muhabere ve müþavere edemediðimden; sizler benim bedelime, o kardeþlerimize hem selâmýmýzý, hem manevî kazançlarýmýza haslar dairesinde, Âtýf'ýn sadýk rüfekasý ünvaný altýnda dâhildirler. Her sabah yanýmýzda manen bulunuyorlar.

 

Umum kardeþlerimize birer selam ve muvaffakaiyetlerimedua ediyoruz.

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

(172)

 

Aziz Sýddýk Müteyakkýz Samimi, Müttehid, Mübarek, Kardeþlerim:

 

Ben de sizi tebrik ediyorum ki, þeytan-ý cinnî ve insînin desiselerini akîm býraktýnýz. Cenâb-ý Hak sizi bu hizmet-i nuriyede daima muvaffak eylesin, âmîn. Ve sizden ebeden râzý olsun, âmîn.

 

Eskide bir zaman Barla'da, bütün tarîkatlarýn þecere-i külliyesini tanzim ve istinsah etmek için Hâfýz Ali ile Hüsrev o vakit o iþde bulundular, çalýþtýlar. Tâ o vakitte bu iki zât, ileride Risale-i Nur'a ehemmiyetli hizmette bulunacaklarýný ve baþta iki göz gibi, iki bakar bir görür, diye kuvvetli bir temenni ile ümid etmiþtim. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki; o ümidim, o zamandan beri tahakkuk etti ve ediyor ve þimdi tam oldu.

 

Kardeþlerim! Sizde vuku' bulan küçücük kusurlarý

 

sh:»(K:275)

 

çok i'zam etmeyiniz. Yalnýz ben deðil, belki zannediyorum ki hakikata muttali' olan herkes tasdik eder ki; Isparta ve havalisindeki Risale-i Nur þakirdlerinde fevkalâde bir sadakat ve sebat ve uhuvvet ve ihlâs ve kahramanlýk var ki; bu acib zamanda binler esbab-ý fesad ve ifsad içinde vahdetlerini ve ittifaklarýný ve hizmette ciddiyetlerini muhafaza ediyorlar.

 

Bu kadar fýrtýnalý hâdiseler içinde, Risale-i Nur'u muattal býrakmadýnýz, söndürmediniz; belki öyle parlattýrdýnýz ki bizi de ýþýklandýrýp gayrete getirdiniz. Ve bilhassa bahar mevsiminde, umumî gaflette ve derd-i maiþetin verdiði dehþetli belâ içinde böyle kemal-i þevk ve gayretle Risale-i Nur'a çalýþmak, hakikaten bir inâyet-i Ýlahiyedir. Sizleri bütün ruhumuzla tebrik ediyoruz. Ve kalemlerini bizim hesabýmýza çalýþtýrmaya karar veren altý müttehid kahraman, bir ruh altý cesed ve altý Yeni Said yerinde ve yirmibir kardeþimi yirmibir Abdurrahman ve Abdülmecid yerinde kabûl ediyorum. Cenaâb-ý Hak o kalemlerin siyah nur olan mürekkeplerini, hadîs-i sahîhin nassýyla, herbir dirhemini yüz dirhem þehid kaný kýymetinde yevm-i haþir ve mizanda defter-i hasenatlarýna ilâve eylesin, âmîn.

 

Nakkaþ Mehmed ve Âsým'ýn vârisi Babacan, hem hayatta hem Risale-i Nur hizmetinde bulunmalarý beni mesrûr eyledi.

 

* * *

 

(173)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Merhum Mehmed Zühdü'nün vefatý, hakikaten Risale-i Nur cihetinde büyük bir zayiattýr. Fakat Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki; o mübarek zat, az bir zamanda Risale-i Nur'a pek çok hizmet eylemiþ. Kýrk-elli sene vazife-i nuriyesini, sekiz-on senede tamamýyla yapmýþ. Ve manen içimizde, dairemizde o fevkalâde hizmetiyle, parlak bir surette yaþýyor. Hasenat cihetinde ölmemiþ, daima defter-i a'maline, daha kesretli hasenat yazýlýyor.

 

Hattâ ben de eskide sarih ismiyle birkaç defa, Risale-i Nur talebesi ünvanýyla yüzer def'a onu ve onu Risale-i Nur'a

 

sh»(K:276)

 

veren merhum pederini manevî kazançlarýma þerik ettiðim gibi; þimdi sarih ismiyle bazý gün elli def'aya yakýn hissedar oluyor. Demek onun hayat kazancý ziyadeleþmiþ. Cenab-ý Hak onun akaribine sabr-ý cemîl ve ona maðfiret-i kâmile ihsan eylesin, âmîn.

 

O mübarek kalemini bize vermiþti; ben de onu, hem Abdurrahman, hem Abdülmecid yerinde kabûl etmiþtim. Onu vefat etmemiþ gibi, daima kalemi iþler hükmünde kabul ediyoruz. Ýkiyüze yakýn masumlarý hanesinde Kur'an'ý ve Risale-i Nur'u ders veren o mübarek zât, aynen Abdurrahman gibi az bir zamanda uzun bir ömrün vazifesini çabuk görmüþ, bitirmiþ gitmiþ. Kardeþimiz Kâtib Osman'ýn onun hakkýnda yazdýðý parlak fýkra, Lâhika'ya girdi. Hakikaten o zât, o fýkraya lâyýktýr. Ýnþâallah Isparta'da o sistemde çoklar daha çýkacak. Bu acýyý unutturacak. Benim tarafýmdan onun vâlidesini ve çocuklarýný ta'ziye ediniz.

 

Risale-i Nur'un gayet ehemmiyetli bir þakirdi olan Hulusi Bey'in ehemmiyetli mektubunu gördüm. Elhak o kardeþimiz birinciliðini daima muhafaza ediyor. Ben onu daima kalem elinde, Risale-i Nur'un iþi baþýnda biliyorum.

 

 

 

 

 

Hem bütün muhaberelerimde birinci safta muhatabdýr. Onun suallerine yazýlan Mektubat Risaleleri ve onun yazdýðý samimî mektublarý, onun yerinde pek çok insanlarý Risale-i

 

 

 

Nur dairesine celbetmiþ ve ediyor. O dediði gibi, bizden uzak deðil. Her gün, çok def'a beraberiz. Muhaberemiz hiç kesilmemiþ. Sizlerle konuþtuðum vakit Hulûsi'yi içinde buluyorum. Sabri, nasýl onun hesabýyla benimle konuþuyor; benim bedelime de onunla konuþsun.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ederiz.

 

* * *

 

sh»(K:277)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(174)

 

 

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizin çok mübarek ve çok faideli olan nuranî hediyelerinizi ve elmas kalemlerinizin yâdigârlarýný aldýk. Cenâb-ý Hak onlarý yazan o kalem sahiblerine, herbir harfine mukabil on rahmet eylesin, âmin. Bu nurlu Ýhtiyar Risalelerinin bir nevi kerameti þudur ki: Emanet kapýya gelirken, sekiz seneden beri yalnýz iki defa yanýma gelen buranýn ihtiyar müftüsü, belediye reisi ile hilâf-ý me'mul bir surette gelmeleri ânýnda, Emin de emaneti kapýya getirmesi; hem ayný günde, Ýhtiyarlar emaneti geldiði vakit, bu þehirde, Risale-i Nur'un ümmî ihtiyarlarýn baþýnda iki gayet ihtiyar zât, ayrý ayrý yerden, her ikisi ellerinde birer parça yoðurt teberrük getirmeleri; ve ayný günde Isparta kahramanlarýnýn bir mümessili ve yanýmýza yalnýz üç defa gelen Hilmi Bey, bir günlük mesafeden gelirken, hilaf-ý me'mul olarak emanet ellerimizde iken, güya hediyenin seyrine gelmiþ gibi girmesi; hem ayný vakitte, bir-iki keramet-i nuriyeye medar Hayri isminde bir þakird ve Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir þakirdi ve Daday kasabasýndan gelen Fuad ile beraber girmeleri ile, elimizdeki emanetlerden, Ýstanbul'da okutmak için üç nüshayý Fuad'ýn almasý; elbette tesadüfî ve ittifakî deðil, belki bu Ýhtiyarlar emanetine bir hüsn-ü istikbaldir ve bu havalide hüsn-ü te'sirine bir iþarettir.

 

Kardeþlerim! Erkân-ý sitteden iki Ali ile Tâhirî ve Hâfýz Mustafa, bu iki-üç senede ve bilhassa bu havalide bana yardýmlarý ve fütuhatlarý, ya fevkalâde ihlâslarýndan veya yüksek iktidar ve faaliyetlerinden o derecededir ki; bu vilayette Risale-i Nur þakirdlerini ebeden minnetdar edip, Risale-i Nur'u dahi

 

 

 

buralarda ebeden yerleþtirdiler. Cenâb-ý Hak, onlardan ve sizlerden ebeden râzý olsun, âmin.

 

Kalemlerini, ümmiliðime yardým veren Medrese-i Nuriye'nin üstadý Hacý Hâfýz ve mahdumu ve iki kardeþ Mustafa ve

 

sh»(K:278)

 

Sâlih ve iki kardeþ Ahmed ve Süleyman ve beþ kardeþ beraber talebe olup, üçü bize yardým etmeleri; ve Babacan da Âsým'ýn ruhunu þâd edip, o sistemde yardýmýmýza koþmasý; ve Zekâi de Lütfü'nün ruhunu mesrur edip, eski Zekâi gibi vazifesine sarýlmasý ve Marangoz Ahmed ve Kâtib Osman ve Mehmed affallahu Zühdü ve Nuri ve Tenekeci Mehmed gibi, eski kýymetdar hizmetleriyle Isparta'yý nurlandýran diðerleri gibi, Kastamonu'nun tenvirine de koþmalarý; ve þimdi tanýdýðým Mustafa ve Mustafa ve Mustafa ve Eyyüb, kalemleriyle, eski dost gibi ümmiliðime yardým etmeleri; elbette þübhesiz فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ müjdesini tam tasdik ederler.

 

* * *

 

(175)

 

Azîz, Sýddýk, Mücahid Kardeþlerim!

 

Hasan Âtýf ve sadýk rüfekasý!

 

Evvelâ: Bu þuhur-u selâse-i mübarekenizi tebrik ediyoruz. Sizin kalemlerinizin yâdigârlarý ve Risale-i Nur'dan ayrýlmamak ve sebat etmek senedleri olan yazýlarýnýzý ve dininizi dünyanýn çok fevkinde tutmanýza iþaret veren dünya sureti üstündeki çizgilerinizi ve îman hizmetinde daima sebat etmenize vesikalar hükmündeki imzalarýnýzý kemal-i memnuniyetle aldýk, kabûl ettik. Cenâb-ý Hak sizlere, hazine-i rahmetinden onlarýn hurufatý adedince defter-i a'mâlinize haseneler yazsýn, âmin.

 

Aziz kardeþlerim! Bu def'a yazýlarýnýzda Ýhlâs Risalelerini gördüðüm için, sizi o gibi risalelerin dersine havale edip, ziyade bir derse ihtiyaç görmedim. Yalnýz bunu ihtar ediyorum ki: Mesleðimiz, sýrr-ý ihlasa dayanýp, hakaik-i îmaniye olduðu için; hayat-ý dünyaya, hayat-ý içtimaiyeye mecbur olmadan karýþmamak

 

 

 

ve rekabet ve tarafgirliðe ve mübarezeye sevkeden hâlâttan tecerrüd etmeðe mesleðimiz itibariyle mecburuz. Binler teessüf ki; þimdi müdhiþ yýlanlarýn hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ýsýrmasý gibi cüz'î kusuratý bahane ederek birbirini tenkidle yýlanlarýn ve zýndýk

 

sh»(K:279)

 

münafýklarýn tahribatlarýna ve kendilerini onlarýn eliyle öldürmesine yardým ediyorlar.

 

Gayet muhlis kardeþimiz Hasan Âtýf'ýn mektubunda, bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur'a zarar verecek bir vaziyette bulunmuþ. Benim gibi binler kusurlarý bulunan bir bîçârenin, ehemmiyetli iki mazeretine binaen, bir sünneti (sakal) terkettiðim bahanesiyle þahsýmý çürütüp, Risale-i Nur'a iliþmek istemiþ.

 

Evvelâ: Hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur'un bir hizmetkârýyým ve o dükkânýn bir dellâlýyým. O ise (Risale-i Nur), Arþ-ý A'zam'la baðlý olan Kur'an-ý Azîmüþþan ile baðlanmýþ bir hakikî tefsiridir. Benim þahsýmdaki kusurat, ona sirayet edemez. Benim yýrtýk dellâllýk elbisem, onun bâki elmaslarýnýn kýymetini tenzil edemez.

 

Sâniyen: O vâiz ve âlim zâta benim tarafýmdan selâm söyleyiniz. Benim þahsýma olan tenkidini, itirazýný baþým üstüne kâbul ediyorum. Sizler de, o zâtý ve onun gibileri münakaþa ve münazaraya sevketmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de beddua ile de mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem îmaný var, o noktada kardeþimizdir. Bize düþmanlýk da etse, mesleðimizce mukabele edemeyiz. Çünki daha müdhiþ düþman ve yýlanlar var.

 

Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ýþýðýyla okþar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduðu kadar, وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرّوُا كِرَامًا düsturunu rehber ediniz.

 

Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risale-i Nur'a girmiþ ve yazýsýyla da iþtirâk etmiþ, o daire içindedir.

 

 

 

Onun fikren bir yanlýþý varsa da afvediniz. Biz, deðil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarîkata mensub müslümanlar, þimdi bu acib zamanda, îmaný bulunan ve hattâ fýrak-ý dâlleden bile olsa onlarla uðraþmamak; ve Allah'ý tanýyan ve âhireti tasdik eden, hristiyan bile olsa, onlarla medar-ý niza'noktalarý medar-ý münakaþa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleðimiz, hem

 

sh»)K:280)

 

kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur'un Âlem-i Ýslâm'da intiþarýna karþý, hayat-ý içtimaiye ve siyasiye cihetinde maniler çýkmamak için, Risale-i Nur þakirdleri musalahakârâne vaziyeti almaða mükelleftirler. Sakýn hocalarýn Cuma ve cemaatlerine iliþmeyiniz. Ýþtirâk etmeseniz de, iþtirak edenleri tenkid etmeyiniz. Gerçi Ýmam-ý Rabbanî demiþ ki: "Bid'a olan yerlere girmeyiniz." Maksadý, sevabý olmaz demektir; yoksa, namaz battal olur deðil. Çünki selef-i sâlihînden bir kýsmý, Yezid ve Velid gibi þahýslarýn arkasýnda namaz kýlmýþlar. Eðer mescide gidip gelmekte kebaire mâruz kalýrsa, halvethanesinde bulunmasý lâzýmdýr.

 

Sâlisen: Hasan Âtýf'ýn mektubunda, cesur ve sebatkâr zâtlardan -ki efeler tabir ediyor- bahis var. Biz o cesur ve sebatkâr yeni kardeþlerimizi ruh u canla kabûl ediyoruz. Fakat Risale-i Nur dairesine girenler, þahsî cesaretlerini kýymetleþtirmek için, sarsýlmaz bir sebat ve metanete ve ihvanlarýnýn tesanüdüne cidden çalýþmaða sarfedip, o cam parçasý hükmünde þahsî cesaretini, hakikatperestlik sýddýkýyetindeki fedakârlýk elmas'ýna çevirmek gerektir.

 

Evet mesleðimizde ihlâs-ý tâmmeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle þimdiye kadar çok vukuat var ki; öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuþ. Âdi bir adam ve yirmi-otuz yaþýnda iken, altmýþ-yetmiþ yaþýndaki velilere tefevvuk etmiþler var.

 

Hem bir adam, kendi baþýna cesareti güzel de olsa, bir cemaat-ý mütesanideye girdikten sonra, onlarýn istirahatýný ve sarsýlmamalarýný muhafaza etmek için, o þahsî cesareti istimâl

 

 

 

edemez. سِيرُوا عَلَى سَيْرِ اَضْعَفِكُمْ hadîs-i þerifinin sýrrýyla hareket etmek, hem þimdilik bu müþevveþ vaziyetlerde çok zararlý hem hocalarý, hem ehl-i siyaseti Risale-i Nur'a karþý cephe almaða ve tecavüz etmeye sebebiyet veren þapka ve ezan mes'eleleri ve deccal ve süfyan ünvanlarý, Risale-i Nur þakirdleri yabanilere karþý lüzumsuz medar-ý bahs ve münazaa edilmemek lâzýmdýr ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vâcibdir. Hattâ sizde cüz'î bir ih

 

sh»(K:281)

 

tiyatsýzlýk, buraya kadar bize tesir ediyor. Risale-i Nur bir daire deðil, mütedâhil daireler gibi tabakatý var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naþirler ve talebeler ve tarafdarlar gibi tabakatý var. Erkân dairesine liyakatý olmayan, Risale-i Nur'a muhalif cereyana tarafdar olmamak þartýyla daire haricine atýlmaz. Haslarýn hasiyeti bulunmayan, zýd bir mesleðe girmemek þartýyla talebe olabilir. Bid'a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak þartýyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düþman sýnýfýna iltihak etmemek için dýþarýya atmayýnýz. Fakat Risale-i Nur'un erkânlarýnda ve sahiblerindeki esrar ve nazik tedbirlere, onlarý teþrik etmemek gerektir.

 

* * *

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

(176)

 

Bu iki günde iki küçük hâdiseler, dört-beþ mes'eleleri tahattur ettirdi:

 

Birincisi: Salahaddin Ankara'dan yazýyor ki, tarîkat aleyhinde tecavüze baþlamýþlar. Hem Ankara'da, hem þarkta o mes'elede tevkifat varmýþ. Risale-i Nur þakirdleri her tarafta inayet-i Rabbaniye altýnda mahfuz kalýyorlar. Onlarýn kuvvetli ihlasý ve tesanüdleri ve ihtiyatlarý, o inayeti haklarýnda devam ettiriyor.

 

Ýkincisi: Bugünlerde herkes sýkýntýdan þekva ediyor. Âdeta manevî havanýn bozukluðundan, maddî ve umumî bir sýkýntý hastalýðýný vermiþ. Hattâ bana da bir gün sirayet etti.

 

 

 

Bizim her derdimize ilâç olan Risale-i Nur ile meþgul olanlarda, o sýkýntý hastalýðý ya yok veya pek azdýr.

 

Üçüncüsü: Merhum Mehmed Zühdü'nün vefatý, Risale-i Nur'un hizmeti noktasýnda bizi çok müteessir etti. Fakat birden, geçen sene Hâfýz Mehmed'in bütün müsadere edilen risalelerini, on gün zarfýnda köyündeki Risale-i Nur þakirdleri tarafýndan yazýp ona vermek, çok merdane taahhüdleri hâtýrýma geldi ve anladým ki; arslanlar yataðý olan Isparta ve havalisi, Mehmed Zühdü'nün hizmetini muzaaf bir surette yapacaklar ve o boþluðu dolduracaklar.

 

sh»(K:282)

 

Dördüncüsü: Lâhika'ya giren Isparta'lý kardeþlerimizin mektublarýnýn bazýlarýnda, üstadlarý hakkýnda ifrat ile tavsifat gördüm. Kendime baktým, o vasýflardan zekâtý da bana düþmüyor, benim hakkým deðil. Dedim: "Acaba bu hakikatperest kardeþlerim çok ikazatýmla beraber, bu hüsn-ü zan ifratýnda hem devamlarýnda faideleri nedir?" Kalbe ihtar edildi ki: "Onlar ve memleketleri Isparta havalisi, onlarýn en büyük hüsn-ü zanlarý derecesinde hüsn-ü zanlarýnýn yümnünü gördükleri için, Beþkazalý Osman-ý Hâlidî ve Topal Þükrü gibi ehl-i velayete iktidaen, o nokta-i nazardan ifrat etmemiþler, bir hakikat görmüþler. Fakat nasýl keþfiyat te'vile ve rü'yalar tabire muhtaçtýr; husûsî hükümler tâmim edilse, bir cihette hata görünür.

 

Öyle de onlar, Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsinin kendilerine ve memleketlerine ettiði faideyi, o þahs-ý mânevînin mümessillerinden birisi olan üstad dedikleri bu kardeþlerine verip, o memleket hâdisesini umumî bir hâdise nazarýyla bakýp tâmim ederek, müfritâne bir hüsn-ü zan suretinde göründü."

 

Beþincisi: Hatýra geldi ki, Risale-i Nur'un eczalarý çoktur. Herkes muhtaç olduðu halde bütününü elde edemez. Birden "Hüccetullah-ül Baliga" Mecmuasý, hâtýra cevab olarak geldi.

 

Evet Risale-i Nur'dan kesretli mecmualar çýkar ki, herbiri küçük fakat kuvvetli Risale-i Nur olur. Her muhtacýn eline

 

 

 

geçebilir. Bu münasebetle, Yirmibeþinci Söz'ün zeyillerini düþündüm. Þimdi benim yanýmda dört-beþ nüsha var, zeyilsizdirler. Mübareklerin bu de'fa gönderdikleri nüshanýn zeylinde Rumuzat-ý Semaniye fihristesinden noksan alýnmýþ Sûre-i اِذَا جَآءَ نَصْرُ اللَّهِ ve اِنَّآ اَعْطَيْنَا daki onüç elif, parmak ile ve Fatiha'da onüç el ile iþaretleri ve اِنَّا اَنْزَلْنَا iþareti gibi ehemmiyetli parçalar yoktur. Dünkü gün اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ âyetine dair Yirmidokuzuncu Mektub'un âhirinde, seyahat-ý hayaliye ve seyr-i kalbî risaleciðini okudum. Ve Birinci Þua'da bu âyet, Risale-i Nur'a iþaretini tahattur ettim. Dedim: Bu iki nükte-i Nuriye ve

 

sh»(K:283)

 

تَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَاتَغْرُبُ فِى عَيْنٍ حَمِئَةٍ hüccet, nükte ve hâþiyesiyle beraber Mu'cize-i Kur'aniye zeyilleri içine girse münasib olur. Siz dahi münasib görseniz yazýlsýn. Ý'câz-ý Kur'an nüktelerine ait mühim parça bulsanýz ilâve edebilirsiniz.

 

Altýncýsý: Seksen küsur sene mânevî ve bâki bir ömrü kazandýrmak sýrrýný taþýyan þuhur-u selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. Ýki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniþ fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli îman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kýsým þakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliðin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim. Hak verdim.

 

Bu mektubdaki beþ-altý mes'eleyi yazarken, Nur fabrikasý sahibi Hâfýz Ali'nin mektubuyla, ihlasta ve çalýþmakta ve ince düþünmekte mümtaz Hasan Âtýf'ýn mektubunu aldýk. Hâfýz Ali'nin mektubunda, Risale-i Nur þakirdlerinde sýrr-ý ihlâsýn ne derece yüksek bir terk-i enaniyet ve hazz-ý nefsîden teberri etmek gibi, ihlasýn en yüksek seciyeleri Risale-i Nur þakirdlerinde tezahür ediyor diye bir delil oldu.

 

Ezcümle, Hâfýz Ali diyor ki: Hüsrev kardeþimiz kendi kalemiyle yazýlan "Mu'cizatlý Kur'an'ý fotoðrafla tab'ýna tarafdar olmamasý ve demir harflerle müsaade oluncaya kadar beklemeye tarafdar olmasý, onun fevkalâde ihlasýna ve nefsin huzuzatýndan teberrisine kat'î delildir. Çünki fotoðrafla tab'edilse, onun kendi hattý olduðu için, binler Kur'an nüshalarýný kendi eliyle yazmýþ gibi Âlem-i Ýslâm'ýn manevî nazarýnda ve uhrevî sevab cihetinde büyük ve masumâne ve zararsýz bir makamý terkedip ihlâsýn sýrrý için hazzýný unutarak, demir harflere tarafdar olmuþ. Ve gösterdiði yanlýþlar düþmek sebebi ise, demir harflerde üç defa tab'a girmek noktasýnda dahi o yanlýþlar bulunabilir.

 

sh»(K:284)

 

Elhâsýl: Hâfýz Ali'nin ihlâsýndan gelen ifadesi ve Hüsrev'i fevkalâde ihlâs noktasýnda takdir etmesi; ve Hüsrev de gayet büyük ve bâki bir hissesini býrakýp benim eskiden beri tekrar ettiðim bir dâvâm ki; "Risale-i Nur'un hakikî þakirdleri hizmet-i îmaniyeyi herþeyin fevkinde görür, kutbiyet de verilse ihlâs için hizmetkârlýðý tercih eder" beni o dâvâda bilfiil tasdik etmesi cihetinden, bütün kuvvetimizle bu gibi kardeþlerimizi tebrik ediyoruz.

 

Kardeþimiz Hasan Âtýf'ýn mektubundan anladýk ki, hakikaten tam çalýþýyor. Kendi tâbiriyle, Risale-i Nur'un mücahidlerinin ve efelerinin kalem yâdigârlarýný bize hediye olarak irsâl ettiðine mukabil, deriz: Cenab-ý Hak ebeden onlardan razý olsun. Ve daha çok manidar yazdýðý cümleler içinde, bir parça ehl-i bid'aya þiddet gördüm. Zaman, zemin, Risale-i Nur'un müsbet mesleði, ehl-i bid'a ile deðil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meþgul olmaða müsaade etmez. Ýhtiyat her vakit lâzým. O hâlis kardeþimiz, inþâallah oralarda kendi gibi çok hâlis þakirdleri yetiþtirecek. Biz buradaki duamýzda, Âtýf'la beraber oradaki bütün rüfekalarýný teþrik ediyoruz. Ben bizzât onlarla muhabere etmek istiyorum, fakat madem Isparta o vazifeyi daha mükemmel yapýyor. O vazifeyi onlara býrakýyorum.

 

Hâfýz Ali'nin mektubunun âhirinde, Medrese-i Nuriye kahramanlarýndan

 

 

 

ve Hüsrev sisteminde Ahmed ve kardeþi Süleyman hakkýnda takdiratý, bizi mesrur eyledi. Zaten o Medrese-i Nuriye þakirdleri benim nazarýmda, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medreset-üz Zehra'nýn talebeleri suretinde düþünüyordum. Ve derdim: "Onlar bunlar oldu veya bunlar onlarýn dümdarlarýdýr."

 

* * *

 

sh»(K:285)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

 

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

 

 

(177)

 

Sizin mi'racýnýzý tebrik ve Mi'rac Sahibi'nin (A.S.M.) sünnet-i seniyesine sizi ve bizi tam muvaffak eylemesine rahmet-i Ýlâiyeden niyaz ediyoruz. Size, bu bir-iki gün zarfýnda nazar-ý dikkati celbeden bir-iki küçük mes'eleyi yazýyorum:

 

Evvelâ: Risale-i Nur þakirdlerinin bir kýsmý bekâr kalmaklýðýn çok sebeblerinden bir sebebini gösteren bir hâdise. Bugünlerde, gençlik darbesini yiyen ve bekâr kalan ve teselli bulmak için Risale-i Nur ile alâkadarlýða çalýþan ve mühim bir mektebde ders almaða meþgul ve ehemmiyetli bir adamýn kerimesi bulunan hanýma, icmalen bir hakikat söyledim. Belki o havalide bazýlara faidesi var diye yazýyorum.

 

Dedim ki: Madem gençlik darbesini yedin, bir vazife-i fýtriye olan tenasül kanununa daha girme. Çünki o vazifenin mukabilinde ücret olarak erkeðin aldýðý muvakkat lezzet ve keyf bir derece bidayette kâfi geliyor. Fakat bîçare kadýn, o vazife-i fýtriyede bir sene aðýr yükü çekmeye ve bir-iki sene veledin meþakkatine, beslenmesine ve açýk-saçýklýk sebebiyle kocasýnýn nazarýnda sadakatsýzlýk ittihamý ve kocasýnýn da gözü dýþarýda olmak ihtimali ve ona samimî merhamet etmemesi cihetiyle, daimî sýkýntýlara ve vicdanî azablara mukabil; izdivacda aldýðý muvakkat bir keyf ve lezzet, bu bozuk zamanda ona o vazifeye mukabil yüzden birisine mukabil gelemiyor. Ve bilhassa küfüvv-ü þer'î tabir edilen, birbirine seciyeten veya

 

 

 

diyaneten liyakat bulunmadýðýndan daha ziyade azab çektirir. Ve bilhassa terbiye-i Ýslâmiye haricinde, müslüman nâý altýnda olanlar, îmandan gelen hürmet ve merhamet-i mütekabileyi bulamadýklarýndan bütün bütün saadet-i hayatiyeyi mahvediyor, Cehennem azabý çektiriyor.

 

sh»(K:286)

 

Hem peder hem valide, tenasül kanunundaki vazifede çektikleri çok meþakkat ve gördükleri çok hizmete mukabil; yalnýz veledin dünyada kemal-i hürmet ve itâtla þefkatlerine ve hizmetlerine bedel hâlis bir hürmet ve sâýkane bir itât ve vefatlarýndan sonra sâahatýyla ve hayratýyla ve dualarýyla onlarýn defter-i a'maline hasenat yazdýrmak ve onbeþ seneden evvel mâumen ölmüþ ise onlara kýyamette þefaatçý olmak ve Cennet'te onlarýn kucaðýnda sevimli bir çocuk olmaktýr.

 

Þimdi ise terbiye-i Ýslâmiye yerine mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden, ondan belki yirmiden belki kýrktan bir çocuk,-ancak-peder ve validesinin çok ehemmiyetli hizmet ve þefkatlerine mukabil mezkûr vaziyet-i ferzendâeyi gösterir. Mütebâkisi endiþelerle þefkatlerini daima rencide ederek, o hakikî ve sâdýk dostlar olan peder ve vâlidesine vicdan azabý çektirir ve âhirette de davacý olur: "Neden beni îmanla terbiye ettirmediniz?" Þefaat yerinde, þekvacý olur.

 

Ýkinci Mes'ele: Dünkü gün, beþ tevafuk-u lâtifeden kat'î bir kanaat bize geldi ki; en cüz'î ve ehemmiyetsiz iþlerimizde de inayetkârâne bir dikkat altýndayýz.

 

Birincisi: Ben kapýya çýktýðým vakit, me'mulün hilafýnda Risale-i Nur þakirdlerinden dört tane Ahmed'ler -bana alâkâdar birer maksadý yapacak- birden beraber kapýya geldiler. Ýki tane köylerden, ikisi de burada ayrý ayrý mahallelerden.

 

Hem yine Risale-i Nur'un mühim bir talebesi Köroðlu Ahmed'e bir mikdar yoðurt, hem teberrük, hem tayin olarak verdik. Daha elinde yoðurdu tutarken, Risale-i Nur'un masum talebelerinden Hilmi'nin mahdumu Ahmed, elinde öteki Ahmed'e verdiðim mikdar yoðurtla kapýyý açtý. Risale-i Nur talebelerinden

 

 

 

altý Ahmed'in bir günde bu çeþit tevafukatý tesadüfe benzemez, belki o Ahmed'lere nazar-ý dikkati celbeden bir iþarettir.

 

Ýkincisi: Muhacir, fakir bir kadýn benden bir teberrük istedi. Ben de bir gömlek verdim. Beþ dakika sonra, ayný isimde bir kadýn, bir gömleði bana kabul ettirmek için mühim bir vasýtayý bulup gönderdi. Tevafuk hatýrý için kabûl ettim.

 

Hem ayný gün, bazý müstehak zâtlara yarý yaðýmý verirken

 

sh»(K:287)

 

kap fazla almýþ, pek az bana kaldý. Aynen, onlar daha o yaðý almadan -benim niyetimde- bana kalacak mikdar kadar, uzak bir köyden kitablarýmý okumak mukabilinde geldi. Onu da, o tevafuk hatýrý için kabul ettim.

 

Üçüncüsü: Ayný günde ben, at üzerinde seyahata (gezmeye) giderken, arkamda bir atlý sür'atle geliyor. Ýndi, ayaðýma üzengiye sarýldý. Tanýmadýðým bir adam. Dedim: "Sen kimsin? Bu kadar dostluk gösteriyorsun." Dedi: "Ben Kozca hatibiyim." Halbuki Kastamonu'da hiç bu namda bir karye bulunduðunu bilmiyordum. Sonra geldim. Ýki Isparta'lý asker yanýma geldiler. Birisi dedi: "Ben Kozca hatibinden sana mektub getirdim." Bu acib tevafuk bana, bu iki ayrý ayrý vilayette, hem böyle tevafuk etmeleri, Risale-i Nur hizmetinde sadakatla çalýþmalarýna bir iþarettir. Bu münasebetle Sabri, Kozca hatibine benim tarafýmdan çok selâm etsin. Onu, has talebeler içinde manevî kazançlara þerik ediyoruz. Hususî mektub yazmak âdetimiz olmadýðýndan, ona ayrýca mektub yazamadýðýmýzdan gücenmesin. Tatlý bir tevafukun meyvesini, ayný gün daha þirin bir tarzda gördüm. Þöyle ki:

 

Ýki asker, kemal-i sevinçle gayet dostane "Sen Isparta'lýsýn, bizim hemþehrimizsin." Ben de dedim: "Maaliftihar, her cihetle Ispartalýyým. Isparta, taþýyla topraðýyla benim nazarýmda mübarektir, benim vatanýmdýr. Ve herbiri yüze mukabil, yüzer ve binler hakikî kardeþlerimin meskat-ý re'sleridir."

 

Evet bu havaliye gelen Isparta'lýlar asker olsun baþkalar olsun, ekseriyet-i mutlaka ile beni hemþehri biliyorlar. Hangisi

 

 

 

benimle görüþüyor, "Sen Isparta'lý mýsýn?" Ben de diyorum: Maaliftihar, ben Isparta'lýyým. Ve Isparta'da o kadar hakikî kardeþlerim ve kariblerim var ki, meskat-ý re'sim olan Nurs Karyesine pek çok cihetlerle tercih ediyorum. Ve büyük Isparta'nýn bir küçük evlâdý hükmünde olan Isparta Nahiyemize, büyük Isparta'nýn bir tek köyünü tercih ediyorum. O kadar hâlis, kahraman kardeþleri bana veren Isparta taþý da, topraðý da, bana ve belki Anadolu'ya mübarek olmuþ. Ýnþâallah hem Anadolu'ya, hem Âlem-i Ýslâm'a neþrettikleri nur tohumlarý bir rahmete mazhar olur, sünbül verir. Hem gýda, hem ziya, hem deva olup; manevî galâ ve veba ve zulmü ve zulmeti daðýtýr.

 

sh»(K:288)

 

Dördüncüsü: Sâbýk üç tevafuku yazdýktan sonra, büyük Hâfýz Ali'nin gayet güzel mektubuyla, Hulusi-i sâlis Abdullah Çavuþ'un manidar mektubu ve Hulusi Bey'in ve Kâtib Osman'ýn kýymetli mektublarýný aldým. Hâfýz Ali'nin mektubunda yazdýðý þu fýkra, Konya

 

 

 

âlimlerinin Risale-i Nur'u yazmakta ve takdir etmekte olduklarýný ve tefsir sahibi Hoca Vehbi'nin (R.H.) Risale-i Ýhlâs karþýsýnda maðlubiyetle beraber, Risale-i Nur'a karþý hayran ve takdirkâr olmasý münasebetiyle, Hâfýz Ali demiþ: "Risale-i Nur'un bir kerametidir; öküze et ve arslana ot atmaz. Öküze ot verir, arslana et verir. O arslan hocanýn en evvel Ýhlas Risaleleri eline geçmiþ."

 

Ýþte Hâfýz Ali'nin bu mektubunu aldýðýmdan ya altý, ya yedi gün evvel, Karadað'dan inerken birden diyordum: "Yahu! Ata et, arslana ot atma; arslana et, ata ot ver." Bu kelimeyi beþ-altý defa hoþuma gitmiþ tekrar ediyordum. Ya Hâfýz Ali benden evvel yazmýþ, bana da söylettirdi veyahut ben evvel söylemiþim, ona yazdýrýlmýþ. Yalnýz bu garib tevafukta bir farkýmýz var. O, öküze ot demiþ; ben, ata ot demiþim.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

 

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(178)

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim ve Ýzmet-i Îmaniyede Kuvvetli, Metin, Ciddî, Sarsýlmaz, Fedakâr Arkadaþlarým ve Seyahat-ý Berzahiye ve Uhreviyede Nuranî Yoldaþlarým!

 

Sizin, herbir dirhemi yüz dirhem þüheda kaný kadar kýymetdar siyah nuru akýtan mübarek kalemlerinizin bu def'aki kudsî hediyelerin her bir harfine mukabil, Cenab-ý Erhamürrâhimîn sizlere bin rahmet eylesin, âmin.

 

Bu gaflet ve sýkýntýlý ve usançlý mevsimde ve dünya meþgaleleri içinde bu fedakârane gayretiniz ve sa'yiniz, hakikaten bir inayet-i hassadýr ve bir keramet-i nuriyedir. Cenab-ý Hak sizler

 

sh»(K:289)

 

den ebeden rzý olsun, âmin.

 

Elmas kalemlerini, bize yardým için, yirmibir Abdurrahman ve Abdülmecid'lerin bu kadar çabuk nüshalarý yetiþtirmeleri ve kabri pürnur olan Mehmed Zühdü'nün, berzahta dahi kalemini bizim hesabýmýza istimâ etmesi hükmünde, onun metrukâtýndan nüshalarý gönderilmesi; bizi derinden derine sürurla þükre sevketti.

 

Eski talebeliðim zamanýnda mevsuk zalardan, onlar da mühim imamlardan naklederek iþittim ki: "Ciddî, müþtak, hâlis talebe-i ulûm, tahsilde iken vefat ettikleri zaman, berzahta ayný tahsil misâli ve bir medrese-i mâneviyede bulunuyor gibi; o âleme muvafýk bir vaziyet ihsan ediliyor." diye o zaman talebe-i ulûm içinde çok def'a medar-ý bahs oluyordu. Þimdi bu vakitte, talebe-i ulûmun en hâlisleri Risale-i Nur talebeleri olduðundan; elbette merhum Mehmed Zühdü, Âsým ve Lütfü gibi zâtlarýn vazifeleri devam ediyor. Defter-i a'mallerine hasenat yazmak için, mânevî kalemleri inþâallah iþliyorlar.

 

Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür ediyoruz ki; sizdeki fevkalâde gayret ve çalýþmak, matbaaya ihtiyaç býrakmýyor. Bu defa gönderdiðiniz risaleler çok güzel, çok mükemmel, çok da lüzumlu. Fakat ben sehvetmiþtim. Onbirinci Lem'a ile Telvihat-ý Tis'a-yý yazmadýðýmýz halde, yazmýþým zannediyordum.

 

Minhac-üs Sünne bizde var. Onbir nükteden ibaret olan

 

 

 

Onbirinci Lem'a, Mirkat-üs Sünne ve Telvihat-ý Tis'a ile ve ona zeyl olarak dört hatveden ibaret, Risale-i Kader'in zeyli iken Onyedinci Söz'ün zeyline giren parça dahi Telvihat'a zeyl olarak 0yazýlsa münasib olur. اَللَّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin tecellisine bakan bir seyahat-ý kalbiye-i hayaliyeye dair iki-üç sahifelik Yirmidokuzuncu Mektub'un âhir kýsýmlarýndaki parça dahi içlerinde bulunsa güzel olur. Þimdi size, musibet yüzünden bir inâyet-i hâssayý, fazla dua etmenize vesile olmak için yazýyorum:

 

Bugün dört saat evvel ben yalnýz, Karadað'ýn hâlî ormanlarý içinde idim. Gayet titiz bir ata binmiþtim. Ben binerken, bir-

 

sh»(K:290)

 

den dizgin kayýþý koptu. O da fena ürktü, ma'reke takýldý. Beni öyle fena bir tarzda çiftelerle yere düþürdü. Ben o halde sol elim vsol ayaðým kýrýlmýþ gibi ihtimal verdiðim gibi, vaziyet de öyle gösteriyordu. At da baþkasýnýn malý. O hâlî orman içine daldý. Etrafta kimse yok ki, imdada yetiþsin. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür ediyorum, el ayaðým kýrýlmamýþ, çok ziyade incinmiþ iken þemsiye ile yürüyebildim. O titiz at da ormana yolsuz bir istikamete, benim yürüyüþümle yürüyerek, onbeþ dakikalýk bir mesafeye bir saatte yetiþtik. At su içmekte iken, Nuriye isminde bir kadýn geldi. Elinde ekmek, bir parça ekmeði ata verip, tutuldu. Ben de Cenâb-ý Hakk'a þükür, o vakit binebildim, odaya geldim. Birden öyle bir tufanlý yaðmur oldu, hücremin önünde bir sel olarak gördük. Eðer o su, o Nuriye'ye rast gelmeseydi; o hâlî yerde, o yaðmur altýnda, at da baþkasýnýn malý, kaybolmak gibi çok musibetlerden Cenâb-ý Hak muhafaza eyledi. Bu küçük musibette dokuz cihette nimet olduðunu tasdik ettik. Ve bu nevi hýfz u himayet, sizlerin samimî dualarýnýzýn bir neticesi olduðu kanaatýndayýz. Ve bu dokuz cihetle medar-ý þükran hâdise, dün aldýðýmýz hediye-i nuriyenin çok faideli olduðuna iþarettir. Çünki darb-ý meselde meþhurdur ki: Bir þeyde zahmet meþakkat, alâmet-i makbuliyettir.

 

 

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ve dualarýný istiyoruz.

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

(179)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim!

 

Bu mübarek eyyam ve leyâli-i þerifede mübarek dualarýnýza daha ziyade ihtiyacýmý göstermek için, bundan evvelki mektubda, titiz atýn yüzünden gelen musibet gerçi ondan dokuzu nime-

 

sh»(K:291)

 

te inkýlâb etti. Ondan birisi, eskiden beri bende bulunan kulunç illetine ve romatizma hastalýðýna iltihak edip, beni yataða düþürdü. Fakat merak etmeyiniz, ben kalkýyorum geziyorum. Kat'iyen -bugün gönderdiðiniz risaleleri tashih ederken- kanaatým geldi ki; o musibetin bâki kalan ondan birisi, on derece bir nimet hükmünde oldu. Ve on adedden ziyade faidelerinden bir faidesi þudur ki. Ben tashihatta gerçi usanmýyordum, fakat her tashihte yine ders alýp istifade etmek bir âdetimdi. Bazý çok zevk alýyordum. Bu mevsimde daðlarda, baðlardaki güzel san'at-ý Ýlâhiyeyi temaþa zevki, o tashihteki zevkime galebe ediyordu. Bu yeni musibetteki mütemadiyen kendini ihsas eden hastalýk, kemal-i zevk þevkle Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm'ýn Lem'asýyla, Hastalýk Lem'asýný her nüshada yeniden görüyorum gibi okuyup tashih ediyorum. Kat'iyen þübhem kalmadý ki; o zahmetli hastalýk, o lezzetli, rahmetli vazife-i nuriye için verilmiþ. Gerçi harekâtýmda, namaz ve abdestte sýkýntý veriyor; fakat hastalýkla ubudiyet muzaaf sevabý olduðu gibi, bu tashihat-vazife-i nuriyedeki zevk, o sýkýntýlarý hiçe indirdi. اَلْحَمْدُ ِللَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَ الضَّلاَلِ

 

Sâniyen: Sizin nüshalarýnýzda bazan bir yanlýþ, birkaç nüshada aynen bulunur. Demek mânâ iyi anlaþýlmamýþ, öyle kalmýþ. Meselâ: Ýktisad'ýn âhirlerinde Hüsrev'in Hâþiyesinde beþinci satýrýnda: "Ulema ise, masraflarýndan mallarýnýn kýymetini bilmedikleri" cümlesi yanlýþtýr. Sahihi ise, "Ulema ise, marifetlerinden mallarýnýn kýymetini bildikleri için." Hem bu satýrýn arkasýndaki, "arkasýnda" kelimesi yanlýþ, sahihi "arasýnda"dýr.

 

"""

 

(180)

 

Azîz, Sýddýk, Mübarek, Fedakâr Kardeþlerim!

 

Dün altý ehemmiyetli mektublarýnýzý aldým. Her mektubunuza uzun bir mektub yazmak cidden arzu ederdim, hem de

 

sh»(K:292)

 

hakkýnýzdýr. Fakat bu hurufatý yazan Feyzi þahiddir ki; altý gecedir, altý saat yatamadým. Yalnýz bu altýncý gece, bir buçuk saat kadar yatabildim. Onun için, bu ehemmiyetli mektublara kýsacýk birer cümle ile iktifa ediyorum.

 

Evvelâ: Risale-i Nur santralý ve Hulusi, Hakký, Süleyman'ý temsil eden Sabri kardeþim! «Öþür, þer'î zekattýr. Zekât ise, müstehaklaradýr.«

 

Sâniyen: Gül fabrikasý gülistanlarýný ve merhum bedevî bülbüllerini konuþturan Hüsrev kardeþ! Risale-i Nur, Isparta'yý âfât-ý semâviye ve arziyeden muhafazasýna sebeb olduðunu çok hâdisatla beraber, bu yeni zelzele hâdisesi ve muarýz hocanýn dolularla baþýnýn tokatlanmasý, yeni bir hücceti oluyor. Ve Mu'cizat-ý Kur'aniye lâhikasýný sizin isabetli fikrinize havale ediyoruz. Hem siz yazdýðýnýz mikdarý gönderiniz. Biz burada tekmil eder, size de sonra haber veririz.

 

Sâlisen: Nur fabrikasýnýn sahibi Hâfýz Ali kardeþ! Senin Risale-i Nur'a karþý hârika ihlâs ve irtibat ve itikadýn, inþâallah o nurlarý o havalide daima parlattýracak. Senin, o büyük zelzelenin gürültüsünü iþitmemen ve zelzeleyi hissetmemen; tokadýný yiyen hoca gibi, Risale-i Nur'un bir nevi kerametidir. Demek deðil þakirdlere zarar vermek, belki inayetkârâne, vücudunu da bazý haslara bildirmiyor, korkutmuyor.

 

Râbian: Bizi ve Kastamonu þakirdlerini kýyamete kadar minnetdar eden ve müstesna kalemiyle Risale-i Nur'un hemen umumunu bu havaliye yetiþtiren ve evlâd ve peder ve vâlideleri ve refikasýyla Risale-i Nur'a hizmet eden kahraman Tâhirî kardeþim! Cenâb-ý Hak hanenizdeki hemþireme, hem bana þifa ihsan eylesin. Hastalýðýma ait bir parça size geliyor. Peder ve validenize de benim tarafýmdan deyiniz ki: "Tâhirî gibi kahraman bir þakirdi Risale-i Nur'a yetiþtiren ve o vasýta ile defter-i a'mallerine daima hasenat yazdýran bir þakirdi bize kardeþ veren

 

 

 

o mübarek zâtlar, inþâallah bu saadeti daima idame ettirecekler. Dünyanýn cam parçalarýný, o elmaslara tercih etmeyecekler. Onlar, hususî duamýzda dâhildirler."

 

Hâmisen: Mücahidlerin üstadý ve efelerin hakikî bir nâsihi

 

sh»(K:293)

 

ve Risale-i Nur'un hâlis muhlis bir þâkirdi olan Hasan Âtýf kardeþim! Senin uzun ve te'sirli ve ehemmiyetli mektubun içindeki edîbane, gayet ince hissiyatýn ve sana mahsus latif tabiratýn hoþuma gitti.

 

Kardeþim, mübtedîlerin ve hodfüruþlarýn ve mülhidlerin iliþmelerinden teessüratýn beni, senin hesabýna müteessir etti. Evvelce size yazdýðým mektub, inþâallah o teessüratý izale eder. Risale-i Nur'un mesleði ise: Vazifesini yapar, Cenâb-ý Hakk'ýn vazifesine karýþmaz. Vazifesi, tebliðdir. Kabul ettirmek, Cenâb-ý Hakk'ýn vazifesidir.

 

Hem kemmiyete ehemmiyet verilmez. Sen o havâlide bir tek Âtýf'ý bulsan, yüzü bulmuþ gibidir. Merak etme. Hem mümkün olduðu kadar hariçten gelen küçük iliþmelere ehemmiyet verme. Fakat ihtiyat,eyle bu atâlet mevsimi ve gaflet zamaný ve derd-i maiþet ibtilasý zamanýnda, cüz'î bir iþtigal de ehemmiyetlidir. Tevakkuf deðil, muvaffakýyetsiz maðlubiyet yok! Risale-i Nur'un her tarafta gâlibane fütuhatý var.

 

Sâdisen: Eski dost ve kardeþ ve Risale-i Nur'un o zamanda ciddî bir talebesi ve Isparta hayatýmda bana hüsn-ü hizmetle samimî bir arkadaþ ve himmeti uzun, eli kýsa aziz kardeþim Mehmed Celâl!

 

Seni o zamandan beri unutmadým. Çok zaman Risale-i Nur dairesinde kalemiyle çalýþanlar içinde isminle hissedar oluyordun. Senin yüksek istidadýný ve ulüvv-i himmetini Risale-i Nur'da istimâl etmek arzuluyordum. Demek derd-i maiþet, sizi bir derece kayýd altýna aldý. Baþta mübarek baban, hanenizde bulunanlara bilmukabele selâm ediyorum. Ve bilhassa Mehmed Seyranî Hayyat'a çok selâm ile beraber; eðer benim orada iken tanýdýðým ve Hüsrev sisteminde telâkki ettiðim Mehmed Seyranî ise, onun bin selâmýna selâmla mukabele edip; o Seyranî o zamandan beri Risale-i Nur'un bir cüz'üne bahsi

 

 

 

girdiði ve silinmediði gibi, hatýrýmda da silinmemiþ. Çok def'a bekliyordum ki; Seyranî, Hüsrev'in arkasýnda koþup çalýþsýn. Demek onu da derd-i maiþet baðlamýþ.

 

Sâbian: Risale-i Nur'un erkân-ý mühimmesinden Halil Ýbrahim'in ondört yaþýndaki evlâd-ý manevîsi, Risale-i Nur

 

sh»(K:294)

 

dairesindeki mâsum þâkirdlerin dairesinde inþâallah ehemmiyetli mevki alacak. Ve o küçük þahsiyette parlak, büyük bir þakird ruhu görünüyor. Mektubunda çocukça konuþmamýþ; gayet müdakkikâne büyük bir âlim gibi konuþmasý bizi çok sevindirdi. Mâþâallah, Bârekâllah dedirdi.

 

Sâminen: Evvelce haber aldýðýnýz hastalýðýma dair bir noksan parça, dualarýnýza ve geçen Ramazan gibi mânen yardýmlarýnýza vesile olmak için o hastalýk münasebetiyle yanýmýza gelen bazý zatlara söylediðim ve noksan kalmýþ bir fýkrayý yazýyorum. Þöyle ki:

 

Hâlimi soranlara dedim ki: Hem nazar, hem ervah-ý gayr-ý tayyibe cihetinden baþýma gelen bu musibet, rahmet-i Ýlahiye ile on adedden bire indi; dokuzu, nimet oldu. Bâki kalan birisi de, dokuz menfaati oldu:

 

Birinci menfaati: Hastalýkta her saat ibadeti, dokuz saat ibadet hükmüne getirdi.

 

Ýkinci faidesi: Onbeþ Hasta Risalesini, tam zevk ile tashih etmek ve bu hastalýk zamanýnda hastalara ve muhtaç olanlara çabuk yetiþtirmeye sebeb oldu.

 

Üçüncü faidesi: Eski Said'i Yeni Said'e kalbeden eski bir hastalýk gibi; þimdi de, Risale-i Nur'un parlak bir tarzda intiþarý, Yeni Said'i de dünya ile bir derece alâkadar ettiði cihetle, o halin zararýndan kurtulmaya sebeb oldu.

 

Dördüncüsü: Bu mübarek aylarda, pek çok iþtiyak ve ihtiyaç ile fazla a'mal-i uhreviyede bulunmak arzusuyla beraber; mevsim ve bazý esbab cihetiyle muvaffak olamayarak fazla müteessir idim. Bu hastalýk, tam bu aylara lâyýk bir tarzda,

 

 

 

hastalýktan gelen ihlâs ve kesret-i sevab cihetiyle azîm bir menfaati oldu. Beni gündüzde dað ve baðlarý gezmekten men'ettiði gibi; gece uyku ve gafletten kurtarýp, kemal-i tazarru' ve niyaz ile geceleri ihyaya sebeb oldu.

 

Beþincisi: Geçenki Ramazan'daki hastalýk gibi bu hastalýk dahi, fedâkâr kardeþlerimin þefkatlerini heyecana getirip, benim hesabýma a'mâl-i uhreviyelerinin bir nevi zekatýný vermek; nâkýs, kusurlu sermayemi, birden ona, belki yüze ve bine çýkarmaða sebeb olmasýdýr.

 

sh»(295)

 

Altýncý faidesi: Hastalara yirmibeþ deva-i îmanî veren risalenin ilâçlarýný nefsimde tatbik ederek, ayn-ý hakikat olduðunu tasdik edip, a'sâb ve sinirden gelen ziyade hassasiyetimden kýymetsiz fâni iþleri, lüzumsuz ve endiþeli meraktan ve faidesiz ve zararlý alâkadan bir derece kurtulmaða sebeb olmasýdýr.

 

Umum kardeþler ve hemþirelerimize birer birer selâm ve selâmetlerine dua ve dualarýný rica eden kardeþiniz

 

(181)

 

Said Nursî

 

Azîz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Size, hastalýðýn dokuz faidesinden bâki kalan üçünü yazýyorum ki, o hastalýðýn bir meyvesi sâbýk arabî fýkradýr.

 

Yedinci faidesi: Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir þâkirdinin ehemmiyetli bir hatasýný tamir etmesidir. Þimdilik bu ehemmiyetli faideyi izah etmek münasib deðil.

 

Sekizinci faidesi: Gayet incedir, izah edilmez; yalnýz kýsa bir iþaret ederiz: Nasýlki Hüsrev, yazdýðý Kur'an'ý fotoðrafla tab'ýný kabûl etmeyerek binler câzibedar Kur'anlar kendi hattý ile Âlem-i Ýslâm'da intiþarýyla, kutbiyet derecesinde bir mertebe-i ulviyeyi ve yüksek bir þeref-i imtiyazý býrakýp, Risale-i Nur dairesindeki sýrr-ý ihlâsý muhafaza ve hazz-ý nefisten teberri etmiþtir. Aynen öyle de: Bu hastalýk, ruhumda öyle bir inkýlâb

 

 

 

yaptý ki; Risale-i Nur'un parlak fütuhatýný müteþekkirâne temaþa etmek ve sevabdârâne, mücâhidâne, bir nevi kumandan hizmetinde bulunmaktan gelen uhrevî zevki ve þerefi ve dünyada uhrevî meyvesini gösteren hizmet-i îmaniyenin þahsýma ait lezzeti ve imtiyazý, o sýrr-ý ihlâs için býrakmak ve kardeþlerime havale etmek ve onlarýn þeref ve zevkleriyle iktifa etmeye nefs-i emmarem dahi muvafakat ederek, dünyanýn bu uhrevî ve güzel yüzünde gözümü kapamak ve eceli ve mevti ferahla karþýlamaða tam kabul etmesidir.

 

Dokuzuncu faidesi: Çoktan beri benim hususî bir virdim ve

 

sh»(K:296)

 

hiç kaleme alýnmayan ve mesleðimizin dört esasýndan en büyük esasý olan þükrün en geniþ ve en yüksek mertebesini ihâta eden ve bende çok defa maddî ve manevî hastalýklarýn bir nevi þifasý olan ve ism-i azam ve besmele ile dokuz âyât-ý uzmâyý içine alan ve ondokuz def'a þükür ve hamdi azamî bir tarzda ifade ile, tahmidatýn adedleriyle o eþyanýn lisan-ý haliyle ettikleri hamd ü senayý niyet ederek, o hadsiz hamdlerin yekûnunu kendi hamdleri içine alarak azametli ve geniþ bir tahmidname ve teþekkürname bulunan ve Sekine'deki esma-i sittenin muazzam yeni bir dersini izhar etmeye sebeb olmasýdýr.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ve beraetlerini tebrik ederiz.

 

(182)

 

(Medâr-ý Ýbret ve Hayret Bir Hâdisedir)

 

«Risale-i Nur'un erkân-ý mühimmesinden bir zât yazýyor ki: "Adapazarý zelzelesinin ayný gününde, zelzeleden birkaç saat evvel, umumî ve herkese göstermek için, bir büyük tiyatro teþekkülüyle ve oyuncu kýzlardan dört güzelini çýrýlçýplak olarak âlâyiþle çarþý ve pazarda gezdirerek, o cazibedarlara kapýlan tiyatro binasýnda toplanan bin kiþiden fazla seyirciler, oyun baþlarken, birdenbire arz kemal-i hiddet ve gayz ile onlarýn hayasýz yüzlerini dehþetli tokatladý, mahvedip zîr ü zeber etti. Ve o binayý hâk ile yeksan eyledi."

 

Ben, dünyanýn bu nevi hâdiselerinden iki senedir hiç haberim yoktu, bakmýyordum. Fakat bugünlerde hem Hüsrev ve kahraman Çelebi zelzeleden haber vermeleri; ve Hüsrev

 

 

 

ve rüfekasýnýn kanaatýyla, Isparta'nýn gürültülü zelzelesi(,) : Isparta'da zelzele esnasýnda yerden müthiþ gürültü geliyordu. karþýnda Risale-i Nur'u kuvvetli bir kalkan bulmasýyla hiçbir zarar vermemesi; ve Risale-i Nur'a muarýz bir hocanýn bütün hâsýlatýný mahveden dolu o muarýza has kalmasý, baþkasýna iliþmemesi bir derece kanaat verir ki; ekser vilâyetlere giren ve Adapazar'a girmeyen Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir esasý olan tesettür þiarýný bu derece açýk ihanetiyle, Risale-i Nur

 

sh»(K:297)

 

onlarýn yardýmlarýna koþmamýþ diye, yalnýz bu hâdiseye baktým.

 

***

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ

 

(183)

 

Risale-i Nur dünya iþlerine âlet olamaz, dünya iþlerinde siper edilmez. Çünki, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduðu cihetle, dünyevî maksadlar onunla kasden istenilmez, istenilse ihlâs kýrýlýr, o ehemmiyetli ibadet þeklide deðiþir. Yani, çocuklar gibi döðüþtükleri vakit Kur'an'ý baþýna siper eder. Baþýna gelen zarar Kur'an'a geldiði gibi; Risale-i Nur, böyle muannid hasýmlara karþý siper istimâl edilmemeli.

 

Evet Risale-i Nur'a iliþenler tokatlar yerler, yüzer vukuat þahiddir. Fakat Risale-i Nur tokatlarda istimâl edilmez ve niyet ve kasd ile tokatlar gelmez. Çünki sýrr-ý ihlas ve sýrr-ý ubudiyete münafîdir. Bizler, bizlere zulmedenleri, bizi himaye eden ve Risale-i Nur'da istihdam eden Rabbimize havale ediyoruz.

 

Evet dünyaya ait hârika neticeler bazý evrad-ý mühimme gibi, Risale-i Nur'a çokça terettüb ediyor. Fakat onlar istenilmez, belki veriliyor. Ýllet olamaz, bir faide olabilir. Eðer istemekle olsa illet olur, ihlâsý kýrar, o ibadeti kýsmen ibtal eder. Çabuk bu hâdiseyi teskin ediniz; yoksa münafýklar istifade edecekler, belki onlarýn parmaðý var.

 

Evet Risale-i Nur'un o kadar dehþetli muannidlere karþý galibane mukavemeti, sýrr-ý ihlastan ve hiçbir þeye âlet edilme

 

sh»(298)

 

mesinden ve doðrudan doðruya saadet-i ebediyeye bakmasýndan ve hizmet-i îmaniyeden baþka bir maksad tâkib etmemesinden ve bazý ehl-i tarîkatýn ehemmiyet verdikleri keþf ve kerâmât-ý þahsiyeye ehemmiyet vermemekten ve velayet-i kübra sahibleri olan Sahabîler gibi, veraset-i nübüvvet sýrrýyla,

 

 

 

yalnýz îman nurlarýný neþretmek ve ehl-i îmanýn îmanlarýný kurtarmaktýr.

 

Evet Risale-i Nur'un bu dehþetli zamandaki kazandýrdýðý iki netice-i muhakkakasý herþeyin fevkindedir, baþka þeylere ve makamlara ihtiyaç býrakmýyor.

 

Birinci neticesi: Sadakat ve kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, îmanla kabre gireceðine gayet kuvvetli senedler var.

 

Ýkinci neticesi: Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarýmýz olmadan, haberimiz yokken takarrur ve tahakkuk eden þirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle herbir hakikî sâdýk þâkird; binler diller ile, kalbler ile dua etmek, istiðfar etmek, ibadet etmek ve bazý melâike gibi kýrk bin lisan ile tesbih etmektir. Ve Ramazan-ý Þerif'teki hakikat-ý Leyle-i Kadir gibi kudsî ve ulvî hakikatlarý, yüzbin el ile aramaktýr. Ýþte bu gibi netice içindir ki; Risale-i Nur þâkirdleri, hizmet-i nuriyeyi velâyet makamýna tercih eder; keþf ü kerâmâtý aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalýþmaz; ve vazife-i Ýlâhiye olan muvaffakýyet ve halka kabûl ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak olduklarý þân ve þeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan þeylere karýþmaz ve harekâtýný onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalýþýrlar, "Vazifemiz hizmettir. O yeter" derler.

 

Ve sâniyen: Seksen küsur sene kýymetinde bulunan ve Ramazan-ý Þerif'in mecmuunda gizlenen hakikat-ý Leyle-i Kadri kazanmak için, Risale-i Nur þakirdlerinin þirket-i maneviye-i uhreviyeleri muktezasýnca, herbiri mütekellim-i maalgayr sîgasý olan اَجِرْنَا اِرْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا gibi tabiratta biz dedikleri vakit, Risale-i Nur'un sâdýk þâkirdlerini niyet etmek gerektir. Tâ herbir þâkird, umumun namýna münacat edip çalýþsýn.

 

sh:(K:299)

 

Ve bu bîçare ve az çalýþabilen ve haddinden çok fazla hizmet ondan beklenen bu kardeþinize, o hüsn-ü zanlarý yanlýþ çýkarmamak için, geçen Ramazan gibi yardýmýnýzý rica ediyorum.

 

* * *

 

(184)

 

(Birdeb Hatýra Gelen Bir Mes'ele)

 

Herþeyde, her musibette, hususan beþer eliyle gelen zulümlü

 

 

 

musibetlerde, Risale-i Kader'de beyan edildiði gibi, iki sebeb var:

 

Biri: Zâhiren esbaba bakan beþerdir.

 

Diðeri: Kader-i Ýlâhîdir. Beþer zâhirî esbaba bakar, bazan yanlýþ eder, zulmeder. Fakat kader baþka noktalara bakar, adalet eder. Ýþte bugünlerde elîm bir endiþe ile Risale-i Nur dairesine temas eden üç mes'ele, adalet-i kaderiye noktasýnda mânevî suale cevaben ihtar edildi.

 

Birinci Sûal: «Neden fedakâr, yüksek bir þefkatý taþýyan vâlide; bu zamanda veledinin malýndan irsiyet almasýndan mahrum edildi? Kader müsaade eyledi?»

 

Gelen cevab þu: «Valideler bu asýrda, bir aþýlama suretinde þefkatlerini yanlýþ bir tarzda sarfetmeleridir ki; evlâdým þan, þeref, rütbe, memuriyet kazansýn diye, bütün kuvvetleriyle evlâdlarýný dünyaya, mekteblere sevkediyorlar. Hattâ mütedeyyin de olsa, Kur'anî ilimlerin okumasýndan çekip dünya ile baðlarlar. Ýþte bu þefkatin bu yanlýþýndan, kader bu mahrumiyete mahkûm etti.»

 

Ýkinci Suâl: Risale-i Nur'la münasebetdar bazý zâtlara acýdým. "Neden pederinin malýndan hakký iki sülüs iken, o haktan kýsmen mahrumiyete kader-i Ýlahî neden müsaade etti?"

 

Gelen cevab: «Þu asýrda öyle acib bir aþýlamakla, ebeveynine hürmet ve peder ve validesinin þefkatlerine mukabil bilâ-kayd ü þart kemal-i hürmet ve itâat lâzým iken; ekseriyetle o hakikî hürmet ve itaat bozulduðundan, iki sülüs almaktan zulmen mahrum edildiler. Kader, onlarýn kusuruna binaen müsaade

 

etti.

 

 

 

Sh: » (K: 300)

 

Kýzlar ise; gerçi baþka cihetlerde kusurlarý çok, fakat za'fiyetlerine binaen, himayetkâr ve þefkatkâr ellere ziyade muhtaç bulunduklarýndan hürmetlerini, peder ve validelerine karþý ihtiyaçlarýný hassasiyetle bir cihette ziyadeleþtirdiklerinden, beþerin zalim eliyle, kardeþlerinin kýsmen haklarýný muvakkaten onlara vermeye müsaade etti».

 

Üçüncü Suâl:« Bazý mütedeyyin zâtlarýn, dünyadar

 

 

 

haremleri yüzünden ziyade sýkýntý çekmeleri nedendir?» Bu havalide bu nevi hâdiseler çoktur.

 

Gelen cevab: «O mütedeyyin zâtlar, diyanetlerinin muktezasý, böyle serbestiyet-i nisvan zamanýnda öyle serbest kadýnlarýn vasýtasýyla dünyaya giriþmeleri hatalarýndan, o kadýnlarýn eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti. Mütebâkisi, bir mübarek hanýmýn þuursuz müdahalesiyle geri kaldý.

 

* * *

 

Azîz Sýddýk Kardeþlerim!

 

(185)

 

Evvelâ: Bu mübarek Ramazan-ý Þerif'teki dualar, ihlâs bulunmak þartýyla inþâallah makbuldür. Fakat maatteessüf ekseriyetçe Risale-i Nur þâkirdlerinin nazarlarýný dünyaya çevirmek ve huzur-u kalbi bozmak için bazý taarruzlar yüzünden o ihlâs, o huzur-u tam bir derece zedelenir. Merak etmeyiniz, her þeyi Cenâb-ý Hakk'a havale edip öyle taarruzlara ehemmiyet vermeyin. Âtýf'a da yazýnýz, merak etmesin ve müteessir olmasýn. O da bir kaza-i Ýlâhîdir. Ýnþâallah, Sav Hâfýz Mehmed'in hâdisesi gibi Risale-i Nur'un lehine dönecektir. (Hâþiye 1)

 

 

 

Sh: » (K: 301)

 

Hem Âtýf'ýn parlak hizmeti tevakkufa uðramasý (Hâþiye 2)

 

(Hâþiye 1): Âtýf'a muaraza eden ve hücum eden tarîkatçý müftü ve taassublu vaiz ve hoca ve ehl-i tarîkat, ehemmiyetli ehl-i ilim ve tarîkat, bu muarazada, en son perdesini rejim hesabýna ve tarafgirliðe ve himayesine dayanýp, Âtýf'ýn müdafaa ettiði sünnet-i seniye mesleðine taarruz suretine girdiðini; ve Risale-i Nur'a muaraza eden, bilerek veya bilmeyerek zýndýkaya yardým ettiðine bir delil, bu defa adliyece benden sordular ki:

 

Kürd Âtýf, rejim aleyhinde çalýþýyor. Demek onun muarýzlarý, rejime dayandýlar.

 

Ben de dedim: «Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var ve ne de düþünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red baþka, kabul etmemek baþkadýr, amel etmemek daha baþkadýr. Hazret-i Ömer'in (R.A.) taht-ý hükmünde, kanun-u adalet-i þer'iyesini reddetmeyen ve iliþmeyen Yahudilere, Nasara'ya iliþmiyordular. Demek kabul etmemek, tasdik etmemek, idarece bir cünha suç teþkil etmiyor ki; o çeþit muhalifler ve münkirler, en kuvvetli padiþahlarýn idaresi ve siyaseti altýnda bulunmuþlar. Ýþte bu nokta-i nazardan, Risale-i Nur'un þakirdlerinden en müdhiþ bir muhalif ve rejim müessisini tel'in de etse, bilfiil idareye iliþmese, onun mefkûresine kanunen iliþilmez. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir, onlarý tebrie eder.

 

(Hâþiye 2): Þimdi aldýðýmýz haber: Denizli vâlisi, ehemmiyetli bir þifre ile buranýn vâlisine, Âtýf mes'elesini i'zam ederek þifre yazmýþ. Hâfýz-ý Hakikî'nin hýfzýna dayanýp telaþ etmeyiniz, fakat ihtiyat ediniz. Hapsolan Âtýf ve arkadaþlarýna teselli veriniz. Ve merak etmesinler, Allah Kerîm'dir ve Rahîm'dir.

 

 

 

 

 

ve gerilemesi; ve merhum Mehmed Zühdü Bedevî'nin yüksek ve geniþ hizmetinin perdelenmesini düþünmesi beni ziyade mahzun ettiði hengâmda, elime bir mektub verildi. O mektub, o endiþemi izale etti. «Risale-i Nur hizmetinde bir kapý kapansa, daha mühim kapýlar açýlýr, diye kaide yine hükmünü icra etti ki; Sabri gibi Risale-i Nur'un gayet büyük bir rüknünün büyük amucasý ve Risale-i Nur'un bir kahramaný olan Tâhirî'nin eniþtesi ve Risale-i Nur'un saff-ý evvelinde ve þakirdlerinin baþýnda bir zaman nâzýrlýk vazifesini gören ve þimdiye kadar da Risale-i Nur hakkýnda kalbini bozmayan Büyük Hâfýz Zühdü'nün samimî kemal-i sadakat ve ihlâsýný gösteren mektubiyla; ve Hûlûsi-i sâlis Abdullah Çavuþ'un Hâþiyesinde tasdikle, bu eski ve yeni gayyur kardeþimiz Büyük Zühdü, resmiyete bakmayarak, Risale-i Nur'un mühim vazifelerinden olan masumlara Kur'an dersini vermekle gösterildi ki; merhum Zühdü Bedeî yerine, bu Büyük Zühdü'yü yeni veriyor. Ve Âtýf'ýn tevakkufu yerine, bu müdakkik ve muktedir ve hatib Büyük Hâfýz Zühdü'yü faaliyete getirdi. Cenab-ý Hakk'a þükrediyoruz. Bugünden itibaren, Risale-i Nur'un has þakirdleri içinde þirket-i maneviye-i nuriyeden hissedar olmasýný ve is

 

sh»(K:302)

 

miyle duaya girdiðini selâmýmla beraber teblið ediniz...

 

* * *

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اَلْحَمْدُ ِللَّهِ عَلَى نَعْمَآئِهِ

 

(186)

 

Risale-i Nur'un silsile-i kerâmâtýndan Mu'cizat-ý Ahmediye ve kerametli Yirmidokuzuncu Söz ve Ýþârât-ül Ý'caz'ýn himayetkârâne ve mu'cizane yeni bir kerametleri þudur ki: Bu Ramazan-ý Þerif'in baþýnda doktorun ihbarýyla ve kuvvetli emarelerin delaletiyle ve birden hararet kýrk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemekten gelen þiddetli hastalýk hengâmýnda, kardeþimiz Âtýf'ýn habbe gibi hâdisesini, hariç vâliler kubbe yaparak; buranýn hem adliye, hem zabýta, hem vilâyete þifrelerle Risale-i Nur aleyhine sevkedildiði ayný zamanda, iki saat evvel Mu'cizat-ý Ahmediye Ýstanbul'dan koþup imdada gelmiþ. Masada iken, Yirmidokuzuncu Söz ve kerametli

 

 

 

Ýþârât-ül Ý'caz Tosya kasabasýndan imdada gelmiþ gibi ayný vakitte yaldýzlý cildleriyle masa üzerinde dururken, onlarýn müsadere endiþesi ve elliden ziyade sair risalelerin de namazsýz ellerin zabtýna geçmek ihtimali ve þiddetli hastalýðýn konuþturmamak vaziyetiyle beraber; Risale-i Nur'un o üç kerametli risaleleri, öyle hârika bir himayet ve muhafazaya vesile ve o zehirlendirmeye panzehir ve tiryâk oldu ki, bu hale muttali olan bizler þimdi de hayretteyiz. Güya hiçbir hastalýk yokmuþ gibi, gayet kuvvetli, hem þiddetli tokatlar vurarak o düþmanlýk vaziyeti dostluða çevrildi.

 

Hem adliyenin büyük me'murlarý ve taharri komiserleri, þiddetli taharri ve müsadere için geldikleri halde; elliden ziyade kitablardan hiçbirine el uzatmadan, yalnýz o risalelerin kerametlerini kýsmen dinleyerek onlarýn mânevî himayeti altýnda risaleler muhafaza edildi. Yalnýz Müdafaat ve Onaltýncý Mektub ve Ramazaniye Risalesi'ni mütâlaa etmek için biz verdik. Üçüncü günde, daha þiddetli arama ve taharri etmek, zabýtanýn siyasî komiseri bir taharri komiseriyle geldiði vakitten iki-üç saat evvel, üç kerametli risalelerin kumandasýnda bütün ri

 

sh»(K:303)

 

saleler kendilerini ellere vermemek için ortada görünmediler. Bütün iki saat o taharri neticesinde, Ankara'dan gelen bir Ramazan tebrikiyle, bir Ramazaniye Risalesini elde ettiler. Mütâlaadan sonra iade etmek va'diyle aldýlar. Bütün bu hâlât, yüksekte duran Mu'cizatlý Kur'an-ý Azîmüþþan ile beraber, i'cazlý Hizb-i Kur'anî'nin nüshalarý ve Hizb-i Nurî'nin risaleleri bu hârika vaziyeti gösterdiler. Cenab-ý Hakk'a onlarýn hurufatý adedince ve þehr-i Ramazan'ýn dakikalarýnýn âþireleri sayýsýnca hamd ü sena ediyoruz. Elhamdülillahî alâküllihal.

 

Hem hastalýktan gelen teessür ve Âtýf' hâdisesiyle kalbime gelen teellüm ve onlara acýmak ve Isparta'ya sirayet etmek endiþesinden neþ'et eden sýkýntý ve bu mübarek þehirde Risale-i Nur'un سِرًّا تَنَوَّرَتْ perdesi altýna girmesi ve üçüncü günde o iki taharriden sonra, akþama kadar gelen ve gidenlerin

 

 

 

mütemadiyen tarassud edilmesi ve Emin'in hanesi de birþey bulunmadan taharri edilmesi cihetiyle ziyade muzdarib ve müteellim iken; Cenâb-ý Erhamürrâhimîn'in rahmetiyle, þimdiye kadar devam eden inâyet-i Ýlâhiye himayeti ve rýza, teslim, tevekkül ve ihlasýn verdikleri teselli, bütün o müz'iç þeyleri akîm býraktý. Kemal-i ferah ve istirahatla "Görelim Mevlâ neyler. Neylerse güzel eyler" deyip, kemal-i teslimiyetle müsterih olduk. Siz de öyle olunuz...... fütur getirmeyiniz.

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ederiz.

 

Hastalýk devam ediyor; fakat tahammül haricinde deðil. O musibet de, Risale-i Nur'un parlak neþriyatýna tevakkuf vermek için idi.

 

Kardeþiniz

 

SAÎD NURSÎ

 

(187)

 

Ramazan-ý Þerif'ten bir gün evvel gizli zýndýk düþmanlarýmtarafýndan kuvvetli ihtimal verdiðimiz ve doktorun tasdikiyle bir zehirlenmek hastalýðýile hararetim doktorun ihbariyle kýrk dereceden geçmeye baþlamýþ iken adliyemüddeumûmileri ve

 

 

 

Sh:»(K: 304)

 

taharri komiserleri menzilimi taharriye geldiler. Ben sonra baþýmýza gelen budehþetli taarruzu bir hiss-i kablelvuku ile anlayarak ve þiddetli zehirli hastalýðýmýda ölüme gidiyor diye Isparta Vilayeti'nde kýymetdar kardeþlerim kucaklarýndateslim-i ruh edip o mübarek toprakta defn olmamý kalben niyaz ettim. Ve Hizb-iKur'ânî'yi açtým. Birden bu âyet-i kerime

 

وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِرَبِّكَ

 

karþýma çýktý. Bana bak dedi. Baktým; üç kuvvetli emâre ilemânâ-yý iþârî cihetinde bana teselli veriyor.

 

Þimdi baþýmýza gelen bu musîbeti hiçe indirdi. Ve Isparta'ya mevkufenbeþinci nefyimi, o kalbî duâmýn kabul olmasýna delil eyledi.

 

Birinci Emâre: Þeddeler sayýlýr, hesab-ý ebcedî ile bin üç yüzaltmýþ iki ederek bu senenin arâbî ayný tarihine tevâfuk edip der:

 

Sabreyle! Baþýna gelen kâzâ-i Rabbâniye teslim ol. Sen inayet gözüaltýndasýn, merak etme. Gecelerde yaptýðýn tesbihat ve tahmidât'a devam eyle.

 

TAHLÝL : Üç رaltý yüz; dört ن iki yüz; bir س ´bir م yüz; bir ص bir ف bir م iki yüz on; dört ك bir ع yüzelli; üç د , bir و bir ى kýrk; bir ل dokuz ب bir د bir و dört, ا altmýþ iki eder; yekûnu (1362) bin üç yüz altmýþ iki ederek, bu seneninayný tarihine ve baþýmýza gelen musîbetin ayný dakikasýna tam tamýnatevâ-fuku, kuvvetli bir emâredir.

 

Ýkinci Emâre : Bu âyetin mânâsý tam tamýna, hakkýmda,me'mûlümün çok fevkinde aynen müþahede ettim ve üçüncü emareninbeyânýna þimdilik lüzum olmadýðýndan yazdýrýlmadý.

 

Said Nursî

 

 

 

Sh:»(K: 305)

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ ايَّامِ اْلفِرَاقِ

 

(188)

 

Aziz Kardeþlerim,

 

Sizin ile pek çok alakadar ve görüþmeye pek çok müþtakým. Vevaziyetinizi bu soðuk kýþta merak ederim. Hayalen sizin ile görüþürken bir ikinokta hatýra geldi, beyan ediyorum.

 

Birincisi: Ondokuzuncu Söz'ün âhirinde Kur'an'daki tekrarýn ekser hikmetleri,Risale-i Nur'da dahi cereyan eder. Bilhassa ikinci hikmeti tam tamýna vardýr. O hikmetþudur ki:

 

Herkes her vakit Kur'an'a muhtaçtýr. Fakat herkes, her vakit bütün Kur'ân'ýokumaða muktedir olamaz. Fakat bir Sûreye galiben muktedir olur. Onun için enmühim makasýd-ý Kur'âniye ekser uzun Sûrelerde dercedilerek ; herbir Sûreküçük bir Kur'ân hükmüne geçmiþ. Demek hiçbir kimseyi mahrum etmemekiçin haþir ve tevhid ve Kýssa-i Mûsâ (A.S.) gibi bazý maksadlar tekrar edilmiþ.Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bazý def'a haberim olmadan, ihtiyarým verýzam olmadýðý halde, bazý ince hakaik-ý îmaniye ve kuvvetli hüccetlerimüteaddit risalelerde tekrar edilmiþ. Ben bu hayret ederdim... Neden bunlar banaunutturulmuþ? Tekrar yazdýrýlmýþ? Sonra kat'î bir surette bildim ki : Herkes buzamanda Risale-i Nur'a muhtaçtýr. Fakat umumunu elde edemez. Elde etse de tamamokuyamaz. Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiþ bir risale-i câmiayýelde edebilir. Ve ekser vakitlerde muhtaç olduðu mes'eleleri onda okuyabilir ve gýda gibiher zaman ihtiyaç tekerrür ettiði gibi, o da mütâlaasýný tekrar eder.

 

Ýkinci Bir Nokta: Âyet-ül-Kübrâ'dan çýkan "Vird-ül Ekber"nâmýndaki arabî risaleciðin âhirinde, Risale-i Münâcât'ýn baþýndakiâyetin tefsiri diye arabî kýsýmlarý ilâve edilse, beraber okunsa münasibdir. Bizde nüshamýzda yazdýk.

 

 

 

Sh:»(K: 306)

 

Üçüncü Nokta: Aziz kardeþlerim! Çok defa kalbime geliyordu. NedenÝmam-ý Ali (R.A.) Risale-i Nur'a ve bilhassa Âyet-ül-Kübrâ Risalesi'ne ziyadeehemmiyet vermiþ? diye sýrrýný beklerdim. Lillâhilhamd ihtar edildi. Ýnkiþafeden o sýrra þimdilik yalnýz kýsa bir iþâret ediyorum. Þöyle ki:

 

Risale-i Nur'un mümtâz bir hâsiyeti, imanýn en son ve en küllî istinadnoktasýný, kuvvetli ve kat'î beyan olduðundan, bu hâsiyet Âyet-ül-KübraRisalesi'nde fevkalâde parlak görünüyor. Ve bu acib asýrda mübareze-i küfür veîman en son mnokta-i istinada sirayet ederek ona dayandýrýyor. Meselâ: Nasýl ki,gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafýn bütün kuvvetleritoplandýðý bir sahrada iki tabur çarpýþýyorlar. Düþman tarafý, en büyükordusunun cihazât-ý muharribesini kendi taburuna imdad ve kuvve-i mâneviyesinifevkalâde takviye için her vasýtayý isti'mal ederek, ehl-i îman taburunun kuvve-imâneviyesini bozmak ve efradýnýn tesânüdünü kýrmak için her vesileyikullanýr. Ehemmiyetli bir istinadgahýný kendine temâyül ettirerek ihtiyat kuvvetinidaðýtýr. Müslüman taburunun herbir neferine karþý, cemiyet ve komitecilik ruhiylemütesânid bir cemaat gönderir. Bütün bütün kuvve-i mâneviyesinimahvetmeðe çalýþtýðý bir hengâmda Hýzýr gibi biri çýkar, o taburader : "Me'yus olma ! Senin öyle sarsýlmaz bir nokta-i istinadýn ve öyle maðlûbedilmez muhteþem ordularýn ve tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki, dünya toplansakarþýsýna çýkamaz. Senin þimdilik maðlûbiyetinin bir sebebi, bir cemaate vebir þahs-ý mâneviye karþý bir neferi göndermenizdir. Çalýþ ki, herbir neferin,istinad noktalarý dairelerinden mânen istifade ettiði kuvvetli kuvve-i mâneviye ile birþahs-ý mânevî ve bir cemiyet hükmüne geçsin" dedi ve tam kanaat verdi.

 

Aynen öyle de, ehl-i îmana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asýr cemaatzamaný olduðu cihetiyle, cemiyet ve komitecilik mâyesiyle bir þahs-ý mânevi ve birruh-u habîs olmuþ. Müslüman âlemindeki vicdan-ý umumî ve kalb-i küllîyibozuyor. Ve avâmýn taklidî itikadlarýný himaye eden Ýslâmî perde-i ulviyeyiyýrtýyor ve hayat-ý îmaniyeyi yaþatan, an'ane ile gelen hissiyat-ý mütevâriseyiyandýrýyor. Herbir müslüman tek baþýyla bu dehþetli yangýndan kurtulmayame'yusane

 

 

 

Sh:»(K: 307)

 

çabalarken, Risale-i Nur Hýzýr gibi imdada yetiþti. Kâinâtý ihata eden sonordusunu (*) gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, mânevî imdat getirmekhizmetinde hârika bir emirber nefer olarak Âyet-ül Kübra Risalesi'ni Ýmam-ý Ali(R.A.) keþfen görmüþ, ehemmiyetle göstermiþ.

 

Temsildeki sâir noktalarý tatbik ediniz, tâ o sýrrýn bir hülâsasý sizegörünsün.

 

SaidNursî

 

 

 

 

 

-----------

 

(*): Kâinatý daðýtamayan bir kuvvet onu bozamaz.

 

 

 

Sh:»(K: 308)

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

يَااَللَّهُ * يَارَحْمَنُ * يَارَحِيمُ * يَافَرْدُ * يَاحَىُّ * يَاقَيُّومُ * يَاحَكَمُ * يَاعَدْلُ * يَاقُدُّوسُ

 

 

 

Yâ Allah, Yâ Rahman, Yâ Rahîm, Yâ Ferd, Yâ Hay, Yâ Kayyum, YâHakem, Yâ Adl, Yâ kuddûs.

 

Ýsm-i Âzamýn hakkýna ve Kur'ân-ý Mu'ciz-ül-Beyânýn hürmetineve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalât-ü Vesselâmýn þerefine... Bu KastamonuLâhikasýný bastýranlarý ve mübârek yardýmcýlarýný ve Risale-i Nurtalebelerini Cennet-ül-Firdevst saadet-i ebediyeye mazhar eyle. Âmin... Ve hizmet-iîmaniye ve Kur'âniyede dâima muvaffak eyle. Âmin... Ve defter-i hasenatlarýna bumecmuanýn herbir harfine mukabil bin hasene yazdýr. Âmin..... Ve Nurlarýnneþrinde sebat ve devam ve ihlâs ihsan eyle. Âmin...

 

Yâ Erhamerrâhimîn! .. Umum Risale-i Nur Þâkirdlerini iki cihanda mes'udeyle. Âmin.... Ýnsî ve cinnî þeytanlarýn þerlerinden muhafaza eyle. Âmin...Ve bu âciz ve biçâre Said'in kusurâtýný affeyle. Âmin....

 

Umum NurÞâkirdleri

 

nâmýna

 

SaidNursî

 

 

 

 

 

 

 

[����1]

Link to comment
Share on other sites