EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 ONBÝRÝNCÝ HÜCCET-Ý ÎMANÝYE (YÝRMÝÝKÝNCÝ SÖZ'ÜN BÝRÝNCÝ MAKAMI) بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمِنِ الرَّحِيم وَيَضْرِبُ اللَّهُ اْلاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ * وَتِلْكَ اْلاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ Bir zaman iki adam, bir havuzda yýkandýlar. Fevkalâde bir tesir altýnda kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtýklarý vakit gördüler ki, acib bir âleme götürülmüþler. Öyle bir âlem ki: Kemâl-i intizamýndan bir memleket hükmünde, belki bir þehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemâl-i hayretlerinden etraflarýna baktýlar. Gördüler ki: Bir cihette bakýlsa, azîm bir âlem görünüyor. Bir cihette bakýlsa, muntazam bir memleket. Bir cihette bakýlsa, mükemmel bir þehir. Diðer bir cihette bakýlsa, gayet muhteþem bir âlemi içine almýþ bir saraydýr. Þu acâib âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki: Bir kýsým mahlûklar var; bir tarz ile konuþuyorlar. Fakat, bunlar, onlarýn dillerini bilmiyorlar. Yalnýz iþaretlerinden anlaþýlýyor ki, mühim iþler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapýyorlar. O iki adamdan birisi arkadaþýna dedi ki: "Þu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve þu muntazam memleketin bir mâliki, þu mükemmel þehrin bir sahibi, þu musanna' sarayýn bir ustasý vardýr. Biz çaýþmalýyýz, onu tanýmalýyýz. Çünki anlaþýlýyor ki, bizi buraya getiren O'dur. Onu tanýmazsak, kim bize medet verecek. Dillerini bilmediðimiz ve onlar bizi dinlemedikleri þu âciz mahlûklardan ne bekliyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir þehir tarzýnda, bir saray þeklinde yapan ve baþtanbaþa hârika þeylerle, dolduran ve müzeyyenatýn envâiyle tezyin eden ve ibretnüma mu'cizelerle donatan bir zât.. elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediði vardýr. Onu tanýmalýyýz. Hem, ne istediðini bilmekliðimiz lâzýmdýr." Öteki adam dedi: (Sh:Asâ.206) - "Ýnanmam, böyle bahsettiðin gibi bir zât bulunsun ve bütün bu âlemi tek baþiyle idare etsin." Arkadaþý cevaben dedi ki: -"Bunu tanýmazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararý olsa pek azîmdir. Eðer tanýmasýna çalýþsak, meþakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek azîmdir. Onun için ona karþý lâkayd kalmak, hiç kâr-ý akýl deðildir." O serseri adam dedi: -"Ben bütün rahatýmý, keyfimi; onu düþünmemekte görüyorum. Hem böyle aklýma sýðýþmayan þeylerle uðraþmýyacaðým. Bütün bu iþler, tesadüfî ve karmakarýþýk iþlerdir, kendi kendine dönüyor; benim neme lâzým." Akýllý arkadaþý ona dedi: -"Senin bu temerrüdün, beni de, belki çoklarýný da belâya atacaktýr. Bir edepsizin yüzünden, bazen olur ki, bir memleket harab olur." Yine o serseri dönüp dedi ki: - "Ya kat'iyen bana isbat et ki: Bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sânii vardýr. Yahut bana iliþme." Cevaben arkadaþý dedi: -"Mâdem inadýn divanelik derecesine çýkmýþ; o inadýnla bizi ve belki memleketi bir kahre giriftar edeceksin. Ben de sana oniki bürhan ile göstereceðim ki: Bir saray gibi þu âlemin, bir þehir gibi þu memleketin, tek bir ustasý vardýr ve o usta, herþey'i idare eden yalnýz odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve her þey'i görür ve sözlerini iþitir. Bütün iþleri mu'cize ve hârikadýr. Bütün bu gördüðümüz ve dillerini bilmediðimiz þu mahlûklar onun me'murlarýdýr." Birinci Bürhan: Gel her tarafa bak..her þey'e dikkat et! Bütün bu iþler içinde gizli bir el iþliyor. Çünki: Bak, bir dirhem (Hâþiye) kadar kuvveti olmýyan, bir çekirdek küçüklüðünde bir þey, binler batman yükü kaldýrýyor. Zerre kadar þuuru (Hâþiye:1) olmýyan gayet hakîmane iþler görüyor. Demek bunlar kendi kendilerine iþlemiyorlar. Onlarý iþlettiren gizli bir kudret sahibi vardýr. Eðer kendi baþýna olsa, bütün baþtan baþa bu gördüðümüz memlekette her iþ mu'cize, herþey mu'cizekâr bir hârika olmak lâzým gelir. Bu ise bir safsatadýr. Ýkinci Bürhan: Gel bütün bu ovalarý, bu meydanlarý, bu menzilleri süslendiren þeyler üstüne dikkat et. Herbirisinde o gizli Zât'tan haber veren iþler var. Âdeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybî zâtdan haber veriyorlar. Ýþte ---------------------- (Hâþiye): Aðaçlarý baþlarýnda taþýyan çekirdeklere iþarettir. (Hâþiye 1): Kendi kendine yükselmiyen ve meyvelerin sýkletine dayanmýyan, üzüm çubuklarý gibi nâzenin nebatatýn, aðaçlara lâtif eller atýp sarmalarýna ve onlara yüklenmelerine iþarettir. (Sh:Asâ.207) gözünün önünde: bak: Bir dirhem pamuktan (Hâþiye 1) ne yapýyor? Bak kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaþ çýktý. Bak, ondan ne kadar þekerlemeler, yuvarlak tatlý köfteler yapýlýyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâfi gelir. Hem de bak: Bu demiri, topraðý, suyu, kömürü, bakýrý, gümüþü, altýný, gaybî avucuna aldý, bir et parçasý (Hâþiye: 2) yaptý; bak gör... Ýþte ey akýlsýz adam! Bu iþler öyle bir zâta mahsustur ki; bütün bu memleket, bütün eczâsiyle onun mu'cize-i kuvveti altýnda duruyor, her arzusuna râm oluyor. Üçüncü Bürhan: Gel bu müteharrik antika (Haþiye: 3) san'atlarýna bak: Herbirisi öyle bir tarzda yapýlmýþ; âdeta bu koca sarayýn bir küçük nüshasýdýr. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor. Hiç mümkün müdür ki; bu sarayýn ustasýndan baþka birisi gelip bu acip sarayý küçük bir makinede dercetsin? Hem hiç mümkün müdür ki; bir kutu kadar bir makine, bütün bir âlemi içine aldýðý halde, tesadüfî veyahut abes bir iþ içinde bulunsun? Demek, bütün gözün gördüðü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtýn birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânname hükmündedirler. Lisan-ý halleriyle derler ki: "Biz öyle bir zâtýn san'atýyýz ki: Bütün bu âlemimizi bizi yaptýðý ve suhuletle îcad ettiði gibi kolaylýkla yapabilir bir zâttýr." Döndüncü Bürhan: Ey muannid arkadaþ! Gel, sana daha acîbini göstereceðim. Bak: Bu memlekette bütün bu iþler, bu þeyler deðiþti.. deðiþiyor; bir hâlette durmuyor. Dikkat et ki: Bu gördüðümüz câmid cisimler, hissiz kutular; birer hâkim-i mutlak suretini aldýlar; âdeta herbir þey, bütün eþyaya hükmediyor. Ýþte bu yanýmýzdaki bu makineye bak; (Haþiye : 4) güya emrediyor. Ýþte onun tezyinatýna ve iþlemesine lâzým levazýmat ve maddeler, uzak yer- --------------------- (Hâþiye :1): Tohuma iþarettir. Meselâ: Zerre gibi bir afyon büzrü, bir dirhem gibi bir zerdali nüvatý, bir kavun çekirdeði; nasýl çuhadan daha güzel dokunmuþ yapraklar, patiskadan daha beyaz, ve sarý çiçekler, þekerlemeden daha tatlý ve köftelerden ve konserve kutularýndan daha lâtif, daha leziz, daha þirin meyveleri Hazine-i Rahmetden getiriyorlar, bize takdim ediyorlar... (Hâþiye: 2): Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatý îcad etmeye iþarettir. (Hâþiye: 3) : Hayvanlara ve insanlara iþarettir. Zira hayvan, þu âlemin küçük bir fihristesi ve mahiyet-i insaniyye, þu kâinatýn bir misâl-i musaððarý olduðundan; âdeta âlemde ne varsa, insanda nümunesi vardýr. (Hâþiye: 4) : Makine, meyvedar aðaçlara iþarettir. Çünki: Yüzer tezgâhlarý, fabrikalarý, incecik dallarýnda taþýyor gibi hayret-nüma yapraklarý, çiçekleri, meyveleri dokuyor, süslendiriyor, piþiriyor; bizlere uzatýyor. Halbuki çam ve katran gibi muhteþem aðaçlar, kuru bir taþda tezgâhýný atmýþ, çalýþýp duruyorlar. (Sh:Asâ.208) lerden koþup geliyorlar. Ýþte oraya bak: O þuursuz cisim (Hâþiye: 1) güya bir iþaret ediyor, en büyük bir cismi, kendine hizmetkâr ediyor; kendi iþlerinde çalýþtýrýyor. Daha baþka þeyleri bunlara kýyas et. Âdeta herbir þey, bütün bu âlemdeki hilkatleri musahhar ediyor. Eðer, o gizli zâtý kabul etmezsen, bütün bu memleketteki taþýnda, topraðýnda, hayvanýnda, insana benzer malûklarda; o zâtýn bütün hünerlerini, san'atlarýný, kemalâtlarýný, birer birer (o þeylere) vereceksin. Ýþte, aklýn uzak gördüðü bir tek mu'ciznüma zâtýn bedeline milyarlar onun gibi mu'ciz-nüma, hem birbirine zýd, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun; bu intizam bozulmasýn, ortalýðý karýþtýrmasýnlar. Halbuki bu koca memlekette iki parmak karýþsa, karýþtýrýr. Çünki, bir köyde iki müdür, bir þehirde iki vali, bir memlekette iki padiþah bulunsa; karýþtýrýr. Nerede kaldý hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun? Beþinci Bürhan: Ey vesveseli arkadaþ! Gel, bu azîm sarayýn nakýþlarýna dikkat et ve bütün bu þehrin zînetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatýný gör ve bütün bu âlemin san'atlarýný tefekkür et. Ýþte bak: Eðer nihayetsiz mu'cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtýn kalemi iþlemezse; bu nakýþlarý, sair þuursuz sebeplere, kör tesadüfe, saðýr tabiata verilse; o vakit, ya bu memleketin herbir taþý, herbir otu, öyle mu'ciz-nüma nakkaþ, öyle bir hârikulâde kâtib olmasý lâzýmgelir ki, bir harfte bin kitabý yazabilsin, bir nakýþta milyonlar san'atý dercedebilsin. Çünki, bak bu taþlardaki nakþa (Hâþiye :2) herbirisinde bütün sarayýn nakýþlarý var; bütün þehrin tanzimat kanunlarý var; bütün memleketin teþkilât programlarý var. Demek bu nakýþlarý yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadýr. Öyle ise, herbir nakýþ, herbir san'at, o gizli zâtýn bir ilânnamesidir, bir hâtemidir. Mâdem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlý bir nakýþ, nakkaþýný bildirmemek olmaz... Nasýl olur ki: Bir harfte koca bir kitabý yazan, bir nakýþta bin nakþý nakþeden nakkaþ, kendi kitabiyle ve nakþiyle bilinmesin... ---------------------- (Hâþiye:1): Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarýna iþarettir. Meselâ, bir sinek bir kara aðacýn yapraðýnda yumurtasýný býrakýr. Birden o koca aðaç, yapraklarýný o yumurtalara bir rahm-i mâder, bir beþik ve bal gibi bir gýda ile dolu bir mahzene çeviriyor. Adeta o meyvesiz aðaç o surette zîruh meyveler veriyor. (Hâþiye:2): Þecere-i hilkatin meyvesi olan insana; ve kendi aðacýnýn programýný ve fihristesini taþýyan meyveye iþarettir. Zira kalem-i kudret, âlemin kitâb-ý kebirinde ne yazmýþ ise, icmalini mâhiyet-i insaniyyede yazmýþtýr. Kalem-i kader, dað gibi bir aðaçta ne yazmýþ ise týrnak gibi meyvesinde dahi dercetmiþtir. (Sh:Asâ.209) Altýncý Bürhan: Gel bu geniþ ovaya çýkacaðýz (Hâþiye). Ýþte o ova içinde yüksek bir dað var, üstüne çýkacaðýz, tâ bütün etrafý görülsün. Hem herþey'i yakýnlaþtýracak güzel dürbünleri de beraber alacaðýz. Çünki: Bu acib memlekette, acib iþler oluyor. Her saatte hiç aklýmýza gelmiyen iþler oluyor. Ýþte bak: Bu daðlar ve ovalar ve þehirler, birden deðiþiyor. Hem nasýl deðiþiyor? Öyle bir tarzda ki; milyonlarla birbiri içinde iþler, gayet muntazam surette deðiþiyor. Âdeta milyonlar mütenevvi kumaþlar birbiri içinde beraber dokunuyor gibi, pek acib tahavvülat oluyor. Bak, o kadar ünsiyet ettiðimiz ve tanýdýðýmýz çiçekli-miçekli þeyler kayboldular. Muntazaman yerlerine -ve mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrý- baþkalarý geldiler. Âdeta þu ova, daðlar birer sahife; yüzbinlerle ayrý ayrý kitaplar, içinde yazýlýyor. Ham hatâsýz, noksansýz olarak yazýlýyor. Ýþte, bu iþler yüz derece muhaldir ki, kendi kendine olsun. Evet, nihayet ederecede san'atlý, dikkatli þu iþler kendi kendine olmak, bin derece muhaldir. Kendilerinden ziyade, san'atkârlarýný gösteriyorlar. Hem bunlarý iþleyici öyle mu'ciznüma bir zâttýr ki, hiçbir iþ ona aðýr gelmez. Bin kitap yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir. Bununla beraber her tarafa bak ki: Hem öyle bir hikmetle herþey'i yerli yerine koyuyor ve öyle mükrimâne herkese lâyýk olduklarý lütuflarý yapýyor; hem öyle ihsanperverâne umumî perdeler ve kapýlar açýyor ki, herkesin arzularýný tatmin ediyor. Hem öyle sahavetperverâne sofralar kuruyor ki: Bütün bu memleketin halklarýna, hayvanlarýna, herbir taifesine has va lâyýk belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-yý ni'met veriliyor. Ýþte dünyada bundan muhal bir þey var mý ki, bu gördüðümüz iþler içinde tesadüfî iþler bulunsun? Veya abes ve faidesiz olsun? Veya müteaddit eller karýþsýn? Veya ustasý herþey'e muktedir olmasýn? Veya herþey ona musahhar olmasýn? Ýþte ey arkadaþ! Haddin varsa buna karþý bir bahane bul. Yedinci Bürhan: Ey arkadaþ gel Þimdi bu cüz'iyatý býrakýp, saray þeklindeki bu âcib âlemin eczalarýnýn, birbirine karþý olan vaziyetlerine dikkat edeceðiz. Ýþte bak: Bu âlemda o derece intizam ile küllî iþler yapýlýyor ve umumî inkýlâplar oluyor ki; âdeta bütün bu saraydaki mevcut taþlar, topraklar, aðaçlar, herbir þey birer fâil-i muhtar gibi bütün âlemin nizamat-ý külliyesini gözetip, ona göre tevfik-ý hareket ediyor. Birbirinden en uzak þeyler, birbirinin imdadý- -------------------------- (Hâþiye) : Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne iþarettir. Zira yüzbinler muhtelif mahlûkatýn taifeleri, birbiri içinde beraber îcad edilir, rûy-i zeminde yazýlýr. Galatsýz, kusursuz, kemal-i intizamla deðiþtirilir. Binler sofra-i Rahman açýlýr, kaldýrýlýr; taze taze gelir. Herbir aðaç birer tablacý; herbir bostan birer kazan hükmüne geçer. (Sh:Asâ.210) na koþuyor. Ýþte bak: Gaibden acib bir kafile (Hâþiye: 1) çýkýp geliyor. Merkebleri; aðaçlara, nebatlara, daðlara benzerler. Baþlarýnda birer tabla-yý erzak taþýyarlar. Ýþte bak; bu tarafta bekliyen muhtelif hayvanatýn erzaklarýný getiriyorlar. Hem de bak: Bu kubbede o azîm elektrik lâmbasý, (Hâþiye:2) onlara ýþýk verdiði gibi, bütün taamlarýný öyle güzel piþiriyor..yalnýz, piþirilecek taamlar, bir dest-i gaybî tarafýndan birer ipe takýlýp, (Hâþiye:3) ona karþý tutuluyor. Bu tarafa da bak; bu bîçare zaîf, nahîf, kuvvetsiz hayvancýklar... Nasýl, onlarýn baþý önünde, lâtif gýda ile dolu iki tulumbacýk (Hâyiþe:4) takýlmýþ, iki çeþme gibi, yalnýz o kuvvetsiz mahlûk, onu aðzýna yapýþtýrmasý kâfidir. El h â s ý l: Bütün bu âlemin bütün eþyasý, birbirine bakar gibi, birbirine yardým eder. Birbirini görür gibi, birbirine elele verir. Birbirinin iþini tekmil için, birbine omuz omuza veriyor. Bel bele verip beraber çalýþýyorlar. Herþey'i buna kýyas et; tâdat ile bitmez... Ýþte, bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde kat'î gösterir ki; þu saray-ý acîbin ustasýna, yani þu garib âlemin sahibine, herþey musahhardýr. Herþey onun hesabýna çalýþýr. Herþey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herþey onun kuvvetiyle döner. Herþey onun emriyle hareket eder. Herþey onun hikmetiyle tanzim olur. Herþey onun keremiyle muavenet eder. Herþey onun merhametiyle baþkasýnýn imdadýna koþar, (yâni koþturulur). Ey arkadaþ! Haddin varsa buna karþý bir söz söyle. Sekizinci bürhan: Gel, ey nefsim gibi kendini âkýl zanneden akýlsýz arkadaþ! Þu saray-ý muhteþemin sahibini tanýmak istemiyorsun! Halbuki: Her þey onu gösteriyor; ona iþaret ediyor; ona þehadet ediyor. Bütün bu þeylerin þehadetini nasýl tekzip ediyorsun. Öyle ise, bu sarayý da inkâr et ve "âlem yok, memleket yok" de. Kendini de inkâr et, ortadan çýk. Yahut aklýný baþýna al, beni dinle. Ýþte bak: Þu saray içinde bulunan ve memleketi ihâta eden yeknesak unsurlar, mâdenler var (Hâþiye -5). Âdeta mamleketten çýkan herþey, o maddelerden yapýlýyor. Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapý- ----------------------- (Hâþiye: 1) : Umum hayvanatýn erzakýný taþýyan nebataat ve eþcar kafileleridir. (Hâþiye: 2) : O azîm elektrik lâmbasý Güneþe iþarettir. (Hâþiye :3) : Ýp ve ipe takýlan taam ise, aðacýn ince dallarý ve leziz meyveleridir. 'Hâþiye : 4) : Ýki tulumbacýk ise, vâlidelerin memelerine iþarettir. (Hâþiye : 5) : Unsurlar, madenler ise; pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbâni ile her muhtacýn imdadýna koþan ve emr-i ilâhî ile herbir yere giren, meded veren ve hayatýn levâzýmatýný yetiþtiren ve zîhayatý emziren ve masnuat-ý Ýlâhiyyenin nescine, nakþýna, menþe' ve müvellid ve beþik olan; hava, su, ziya, toprak unsurlarýna iþarettir. (Sh:Asâ.211) lan þeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. Hem bak: Bu dokunan þeyler, bu nescolunan münakkaþ kumaþlar, birtek maddeden yapýlýyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren elbette bilbedahe birdir. Çünki; o iþ, iþtirâk kabul etmez. Öyle ise bütün nescolunan san'atlý þeyler, ona mahsustur. Hem de bak: Bu dokunan, yapýlan þeylerin herbir cinsi bütün memleketin her tarafýnda bulunuyor. Bütün ebnâ-yý cinsleriyle öyle intiþar etmiþ. Beraber olarak birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapýlýyor, nescediliyor. Demek tek bir zâtýn iþidir; tek bir emirle hareket ediyor. Yoksa böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir hey'ette ittifak ve muvafakat, muhaldir. Öyle ise, bu san'atlý þeylerin herbirisi, o gizli zâtýn bir ilânnamesi hükmünde onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaþ, herbir san'atlý makine, herbir tatlý lokma, o mu'ciz-nüma zâtýn birer sikkesi, birer hâtemi, birer niþaný, birer turrasý hükmünde; lisan-ý hal ile herbirisi der: . "Ben kimin san'atýyým, bulunduðum sandýklar ve dükkânlar da onun mülküdür." Ve herbir nakýþ der: "Beni kim dokudu ise, bulunduðum top da onun dokumasýdýr." Herbir tatlý lokma der: "Beni kim yapýyor, piþiriyorsa; bulunduðum kazan dahi onundur." Herbir makine der: "Beni kim yapmýþ ise, memlekette intiþar eden bütün emsalimi de o yapýyor ve bütün memleketin her tarafýnda bizi yetiþtiren, odur. Demek memleketin mâliki de, odur. Öyle ise, bütün bu memkelete, bu saraya mâlik kim ise, o bize mâlik olabilir." Meselâ, nasýl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut bir tek düðmeye mâlik olmak için onlarý yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzýmdýr ki, onlara hakikî mâlik olsun. Yoksa o boþboðaz baþý bozuktan, "mîrî malýdýr" diye elinden alýnýp, tecziye edilir. E l h a s ý l: Nasýl bu memleketin anâsýrý, memlekete muhit birer maddedir. Onlarýn mâliki de; bütün memlekete mâlik birtek zât olabilir. Öyle de, bütün memlekette intiþar eden san'atlar, birbirine benzediði ve birtek sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intiþar eden masnu'lar, herbir þey'e hükmeden tek bir zâtýn san'atlarý olduðunu gösteriyorlar. Ýþte ey arkadaþ! Mâdem þu memlekette, yâni þu saray-ý muhteþemde bir birlik alâmeti vardýr, bir vahdet sikkesi var. Çünki, bir kýsým þeyler, bir iken; ihâtasý var. Bir kýsým mütaaddit ise, -fakat birbirine benzediði ve her tarafta bulunduðu için- bir vahdet-i nev'iye gösteriyor. Vahdet ise, bir vâhidi gösterir. Demek, ustasý da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzýmgelir. Bununla beraber sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalýnca bir ip çýkýyor (Hâþiye). Bak, sonra binler ipler, ondan uzan- ------------------------- (Hâþiye) : Kalýnca bir ip; meyvedar aðaca; binler ipler ise, dallarýna; ipler baþýndaki elmas, niþan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksamýna ve meyvelerin envâýna iþarettir. (Sh:Asâ.212) mýþ. Herbir ipin baþýna bak; birer elmas, birer niþan, birer ihsan, birer hediye takýlmýþ. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garip bir gayb perdesinden, böyle acib ihsanatý, hedâyâyý þu mahlûklara uzatan Zâtý tanýmamak, ona teþekkür etmemek; ne kadar divanece bir harekettir. Çünki, onu tanýmazsan, bilmecuriye diyeceksin ki: ''Bu ipler; uçlarýndaki elmaslarý, sair hediyeleri kendileri yapýyorlar, veriyorlar." O vakit her ipe, bir padiþahlýk mânasýný vermek lâzýmgelir. Halbuki gözümüzün önünde bir dest-i gaybî, o ipleri dahi yapýp o hedâyâyý onlara takýyor. Demek, bütün bu sarayda herþey, kendi nefsinden ziyade, o mu'ciznüma zâtý gösteriyor. Onu tanýmazsan, bütün bu þeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aþaðý düþeceksin. Dokuzuncu Bürhan: Gel ey muhakemesiz arkadaþ! Sen þu sarayýn sahibini tanýmýyorsun ve tanýmak da istemiyorsun. Çünki, istib'ad ediyorsun. Onun acîb san'atlarýný ve hâlâtýný, akla sýðýþtýramadýðýndan inkâra sapýyorsun. Halbuki asýl istib'ad, asýl müþkilât ve hâkikî suûbetler ve dehþetli külfetler, onu tanýmamaktadýr. Çünki, onu tanýsak, bütün bu saray, bu âlem, birtek þey gibi kolay gelir; rahat olur; bu ortadaki ucuzluk ve mebzuliyyete medar olur. Eðer tanýmazsak ve o olmazsa, o vakit herbir þey, bütün bu saray kadar müþkilâtlý olur. Çünki herþey, bu saray kadar san'atlýdýr. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzûliyyet kalýr. Belki bu gördüðümüz þeylerin birisi, deðil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi. Sen, yalnýz þu ipe takýlan tatlý konserve kutusuna bak. (Hâþiye). Eðer, onun gizli matbaha-i mu'ciz-nümasýndan çýkmasa idi, þimdi kýrk para ile aldýðýmýz halde, yüz liraya alamazdýk. Evet bütün istib'ad, suûbet, helâket, belki muhaliyet, onu tanýmamaktadýr. Çünki, nasýl bir aðaca bir kökte, bir kanunla bir merkezde hayat veriliyor. Binler meyvelerin teþekkülü, bir meyve gibi suhûlet peyda eder. Eðer o aðacýn meyveleri, ayrý ayrý merkeze ve köke, ayrý ayrý kanunla raptedilse, herbir meyve; bütün aðaç kadar müþkilâtlý olur. Hem, nasýl bütün ordunun teçhizatý, bir merkezde, bir kanunla, bir fabrikadan çýksa; kemiyetçe, bir neferin teçhizatý kadar kolaylaþýr. Eðer; herbir neferin ayrý ayrý yerlerde teçhizatý yapýlsa, alýnsa; herbir neferin teçhizatý için, bütün ordunun teçhizatýna lâzým fabrikalar bulunmasý lâzýmdýr. Aynen bu iki misâl gibi: Þu muntazam sarayda, þu mükemmel þehirde, þu müterakki memlekette, þu muhteþem âlemde, bütün bu þeylerin icadý bir tek zâta verildið vakit, o kadar kolay olur, o kadar hiffet peyda eder ki, gördüðümüz nihayetsiz ucuzluða ve mubzuliyete ve sehavete sebebiyet verir. Yoksa herþey o kadar pahalý, o kadar müþkilâtlý olacak ki, dünya verilse, birisi elde edilemez... ------------------------------ (Hâþiye) : Konserve kutusu; kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, süt kutusu hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine iþarettir. (Sh:Asâ.213) Onuncu Bürhan: Gel, ey bir parça insafa gelmiþ arkadaþ! Onbeþ gündür (Hâþiye:1) biz buradayýz. Eðer þu âlemin nizamlarýný bilmezsek, padiþahýný tanýmazsak; cezaya müstahak oluruz. Özrümüz kalmadý. Zira onbeþ gün (güya bize mühlet verilmiþ gibi) bize iliþmiyorlar. Elbette biz baþýboþ deðiliz. Bu derece nâzik, san'atlý, mîzanlý, letâfetli, ibretli masn'ular içinde hayvan gibi gezip bozamayýz, bize bozdurmazlar. Þu memleketin haþmetli mâlikinin, elbette cezasý da dehþetlidir. O zât, ne kadar kudretli, haþmetli, bir zât olduðunu þununla anlayýnýz ki: Þu koca âlemi bir saray gibi tanzim ediyor; bir dolap gibi çeviriyor. Þu büyük memleketi, bir hane gibi, hiçbirþey noksan býrakmýyarak idare ediyor. Ýþte bak, vakit bevakit, bir kabý doldurup boþaltmak gibi, þu sarayý, þu memleketi, þu þehri, kemâl-i intizamla doldurup, kemâl-i hikmetle boþalttýrýyor. Bir sofrayý kaldýrýp indirmek gibi, koca memleketi baþtan baþa çeþit çeþit sofralar (Hâþiye:2), -bir dest-i gaybî tarafýndan kaldýrýr, indirir tarzýnda- mütenevvi yemekleri sýra ile getirip yedirir. Onu kaldýrýp baþkasýný getirir; sen de görüyorsun. Ve aklýn varsa anlarsýn ki, o dehþetli haþmet içinde hadsiz sehavetli bir kerem var. Hem de bak ki, o gaybî zâtýn saltanatýna, birliðine, bütün bu þeyler þehadet ettiði gibi; öyle de kafile kafile arkasýndan gelip geçen, o hakikî perde perde arkasýndan açýlýp kapanan bu inkýlâblar, bu tahavvülâtlar; o zâtýn devamýna, bekasýna þehadet eder. Çünki, zeval bulan eþya ile beraber esbablarý dahi kayboluyor. Halbuki onlarýn arkasýndan, onlara isnad ettiðimiz þeyler, tekrar oluyor. Demek o eserler, onlarýn deðilmiþ; belki zevalsiz birinin eserleri imiþ. Nasýlki bir ýrmaðýn kabarcýklarý gidiyor; arkasýndan gelen kabarcýklar, gidenler gibi parladýðýndan anlaþýlýyor ki; onlarý parlattýran daimî ve yüksek bir ýþýk sahibidir. Öyle de: Bu iþlerin sür'atle deðiþmesi, arkalarýndan gelenlerin ayný renk almasý gösteriyor ki, zevalsiz, daimî birtek Zâtýn cilveleridir, nakýþlarýdýr, âyineleridir, san'atlarýdýr... Onbirinci Bürhan: Gel ey arkadaþ! Þimdi sana geçmiþ olan on bürhan kuvvetinde kat'i bir bürhan daha göstereceðim. Gel, bir gemiye bineceðiz; (Hâþiye:3) þu uzaktta bir cezîre var, oraya gedeceðiz. Çünki, bu týlsýmlý âlemin anahtarlarý ora- --------------------------- (Hâþiye : 1) : Onbeþ gün, sinn-i teklif olan onbeþ seneye iþarettir. (Hâþiye : 2) : Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne iþarettir ki, yüzer taze taze ve ayrý ayrý olarak matbaha-i rahmetten çýkan rahmanî sofralar serilir, deðiþirler. Her bir bostan bir kazan, herbir aðaç bir tablacýdýr. (Hâþiye : 3 ) : Gemi, tarihe ve cezîre ise, Asr-ý Saadet'e iþarettir. Þu asrýn zulümatlý sahilinde mimsiz medeniyyetin giydirdiði libastan soyunup, zamanýn denizine girip, tarih ve siyer sefinesine binip, Asr-ý Saadet ceziresine ve Cezîretül-Arab meydanýna çýkýp, Fahr-i Âlem'i (A.S.M.) iþ baþýnda ziyaret etmekle biliriz ki, o zât, o kadar parlak bir bürhan-ý tevhiddir ki, zeminin baþtan baþa yüzünü ve zamanýn geçmiþ ve gelecek iki yüzünü ýþýklandýrmýþ, küfür ve dalâlet zulümatýný daðýtmýþtýr. (Sh:Asâ.214) da olacak. Hem, herkes o cezîreye bakýyor, oradan birþeyler bekliyor; oradan emirler alýyorlar. Ýþte bak gidiyoruz. Þimdi þu cezîreye çýktýk. Bak, pek büyük bir içtima var. Þu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmýþ gibi, mühim ihtifâl görünüyor. Ýyi dikkat et. Bu cemiyet-i azîmenin bir reisi var. Gel daha yakýn gideceðiz. O reisi tanýmalýyýz. Ýþte bak, ne kadar parlak ve binden (Hâþiye:1) ziyade niþanlarý var. Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlý bir sohbet ediyor. Þu onbeþ gün zarfýnda, bunlarýn dediklerini ben bir parça öðrendim. Sen de benden öðren. Bak, o zât, þu memleketin mu'ciz-nüma sultanýndan bahsediyor. "O sultan-ý zîþan, beni sizlere gönderdi" söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor ki: Þüphe býrakmýyor ki, bu zât o padiþahýn bir me'mur-u mahsusudur. Sen dikkat et ki, bu zâtýn söylediði sözü, deðil yalnýz þu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki, hârikulâde suretinde bütün memlekete iþittiriyor. Çünki, uzaktan uzaða herkes buradaki nutkunu iþitmeðe çalýþýyor. Deðil yalnýz insanlar dinliyor, belki hayvanlar da, hattâ bak daðlar da onun getirdiði emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kýmýldanýyorlar; þu aðaçlar, iþaret ettiði yere gidiyorlar. Nerede istese su çýkarýyor. Hattâ parmaðýný da bir âb-ý kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ý hayat içiriyor. Bak þu sarayýn kubbe-i âlîsinde mühim lâmba (Hâþiye:2) O'nun iþaretiyle bir iken ikileþiyor. Demek bu memleket, bütün mevcûdâtiyle onun me'muriyetini tanýyor. Onu, "o gaybî zât-ý mu'ciz-nümanýn has ve doðru bir tercümaný, bir dellâl-ý saltanatý ve týlsýmýnýn keþþafý ve evâmirinin tebliðine emin bir elçisi" olduðunu biliyorlar gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar. Ýþte bu zâtýn her söylediði sözü, etrafýndaki bütün aklý baþýnda olanlar: "Evet, evet, doðrudur" derler, tasdik ederler. Belki þu memlekette daðlar, aðaçlar, bütün memleketi ýþýklandýran büyük nûr lâmbasý, (Hâþiye:3) O'nun iþaret ve emirlerine baþ eðmesiyle "Evet, evet, her dediðin doðrudur" derler. Ýþte ey sersem arkadaþ! Þu padiþahýn hazine-i hâssasýna mahsus bin niþan taþýyan þu nuranî muhteþem ve ciddî zâtýn bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ý tasdikinde bahsettigi bir Zât-ý Mu'ciz-nüma'dan ve zikrettiði evsafýndan ve teblið ettiði evâmirinde, hiçbir vecihle hilâf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilâf-ý hakikat kabilse; þu sarayý, þu lâmbalarý, þu cemaati, hem vücudlarýný, hem hakikatlarýný tekzib etmek lâzým ge- --------------------------------- (Hâþiye : 1) : Bin niþan ise, ehl-i tahkik yanýnda bine bâlið olan Mu'cizat-ý Ahmediyye'dir (A.S.M.) (Hâþiye : 2) : Mühim lâmba, kamerdir ki, onun iþaretiyle iki parça olmuþ. Yâni: Mevlânâ Câmi'nin dediði gibi; "hiç yazý yazmýyan o ümmî zât parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmýþ; bir kýrký, iki elli yapmýþ." Yâni, þakdan evvel, kýrk olan mime benzer; þakdan sonra iki hilâl oldu, elliden ibâret olan iki nun'a benzedi. (Hâþiye : 3) : Büyük bir nur lâmbasý, Güneþtir ki, arzýn þarktan geri dönmesiyle yeniden güneþin görünmesi; kucaðýnda Peygamber'in (A.S.M.) yatmasiyle ikindi namazýný kýlmýyan Ýmam-ý Ali (R.A.), o mu'cizeye binaen ikindi namazýný edâen kýlmýþ. (Sh:Asâ.215) lir. Eðer haddin varsa buna karþý itiraz parmaðýný uzat. Gör, nasýl parmaðýn bürhan kuvvetiyle kýrýlýp, senin gözüne sokulacak.... Onikinci Bürhan: Gel, ey bir parça aklý baþýna gelen birader! Bütün onbir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceðim. Ýþte bak; yukarýdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemâl-i dikkatle bakan, þu nuranî fermana (Hâþiye) bak. O bin niþanlý zât onun yanýna durmuþ, o fermanýn meâlini umuma beyan ediyor. Ýþte þu fermanýn üslûblarý, öyle bir tarzda parlýyor ki, herkesin nazar-ý istihsanýný celbediyor. Ve öyle ciddî, ehemmiyetli mes'eleleri zikrediyor ki, herkes kulak vermeye mecbur oluyor. Çünki, bütün bu memleketi idare eden ve bu sarayý yapan ve bu acâibi izhar eden zâtýn þuûnâtýný, ef'alini, evâmirini,evsâfýný birer birer beyan ediyor. O fermanýn hey'et-i umumiyesinde bir turra-i âzam olduðu gibi, bak herbir satýrýnda, herbir cümlesinde, taklid edilmez bir turra olduðu misillû, ifade ettiði mânalar, hakikatlar, emirler, hikmetler üstünde dahi, o zâta mahsus birer mânevî hatem hükmünde ona has bir tarz görünüyor. E l h a s ý l: O fermân-ý âzam, güneþ gibi o Zât-ý Âzam'ý gösterir; kör olmýyan görür... Ýþte ey arkadaþ! Aklýn baþýna gelmiþ ise, bu kadar kâfi. Eðer bir sözün varsa, þimdi söyle. O inatçý adam cevaben dedi ki: "Ben senin bu bürhanlarýna karþý yalnýz derim: Elhamdülillâh inandým. Hem güneþ gibi parlak ve gündüz gibi aydýn bir tarzda inandým ki; þu memleketin tek bir Mâlik-i Zülkemâl'i,þu âlemin tek bir Sahib-i Zülcelâl'i, þu sarayýn tek bir Sâni-i Zülcemâl'i bulunduðunu kabul ettim. Allah senden razý olsun ki, beni eski inadýmdan ve divaneliðimden kurtardýn. Getirdiðin bürhanlarýn her birisi tek baþiyle bu hakikatý göstermeðe kâfi idi. Fakat herbir bürhan geldikçe, daha revnakdar, daha þirin, daha hoþ, daha nuranî, daha güzel marifet tabakalarý, tanýmak perdeleri, muhabbet pencereleri açýldýðý için bekledim, dinledim." Tevhidin hakikat-ý uzmasýna ve "Âmentü Billâh" îmanýna iþaret eden hikâye-i temsîliye, tamam oldu. Fazl-ý Rahman, feyz-i Kur'an, nur-u îman sayesinde, tevhîd-i hakikînin güneþinden hikâye-i temsiliyedeki oniki bürhana mukabil oniki lem'a ile bir mukaddeme, göstereceðiz. '(*) (Ve minallahittevfîk velhidaye) ------------------------ (Hâþiye) : Nurânî ferman Kur'an'a; ve üstündeki turra ise, i'câzýna iþarettir. (*) Bu kýsým, Yirmiikinci Söz'dedir. * * * Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts