EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 DÖRDÜNCÜ HÜCCET-Ý ÎMANÝYE (OTUZUNCU LEM'ANIN ÝKÝNCÝ NÜKTESÝ) وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ اِلاَّ بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ [âyetinin bir nüktesi ve bir Ýsm-i A'zam veyahut Ýsm-i A'zamýn altý nûrundan bir nûru olan "ADL" isminin bir cilvesi, Birinci Nükte gibi Eskiþehir Hapishanesinde uzaktan uzaða göründü. Onu yakýnlaþtýrmak için yine temsil yoluyla deriz:] Þu kâinat öyle bir saraydýr ki, o sarayda mütemadiyen tahrib ve tamir içinde çalkalanan bir þehir var.. ve o þehirde her vakit harb ve hicret içinde kaynayan bir memleket var.. ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir âlem var. Halbuki o sarayda, o þehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayretengiz bir muvazene, bir mîzan, bir tevzîn hükmediyor, bilbedahe isbat eder ki; bu hadsiz mevcudatta olan tahavvülât ve vâridat ve masârif; herbir anda umum kâinatý görür nazar-ý teftiþinden geçirir bir tek Zâtýn mîzaniyle ölçülür, tartýlýr. Yoksa, balýklardan bir balýk bin yumurtacýk ile, ve nebatattan haþhaþ gibi bir çiçek yirmi bin tohum ile, sel gibi akan unsurlarýn, inkýlâblarýn hücûmiyle, þiddetle muvazeneyi bozmaya çalýþan ve istilâ etmek istiyen esbab baþý boþ olsalardý, veyahut maksadsýz serseri tesadüf ve mîzansýz kör kuvvete ve þuursuz zulmetli tabiata havale edilseydi, o muvazene-i eþya ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktý ki; bir senede, belki bir günde herc ü merc olurdu. Yâni; deniz, karmakarýþýk þeylerle dolacaktý, taaffün edecekti; hava, gâzât-ý muzýrra ile zehirlenecekti; zemin ise, bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklýða dönecekti. Dünya boðulacaktý... Ýþte cesed-i hayvanînin hüceyratýndan ve kandaki küreyvât-ý hamrâ ve beyzadan ve zerrâtýn tahavvülâtýndan ve cihâzat-ý bedeniyenin tenasübünden tut, tâ denizlerin vâridat ve masârýfýna. tâ zemin altýndaki çeþmelerin gelir ve sarfiyatlarýna. tâ hayvanat ve nebatatýn tevellüdat ve vefiyatlarýna..tâ güz ve baharýn tahribat ve tâmiratlarýna..tâ unsurlarýn ve yýldýzlarýn hidemat ve harekâtlarýna.. tâ mevt ve hayatýn, ziya ve zulmetin, ve hararet ve bürûdetin deðiþmelerine ve döðüþmelerine ve çarpýþmalarýna (Sh:Asâ.159) kadar o derece hassas bir mîzan ile ve o kadar ince bir ölçü ile tanzim edilir ve tartýlýr ki, akl-ý beþer hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf, hiçbir abes görmediði gibi; hikmet-i insaniye dahi, herþeyde en mükemmel bir intizam, en güzel bir mevzûniyet görüyor ve gösteriyor. Belki, hikmet-i insaniye o intizam ve mevzûniyetin bir tezahürüdür, bir tercümanýdýr. Ýþte gel, Güneþ ile muhtelif on iki seyyarenin muvâzenelerine bak. Acaba bu muvazene, Güneþ gibi, Adl ve Kadîr olan Zât-ý Zülcelâl'i göstermiyor mu? Ve bilhassa seyyarattan olan gemimiz, yani Küre-i Arz, bir senede yirmidört bin senelik bir dairede gezer; seyehat eder. Ve o hârika sür'atiyle beraber zeminin yüzünde dizilmiþ, istif edilmiþ eþyayý daðýtmýyor, sarsmýyor, fezaya fýrlatmýyor. Eðer sür'ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi, sekenesini havaya fýrlatýp fezada daðýtacaktý. Ve bir dakika, belki bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamýzý bozacak; belki baþkasiyle çarpýþacak, bir kýyameti koparacak. Ve bilhassa zeminin yüzünde nebatî ve hayvanî dörtyüzbin taifenin tevellüdat ve vefiyatça ve iaþe ve yaþayýþca rahîmane muvazeneleri; ziya Güneþi gösterdiði gibi, bir tek Zât-ý Adl ve Rahîm'i gösteriyor. Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradýndan bir tek ferdin âzâsý, cihazatý, duygularý o derece hassas bir mîzanla birbiriyle münasebetdar ve muvazenettedir ki; o tenâsüb, o muvâzene, bedahet derecesinde bir Sâni-i Adl ü Hakîmi gösteriyor. Ve bilhassa her ferd-i hayvanînin bedenindeki hüceyratýn ve kan mecralarýnýn ve kandaki küreyvâtýn ve o küreyvâtdaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve hârika muvâzeneleri var, bilbedahe isbat eder ki: Herþey'in dizgini elinde ve herþey'in anahtarý yanýnda ve bir þey bir þey'e mâni olmuyor.. umum eþyayý bir tek þey gibi kolayca idare eden bir tek Hâlik-ý Adl ü Hakîm'in mîzaniyle, kanunîyle, nizamiyle terbiye ve idare oluyor. Haþrin mahkeme-i kübrasýnda mîzan-ý a'zam-ý adalette cin ve insin muvâzene-i a'mâllerini istib'ad edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüðü bu muvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib'adý kalmaz. Ey israflý, iktisadsýz.. ey zulümlü, adâletsiz.. ey kirli, nezâfetsiz bedbaht insan! Bütün kâinatýn ve bütün mevcudatýn düstur-u hareketi olan iktisad ve nezafet ve adaleti yapmadýðýndan, umum mevcudata muhalefetinle, mânen onlarýn nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanýyorsun ki: Umum mevcudatý zulmünle, mîzansýzlýðýnla, israfýnla, nezafetsizliðinle kýzdýrýyorsun? Evet, Ýsm-i Hakîm'in cilve-i âzamýndan olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisad ve israfsýzlýk üzerine hareket ediyor. Ýktisadý emrediyor. Ve Ýsm-i Adl'in cilve-i âzamýndan gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eþyanýn (Sh:Asâ.160) muvazenelerini idare ediyor. Ve beþere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân'da: وَالسَّمَآءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ اْلمِيزَانَ * اَلاَّ تَطْغَوْ فِى الْمِيزَانِ * وَاَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ âyetindeki dört mertebede, dört nevi mîzana iþaret eden dört defa "mîzan" zikredilmesi, kâinatta mîzanýn derece-i azametini ve fevkalâde pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir þeyde israf olmadýðý gibi, hiçbir þeyde de hakikî zulüm ve mîzansýzlýk yoktur. Ve ism-i Kuddûs'ün cilve-i âzamýndan gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatýn mevcudatýný temizliyor, güzelleþtiriyor. Beþerin bulaþýk eli karýþmamak þartiyle, hiçbir þeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor!.. Ýþte, hakaik-i Kur'aniyeden ve desâtir-i Ýslâmiyeden olan "adâlet, iktisad, nezafet" hayat-ý beþeriyede ne derece esaslý birer düstur olduðunu anla. Ve ahkâm-ý Kur'aniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmýþ ve sarmýþ bulunduðunu.. ve o hakaiký bozmak, kâinatý bozmak ve suretini deðiþtirmek gibi mümkün olmadýðýný bil!. Ve bu üç ziya-yý âzam gibi; rahmet, inâyet, hafîziyyet misillû yüzer ihâtalý hakikatlar Haþri, Âhireti iktiza ve istilzam ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki: Kâinatta ve umum mevcudatta hükümferma olan rahmet, inâyet, adalet, hikmet, iktisad ve nezafet gibi pek kuvvetli ihâtalý hakikatlar; Haþrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliðe, zulme, hikmetsizliðe, israfa, nezafetsizliðe, abesiyete inkýlâb etsinler? Hâþâ..yüzbin defa hâþâ. Bir sineðin hakk-ý hayatýný rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba Haþri getirmemekle umum zîþuurlarýn hadsiz hukuk-u hayatlarýný ve nihayetsiz mevcudatýn nihayetsiz hukuklarýný zâyi eder mi? Ve tâbiri câiz ise, rahmet ve þefkatte, ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir haþmet-i Rubûbiyyet.. ve kemâlâtýný göstermek ve kendini tanýttýrmak ve sevdirmek için bu kâinatý hadsiz hârika san'atlariyle, ni'metleriyle süslendiren bir saltanat-ý Ulûhiyyet böyle hem umum kemâlâtýný, hem bütün mahlûkatýný hiçe indiren ve inkâr ettiren Haþirsizliðe müsaade eder mi; hâþâ!. Böyle bir cemâl-i mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka bilbedahe müsaade etmez. Evet, âhireti inkâr etmek istiyen adam, evvelce bütün dünyayý bütün hakaikýyle inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaikýyle, yüzbin lisanla onu tekzib ederek bu yalanýnda yüzbin derece yalancýlýðýný isbat edecek. Onuncu Söz kat'i delillerle isbat etmiþtir ki: Âhiretin vücudu, dünyanýn vücudu kadar kat'î ve þüphesizdir.. * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge