EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 Onüçüncü Þua [Üstadýn talebelerine gönderdiði gayet kýymetdar, nurlu mektublardýr. Risâle-i Nur'un parlak mücahedatýný bu samimî mektublar gayet parlak gösteriyorlar.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, sýddýk kardeþlerim! Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramýnýzý bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ý Erhamürrâhimîn'in birliðine ve rahmetine emanet ediyorum. مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ sýrrýyla sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber, derim ki: وَاصْبِرْ ِلحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ âyetinin mana-yý iþarîsiyle verdiði teselliyi tamamýyla gördüm. Þöyle ki: Dünyayý unutmak, ramazanýmýzý âsude geçirmek düþünürken, hatýra gelmeyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehþetli hâdise hem benim, hem Risâle-i Nur'un, hem sizin, hem ramazanýmýz, hem uhuvvetimiz için ayn-ý inayet olduðunu ben müþahede ettim. Bana ait cihetinin ise çok faidelerinden yalnýz iki-üçünü beyan ederim. Biri: Ramazanda çok þiddetli bir heyecan, bir ciddiyet, bir iltica, bir niyaz ile müdhiþ hastalýða galebe ederek çalýþtýrdý. Ýkincisi: Her birinize karýþý bu sene de görüþmek ve yakýný- sh: » (Þ: 293) nýzda bulunmak arzusu þiddetli idi. Yalnýz birinizi görmek ve Isparta'ya gelmek için bu çektiðim zahmeti kabul ederdim. Üçüncüsü: Hem Kastamonu'da, hem yolda, hem burada fevkalâde bir tarzda bütün elîm haletler birden deðiþiyor ve me'mulün ve arzumun hilafýna olarak bir dest-i inayet görünüyor. اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَرَهُ اللّهُ dediriyor. En ziyade beni düþündüren Risâle-i Nur'u, en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemal-i dikkatle okutturuyor, baþka bir sahada fütuhata meydan açýyor. Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden baþka herbirinizin sýkýntýsýndan baþýma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karþý ramazanda, bir saati yüz saat hükmüne getiren o þehr-i mübarekte bu musibet dahi, o yüz sevabý herbir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblað ettiðinden, Risâle-i Nur'dan tam ders alan ve dünya fâni ve ticaretgâh olduðunu bilen ve herþeyi îmaný ve âhireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sýkýntýlarýn daimî lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlaslý zâtlara acýmak ve rikkatten aðlamak haletini, tebrik ve sebatýnýzý gayet istihsan ve takdir etmek haletine çevirdi. Ben de اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَ الضَّلاَلِ dedim. Bana ait bu faideler gibi hem uhuvvetimizin, hem Risâle-i Nur'un, hem ramazanýmýzýn, hem sizin bu yüzde öyle faideleri var ki, perde açýlsa, "Ya Rabbena! Þükür. Bu kaza ve kader-i Ýlahî, hakkýmýzda bir inayettir." dedirtecek kanaatým var. Hâdiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz. Bu musibetin geniþ ve dehþetli plâný çoktan kurulmuþtu, fakat manen pek çok hafif geldi. Ýnþâallah çabuk geçer. عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sýrrýyla müteessir olmayýnýz. Said Nursî * * * sh: » (Þ: 294) Aziz kardeþlerim! Yakýnýnýzda bulunmakla çok bahtiyarým. Sizin hayalinizle arasýra konuþurum, müteselli olurum. Biliniz ki: Mümkün olsaydý, bütün sýkýntýlarýnýzý kemal-i iftihar ve sevinçle çekerdim. Ben, sizin yüzünüzden Isparta'yý ve havalisini taþýyla, topraðýyla seviyorum. Hattâ diyorum ve resmen de diyeceðim: Isparta hükûmeti bana ceza verse, baþka bir vilayet beni beraet ettirse, yine burayý tercih ederim. Evet, ben üç cihetle Isparta'lýyým. Gerçi tarihçe isbat edemiyorum, fakat kanaatim var ki; Ýsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said'in aslý, buradan gitmiþ. Hem Isparta Vilayeti öyle hakikî kardeþleri bana vermiþ ki; deðil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said'i onlarýn herbirisine maalmemnuniye feda eylerim. Tahmin ederim, þimdi küre-i arzda Risâle-i Nur þakirdlerinden -kalben ve ruhen ve fikren- daha az sýkýntý çeken yoktur. Çünki kalb ve ruh ve akýllarý îman-ý tahkikî nurlarýyla sýkýntý çekmezler; maddî zahmetler ise, Risâle-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevablý, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i îmaniyenin baþka bir mecrada inkiþafýna vesile olmasýný bilerek þükür ve sabýrla karþýlýyorlar. Ýman-ý tahkikî dünyada dahi medar-ý saadettir diye halleriyle isbat ediyorlar. Evet "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler." deyip, metinane bu fâni zahmetleri bâki rahmetlere tebdile çalýþýyorlar. Cenab-ý Erhamürrâhimîn onlarýn emsallerini çoðaltsýn, bu vatana medar-ý þeref ve saadet yapsýn ve onlarý da Cennet-ül Firdevs'te saadet-i ebediyeye mazhar eylesin, âmîn! Said Nursî * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Bu kaza-i Ýlahînin adalet-i kaderiye noktasýnda, yeni talebelerden bir kýsým zâtlarýn sýrr-ý ihlasa muvafýk olmayan dünya cihetini de Risâle-i Nur ile arzu etmesinden, bazý menfaat-perest rakibleri karþýsýnda bulup, yirmibeþ sene evvel aslý yazýlan ve sekiz sene zarfýnda bir-iki defa elime geçen ve ayný vakitte kaybettirilen "Beþinci Þua" benden uzak bir yerde ele geçmesiyle, o hoca boz- sh: » (Þ: 295) masý gibi kýskançlar, onunla adliyeyi evhamlandýrdýlar. Ayný vakit, benim arzu ettiðim yeni harfler ile "Miftah-ül Ýman Mecmuasý" yerine "Âyet-ül Kübra" muvafakatým olmadan tab'olmasý ve nüshalarý gelmesi hükûmete aksetmiþ, iki mes'ele birbiriyle karýþtýrýlmýþ. Güya "Kanun-u Medeniye"ye karþý o "Beþinci Þua" tab'edilmiþ diye ehl-i garaz, bir habbeyi yüz kubbe yaparak gadren bizleri þu çilehaneye soktu. Fakat kader-i Ýlahî ise, menfaatimiz için buraya sevketti ve eski zamanlarda ihtiyarî çilehanelerin sevab noktasýnda çok fevkinde sevabdar etmek sýrrýyla, bizi ihlas dersini tam almak ve hakikaten kýymetsiz olan dünya umûruna karþý alâkalarýmýzý ta'dil etmek için yine Medrese-i Yusufiye'ye çaðýrdý. Ehl-i dünya evhamýna karþý deriz: "Yedinci Þua" baþtan aþaðýya kadar îmandýr, aldanmýþsýnýz; ve gayet mahrem tutulan ve þiddetli taharrilerde bizde bulunmayan ve aslý yirmi sene evvel yazýlan "Beþinci Þuâ" bütün bütün ayrýdýr. Biz, bunun deðil tab'ýna, belki bu zamanda hiç kimseye göstermesine razý olmamakla beraber, orada doðru çýkmýþ bir ihbar-ý gaybîdir, mübareze etmiyor. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Bayramýnýzý tekrar tebrikle beraber, sureten görüþemediðimize teessüf etmeyiniz. Bizler hakikaten daima beraberiz, ebed yolunda da inþâallah bu beraberlik devam edecek. Ýmanî hizmetinizde kazandýðýnýz ebedî sevablar ve ruhî ve kalbî faziletler ve sevinçler, þimdiki geçici ve muvakkat gamlarý ve sýkýntýlarý hiçe indirir kanaatýndayým. Þimdiye kadar, Risâle-i Nur þakirdleri gibi çok kudsî hizmette çok az zahmet çekenler olmamýþ. Evet, Cennet ucuz deðil. Ýki hayatý imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir. Bir parça meþakkat olsa da, þevk ve þükür ve sabýrla karþýlamalý. Madem bizi çalýþtýran Hâlýkýmýz Rahîm ve Hakîm'dir; baþa gelen herþeyi rýza ile, sevinç ile, rahmetine, hikmetine itimad ile karþýlamalýyýz. Kahraman bir kardeþimiz "Âyet-ül Kübra" mes'elesinde bütün mes'uliyeti kendine alýp Hizb-i Kur'an'ý ve Hizb-i Nur'u ve kalemiyle kazandýðý fevkalâde uhrevî þeref ve fazilete istihkakýný tam göstermiþ, beni derin sevinçlerle aðlatmýþ. Ve "Yedinci Þua" olan "Âyet-ül Kübra" tam nazar-ý dikkati celbederek ileride ona lâyýk bir fütuhatý ihzar etmek hikmetiyle ona gelen bu muvakkat müsadere, o kardeþimizin ve rüfekasýnýn hizmetlerini ve masraflarýný sh: » (Þ: 296) zayi' etmeyecek, inþâallah daha parlattýracak diye rahmet-i Ýlâhiyeden bekleriz. Sizi bütün dualarýnda اَجِرْنَا وَارْحَمْنَا وَاحْفَظْنَا gibi bütün mütekellim-i maalgayr sîgalarýnda bilâ-istisna dâhil edip, kesretli cesedler ve bir tek ruh hükmünde þirket-i maneviyemizin düsturlarýyla çalýþan ve sizin sýkýntýnýz ile sizden ziyade alâkadar olan ve þahs-ý manevînizden himmet ve meded ve sebat ve metanet ve þefaat bekleyen Kardeþiniz Said Nursî * * * Bu hâdise tesiriyle ben kendimi masum kardeþlerime rýza-yý kalb ile feda etmeye kat'î azm u cezmettiðim ve çaresini fikren aradýðým vakitte, Celcelutiye'yi okudum. Birden hatýra geldi ki, Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anh: "Ya Rab! Aman ver!" diye dua etmiþ; inþâallah, o duanýn sýrrýyla selâmete çýkarsýnýz. Evet Hazret-i Ali Radýyallahü Anh, Kaside-i Celcelutiye'de iki suretle Risâle-i Nur'dan haber verdiði gibi, "Âyet-ül Kübra" Risalesine iþareten وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنىُّ مِنَ الْفَجَتْ der. Bu iþarette ima eder ki: "Âyet-ül Kübra" yüzünden ehemmiyetli bir musibet Risâle-i Nur talebelerine gelecek ve "Âyet-ül Kübra hakký için o fecet ve musibetten þakirdlerine aman ver", diye niyaz eder, o risaleyi ve menbaýný þefaatçý yapar. Evet "Âyet-ül Kübra" Risalesinin tab'ý bahanesiyle gelen musibet, aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti. Hem o kasidede Risâle-i Nur'un mühim eczalarýna tertibiyle iþaretlerin hâtimesinde, mukabil sahifede der: وَ حَقِّقْ مَعَانِيهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ*وَ تِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَاصَّهَا Yani: "Ýþte Risâle-i Nur'un sözleri huruflarý ki, onlara iþaretler eyledik. Sen onlarýn hassalarýný topla ve manalarýný tahkik eyle. Bütün hayýr ve saadet, onlarla tamam olur." der. "Huruflarýn sh: » (Þ: 297) manalarýný tahkik et." karinesiyle manayý ifade etmeyen hecaî harfler murad olmayýp, belki kelimeler manasýndaki "Sözler" namýyla risaleler muraddýr. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا Said Nursî * * * Aziz,Sýddýk Kardeþim Re'fet Bey! Senin âlîmane suallerin Risâle-i Nur'un "Mektûbat" kýsmýnda çok ehemmiyetli hakikatlarýn anahtarlarý olmasýndan senin suallerine karþý lâkayd kalamýyorum. Bunun kýsa cevabý þudur: Madem Kur'an bir hutbe-i ezeliyedir, nev'-i beþerin umum tabakatýyla ve ehl-i ibadetin bütün taifeleriyle konuþur; elbette onlara göre müteaddid manalarý ve küllî manasýnýn çok mertebeleri bulunacak. Bazý müfessirler, yalnýz en umumî veya en sarih veya vâcib veya bir sünnet-i müekkedeyi ifade eden manayý tercih eder. Meselâ bu âyette وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ dan ehemmiyetli bir sünnet olan iki rek'at teheccüd namazýný ve اِدْبَارَ النُّجُومِ dan, bir sünnet-i müekkede olan sabah fecir sünnetini zikretmiþ. Yoksa evvelki mananýn daha çok efradý var. Kardeþim, seninle konuþmak kesilmemiþ. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Þimdi zuhr namazýný kýldým, tesbihat içinde siz hatýrýma geldiniz ki; herbiri hem kendini, hem hanesindeki akrabasýný düþünmekle mahzun olur. Birden kalbe geldi ki: Madem eski zamanlarda âhiretini dünyasýna tercih edenler, hayat-ý içtimaiyenin günahlarýndan kurtulmak ve âhiretine hâlisane çalýþmak niyetiyle maðaralarda, çilehanelerde riyazet ile hayatlarýný geçirenler bu zamanda olsaydýlar, Risâle-i Nur þakirdleri olacaktýlar. Elbette þimdi bu þerait altýnda bunlar, onlardan on derece daha ziyade muhtaçtýr ve on derece fazla fazilet kazanýyorlar ve on derece daha rahattýrlar. * * * sh: » (Þ: 298) Aziz, Mübarek Kardeþlerim! Pek çok selâm... Bizim memlekette eskide arefe gününde bin Ýhlas-ý Þerif okurduk. Ben þimdi bir gün evvel beþyüz ve arefede dahi beþyüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben gerçi sizleri göremiyorum ve hususî herbirinizle görüþmüyorum, fakat ben ekser vakitler, dua içinde herbirinizle bazan ismiyle sohbet ederim. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Ben þimdiye kadar Nur fabrika dairesinin mübarekler heyetinden iki ehemmiyetli rükünler kurtulmuþlar tahmin ederim. Elhak o daire, o heyet; altý-yedi senede yirmi-otuz sene kadar fatihane iþ görmüþler. Parlak kalemlerinin yadigârlarý gibi, onlarýn hizmetleri yine tevakkuf etmez; onlarýn bedeline, onlarýn defter-i a'mallerine hasenat yazdýrýyor. Hattâ Hizb-i Nurî'nin öyle bir kuvvetli fütuhatý var ve öyle ehemmiyetli yerlere girmiþ ki, onu neþredenler mütemadiyen çalýþýyorlar hükmündedir. Ben, pek çok çalýþmýþ ve çalýþkan Hâfýz Mustafa'yý da evvelki zât gibi dýþarýda zannederdim, yalnýz bir defa "O da buradadýr" iþittim; belki baþka Mustafa'dýr diye teselli buluyordum. * * * Aziz Kardeþlerim! Ben, bu sabah tesbihatta Hâfýz Tevfik'e acýdým. Bu iki defadýr zahmet çekiyor tahattur ettim. Birden hatýra geldi: Onu tebrik et! O, kendini faidesiz bir ihtiyat ile Risâle-i Nur'daki çok ehemmiyetli makamýndan ve büyük hissesinden bir derece çekmek isterdi. Fakat hizmetinin kudsiyeti ve azameti, O'nu yine o büyük hisseye ve pek büyük sevaba muvaffak eyledi. Az bir sýkýntý ve geçici bir küçük zahmet ile böyle bir þeref-i manevîden geri kalmamak gerektir. Evet kardeþlerim! Madem herþey gidiyor ve gittikten sonra eðer lezzet ve keyf ise, boþu boþuna gider, bir hasret kalýr; eðer sýkýntý ve zahmet ise, hem dünyevî ve uhrevî, hem böyle bir kudsî hizmet noktasýnda öyle bir lezzetli faideler var ki, o zahmeti hiçe indirir. Ýçinizde biri müstesna, en ihtiyarý ve en ziyade baþýna sýkýntýlar toplanan benim. Sizi temin ederim; tam bir sabýr sh: » (Þ: 299) ve þükür ve tahammül ile halimden memnunum. Musibete þükür ise, musibetteki sevab ve uhrevî ve dünyevî faideleri içindir. * * * Aziz Kardeþlerim! "Meyve"nin mes'elelerinin tekmil edilmesine meydan vermeyen manilerin zevali ile inþâallah yine baþlanacak ki; birisi, soðuk; birisi, masonlarýn onun kuvvetinden dehþet almalarýdýr. Ben bu musibette, kader-i Ýlahî cihetini düþünüyorum. Zahmetim rahmete inkýlab eder. Evet Risâle-i Kader'de beyan edildiði gibi, her hâdisede iki sebeb var: Biri zâhirîdir ki; insanlar ona göre hükmederler, çok defa zulmederler. Biri de hakikattýr ki; Kader-i Ýlahî ona göre hükmeder, o ayný hâdisede beþer zulmünün altýnda adalet eder. Meselâ bir adam, yapmadýðý bir sirkat ile zulmen hapse atýlýr. Fakat gizli bir cinayetine binaen, kader dahi hapsine hüküm verir, ayný zulm-ü beþer içinde adalet eder. Ýþte bu mes'elemizde elmaslar, þiþelerden; sýddýk fedakârlar, mütereddid sebatsýzlardan; ve hâlis muhlisler, benlik ve menfaatini býrakmayanlardan ayrýlmak için bu þiddetli imtihana girmemizin iki sebebi var: Birisi: Ehl-i dünya ve siyasetin evhamlarýna dokunan kuvvetli bir tesanüd ve ihlasla fevkalâde hizmet-i diniyedir; zulm-ü beþer buna baktý. Ýkincisi: Herkes kendi baþýna bu kudsî hizmete tam ihlas ve tam tesanüd ile tam liyakat göstermediðimizden, kader dahi buna baktý. Þimdi kader-i Ýlahî, ayn-ý adalet içinde hakkýmýzda ayn-ý merhamettir ki; birbirine müþtak kardeþleri bir meclise getirdi, zahmetleri ibadete ve zayiatlarý sadakaya çevirdi. Ve yazdýklarý risaleleri her taraftan nazar-ý dikkati celbetmek ve dünyanýn mal ve evlâdý ve istirahatý pek muvakkat ve geçici ve herhalde bir gün onlarý býrakýp topraða girecek olmasýndan, onlarýn yüzünden âhiretini zedelememek ve sabýr ve tahammüle alýþmak ve istikbaldeki ehl-i îmana kahramanane bir nümune-i imtisal, belki imamlarý olmak gibi çok cihetle ayn-ý merhamettir. Fakat yalnýz bir cihet var ki, beni düþündürüyor. Nasýl bir parmak yaralansa; göz, akýl, kalb ehemmiyetli vazifelerini býrakýp onunla meþgul oluyorlar; öyle de: Bu derece zarurete giren sýkýntýlý hayatýmýz; yarasýyla kalb ve ruhumuzu kendiyle meþgul eder. Hattâ dünyayý unutmak lâ- sh: » (Þ: 300) zým olduðu bir zamanýmda, o hal beni masonlarýn meclisine getirdi, onlarý tokatlamakla meþgul eyledi. Cenab-ý Hak bu gaflet halini de bir mücahede-i fikriye nev'inden kabul etmek ihtimaliyle teselli buldum. Risâle-i Nur'un kýymetdar muallimi Hâfýz Mehmed'in kardeþi Ali Gül'ün selâmýný aldým. Ben hem ona, hem bütün hemþehrilerine ve Sava'nýn bütün ahya ve emvatýna binler selâm ve dua ederim. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Sizin sebat ve metanetiniz, masonlarýn ve münafýklarýn bütün plânlarýný akîm býrakýyor. Evet kardeþlerim, saklamaða lüzum yok. O zýndýklar, Risâle-i Nur'u ve þakirdlerini tarîkata ve bilhassa Nakþî Tarîkatýna kýyas edip, o ehl-i tarîkatý maðlub ettikleri plânlar ile bizleri çürütmek ve daðýtmak fikriyle bu hücumu yaptýlar. Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleðin su-i istimalatýný göstermek. Ve sâniyen: O mesleðin erkânlarýnýn ve müntesibîninin kusuratlarýný teþhir etmek. Ve sâlisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kýrmak ve üstadlarýný ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazý düsturlarýyla nazarlarýndan sukut ettirmektir ki, Nakþîlere ve ehl-i tarîkata karþý istimal ettikleri ayný silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandýlar. Çünki Risâle-i Nur'un meslek-i esasý; ihlas-ý tam ve terk-i enaniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâki lezzetleri hissedip aramak ve fâni ayn-ý lezzet-i sefihanede elîm elemleri göstermek ve îmanýn bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasýný ve hiçbir felsefenin eli yetiþmediði noktalarý ve hakikatlarý ders vermek olduðundan, onlarýn plânlarýný inþâallah tam akîm býrakacak ve meslek-i Risâle-i Nur ise tarîkatlara kýyas edilmez diye onlarý susturacak. sh: » (Þ: 301) Bir Latife: Bu sabah, yanýmdaki jandarma koðuþundan biri beni çaðýrdý, pencereye çýktým. Dedi: "Bizim kapýmýz kendi kendine kapandý, ne yapýyoruz açýlmýyor." Ben de dedim: "Size iþarettir ki; nöbetdar olduðunuz ve üstlerinden kapý kapattýðýnýz adamlar içinde sizin gibi masumlar var. Hattâ on seneden beri görmediðim bir kardeþimle bir dakika görüþmek bahanesiyle bana ihanet ve baþka bahane ile dýþ kapýmýzýn ikincisini dahi kapadýlar. Onun cezasý olarak, sizin kapýnýz dahi kapandý." Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Size dün yazdýðým latifenin üç zarafeti var: Birincisi: Ýstikbalde gelecek mübarek heyetin þahs-ý manevîsinin bir mümessili olmasýndan, o þahs-ý manevînin sýrrýyla ve bereketiyle sürgülü kapý kendi kendine açýldýðý gibi, yine o tahakkuk edip vücuda gelmiþ mübarek heyetin bir mümessilinin on sene sonra yarým dakika benimle görüþmesi sebebiyle bana hiddet edildi. Ben de hiddet ettim, "Kapýlarý kapansýn" tekrar eyledim. Ayný günün gecesinin sabahýnda -hiç vuku bulmamýþ- kendi kendine nöbetçilerin kapýlarý kapandý, iki saat açýlmadý. Ýkinci Zarafeti: Ben bir pusula müddeiumuma müdürle göndermiþtim, içinde demiþtim: Ben tecriddeyim, kimse ile görüþemiyorum, görüþsem de bu þehirde kimseyi tanýmýyorum. Buranýn belediyesi birisiyle ilâ âhir... Sonra müddeiumumî demiþ: "O tecridde mi?" Müdür demiþ: "Yok." Ýkisi bana itiraz etmiþler. Ayný gün, yarým meczub ve yarým akraba biri yarým dakika benim ile görüþmesi yüzünden öyle bir vaziyet gösterildi ki, hiçbir tecridde olmamýþ. Bana itirazlarý yüzlerine çarptý. Üçüncüsü: Komþudaki haylaz gençlerin kapýda gürültüleri akþam yatsý ortasýnda bana zarar ederdi, fakat az idi. O kapýyý da ayný gün bir bahane ile kapattýlar. Hem fena koku menzilimde ziyadeleþti, hem o haylazlarýn kapýma yakýn gürültüleri ziyade bana zarar verdi. Ben de yine: "Kapýlarý kapansýn, neden böyle yapýyorlar?" dedim. Ayný sabah o hâdise oldu. * * * sh: » (Þ: 302) Kardeþlerim! Yeni hurufla yazdýðýnýz iki mes'ele, cidden tesirini gösterdi. Birinci, Ýkinci, Üçüncü Mes'eleleri de yazýlsa çok iyi olur. Fakat Hüsrev ve Tahirî gibi kalemleri Kur'ana ve Kur'an hattýna mahsus ve memur olmalarýndan bana endiþe verir. Baþkalar yazsalar daha münasibdir. * * * Aziz Kardeþlerim! Bir seneden beri bir parça, yani bir kilo kadar þehriye ve pirinçten sarf ediyordum. Þüphem kalmadý ki, büyük bir bereket içinde var. Þimdi siz býrakmýyorsunuz ki, piþireyim. Öyle ise, onu size hem teberrük, hem bereketli bir hediye ediyorum. O yýldýz þehriyeden bir defa hârika bir bereketi gördüm. Taneleri piþirdikten sonra kurutuyordum. Bir tek tane on mislinden ziyade büyük olduðunu ben ve baþkalarý gördük. * * * Aziz Kardeþlerim! Bu gece evrad ile meþgul olurken nöbetçiler ve baþkalar iþitiyorlardý. Kalbime geldi ki: Acaba bu izhar, sevabýný noksan etmiyor mu? diye telaþ ettim. Hüccet-ül Ýslâm Ýmam-ý Gazalî'nin meþhur bir sözü hatýra geldi. O demiþ: "Bazan izhar, çok defa ihfadan daha ziyade efdal olur." Yani aþikâre yapmakta baþkalar ya istifade veya taklid etmek veya gafletten uyanmak veya dalalette ve sefahette muannid ise, karþýsýnda þeair-i Ýslâmiye nev'inde izhar etmek, izzet-i diniyeyi göstermek gibi çok cihetle, hususan bu zamanda ve ihlas dersini tam alanlarda deðil riya, belki gizliden tasannu karýþmamak þartýyla çok ziyade sevablý olabilir diye bir teselli buldum. * * * Ýki gün evvel sorgu hâkimi beni çaðýrdýðý vakit, ben kardeþlerimi nasýl müdafaa edeyim diye düþünürken, Ýmam-ý Gazalî'nin "Hizb-ül Masun"unu açtým. Birden bu âyetler nazarýmda göründü: اِنَّ اللّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا* يَسْعَى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْدِيهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ* اللّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ* طُوبَى لَهُمْ sh: » (Þ: 303) Baktým ki: Birinci âyet, -þeddeler sayýlsa ve meddeler sayýlmazsa, آمَنُوا deki "vav" dahi meddedir- makam-ý cifrîsi ve ebcedîsi binüçyüz altmýþiki (1362) eder-ki, tam tamýna bu senenin ayný tarihine ve bizim mü'min kardeþlerimizi müdafaaya azmettiðimiz zamana, hem manasý, hem makamý tevafuk ediyor. Elhamdülillah dedim, benim müdafaama ihtiyaç býrakmýyor. Sonra hatýrýma geldi ki: "Acaba netice ne olacak?" diye merak ettim. Gördüm: طُوبَى لَهُمْ * اَللّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ deki iki cümle, tenvin sayýlmak þartýyla, makam-ý cifrîsi aynen binüçyüz altmýþiki, (eðer bir med sayýlmazsa, iki; eðer sayýlsa, üç eder) tam tamýna hýfz-ý Ýlahiyeye pek çok muhtaç olduðumuz bu zamanýn, bu senenin ve gelecek senenin ayný tarihine tevafuk ederek, bir seneden beri büyük bir dairede ve geniþ bir sahada aleyhimize ihzar edilen dehþetli bir hücum karþýsýnda mahfuziyetimize teminat ile teselli veriyor. Risâle-i Nur bu hâdisede daha parlak fütuhatý hâkim dairelerde bulunmasýndan þimdiki muvakkat tevakkuf bizi me'yus etmez ve etmemeli. Ve Âyet-ül Kübra'nýn tab'ý sebebiyle müsaderesi, onun parlak makamýna nazar-ý dikkati her taraftan ona celbetmesine bir ilânname telakki ediyorum. رَبَّنَا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْلَنَا âyetini þimdi okudum. وَاغْفِرْلَنَا cümlesi tam tamýna binüçyüz altmýþiki eder. Bu senenin ayný tarihine tevafuk eder ve bizi çok istiðfara davet ve emreder ki, nurunuz tamam olsun ve Risâle-i Nur noksan kalmasýn. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bu eski ve yeni iki Medrese-i Yusufiyedeki þiddetli imtihanda sarsýlmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakýcý çorbadan aðýzlarý yandýðý halde talebeliðini býrakmayan ve bu kadar tehacüme sh: » (Þ: 304) karþý kuvve-i maneviyesi kýrýlmayan zâtlarý ehl-i hakikat ve nesl-i âti alkýþlayacaklarý gibi, melaike ve ruhanîler dahi alkýþlýyorlar diye kanaatým var. Fakat içinizde hastalýklý ve nazik ve fakirler bulunmasýyla, maddî sýkýntý ziyadedir. Ve buna karþý da herbiriniz herbirisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabýrda birer nümune-i imtisal ve tesanüd ve taltifte birer þefkatli kardeþ ve ders müzakeresinde birer zeki muhatab ve mücîb ve güzel seciyelerin in'ikasýnda birer âyine olmanýz, o maddî sýkýntýlarý hiçe indirir diye düþünüp ruhumdan ziyade sevdiðim sizler hakkýnda teselli buluyorum. Yüzyirmi yaþýnda bulunan Mevlâna Hâlid'in (K.S.) cübbesini size bir gün göndereceðim. O zât onu bana giydirdiði gibi, ben de onun namýna sizin herbirinize teberrüken giydirmek için hangi vakit isterseniz göndereceðim. Yeni geldiðimiz zaman çiçek aþýsý doktoru beni aþýladý. O kolum çýban oldu ve þiþti, o þiþ aþaðýya iniyor, beni yatýrmýyor, abdestte sýkýntý veriyor. Acaba benim vücudum aþýya gelmez veyahut baþka bir mana var! Yirmi sene evvel beni Ankara'da aþýladýlar, þimdiye kadar o aþý yeri arasýra iþliyor, rahatsýzlýk veriyor. Bu da öyle olmasýn diye hatýrýma geldi, sizde nasýl? Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Kader-i Ýlâhî adaleti bizleri Denizli Medrese-i Yusufiyesine sevketmesinin bir hikmeti, her yerden ziyade Risâle-i Nur'a ve þakirdlerine hem mahbuslarý, hem ahalisi, belki hem memurlarý ve adliyesi muhtaç olmalarýdýr. Buna binaen, biz bir vazife-î îmaniye ve uhreviye ile bu sýkýntýlý imtihana girdik. Evet yirmi-otuzdan ancak bir-ikisi ta'dil-i erkân ile namazýný kýlan mahbuslar içinde birden Risâle-i Nur þakirdlerinden kýrk-ellisi umumen bilâ-istisna mükemmel namazlarýný kýlmalarý, lisan-ý hal ile ve fiil diliyle öyle bir ders ve irþaddýr ki, bu sýkýntý ve zahmeti hiçe indirir, belki sevdirir. Ve þakirdler ef'alleriyle bu dersi verdikleri gibi, kalblerindeki kuvvetli tahkikî îmanlarýyla dahi buradaki ehl-i îmaný ehl-i dalaletin evham ve þübehatýndan kurtarmalarýna medar çelikten bir kal'a hükmüne geçeceðini rahmet ve inayet-i Ýlâhiyeden ümid ediyoruz. sh: » (Þ: 305) Buradaki ehl-i dünyanýn bizi konuþmaktan ve temastan men'leri zarar vermiyor. Lisan-ý hal, lisan-ý kalden daha kuvvetli ve tesirli konuþuyor. Madem hapse girmek terbiye içindir. Milleti seviyorlar ise, mahbuslarý Risâle-i Nur þakirdleriyle görüþtürsünler; tâ bir ayda, belki bir günde bir seneden ziyade terbiye alsýnlar. Hem millete ve vatana, hem kendi istikballerine ve âhiretine menfaatlý birer insan olsunlar. Gençlik Rehberi bulunsa idi, çok faidesi olurdu. Ýnþâallah bir zaman girer. Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bugün, büyük ve merhum kardeþim Molla Abdullah ile Hazret-i Ziyaeddin hakkýndaki malûmunuz muhavereyi tahattur ettim. Sonra sizi düþündüm. Kalben dedim: Eðer perde-i gayb açýlsa, bu sebatsýz zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakýcý, ateþli hallerden sarsýlmayan bu samimî dindarlar ve ciddî müslümanlar eðer herbiri bir veli, hattâ bir kutub görünse, benim nazarýmda þimdi verdiðim ehemmiyeti ve alâkayý pek az ziyadeleþtirecek ve eðer birer âmi ve âdi görünse, þimdi verdiðim kýymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim. Çünki böyle pek aðýr þerait altýnda îman kurtarmak hizmeti, herþeyin fevkindedir. Þahsî makamlar ve hüsn-ü zanlarýn ilâve ettikleri meziyetler, böyle daðdaðalý, sarsýntýlý hallerde hüsn-ü zanlarýný kýrmakla muhabbetleri azalýr ve meziyet sahibi dahi onlarýn nazarlarýnda mevkiini muhafaza etmek için tasannua ve tekellüfe ve sýkýntýlý vakara mecburiyet hisseder. Ýþte hadsiz þükür olsun ki, bizler böyle soðuk tekellüflere muhtaç olmuyoruz. Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bütün ruh ve kalb ve aklýmla sizin leyali-i aþerenizi tebrik ederiz. Bizim þirket-i maneviyemizde büyük kazançlar edeceklerini rahmet-i Ýlahiyeden niyaz ederiz. Bu gece rü'yamda yanýnýza gelmiþ, imam olarak namaz kýlacaðým halinde uyandým. Benim tecrübelerimle rü'yanýn tabiri çýkacaðý zamanda, Sava ve Homa kahramanlarýndan iki kardeþimiz rü'yayý tabir etmek için umumunuz namýna geldiler. Ben de umumunuzu görmek gibi mesrur oldum. sh: » (Þ: 306) Kardeþlerim! Gerçi bu vaziyet, hem muvafýða ve bir kýsým memurlara Risâle-i Nur'a karþý bir çekinmek, bir ürkmek vermiþ, fakat bütün muhaliflerde ve dindarlarda ve alâkadar memurlarda bir dikkat, bir iþtiyak uyandýrýyor. Merak etmeyiniz, o nurlar parlayacaklar. (Haþiye) Said Nursî * * * Sabri'nin tabiri ve istihracýyla, Sûre-i Ve'l-Asr iþaretine muvafýk olarak Risâle-i Nur, Anadolu'yu Cebel-i Cudi'de sefine gibi ve Isparta ve Kastamonu'yu âfât-ý semaviye ve arziyeden muhafazalarýna bir vesile olduðunu ve Risâle-i Nur'a iliþmesinler, yoksa yakýndan bekleyen âfetler geleceklerini bilsinler, akýllarýný baþlarýna alsýnlar. Bu musibetten biraz evvel tekrar ile söylüyordum ve size de o mektublar gönderilmiþti. Þimdi aldýðým haber: Kastamonu, civarý, kal'asý, Risâle-i Nur'un matemini tutmuþ gibi aðlamýþ ve zelzele ile sýtma tutmuþ, inþâallah yine Risâle-i Nur'a kavuþacak ve gülecek ve þükredecek. Size evvelki gün iki kýymetli kazancýmýzý yazmýþtým. Ýkincide yüzer lisanla dua ve tesbihat, ilâ âhir demiþtim. Noksan var. Sahihi: Her birimiz derecesine göre yüzer lisanla, ilâ âhir... Hem ben pek çok alâkadar olduðum Sava köyünden çok muhterem bir ihtiyar ile ellerimiz birbiriyle kelepçe edilip geldiðimiz, beni pek çok memnun edip, bununla o mübarek köyün bana þiddet-i alâkasýný anladým. O kardeþime ayrýca selâm ederim. * * * Aziz Kardeþim! وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ bu âyet dahi وَ الْعَصْرِ اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ iþaretine iþaret eder ki; kâfirlerin bu kadar tahribatlarý ve harbleri faidesiz ve hasarat içe- _______________________________ (Haþiye): Ey kardeþ! Dikkat buyur. Denizli hapsinde, bütün esbab-ý âlem zâhiren üstadýn aleyhinde, idam hükümleriyle mahkemeye verilmiþken, üstad diyor: "Merak etmeyiniz kardeþlerim, o Nurlar parlayacaklar." Bu söz, bak nasýl tahakkuk etti. Talebeleri sh: » (Þ: 307) risinde ayn-ý zarar oldu. وَ الْعَصْرِ iþaretinde Risâle-i Nur'a bir îma bulunmasý remziyle, bu âyet dahi remzen binüçyüz altmýþ (1360) Rumî tarihi olan bu senede münafýklar ve küfre düþenler Risâle-i Nur'a iliþecekler, fakat hasarat ederler. Çünki zelzele ve harb gibi belalarýn ref'ine bir sebeb Risâle-i Nur'dur. Onun ta'tili belalarý celbeder diye bir gizli îma olabilir. Said Nursî * * * Aziz Kardeþlerim! Ben tahmin ediyordum ki; hakikî ve en son müdafaanamemiz, Denizli hapsinin meyvesi olan risalecik olacak. Çünki evvelce bazý evham yüzünden bir seneden beri aleyhimize geniþ bir tarzda çevrilen plânlar bunlardýr: "Tarîkatçýlýk, komitecilik ve haricî cereyanlarýna âlet olmak ve dinî hissiyatý siyasete âlet etmek ve cumhuriyet aleyhinde çalýþmak ve idare ve asayiþe iliþmek" gibi asýlsýz bahaneler ile bize hücum ettiler. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, onlarýn plânlarý akîm kaldý. O kadar geniþ bir sahada, yüzer talebelerde, yüzler risalede, onsekiz sene zarfýndaki mektub ve kitablarda hakikat-ý îmaniyeden ve Kur'aniyeden ve âhiretin tahkikinden ve saadet-i ebediyeye çalýþmaktan baþka bir þey bulmadýlar. Plânlarýný gizlemek için gayet âdi bahaneleri aramaða baþladýlar. Fakat hükûmetin bazý erkânýný iðfal edip aleyhimize çeviren dehþetli ve gizli bir zýndýka komitesi þimdi doðrudan doðruya küfr-ü mutlak hesabýna bize hücum etmek ihtimaline karþý, güneþ gibi zâhir ve þübhe býrakmaz ve dað gibi metin, sarsýlmaz olan Meyve Risalesi onlara karþý en kuvvetli bir müdafaa olup onlarý susturacak diye bize yazdýrýldý zannediyorum. Said Nursî * * * Kardeþlerim! Gerçi yeriniz çok dardýr, fakat kalbinizin geniþliði o sýkýntýya aldýrmaz, hem yerlerimize nisbeten daha serbesttir. Biliniz: En esaslý kuvvetimiz ve nokta-i istinadýmýz, tesanüddür. Sakýn sakýn bu musibetlerin verdiði asabilik cihetiyle birbirinizin kusuruna bak- sh: » (Þ: 308) mayýnýz. Kýsmet ve kadere itiraz hükmünde olan þekvalar ve "Böyle olmasaydý þöyle olmazdý" diye birbirinizden gücenmeyiniz. Ben anladým ki, bunlarýn hücumundan kurtulmak çaremiz yoktu, ne yapsaydýk onlar hücumu yapacak idiler. Biz sabýr ve þükür ve kazaya rýza ve kadere teslim ile mukabele ederek tâ inayet-i Ýlahiye imdadýmýza gelinceye kadar, az zamanda ve az amelde pek çok sevab ve hayrat kazanmaða çalýþmalýyýz. Oradaki kardeþlerimizin selâmetlerine dualar ediyoruz. Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bu dünyanýn hayatý pek çabuk deðiþmesine ve zevaline ve fena ve fâni, âkibetsiz lezzetlerine ve firak ve iftirak tokatlarýna karþý bir ehemmiyetli medar-ý teselli ise, samimî dostlar ile görüþmektir. Evet bazan birtek dostunu bir-iki saat görmek için, yirmi gün yol gider ve yüz lirayý sarfeder. Þimdi bu acib, dostsuz zamanda samimî kýrk-elli dostunu birden bir-iki ay görmek ve Allah için sohbet etmek ve hakikî bir teselli alýp vermek; elbette baþýmýza gelen bu meþakkatler ve zayiat-ý maliye ona karþý pek ucuz düþer, ehemmiyeti kalmaz. Ben kendim, buradaki kardeþlerimden on sene firaktan sonra bir tekini görmek için bu meþakkati kabul ederdim. Teþekki kaderi tenkid ve teþekkür kadere teslimdir. * * * Sizi temin ederim ki; þimdi ecel gelse ölsem, kemal-i rahat-ý kalble karþýlayacaðým. Çünki içinizde kuvvetli, metin, genç çok Saidler bulunduðuna ve bu bîçare, ihtiyar, hasta, zaîf Said'den çok ziyade Risâle-i Nur'a sahib ve vâris ve hâmi olacaklarýna kanaatým geliyor. Nazif'in puslasýnda isimleri yazýlan ve tesirli bir surette kuvve-i maneviyeyi takviye eden zâtlara çok minnetdar ve çok müferrah oldum. Zâten ben onlarýn böyle olacaklarýný tahmin ederdim. Cenab-ý Hak onlarý muvaffak ve baþkalara da hüsn-ü misal eylesin, âmîn! * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Madem âhiret için, hayýr için, ibadet ve sevab için, îman ve âhiret için Risâle-i Nur ile baðlanmýþsýnýz; elbette bu aðýr þerait altýnda herbir saati yirmi saat ibadet hükmünde ve o yirmi saat ise Kur'an ve îman hizmetindeki mücahede-i maneviye haysiyetiyle yüz saat kadar kýymetdar ve yüz saat sh: » (Þ: 309) ise böyle herbiri yüz adam kadar ehemmiyetli olan hakikî mücahid kardeþler ile görüþmek ve akd-i uhuvvet etmek, kuvvet vermek ve almak ve teselli etmek ve müteselli olmak ve hakikî bir tesanüdle kudsî hizmete sebatkârane devam etmek ve güzel seciyelerinden istifade etmek ve Medreset-üz Zehra'nýn þakirdliðine liyakat kazanmak için açýlan bu imtihan meclisi olan þu Medrese-i Yusufiyede tayinini ve kaderce takdir edilen kýsmetini almak ve mukadder rýzkýný yemek ve o yemekte sevab kazanmak için buraya gelmenize þükretmek lâzýmdýr. Bütün sýkýntýlara karþý mezkûr faideleri düþünüp, sabýr ve tahammülle mukabele etmek gerektir. Said Nursî * * * Kardeþlerim! Ben kalben arzu ederim ki; çelik ve demir gibi sebatkâr Isparta ve civarýndakiler gibi metin kahramanlar (Hüsrevler, Hâfýz Aliler gibi) Kastamonu tarafýndan dahi burada görünsün. Hadsiz þükür ediyorum ki; Kastamonu Vilayeti benim arzumu tam yerine getirdi, müteaddid kahramanlarý imdadýmýza gönderdi. Hayalimde her vakit bulunan, fakat isimlerini yazamadýðým için yanýnýzda fedakâr kardeþlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederim. * * * Aziz, Sýddýk, Sebatkâr ve Vefadar Kardeþlerim! Sizi müteessir etmek veya maddî bir tedbir yapmak için deðil, belki þirket-i maneviye-i duaiyenizden daha ziyade istifadem için ve sizin de daha ziyade itidal-i dem ve ihtiyat ve sabýr ve tahammül ve þiddetle tesanüdünüzü muhafaza için bir halimi beyan ediyorum ki: Burada bir günde çektiðim sýkýntý ve azabý, Eskiþehir'de bir ayda çekmezdim. Dehþetli masonlar, insafsýz bir masonu bana musallat eylemiþler, tâ hiddetimden ve iþkencelerine karþý "Artýk yeter" dememden bir bahane bulup, zalîmane tecavüzlerine bir sebeb göstererek yalanlarýný gizlesinler. Ben, hârika bir ihsan-ý Ýlahî eseri olarak þâkirane sabrediyorum ve etmeðe de karar verdim. sh: » (Þ: 310) Madem biz kadere teslim olup, bu sýkýntýlarý خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sýrrýyla ziyade sevab kazanmak cihetiyle manevî bir nimet biliyoruz; madem geçici, dünyevî musibetlerin sonlarý ekseriyetle ferahlý ve hayýrlý oluyor; ve madem hakkalyakîn derecesinde yakînî bir kat'î kanaatýmýz var ki: Biz öyle bir hakikata hayatýmýzý vakfetmiþiz ki, güneþten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi þirindir. Elbette biz bu sýkýntýlý haller ile müftehirane, müteþekkirane bir mücahede-i maneviye yapýyoruz diye þekva etmemek lâzýmdýr. Aziz Kardeþlerim! Evvel âhir tavsiyemiz: Tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattýr. Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bu müddeiumumun iddianamesinden anlaþýldý ki; hükûmetin bazý erkânýný iðfal edip aleyhimize sevkeden gizli zýndýklarýn plânlarý akîm kalýp yalan çýktý; þimdi bahane olarak cem'iyetçilik ve komitecilik isnadýyla yalanlarýný setre çalýþýyorlar ve bunun bir eseri olarak benimle kimseyi temas ettirmiyorlar. Güya temas eden birden bizden olur. Hattâ büyük memurlar da çok çekiniyorlar ve bana sýkýntý verdirmekle kendilerini âmirlerine sevdiriyorlar. Hususan ben, itiraznamenin âhirinde, bu gelen fýkrayý diyecektim, fakat bir fikir mani oldu. Fýkra þudur: Evet biz bir cem'iyetiz ve öyle bir cem'iyetimiz var ki; her asýrda üçyüz milyon dâhil mensublarý var ve her gün beþ defa o mukaddes cem'iyetin prensipleriyle kemal-i hürmetle alâkalarýný ve hizmetlerini gösteriyorlar ve اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kudsî proðramýyla birbirinin yardýmýna dualarýyla ve manevî kazançlarýyla koþuyorlar. Ýþte biz, bu mukaddes ve muazzam cem'iyetin efradýndanýz ve hususî vazifemiz de Kur'anýn îmanî hakikatlarýný tahkikî bir surette ehl-i îmana bildirip onlarý ve kendimizi idam-ý ebedîden ve sh: » (Þ: 311) daimî haps-i münferidden kurtarmaktýr. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalý cem'iyet ve komitelerle münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Ben bu fecirde herbirinize karþý tam bir acýmak hissettim. Birden Hastalar Risalesi hatýra geldi, teselli verdi. Evet, bu musibet dahi içtimaî bir nevi hastalýktýr. O risaledeki ekser îmanî devalar, bunda da vardýrlar. Hususan Erzurum'daki mübarek hastaya söylediðim gibi, bu saatten evvel bütün musibet zamanýnýn elemi gitmiþ; hem sevabý, hem hayrý, hem dünyevî ve uhrevî ve îmanî ve Kur'anî faideleri kalmýþ. Demek o geçici birtek musibet, daimî ve müteaddid nimetlere inkýlab etmiþ. Gelecek zaman ise þimdilik yok olmasýndan, onda devam edecek musibetin þimdilik elemi yok. Tevehhüm ile yoktan elem almak, rahmet ve kader-i Ýlahiyeye itimadsýzlýktýr. Sâniyen: Þimdi zemin yüzünde ekser beþer; maddî ve manevî kalben, ruhen, fikren musibetlerle giriftardýr. Bizim musibetimiz, onlara nisbeten hem gayet hafiftir, hem kârlýdýr. Hem kalb, hem ruh için; hem îman, hem selâmet ve sýhhat lezzetleri var. Sâlisen: Bu fýrtýnalarda buraya girmeseydik, vehham memurlarýn temasýnda bu hafif musibet aðýrlaþmýþ olacaktý ve onlara karþý tasannu ve dalkavukluk etmek belasý olacaktý. Râbian: Bu iþsiz ve muzaaf maddî ve manevî kýþta, Medreset-üz Zehra'nýn bir dershanesi olan bu Medrese-i Yusufiyede, öz kardeþten daha müþfik çok hakikî dostlarýný ve mürþid gibi uhrevî kardeþleri gayet ucuz ve az masrafla görmek, ziyaret etmek ve onlarýn hususî meziyetlerinden istifade etmek ve þeffaf þeylerde sirayet eden nur ve nuranî gibi hasenelerinden, manevî yardýmlarýndan, ferahlarýndan, tesellilerinden kuvvet almak cihetinde bu musibet þeklini deðiþtirir, bir nevi inayet perdesi hükmüne geçer. Evet bu gizli inayetin bir latif zarafetidir ki, bütün buraya gelen Risâle-i Nur talebelerine "Hocalar" namý verilmiþ. Herkes lisanýnda "Hocalar.. hocalar" diye hürmetle yâdediyorlar. Bu zarafet içinde latif bir iþaret var ki; bu hapis medreseye döndüðü gibi, Risâle-i Nur þakirdleri dahi birer müderris, muallim ve sair hapishaneler de bu hocalarýn sayesinde inþâallah birer mekteb hükmüne geçeceklerdir. * * * sh: » (Þ: 312) Kardeþlerim! Bunun gibi teselliye dair evvelce yazýlan küçük mektublar arasýra okunsa ve Meyve'nin hususan âhirleri beraber mütalaa edilse ve hatýra gelen Risâle-i Nur'un mes'eleleri müzakere olsa, inþâallah talebe-i ulûmun þerefini kazandýrýr. Ýmam-ý Þafiî (K.S.) gibi büyük zâtlar, "Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayýlýr" diye ziyade ehemmiyet vermiþler. Böyle medresesiz bir zamanda, böyle azab yerlerde, böyle yüksek talebelik yüzünden yüz sýkýntý da olsa aldýrmamalý veyahut خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا deyip o meþakkatler yüzünden ferahla gülmeliyiz. Amma fakir arkadaþlarýn çoluk ve çocuk ve idare ciheti ise; musibette kendinden ziyade musibetliye ve nimette daha noksaniyetliye bakmak kaide-i Kur'aniye ve îmaniye ve Nuriyeye binaen, yüzde seksen adamdan daha ziyade rahattýrlar. Þekvaya hiç haklarý olmadýðý gibi, seksen derece bir þükür üstüne haktýr. Hem burada kýsmetimizi almak, yemek; kader-i Ýlahî tayin etmiþti. Adalet-i rahmet bizi toplattýrdý, çoluk çocuk Rezzak-ý Hakikîlerine emanet edildi, muvakkaten o nezaret vazifesinden mezuniyet verdi. Nasýlki bir gün bütün bütün elini çektirecek, azledecek. Madem hakikat budur, حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ deyip teslim ile þükretmeliyiz. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Ben gerçi sizinle suretâ görüþemiyorum, fakat sizin yakýnýnýzda ve beraber bir binada bulunduðumdan çok bahtiyarým ve müteþekkirim ve ihtiyarým olmadan bazan lüzumlu tedbirler ihtar edilir. Ezcümle birisi: Yanýmdaki koðuþa masonlar tarafýndan hem yalancý, hem casus bir mahbus gönderilmiþ. Tahrip kolay olmasýndan hususan böyle haylaz gençlerde o herif bana çok sýkýntý vermesi ve o gençleri ifsad etmesi ile bildim ki: Sizlerin irþad ve ýslahlarýnýza karþý, zýndýka ifsada ve ahlâklarý bozmaða çalýþýyor. Bu vaziyete karþý gayet ihtiyat ve mümkün olduðu kadar eski mahbuslardan gücenmemek ve gücendirmemek ve ikiliðe meydan vermemek ve itidal-i dem ve tahammül etmek ve mümkün olduðu derecede bizim arkadaþlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lâzým ve sh: » (Þ: 313) zarurîdir. Dünya iþleriyle meþgul olmak beni incitiyor, sizin dirayetinize itimad edip zaruret olmadan bakamýyorum. Said Nursî * * * Kardeþlerim! Her ihtimale karþý bu sabah ihtar edilen bir mes'eleyi beyan etmek lâzým geldi. Bizim, Kur'andan aldýðýmýz hakikatlar; güneþ, gündüz gibi þek ve þüphe ve tereddüdü kaldýrmadýðýný yirmi seneden beri "Acaba zýndýk feylesoflar buna karþý ne diyecekler ve dayandýklarý nedir?" diye nefsim ve þeytaným çok araþtýrdýlar. Hiçbir köþede bir kusur bulamadýklarýndan sustular. Zannederim, çok hassas ve iþ içinde bulunan nefis ve þeytanýmý susturan bir hakikat, en mütemerridleri de susturur. Madem biz böyle sarsýlmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiat takdir edilmez derecede kýymetdar ve bütün dünyasý ve caný ve cananý pahasýna verilse yine ucuz düþen bir hakikatýn uðrunda ve yolunda çalýþýyoruz; elbette bütün musibetlere ve sýkýntýlara ve düþmanlara kemal-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. Hem belki karþýmýza aldanmýþ veya aldatýlmýþ bazý hocalar ve þeyhler ve zâhirde müttakîler çýkartýlýr. Bunlara karþý vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlar ile uðraþmamak lâzýmdýr, münakaþa etmemek gerektir. Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bize karþý bu geniþ ve ehemmiyetli hücum ve tecavüzün hakikî sebebi Beþinci Þua olmadýðýný, belki Hizb-ün Nurî ve Miftah-ül Îmân, Hüccet-ül Baliða olduðunu bu fecirde bir ihtar-ý manevî ile hissettim. Dikkatle Hizb-i Nurî'yi kýsmen okudum, Miftah'ý da düþündüm, bildim ki: Zýndýklar, küfr-ü mutlak mesleðini bu iki keskin elmas kýlýnçlarýn darbelerine karþý muhafaza edemediklerinden, bir parça az siyasetle münasebeti bulunan Beþinci Þua'ý zâhirî bir sebeb gösterdiler, hükûmeti iðfal edip aleyhimize sevkettiler. Aynen bu ihtar ile beraber hatýra geldi ki: "Bir kýsým zaîf kardeþlerimiz muvakkaten vazgeçseler, belki kendileri bu beladan kurtarýlýr." diye izin vermek istedim. Birden ihtar edildi ki: Bu derece alâkasý devam eden ve iki defa bu imtihana giren ve mukabilinde bu kadar zahmet çektikten sonra faidesiz, zararlý kalben vazgeçmek deðil, belki yalnýz onlarý aldatmak için sýrf zâhirî bir içtinab gösterebilir. Yoksa hem kendine, hem bizlere, hem kudsî mesleðimize zararý dokunur, cezasý olarak aksi maksadýyla tokat yer. * * * sh: » (Þ: 314) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Sair yerlere nisbeten en sýkýntýlý ve en soðuk olan bu hapsin zahmet ve meþakkatýný çeken, elbette bu hapsin sebebinde derecesine göre bir kaçýnmak meyli olacak. Fakat onun zâhirî sebebi olan Risâle-i Nur'un o zahmet çekenlere kazandýrdýðý îman-ý tahkikî ve îman-ý tahkikî ile hüsn-ü hatime ve þirket-i maneviye ile yüzer adam kadar a'mal-i sâliha o acý zahmeti tatlý bir rahmete çevirdiðinden, bu iki neticenin fiatý, sarsýlmaz bir sadakat ve sebatkârlýktýr. Onun için, piþman olmak ve vazgeçmek, büyük bir hasarattýr. Þakirdlerin dünya ile alâkasý olmayan veya pek az bulunanlarý için bu hapis daha hayýrlýdýr, bir cihette hürriyet yeridir. Ve alâkasý bulunan ve idaresi yerinde olanlara, sarfedilen paralarý muzaaf sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere çevirmesinden, þekva yerine þükür etmeleri iktiza ediyor. Ve fakir ve zaîf kýsmý ise; zâten hapsin haricinde onlara faidesiz sevablar, mes'uliyetli meþakkat verdiðinden, bu hayýrlý, çok sevablý, mes'uliyetsiz ve arkadaþlarýnýn mütekabil tesellileriyle hafifleþen meþakkat, onlar için medar-ý þükrandýr. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Kastamonu'da ehl-i takva bir zât, þekva tarzýnda dedi: "Ben sukut etmiþim. Eski halimi ve zevkleri ve nurlarý kaybetmiþim." Ben de dedim: Belki terakki etmiþsin ki, nefsi okþayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattýran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keþifleri geri býrakýp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuþsun. Evet bir ehemmiyetli ihsan-ý Ýlahî; ihsanýný, enaniyetini býrakmayana ihsas etmemektir.. tâ ucb ve gurura girmesin. Kardeþlerim! Bu hakikata binaen, bu adam gibi düþünen veya hüsn-ü zannýn verdiði parlak makamlarý nazara alan zâtlar, sizlere bakýp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlýk kisvesiyle görünen þakirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: "Bunlar mý hakikat kahramanlarý ve dünyaya karþý meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyalarý bu zamanda âciz býrakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?" diyerek dost ise inkisar-ý hayale uðrar, muarýz ise kendi muhalefetini haklý bulur. Said Nursî * * * sh: » (Þ: 315) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Sizin hapis meyveleriniz, benim nazarýmda firdevs meyveleri gibi hoþtur, kýymetlidir. Benim sizler hakkýnda büyük ümidlerimi ve davalarýmý tasdik ve tahkik ettiði gibi, tesanüdün kuvvetini pek güzel gösterdi. O mübarek kalemler birleþtikçe, üç-dört eliflerin birleþmesi gibi üç-dört yüz kýymetini bu kadar aðýr tazyikat altýnda izhar eyledi. Ve bu müþevveþ þerait içinde vahdetinizi muhafaza eden halet-i ruhiye, dünkü davamý isbat ediyor. Evet -temsilde hata yok- nasýlki büyük bir veli, küçük bir ashab kadar hizmet-i Ýslâmiyede Ehl-i Sünnetçe mevki almadýðý gibi, aynen öyle de: "Bu zamanda hizmet-i îmaniyede hazz-ý nefsini býrakýp ve mahviyet ile tesanüd ve ittihadý muhafaza eden bir hâlis kardeþimiz, bir veliden ziyade mevki alýyor." diye kanaatým gelmiþ ve siz daima bu kanaatýmý takviye ediyorsunuz. Cenab-ý Hak, sizlerden ebediyen razý olsun, âmîn! * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Meyve Risalesi çok ehemmiyetli ve çok kýymetlidir. Ümid ederim, bir zaman büyük fütuhat yapacak. Sizler tam kýymetini anlamýþsýnýz ki, bu dershaneyi derssiz býrakmadýnýz. Ben kendi hesabýma derim: Bu kadar zahmet ve masrafýmýzýn meyvesi; yalnýz bu risale ve Müdafaa Risalesi ve sizler ile beraber bir yerde bulunmak dahi olsa; o masraf, o zahmeti hiçe indirir ve bu musibetin on mislini de çeksem yine ucuz düþer. Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sýký ve sýkýntýlý hapiste kat'î kanaatým gelmiþ ki: Risâle-i Nur ile kýraeten ve kitabeten iþtigal, sýkýntýyý çok hafifleþtirir, ferah verir. Meþgul olmadýðým zaman o musibet tezauf edip lüzumsuz þeylerle beni müteessir eder. Bazý esbaba binaen, ben en ziyade Hüsrev'i ve Hâfýz Ali, Tahirî'yi (R.H.) sýkýntýda tahmin ettiðim halde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ý kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. "Acaba neden?" der idim. Þimdi anladým ki; onlar hakikî vazifelerini yapýyorlar, malayani þeylerle iþtigal etmediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karýþmadýklarýndan ve enaniyetten gelen hodfüruþluk ve tenkid ve telaþ etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve itminan-ý kalbleriyle Risâle-i Nur þakirdlerinin yüzlerini ak ettiler, zýndýkaya karþý Risâle-i Nur'un manevî kuvvetini gösterdiler. Cenab-ý Hak, onlardaki nihayet tevazu ve mahviyette sh: » (Þ: 316) tam izzet ve kahramanlýk seciyesini umum kardeþlerimize teþmil ettirsin, âmîn! * * * Kardeþlerim! Gaflet ve dünyaperestlikten çýkan dehþetli bir enaniyet, bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl-i hakikat, -hattâ meþru bir tarzda dahi olsa- enaniyetten, hodfüruþluktan vazgeçmeleri lâzým olduðundan, Risâle-i Nur'un hakikî þakirdleri, buz parçasý olan enaniyetlerini þahs-ý manevîde ve havz-ý müþterekte erittiklerinden, inþâallah bu fýrtýnada sarsýlmayacaklar. Evet, münafýklarýn ehemmiyetli ve tecrübeli bir plâný; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eþhasý müþterek bir mes'elede böyle kaçýnmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sýkýntýlý yerlerde toplattýrýr, boðuþturur, manevî kuvvetlerini daðýttýrýr. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risâle-i Nur þakirdleri, hýllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleðinde gittiklerinden, inþâallah bu tecrübeli ve münafýkane plâný da akîm býrakacaklar. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Eski zamanda bir þeyhin müridleri pek çok olmasýndan, o memleketin hükûmeti siyasetçe telaþ edip onun cemaatini daðýtmak istemiþ. O zât, hükûmete demiþ: "Benim yalnýz bir buçuk müridim var, baþka yok. Ýsterseniz tecrübe edeceðiz." O zât bir yerde çadýr kurdu, kendi binler müridlerini oraya toplattý. O da emretti: "Ben bir imtihan yapacaðým. Her kim benim müridim ise ve emri kabul etse, Cennet'e gidecek." Çadýra birer birer çaðýrdý. Gizli bir koyun kesti; güya has bir müridini kesti, Cennet'e gönderdi. O kaný gören binler müridler daha hiç biri þeyhi dinlemedi, inkâra baþladýlar. Yalnýz bir adam dedi: "Baþým feda olsun." Yanýna gitti. Sonra bir kadýn dahi gitti, baþkalar daðýldýlar. O zât hükûmet adamlarýna dedi: "Ýþte benim bir buçuk müridim bulunduðunu gördünüz." Cenab-ý Hakk'a yüzbinler þükürler olsun ki; Risâle-i Nur, Eskiþehir imtihan ve mahkemesinde, þakirdlerinden yalnýz bir buçuk kaybetti. O eski þeyhin aksine olarak Isparta ve civar kahramanlarýnýn himmetiyle o zayi' olan bir buçuk adam yerine onbin ilâve oldu. Ýnþâallah, bu imtihanda dahi hem þark, hem garbýn kahramanlarýnýn himmetleriyle, çoklarý kaybedilmeyecek ve bir giden yerine on girecek. * * * sh: » (Þ: 317) Bir zaman, müslim olmayan bir zât, tarîkattan hilafet almak için bir çare bulmuþ ve irþada baþlamýþ. Terbiyesindeki müridleri terakkiye baþlarken, birisi keþfen mürþidlerini gayet sukutta görmüþ. O zât ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi: "Ýþte beni anladýn." O da dedi: "Madem senin irþadýn ile bu makamý buldum, seni bundan sonra daha ziyade baþýmda tutacaðým." diye Cenab-ý Hakk'a yalvarmýþ, o bîçare þeyhini kurtarmýþ; birdenbire terakki edip bütün müridlerinden geçmiþ, yine onlara mürþid-i hakikî kalmýþ. Demek bazan bir mürid, þeyhinin þeyhi oluyor. Ve asýl hüner, kardeþini fena gördüðü vakit onu terketmek deðil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleþtirip ýslahýna çalýþmak, ehl-i sadakatýn þe'nidir. Münafýklar, böyle vaziyetlerde kardeþlerin tesanüdünü ve birbirine karþý hüsn-ü zanlarýný bozmak için derler: "Ýþte o kadar ehemmiyet verdiðin zâtlar; âdi, âciz insanlardýr." Her ne ise, musibette gerçi çok zararýmýz var, fakat umum âlem-i Ýslâmý alâkadar edecek bir keyfiyet, bir vaziyet olmasýndan pek çok ucuz olarak pek büyük kýymeti var. Buna benzer vukua gelen hâdiseler, ya siyaset-i diniye veya baþka sebebler ile umum âlem-i Ýslâm namýna olamadýlar. * * * Eski Said'in matbu' "Lemaat" baþýndaki acib imzasý az taðyir ile þimdiki halime ve yetmiþinci sene-i ömrüme tam muvafýk gelmesi cihetiyle yazdým. Münasib görseniz hem müdafaatýn, hem Meyve'nin, hem küçük mektublarýn âhirinde imza yerinde yazarsýnýz. Ýþte o garib imza, gelen üçbuçuk satýrdýr: Eddâi Yýkýlmýþ bir mezarým ki, yýðýlmýþtýr içinde Said'den altmýþ dokuz emvat bâ-âsam (*) âlâma . Yetmiþinci olmuþtur, mezara bir mezar taþý, beraber aðlýyor hüsran-ý Ýslâm'a Ümidim var ki, istikbal semavatý zemin-i Asya, bâhem olur teslim yed-i beyza-i Ýslâma Zira yemin-i yümn-i îmandýr; verir emn-ü eman ü emniyeti enâma. * * * ___________________________ (*) Günahlar demek sh: » (Þ: 318) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Sizin tesânüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiðimin sebebi yalnýz bize ve Risâle-i Nur'a menfaati için deðil, belki tahkikî îmanýn dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsýlmayan bir cemaatin kat'î bulduklarý bir hakikata dayanmaða pek çok muhtaç bulunan avam-ý ehl-i îman için dalalet cereyanlarýna karþý yýlmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci', bir mürþid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir hakikat var, hiç bir þeye feda edilmez, ehl-i dalalete baþýný eðmez, maðlub olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve îmaný kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Ey adliye efendileri! Size kat'î haber veriyorum ki; buradaki zâtlarýn, bizimle ve Risâle-i Nurla münâsebeti olmýyan veya az bulunan veya inkâr edenlerden baþka, istediðiniz kadar hakikî kardeþlerim ve hakikat yolunda hakikatlý arkadaþlarým var. Bizler, Risâle-i Nur'un keþfiyat-ý kat'iyyesiyle, iki kere iki dört eder derecesinde sarsýlmaz bir kanâatla bilmiþiz ki; ölüm, bizim için sýrr-ý Kur'an'la îdam-ý ebedîden terhis tezkeresine çevrilmiþ; ve bize muhâlif ve dalâlete gidenler için o kat'î ölüm, ya îdam-ý ebedîdir -eðer âhirete kat'î îmaný yoksa- veya ebedî ve karanlýklý haps-i münferiddir -eðer âhirete inansa ve sefâhet ve dalâlette gitmiþse-. «Acaba dünyada bu mes'eleden daha büyük, daha ehemmiyetli bir mes'ele-i insaniye var mý ki, bu ona âlet olsun?» Sizden soruyorum. Mâdem yoktur ve olamaz, neden bizimle uðraþýyorsunuz? Biz en aðýr cezanýza karþý, kendimize âlem-i nura gitmek için bir terhis tezkeresini alýyoruz diye kemâl-i metânetle bekliyoruz. Fakat bizi reddedip dalâlet hesabýna mahkûm edenler! Sizi, gördüðümüz gibi îdam-ý ebedî ile, haps-i münferidle mahkûm ve pek yakýn bir zamanda o dehþetli cezayý çekeceklerini müþâhede derecesinde biliyoruz ve görüyoruz. Onlara, insâniyet damariyle cidden acýyoruz. Bunu kati isbat etmeye ve en mütemerrridleri dahi ilzam etmeye hazýrým. Deðil vukufsuz, garazkâr, mâneviyatta behresiz ehl-i vukufa karþý, belki en büyük âlim ve feylesoflarýnýza karþý gündüz gibi sh » (S: 319) isbat etmezsem, her cezaya razýyým. Ýþte yalnýz bir nümune olarak iki cuma gününde mahbuslar için te'lif edilen ve Risâle-i Nur'un umdelerini ve hulâsa ve esaslarýný beyân ederek Risâle-i Nurun bir müdâfaanâmesi hükmüne geçen «Meyve Risâlesi»ni ibraz ediyorum. Ve Ankara makamatýna vermek için yeni harflerle yazdýrmaða müþkilâtlar içinde gizli çalýþýyoruz. Ýþte onu okuyunuz, tam dikkat ediniz. Eðer kalbiniz (nefsinize karýþmam) beni tasdik etmezlerse, bana þimdiki tecrîd-i mutlakým içinde her hakaret ve iþkenceyi de yapsanýz sükût edeceðim. Elhâsýl: Ya Risâle-i Nuru tam serbest býrakýnýz veyahud bu kuvvetli ve zedelenmez hakikatý elinizden gelirse kýrýnýz. Ben þimdiye kadar sizi ve dünyanýzý düþünmüyordum ve düþünmeyecektim. Fakat mecbur ettiniz; belki de sizi îkaz etmek lâzýmdý ki, kader-i Ýlâhî bizi bu yola sevketti. Biz de مَنْ اَمَنَ بِا لْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَر düstur-u kudsîyi kendimize rehber edip, herbir sýkýntýnýzý sabýr ile karþýlayacaðýz diye azmettik. Mahkemede son sözüm: Efendiler! اok emâreler ile kat'î kanâatým gelmiþ ki; hükûmet hesabýna, hissiyât-ý dîniyeyi âlet ederek emniyet-i dahiliyeyi ihlâl etmek için bize hücum edilmiyor; belki bu yalancý perde altýnda zýndýka hesabýna bizim îmanýmýz için ve îmana ve emniyete hizmetimiz için bize hücum edildiðine çok hüccetlerden bir hücceti þudur ki: Yirmi sene zarfýnda Risâle-i Nur'un yirmi bin nüshalarýný ve parçalarýný yirmi bin adamlar okuyup kabûl ettikleri halde, Risâle-i Nur'un þâkirdleri tarafýndan emniyetin ihlâline dâir hiçbir vukuat olmamýþ, hükûmet kaydetmemiþ ve iki mahkeme bulmamýþ. Halbuki böyle kesretli propaganda, yirmi günde vukuatlar ile kendini gösterecekti. Demek hürriyet-i vicdan prensibine zýd olarak bütün dindar nasihatçýlara þâmil lâstikli bir kanunun yüz altmýþ üçüncü maddesi, sahte bir maskedir. Zýndýklar onunla hükûmeti iðvâ ederek ve adliyeyi þaþýrtýp bizi herhalde ezmek istiyorlar. Mâdem hakikat budur, biz de bütün kuvvetimizle deriz: Ey dînini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düþen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse, yapýnýz. Dünyanýz baþýnýzý yesin ve yiyecek. Yüzer milyon kahraman baþlar fedâ olduklarý bir kudsî hakikata, baþýmýz dahi fedâ olsun. Her cezanýza ve îdamýnýza hazýrýz. Hapsin harici, bu vaziyette yüz derece dahilinden daha fenadýr. Ýstabdat-ý mutlak altýn- sh » (S: 320) da hiçbir hürriyet -ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i dîniye- olmamasýndan, ehl-i nâmus ve diyânet ve tarafdar-ý hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten baþka bir çâre kalmaz. Biz de, اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ diyerek Rabbimize dayanýyoruz. Risâle-i Nur'a âit dâva ve itiraz, cüz'î bir hâdise ve þahsî bir mes'ele deðil ki çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükûmeti ciddî alâkadar edecek ve dolayýsiyle Âlem-i Ýslâmýn nazar-ý dikkatini ehemmiyetli bir surette celbedecek bir küllî hâdise hükmünde ve umumî bir mes'eledir. Evet, Risâle-i Nur'a perde altýnda hücum eden, ecnebi parmaðiyle bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan Âlem-i Ýslâmýn teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kýrmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliðe âlet ederek perde altýnda küfr-ü mutlaký yerleþtirenlerdir ki, hükûmeti iðfal ve adliyeyi iki defadýr þaþýrtýp ve der: «Risâle-i Nur Þâkirdleri dîni siyâsete âlet eder, emniyete zarar ihtimâli var.» Hey bedbahtlar! Risâle-i Nurun gerçi siyasetle alâkasý yoktur, fakat küfr-ü mutlaký kýrdýðý için, küfr-ü mutlakýn altý olan anarþiliði ve üstü olan istibdad-ý mutlaký esasiyle bozar, reddeder. Emniyeti, âsâyiþi, hürriyeti, adâleti te'mîn ettiðine yüzer hüccetlerinden birisi, bu müdâfaanâmesi hükmündeki «Meyve Risâlesi»dir. Bu risâleyi, âlî bir hey'et-i ilmiye ve içtimaiye tedkik etsinler. Eðer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya ve iþkenceli îdama râzýyým. Said Nursî * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Sakýn sakýn münakaþa etmeyiniz, casus kulaklar istifade ederler. Haklý olsa, haksýz olsa bu halimizde münakaþa eden haksýzdýr. Bir dirhem hakký varsa, münakaþa ile bin dirhem bizlere zararý dokunabilir. Bir zaman Eskiþehir hapsinde titiz kardeþlerime söylediðim bir hikâyeyi tekrar ediyorum: Eski harb-i umumîde Rusya'nýn þimalinde doksan zabitimiz ile beraber bir uzun koðuþta esir olarak bulunuyorduk. O zâtlarýn bana karþý haddimden çok ziyade teveccühleri bulunmasýndan, nasihatla gürültülere meydan vermezdim. sh: » (Þ: 321) Fakat birden asabiyet ve sýkýntýdan gelen bir titizlik, þiddetli münakaþalara sebebiyet vermeye baþladý. Ben de üç-dört adama dedim: Siz nerede gürültü iþitseniz, gidiniz haksýza yardým ediniz. Onlar dahi öyle yaptýlar, zararlý münakaþalar kalktý. Benden sordular: "Neden bu haksýz tedbiri yaptýn?" Dedim: Haklý adam, insaflý olur; bir dirhem hakkýný, istirahat-ý umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksýz ise ekseriyetle enaniyetli olur, feda etmez, gürültü çoðalýr. Kardeþlerim! Siz, küçük mektublar risalesinde medar-ý teselli ve sabýr ve tahammül için yazýlan parçalarý dikkatle ve tekrarla okuyunuz. Ben, en zaîfiniz ve bu sýkýntýlý musibetten en ziyade hissedarým. Çok þükür tahammül ediyorum ve bütün suçu bana yükleyenlerden hiç gücenmedim ve vahdet-i mes'ele itibariyle yalnýz kendini müdafaa ederek zýmnen cem'iyet ve suçu bize tahmil edenlerden dahi sýkýlmadým. Madem kardeþiz, beni bu sabýrda taklid etmenizi sizden rica ederim. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim ve Bu Misafirhane-i Dünyada Arkadaþlarým! Ben bu gece Eski Said'in izzetli damarýyla, ellerimiz kelepçeli beraber mahkemeye süngülü neferat ile sevkimizi düþündüm. Þiddetli bir hiddet geldi. Birden kalbe ihtar edildi ki: Hiddet deðil, belki kemal-i iftiharla, þükür ve sevinçle bu vaziyeti karþýlamak lâzýmdýr. Çünki zîþuur ve hadd ü hesaba gelmeyen melek ve ruhanîlerin ve insanlardan ehl-i hakikatýn ve ashab-ý vicdanýn ve îman-ý tahkikî sahiblerinin nazarlarýnda, hak ve hakikat ve Kur'an ve îman yolunda bu asra meydan okuyan bir kahramanlar kafilesi suretinde görünüyorlar. Bunlarýn teveccühü ise rahmet-i Ýlahiyeyi ve kabul-ü Rabbaniyeyi gösteren bu yüksek takdir ve tahsinlerine karþý, mahdud bir kýsým serseri ve haylaz ve sefihlerin tahkirkârane nazarlarýnýn hiçbir ehemmiyeti olamaz. Hattâ bir gün hastalýk için araba ile gittiðim zaman, çok aðýrlýk hissettim. Ve sonra sizin gibi elim baðlý beraber gittiðim vakit, büyük bir inþirah ve manevî bir ferah hissettim. Demek o hal, bu sýrdan ileri gelmiþ. sh: » (Þ: 322) Çok defa söylediðim gibi yine tekrar ediyorum ki; tarihte Risâle-i Nur þakirdleri gibi hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevab kazanan ve pek az zahmet çeken görülmüyor. Biz ne kadar meþakkat çeksek, yine ucuzdur. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bu musibetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kabil deðildi: Birincisi: Kader-i Ýlahî kýsmetimizin bir kýsmýný buradan bize yedirmek için her halde gelecek idik. En hayýrlýsý bu tarzdýr. Ýkincisi: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkâný bulmadýk. Ben hissetmiþtim, fakat çare yoktu. Bîçare merhum Þeyh Abdülhakîm, Þeyh Abdülbâki kurtulamadýlar. Demek bu musibette biz birbirimizden þekva etmek; hem haksýz, hem manasýz, hem zararlý, hem Risâle-i Nur'dan bir nevi küsmektir. Sakýn sakýn, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebeb görüp onlardan gücenmek ise, Risâle-i Nur'dan çekilmek ve hakaik-i îmaniyeyi öðrenmeden piþman olmaktýr. Bu ise, maddî musibetten daha büyük bir manevî musibettir. Ben kasem ile temin ederim ki: Sizin herbirinizden yirmi-otuz derece ziyade bu musibette hissedar olduðum halde, niyet-i hâlise ile faaliyet göstermelerinden, ihtiyatsýzlýðý yüzünden gelen bu musibet on defa daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem. Hem geçmiþ þeylere itiraz etmek manasýzdýr. Çünki tamiri kabil deðil. Kardeþlerim! Merak musibeti ikileþtirir, maddî musibeti kalbde de yerleþtirmek için bir kök olur; hem kadere karþý bir nevi itiraz ve tenkidi ve rahmete karþý bir nevi ittihamý iþmam eder. Madem her þeyde bir güzellik ciheti var ve rahmetin bir cilvesi var ve kader adalet ve hikmetle iþ görür; elbette bu zamanda umum âlem-i Ýslâmý alâkadar edecek bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet vermemekle mükellefiz. * * * sh: » (Þ: 323) (Cüz'î ve Lüzumsuz Bir Âdihalimi Size Yazmak Ýcab Etti.) Kardeþlerim! Benim kat'î kanaatým geldi ki; nazar, beni þiddetle müteessir ve hasta eder. Çok defa tecrübe ettim. Ben ruh u canla size her vaziyette arkadaþ olmak istiyorum, fakat النَّظَرُ يُدْخِلُ الْجَمَلَ الْقِدْرَ وَ الرَّجُلَ الْقَبْرَ meþhur kaide ile nazar beni vurur. Çünki bana bakan, ya þiddetli adavetle veya takdir ile nazar eder. Bu iki nazar dahi bazý insanlarýn bir hasiyet-i isabet sýrrýyla bakmasýnda bulunur. Bunun için, mümkin olsa, mecbur etmezlerse sizin ile beraber mahkemeye her vakit gelmemek niyet ettim. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Aziz Kardeþlerim! Bu fecirde, birden bir fýkra ihtar edildi. Evet ben de Hüsrev'in zelzele hakkýnda tafsilen yazdýðý keramet-i Nuriyeyi tasdik ederim ve kanaatým da o merkezdedir. Çünki Risâle-i Nur ve þakirdlerine dört defa þiddetli taarruzlarýn ayný zamanýnda dört defa dehþetli zelzelenin hücumu tam tamýna tevafuklarý tesadüfî olmadýðý gibi; Risâle-i Nur'un iki merkez-i intiþarý olan Isparta ve Kastamonu'nun sair yerlere nisbeten âfâttan mahfuz kalmalarý ve Sûre-i Ve'l-Asr iþaretiyle, âhirzamanýn en büyük bir hasaret-i insaniyesi olan bu ikinci harb-i umumîden çare-i necat ise îman ve amel-i sâlih olmasýndan, Risâle-i Nur'un Anadolu'nun her tarafýnda îman-ý tahkikîyi neþri zamanýna Anadolu'nun fevkalâde olarak bu hasaret-i azîme-i harbiyeden kurtulmasý tam tamýna tevafuku dahi tesadüfî olamaz. Hem Risâle-i Nur'un hizmetine zarar veren veya hizmette kusur edenlere ayný zamanýnda gelen þefkat veya hiddet tokatlarýnýn yüzer vukuatlarý tam tamýna tevafuklarý tesadüfî olmadýðý gibi, Risâle-i Nur'a hüsn-ü hizmet edenlerin hemen hemen bilâistisna maiþetinde vüs'at ve bereket ve kalbinde meserret ve rahat görmelerinin binler hâdiseleri dahi tesadüfî olamaz. * * * sh: » (Þ: 324) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَرَهُ اللّهُ ve عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sýrrýyla, Risâle-i Nur'un en mahrem parçalarý, en nâmahremlerin ellerine geçmek ve en mütekebbirlerin baþlarýna vurmak ve en baþtakilerin yanlýþlarýný göstermek için "sýrran tenevveret" perdesinden çýktý. Þimdiye kadar mes'ele küçültülmek isteniliyordu. Fakat nasýlsa bildiler ki; mes'ele pek büyüktür ve ehemmiyetle celb-i dikkat ise Risâle-i Nur'un parlak fütuhatýna ve düþmanlarýna da hayretle kendini okutmasýna yol açar. Hattâ Eskiþehir Mahkemesindeki çok mütemerridleri ve mütehayyirleri ve muhtaçlarý tenvir edip kurtardý, o zahmetimizi rahmete çevirdi. Ýnþâallah bu defa daha geniþ bir sahada, daha çok mahkemeler ve merkezlerde o kudsî hizmeti görecek. Evet Risâle-i Nur'un tarz-ý beyanýný gören, lâkayd kalamaz. Baþka eserler gibi yalnýz aklý ve kalbi deðil, belki nefsi de ve hissiyatý da müsahhar eder. Sizin tahliyeniz bu hakikata zarar vermez; fakat benim beraetim, zarardýr. Umum âlem-i Ýslâmý alâkadar eden bir hakikatýn hatýrý için deðil yalnýz dünya hayatýný, belki lüzum olsa uhrevî hayatýmý ve saadetimi dahi ehl-i îmanýn Risâle-i Nur ile saadetleri için feda etmeyi nefsim de kabul ediyor. * * * Burada baþý yazýlmayan zelzele hâdisesinin mâba'di Hüsrev'in mektubunda: Daha sonra baþka bir gazetede, tamamlayýcý ve hayret verici þu malûmatlarý gördüm: Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer beþer olarak toplanmýþlar, sessiz olarak, düþünceli gibi alýk alýk birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuþlar, sonra daðýlmýþlar. Gerek zelzele olurken ve gerekse olmadan evvel veya olduktan sonra bu hayvanlardan hiçbiri görülmemiþ; kasabalardan uzaklaþarak kýrlara gitmiþler. Bir garibi de þudur ki: Bu hayvanlar isyanýmýzdan mütevellid olan baþýmýza gelecek felâketleri lisan-ý halleriyle haber verdiklerini yazýyorlar da biz anlamýyoruz diyerek taaccüb ediyorlar. Ýþte Bediüzzaman'ýn uzun senelerden beri "Zýndýklar Risâle-i Nur'a dokunmasýnlar ve þakirdlerine iliþmesinler. Eðer dokunurlarsa sh: » (Þ: 325) ve iliþirlerse yakýnýnda bekleyen felâketler, onlarý yüz defa piþman edecek." diye Risâle-i Nur ile haber verdiði yüzler hâdisat içinde iþte zelzele eliyle doðruluðunu imza ederek gelen dört hakikatlý felâket daha... Cenab-ý Hak bize ve Risâle-i Nur'a taarruz edenlerin kalblerine îman, baþlarýna hakikatý görecek akýl ihsan etsin. Bizi bu zindanlardan, onlarý da felâketlerden kurtarsýn, âmîn! Hüsrev * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim ve Musibet Arkadaþlarým! Sizin içinizde mübarek âlimler ve âlicenab müdebbirler ve hâlis fedakâr þakirdler bulunmasýndan büyük bir itimad ile size güveniyordum ki; kuvvetli ve dessas ve kesretli düþmanlarýmýza karþý vahdetinizi ve tesanüdünüzü muhafaza edeceksiniz diye istirahat ederdim, sizin ile meþgul olmazdým. Birkaç noktayý beyan etmek lüzum oldu. Birincisi: Tahliyeniz uzamamak için ben, Ankara'ya birþey gönderip müracaat etmeyecektim. Fakat mahkeme, mahrem ve gayr-ý mahrem risaleleri ve eski ve yeni mektublarý karýþtýrarak Ankara'ya gönderdiðinden, mecburiyetle buradaki ehl-i vukuf gibi mahrem risaleleri esas ederek oradaki ehl-i vukuf aleyhimize hükmetmemek için mahremlere, hususan "Beþinci Þua"ýn Süfyan ve Ýslâm Deccalý hakkýnda gayet kuvvetli cevab veren "Müdafaat Risalesi"ni ve felsefe-i tabiiyenin verdiði küfr-ü maðruraneyi ve îman aleyhinde cür'etkârane tecavüzünü kýran "Meyve Risalesi"ni o makamata göndermek zarurî ve lâzým idi. Ýkinci Nokta: Aziz Kardeþlerim! Sizin bu ehemmiyetli mektubunuzun cevabýný yazarken, benim elime ayný mektubu verdiler. "Ýkinci Nokta"ya baþladým, kaldý. Ýþte tamam ediyorum, dikkat ediniz. Eðer bu fikrin faidesiz avukatýnýz tarafýndan tervici varsa, her halde mahkûmiyetimize tarafdar olanlarýn bir tedbiridir ki; Ankara'daki ehl-i vukuf buradaki ehl-i vukuf gibi, neþrolunmayan mahrem ve hususan Beþinci Þua risalelerini esas edip, bütün Risâle-i Nur'a teþmil edip müsadere etmek ve "Beþinci Þua"ýn mes'elelerini, Risâle-i Nur'u okuyan bütün bîçare talebelerin dersleridir diye, onlarý benim suçumla tam baðlamak için dehþetli bir plândýr. Beni konuþmaktan men'etmek ve yazdýklarýmý müsadere ile Ankara'ya göndermemek fikriyle müdür ve müddeiumumî muavini müþkilat vermeleri kuvvetli bir emaredir ki; müdafaatýn cerhedilmez cevablarý yetiþmeden Ankara aleyhimize hüküm vermek içindir. sh: » (Þ: 326) Üçüncü Nokta: Zâten mes'eleyi uzatacak ehemmiyetli kitablarý ve evraklarý ve müdafaalarý dahi Ankara'ya göndereceðini, mahkeme reisi o gün söyledi. Elbette þimdi yetiþmiþ. Þimdi benim muntazam ve izahlý iki müdafaanamem gitse, belki mes'eleyi çabuk halleder, mes'ele uzanmaz, ta'cil eder, çabuk aile sahibleri kurtulurlar. Fakat ben ve benim gibi alâkasýzlar kurtulmaya deðil, belki hakaik-i îmaniyeyi mülhidlere, mürtedlere karþý müdafaa etmek için, en müsaid bir yer olan hapiste kalmak lâzýmdýr. Dördüncü Nokta: Risâle-i Nur beraet etmezse ve benim müdafaatým nazara alýnmazsa; faidesiz, zâhirî inkârýnýz sizi kurtarmayacak. Vahdet-i mes'ele haysiyetiyle biz birbirimizle baðlanmýþýz; yalnýz münasebetleri pek az bulunan bir kýsým arkadaþlar kurtulabilirler. Eskiþehir Mahkemesi, bunu bilfiil gösterdi. Bir seneden beri, gayet dikkatle içimize casuslarý sokan ve safdil ve cür'etkâr talebelerin ifþaatýný zabteden ve bil'iltizam bizi periþan ve mesleðimizden piþman etmek için her vesileyi istimal eden, hattâ aleyhimize Þeyh Abdülhakîm'i sevkettikleri halde, onu ve Þeyh Abdülbâki'yi ve bana arasýra itiraz eden Þeyh Süleyman'ý bizim gibi periþan eden adamlara karþý inkârlarýnýz ve kaçmanýz, onlarýn kanaat-ý vicdaniye dedikleri düþüncelerinde beþ para etmez ve Eskiþehir'de dahi etmedi. Beþinci Nokta: Biz hem burada, hem Eskiþehir'de tecrübe ile kat'î anladýk ki: Biz, vahdet-i mes'ele cihetiyle tam bir tesanüde þiddetle muhtacýz. Sýkýntýdan gelen gücenmekler ve titizlikler ve itirazlar, bizim periþaniyetimizi ikileþtirir. Maatteessüf en ziyade güvendiðim ve itimad ettiðim, sizlerdiniz. Bazý hatýrýma bir telaþ geldiði vakit, Ýstanbul'dan gelen kâmil ve sýddýk hocalar ve Kastamonu Vilayetinde fevkalâde sadakat gösteren zâtlarý tahattur ile o endiþem zâil olurdu. Dikkat ediniz, küfr-ü mutlaký müdafaa eden gizli komite içinize parmak sokmasýn. Benim komþudaki koðuþa parmaðýný soktu, beni azab içinde býraktý. Þimdi siz, mabeyninizde münakaþasýz bir meþveret ediniz. Kararýnýzý kabul ederim. Fakat benim müdafaatým tâ Ankara'ya gitse ve medar-ý nazar olsa, buradaki mahkeme, kurtulmasý mümkün olanlar hakkýnda kararýný vermek ihtimalini; hem þimdi bizimle uðraþan ve Abdülbâki ve Abdülhakîm ve Hacý Süleyman'ý nefyeden ve Yeþil Þemsi'yi tahliyeden sonra burada durduran adamlar, elbette Hâfýz Mehmed ve Seyyid Þefik gibi salabet-i diniyeleri ile ve onlarýn ölmüþ reislerine ve suretine baþ eðmemesiyle ve ilhad ve bid'alara tarafdarlýklarýný göstermemesiyle beraber, serbest býrakmamak ihtimalini de; hem Risâle-i Nur'un tesettür perdesinden çýkýp gayet büyük ve umumî bir mes'- sh: » (Þ: 327) elede kendi kendine merkezlerinde mübarezesi zamanýnda þakirdlerini arkasýnda bulmak ve kaçmamakla sarsýlmaz ve maðlub olmaz bir hakikata baðlandýklarýný mütereddid ve mütehayyir ehl-i îmana göstermesi gayet lüzumlu olduðunu dahi nazarýnýza ve meþveretinize alýnýz. Sakýn sakýn birbirinizin kusuruna bakmayýn; hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardým ediniz. * * * Aziz, Sýddýk ve Sadýk Kardeþlerim! Ben birkaç gündür bir duamý deðiþtirdim. Þimdiye kadar bazan yüz defa tekrar ile وَاغْفِرْلَنَا veya وَفِّقْ gibi dualarda طَلَبَةَ رَسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ cümlesinden الصَّادِقِينَ kelimesini kaldýrdým; tâ ki ruhsatla amele kendini mecbur bilen ve sýkýntýnýn verdiði evham ve me'yusiyet cihetiyle zâhirî inkâr ve çekinmekle azimet ve sadakata muhalif hareket eden kardeþlerimiz o dualardan mahrum kalmasýnlar. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz kardeþim Hâfýz Ali! Hastalýðýna merak etme. Cenab-ý Hak þifa versin âmîn! Hapiste herbir saat ibadet oniki saat ibadet yerinde bulunmasýndan, çok kârlýsýn. Ýlâç istersen, bir kýsým dermanlar bende var, sana göndereyim. Zâten ortalýkta bir hafif hastalýk var. Ben mahkemeye gittiðim gün, herhalde hasta oluyorum. Belki sen bana yardým etmek için, eski zamanda birbirinin bedeline hasta olmasý ve ölmesi gibi hârika fedakârlýk gösteren zâtlar gibi, benim bir parça rahatsýzlýðýmý aldýn. * * * sh: » (Þ: 328) [Güzel ve tam yerinde bir ta'ziyename] Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! لِكُلِّ مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ Ben hem kendimi, hem sizi, hem Risâle-i Nur'u ta'ziye ve merhum Hâfýz Ali'yi ve Denizli Mezaristanýný tebrik ediyorum. "Meyve Risalesi"nin hakikatýný ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeþimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makamýna çýkmak için, kabre cesedini býrakýp melekler gibi yýldýzlarda, âlem-i ervahta seyahata gitti ve tam vazifesini yapýp terhisle istirahata çekildi. Cenab-ý Erhamürrâhimîn, Risâle-i Nur'un bütün yazýlan ve okunan harfleri adedince defter-i a'maline hasenat yazdýrsýn. Âmîn! Ve onlarýn sayýsýnca onun ruhuna rahmetler yaðdýrsýn, âmîn! Ve kabrinde Kur'aný, Risâle-i Nur'u ona þirin ve enîs arkadaþ eylesin. Âmîn! Ve Nur fabrikasýna onun yerine on kahramaný ihsan edip çalýþtýrsýn. Âmîn! Âmîn! Âmîn! Siz dahi benim gibi dualarýnýzda onu yâdediniz. Bin lisan onun lisaný yerine istimal edip, o kaybettiði bir hayat ve bir dil yerinde manevî bin hayat kazandý diye rahmet-i Ýlahiyeden ümidvarýz. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Cenab-ý Erhamürrâhimîn'e hadsiz þükür olsun ki; bu acib zamanda ve garib yerde, talebe-i ulûmun kýymetli þerefini ve ehemmiyetli hizmetlerini kazanmayý sizler vasýtasýyla bizlere de müyesser eyledi. Ehl-i keþf-il kuburun müþahedesiyle, müteaddid vakýatla, tahsil-i ulûm anýnda vefat eden bazý müþtak ve ciddî bir talebe-i ulûm, þehidler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meþgul görüyor. Hattâ meþhur bir ehl-i keþf-il kubur, vefat eden ve ilm-i Sarf ve Nahiv okuyan bir talebenin kabrinde, Münker, Nekir'e nasýl cevab verecek diye murakabe etmiþ ve müþahede edip iþitmiþ ki: Melek-i sual ondan sordu: مَنْ رَبُّكَ "Senin Rabbin kimdir?" dediði zaman o Nahiv dersiyle iþtigal ederken vefat eden talebe, o meleðin cevabýnda demiþ: " مَنْ mübtedadýr, رَبُّكَ onun haberidir." Nahiv ilmince cevab vermiþ, kendini medresede zannetmiþ. Ýþte bu sh: » (Þ: 329) vakýaya muvafýk olarak ben merhum Hâfýz Ali'yi aynen hayattaki gibi Risâle-i Nur'la meþgul olarak en yüksek bir ilimde çalýþan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam þehidler mertebesinde ve tarz-ý hayatlarýnda biliyorum ve o kanaat ile ona ve onun gibi Mehmed Zühdü'ye ve Hâfýz Mehmed'e bazý dualarýmda derim: Ya Rabbi! Bunlarý kýyamete kadar Risâle-i Nur kisvesinde hakaik-i îmaniye ve esrar-ý Kur'aniye ile kemal-i ferah ve sevinçle meþgul eyle. Âmîn! Ýýnþaallah * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Ben merhum Hâfýz Ali'yi unutamýyorum. Onun acýsý beni çok sarsýyor. Eski zamanlarda bazan böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardý. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti. Onun fevkalâde hizmetini eðer sizler gibi o sistemde zâtlar yapmasa idi; Kur'ana, Ýslâmiyete büyük bir zayiat olurdu. Ben, onun vârisleri olan sizleri tahattur ettikçe o acý gidiyor, bir inþirah geliyor. Medar-ý hayrettir ki; ben þimdi onun manevî, belki maddî hayatýyla âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle, o âleme gitmek için bende bir iþtiyak zuhur etti ve ruhuma baþka bir perde açýldý. Nasýlki buradan Isparta'daki kardeþlerimize selâm gönderip muarefe, muhabere ile sohbet ediyoruz; aynen öyle de: Hâfýz Ali'nin tavattun ettiði âlem-i berzah; nazarýmda Isparta, Kastamonu gibi olmuþ. Hattâ bu gece, mesmuatýma göre buradan birisi oraya gönderilmiþ. On defadan ziyade teessüf ettim. Ne için Hâfýz Ali'ye onunla selâm göndermedim. Sonra ihtar edildi ki: Selâm göndermek için vasýtalara ihtiyaç yok; kuvvetli rabýtasý telefon gibidir, hem o gelir alýr. O büyük þehid, Denizli'yi bana sevdiriyor, daha buradan gitmek istemiyorum. O ve Mehmed Zühdü ve Hâfýz Mehmed, hayatlarýnda gördükleri vazife-i îmaniye ve Nuriyeye devam ediyorlar. Onlar pek yakýndan temaþa ediyorlar, belki de yardým ediyorlar. Evliya-yý azîmenin dairesinde kýymetli hizmet noktasýnda mevki almalarýndan, ben de o ikisinin Hâfýz Mehmed'le beraber isimlerini silsilemde aktablarýn isimleri yanýnda yâdedip hediyelerimi baðýþlýyorum. * * * sh: » (Þ: 330) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Sizdeki ihlas ve sadakat ve metanet, þimdiki aðýr sýkýntýlarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfi bir sebebdir ve Risâle-i Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir. Haþirde adalet-i Ýlahiye, hasenelerin seyyielere racih gelmesiyle affettiðine binaen, siz de hasenelerin rüchanýna göre muhabbet ve afv muamelesini yapmak lâzýmdýr. Yoksa bir seyyie ile hiddet etmek, sýkýntýdan gelen bir titizlik, bir asabilik ile zararlý bir hiddet, iki cihetle zulüm olur. Ýnþâallah, birbirinize sürurda ve tesellide yardým edip sýkýntýyý hiçe indirirsiniz. * * * Aziz, Sýddýk, Mübarek Kardeþlerim! Birkaç gündür sizin ile konuþmadýðýmýn sebebi, þimdiye kadar emsalini görmediðim þiddetli ve zehirli bir hastalýktýr. Ben, Risâle-i Nur hesabýna âhir ömrüme kadar Nur ve Gül dairesindeki sebatkâr ve metin ve sarsýlmaz kardeþlerimle, Kastamonu'lu fedakârlar ile ebeden müteþekkirane iftihar ediyorum ve onlarla bütün zalimlerin sýkýntýlarýna karþý bir kuvvetli nokta-i istinad ve tam bir teselli buluyorum. Þimdi ölsem, onlar var diye ferah-ý kalble ecelimi karþýlayacaðým. Ehl-i dünya, ben onlarla mübareze ediyorum diye asýlsýz tevehhüm ederek beni hapse attýlar. Fakat kader-i Ýlahî, ben onlarla konuþmadýðým ve ýslah-ý hallerine çalýþmadýðýmdan beni hapse attý. Ve hapiste yalnýz birkaç arkadaþýmla kalsam Ankara makamatýna karþý âlem-i Ýslâmý alâkadar edecek bir alenî muhakeme isteyeceðim ve dava edeceðim ve Meyve Risalesi'ni ve müdafaat parçalarýný yeni harfle müteaddid nüshalar çýkarýp mühim makamata göndereceðiz inþâallah. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bu nevi hadîsler, müteþabih kýsmýndandýrlar. Hem cüz'î ve hususî deðiller, umumî yerlerde bakmýyorlar. Bu kýsým ise, ümmetinin baþýna gelen dinî fitnelerden yalnýz birtek zamaný ve Hicaz ve Irak'ý misal olarak gösterir. Zâten Abbasîlerin zamanýnda, o tarihte Mu'tezile, Râfýzî, Cebrî ve perde altýnda zýndýklar, mülhidler, sh: » (Þ: 331) Ýslâmiyeti zedeleyen çok fýrak-ý dâlle meydana gelmiþtiler. Þeriat ve itikad noktasýnda ehemmiyetli sarsýntýlar olmasý hengâmýnda, Buharî, Müslim, Ýmam-ý Azam, Ýmam-ý Þafiî, Ýmam-ý Mâlik, Ýmam-ý Ahmed Ýbn-i Hanbel ve Ýmam-ý Gazalî ve Gavs-ý Azam ve Cüneyd-i Baðdadî gibi pekçok eazým-ý Ýslâmiye imdada yetiþip o fitne-i diniyeyi maðlub ettiler. O tarihten üçyüz sene sonraya kadar o galebe devam ile beraber, perde altýnda yine o ehl-i dalalet fýrkalarý, siyaset yoluyla Hülâgu-Cengiz fitnesini Ýslâmlarýn baþýna getirdiler. Bu fitneden hem hadîs, hem Hazret-i Ali Radýyallahü Anh sarih bir surette ayný tarihiyle iþaret ediyorlar. Sonra bu zamanýmýzýn fitnesi en büyük bir fitne olduðundan, hem müteaddid hadîsler, hem çok iþarat-ý Kur'aniye ayný tarihiyle haber veriyorlar. Buna kýyasen, ümmetin geçireceði safahatý küllî bir surette bir hadîs beyan ettiði vakit, bazan o küllînin birtek hâdisesini, misal olarak tarihi gösterir. Böyle müteþabih ve manasý tamam anlaþýlmayan hadîslerin Risâle-i Nur eczalarý kat'î bir surette te'villerini beyan etmiþ. Yirmidördüncü Söz'de ve Beþinci Þua'da, bu hakikatý düsturlarla beyan etmiþ. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Birbirinizi enaniyetle veya sadakatsýzlýkla ittiham etmemek için, bir hakikatý beyan etmek ihtar edildi. Ben bir zaman enaniyetini býrakmýþ ve nefs-i emmaresi kalmamýþ büyük evliyadan þiddetli bir surette nefs-i emmareden þikayet ettiðini gördüm, hayrette kaldým. Sonra kat'î bildim ki, âhir ömre kadar mücahede-i nefsiyenin sevabdar devamý için nefs-i emmarenin ölmesi üzerine onun cihazatý damarlara ve hissiyata devredilir, mücahede devam eder. Ýþte o büyük evliyalar, bu ikinci düþmandan ve nefsin vârisinden þikayet ederler. Hem manevî kýymet ve makam ve meziyet, bu dünyaya bakmýyor ki, kendini ihsas etsin. Hattâ en büyük makamda bulunanlardan bazý zâtlara verilen büyük bir ihsan-ý Ýlahîyi hissetmediklerinden, kendilerini herkesten ziyade bîçare ve müflis telakki etmeleri gösteriyor ki; avamýn nazarýnda medar-ý kemalât zannedilen keþif ve keramet ve ezvak ve envar, o manevî kýymet ve makamlara medar ve mehenk olamaz. Sahabelerin bir saati, baþka velilerin bir gün, belki bir çillesi kadar kýymeti olduðu halde; keþif ve manevî hârikulâde hâlâta evliya gibi mazhariyetleri her sahabede olmamasý, bu hakikatý isbat ediyor. Ýþte kardeþlerim! Dikkat ediniz; sizin nefs-i emmareniz, kýyas-ý sh: » (Þ: 332) binnefs cihetinde, su-i zan noktasýnda sizleri aldatmasýn; Risâle-i Nur terbiye etmiyor diye þüphelendirmesin. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Risâle-i Nur'un "Gençlik Rehberi"nde ve "Meyve Risalesi"ndeki beþ mes'elesinin haylaz gençlerde dokuz tokadý Risâle-i Nur'un bir latif kerameti olduðunu o gençler dahi tasdik ediyorlar. Birincisi: Bana hizmet eden Feyzi. Ona bidayette dedim: Sen "Meyve"nin bir dersinde bulundun, haylazlýk yapma. O yaptý, birden tokat yedi, bir hafta eli baðlý kaldý. Evet, doðrudur. Feyzi Ýkincisi: Bana hizmet eden ve "Meyve"yi yazan Ali Rýza. Bir gün yazdýðýný ona ders verecektim. O haylazlýðýndan yemek piþirmek bahanesi ile gelmedi, birden tokat yedi. O vakit onun tenceresi saðlam iken, dibi, yemeði ile beraber tamamen düþtü. Evet, doðrudur. Ali Rýza Üçüncüsü: Ziya. "Meyve"nin gençliðe ve namaza dair mes'elelerini kendine yazdý, namaza baþladý. Fakat haylazlýk yaptý, namazý ve yazýyý býraktý. Birden, o vakitte tokat yedi. Hilaf-ý âdet ve sebebsiz, baþý üstündeki sepeti ve elbiseleri yandý. O kadar kalabalýk içinde yanýncaya kadar kimse farkýnda olmamasý, kasdî bir þefkat tokadý olduðunu gösterdi. Evet, doðrudur. Ziya Dördüncüsü: Mahmud. Ona "Meyve"den gençlik ve namaz mes'elelerini okudum ve dedim: "Kumar oynama, namaz kýl." Kabul etti. Fakat haylazlýk galebe etti, namaz kýlmadý ve kumar oynadý. Birden, hiddet tokatýný yedi. Üç-dört defada daima mað- sh: » (Þ: 333) lub olup fakir haliyle beraber kýrk lira ve sakosunu ve pantolonunu kumara verdi, daha aklý baþýna gelmedi. Evet, doðrudur. Mahmud Beþincisi: Ondört yaþýnda Süleyman namýnda bir çocuk, ziyade haylazlýk yapýp baþkalarýnýn da iþtihalarýný açýyordu. Ona dedim: "Uslu dur, namazýný kýl. Senden büyük haylazlarýn içinde bu halin, sana tehlike getirir." O, namaza baþladý, fakat yine namazý terk ve haylazlýða girdi. Birden tokat yedi. Uyuz illetine mübtela oldu, yirmi gündür yataðýnda yatmaða mecbur oldu. Evet, doðrudur. Süleyman Altýncýsý: Bana bidayette hizmet eden Ömer, namaza baþladý, þarkýlarý býraktý. Fakat bir akþam, kapýya yakýn bir þarký kulaðýma geldi, evrad ile meþguliyetime zarar verdi. Ben hiddet ettim, çýktým gördüm ki; hilaf-ý âdet Ömer'dir. Ben de hilaf-ý âdet bir tokat vurdum. Birden, sabahleyin hilaf-ý âdet olarak Ömer, baþka hapse gönderildi. Yedincisi: Hamza namýnda onaltý yaþýnda sesi güzel olmasýndan þarký söylüyor, baþkalarýnýn da iþtihalarýný açýyor, haylazlýk ediyordu. Ona dedim: "Böyle yapma, tokat yiyeceksin." Birden, ikinci gün bir eli yerinden çýktý, iki hafta azabýný çekti. Evet, doðrudur. Hamza Bu gibi tokatlar var; fakat kâðýt bitti, mana da bitti. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bir maarif vekili, perdeyi yüzünden kaldýrdý ve küfr-ü mutlaký baþka bir kisvede gösterdi. Bizim son gönderdiðimiz müdafaatý daha almadan baþka saika ile o beyannameyi yazmýþ. Gerçi ben, o daireye göndermeyi düþünmüyordum; fakat kardeþlerimizin tensibiyle onlara da göndermek hem münasib, hem lâzým olduðunu bu hal gösterdi. Çünki herhalde bu derece ilhadda taassub taþýyan bir vekil, Ankara'ya gönderilen evrak ve mahrem risalelere karþý lâkayd kalmazdý. Birden, doðrudan doðruya cerhedilmez müdafaatlar baþýna vuruldu, çok iyi oldu. Ýnþâallah o dairede dahi Risâle-i Nur lehinde kuvvetli bir cereyan uyandýracak. sh: » (Þ: 334) Kardeþlerim! Madem bir kýsmýn mahiyetleri bu tarzdýr; onlara, o kýsma teslim olmak, bir nevi intihardýr; Ýslâmiyetten piþman olmaktýr, belki dinden insilah etmektir. Çünki o derece ilhadda taassub etmiþ ki; bizim gibilerden yalnýz teslimiyetle ve tasannu' ile razý olmuyorlar. "Kalbini ve vicdanýný býrak, yalnýz dünyaya çalýþ" derler. Ýþte bu vaziyete karþý inayet-i Rabbaniyeye dayanýp metanet ve sabýr ve tevekkül ederek dört sandýk Risâle-i Nur eczalarý o merkeze yetiþip, kuvvetli hakikatlar ile galebe çalmasýna dua etmekten baþka çare yoktur. Biz birbirimizden çekinmekle ve gücenmekle ve Risâle-i Nur'dan çekilmekle ve onlara teslim ve hattâ iltihak etmekle faide vermediði þimdiye kadar tecrübe edildi. Hem hiç merak etmeyiniz. O vekilin o farfaralý telaþý, za'fýna ve tam korkusuna delalet eder. Tecavüze deðil, belki tedafüe mecburiyeti bildiriyor. * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Homa'lý kardeþlerimizden Ali namýnda bir þakird, Hâfýz Ali'nin vefatý günlerinde vefat ettiðini Sami Bey bana söylediði gibi, Homa'lý kahramanlardan Mehmed Ali dahi bana yazdý, Ben de o Ali'yi o büyük þehid Ali'ye çok dualarda arkadaþ yaptým. Bu yakýnda, bizimle alâkadar bir haným, üç kardeþimizin öldüðünü görmüþtü. Tabiri: Bu iki Ali ve "Risâle-i Nur"a hapiste tabi olmak isteyen asýlan Mustafa, umumumuzun bedeline âhirete gittiler ve selâmetimizin hesabýna feda oldular demektir. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk, Sarsýlmaz ve Tevekkülün Mahiyetini ve Kýymetini Anlayan Kardeþlerim! Yirmi seneden beri hiçbir gazeteyi ne okumak ve ne sormak merakým olmadýðý halde, pek çok teessüf ile, yalnýz bir kýsým zaîf kardeþlerimizin hatýrlarý için bugün bir gazetenin bir bahsini gördüm. Bundan bildim ki; perde altýnda ve üstünde ehemmiyetli cereyanlar rol oynuyorlar. Meydanda biz göründüðümüzden, bizler o cereyanlarla alâkadar tevehhüm ediliyoruz. Ýnþâallah, Risâle-i Nur'un dört sandýk kuvvetli cerhedilmez risaleleri ve pek kat'î müdafaa def - sh: » (Þ: 335) terleri, bizim hakkýmýzda hem îman ve Kur'an, Ýslâm hakkýnda bir hayýrlý netice verecekler. Biz onlarýn dünyalarýna karýþmadýk ve karýþacaðýmýzý hiçbir cihetle daha tesbit edemediler. Mecburiyetle bütün Risâle-i Nur'u Ankara tahkik için istedi. Madem hakikat budur ve madem þimdiye kadar Risâle-i Nur'un hizmetinde inayet-i Rabbaniyenin tecellisini inkâr edilmeyecek derecede gördük; herbirimiz cüz'î ve küllî bunu hissetmiþiz ve madem þimdi siyasetin ve dünyanýn çok cereyanlarýnýn birbirine karþý tahþidatý oluyor ve madem elimizden kazaya rýza ve kadere teslim ve hizmet-i îmaniye ve Kur'aniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî teselliden baþka bir þey gelmiyor; elbette bize en elzem iþ, telaþ etmemek ve me'yus olmamak ve birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve korkmamak ve tevekkülle bu musibeti karþýlamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralý gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatý, hususan bu zamanda, bu þerait altýnda kýymeti yoktur. Baþa ne gelse gelsin, hoþ görmeli. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Ýki-üç kardeþlerimiz þöyle kendilerine bir güzel teselli bulmuþlar. Diyorlar ki: "Bu hapiste bir kýsým yeni kardeþlerimiz, bir-iki saat gayr-ý meþru' bir hareket yüzünden, bir-iki belki on sene bu musibet içinde sabýr ve tahammül ediyorlar. Hattâ bir kýsmý þükrederek baþka günahlardan kurtulduk dedikleri halde; biz Risâle-i Nur vasýtasýyla en meþru' bir hareket ve hizmet-i îmaniye yüzünden altý-yedi ay hayýrlý bir sýkýntýdan neden þekva ediyoruz?" diyorlar. Ben de bin Bârekâllah onlara derim. Evet beþ-on sene hem îmanýný, hem baþkalarýn îmanlarýný kurtarmak niyetiyle zevkli, tatlý, hayýrlý, kudsî bir hizmet ve yüksek bir ubudiyet-i fikriye yüzünden beþ-on ay zahmet çekmek, medar-ý þükür ve iftihardýr. Bir hadîste ferman etmiþ ki: "Bir tek adam seninle hidayete gelse, sahra dolusu kýrmýzý koyun, keçilerden daha hayýrlýdýr." Ýþte burada, mahkemede, Ankara'da, sizlerin yazýlarýnýz ve hizmetleriniz vasýtasýyla ne kadar sh: » (Þ: 336) insanlar îmanlarýný dehþetli þüphelerden kurtardýðýný ve kurtaracaðýný düþününüz, sabýr içinde kemal-i rýza ile þükrediniz. Eðer Ankara'da hâkim olan Halk Partisi, oraya giden Risâle-i Nur'un kuvvetli kitablarýna karþý inad etse ve musalaha niyetiyle himayesine çalýþmazsa, bizim en rahat yerimiz hapistir ve mülhidler, bolþevizmi Zýndýka ile birleþtirdiðine alâmettir ve hükûmet onlarý dinlemeðe mecbur olur. O zaman Risâle-i Nur çekilir, tevakkuf eder, maddî ve manevî musibetler hücuma baþlarlar. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ يَا مَعْشَرَ اْلجِنِّ وَاْلاِنْسِ اَلَمْ يَاْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ âyet-i celileleri mucibince cinlerden de peygamber geldiði bildiriliyorsa da, bu husustaki müþkilin halli için vaki suale, üstadýmýzýn verdiði cevabdýr: Aziz Kardeþim! Hakikaten senin bu sualinin çok ehemmiyeti var. Fakat Risâle-i Nur'un en ehemmiyetli vazifesi, beþeri dalaletten ve küfr-ü mutlaktan kurtarmak olmasýndan, bu çeþit mes'elelere sýra gelmiyor, onlardan bahis açmýyor. Selef-i Sâlihîn dahi çok bahsetmemiþler. Çünki öyle gaybî ve görünmeyen iþlerde su-i istimal düþer. Hem þarlatanlar, hodfüruþluklarýna bir vesile yapabilirler. Nasýlki þimdi ispirtizmacýlar "cinler ile muhabere" namýyla þarlatanlýk yapýyorlar; dinin zararýna âlet ederler diye çokça medar-ý bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya'dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiþ. Hem Risâle-i Nur bu zamanda bir taun-u beþerî olan maddiyyunluk fikrini ibtal etmek için cinnî ve ruhanîlerin vücudlarýný kat'î hüccetler ile isbat etmeye çalýþmýþ, bu mes'eleye üçüncü derecede bakmýþ, tafsilini baþkalara býrakmýþ. Belki inþâallah Risâle-i Nur'un bir þakirdi, Sûre-i Rahman'ý tefsir edip bu mes'eleyi de halleder. * * * sh: » (Þ: 337) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! لِكُلِّ مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ Hakikaten Hâfýz Ali, Hâfýz Mehmed ve Mehmed Zühdü'nün vefatlarý; deðil yalnýz bize ve Isparta'ya, belki bu memlekete ve âlem-i Ýslâma büyük bir zayiattýr. Fakat þimdiye kadar bir cilve-i inayet olarak, Risâle-i Nur'un bir þakirdi zayi' olduðu zaman, der'akab iki-üç tane o sistemde meydana çýktýðýndan, kuvvetle ümidvarýz ki, baþka þekilde o kahramanlarýn vazifelerini görecek, ümid ettiðimizden ciddî þakirdler çýkarlar, görürler. Zâten o üç mübarek merhum zâtlar, az bir zamanda, yüz senelik vazife-i îmaniyeyi gördüler. Cenab-ý Erhamürrâhimîn, onlarýn yazdýklarý ve neþrettikleri ve okuduklarý huruf-u Nuriye adedince onlara rahmetler eylesin, Âmîn! Benim tarafýmdan o Hâfýz Mehmed'in akrabasýný ve mübarek köyünü ta'ziye ediniz. Ben de onu Hâfýz Ali ve Mehmed Zühdü'ye arkadaþ edip, üstadlarýmýn aktab kýsmýnýn isimleri içinde o üçünün isimlerini dâhil edip, Hâfýz Âkif'i dahi Âsým ve Lütfü'ye arkadaþ ettim. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَرَهُ اللّهُ sýrrýyla, bu mes'elemizin te'hiri hayýrdýr. Çünki bütün mekteblerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüþ dehþetli adamýn muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, âlem-i Ýslâma ve istikbale pek elîm ve acý bir tesiri olacaktý. Þimdi ihtiyarýmýzýn haricinde onun mahiyeti ne olduðunu, en baþta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamlarýn ellerine kat'î hüccetler gösteren ve isbat eden Risâle-i Nur geçmesi, kemal-i merak ve dikkatle sh: » (Þ: 338) okunmasý öyle bir hâdisedir ki; bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ idam olsalar, Din-i Ýslâm cihetiyle yine ucuzdur. Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidaddan en mütemerridleri bir derece kurtarýr, meþkuk bir küfre çýkarýr, maðrurane ve cür'etkârane tecavüzlerini ta'dil eder. Mahkemede son söz olarak yüzlerine söylediðim bu cümle: "Milyonlar kahraman baþlar feda olduklarý bir kudsî hakikata, baþýmýz dahi feda olsun" ile, bizim nihayete kadar sebat edeceðimizi dava etmiþiz. Bu davadan vazgeçilmez. Ýçinizde vazgeçecek yok ümid ediyorum. Madem þimdiye kadar sabrettiniz, "Daha kýsmetimiz ve vazifemiz bitmedi" diye tahammül ve sabrediniz. Her halde "Meyve"deki kat'î hüccetler ile kabil-i inkâr olmayan idam-ý ebedî ve nihayetsiz haps-i münferid mesleðini müdafaa etmek için Risâle-i Nur'a karþý anudane hareket edilmeyecek, belki musalaha veya mütareke çaresi aranýlacak. اَلصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ وَالسُّرُورِ * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz,Sýddýk Kardeþlerim! اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا َيمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ âyeti hem Risâle-i Nur'a, hem مَيْتًا kelimesiyle üç kuvvetli emare ve münasebetler ile Risâle-i Nur'un bu bîçare þakirdlerine iþareti Birinci Þua'da izah edilmiþ. Þimdi bu hâdisede, o emarelerden birisi tam hükmediyor. Çünki bize zulmedenler, ellerinde hayat ve medeniyeti ve lezzeti tutup, bizi o tarz-ý hayata ehemmiyet vermemekle ittiham edip, mes'ul ederler, hattâ idam ve aðýr ceza ile hapse sokmak isterler. Fakat kanunca sebeb bulamýyorlar. Biz dahi elimizde hayat-ý bâkiyenin mukaddemesi ve perdesi olan mevti ve ölümü tutup onlarýn baþlarýna vurup intibaha getirmek ve onlarýn hakikî mes'uliyet ve mahkûmiyetten ve idam-ý ebedî ve daimî haps-i münferidden kurtulmalarýna bütün kuvvetimizle çalýþýyoruz. Hattâ Ankara' sh: » (Þ: 339) ya giden þiddetli risaleler sebebiyle en aðýr ceza nefsime verilse, fakat ceza verenler o risaleler ile ölümün idamýndan kurtulsalar; hem kalbim, hem nefsim razý olurlar. Demek biz onlarýn iki cihanda yaþamalarýný istiyoruz, arýyoruz. Onlar bizim ölmemizi istiyorlar, bahaneler arýyorlar. Fakat güneþ gibi zâhir ve göz ile görünür gündüz gibi bir hakikat-ý mevtiye ve her gün insanlarda otuzbin cenaze, ehl-i dalalet hakkýnda otuzbin idam-ý ebedî, otuzbin haps-i münferid fermanlarýný, ilânnamelerini gösterdiklerinden, biz onlara karþý maðlub deðiliz. Ne yaparlarsa yapsýnlar. اِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ âyeti oniki seneden beri en acýnacak maðlubiyetimiz zamanýnda dahi, cifir ve ebced hesabýyla galibiyetimize ayný tarihiyle müjde ediyor. Madem hakikat budur; biz þimdiden sonra hem mahkemeye, hem halka diyeceðiz ki: "Bu gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün idam-ý ebedîsinden ve karþýmýzda kapýsýný açan ve bizi cebr-i kat'î ile çaðýran kabrin daimî karanlýk haps-i münferidinden kurtulmaًa çalýþýyoruz. Hem sizin de o dehþetli ve çaresiz musibetten kurtulmanýza yardým ediyoruz. Sizin nazarýnýzda en büyük bir mes'ele-i dünyeviye ve siyasiye, bizim nazarýmýzda ve hakikat cihetinde kýymeti pek azdýr ve bilfiil vazifedar olmayanlara malayani ve ehemmiyetsizdir ve kýymeti yoktur. Fakat bizim iþtigal ettiðimiz vazife-i zaruriye-i insaniye ise, herkese her zaman ciddî alâkasý var. Bu vazifemizi beðenmeyenler ve kaldýranlar, ölümü kaldýrmalý ve kabri kapamalý!" Ýkinci ve üçüncü noktalar þimdilik geri kaldý. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Risâle-i Nur'un kerametlerindendir ki; üstadýmýz Hazretleri: "Ey mülhidler ve ey zýndýklar! Risâle-i Nur'a iliþmeyiniz! Risâle-i Nur, âfâtýn def'ine sadaka gibi vesile olmasýndan, ona karþý olan hücum ve onun ta'tili, âfâta karþý olan müdafaasýný zaîfleþtirir. Eðer iliþirseniz, yakýndan bekleyen belalar, sel gibi üstünüze yaðacaktýr." diye, on senedir kerratla söylüyordu. Bu hususta þahid olduðumuz felâketler pek çoktur. Dört seneden beri Risâle-i Nur'a ve þakirdlerine sh: » (Þ: 340) her ne vakit iliþilmiþ ise; bir felâket, bir musibet takib etmiþ ve Risâle-i Nur'un ehemmiyetini ve âfâtýn def'ine vesile olduðunu göstermiþtir. Ýþte üstadýmýz Bediüzzaman'ýn Risâle-i Nur ile haber verdiði yüzler hâdisat içinde felâketler zelzele eliyle doðruluðunu imza ederek gelen dört felâket, Risâle-i Nur'un bir vesile-i def-i bela olduðunu gösterdi. Cenab-ý Hak, bize ve Risâle-i Nur'a taarruz edenlerin kalblerine îman ve baþlarýna hakikatý görecek akýl ve göz ihsan etsin; bizi bu zindanlardan, onlarý da bu felâketlerden kurtarsýn, âmîn! Hüsrev * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bir cilve-i inayet-i Rabbaniyedir ki; daha müdafaatýmýzý ve evraklarýmýzý ve kitablarý görmeden, yalnýz perde altýnda hissedip Maarif Vekilinin dehþetli püskürmesi ve hücumu, Beþinci Þua ve Hücumat-ý Sitte'nin Zeyli gibi gayet þiddetli mahrem risaleleri en ehemmiyetli makamat bilfiil tenkid için tedkik etmesi ve müdafaatýmýn ciddî, dokunaklý küfr-ü mutlaka cür'etkârane darbeleri Ankara'nýn bize karþý çok þiddetli davranmasýný beklerken, mes'elenin azametine nisbeten gayet mülayîmane belki musalahakârane vaziyet almýþ. Ve bu cilve-i inayetin bir hikmeti de þudur: Risâle-i Nur'un umum memlekete alâkasý cihetiyle, umumî bir dershanede ve büyük makamatta dikkat ve merakla okunmasýdýr. Evet bu zamanda böyle yüksek bir ders, elbette böyle cem'iyetli ve küllî ve umumî dairelerde okunmasý, büyük bir inayettir ve küfr-ü mutlaký kýrdýðýna bir kuvvetli emaredir. Kardeþlerim! Herhalde bu kadar sýkýntý ve zararý çeken zaîf bir kýsým aile sahibleri, bir derece Risâle-i Nur'dan ve bizden çekinmek, belki vazgeçmek için bir mazeret olabilir zannýyla, tahliyeden sonra deðiþmek ihtimaline binaen derim: Bu derece kýymetdar bir mala bu maddî ve manevî fiat veren ve bu azabý çeken, o maldan vazgeçmek büyük bir hasarettir. Hem her birisi, Risâle-i Nur'un eczalarýný ve alâkadarlarýný ve bizi muhafaza ve yardým ve hizmeti birden býraksa; hem ona, hem bizlere lüzumsuz bir zarardýr. Onun için; ihtiyatla beraber, sadakatý ve irtibatý ve hizmeti deðiþtirmemek lâzýmdýr. * * * sh: » (Þ: 341) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bir cilve-i inayet-i Rabbaniye ve bir himayet-i hýfz-ý Ýlahiyedir ki; Ankara'da ehl-i vukuf heyeti, Risâle-i Nur'un hakikatlarýna karþý maðlub olup, þiddetli tenkid ve itirazýn çok esbabý var iken âdeta beraetine karar verdiklerini iþittim. Halbuki mahremlerin þedid ifadeleri ve müdafaatýn dokunaklý meydan okumalarý ve Maarif Vekilinin dehþetli hücumu ve ehl-i vukufun heyetinde maarif dairesine mensub ehemmiyetli iki maddî feylesoflarýn ve yeni icadlara tarafdar büyük bir âlimin bulunmasý ve bir seneden beri gizli zýndýka komitesi aleyhimize Halk Fýrkasý'ný ve Maarif'i sevketmesi cihetiyle, ehl-i vukufun pek þiddetli itirazlarý ve bizi aðýr cezalarla ittiham etmelerini beklerken, himayet ve inayet-i Rahmaniye imdada yetiþip onlara Risâle-i Nur'un yüksek makamýný göstererek, þiddetli tenkidlerden vazgeçirmiþ. Hattâ bizi cezalardan kurtarmak fikriyle ve Eskiþehir Mes'elesi ve 31 Mart hâdise-i meþhuresiyle beni sâbýkalý bir mücrim-i siyasî nazarýyla baktýrmamak ve sýrf din ve îman için hareket ettiðimizi ve siyaset fikri bulunmadýðýný göstermek fikriyle demiþler ki: "Said Nursî, eskiden beri arasýra peygambere verasetlik davasýnda bulunur. Kur'an ve îman hizmetinde müceddidlik tavrýný alýr, yani bazan bir nevi cezbeye maðlub olup meczubane hareket eder." Ýþte bu fýkra ile feylesoflarýn dinsizce tabirler ile, kim olursa olsun din lehinde kuvvetli hareket edenlere: Vazifesi, müceddidlik irsiyetiyle yapýyor diye, hem bir kýsým kardeþlerimiz haddimden çok ziyade hüsn-ü zanlarýný tenkid etmek, hem bana bir cezbe isnad ile þiddetlerimde beni siyasetten ve cezadan tebrie etmek ve bize muarýz ve düþman olanlarý bir derece okþamak ve iþaret-i Kur'aniye ve keramat-ý Aleviye ve Gavsiye hakikatlarý kuvvetli olduklarýný göstermek ve herkese kýyasen bende dahi bulunmasý tahminlerince muhakkak olan hubb-u câh ve enaniyet ve hodfüruþluðu kýrmak için, o dinsizce feylesofane tabirini istimal etmiþler. O tabire karþý, Risâle-i Nur baþtan nihayetine kadar güneþ gibi bir cevabdýr. Ve mesleðimiz, terk-i enaniyet ve uhuvvet olmasýndan, bizde hodfüruþane þatahat bulunmadýðýndan, Yeni Said'in Risâle-i Nur zamanýndaki mahviyetkârane hayatý ve mübarek kardeþlerinin ifratkârane hüsn-ü zanlarýný hatýra bakmayarak mükerrer derslerle ta'dil etmesi, o tabir ile iþmam edilen manayý tam çürütüyor, izale eder. * * * sh: » (Þ: 342) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bize ihbar edene ve yazana zarar gelmemek için, þimdilik ehl-i vukufun ittifakýyla kararlarýný size göndermeyeceðim. Bu son ehl-i vukuf, bütün kuvvetiyle bizi kurtarmak ve ehl-i dalalet ve bid'iyyatýn þerrinden muhafaza etmek için çalýþmýþlar, bize isnad edilen bütün suçlardan tebrie ediyorlar. Ve Risâle-i Nur'dan tam ders aldýklarýný ihsas edip, Risâle-i Nur'un ilmî ve îmanî kýsmýnýn ekseriyet-i mutlaka ile vâkýfane yazýldýðýný ve Said ise hem samimî, hem ciddî kanaatlerini beyan ederek ondaki kuvvet ve iktidar; isnad edildiði gibi tarîkat icadý veya cem'iyet kurmak veya hükûmet ile mübareze etmek deðildir, belki yalnýz Kur'anýn hakikatlarýný muhtaçlara bildirmek kuvvet ve iktidarýdýr diye müttefikan karar vermiþler. Ve gayr-ý ilmî tabir ettikleri mahremlere karþý demiþler ki: "Bazan cezbeye ve þuurun heyecanýna ve ihtilâl-i ruhiyeye kapýlmasýndan, bu eserler ile mes'ul olmamak lâzým geliyor." manasýný ifham ediyorlar. Ve "Eski Said", "Yeni Said" tabirinde, iki þahsiyet ve ikincisinde fevkalâde bir kuvvet-i îmaniye ve ilm-i hakaik-i Kur'aniye manasýný, feylesoflarýn hatýrý için "Bir nevi cezbe ve ihtilâl-i dimaðiye ihtimali var." diye hem bizi þiddetli tabiratýn mes'uliyetinden kurtarmak, hem muarýzlarýmýzý okþamak için "Sem u basar cihetinde hallüsinasyon hastalýðý ihtimali nazar-ý dikkate alýnabilir." demiþler. Onlarýn bu ihtimalini esasýyla çürüten, ellerine geçen ve bütün akýllarý geri býrakan Nur Risaleleri ve bütün avukatlara hayret veren Müdafaa ve Meyve Risaleleri kâfi ve vâfi bir cevabdýr. Ben çok þükrediyorum ki, bir hadîs-i þerifin mazhariyeti bu ihtimal ile bana verilmiþ. Hem o ehl-i vukuf, bütün kardeþlerimizi ve beni tam tebrie edip derler: "Said'in âlîmane ve vâkýfane eserlerine îman ve âhiretleri için baðlanmýþlar; hiçbir cihette hükûmete karþý bir su-i kasdlarýna dair bir sarahat ve bir emare, ne muhaberelerinde ve ne de kitab ve risalelerinde bulmadýk." diye o heyetin ittifakýyla karar verip biri feylesof Necati, biri Yusuf Ziya (âlim), biri de feylesof Yusuf namlarýnda imza etmiþler. Latif bir tevafuktur ki; biz bu hapse kendimiz hakkýnda bir medrese-i Yusufiye ve Meyve Risalesi onun meyvesidir dediðimiz gibi, bu iki Yusuf dahi perde altýnda "Biz dahi o Medrese-i Yusufiye'deki derse hissedarýz" lisan-ý halleriyle ifade etmeleridir. Hem cezbeye latif bir delilleridir ki: "Otuzüçüncü Söz ve otuzüç pencereli Otuzüçüncü Mektub" gibi tabirleri, hem kendi kedisinin "Ya Rahîm! Ya Rahîm!" tesbihini iþitmesi, hem kendini bir mezar taþý görmesi, cezbe ve hallüsinasyon ihtimaline delil göstermeleridir. Said Nursî * * * sh: » (Þ: 343) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Madem biz, çok emarelerle inayet altýndayýz ve madem gayet çok ve insafsýz düþmanlara karþý Risâle-i Nur maðlub olmadý, Maarif Vekili'ni ve Halk Fýrkasý'ný bir derece susturdu ve madem bu kadar geniþ bir sahada ve mes'elemizi pek ziyade i'zam ile hükûmeti telaþa düþürenler, her halde iftiralarýný ve yalanlarýný bir derece setretmeye bahaneler ile çalýþacaklar; elbette bize lâzým: Kemal-i teslimiyetle sabýr ve temkinde bulunmak ve bilhassa inkisar-ý hayale düþmemek ve bazan ümidin hilaf-ý zuhuruyla me'yus olmamak ve muvakkat fýrtýnalar ile sarsýlmamak! Evet, gerçi inkisar-ý hayal, ehl-i dünyada kuvve-i maneviyelerini ve þevklerini kýrar; fakat meþakkat ve mücahede ve sýkýntýlarýn altýnda inayet ve rahmetin iltifatlarýný gören Risâle-i Nur þakirdlerine inkisar-ý hayal, gayretlerini ve ileri atýlmasýný ve ciddiyetlerini takviye etmek lâzým geliyor. Kýrk sene evvel ehl-i siyaset, bana bir cinnet-i muvakkata isnadýyla týmarhaneye sevkettiler. Ben onlara dedim: Sizin akýllýlýk dediðinizin çoðunu ben akýlsýzlýk biliyorum; o çeþit akýldan istifa ediyorum; وَ كُلُّ النَّاسِ مَجْنُونٌ وَ لكِنْ عَلَى قَدَرِ الْهَوَى اِخْتَلَفَ الْجُنُونُ kaidesini sizlerde görüyorum demiþtim. Þimdi dahi beni ve kardeþlerimi þiddetli bir mes'uliyetten kurtarmak fikriyle bana mahrem risale cihetiyle arasýra bir cezbe, bir cinnet-i muvakkata isnad edenlere ayný sözleri tekrarla beraber, iki cihetle memnunum: Birisi: Hadîs-i sahihte vardýr ki: "Bir adam kemal-i îmaný kazandýðýna, avam-ý nâsýn akýllarýnýn tavrý haricindeki yüksek hallerini mecnunluk, divanelik saymalarý, onun kemal-i îmanýna ve tam itikadýna delalet eder." diye ferman ediyor. Ýkinci cihet: Ben, bu hapisteki kardeþlerimin selâmetleri ve necatlarý ve zulmetten kurtulmalarý için; deðil yalnýz bir divanelik isnadýný, belki kemal-i fahir ve ferahla tamam aklýmý ve hayatýmý feda etmesini kabul ediyorum. Hattâ siz münasib görürseniz, o üç zâtlara benim tarafýmdan bir teþekkürname yazýlsýn ve onlarý manevî kazançlarýmýza teþrik ettiðimiz bildirilsin. * * * sh: » (Þ: 344) Aziz, Sýddýk Kardeþlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede ve Ýmaniyede Hâlis Arkadaþlarým. Biz birbirimizden ayrýlmak zamaný yakýn olmasý cihetiyle, sýkýntýdan neþ'et eden gerginlikler ve kusurlar yüzünden "Ýhlas Risalesi"nin düsturlarý muhafaza edilmediðinden, siz birbirinizle tamam helâllaþmak lâzýmdýr ve zarurîdir. Siz, birbirinize en fedakâr nesebî kardeþten daha ziyade kardeþsiniz. Kardeþ ise, kardeþinin kusurunu örter, unutur ve afeder. Ben burada hilaf-ý me'mul ihtilafýnýzý ve enaniyetinizi nefs-i emmareye vermiyorum ve Risâle-i Nur þakirdlerine yakýþtýramýyorum; belki nefs-i emmaresini terkeden evliyalarda dahi bulunan bir nevi muvakkat enaniyet telakki ediyorum. Siz benim bu hüsn-ü zannýmý inad ile kýrmayýnýz, barýþýnýz. * * * Kardeþlerim! Ehl-i vukuf raporundan anlaþýlýyor ki: Risâle-i Nur, bize karþý bütün muarýz taifeleri maðlub ediyor ki; "Hüccetullah-il Baliga" ve "Ýhtiyar" ve "Ýhlas Risaleleri"ni tekrar ile nazar-ý dikkati celbediyorlar. Hem gayet sathî ve cevablarý pek zâhir ve güya mutaassýbane hocavari tenkidleri ve hiç münasebeti olmayan ve hakikî mutabýk olan mes'eleleri anlamadan "mabeynlerinde tezad var" demeleri ve risalelerin yüzde doksanýný tamamýyla çekinmeyerek tasdik ve takdirleri ve teslimleri ve Hücumat-ý Sitte Zeyli'nin pek þiddetli bir sûrette yeni icadlara fetva verenleri cerh ve tezyif etmesine mukabil, yalnýz nezahet-i lisaniye demiþler. Ve dinsizler tarafýndan öldürülen mazlum ve dindar hýristiyanlar âhirzamanda bir nevi þehid olabilir dediðimi; baþ açýk namaz kýlmak ve Türkçe ezan okumaða Zeyl'in þiddet-i hücumunu zýd göstermeleri ile iktifa etmeleri, kat'iyen onlarýn Risâle-i Nur'a karþý maðlubiyetlerini gösteriyor kanaatýný veriyor. Said Nursî Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts