EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Ondokuzuncu Lem'a Ýktisad Risalesi (Ýktisad ve kanaate; israf ve tebzîre dairdir.) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ كُلُوا وَ اشْرَبُوا وَ لاَ تُسْرِفُوا Þu Âyet-i Kerîme, iktisada kat'î emir ve israftan nehy-i sarih suretinde gâyet mühim bir ders-i hikmet veriyor. Þu mes'elede "Yedi Nükte" var. BÝRÝNCÝ NÜKTE: Hâlik-ý Rahîm, nev-i beþere verdiði nîmetlerin mukabilinde þükür istiyor. Ýsraf ise; þükre zýttýr, nîmete karþý hasâretli bir istihfaftýr. Ýktisad ise, nîmete karþý ticaretli bir ihtiramdýr. Evet iktisad hem bir þükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki Rahmet-i Ýlâhiyyeye karþý bir hürmet, hem kat'î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medâr-ý sýhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nîmetlerdeki lezzeti tatmasýna kuvvetli bir sebebdir. Ýsraf ise, mezkûr hikmetlere muhâlif olduðundan, vahim neticeleri vardýr. ÝKÝNCÝ NÜKTE: Fâtýr-ý Hakîm, insanýn vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir þehir misalinde yaratmýþ. Aðýzdaki kuvve-i zâikayý bir kapýcý, â'sab ve damarlarý telefon ve telgraf telleri gibi (Kuvve-i zâika ile, merkez-i vücuddaki mîde ile bir medâr-ý muha sh: » (L:130) bereleridir) ki: Aðýza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mîdeye lüzumu yoksa "Yasaktýr!" der, dýþarý atar. Bazen da bedene menfaatý olmamakla beraber zararlý ve acý ise; hemen dýþarý atar, yüzüne tükürür. Ýþte mâdem aðýzdaki kuvve-i zâika bir kapýcýdýr; mîde, cesedin idaresi noktasýnda bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahût o þehre gelen ve sarayýn hâkimine verilen hediyenin yüz derece kýymeti varsa, kapýcýya bahþiþ nev'inden ancak beþ derecesi muvafýk olur, fazla olamaz. Tâ ki; kapýcý gururlanýp, baþtan çýkýp vazifeyi unutup, fazla bahþiþ veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasýn. Ýþte bu sýrra binâen, þimdi iki lokma farzediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kýrk para; diðer lokma, en âlâ baklavadan on kuruþ olsa.. bu iki lokma, aðýza girmeden, beden itibariyle farklarý yoktur, müsâvidirler; boðazdan geçtikten sonra, cesed beslemesinde yine müsâvidirler. Belki, bazen kýrk paralýk peynir daha iyi besler. Yalnýz, aðýzdaki kuvve-i zâikayý okþamak noktasýnda yarým dakika bir fark var. Yarým dakika hatýrý için kýrk paradan on kuruþa çýkmak, ne kadar mânâsýz ve zararlý bir israf olduðu kýyas edilsin. Þimdi, saray hâkimine gelen hediye kýrk para olmakla beraber, kapýcýya dokuz defa fazla bahþiþ vermek, kapýcýyý baþtan çýkarýr, "Hâkim benim" der. Kim fazla bahþiþ ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangýn çýkaracak, "Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateþimi söndürsün." dedirmeye mecbur edecek. Ýþte iktisat ve kanaat, hikmet-i Ýlâhiyyeye tevfik-ý harekettir. Kuvve-i zâikayý kapýcý hükmünde tutup, ona göre bahþiþ verir. Ýsraf ise; o hikmete zýt hareket ettiði için çabuk tokat yer, mîdeyi karýþtýrýr, iþtiha-yý hakîkîyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iþtiha-yý kâzibe ile yedirir, hazýmsýzlýða sebebiyet verir, hasta eder. ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Sâbýk ikinci nüktede, kuvve-i zâika kapýcýdýr dedik. Evet ehl-i gaflet ve rûhen terakki etmiyen ve þükür mesleðinde ileri gitmiyen insanlar için bir kapýcý hükmündedir. Onun telezzüzü hatýrý için israfâta ve bir dereceden on derece fiata çýkmamak gerektir. Fakat, hakikî ehl-i þükrün ve ehl-i hakikatýn ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikasý -Altýncý Söz'deki muvâzenede beyan edildiði gibi, kuvve-i zâikasý- Rahmet-i Ýlâhiyenin matbahlarýna bir nâzýr ve bir müfettiþ hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mîzancýklarla nimet-i Ýlâhiyyenin envaýný tartmak ve tanýmak; bir þükr-ü mânevî suretinde cesede, mîdeye haber vermektir. Ýþte bu surette kuvve-i zâika, yalnýz maddî cesede bakmýyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktýðý cihetle mîdenin fevkýnde hükmü var, makamý var. sh: » (L:131) Ýsraf etmemek þartiyle ve sýrf vazife-i þükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ý niam-ý Ýlâhiyeyi hissedip tanýmak kaydý ile ve meþrû olmak ve zillet ve dilenciliðe vesile olmamak þartiyle, lezzetini tâkip edebilir. Ve o kuvve-i zâikayý taþýyan lisaný, þükürde istimal etmek için leziz taamlarý tercih edebilir. Bu hakikata iþaret eden bir hâdise ve bir keramet-i Gavsiye: Bir zaman Hazret-i Gavs-ý Âzam Þeyh Geylânî'nin (K.S.) terbiyesinde, nazdar ve ihtiyâre bir hanýmýn bir tek evlâdý bulunuyormuþ. O muhterem ihtiyâre, gitmiþ oðlunun hücresine, bakýyor ki, oðlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle vâlidesinin þefkatini celbetmiþ... Ona acýmýþ. Sonra Hazret-i Gavs'ýn yanýna þekva için gitmiþ. Bakmýþ ki, Hazret-i Gavs kýzartýlmýþ bir tavuk yiyor. Nazdarlýðýndan demiþ: "Ya Üstad! Benim oðlum açlýktan ölüyor. Sen tavuk yersin!" Hazret-i Gavs tavuða demiþ: "Kum Biiznillah!" O piþmiþ tavuðun kemikleri toplanýp, tavuk olarak yemek kabýndan dýþarý atýldýðýný, mutemed ve mevsûk çok zatlardan Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ý harikaya mazhariyeti dünyaca meþhur bir zatýn bir kerâmeti olarak mânevî tevatürle nakledilmiþ. Hazret-i Gavs demiþ: "Ne vakit senin oðlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin." Ýþte Hazret-i Gavs'ýn bu emrinin mânâsý þudur ki: Ne vakit senin oðlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklý mîdesine hâkim olsa ve lezzeti þükür için istese, o vakit leziz þeyleri yiyebilir... DÖRDÜNCÜ NÜKTE: "Ýktisad eden, maîþetçe aile belâsýný çekmez" meâlinde لاَ يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ Hadîs-i Þerîfi sýrriyle: Ýktisad eden, maîþetçe aile zahmet ve meþakkatini çok çekmez. Evet iktisad, kat'î bir sebeb-i bereket ve medâr-ý hüsn-ü maîþet olduðuna o kadar kat'î deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle: Ben kendi þahsýmda gördüðüm ve bana hizmet ve arkadaþlýk eden zatlarýn þehadetleriyle diyorum ki: Ýktisad vasýtasiyle bazen bire on bereket gördüm ve arkadaþlarým gördüler. Hatta dokuz sene -þimdi otuz sene- evvel benimle beraber Burdur'a nefyedilen reislerden bir kýsmý, parasýzlýktan zillet ve sefalete düþmemekliðim için, zekâtlarýný bana kabul ettirmeðe çok çalýþtýlar. O zengin reislere dedim: "Gerçi param pek azdýr; fakat iktisadým var; kanaata alýþmýþým. Ben sizden daha zenginim." Mükerrer ve musýrrâne tekliflerini reddettim. Cây-ý dikkattir ki: Ýki sene sonra, bana zekâtlarýný teklif edenlerin bir kýsmý iktisadsýzlýk yüzünden borçlandýlar. Lillâhilhamd onlardan yedi sene sonra, o az para iktisad bereketiyle bana kâfi geldi; benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ý hâcete mecbur etmedi. Hayatýmýn bir düsturu olan "nâsdan istiðna" mesleðimi bozmadý. sh: » (L:132) Evet iktisad etmiyen, zillete ve mânen dilenciliðe ve sefalete düþmeðe namzeddir. Bu zamanda isrâfâta medâr olacak para, çok pahalýdýr. Mukabilinde bazen haysiyet, nâmus rüþvet alýnýyor. Bazen mukaddesat-ý dîniye mukabil alýnýyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek mânevî yüz lira zarar ile, maddî yüz paralýk bir mal alýnýr. Eðer iktisad edip hâcât-ý zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse اِنَّ اللّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ اْلمَتِينُ sýrriyle, وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا sarahatiyle; ummadýðý tarzda yaþayacak kadar rýzkýný bulacak. Çünki þu Âyet taahhüd ediyor. Evet, rýzk ikidir: Biri hakikî rýzýktýr ki, onunla yaþýyacak. Bu Âyetin hükmü ile o rýzk, taahhüd-ü Rabbânî altýndadýr. Beþerin sû-i ihtiyarý karýþmazsa, o zarurî rýzký her halde bulabilir. Ne dînini, ne nâmusunu, ne izzetini feda etmeðe mecbur olmaz. Ýkincisi: Rýzk-ý mecâzîdir ki, sû-i istimâlât ile hâcât-ý gayr-ý zaruriye hâcât-ý zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsiyle tiryâki olup, terkedemiyor. Ýþte bu rýzk, Taahhüd-ü Rabbânî altýnda olmadýðý için, bu rýzký tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalýdýr. Baþta izzetini feda edip, zilleti kabul etmek, bazen alçak insanlarýn ayaklarýný öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düþmek, bazen hayat-ý ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ý dîniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz menhus malý alýr. Hem bu fakr u zaruret zamanýnda, aç ve muhtaç olanlarýn elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasýtasiyle gelen teellüm; o gayr-î meþru bir surette kazandýðý para ile aldýðý lezzeti, vicdaný varsa acýlaþtýrýyor. Böyle acib bir zamanda, þüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzýmdýr. Çünki اِنَّ الضَّرُورَةَ تُقَدَّرُ بِقَدْرِهَا sýrriyle: Haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir; fazlasýný alamaz. Evet muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki, ölmiyecek kadar yiyebilir. Hem, yüz aç adamýn huzurunda, kemâl-i lezzet ile fazla yenilmez. Ýktisad, sebeb-i izzet ve kemâl olduðuna delâlet eden bir vâkýa: Bir zaman, dünyaca sehâvetle meþhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gâyet fazla hediyeler verdiði vakit, çölde gezmeye çýkýyor. Bakar ki: Bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalý ve gevenleri beline yüklemiþ; cesedine batýyor, kanatýyor. Hâtem ona dedi: Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de ora sh: » (L:133) ya git; beþ kuruþluk çalý yüküne bedel beþ yüz kuruþ alýrsýn." O muktesid ihtiyar demiþ ki: "Ben, bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldýrýrým. Hâtem-i Tâî'nin minnetini almam." Sonra, Hâtem-i Tâî'den sormuþlar: "Sen kendinden daha civanmerd, aziz, kimi bulmuþsun?" Demiþ: "Ýþte o sahrada rast geldiðim o muktesid ihtiyarý benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmerd gördüm." BEÞÝNCÝ NÜKTE: Cenab-ý Hak kemâl-i kereminden, en fakir adama en zengin adam gibi ve gedâya (yâni fakire) pâdiþah gibi, lezzet-i nîmetini ihsas ettiriyor. Evet bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlýk ve iktisad vasýtasiyle aldýðý lezzet, bir pâdiþahýn ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iþtahsýzlýk ile yediði en âlâ baklavadan aldýðý lezzetten daha ziyade lezzetlidir. Cây-ý hayrettir ki, bazý müsrif ve mübezzir insanlar, böyle iktisadcýlarý "hýsset" ile ittiham ediyorlar. Hâþâ... Ýktisad, izzet ve cömertliktir. Hýsset ve zillet, ehl-i israf ve tebzirin zâhirî merdâne keyfiyetlerinin iç yüzüdür. Bu hakikati te'yid eden, bu Risalenin te'lifi senesinde Isparta'da hücremde cereyan eden bir vâkýa var. Þöyle ki: Kaideme ve düstur-u hayatýma muhalif bir surette, bir talebem iki buçuk okkaya yakýn bir balý, bana hediye kabul ettirmeye ýsrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadý. Bilmecbûriye, yanýmdaki üç kardeþime yedirmek ve Þâban-ý Þerif ve Ramazanda o baldan iktisad ile otuz kýrk gün üç adam yesin ve getiren de sevab kazansýn ve kendileri de tatlýsýz kalmasýn diyerek, "Alýnýz" dedim. Bir okka bal da benim vardý. O üç arkadaþým, gerçi müstakim ve iktisadý takdir edenlerdendi. Fakat her ne ise, birbirine ikram etmek ve herbiri ötekinin nefsini okþamak ve kendi nefsine tercih etmek olan bir cihette ulvî bir haslet ile iktisadý unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balý bitirdiler. Ben gülerek dedim: "Sizi, otuz kýrk gün o bal ile tadlandýracaktým. Siz, otuz günü üçe indirdiniz. Âfiyet olsun." dedim. Fakat, ben kendi o bir okka balýmý iktisad ile sarfettim. Bütün Þâban ve Ramazanda hem ben yedim, hem Lillâhilhamd o kardeþlerimin her birisine iftar vaktinde birer kaþýk (Hâþiye) verip, mühim sevaba medâr oldu. Benim hâlimi görenler, o vaziyetimi belki hýsset telâkki etmiþlerdir. Öteki kardeþlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmerdlik telâkki edebilirler. Fakat hakikat noktasýnda, o zâhirî hýsset altýnda ulvî bir izzet ve büyük bir bereket ve yüksek bir sevab gizlendiðini gördük. Ve o civanmerdlik ve israf altýnda, eðer vazgeçilmese idi, bir dilencilik ve gayrýn eline tama'kârane ve muntazýrâne bakmak gibi, hýssetten çok aþaðý bir hâleti netice verir idi... (Haþiye): Yâni, büyükçe bir çay kaþýðý iledir. sh: » (L:134) ALTINCI NÜKTE: Ýktisad ve hýssetin çok farký var. Tevâzu, nasýlki ahlâk-ý seyyieden olan tezellülden mânen ayrý ve sureten benzer bir haslet-i memduhadýr. Ve vakar, nasýlki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrý ve sureten benzer bir haslet-i memduhadýr. Öyle de: Ahlâk-ý âliye-i Peygamberiyyeden olan ve belki kâinattaki nizâm-ý hikmet-i Ýlâhiyenin medârlarýndan olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama'kârlýk ve hýrsýn bir halitasý olan hýsset ile hiç münasebeti yok. Yalnýz, sureten bir benzeyiþ var. Bu hakikatý teyid eden bir vâkýa: Sahabenin abâdile-i seb'a-yý meþhuresinden olan Abdullah Ýbn-i Ömer Hazretleri ki: Halife-i Resûlullâh olan Fâruk-u Âzam Hazret-i Ömer'in (R.A.) en mühim ve büyük mahdumu ve sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarýndan olan o zat-ý mübârek çarþý içinde, alýþ-veriþte, kýrk paralýk bir mes'eleden, iktisad için ve ticaretin medârý olan emniyet ve istikameti muhafaza için þiddetli münakaþa etmiþ. Bir sahabe ona bakmýþ. Rûy-i zemînin Halife-i Zîþaný olan Hazret-i Ömer'in mahdûmunun kýrk para için münakaþasýný âcib bir hýsset tevehhüm ederek o imamýn arkasýna düþüp, ahvâlini anlamak ister. Baktý ki Hazret-i Abdullah hâne-i mübarekine girdi. Kapýda bir fakir adam gördü. Bir parça eðlendi; ayrýldý, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapýsýndan çýktý, diðer bir fakiri orada da gördü. Onun yanýnda da bir parça eðlendi; ayrýldý, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: "Ýmam sizin yanýnýzda durdu, ne yaptý?" Herbirisi dedi: "Bana bir altýn verdi." O sahabe dedi: "Fesübhânallah! Çarþý içinde kýrk para için böyle münakaþa etsin de, sonra hanesinde ikiyüz kuruþu kimseye sezdirmeden kemâl-i rýza-yý nefisle versin!" diye düþündü, gitti, Hazret-i Abdullah Ýbn-i Ömer'i gördü. Dedi: "Ya Ýmam! Bu müþkilimi hallet. Sen çarþýda böyle yaptýn, hanende de þöyle yapmýþsýn." Ona cevapen dedi ki: "Çarþýdaki vaziyet iktisaddan ve kemâl-i akýldan ve alýþ-veriþin esasý ve ruhu olan emniyetin, sadâkatin muhafazasýndan gelmiþ bir hâlettir; hýsset deðildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin þefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiþ bir hâlettir. Ne o hýssettir ve ne de bu israftýr." Ýmam-ý Azam, bu sýrra iþaret olarak لاَ اِسْرَافَ فِى الْخَيْرِ كَمَا لاَ خَيْرَ فِى اْلاِسْرَفِ demiþ. Yâni: "Hayýrda ve ihsanda (fakat müstehak olanlara) israf olmadýðý gibi, israfta da hiçbir hayýr yoktur." YEDÝNCÝ NÜKTE: Ýsraf, hýrsý intac eder. Hýrs, üç neticeyi verir. Birincisi: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa'ye, çalýþmaya þevki kýrar. Þükür yerine þekva ettirir, tenbelliðe atar. Ve meþru, helâl, az malý sh: » (L:135) (Hâþiye) terk edip; gayr-i meþrû, külfetsiz bir malý arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder. Hýrsýn Ýkinci Neticesi: Haybet ve hasârettir. Maksûdunu kaçýrmak ve istiskale mâruz kalýp, teshilât ve muâvenetten mahrum kalmaktýr. Hatta اَلْحَرِيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ yâni "Hýrs, hasâret ve muvaffakýyetsizliðin sebebidir." olan darb-ý mesele mâsadak olur. Hýrs ve kanaatýn tesiratý, zîhayat âleminde gâyet geniþ bir düstur ile cereyan ediyor. Ezcümle: Rýzka muhtaç aðaçlarýn fýtrî kanaatlarý, onlarýn rýzkýný onlara koþturduðu gibi; hayvanatýn hýrs ile meþakkat ve noksaniyet içinde rýzka koþmalarý, hýrsýn büyük zararýný ve kanaatýn azîm menfaatýný gösterir. Hem zaîf umum yavrularýn lisan-ý halleriyle kanaatleri, süt gibi lâtif bir gýdanýn ummadýðý bir yerden onlara akmasý ve canavarlarýn hýrs ile noksan ve mülevves rýzýklarýna saldýrmasý; dâvâmýzý parlak bir surette isbat ediyor. Hem semiz balýklarýn vaziyet-i kanaatkârânesi, mükemmel rýzýklarýna medâr olmasý; ve tilki ve maymun gibi zeki hayvanlarýn hýrs ile rýzýklarý peþinde dolaþmakla beraber kâfi derecede bulmamalarýndan cýlýz ve zayýf kalmalarý, yine hýrs ne derece sebeb-i meþakkat ve kanaat ne derece medâr-ý rahat olduðunu gösterir. Hem Yahudi milleti hýrs ile, ribâ ile, hile dolabý ile rýzýklarýný zilletli ve sefâletli, gayr-i meþrû ve ancak yaþayacak kadar rýzýklarýný bulmasý.. ve sahranîþinlerin (yâni bedevîlerin) kanaatkârane vaziyetleri, izzetle yaþamasý ve kâfi rýzký bulmasý; yine mezkûr dâvâmýzý kat'î isbat eder. Hem çok âlimlerin (Hâþiye-1) ve ediplerin (Hâþiye-2) zekâvetlerinin verdiði bir hýrs sebebiyle fakr-ý hâle düþmeleri ve çok aptal ve iktidarsýzlarýn, fýtrî kanaatkârâne vaziyetleri ile zenginleþmeleri kat'î bir surette isbat eder ki: Rýzk-ý helâl, acz ve iftikara göre gelir; iktidar ve ihtiyar ile deðil. Belki o rýzk-ý helâl, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mü _____________________________ (Hâþiye): Ýktisadsýzlýk yüzünden müstehlikler çoðalýr, müstahsiller azalýr. Herkes gözünü hükûmet kapýsýna diker. O vakit hayat-ý içtimaiyenin medârý olan "san'at, ticaret, ziraat" tenakus eder. O millet de tedenni edip sukut eder, fakir düþer... (Hâþiye-1): Ýrân'ýn âdil padiþahlarýndan Nûþirevân-ý Âdil'in veziri, akýlca meþhur âlim olan Büzürcümehr'den (Büzürg-Mihr) sormuþlar: "Neden ulemâ, ümerâ kapýsýnda görünüyor da; ümerâ ulemâ kapýsýnda görünmüyor. Halbuki; ilim, emâretin fevkýndedir?" Cevapen demiþ ki: "Ulemânýn ilminden, ümerânýn cehlindendir." Yâni; ümerâ, cehlinden ilmin kýymetini bilmiyorlar ki, ulemânýn kapýsýna gidip ilmi arasýnlar. Ulemâ ise; mârifetlerinden mallarýnýn kýymetini dahi bildikleri için ümerâ kapýsýnda arýyorlar. Ýþte Büzürcümehr, ulemânýn arasýnda fakr ve zilletlerine sebeb olan zekâvetlerinin neticesi bulunan hýrslarýný zarif bir surette tevil ederek nâzikâne cevap vermiþtir. Husrev (Hâþiye-2): Bunu teyid eden bir hâdise: Fransa'da ediplere, iyi dilencilik yaptýklarý için dilencilik vesikasý veriliyor. Süleyman Rüþtü sh: » (L:136) tenâsibdir. Çünki: Çocuklarýn iktidar ve ihtiyarý geldikçe rýzký azalýr, uzaklaþýr, sakilleþir. اَلْقَنَاعَةُ كَنْزٌ لاَ يَفْنَى Hadîsinin sýrriyle; kanaat, bir define-i hüsn-ü mâiþet ve rahat-ý hayattýr. Hýrs ise, bir mâden-i hasâret ve sefâlettir. Üçüncü Netice: Hýrs ihlâsý kýrar... Amel-i Uhreviyeyi zedeler. Çünki: Bir ehl-i takvânýn hýrsý varsa, teveccüh-ü nâsý ister. Teveccüh-ü nâsý müraat eden, ihlâs-ý tâmmý bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok cây-ý dikkattir. Elhâsýl: Ýsraf, kanaatsizliði intaç eder. Kanaatsizlik ise: Çalýþmanýn þevkini kýrar, tenbelliðe atar; hayatýndan þekvâ kapýsýný açar, mütemâdiyen þekvâ ettirir. (Hâþiye) Hem ihlâsý kýrar, riya kapýsýný açar. Hem izzetini kýrar, dilencilik yolunu gösterir. Ýktisad ise, kanaati intac eder. عَزَّ مَنْ قَنَعَ ذَلَّ مَنْ طَمَعَ Hadîsin sýrriyle; kanaat, izzeti intac eder. Hem sa'ye ve çalýþmaya teþci eder. Þevkini ziyâdeleþtirir, çalýþtýrýr. Çünki: Meselâ bir gün çalýþtý. Akþamda aldýðý cüz'î bir ücrete kanaat sýrriyle, ikinci gün yine çalýþýr. Müsrif ise; kanaat etmediði için, ikinci gün daha çalýþmaz. Çalýþsa da þevksiz çalýþýr. Hem iktisaddan gelen kanaat; þükür kapýsýný açar, þekva kapýsýný kapatýr. Hayatýnda daima þâkir olur. Hem kanaat vasýtasiyle insanlardan istiðna etmek cihetinde teveccühlerini aramaz. Ýhlâs kapýsý açýlýr, riya kapýsý kapanýr... Ýktisadsýzlýk ve israfýn dehþetli zararlarýný geniþ bir dairede müþâhede ettim. Þöyle ki: Ben, dokuz sene evvel mübârek bir þehre geldim. Kýþ münasebetiyle o þehrin menâbi-i servetini göremedim. -Allah Rahmet etsin- oranýn müftüsü birkaç defa bana dedi: "Ahalimiz fakirdir." Bu söz benim rikkatime dokundu. Beþ altý sene sonraya kadar daima o þehir ahalisine acýyordum. Sekiz sene sonra yazýn yine o þehre geldim. Baðlarýna baktým. Merhum müftünün sözü hatýrýma geldi. Fesübhanallah dedim, bu baðlarýn mahsulâtý þehrin hâcetinin pek fevkýndedir. Bu þehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzýmgelir. Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatlarýn derkinde bir rehberim olan bir hâtýra-i hakikatla anladým: Ýktisadsýzlýk ve israf yüzünden bereket kalkmýþ ki, o kadar menâbi-i servetle beraber o merhum müftü "Ahalimiz fakirdir" diyordu. Evet zekat vermek ve iktisad etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduðu gibi; israf etmek ile zekât vermemek, sebeb-i ref'-i bereket olduðuna hadsiz vâkýât vardýr. ________________________________ (Hâþiye): Evet, hangi müsrif ile görüþsen þekvâlar iþiteceksin. Ne kadar zengin olsa da, yine dili þekva edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüþsen; þükür iþiteceksin. sh: » (L:137) Ýslâm Hükemâsýnýn Eflatunu ve hekimlerin þeyhi ve feylesoflarýn üstadý, dâhî-i meþhur Ebu Ali Ýbn-i Sinâ, yalnýz týb noktasýnda كُلُوا وَ اشْرَبُوا وَ لاَتُسْرِفُوا Âyetini þöyle tefsir etmiþ. Demiþ: جَمَعْتُ الطِّبَّ فِى الْبَيْتَيْنِ جَمْعًا وَ حُسْنُ الْقَوْلِ فِى قَصْرِ الْكَلاَمِ فَقَلِّلْ اِنْ اَكَلْتَ وَ بَعْدَ اَكْلٍ تَجَنَّبْ وَ الشِّفَاءُ فِى اْلاِنْهِضَامِ وَ لَيْسَ عَلَى النُّفُوسِ اَشَدُّ حَالاً مِنْ اِدْخَالِ الطَّعَامِ عَلَى الطَّعَامِ Yâni: "Ýlm-i Týbb'ý iki satýrla topluyorum. Sözün güzelliði kýsalýðýndadýr. Yediðin vakit az ye. Yedikten sonra dört-beþ saat kadar daha yeme. Þifa, hazýmdadýr. Yâni, kolayca hazmedeceðin miktarý ye. Nefse ve mîdeye en aðýr ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir." (Hâþiye) Cây-ý hayret ve medâr-ý ibret bir tevâfuk: Ýktisad Risalesini, üçü acemi olarak beþ-altý ayrý ayrý müstensih, ayrý ayrý yerde, ayrý ayrý nüshadan yazýp birbirinden uzak, hatlarý birbirinden ayrý, hiç elifleri düþünmiyerek yazdýklarý her bir nüshânýn elifleri; duasýz ellibir, dua ile beraber elliüçte tevâfuk etmekle beraber; Ýktisad Risalesi'nin tarih-i te'lif ve istinsâhý olan Rûmîce ellibir ve Arabî elliüç tarihinde tevâfuku ise, þübhesiz tesadüf olamaz. Ýktisaddaki bereketin keramet derecesine çýktýðýna bir iþarettir. Ve bu seneye, "Sene-i Ýktisad" tesmiyesi lâyýktýr. Evet zaman iki sene sonra bu kerâmet-i iktisâdiyeyi, Ýkinci Harb-i Umumiyede her taraftaki açlýk ve tahribat ve israfatla ve nev-i beþer ve herkes iktisada mecbur olmasiyle isbat etti. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ (Hâþiye): Yâni vücuda en muzýr, dört beþ saat fasýla vermeden yemek yemek veyahût telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mîdeye doldurmaktýr. * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge