Jump to content
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

11. Lema


EMRE

Recommended Posts

Onbirinci Lem'a

 

Mirkât-üs Sünneti ve Tiryâku Maraz-ýl-Bid'a

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

 

لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ

 

(Þu âyetin Birinci Makamý, Minhâc-üs Sünnet; Ýkinci Makamý, Mirkat-üs Sünnettir.)

 

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

 

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ ُتحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ

 

(Bu iki Âyet-i azîmenin yüzer nüktesinden "Onbir nüktesi" icmalen beyan edilecek)

 

BÝRÝNCÝ NÜKTE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiþ: مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ yâni: "Fesad-ý ümmetim zamanýnda kim benim sünnetime temessük etse, yüz þehidin ecrini, sevabýný kazanabilir." Evet Sünnet-i Seniyyeye ittiba, mutlaka gâyet kýymetdardýr. Hususan bid'alarýn istilâsý zamanýnda sünnet-i seniyyeye ittiba etmek daha ziyade kýymetdardýr. Hususan fesad-ý ümmet zamanýnda Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbýna mürâat etmek, ehemmiyetli bir takvâyý ve kuvvetli bir îmaný ihsas ediyor. Doðrudan doðruya Sünnete ittiba etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ý hatýra getiriyor. O ihtardan o hâtýra, bir huzûr-u Ýlâhî hâtýrasýna inkýlab eder. Hatta en küçük bir muamelede, hatta yemek, içmek ve yatmak âdâbýnda Sünnet-i Seniyyeyi mürâat ettiði dakikada, o âdi muamele ve o fýtrî amel, sevablý bir ibadet ve þer'î bir hareket oluyor. Çünki o âdi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a ittibaýný düþünüyor ve þeriatýn bir edebi olduðunu tasavvur eder ve þeriat sahibi o olduðu hatý

 

sh: » (L: 45)

 

rýna gelir. Ve ondan þâri-i hakikî olan Cenab-ý Hakk'a kalbi müteveccih olur, bir nevi huzur ve ibadet kazanýr.

 

Ýþte bu sýrra binaen Sünnet-i Seniyyeye ittibaý kendine âdet eden, âdâtýný ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.

 

ÝKÝNCÝ NÜKTE: Ýmam-ý Rabbânî Ahmed-i Fârûkî (R.A.) demiþ ki: "Ben seyr-i ruhanîde kat-ý merâtib ederken, tabakat-ý Evliya içinde en parlak, en haþmetli, en letâfetli, en emniyetli; Sünnet-i Seniyyeye ittibaý, esas-ý tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hatta o tabakanýn âmi Evliyalarý, sair tabakatýn has velîlerinden daha muhteþem görünüyordu." Evet müceddid-i elf-i sâni Ýmam-ý Rabbanî (R.A.) hak söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan, Habibullah'ýn zýlli altýnda makam-ý mahbubiyete mazhardýr.

 

ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Bu fakir Said, Eski Said'den çýkmaya çalýþtýðý bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gâyet müdhiþ ve mânevî bir fýrtýna içinde akýl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandýlar. Kâh süreyyadan seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve sûud içerisinde çalkanýyorlardý.

 

Ýþte o zaman müþahede ettim ki: Sünnet-i Seniyyenin mes'eleleri, hatta küçük âdâblarý, gemilerde hatt-ý hareketi gösteren kýblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlý, zulümatlý yollar içinde birer düðme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-ý ruhiyede çok tazyikat altýnda gâyet aðýr yükler yüklenmiþ bir vaziyette kendimi gördüðüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden mes'elelerine ittiba ettikçe, benim bütün aðýrlýklarýmý alýyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, yâni "Acaba böyle hareket hak mýdýr, maslahat mýdýr?" diye endiþelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakýyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaþýlmayan çok yollar var. Yük aðýr, ben de gâyet âcizim. Nazarým da kýsa, yol da zulümatlý. Ne vakit Sünnete yapýþsam; yol aydýnlaþýyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleþiyor, tazyikat kalkýyor gibi bir hâlet hissediyordum. Ýþte o zamanlarýmda Ýmam-ý Rabbanî'nin hükmünü bilmüþahede tasdik ettim.

 

DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Bir zaman râbýta-i mevtten ve اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesindeki tasdikten ve âlemin zeval ve fenasýndan gelen bir hâlet-i ruhiyeden kendimi acib bir âlemde gördüm. Baktým ki: Ben bir cenazeyim, üç mühim büyük cenazenin baþýnda duruyorum.

 

Birisi: Benim hayatýmla alâkadar ve mazi kabrine giren zîhayat mahlûkatýn heyet-i mecmûasýnýn cenaze-i mâneviyesi baþýnda bir mezar taþý hükmündeyim.

 

sh: » (L: 46)

 

Ýkincisi: Küre-i Arz mezaristanýnda, nev-i beþerin hayatiyle alâkadar envâ-ý zîhayatýn hey'et-i mecmûasýnýn mâzi mezarýna defnedilen azîm cenazenin baþýnda bulunan, mezar taþý olan bu asrýn yüzünde çabuk silinecek bir nokta ve çabuk ölecek bir karýncayým.

 

Üçüncüsü: Þu kâinatýn kýyamet vaktinde ölmesi muhakkak-ul vuku' olduðu için, nazarýmda vaki hükmüne geçti. O azîm cenazenin sekeratýndan dehþet ve vefatýndan beht ü hayret içinde kendimi görmekle beraber, istikbalde de muhakkak-ul vuku' olan vefatým, o zaman vuku buluyor gibi göründü ve فَاِنْ تَوَلَّوْا ilâhir.. sýrriyle: Bütün mevcudat, bütün mahbubat, benim vefatýmla bana arkalarýný çevirip beni terkettiler, yalnýz býraktýlar. Hadsiz bir deniz suretini alan ebed tarafýndaki istikbale ruhum sevkediliyordu. O denize ister istemez atýlmak lâzým geliyordu.

 

Ýþte o pek acib ve çok hazîn hâlette iken, îman ve Kur'andan gelen bir mededle فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ Âyeti imdadýma yetiþti ve gâyet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemal-i emniyetle ve sürurla o Âyetin içine girdi. Evet anladým ki; Âyetin mânâ-yý sarihinden baþka bir mânâ-yý iþârîsi, beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekinet verdi. Evet nasýlki mânâ-yý sarîhi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a der: "Eðer ehl-i dalâlet arka verip senin Þeriat ve Sünnetinden i'raz edip Kur'aný dinlemeseler, merak etme! Ve de ki: Cenab-ý Hak bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize ittiba edecekleri yetiþtirir. Taht-ý saltanatý herþeyi muhittir. Ne âsiler, hududundan kaçabilirler ve ne de istimdad edenler mededsiz kalýrlar!" Öyle de mânâ-yý iþârîsiyle der ki: Ey insan ve ey insanýn reisi ve mürþidi! Eðer bütün mevcudat seni býrakýp fena yolunda ademe giderse, eðer zi-hayatlar senden müfarakat edip ölüm yolunda koþarsa, eðer insanlar seni terkedip mezaristana girerse, eðer ehl-i gaflet ve dalâlet seni dinlemeyip zulümata düþerse, merak etme! De ki: Cenab-ý Hak bana kâfidir. Madem o var, herþey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. Onun baþka memleketine gidiyorlar. Ve onlarýn bedeline o Arþ-ý Azîm sahibi, nihayetsiz cünûd ve askerinden baþkalarýný gönderir. Ve mezaristana girenler mahvolmadýlar, baþka âleme gidiyorlar. Onlarýn bedeline baþka vazifedarlarý gönderir. Ve dalâlete düþenlere bedel, tarîk-ý hakký takib edecek muti' kullarýný gönderebilir. Madem öyledir, o herþeye bedeldir. Bütün eþya, birtek teveccühüne bedel olamaz! der.

 

sh: » (L: 47)

 

Ýþte þu mânâ-yý iþârî vasýtasýyla; bana dehþet veren üç müdhiþ cenaze, baþka þekil aldýlar. Yâni: Hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil, hem Kadîr bir Zat-ý Zülcelâl'in taht-ý tedbir ve Rubûbiyetinde ve hikmet ve Rahmeti içinde hikmet-nüma bir seyeran, ibret-nüma bir cevelan, vazifedarane bir seyahat suretinde bir seyr ü seferdir, bir terhis ve tavziftir ki, böylece kâinat çalkalanýyor, gidiyor, geliyor!..

 

BEÞÝNCÝ NÜKTE: قُلْ اِنْ كُنْتُمْ ُتحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ Âyet-i azîmesi, ittiba-ý Sünnet ne kadar mühim ve lâzým olduðunu pek kat'î bir surette ilân ediyor. Evet þu Âyet-i Kerime, kýyâsât-ý mantýkýyye içinde, kýyâs-ý istisnâî kýsmýnýn en kuvvetli ve kat'î bir kýyâsýdýr. Þöyle ki: Nasýl mantýkça kýyâs-ý istisnâî misâli olarak deniliyor: "Eðer güneþ çýksa, gündüz olacak." Müsbet netice için denilir: "Güneþ çýktý, öyle ise netice veriyor ki: Þimdi gündüzdür." Menfî netice için deniliyor: "Gündüz yok, öyle ise netice veriyor ki: Güneþ çýkmamýþ". Mantýkça, bu müsbet ve menfî iki netice kat'îdirler. Aynen böyle de: Þu Âyet-i Kerime der ki: "Eðer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullah'a ittiba edilecek. Ýttiba edilmezse, netice veriyor ki: Allah'a muhabbetiniz yoktur." Muhabbetullah varsa, netice verir ki: Habibullah'ýn Sünnet-i Seniyyesine ittibaý intac eder. Evet Cenab-ý Hakk'a îman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yollarý içinde en makbulü ve en müstâkimi ve en kýsasý, bilâ-þübhe Habibullah'ýn gösterdiði ve takib ettiði yoldur. Evet bu kâinatý bu derece in'âmat ile dolduran Zat-ý Kerim-i Zülcemal, zîþuurlardan o nîmetlere karþý þükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatý bu kadar mu'cizat-ý san'atla tezyin eden o Zat-ý Hakîm-i Zülcelâl, elbette bilbedahe zîþuurlar içinde en mümtaz birisini kendine muhatab ve tercüman ve ibâdýna mübellið ve imam yapacaktýr. Hem bu kâinatý hadd ü hesaba gelmez tecelliyat-ý Cemal ve Kemalâtýna mazhar eden o Zat-ý Cemil-i Zülkemâl, elbette bilbedahe sevdiði ve izharýný istediði Cemal ve Kemal ve Esmâ ve san'atýnýn en câmi ve en mükemmel mikyas ve medârý olan bir zata, her halde en ekmel bir vaziyet-i ubûdiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine nümune-i imtisal edip herkesi onun ittibaýna sevkedecek, tâ ki o güzel vaziyeti baþkalarýnda da görünsün.

 

Elhasýl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibaýný istilzam edip intac ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibaýndan hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip, bid'alara giriyor.

 

ALTINCI NÜKTE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiþ: كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ

 

sh: » (L: 48)

 

Yâni اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sýrrý ile: Kavâid-i Þeriat-ý Garra ve desâtîr-i Sünnet-i Seniyye, tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni îcadlarla o düsturlarý beðenmemek veyahût hâþâ ve kellâ, nâkýs görmek hissini veren bid'alarý îcad etmek, dalâlettir, ateþtir.

 

Sünnet-i Seniyyenin meratibi var. Bir kýsmý vâcibdir, terkedilmez. O kýsým, Þeriat-ý Garrâ'da tafsilâtiyle beyan edilmiþ. Onlar muhkemattýr, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kýsmý da, nevâfil nev'indendir. Nevâfil kýsmý da, iki kýsýmdýr. Bir kýsým, ibadete tabî Sünnet-i Seniyye kýsýmlarýdýr. Onlar dahi þeriat kitablarýnda beyan edilmiþ. Onlarýn taðyiri bid'attýr. Diðer kýsmý, "âdâb" tabîr ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitablarýnda zikredilmiþ. Onlara muhâlefete, bid'a denilmez. Fakat âdâb-ý Nebevîyye bir nevi muhâlefettir ve onlarýn nurundan ve o hakikî edebden istifade etmemektir. Bu kýsým ise (örf ve âdât), muamelât-ý fýtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn tevatürle malûm olan harekâtýna ittiba etmektir. Meselâ: Söylemek âdâbýný gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtýn âdâbýnýn düsturlarýný beyan eden ve muaþerete taalluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi Sünnetlere "âdâb" tabîr edilir. Fakat o âdâba ittiba eden, âdâtýný ibadete çevirir, o âdâbdan mühim bir feyz alýr. En küçük bir âdâbýn müraatý, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ý tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimmi, Ýslâmiyet alâmetleri olan ve þeâire de taalluk eden Sünnetlerdir. Þeâir, âdeta hukuk-u umumiye nev'inden cemiyete ait bir ubâdiyettir. Birisinin yapmasýyla o cemiyet umumen istifade ettiði gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi þeaire riya giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden de olsa, þahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.

 

YEDÝNCÝ NÜKTE: Sünnet-i Seniyye, edebdir. Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altýnda bir nur, bir edeb bulunmasýn! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiþ: اَدَّبَنِى رَبِّى فَاَحْسَنَ تَاْدِيبِى yâni: "Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiþ, edeblendirmiþ." Evet siyer-i Nebeviyyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat'iyyen anlar ki: Edebin envâýný, Cenab-ý Hak habibinde cem'etmiþtir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder. بِى اَدَبْ مَحْرُومْ بَاشَدْ اَزْ لُطْفِ رَبْ kaidesine mâsadak olur, hasaretli bir edebsizliðe düþer.

 

Sual: Herþeyi bilen ve gören ve hiçbir þey ondan gizlenemeyen Allâm-ül-Guyûb'a karþý edeb nasýl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâlet

 

sh: » (L: 49)

 

ler, ondan gizlenemez. Edebin bir nev'i tesettürdür, mûcib-i istikrah hâlâtý setretmektir. Allâm-ül -Guyûb'a karþý tesettür olamaz?

 

Elcevap: Evvelâ: Sâni-i Zülcelâl nasýlki kemal-i ehemmiyetle san'atýný güzel göstermek istiyor ve müstekreh þeyleri perdeler altýna alýyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ý dikkati celbediyor. Öyle de: Mahlâkatýný ve ibâdýný sair zîþuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemîl ve Müzeyyin ve Lâtif ve Hakîm gibi isimlerine karþý bir nevi isyan ve hilâf-ý edeb oluyor.

 

Ýþte Sünnet-i Seniyyedeki edeb, o Sâni-i Zülcelâl'in Esmâlarýnýn hududlarý içinde bir mahz-ý edeb vaziyetini takýnmaktýr.

 

Sâniyen: Nasýlki bir tabîb, doktorluk noktasýnda bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduðu vakit ona gösterilir. Hilâf-ý edeb denilmez. Belki edeb-i Týb öyle iktiza eder, denilir. Fakat o tabîb, recüliyet ünvaniyle yahût vaiz ismiyle yahût hoca sýfatýyla o nâmahremlere bakamaz. Ona gösterilmesini edeb fetva veremez. Ve o cihette ona göstermek, hayâsýzlýktýr. Öyle de Sâni-i Zülcelâl'in çok Esmâsý var. Herbir ismin ayrý bir cilvesi var. Meselâ: "Gaffar" ismi, günahlarýn vücudunu ve "Settar" ismi, kusuratýn bulunmasýný iktiza ettikleri gibi; "Cemîl" ismi de, çirkinliði görmek istemez. "Lâtîf, Kerîm, Hakîm, Rahîm" gibi Esmâ-i Cemâliye ve Kemâliye, mevcudatýn güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarýný iktiza ederler. Ve o Esmâ-i Cemâliye ve Kemâliye ise, melâike ve ruhanî ve cin ve insin nazarýnda güzelliklerini, mevcudatýn güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edebleriyle göstermek isterler.

 

Ýþte Sünnet-i Seniyyedeki âdâb, bu ulvî âdâbýn iþ²retidir ve düsturlarýdýr ve nümûneleridir.

 

SEKÝZÝNCÝ NÜKTE: فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ dan evvelki olan لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ ilâ âhir.. Âyeti, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn ümmetine karþý kemâl-i þefkat ve nihayet re'fetini gösterdikten sonra, þu فَاِنْ تَوَلَّوْا âyetiyle der ki: "Ey insanlar! Ey müslümanlar! Böyle hadsiz bir þefkatiyle sizi irþad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarfeden ve mânevî yaralarýnýz için kemâl-i þefkatle getirdiði ahkâm ve sünnet-i Seniyyesiyle tedavi edip merhem vuran þefkatperver bir zatýn bedihî þef

 

sh: » (L: 50)

 

katini inkâr etmek ve göz ile görünen re'fetini ittiham etmek derecesinde onun sünnetinden ve teblið ettiði ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek, ne kadar vicdansýzlýk, ne kadar akýlsýzlýk olduðunu biliniz! Ve ey þefkatli Resul ve ey re'fetli Nebî! Eðer senin bu azîm þefkatini ve büyük re'fetini tanýmayýp akýlsýzlýklarýndan sana arka verip dinlemeseler, merak etme! Semavat ve Arz'ýn cünûdu taht-ý emrinde olan, Arþ-ý Âzîm-i Muhîtin tahtýnda saltanat-ý Rubûbiyeti hükmeden Zat-ý Zülcelâl sana kâfidir. Hakikî muti' taifeleri, senin etrafýna toplattýrýr, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmýný onlara kabul ettirir!" Evet Þeriat-ý Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mes'ele yoktur ki, müteaddid hikmetleri bulunmasýn. Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia ediyorum ve bu dâvânýn isbatýna da hazýrým. Hem þimdiye kadar yazýlan yetmiþ seksen Risale-i Nuriye, Sünnet-i Ahmediyenin ve Þeriat-ý Muhammediyenin (A.S.M.) mes'eleleri, ne kadar hikmetli ve hakikatlý olduðuna yetmiþ seksen þâhid-i sâdýk hükmüne geçmiþtir. Eðer bu mevzua dair iktidar olsa yazýlsa, yetmiþ deðil, belki yedi bin Risale o hikmetleri bitiremeyecek. Hem ben þahsýmda bilmüþahede ve zevken, belki bin tecrübatým var ki; mesâil-i Þeriatla Sünnet-i Seniyye düsturlarý, emrâz-ý ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emrâz-ý içtimâiyede gâyet nâfi' birer devâdýr, bildiðimi ve onlarýn yerini baþka felsefî ve hikmetli mes'eleler tutamadýðýný, bilmüþahede kendim hissettiðimi ve baþkalarýna da bir derece Risalelerde ihsas ettiðimi ilân ediyorum. Bu dâvâmda tereddüd edenler, Risale-i Nur eczalarýna müracaat edip baksýnlar.

 

Ýþte böyle bir zatýn sünnet-i Seniyyesine elden geldiði kadar ittibaa çalýþmak, ne kadar kârlý ve hayat-ý ebediye için ne kadar saadetli ve hayat-ý dünyeviye için ne kadar menfaatli olduðu kýyas edilsin.

 

DOKUZUNCU NÜKTE: Sünnet-i Seniyyenin herbir nev'ine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ý havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkasd tarafdarane ve iltizamkârane talib olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcib kýsýmlara zaten ittibaa mecburiyet var. Ve ubûdiyetteki müstehab olan Sünnet-i Seniyyenin terkinde günah olmasa dahi, büyük sevabýn zâyiatý var. Taðyirinde ise, büyük hata vardýr. Âdât ve muamelâttaki Sünnet-i Seniyye ise, ittiba ettikçe, o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok. Fakat Habibullah'ýn âdâb-ý hayatiyesinin nurundan istifadesi azalýr. Ahkâm-ý ubûdiyette yeni îcadlar bid'attýr. Bid'atlar ise, اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sýrrýna münafî olduðu için, merduddur. Fakat, tarikatta evrad ve ezkâr ve meþrebler nev'inden olsa ve asýllarý Kitab ve Sünnetten ahzedilmek þartýyla ayrý ayrý tarzda, ayrý ayrý surette olmakla beraber, mükerrer

 

sh: » (L: 51)

 

olan usûl ve esâsat-ý Sünnet-i Seniyyeye muhâlefet ve taðyir etmemek þartýyla, bid'a deðillerdir. Lâkin bir kýsým ehl-i ilim, bunlardan bir kýsmýný bid'aya dâhil edip, fakat "bid'a-i hasene" namýný vermiþ. Ýmam-ý Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni (R.A.) diyor ki: "Ben seyr-ü sülûk-u ruhanîde görüyordum ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniyye þuaý ile parlýyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüðüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kýsmýn en parlaðý, evvelkinin en azýna mukabil gelmiyordu. Bundan anladým ki; Sünnet-i Seniyyenin þuaý, bir iksirdir. Hem o sünnet, nur istiyenlere kâfidir, hariçte nur aramaða ihtiyaç yoktur."

 

Ýþte böyle hakikat ve þeriatýn bir kahramaný olan bir zatýn bu hükmü gösteriyor ki: Sünnet-i Seniyye, saadet-i dareynin temel taþýdýr ve kemalâtýn madeni ve menbaýdýr.

 

اَللّهُمَّ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ

 

رَبَّنَا آمَنَّا ِبمَا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ

 

ONUNCU NÜKTE: قُلْ اِنْ كُنْتُمْ ُتحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ Âyetinde i'cazlý bir îcaz vardýr. Çünki çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiþtir. Þöyle ki: Þu Âyet diyor ki: "Allah'a (celle celâluhu) îmanýnýz varsa, elbette Allah'ý seveceksiniz. Madem Allah'ý seversiniz, Allah'ýn sevdiði tarzý yapacaksýnýz. Ve o sevdiði tarz ise, Allah'ýn sevdiði zata benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmektir. Ne vakit ona ittiba etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah'ý seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin."

 

Ýþte bütün bu cümleler, þu Âyetin yalnýz mücmel ve kýsa bir mealidir. Demek oluyor ki; insan için en mühim âlî maksad, Cenab-ý Hakk'ýn muhabbetine mazhar olmasýdýr. Bu Âyetin nassýyla gösteriyor ki; o matlab-ý a'lânýn yolu, Habibullah'a ittibadýr ve Sünnet-i Seniyyesine iktidadýr. Bu makamda "Üç Nokta" isbat edilse, mezkûr hakikat tamamýyla tezahür eder.

 

Birinci Nokta: Beþer, fýtraten þu kâinatýn Hâlýkýna karþý hadsiz bir muhabbet üzerine yaratýlmýþtýr. Çünki fýtrat-ý beþeriyede cemâle karþý bir muhabbet ve kemale karþý perestiþ etmek ve ihsana karþý sevmek vardýr. Cemal ve kemal ve ihsan derecatýna göre, o muhabbet tezâyüd eder. Aþkýn en münteha derecesine kadar gider. Hem bu küçük insanýn küçücük kalbinde, kâinat kadar bir aþk yerleþir. Evet kalbin mercimek kadar bir sandukçasý olan kuvve-i hâfýza, bir kütübhane hükmünde binler kitab

 

sh: » (L: 52)

 

kadar yazý, içinde yazýlmasý gösteriyor ki: Kalb-i insan, kâinatý içine alabilir ve o kadar muhabbet taþýyabilir. Madem fýtrat-ý beþeriyede ihsan ve cemal ve kemale karþý böyle hadsiz bir istidad-ý muhabbet vardýr. Ve madem bu kâinatýn Hâlýký, kâinatta tezahür eden âsâriyle, bilbedahe tahakkuku sabit olan hadsiz cemâl-i mukaddesi; bu mevcudatta tezahür eden nukuþ-u san'atýyla bizzarure sübutu tahakkuk eden hadsiz kemal-i kudsîsi; ve bütün zîhayatlarda tezahür eden hadsiz envâ-ý ihsan ve in'amatiyle bilyakîn ve belki bilmüþahede vücudu tahakkuk eden hadsiz ihsanatý vardýr. Elbette zîþuurlarýn en câmii ve en muhtacý ve en mütefekkiri ve en müþtaký olan beþerden, hadsiz bir muhabbeti iktiza ediyor. Evet herbir insan, o Hâlýk-ý Zülcelâl'e karþý hadsiz bir muhabbete müstaid olduðu gibi, o Hâlýk dahi herkesten ziyade Cemâl ve Kemâl ve ihsanýna karþý hadsiz bir mahbûbiyete müstehaktýr. Hatta insan-ý mü'minde hayatýna ve bekasýna ve vücuduna ve dünyasýna ve nefsine ve mevcudata karþý türlü türlü muhabbetleri ve þedid alâkalarý, o istidâd-ý muhabbet-i Ýlahiyenin tereþþuhatýdýr. Hatta insanýn mütenevvi hissiyat-ý þedidesi, o istidad-ý muhabbetin istihâleleridir ve baþka þekillere girmiþ reþhalarýdýr. Mâlûmdur ki, insan kendi saadetiyle mütelezziz olduðu gibi, alâkadar olduðu zatlarýn saadetleriyle dahi mütelezziz oluyor. Ve kendini belâdan kurtaraný sevdiði gibi, sevdiklerini de kurtaraný öyle sever.

 

Ýþte bu hâlet-i ruhiyeye binaen; insan, eðer her insana ait envâ-ý ihsanat-ý Ýlâhiyyeden yalnýz bunu düþünse ki: Benim Hâlýkým beni zulümat-ý ebediye olan ademden kurtarýp bu dünyada bir güzel dünyayý bana verdiði gibi, ecelim geldiði zaman beni idâm-ý ebedî olan ademden ve mahvdan yine kurtarýp bâki bir âlemde ebedî ve çok þaþaalý bir âlemi bana ihsan ve o âlemin umum envâ-ý lezaiz ve mehâsininden istifade edecek ve cevelan edip tenezzüh edecek zâhirî ve bâtýnî hassalarý, duygularý bana in'am ettiði gibi, çok sevdiðim ve çok alâkadar olduðum bütün akarib ve ahbab ve ebnâ-yý cinsimi dahi öyle hadsiz ihsanlara mazhar ediyor ve o ihsanlar bir cihette bana ait oluyor. Zira onlarýn saadetleriyle mes'ud ve mütelezziz oluyorum. Madem َاْلاِنْسَانُ عَبِيدُ اْلاِحْسَانِ sýrriyle, herkeste ihsana karþý perestiþ var. Elbette böyle hadsiz ebedî ihsanata karþý; kâinat kadar bir kalbim olsa, o ihsana karþý muhabbetle dolmak iktiza eder ve doldurmak isterim. Ben bilfiil o muhabbeti etmezsem de bil'istidad, bil'îman, binniyye, bilkabul, bittakdir, bil'iþtiyak, bil'iltizam, bil'irade suretinde ediyorum, diyecek ve hâkeza... Cemâl ve kemâle karþý insanýn göstereceði muhabbet ise, icmâlen iþaret ettiðimiz ihsana karþý muhabbete kýyas edilsin. Kâfir ise, küfür cihetiyle hadsiz bir adâvet eder. Hatta kâinata ve mevcudata karþý zalimâne ve tahkirkârane bir adavet taþýyor.

 

sh: » (L: 53)

 

Ýkinci Nokta: Muhabbetullah, ittiba-ý Sünnet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ý istilzam eder. Çünki Allah'ý sevmek, onun marziyatýný yapmaktýr. Marziyatý ise, en mükemmel bir surette Zat-ý Muhammediyede (A.S.M.) tezahür ediyor. Zat-ý Ahmediyeye (A.S.M.) harekât ve ef'alde benzemek, iki cihetledir:

 

Birisi: Cenab-ý Hakk'ý sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyatý dairesinde hareket etmek, o ittibaý iktiza ediyor. Çünki bu iþde en mükemmel imam, Zat-ý Muhammediyedir (A.S.M.).

 

Ýkincisi: Madem Zat-ý Ahmediye (A.S.M.), insanlara olan hadsiz ihsanat-ý Ýlâhiyyenin en mühim bir vesilesidir. Elbette Cenab-ý Hak hesabýna, hadsiz bir muhabbete lâyýktýr. Ýnsan, sevdiði zata eðer benzemek kabil ise, fýtraten benzemek ister. Ýþte Habibullah'ý sevenlerin, Sünnet-i Seniyyesine ittiba ile ona benzemeye çalýþmalarý, kat'iyyen iktiza eder.

 

Üçüncü Nokta: Cenab-ý Hakk'ýn hadsiz merhameti olduðu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardýr. Bütün kâinattaki masnûatýn mehâsini ile ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiði gibi; masnuatýný, hususan sevdirmesine sevmek ile mukabele eden zîþuur mahlûkatý sever. Cennet'in bütün letâif ve mehâsini ve lezâizi ve niamatý, bir cilve-i Rahmeti olan bir Zatýn nazar-ý muhabbetini kendine celbe çalýþmak, ne kadar mühim ve âlî bir maksad olduðu bilbedahe anlaþýlýr. Madem nass-ý kelâmiyle; onun muhabbetine, yalnýz ittiba-ý Sünnet-i Ahmediye (A.S.M.) ile mazhar olunur. Elbette ittiba-ý Sünnet-i Ahmediye (A.S.M.), en büyük bir maksad-ý insanî ve en mühim bir vazife-i beþeriye olduðu tahakkuk eder.

 

ONBÝRÝNCÝ NÜKTE: "Üç Mes'ele"dir.

 

Birinci Mes'ele: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn Sünnet-i Seniyyesinin menbaý üçtür: Akvâli, ef'ali, ahvâlidir. Bu üç kýsým dahi, üç kýsýmdýr: Ferâiz, nevâfil, âdât-ý hasenesidir. Farz ve vâcib kýsmýnda ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardýr. Herkes ona ittibaa mükelleftir. Nevafil kýsmýnda, emr-i istihbâbî ile yine ehl-i îman mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaýnda azîm sevablar var ve taðyir ve tebdili bid'a ve dalâlettir ve büyük hatadýr. Âdât-ý Seniyyesi ve harekât-ý müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ý þahsiye ve nev'iye ve içtimaiye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gâyet müstahsendir. Çünki : Herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-ý hayatiye bulunduðu gibi, mutabaat etmekle o âdâb ve âdetler, ibadet hükmüne geçer. Evet madem dost ve düþmanýn ittifakiyle, Zat-ý Ahmediye (A.S.M.) mehâsin-i ahlâkýn en yüksek mertebelerine mazhardýr. Ve madem bil'ittifak nev-i beþer içinde en meþhur ve mümtaz bir þahsiyettir. Ve madem binler mu'cizatýn delâletiyle ve teþkil ettiði Âlem-i Ýs

 

sh: » (L: 54)

 

lâmiyetin ve kemalâtýnýn þEhadetiyle ve mübellið ve tercüman olduðu Kur'an-ý Hakîm'in hakaikýnýn tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ý kâmil ve bir mürþid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibaiyle milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemalâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsýl olmuþlardýr. Elbette o zatýn sünneti, harekâtý, iktida edilecek en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en saðlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardýr. Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ý Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini iþmam eden tenkid ise, dalâlet-i azîmedir.

 

Ýkinci Mes'ele: Cenab-ý Hak Kur'an-ý Hakîm'de:

 

 

 

َواِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ ferman eder. Rivayât-ý sahîha ile Hazret-i Âiþe-i Sýddýka (R.A.) gibi sahabe-i güzin, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ý tarif ettikleri zaman "Hulukuhu-l Kur'an" diye tarif ediyorlardý. Yâni: "Kur'anýn beyan ettiði mehâsin-i ahlâkýn misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dýr. Ve o mehâsini en ziyade imtisal eden ve fýtraten o mehâsin üstünde yaratýlan odur."

 

Ýþte böyle bir zatýn ef'al, ahvâl, akvâl ve harekâtýnýn herbirisi, nev-i beþere birer model hükmüne geçmeye lâyýk iken, ona îman eden ve ümmetinden olan gâfillerin, (sünnetine ehemmiyet vermeyen veyahût taðyir etmek istiyen) ne kadar bedbaht olduðunu divaneler de anlar.

 

Üçüncü Mes'ele: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halkedildiðinden, harekât ve sekenatý, itidal ve istikamet üzerine gitmiþtir. Siyer-i Seniyyesi, kat'î bir surette gösterir ki: Her hareketinde istikamet ve itidal üzerine gitmiþ, ifrat ve tefritten içtinab etmiþtir. Evet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ emrini tamamiyle imtisal ettiði için, bütün ef'al ve akvâl ve ahvâlinde istikamet, kat'î bir surette görünüyor. Meselâ: Kuvve-i akliyenin fesad ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak, hadd-i vasat ve medâr-ý istikamet olan hikmet noktasýnda kuvve-i akliyesi daima hareket ettiði gibi; kuvve-i gazabiyenin fesadý ve ifrat ve tefriti olan korkaklýk ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gadabiyenin medâr-ý istikameti ve hadd-i vasatý olan þecaat-ý kudsiye ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i þeheviyenin fesadý ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffa olarak, o kuvvenin medâr-ý istikameti olan iffette, kuvve-i þeheviyesi daima iffeti, âzamî

 

sh: » (L: 55)

 

mâsumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiþtir. Ve hâkeza... Bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahvâl-i fýtriyesinde ve ahkâm-ý þer'iyyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiþtir. Hatta tekellümünde ve ekl ve þürbünde, iktisadý rehber ve israftan kat'iyyen içtinab etmiþtir. Bu hakikatýn tafsilâtýna dair binler cild kitab te'lif edilmiþtir. اَلْعَارِفُ تَكْفِيهِ اْلاِشَارَةُ sýrrýnca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kýssayý kýsa keseriz.

 

 

 

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى جَامِعِ مَكَارِمِ اْلاَخْلاَقِ وَ مَظْهَرِ سِرِّ (وَ اِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ) اَلَّذِى قَالَ : مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ. وَ قَالُوا الْحَمْدُ اِللّهِ الَّذِى هَدينَا لِهذَا وَ مَا كُنَّا لَنَهْتَدِىَ لَوْ لاَ اَنْ هَدينَا اللّهُ لَقَدْ جَائَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ.

 

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Link to comment
Share on other sites

Guest
This topic is now closed to further replies.
×
×
  • Create New...