EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Onuncu Lem'a Þefkat Tokatlarý Risalesi بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ يَوْمَ َتجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوءٍ تَوَدُّ لَو ْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفٌ بِالْعِبَادِ Âyetinin bir sýrrýný, hizmet-i Kur'aniyede arkadaþlarýmýn beþeriyet muktezasý olarak sehiv ve hatalarýnýn neticesinde yedikleri þefkat tokatlarýný beyan etmekle tefsir ediyor. Hizmet-i Kur'aniyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafýnda izn-i Ýlâhî ile nezaret eden ve himmet ve duasýyla yardým eden Gavs-ý Âzam'ýn bir nevi kerameti beyan edilecek. Tâ ki, bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar, ciddiyetlerinde, hizmetlerinde sebat etsinler. Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti "üç nevi"dir: Birinci Nev'i: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevketmek cihetidir. Ýkinci Kýsým: Manileri bertaraf etmek ve muzýrlarýn þerrini defedip, onlarý tokatlamaktýr. Bu iki kýsmýn hâdiseleri çoktur, hem çok uzundur. (*) Baþka vakte talikan, en hafif olan üçüncü bir kýsýmdan bahsedeceðiz. Üçüncü kýsým: Þudur ki: Hizmette hâlisen çalýþanlara fütur geldiði vakit, þefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler. Bu kýsmýn hâdisatý, yüzden fazladýr. Yalnýz yirmi hâdiseden onüç ondördü þefkatli tokat yemiþler, altý yedisi zecr tokatý görmüþler. BÝRÝNCÝSÝ: Bu bîçare Saiddir. Her ne vakit hizmete fütur verir, "neme lâzým" deyip hususî nefsime ait iþlerle meþgul olduðum zaman tokat _________________________ (*) Meselâ: Halk Partisi, Nur talebelerine verdikleri azab ve sýkýntý ve ihanetlerden, kendileri dünyada daha ziyade cezasýný çektiler aynýný gördüler. sh: » (L: 37) yemiþim. Hem de kanaatým geliyor ki; ihmalimden tokat yedim. Çünki hangi maksadým beni iðfale sevketmiþ ise, onun aksi ile tokat yerdim. Sair hâlis arkadaþlarýmýn da yedikleri þefkat tokatlarý, dikkat ede ede, benim gibi hangi maksad için ihmal etmiþse, onun aksiyle þefkat tokatlarýný yediklerinden kanaatýmýz gelmiþ ki: O hâdiseler, hizmet-i Kur'aniyenin kerametindendir. Meselâ: Bu bîçare Said, Van'da ders-i hakaik-i Kur'aniye ile meþgul olduðum miktarca Þeyh Said hâdisatý zamanýnda vesveseli hükûmet, hiçbir cihette bana iliþmedi ve iliþemedi. Vakta ki "neme lâzým" dedim, kendi nefsimi düþündüm. Âhiretimi kurtarmak için Erek Daðý'nda harabe maðara gibi bir yere çekildim. O vakit sebebsiz beni aldýlar nefyettiler. Burdur'a getirildim. Orada yine hizmet-i Kur'aniyede bulunduðum miktarca, -o vakit menfîlere çok dikkat ediliyordu, her akþam isbat-ý vücud etmekle mükellef olduklarý halde- ben ve hâlis talebelerim müstesna kaldýk. Ben hiçbir vakit isbat-ý vücuda gitmedim, hükûmeti tanýmadým. Oranýn valisi, oraya gelen Fevzi Paþa'ya þikâyet etmiþ. Fevzi Paþa demiþ: "Ona iliþmeyiniz, hürmet ediniz!" Bu sözü ona söylettiren, hizmet-i Kur'aniyenin kudsiyetidir. Ne vakit nefsimi kurtarmak, yalnýz âhiretimi düþünmek fikri bana galebe etti. Hizmet-i Kur'aniyede muvakkat fütur geldi; aks-i maksadýmla tokat yedim. Yâni, bir menfadan diðerine (Isparta'ya) gönderildim. Isparta'da yine hizmet baþýna geçtim. Yirmi gün geçtikten sonra bazý korkak insanlarýn ihtarlarýyla: "Belki bu vaziyeti hükûmet hoþ görmeyecek, bir parça teenni etsen, daha iyi olur." dediler. Bende tekrar yalnýz kendimi düþünmek hâtýrasý kuvvet buldu. "Aman halklar gelmesin" dedim. Yine o menfadan dahi üçüncü nefy olarak Barla'ya verildim. Barla'da ne vakit bana fütur gelmiþ ise, yalnýz kendimi düþünmek hâtýrasý kuvvet bulmuþ ise, bu ehl-i dünyanýn yýlanlarýndan, münafýklarýndan birisi bana musallat olmuþ. Bu sekiz senede seksen hâdiseyi, kendi baþýmdan geçtiði için hikâye edebilirim. Usandýrmamak için kýsa kesiyorum. Ey kardeþlerim! Baþýma gelen þefkat tokatlarýný söyledim. Sizlerin de baþýnýza gelen þefkat tokatlarýný, izin verseniz ve helâl etseniz söyliyeceðim. Gücenmeyiniz. Gücenen olursa ismini tasrih etmiyeceðim. ÝKÝNCÝSÝ: Öz kardeþim ve en birinci ve yüksek ve fedakâr bir talebem olan Abdülmecid'in Van'da güzel bir evi vardý. Ýdaresi yerinde, hem muallim idi. Hizmet-i Kur'aniyenin daha revaçlý bir yeri olan hududa gitmekliðim için arzumun hilafýna olarak teþebbüs edenlere, içtihadýnca güya menfaatim için iþtirak etmedi, re'y vermedi. Güya ben hududa gitseydim, hem hizmet-i Kur'aniye siyasetsiz, safi olmayacak, hem onu Van'dan çýkaracak idiler diye iþtirak etmedi. Maksadýnýn aksiyle þefkatli bir tokat yedi. Hem Van'dan, hem o güzel evinden, hem memleketinden ayrýldý; Ergani'ye gitmeye mecbur kaldý. sh: » (L: 38) ÜÇÜNCÜSÜ: Hizmet-i Kur'aniyenin pek mühim bir âzâsý olan Hulûsî Bey, Eðirdir'den memlekete gittiði vakit, saadet-i dünyeviyeyi tam zevkettirecek ve temin edecek esbab bulunduðundan, bir derece sýrf uhrevî olan hizmet-i Kur'aniyede fütura yüz göstermeðe dair esbab hazýrlandý. Çünki hem çoktan görmediði peder ve validesine kavuþtu, hem vatanýný gördü, hem þerefli, rütbeli bir surette gittiði için dünya ona güldü, güzel göründü. Halbuki hizmet-i Kur'aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlâs ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur'aniyede bulunsun. Ýþte Hulûsî'nin kalbi çendan lâyetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fütura sevkettiðinden þefkatli tokat yedi. Tam bir iki sene bazý münafýklar ona musallat oldular. Dünyanýn lezzetini de kaçýrdýlar. Hem dünyayý ondan, hem onu dünyadan küstürdüler. O vakit vazife-i maneviyesindeki ciddiyete tam mânâsiyle sarýldý. DÖRDÜNCÜSÜ: Muhacir Hâfýz Ahmed'dir. O kendisi söylüyor: "Evet ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyede âhiretim nokta-i nazarýnda içtihadýmda hata ettim. Hizmete fütur verecek bir arzuda bulundum. Þefkatli, fakat þiddetli ve keffaretli bir tokat yedim. Þöyle ki: Üstadým yeni îcadlara (*) tarafdar olmadýðý için -benim câmiim onun komþusudur; þuhur-u selâse geliyor, câmiimi terketsem hem ben çok sevab kaybediyorum, hem mahalle namazsýzlýða alýþacak. Yeni usûl yapmazsam menedileceðim. Ýþte bu içtihada göre- ruhum kadar sevdiðim Üstadýmýn muvakkaten baþka bir köye gitmesini arzu ettim. Bilmedim ki, o yerini deðiþtirse, baþka bir memlekete gitse, hizmet-i Kur'aniyeye muvakkaten fütur gelir. Tam o sýralarda ben tokat yedim. Þefkatli, fakat öyle dehþetli bir tokat yedim ki, üç aydýr daha aklým baþýma gelmedi. Fakat lillahilhamd, Üstadýmýn kat'î ihbarýyla, ona ihtar edilmiþ ki; o musîbetin her dakikasý, bir gün ibadet hükmünde olduðunu Rahmet-i Ýlâhiyyeden ümidvâr olabiliriz. Çünki o hata, bir garaza binaen deðildi. Sýrf âhiretimi düþünmek noktasýnda o arzu geldi." BEÞÝNCÝSÝ: Hakký Efendi'dir. Þimdi burada olmadýðý için, Hulusi'ye vekâlet ettiðim gibi, ona da vekâleten derim ki: Hakký Efendi talebelik vazifesini hakkýyla îfa ederken, ahlâksýz bir kaymakam geldi. Hem Üstadýna, hem de kendine zarar gelmemek için, yazdýklarýný sakladý. Muvakkaten hizmet-i Nuriyeyi terketti. Birden bir þefkat tokadý mânâsýnda bin lirayý vermeye mükellef olacak bir dâvâ baþýna açýldý. Bir sene o tehdid altýnda kaldý. Tâ geldi, burada görüþtük, avdetinde hizmet-i Kur'aniyeye talebelik vazifesine girdi. Þefkat tokadýnýn hükmü kalktý, tebrie etti. Sonra Kur'aný yeni bir tarzda (Haþiye) yazmak hususunda talebelere bir va ___________________ (Haþiye): Tevâfuk mu'cizesini gösterir bir surette demektir. (*) Yâni: Türkçe ezan gibi, Þeâir-i Ýslâmiyeye muhâlif bid'atlardýr. sh: » (L: 39) zife açýldý. Hakký Efendi'ye de hisse verildi. Elhak o, hissesine sahib çýktý. Bir cüz'ü güzel yazdý, fakat derd-i maiþet zaruretiyle kendini mecbur bilip gizli dâvâ vekâletine teþebbüs etti. Birden bir þefkat tokatý daha yedi. Kalemi tutan parmaðý, muvakkaten kýrýldý. Bu parmakla hem dâvâ vekaleti yapmak, hem Kur'aný yazmak olmayacak diye, lisan-ý mânâ ile ihtar edildi. Dâvâ vekâletine teþebbüsünü bilmediðimiz için parmaðýna hayret ediyorduk. Sonra anlaþýldý ki: Kudsî, sâfi hizmet-i Kur'aniye, gâyet temiz kendine mahsus parmaklarý baþka iþe karýþtýrmak istemiyor. Her ne ise... Hulûsi Bey'i kendim gibi bildim, ona bedel konuþtum. Hakký Efendi de aynen onun gibidir. Eðer benim vekâletime razý olmazsa, kendi tokatýný kendi yazsýn. ALTINCISI: Bekir Efendi'dir. Þimdi hâzýr olmadýðý için; ben, kardeþim Abdülmecid'e vekâlet ettiðim gibi, onun itimad ve sadakatine itimadým ve Þamlý Hâfýz ve Süleyman Efendi gibi bütün has dostlarýmýn hükümlerine (bildiklerine) istinaden diyorum ki: Bekir Efendi, Onuncu Söz'ü tab'etti. Ý'caz-ý Kur'ana dair Yirmibeþinci Söz'ü yeni huruf çýkmadan tab'etmek için ona gönderdik. Onuncu Söz'ün matbaa fiatýný gönderdiðimiz gibi, onu da göndereceðiz diye yazdýk. Bekir Efendi, benim fakr-ý hâlimi düþünüp matbaa fiatý dörtyüz banknot kadar olduðunu mülâhaza ederek ve kendi kesesinden vermek, belki Hoca razý olmaz diye onun nefsi onu aldattý. Tab'edilmedi. Hizmet-i Kur'aniyeye mühim bir zarar oldu. Ýki ay sonra dokuzyüz lira hýrsýzlarýn eline geçti. Þefkatli ve þiddetli bir tokat yedi. Ýnþâallah ziyaa giden dokuzyüz lira, sadaka hükmüne geçti. YEDÝNCÝSÝ: Þamlý Hâfýz Tevfik'tir. O kendisi diyor: Evet itiraf ediyorum ki: Ben bilmeyerek ve yanlýþ düþünerek, hizmet-i Kur'aniyede fütur verecek harekâtým sebebiyle iki þefkatli tokat yedim. Þübhem kalmadý ki, bu tokat o cihetten geldi. Birincisi: Lillahil hamd, benim hatt-ý arabiyem Kur'ana bir derece uygun bir tarzda ihsan edilmiþti. Üstadým en evvel üç cüz' bana yazdýrmakla sair arkadaþlarýma taksim etti. Kur'an yazmak iþtiyaký, Risalelerin tebyiz ve tesvîdindeki hizmetime arzumu kýrdý. Hem arabî hattý bulunmayan sair arkadaþlara tefevvuk edeceðim diye gururkârane bir tavýrda bulundum. Hatta Üstadým yazýya ait bir tedbir bana söylediði vakit, "Bu iþ bana aittir" o vakit dedim; "Ben bunu biliyorum, ders almaya ihtiyacým yoktur" gibi maðrurane söyledim. Ýþte bu hatama göre fevkalâde hiç hatýra gelmeyen bir tokat yedim. En az arabî hattý olan bir kardeþime (Hüsrev'e) yetiþemedim. Bizler bütün hayret ettik. Þimdi anladýk ki; o bir tokattýr. Ýkincisi: Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyedeki kemal-i ihlâs ve sýrf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Þiddetli bir sh: » (L: 40) tokat yedim. Çünki: Ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem þekva olmasýn, Üstadýmýn en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediðimden fakr-ý hâle maruzum. Hodbin, maðrur insanlarla ihtilâta mecbur olduðumdan -Cenab-ý Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadým çok defa beni ikâz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramýyordum. Halbuki Kur'an-ý Hakîm'in ruh-u hizmetine zýd olan bu vaziyetimden þeytan-ý cinî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soðukluk, bir fütur veriyordu. Ýþte ben bu kusuruma karþý þiddetli, fakat inþâallah þefkatli bir tokat yedim. Þübhemiz kalmadý ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiþ. O tokat da þudur: Sekiz senedir ben, Üstadýmýn hem muhatabý, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduðum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hâle hayret ettik. Ben de ve Üstadým da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arýyorduk. Þimdi kat'î kanaatýmýz geldi ki: O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadýr. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleþemiyor. Onun için bu nurlarýn hakikatlarýnýn meali, benden uzaklaþýyor tarzýnda bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalýyordu. Cenab-ý Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ý Hak bana o hizmete lâyýk ihlâs ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsýn. Baþta Üstadým olarak, kardeþlerimden dua rica ediyorum. Pür-kusur Þamlý Hâfýz Tevfik SEKÝZÝNCÝSÝ: Seyranî'dir. Bu zat, Hüsrev gibi Nur'a müþtak ve dirayetli bir talebemdi. Esrâr-ý Kur'aniyenin bir anahtarý ve ilm-i cifrin mühim bir miftahý olan tevâfukata dair Isparta'daki talebelerin fikirlerini istimzaç ettim. Ondan baþkalarý, kemal-i þevk ile iþtirak ettiler. O zat baþka bir fikirde ve baþka bir merakta bulunduðu için, iþtirak etmemekle beraber, beni de kat'î bildiðim hakikattan vazgeçirmek istedi. Cidden bana dokunmuþ bir mektub yazdý. Eyvah dedim, bu talebemi kaybettim! Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Baþka bir mânâ daha karýþtý. Bir þefkat tokadýný yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yâni hapiste) bekledi. DOKUZUNCUSU: Büyük Hâfýz Zühdü'dür. Bu zat, Aðrus'taki Nur talebelerinin baþýnda nâzýrlarý hükmünde olduðu bir zaman, Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve bid'alardan içtinabý meslek ittihaz eden talebelerin mânevî þerefini kâfi görmiyerek ve ehl-i dünyanýn nazarýnda bir mevki kazanmak emeliyle mühim bir bid'anýn muallimliðini deruhde etti. Tamamýyla mesleðimize zýd bir hata iþledi. Pek müdhiþ bir þefkat tokadýný ye sh: » (L: 41) di. Hanedanýnýn þerefini zîr ü zeber edecek bir hâdiseye maruz kaldý. Fakat maatteessüf Küçük Hâfýz Zühdü, hiç tokada istihkaký yokken, o elîm hâdise ona da temas etti. Belki inþâallah o hâdise, onun kalbini dünyadan kurtarýp tamamýyla Kur'ana vermek için bir ameliyat-ý cerrahiye-i nâfia hükmüne geçer. ONUNCUSU: Hâfýz Ahmed (R.H.) namýnda bir adamdýr. Bu zat, Risalelerin yazmasýnda iki üç sene teþvikkârane bir surette bulunuyordu ve istifade ediyordu. Sonra ehl-i dünya, zaîf bir damarýndan istifade etti. O þevk zedelendi. Ehl-i dünyaya temas etti. Belki o cihetle ehl-i dünyanýn zararýný görmesin, hem onlara sözünü geçirsin ve bir nevi mevki kazansýn ve dar olan mâiþetine bir sühûlet olsun. Ýþte hizmet-i Kur'aniyeye o suretle o yüzden gelen fütur ve zarara mukabil iki tokat yedi. Biri; dar mâiþetiyle beraber beþ nüfus daha ilâve edildi, periþaniyeti ehemmiyet kesbetti. Ýkinci tokat: Þeref ve haysiyet noktasýnda hassas ve hatta birtek adamýn tenkid ve itirazýný çekemeyen o zat, bilmiyerek bazý dessas insanlar onu öyle bir surette kendilerine perde ettiler ki, þerefi zîr ü zeber oldu, yüzde doksanýný kaybetti ve yüzde doksan adamý aleyhine çevirdi. Her ne ise... Allah affetsin, belki inþâallah bundan intibaha gelir, yine kýsmen vazifesine döner. ONBÝRÝNCÝSÝ: 0Belki rýzasý yok diye yazýlmadý.. . . . . þ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . þ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . þ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . þ. . . . . . . . . ONÝKÝNCÝSÝ: Muallim Galib'dir (R.H.). Evet bu zat, sâdýkane ve takdirkârane, Risalelerin tebyîzinde çok hizmet etti ve hiçbir müþkilât karþýsýnda zaaf göstermedi. Ekser günlerde geliyordu, kemal-i þevk ile dinliyordu ve istinsah ediyordu. Sonra kendine, otuz lira ücret mukabilinde umum Sözler'i ve Mektubat'ý yazdýrdý. Onun maksadý, memleketinde neþretmek ve hem hemþehrilerini tenvir etmek idi. Sonra bazý düþünceler neticesinde Risaleleri tasavvur ettiði gibi neþretmedi, sandýða býraktý. Birden elîm bir hâdise yüzünden bir sene gam ve gussa çekti. Risalelerin neþri ile ona adavet edecek resmî birkaç düþmanlara bedel, zâlim insafsýz çok düþmanlarý buldu; bir kýsým dostlarýný kaybetti. ONÜÇÜNCÜSÜ: Hâfýz Hâlid'dir (R.H.). Kendisi der: "Evet itiraf ediyorum, Üstadýmýn hizmet-i Kur'aniyede neþrettiði âsârýn tesvidinde hararetli bir surette bulunduðum zaman mahallemizde bir câmi imamlýðý vardý. Eski kisve-i ilmiyemi, sarýðý baðlamak niyetiyle muvakkaten o hizmete fütur verip, bilmeyerek çekildim. Maksadýmýn aksiyle þefkatli bir tokat yedim. Sekiz-dokuz ay imamlýk ettiðim halde, müftünün çok va'dlerine raðmen, fevkalâde bir surette sarýðý saramadým. Þübhemiz kalmadý ki, o kusurdan bu þefkatli tokat geldi. Ben Üstadýmýn hem bir muhatabý, hem bir müsevvidi idim. Benim çekilmem ile tesvid hususunda sýkýntý çekmiþ sh: » (L: 42) ti. Her ne ise... Yine þükür ki: Kusurumuzu anladýk ve bu hizmetin de ne kadar kudsî olduðunu bildik ve Þah-ý Geylânî gibi arkamýzda melek-i sýyanet gibi bir Üstad bulunduðuna itimad ettik. Ez'af-ül ibâd HÂFIZ HÂLÝD ONDÖRDÜNCÜSÜ: Üç Mustafa'nýn küçücük "üç tokat" yemeleridir. Birincisi: Mustafa Çavuþ (R.H.) sekiz senedir bizim hususî küçük câmie, hem sobasýna, hem gazyaðýna, hem kibritine kadar hizmet ediyordu. Hatta gazyaðýný ve kibritini sekiz senedir kendi kesesinden sarfettiðini sonra öðrendik. Cemaate, hususan Cuma gecelerinde gâyet zarurî bir iþ olmayýnca geri kalmýyordu. Sonra ehl-i dünya onun safvet-i kalbinden istifade ederek dediler ki: "Sözler'in bir kâtibi olan Hâfýz'ýn sarýðýna iliþecekler. Hem gizli ezan, muvakkaten terkedilsin. Sen kâtibe söyle, cebir görmeden evvel sarýðý çýkarsýn." O bilmiyordu ki: Hizmet-i Kur'aniyede bulunan birisinin sarýðýný çýkarmaða dair sözü teblið etmek, Mustafa Çavuþ gibi yüksek ruhlulara pek aðýrdýr. Onlarýn sözlerini teblið etmiþ. O gece rü'yada ben görüyordum ki: Mustafa Çavuþ'un elleri kirli, kaymakam arkasýnda olarak odama geldi. Ýkinci gün ona dedim: Mustafa Çavuþ, sen bugün kim ile görüþtün? Seni elin mülevves bir surette kaymakamýn arkasýnda gördüm. Dedi: "Eyvah! Bana böyle bir söz, muhtar söyledi, kâtibe söyle. Ben arkasýnda ne olduðunu bilmedim." Hem ayný günde bir okkaya yakýn gazyaðýný câmiye getirmiþ. Hiç vuku bulmayan, o gün kapý açýk kalmýþ, bir keçi yavrusu içeriye girmiþ, büyük bir adam gelmiþ, keçi yavrusunun seccademe yakýn býraktýðý müzahrefatý yýkamak için, ibrikteki gazyaðýný su zannedip bütün o gazyaðýný temizlik yapýyorum diye câminin her tarafýna serpmiþ. Acaibdir ki, kokusunu duymamýþ. Demek o mescid lisan-ý hâl ile Mustafa Çavuþ'a diyor: "Senin gazyaðýn bize lâzým deðil. Ettiðin hata için gazyaðýný kabul etmedim." diye iþaret vermek için o adama koku iþittirilmedi. Hatta o hafta içinde Cuma gecesinde ve birkaç mühim namazda, o kadar çalýþtýðý halde cemaate yetiþemiyordu. Sonra ciddî bir nedamet, bir istiðfar ettikten sonra safvet-i asliyesini buldu. Ýkinci Mustafalar: Kuleönündeki kýymetdar, çalýþkan mühim bir talebem olan Mustafa ile, onun çok sâdýk ve fedakâr arkadaþý Hâfýz Mustafa'dýr. (R.H.) Ben bayramdan sonra, ehl-i dünya bize sýkýntý verip hizmet-i Kur'aniyeye fütur vermemek için þimdilik gelmesinler, diye haber göndermiþtim. Þayet gelecek olurlarsa birer birer gelsinler. Halbuki bunlar üç adam birden, bir gece geldiler. Fecirden evvel hava müsaid ise gitmek niyet edildi. Hiç vuku bulmadýðý bir tarzda hem Mustafa Çavuþ, hem Süleyman Efendi, hem ben, hem onlar, zâhir bir tedbîri düþünemedik, sh: » (L: 43) bize unutturuldu. Herbirimiz ötekine býrakýp ihtiyatsýzlýk etti. Onlar fecirden evvel gittiler. Öyle bir fýrtýna onlarý iki saat mütemadiyen tokatladý ki: Bu fýrtýnadan kurtulmayacaklar, diye telâþ ettim. Þimdiye kadar bu kýþta ne öyle bir fýrtýna olmuþ ve ne de bu kadar kimseye acýmýþtým. Sonra Süleyman'ý, ihtiyatsýzlýðýnýn cezasý olarak arkalarýndan gönderip sýhhat ve selâmetlerini anlamak için gönderecektim. Mustafa Çavuþ dedi: O gitse, o da kalacak. Ben de onun arkasýndan gidip aramak lâzým. Benim arkamdan da Abdullah Çavuþ gelmek lâzým." Bu hususta "Tevekkelna alellah" dedik, intizar ettik. SUAL: Has dostlarýnýza gelen musîbetleri, tokat eseri deyip hizmet-i Kur'aniyede füturlarý cihetinde bir itab telâkki ediyorsun. Halbuki size ve hizmet-i Kur'aniyeye hakikî düþmanlýk edenler, selâmette kalýyorlar. Neden dosta tokat vuruluyor, düþmânâ iliþilmiyor? ELCEVAP: اَلظُّلْمُ لاَ يَدُومُ وَالْكُفْرُ يَدُومُ sýrrýnca: Dostlarýn hatalarý, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiði için, çabuk çarpýlýyor. Þefkatli tokat yer, aklý varsa intibaha gelir. Düþman ise, hizmet-i Kur'aniyeye zýddiyeti, mümânaatý, dalâlet hesabýna geçer. Bilerek veya bilmiyerek hizmetimize tecavüzü, zýndýka hesabýna geçer. Küfür devam ettiði için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar. Nasýlki küçük kabahatleri iþliyenlerin, nâhiyelerde cezalarý verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de: Ehl-i îmanýn ve has dostlarýn hükmen küçük hatalarý, çabuk onlarý temizlemek için kýsmen dünyada ve sür'aten verilir. Ehl-i dalâletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kýsacýk hayat-ý dünyeviyeye cezalarý sýðýþmadýðýndan, mukteza-yý adâlet olarak Âlem-i Bekadaki Mahkeme-i Kübrâya havale edildiði için, ekseriyetle burada cezaya çarpýlmýyorlar. Ýþte Hadîs-i þerifte اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ mezkûr hakikata dahi iþaret ediyor. Yâni: Dünyada þu mü'min, kýsmen kusuratýndan cezasýný gördüðü için dünya onun hakkýnda bir dâr-ý cezadýr. Dünya, onlarýn saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler madem Cehennem'den çýkmayacaklar. Hasenatlarýnýn mükâfatlarýný kýsmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatlarý te'hir edildiði cihetle, onlarýn âhiretine nisbeten dünya, Cennetleridir. Yoksa mü'min bu dünyada dahi kâfirden mânen ve hakikat nokta-i nazarýnda çok ziyade mes'uddur. Âdeta mü'minin îmaný, mü'minin ruhunda bir Cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde mânevî bir Cehennemi ateþlendiriyor. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge