EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 Üçüncü Lem'a (Bu Lem'aya bir derece hiss ve zevk karýþmýþ. His ve zevkin coþkunluklarý ise aklýn düsturlarýný, fikrin mizanlarýný çok dinlemediklerinden ve müraat etmediklerinden bu Üçüncü Lem'a mantýk mizanlarý ile tartýlmamalý.) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ âyetinin meâlini ifade eden يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى { يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى iki cümlesi mühim iki hakikatý ifade ediyorlar. Ondandýr ki: Nakþîlerin rüesâsýndan bir kýsým, bu iki cümle ile kendilerine bir hatme-i mahsus yapýp muhtasar bir hatme-i Nakþiyye hükmünde tutuyorlar. Madem o azîm âyetin mealini bu iki cümle ifade ediyor. Biz bu iki cümlenin ifade ettiði iki hakikat-ý mühimmenin birkaç nüktesini beyan edeceðiz. BÝRÝNCÝ NÜKTE: Birinci defa يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى bir ameliyat-ý cerrahiye hükmünde kalbi mâsivâdan tecrid ediyor, kesiyor. Þöyle ki: Ýnsan, mahiyet-i câmiiyyeti itibariyle mevcudatýn hemen ekserîsiyle alâkadardýr. Hem insanýn mahiyet-i câmiasýnda hadsiz bir istidad-ý muhabbet dercedilmiþtir. Onun için insan da umum mevcudata karþý bir muhabbet besliyor. Koca dünyayý bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennet'e bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki muhabbet ettiði mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azab çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir mânevî azaba medâr oluyor. O azabý çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünki kalbindeki hadsiz istidad-ý muhabbet, hadsiz bir cemal-i bâkiye mâlik bir zata tevcih etmek için verilmiþ. O insan sû-i istimâl ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarfettiði cihetle kusur ediyor, kusurun cezasýný, firakýn azabýyla çekiyor. Ýþte bu kusurdan teberri edip o fâni mahbubattan kat-ý alâka etmek, o mahbublar onu terketmeden evvel o onlarý terketmek cihetiyle Mahbûb-u Bâki'ye hasr-ý muhabbeti ifade eden يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى olan birinci cümlesi: "Bâki-i Hakikî yalnýz sensin. Mâsiva fânidir. Fâni sh: » (L: 13) olan elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aþka ve ebed için yaratýlan bir kalbin alâkasýna medâr olamaz." Mânasýný ifade ediyor. "Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni býrakýp gidiyorlar; onlar beni býrakmadan evvel ben onlarý يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى demekle býrakýyorum. Yalnýz sen bâkisin ve senin ibkan ile mevcudat bekâ bulabildiðini bilip itikad ederim. Öyle ise senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyýk deðiller." demektir. Ýþte bu hâlette kalb, hadsiz mahbubatýndan vazgeçiyor. Hüsün ve cemalleri üstünde fânilik damgasýný görür, alâka-i kalbi keser. Eðer kesmezse, mahbublarý adedince mânevî cerihalar oluyor. Ýkinci cümle olan يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى o hadsiz cerihalara hem merhem, hem tiryak oluyor. Yâni: يَا بَاقِى "Madem sen bâkisin, yeter; herþeye bedelsin. Madem sen varsýn, herþey var." Evet mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâki-i Hakikî'nin hüsün ve ihsan ve kemalâtýnýn iþârâtý ve çok perdelerden geçmiþ zaif gölgeleridir; belki cilve-i Esmâ-i Hüsnanýn gölgelerinin gölgeleridir. ÝKÝNCÝ NÜKTE: Ýnsanýn fýtratýnda bekaya karþý gâyet þedid bir aþk var. Hatta her sevdiði þeyde kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevalini düþünse veya görse, derinden derine feryad eder. Bütün firaklardan gelen feryadlar, aþk-ý bekadan gelen aðlamalarýn tercümanlarýdýr. Eðer tevehhüm-ü beka olmazsa muhabbet edemez. Hatta denilebilir ki: Âlem-i Bekanýn ve ebedî Cennet'in bir sebeb-i vücudu, þu mahiyet-i insaniyedeki o þiddetli aþk-ý bekadan çýkan gâyet kuvvetli arzu-yu beka ve beka için fýtrî umumî duadýr ki, Bâki-i Zülcelâl o þedid sarsýlmaz fýtrî arzuyu, o te'sirli kuvvetli umumî duayý kabul etmiþtir ki, fâni insanlar için bâki bir âlemi halketmiþ. Hem hiç mümkün müdür ki: Fâtýr-ý Kerim, Hâlýk-ý Rahîm, küçük mîdenin cüz'î arzusunu ve muvakkat bir beka için lisan-ý hal ile duasýný hadsiz envâ-ý mat'umat-ý leziziyenin îcadýyla kabul etsin de, umum nev-i beþerin pek büyük bir ihtiyâc-ý fýtrîden gelen pek þiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklý ve hakikatlý, kalli, halli, bekaya dair gâyet kuvvetli duasýný kabul etmesin? Hâþâ, yüzbin defa hâþâ. Kabul etmemek mümkün deðildir. Hem hikmet ve adâletine ve Rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakýþmaz. Madem insan bekaya âþýktýr, elbette bütün kemalâtý, lezzetleri, bekaya tabîdir. Ve madem beka, Bâki-i Zülcelâl'e mahsustur ve madem Bâki'nin Esmâsý bâkiyedir ve madem Bâki'nin âyineleri Bâki'nin rengini, hükmünü alýr ve bir nevi bekaya mazhar olur. Elbette insana en lâzým iþ, en mühim vazife; o Bâki'ye karþý alâka peyda etmektir ve Esmâsýna sh: » (L:14) yapýþmaktýr. Çünki Bâki yoluna sarfolunan herþey, bir nevi bekaya mazhar olur. Ýþte o ikinci يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى cümlesi bu hakikatý ifade ediyor. Ýnsanýn hadsiz mânevî yaralarýný tedavi etmekle beraber, fýtratýndaki gâyet þiddetli arzu-yu bekayý onunla tatmin ediyor. ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Þu dünyada zamanýn, fena ve zeval-i eþyadaki te'siratý gâyet muhteliftir. Ve mevcudat ise mütedâhil daireler gibi birbiri içinde iken, hükümleri zeval noktasýnda ayrý ayrý oluyor. Nasýlki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayý ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür'atte birbirine muhaliftir. Öyle de: Ýnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ: Cismin bekasý, hayatý, vücudu; bulunduðu bir gün, belki bir saat olduðu ve mazi ve müstakbeli mâdum ve meyyit bulunduðu halde, kalbin hazýr günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamânâ kadar daire-i vücudu ve hayatý geniþtir. Ruhun hazýr günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatýna ve vücuduna dahildir. Ýþte bu istidada binaen hayat-ý kalbî ve rûhîye medâr olan marifet-i Ýlâhiyye ve muhabbet-i Rabbaniye ve ubûdiyet-i Sübhaniye ve marziyat-ý Rahmâniye cihetiyle bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer. Evet Bâki-i Hakikî'nin muhabbet, marifet, rýzasý yolunda bir saniye, bir senedir. Eðer onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki onun yolunda bir saniye, lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi, bir saniye hükmüne geçer. Meþhur böyle bir söz var ki: سِنَةُ الْفِرَاقِ سَنَةٌ وَ سَنَةُ الْوِصَالِ سِنَةٌ yâni: "Firakýn bir saniyesi, bir sene kadar uzundur ve visâlin bir senesi, bir saniye kadar kýsadýr." Ben bu fýkranýn bütün bütün aksine diyorum ki: Visâl, yâni Bâki-i Zülcelâl'in rýzasý dairesinde livechillah bir saniye visâl, deðil yalnýz böyle bir sene, belki daimî bir pencere-i visâldir. Gaflet ve dalâlet firaký içinde deðil bir sene, belki bin sene, bir saniye hükmündedir. O sözden daha meþhur þu söz var: اَرْضُ الْفَلاَتِ مَعَ اْلاَعْدَاءِ فِنْجَانٌ سَمُّ الْخِيَاطِ مَعَ اْلاَحْبَابِ مَيْدَانٌ sh: » (L: 15) hükmümüzü te'yid ediyor. Meþhur evvelki sözün sahih bir mânâsý budur ki: Fâni mevcudatýn visâli madem fânidir, ne kadar uzun da olsa yine kýsa hükmündedir. Senesi, bir saniye gibi geçer; hasretli bir hayal ve esefli bir rü'ya olur. Bekayý isteyen kalb-i insanî bir sene visâlde, yalnýz bir saniyecikte ancak zerre gibi bir zevkini alabilir. Firak ise saniyesi bir sene deðil, senelerdir. Çünki firakýn meydaný geniþtir. Bekayý isteyen bir kalbe, firak çendan bir saniye de olsa, seneler kadar tahribat yapar. Çünki hadsiz firaklarý ihtar eder. Maddî ve süflî muhabbetler için bütün mazi ve müstakbel, firakla doludur. Þu mes'ele münasebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kýsa, faidesiz ömrünüzü; bâki, uzun, faideli, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasýdýr, Bâki-i Hakikî'nin yoluna sarfediniz. Çünki Bâki'ye müteveccih olan þey, bekanýn cilvesine mazhar olur. Madem her insan gâyet þiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âþýktýr ve madem bu fâni ömrü, bâki ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette insaniyeti sukut etmemiþ bir insan, o çareyi arayacak ve o imkâný bilfiile çevirmeye çalýþacak ve tevfik-i hareket edecek. Ýþte o çare budur: Allah için iþleyiniz, Allah için görüþünüz, Allah için çalýþýnýz. "Lillah, Livechillah, Lieclillah" rýzasý dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikalarý, seneler hükmüne geçer. Bu hakikata iþareten Leyle-i Kadir gibi bir tek gece, seksen küsur seneden ibaret olan bin ay hükmünde olduðunu Nass-ý Kur'an gösteriyor. Hem bu hakikata iþaret eden Ehl-i Velayet ve Hakikat beyninde bir düstur-u muhakkak olan "bast-ý zaman" sýrrýyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalýk zaman-ý Mî'rac, bu hakikatýn vücudunu isbat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Mî'racýn birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihatasý ve uzunluðu vardýr. Çünki o Mî'rac yoluyla, beka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikasý, þu dünyanýn binler senesini tazammun etmiþtir. Hem þu hakikata bina edilen beyn-el Evliya kesretle vuku bulmuþ olan "bast-ý zaman" hâdiseleridir. Bazý Evliya bir dakikada, bir günlük iþi görmüþ. Bazýlarý bir saatte, bir sene vazifesini yapmýþ. Bazýlarý bir dakikada, bir Hatme-i Kur'aniyeyi okumuþ olduklarýný rivayet edip ihbar ediyorlar. Böyle Ehl-i Hak ve Sýdk, bilerek kizbe elbette tenezzül etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle sh: » (L: 16) "bast-ý zaman" (Haþiye) hakikatýný aynen müþahede ettikleri medâr-ý þübhe olamaz. Þu "bast-ý zaman" herkesçe musaddak bir nev'i, rü'yada görünüyor. Bazen bir dakikada insanýn gördüðü rü'yayý, geçirdiði ahvali, konuþtuðu sözleri, gördüðü lezzetleri veya çektiði elemleri görmek için yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzýmdýr. Elhasýl: Ýnsan çendan fânidir. Fakat beka için halkedilmiþ ve bâki bir Zatýn âyinesi olarak yaratýlmýþ ve bâki meyveleri verecek iþleri görmekle tavzif edilmiþ ve bâki bir Zatýn, bâki Esmâsýnýn cilvelerine ve nakýþlarýna medâr olacak bir suret verilmiþtir. Öyle ise böyle bir insanýn hakikî vazifesi ve saadeti: Bütün cihazatý ve bütün istidadatýyla o Bâki-i Sermedî'nin daire-i marziyâtýnda Esmâsýna yapýþýp, ebed yolunda o Bâki'ye müteveccih olup gitmektir. Lisaný يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى dediði gibi; kalbi, ruhu, aklý, bütün letaifi هُوَ اْلبَاقِى،هُوَ اْلاَزَلِىُّ اْلاَبَدِىُّ ، هُوَ الشَّرْ مَدِىُّ ، هُوَ الدَّائِمُ ، هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ ، هُوَ الْمَقْصُودُ ، هُوَ الْمَعْبُودْ demeli. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا _________________________________ (Hâþiye): قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ Âyetiyle وَلَبِثُوا فِى كَهْفِهِمْ ثَلاَثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا Âyeti "tayy-ý zaman"ý gösterdiði gibi, وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ ِممَّا تَعُدّوُنَ Âyeti de "bast-ý zaman"ý gösterir. Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts