EMRE Posted December 21, 2008 Share Posted December 21, 2008 Onaltýncý Mektub بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ Þu mektub فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا sýrrýna mazhar olmuþ, þiddetli yazýlmamýþ. Çoklar tarafýndan sarihan ve manen gelen bir suale cevaptýr. (Þu cevabý vermek benim için hoþ deðil, arzu etmiyorum. Her þey'imi, Cenâb-ý Hakk'ýn tevekkülüne baðlamýþtým. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat býrakýlmadýðým ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said deðil, bilmecburiye Eski Said lisanýyla, þahsým için deðil, belki dostlarýmý ve Sözlerimi ehl-i dünyanýn evham ve eziyetinden kurtarmak için; hakikat-ý hâli hem dostlarýma, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için "Beþ Nokta"yý beyan ediyorum.) BÝRÝNCÝ NOKTA: Denilmiþ: "Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaþmýyorsun? Elcevap: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasýtasýyla dine ve ilme hizmet edeceðim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meþkûk ve müþkilâtlý ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlý bir yoldur. Çoðu yalancýlýk ve bilmeyerek ecnebi parmaðýna âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafýk olur veya muhalif olur. Eðer muvafýk olsa; mâdem sh: » (M: 65) memur ve meb'us deðilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir þeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karýþayým. Eðer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karýþacaðým. Eðer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesail tavazzuh etmiþ, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasýzdýr. Eðer kuvvet ile ve hâdise çýkarmak ile muhalefet etsem, husulü meþkûk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düþer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumlarý günaha atmak; vicdaným kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat'î þahid, o vakitten beri sekiz senedir birtek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduðumu ve dinlediðimi, biri çýksýn söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beþ senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir tereþþuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasýz, alâkasýz bir insanýn, deðil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iþtihasý ve arzusu olsaydý; tedkikata, taharriyata lüzum býrakmayarak top güllesi gibi sada verecekti. ÝKÝNCÝ NOKTA: Yeni Said ne için bu kadar þiddetle siyasetten tecennüb ediyor? Elcevap: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ý ebediyeye çalýþmasýný ve kazanmasýný; meþkûk bir-iki sene hayat-ý dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karýþma ile feda etmemek için.. hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatlý olan hizmet-i îman ve Kur'an için þiddetle siyasetten kaçýyor. Çünki diyor: "Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaþayacaðýmý bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iþ, hayat-ý ebediyeye çalýþmak lâzým geliyor. Hayat-ý ebediyeyi kazanmakta en birinci vasýta ve saadet-i ebediyenin anahtarý îmandýr; ona çalýþmak lâzým geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için þer'an hizmete mükellef olduðumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ý içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fýrtýnalý bir zamanda saðlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti sh: » (M: 66) býrakýp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan îmana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandýðým hakaik-i îmaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettiðim manevî ilâçlarý, sair insanlarýn eline geçmek için o kapýyý açýk býrakýyorum. Belki Cenâb-ý Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahýma keffaret yapar. Bu hizmete karþý þeytan-ý racîmden baþka hiç kimsenin, -mü'min olsun kâfir olsun, sýddýk olsun zýndýk olsun- karþý gelmeye hakký yoktur. Çünki îmansýzlýk baþka þeylere benzemiyor. Zulümde, fýskta, kebairde birer menhus lezzet-i þeytaniye bulunabilir. Fakat îmansýzlýkta hiçbir cihet-i lezzet yok. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir, azab içinde azabdýr. Ýþte böyle hadsiz bir hayat-ý ebediyeye çalýþmayý ve îman gibi kudsî bir nura hizmeti býrakmak, ihtiyarlýk zamanýnda lüzumsuz tehlikeli siyaset oyuncaklarýna atýlmak; benim gibi alâkasýz ve yalnýz ve eski günahlarýna keffaret aramaða mecbur bir adamda ne kadar hilaf-ý akýldýr, ne kadar hilaf-ý hikmettir, ne derece bir divaneliktir, divaneler de anlayabilirler. Amma Kur'an ve îmanýn hizmeti ne için beni men'ediyor dersen, ben de derim ki: Hakaik-i îmaniye ve Kur'aniye birer elmas hükmünde olduðu halde, siyaset ile âlûde olsa idim; elimdeki o elmaslar iðfal olunabilen avam tarafýndan, "Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset deðil mi?" diye düþünürler. O elmaslara, âdi þiþeler nazarýyla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kýymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer. Ýþte ey ehl-i dünya! Neden benim ile uðraþýyorsunuz? Beni kendi hâlimde býrakmýyorsunuz? Eðer derseniz: Þeyhler bazan iþimize karýþýyorlar. Sana da bazan þeyh derler. Ben de derim: Hey efendiler! Ben þeyh deðilim, ben hocayým. Buna delil: Dört senedir buradayým; bir tek adama tarîkat verseydim, þüpheye hakkýnýz olurdu. Belki yanýma gelen herkese demiþim: Îman lâzým, Ýslâmiyet lâzým; tarîkat zamaný deðil. Eðer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var; o iþimize gelmiyor. Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said'in yazdýklarý meydanda. Þahid gösteriyorum ki: Ben sh: » (M: 67) َاْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ ferman-ý kat'îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliðe, Avrupa'nýn bir nevi firenk illeti olduðundan, bir zehr-i katil nazarýyla bakmýþým. Ve Avrupa, o firenk illetini Ýslâm içine atmýþ; ta tefrika versin, parçalasýn, yutmasýna hazýr olsun diye düþünür. O firenk illetine karþý eskiden beri tedaviye çalýþtýðýmý, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. Mâdem böyledir; hey efendiler!. Herbir hâdiseyi bahane tutup, bana sýkýntý vermeye sebeb nedir acaba? Þarkta bir nefer hata etse, garbda bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek.. veya Ýstanbul'da bir esnafýn cinayetiyle, Baðdad'da bir dükkâncýyý esnaflýk münasebetiyle mahkûm etmek nev'inden, her hâdise-i dünyeviyede bana sýkýntý vermek, hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder? ÜÇÜNCÜ NOKTA: Hâlimi, istirahatimi düþünen ve her musibete karþý sabýr ile sükûtumu istiðrab eden dostlarýmýn þöyle bir sualleri var ki: "Sana gelen zahmetlere, sýkýntýlara nasýl tahammül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, edna bir tahkire tahammül edemezdin?" Elcevap: Ýki küçük hâdiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabýný alýnýz: Birinci hikâye: Ýki sene evvel benim hakkýmda bir müdür sebebsiz, gýyabýmda tezyifkârane, hakaretli sözler söylemiþti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarýyla müteessir oldum. Sonra Cenab-ý Hakk'ýn rahmetiyle þöyle bir hakikat kalbe geldi, sýkýntýyý izale edip o adamý da bana helâl ettirdi. O hakikat þudur: Nefsime dedim: Eðer onun tahkiri ve beyan ettiði kusurlar, þahsýma ve nefsime ait ise; Allah ondan razý olsun ki, benim nefsimin ayýplarýný söyler. Eðer doðru söylemiþ ise, beni nefsimin terbiyesine sevkeder ve gururdan beni kurtarmaya yardýmdýr. Eðer yalan söylemiþ ise, beni riyadan ve riyanýn esasý olan þöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardýmdýr. Evet ben nefsim ile musalaha etmemiþim. Çünki terbiye etmemiþim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduðunu biri söylese veya gösterse; ondan darýlmak deðil, belki memnun olmak lâzým gelir. Eðer o adamýn tahkiratý, benim îmana ve Kur'ana hizmetkârlýðým sh: » (M: 68) sýfatýma ait ise, o bana ait deðil. O adamý, beni istihdam eden Sahib-i Kur'ana havale ediyorum. O Aziz'dir, Hakîm'dir. Eðer sýrf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nev'inden ise; o da bana ait deðil. Ben menfî ve esir ve garib ve elim baðlý olduðundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalýþmak bana düþmez. Belki misafir olduðum ve bana nezaret eden þu köye, sonra kazaya, sonra vilayete hükmedenlere aittir. Bir insanýn elindeki esirini tahkir etmek, sahibine aittir; o müdafaa eder. Mâdem hakikat budur, kalbim istirahat etti. وَاُفَوِّضُ اَمْرِى اِلَى اللّهِ اِنَّ اللّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ dedim. O vakýayý olmamýþ gibi saydým, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlaþýldý ki, Kur'an onu helâl etmemiþ... Ýkinci hikâye: Þu senede iþittim ki, bir hâdise olmuþ. O hâdisenin vukuundan sonra yalnýz icmalen vukuunu iþittiðim halde, o vakýa ile ciddî alâkadar imiþim gibi bir muamele gördüm. Zâten muhabere etmiyordum; etsem de pek nadir olarak bir mes'ele-i îmaniyeyi bir dostuma yazardým. Hattâ dört senede kardeþime birtek mektub yazdým. Ve ihtilattan hem ben kendimi men'ediyordum, hem de ehl-i dünya beni men'ediyordu. Yalnýz bir-iki ahbab ile, haftada bir defa görüþebiliyordum. Köye gelen misafirler ise; ayda bir-ikisi, bazý bir-iki dakika bir mes'ele-i âhirete dair benimle görüþüyordu. Bu gurbet halimde; garib, yalnýz, kimsesiz, nafaka için çalýþmaya benim gibilere muvafýk olmayan bir köyde, her þeyden herkesten men'edildim. Hattâ dört sene evvel, harab olmuþ bir câmiyi tamir ettirdim. Memleketimde imamlýk ve vaizlik vesikam elimde olduðundan, o câmide dört senedir (Allah kabul etsin) imamlýk ettiðim halde, þu mübarek geçen Ramazanda mescide gidemedim. Bazan yalnýz namazýmý kýldým. Cemaatle kýlýnan namazýn yirmibeþ sevabýndan ve hayrýndan mahrum kaldým. Ýþte baþýma gelen bu iki hâdiseye karþý, aynen iki sene evvel, o memurun bana karþý muamelesine gösterdiðim sabýr ve tahammülü gösterdim. Ýnþâallah devam da ettireceðim. Þöyle de düþünüyorum ve diyorum ki: Eðer ehl-i dünya tarafýndan baþýma gelen þu eziyet, þu sýkýntý, þu tazyik; ayýplý ve kusurlu nefsim için ise, helâl ediyorum. Benim nefsim belki bununla ýslah-ý hâl eder; hem ona keffaret-üz zünub olur. Dünya misafirhanesinin safasýný sh: » (M: 69) çok gördüm; azýcýk cefasýný görsem, yine þükrederim. Eðer îmana ve Kur'ana hizmetkârlýðým cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaasý bana ait deðil, onu Aziz-i Cebbâr'a havale ediyorum. Eðer asýlsýz ve riyaya sebeb ve ihlâsý kýracak bir þöhret-i kâzibeyi kýrmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkýmda bozmak murad ise onlara rahmet. Çünki teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halklarýn nazarýnda þöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardýr zannederim. Benim ile temas edenler beni bilirler ki; þahsýma karþý hürmet istemiyorum, belki nefret ediyorum. Hattâ kýymetdar mühim bir dostumu, fazla hürmeti için belki elli defa tekdir etmiþim. Eðer beni çürütmek ve efkâr-ý âmmeden düþürtmek, iskat ettirmekten muradlarý, tercümanlýk ettiðim hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyeye ait ise beyhudedir. Zira Kur'an yýldýzlarýna perde çekilmez. Gözünü kapayan yalnýz kendi görmez, baþkasýna gece yapamaz. DÖRDÜNCÜ NOKTA: Evhamlý birkaç sualin cevabýdýr: Birincisi: Ehl-i dünya bana der: "Ne ile yaþýyorsun? Çalýþmadan nasýl geçiniyorsun? Memleketimizde tenbelce oturanlarý ve baþkasýnýn sa'yi ile geçinenleri istemiyoruz." Elcevap: Ben iktisad ve bereketle yaþýyorum. Rezzakýmdan baþka kimsenin minnetini almýyorum ve almamaða da karar vermiþim. Evet günde yüz para, belki kýrk para ile yaþayan bir adam, baþkasýnýn minnetini almaz. Þu mes'elenin izahýný hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoþtur. Fakat mâdem ehl-i dünya evhamlý bir surette soruyorlar, ben de derim ki: Küçüklüðümden beri halklarýn malýný kabul etmemek -velev zekat dahi olsa- hem maaþý kabul etmemek -yalnýz bir-iki sene Dâr-ül Hikmet-il Ýslâmiye'de dostlarýmýn icbarýyla kabul etmeye mecbur oldum ve o parayý da manen millete iade ettik- hem maiþet-i dünyeviye için minnet altýna girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatýmdýr. Ehl-i memleketim ve baþka yerlerde beni tanýyanlar bunu biliyorlar. Bu beþ seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalýþtýlar, kabul etmedim. "Öyle ise nasýl idare edersin?" denilse, derim: Bereket ve ikrâm-ý Ýlâhî ile yaþýyorum. Nefsim çendan her hakarete, her ihanete müstehak ise de; fakat Kur'an hizmetinin kerâmeti olarak, erzak hususunda ikrâm-ý Ýlâhî olan berekete mazhar sh: » (M: 70) oluyorum. وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ sýrrýyla, Cenâb-ý Hakk'ýn bana ettiði ihsânâtý yâdedip, bir þükr-ü manevî nev'inde birkaç nümunesini söyleyeceðim. Bir þükr-ü manevî olmakla beraber, korkuyorum ki, bir riya ve gururu ihsas ederek o mübarek bereket kesilsin. Çünki müftehirane gizli bereketi izhar etmek, kesilmesine sebeb olur. Fakat ne çare, söylemeye mecbur oldum. Ýþte birisi: Þu altý aydýr otuzaltý ekmekten ibaret bir kile buðday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiþ. Ne mikdar kifayet (Hâþiye) edecek, bilmiyorum. Ýkincisi: Þu mübarek Ramazanda, yalnýz iki haneden bana yemek geldi, ikisi de beni hasta etti. Anladým ki, baþkasýnýn yemeðini yemekten memnû'um. Mütebâkisi, bütün Ramazanda benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadýk bir arkadaþým olan o hane sahibi Abdullah Çavuþ'un ihbarý ve þehadetiyle; üç ekmek, bir kýyye (kilo demek) pirinç bana kâfi gelmiþtir. Hattâ o pirinç, onbeþ gün Ramazandan sonra bitmiþtir. Üçüncüsü: Daðda, üç ay bana ve misafirlerime bir kýyye tereyaðý, -hergün ekmekle beraber yemek þartýyla- kâfi geldi. Hattâ Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardý. Benim ekmeðim de ve onun ekmeði de bitiyordu. Çarþamba günü idi; dedim ona: Git ekmek getir. Ýki saat, her tarafýmýzda kimse yok ki, oradan ekmek alýnsýn. "Cum'a gecesi senin yanýnda bu daðda beraber dua etmek arzu ediyorum" dedi. Ben de dedim: تَوَكَّلْنَا عَلَى اللَّهِ kal." Sonra hiç münasebeti olmadýðý halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir daðýn tepesine çýktýk. Ýbrikte bir parça su vardý. Bir parça þeker ile çayýmýz vardý. Dedim: "Kardeþim, bir parça çay yap." O ona baþladý, ben de derin bir dereye bakar bir katran aðacý altýnda oturdum. Müteessifane þöyle düþündüm ki: Küflenmiþ bir parça ekmeðimiz var; bu akþam ancak ikimize yeter. Ýki gün nasýl yapacaðýz ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceðim? diye düþünmede iken, birden bire baþým çevrilir gibi baþýmý çevirdim; gördüm ki: Koca bir ekmek, katran aðacýnýn üstünde, dallarý içinde bize bakýyor. Dedim: "Süleyman müjde! (Hâþiye): Bir sene devam etti. sh: » (M: 71) Cenâb-ý Hak bize rýzýk verdi." O ekmeði aldýk; bakýyoruz ki, kuþlar ve hayvanat-ý vahþiye hiçbiri iliþmemiþ. Yirmi-otuz gündür hiç bir insan o tepeye çýkmamýþtý. O ekmek, ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzere iken, dört sene sâdýk bir sýddîkým olan müstakim Süleyman, ekmekle aþaðýdan çýkageldi. Dördüncüsü: Þu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel, eski olarak almýþtým. Beþ senedir elbise, çamaþýr, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket-i iktisad ve rahmet-i Ýlâhiye bana kâfi geldi. Ýþte þu nümuneler gibi çok þeyler var ve bereket-i Ýlâhiyenin çok cihetleri var. Bu köy halký çoðunu bilirler. Fakat sakýn bunlarý fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz, belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliðe bir medar olduðunu düþünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanýma gelen hâlis dostlarýma ihsandýr veya hizmet-i Kur'aniyeye bir ikramdýr veya iktisadýn bereketli bir menfaatýdýr veyahut "Yâ Rahîm, Yâ Rahîm" ile zikreden ve yanýmda bulunan dört kedinin rýzýklarýdýr ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet hazîn mýrmýrlarýný dikkatle dinlesen, "Yâ Rahîm, Yâ Rahîm" çektiklerini anlarsýn. Kedi bahsi geldi, tavuðu hatýra getirdi. Bir tavuðum var. Þu kýþta, yumurta makinesi gibi pek az fasýla ile her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi; ben de hayrette kaldým. Dostlarýmdan sordum: "Böyle olur mu?" dedim. Dediler: "Belki bir ihsan-ý Ýlahîdir." Hem þu tavuðun yazýn çýkardýðý küçük bir yavrusu vardý. Ramazan-ý Þerifin baþýnda yumurtaya baþladý, tâ kýrk gün devam etti. Hem küçük, hem kýþta, hem Ramazanda, bu mübarek hâli bir ikrâm-ý Rabbanî olduðuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin þübhemiz kalmadý. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o baþladý.. beni yumurtasýz býrakmadý. Ýkinci vehimli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sana nasýl emniyet edeceðiz ki, sen dünyamýza karýþmayacaksýn? Seni serbest býraksak, belki dünyamýza karýþýrsýn. Hem nasýl bileceðiz ki, sen kurnazlýk yapmýyorsun? Kendini târik-i dünya gösterip halkýn malýný zâhiren almaz, gizli alýr bir kurnazlýk olmadýðýný nasýl bileceðiz? Elcevap: Yirmi sene evvelki Dîvan-ý Harb-i Örfî'de ve Hürriyet'ten daha evvel zamanda çoklara malûm hal ve vaziyetim sh: » (M: 72) ve "Ýki Mekteb-i Musibetin Þehâdetnamesi" namýnda o zaman Dîvan-ý Harb'deki müdafaatým kat'î gösterir ki, deðil kurnazlýk belki edna bir hileye tenezzül etmez bir tarzda hayat geçirmiþim. Eðer hile olsaydý, bu beþ sene zarfýnda sizlere temellukkârane bir müracaat edilecekti. Hileli adam kendini sevdirir, kendini çekmez; iðfal ve aldatmaya daima çalýþýr. Halbuki bana karþý en mühim hücumlara ve tenkidlere mukabil tezellüle tenezzül etmedim. "Tevekkeltü Alallah" deyip, ehl-i dünyaya arkamý çevirdim. Hem de âhireti bilen ve dünyanýn hakikatýný keþfeden; aklý varsa piþman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uðraþmaz. Elli seneden sonra, alâkasýz, tek baþýyla bir adam; hayat-ý ebediyesini dünyanýn bir-iki sene gevezeliðine, þarlatanlýðýna feda etmez.. feda etse, kurnaz olmaz, belki ebleh bir divane olur. Ebleh bir divanenin elinden ne gelir ki, onun ile uðraþýlsýn. Amma zâhiren târik-i dünya, bâtýnen tâlib-i dünya þübhesi ise, وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ sýrrýnca "Ben nefsimi tebrie etmiyorum, nefsim her fenalýðý ister. Fakat þu fâni dünyada, þu muvakkat misafirhânede, ihtiyarlýk zamanýnda, kýsa bir ömürde, az bir lezzet için; ebedî, daimî hayatýný ve saadet-i ebediyesini berbad etmek, ehl-i aklýn kârý deðil. Ehl-i aklýn ve zîþuurun kârý olmadýðýndan, nefs-i emmarem ister istemez akla tâbi olmuþtur. Üçüncü vehimli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beðeniyor musun? Eðer seversen, neden bize küsüp karýþmýyorsun? Eðer beðenmiyorsan bize muarýzsýn; biz muarýzlarýmýzý ezeriz? Elcevap: Ben deðil sizi, belki dünyanýzý sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanýzý beðenmiyorum. Fakat karýþmýyorum. Çünki ben baþka maksaddayým; baþka noktalar benim kalbimi doldurmuþ, baþka þeyleri düþünmeye kalbimde yer býrakmamýþ. Sizin vazifeniz ele bakmaktýr, kalbe bakmak deðil! Çünki idarenizi, asayiþinizi istiyorsunuz. El karýþmadýðý vakit, ne hakkýnýz var ki, hiç lâyýk olmadýðýnýz halde "kalb de bizi sevsin" demeye... Kalbe karýþsanýz... Evet ben nasýl bu kýþ içinde baharý temenni ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, getirmeye teþebbüs edemiyorum. Öyle de: Hâl-i âlemin salahýný temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanýn ýslahýný arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, çünki elimden gelmiyor. Bil sh: » (M: 73) fiil teþebbüs edemiyorum; çünki ne vazifemdir, ne de iktidarým var. Dördüncü þübheli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: O kadar belâlar gördük ki, kimseye emniyetimiz kalmadý. Sana nasýl emin olabiliriz ki; fýrsat senin eline geçse, arzu ettiðin gibi karýþmazsýn? Elcevap: Evvelki noktalar size emniyet vermekle beraber.. memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni dinleyenlerin ortasýnda, heyecanlý hâdiseler içinde dünyanýza karýþmadýðým halde; diyar-ý gurbette ve yalnýz, tek baþýyla, garib, zaîf, âciz, bütün kuvvetiyle âhirete müteveccih, ihtilattan, muhabereden kesilmiþ, îman ve âhiret münasebetiyle uzaktan uzaða yalnýz bazý ehl-i âhireti dost bulan ve baþka herkese yabani ve herkes de ona yabani nazarýyla bakan bir insan; semeresiz tehlikeli dünyanýza karýþsa, muzaaf bir dîvâne olmak gerektir. BEÞÝNCÝ NOKTA: Beþ küçük mes'eleye dairdir: Birincisi: Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ý hayatýmýzý ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarýzsýn? Ben de derim: Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten iskat etmiþ gibi, haksýz olarak beþ sene bir köyde muhabereden ve ihtilattan memnu' bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfîyi þehirlerde dost ve akrabasýyla beraber býraktýnýz ve sonra vesika verdiðiniz halde, sebebsiz beni tecrid edip, bir-iki tane müstesna hiçbir hemþehri ile görüþtürmediniz. Demek beni efrad-ý milletten ve raiyetten saymýyorsunuz. Nasýl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? Dünyayý bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle þeyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapýsýný kapadýnýz; ben de âhiret kapýsýný çaldým; rahmet-i Ýlâhiye açtý. Âhiret kapýsýnda bulunan bir adama, dünyanýn karmakarýþýk usûl ve âdâtý ona nasýl teklif edilir? Ne vakit beni serbest býrakýp memleketime iade edip hukukumu verdiniz, o vakit usûlünüzün tatbikini isteyebilirsiniz. Ýkinci Mes'ele: Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ý diniyeyi ve hakaik-i Ýslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle neþriyat-ý diniye yapýyorsun? Sen mâdem nefye sh: » (M: 74) mahkûmsun, bu iþlere karýþmaya hakkýn yok. Elcevap: Hak ve hakikat inhisar altýna alýnmaz! Îman ve Kur'an nasýl inhisar altýna alýnabilir? Siz dünyanýzýn usûlünü, kanununu inhisar altýna alabilirsiniz. Fakat hakaik-i îmaniye ve esasat-ý Kur'aniye, resmî bir þekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatý suretine sokulmaz; belki bir mevhibe-i Ýlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ý nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliði kabul ettim, fakat maaþýný terkettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlýk vesikasýyla her yerde amel edebilirim; çünki benim nefyim haksýz olmuþtur. Hem menfîler mâdem iade edildi, eski vesikalarýmýn hükmü bâkîdir. Sâniyen: Yazdýðým hakaik-i îmaniyeyi doðrudan doðruya nefsime hitab etmiþim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhlarý muhtaç ve kalbleri yaralý olanlar, o edviye-i Kur'aniyeyi arayýp buluyorlar. Yalnýz medar-ý maiþetim için, yeni huruf çýkmadan evvel, haþre dair bir risalemi tab'ettirdim. Bunu da, bana karþý insafsýz eski vali, o risaleyi tedkik edip, tenkid edecek bir cihet bulamadýðý için iliþemedi. Üçüncü Mes'ele: Benim bazý dostlarým, ehl-i dünya bana þübheli baktýklarý için, ehl-i dünyaya hoþ görünmek için; benden zâhiren teberri ediyorlar, belki tenkid ediyorlar. Halbuki kurnaz ehl-i dünya, bunlarýn teberrisini ve bana karþý içtinablarýný, o ehl-i dünyaya sadakata deðil, belki bir nevi riyaya, vicdansýzlýða hamledip, o dostlarýma karþý fena nazarla bakýyorlar. Ben de derim: Ey âhiret dostlarým! Benim Kur'ana hizmetkârlýðýmdan teberri edip kaçmayýnýz. Çünki inþâallah benden size zarar gelmez. Eðer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse, siz benden teberri ile kurtulamazsýnýz.. o hal ile, musibete ve tokata daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki, evhama düþüyorsunuz? Dördüncü Mes'ele: Þu nefiy zamanýmda görüyorum ki: Hodfüruþ ve siyaset bataklýðýna düþmüþ bazý insanlar, bana tarafgirâne, rakîbâne bir nazarla bakýyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarýyla alâkadarým. Hey efendiler! Ben îmanýn cereyanýndayým. Karþýmda sh: » (M: 75) îmansýzlýk cereyaný var. Baþka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iþ görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namýna bana karþý tarafgirâne, rakîbâne vaziyet almak ve iliþmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadýr. Çünki sâbýkan isbat edildiði gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar deðilim; yalnýz bütün vaktimi ve hayatýmý, hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyeye hasr ve vakfetmiþim. Mâdem böyledir, bana eziyet veren, râkîbane iliþen adam düþünsün ki; o muamelesi zýndýka ve îmansýzlýk namýna îmana iliþmek hükmüne geçer. Beþinci Mes'ele: Dünya mâdem fânidir. Hem mâdem ömür kýsadýr. Hem mâdem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem mâdem hayat-ý ebediye burada kazanýlacaktýr. Hem mâdem dünya sahibsiz deðil. Hem mâdem þu misafirhâne-i dünyanýn gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem mâdem ne iyilik ve ne fenalýk, cezasýz kalmayacaktýr. Hem mâdem لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sýrrýnca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem mâdem zararsýz yol, zararlý yola müreccahtýr. Hem mâdem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapýsýna kadardýr. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasýn, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ý ebediyesini hayat-ý dünyeviye için bozmasýn, mâlâyani þeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhâne sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapýsýný açýp saadet-i ebediyeye girsin. (Hâþiye) ______________________ (Hâþiye): Bu mâdemler içindir ki; þahsýma karþý olan zulümlere, sýkýntýlara aldýrmýyorum ve ehemmiyet vermiyorum. "Meraka deðmiyor" diyorum ve dünyaya karýþmýyorum. sh: » (M: 76) Onaltýncý Mektub'un Zeyli بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Ehl-i dünya sebebsiz, benim gibi âciz, garib bir adamdan tevehhüm edip binler adam kuvvetinde tahayyül ederek, beni çok kayýdlar altýna almýþlar. Barla'nýn bir mahallesi olan Bedre'de ve Barla'nýn bir daðýnda, bir-iki gece kalmaklýðýma müsaade etmemiþler. Ýþittim ki, diyorlar: "Said ellibin nefer kuvvetindedir, onun için serbest býrakmýyoruz." Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalýþtýðýnýz halde, neden dünyanýn iþini dahi bilmiyorsunuz? Divane gibi hükmediyorsunuz. Eðer korkunuz þahsýmdan ise; ellibin nefer deðil, belki bir nefer elli defa benden ziyade iþler görebilir. Yani, odamýn kapýsýnda durup, bana "çýkmayacaksýn" diyebilir. Eðer korkunuz mesleðimden ve Kur'ana ait dellâllýðýmdan ve kuvve-i maneviye-i îmaniyeden ise; ellibin nefer deðil, yanlýþsýnýz! Meslek itibariyle elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünki Kur'an-ý Hakîm'in kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dâhil olduðu halde, bütün Avrupa'ya meydan okuyorum. Bütün neþrettiðim envar-ý îmaniye ile onlarýn fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kal'alarýný zîr ü zeber etmiþim. Onlarýn en büyük dinsiz feylesoflarýný, hayvandan aþaðý düþürmüþüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah'ýn tevfikiyle beni o mesleðimin bir mes'elesinden geri çeviremezler; inþâallah maðlub edemezler!.. Mâdem böyledir, ben sizin dünyanýza karýþmýyorum, siz de benim âhiretime karýþmayýnýz! Karýþsanýz da beyhudedir. Takdir-i Hudâ, kuvvet-i bâzu ile dönmez Bir þem'a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez. Benim hakkýmda, müstesna bir surette, pek ziyade ehl-i dünya tevehhüm edip, âdeta korkuyorlar. Bende bulunmayan ve bulunsa sh: » (M: 77) dahi siyasî bir kusur teþkil etmeyen ve ittihama medar olmayan þeyhlik, büyüklük, hanedan, aþiret sahibi, nüfuzlu, etbaý çok, hemþehrileriyle görüþmek, dünya ahvaliyle alâkadar olmak, hattâ siyasete girmek, hattâ muhalif olmak gibi bende bulunmayan emirleri tahayyül ederek evhama düþmüþler. Hattâ hapiste ve hariçteki, yani kendilerince kabil-i afv olmayanlarýn dahi aflarýný müzakere ettikleri sýrada, beni âdeta herþeyden men'ettiler. Fena ve fâni bir adamýn, güzel ve bâki þöyle bir sözü var: Zulmün topu var, güllesi var, kal'asý varsa; Hakkýn da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardýr. Ben de derim: Ehl-i dünyanýn hükmü var, þevketi var, kuvveti varsa; Kur'anýn feyziyle, hâdiminde de: Þaþýrmaz ilmi, susmaz sözü vardýr; Yanýlmaz kalbi, sönmez nuru vardýr. Çok dostlarla beraber bana nezaret eden bir kumandan, mükerreren sual ettiler: Neden vesika için müracaat etmiyorsun? Ýstida vermiyorsun? Elcevap: Beþ-altý sebeb için müracaat etmiyorum ve edemiyorum: Birincisi: Ben ehl-i dünyanýn dünyasýna karýþmadým ki onlarýn mahkûmu olayým, onlara müracaat edeyim. Ben, kader-i Ýlâhînin mahkûmuyum ve ona karþý kusurum var, ona müracaat ediyorum. Ýkincisi: Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirhane olduðunu yakînen îman edip bildim. Onun için, hakikî vatan deðil, her yer birdir. Mâdem vatanýmda bâki kalmayacaðým; beyhude ona karþý çabalamak, oraya gitmek bir þey'e yaramýyor. Mâdem her yer misafirhanedir; eðer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdýr, her yer yarar. Eðer yâr deðilse, her yer kalbe bârdýr ve herkes düþmandýr. Üçüncüsü: Müracaat, kanun dairesinde olur. Halbuki bu altý senedir bana karþý muamele, keyfî ve fevkalkanundur. Menfîler kanunuyla bana muamele edilmedi. Hukuk-u medeniyetten ve belki hukuk-u dünyeviyeden iskat edilmiþ bir tarzda bana sh: » (M: 78) baktýlar. Bu fevkalkanun muamele edenlere, kanun namýna müracaat manasýz olur. Dördüncüsü: Bu sene buranýn müdürü, benim namýma, Barla'nýn bir mahallesi hükmünde olan Bedre Karyesi'nde, tebdil-i hava için birkaç gün kalmaða dair müracaat etti; müsaade etmediler. Böyle ehemmiyetsiz bir ihtiyacýma cevab-ý red verenlere nasýl müracaat edilir? Müracaat edilse, zillet içinde faidesiz bir tezellül olur. Beþincisi: Haksýzlýðý hak iddia edenlere karþý hak dava etmek ve onlara müracaat etmek; bir haksýzlýktýr, hakka karþý bir hürmetsizliktir. Ben bu haksýzlýðý ve hakka karþý hürmetsizliði irtikâb etmek istemem vesselâm. Altýncý Sebeb: Bana karþý ehl-i dünyanýn verdikleri sýkýntý, siyaset için deðil; çünki onlar da bilirler ki, siyasete karýþmýyorum, siyasetten kaçýyorum. Belki bilerek veya bilmeyerek zýndýka hesabýna, benim dine merbutiyetimden beni tazib ediyorlar. Öyle ise onlara müracaat etmek, dinden piþmanlýk göstermek ve meslek-i zýndýkayý okþamak demektir. Hem ben onlara müracaat ve dehalet ettikçe; âdil olan kader-i Ýlâhî, beni onlarýn zalim eliyle tazib edecektir. Çünki onlar diyanete merbutiyetimden beni sýkýyorlar. Kader ise, benim diyanette ve ihlasta noksaniyetim var; arasýra ehl-i dünyaya riyakârlýklarýmdan için beni sýkýyor. Öyle ise, þimdilik þu sýkýntýdan kurtuluþum yok. Eðer ehl-i dünyaya müracaat etsem, kader der: "Ey riyakâr! Bu müracaatýn cezasýný çek!" Eðer müracaat etmezsem, ehl-i dünya der: "Bizi tanýmýyorsun, sýkýntýda kal!" Yedinci Sebeb: Malûmdur ki, bir memurun vazifesi, heyet-i içtimaiyeye muzýr eþhasa meydan vermemek ve nafi'lere yardým etmektir. Halbuki beni nezaret altýna alan memur, kabir kapýsýna gelen, misafir bir ihtiyar adama "Lâ ilahe illallah"daki îmanýn latif bir zevkini izah ettiðim vakit, -bir cürm-ü meþhud halinde beni yakalamak gibi- çok zaman yanýma gelmediði halde, o vakit güya bir kabahat iþliyorum gibi yanýma geldi. Ýhlas ile dinleyen o bîçareyi de mahrum býraktý; beni de hiddete getirdi. Halbuki burada bazý adamlar vardý; o onlara ehemmiyet vermiyordu. Sonra edebsizliklerde ve köydeki hayat-ý içtimaiyeye zehir verecek sh: » (M: 79) surette bulunduklarý vakit, onlara iltifat etmeye ve takdir etmeye baþladý. Hem malûmdur ki: Zindanda yüz cinayeti bulunan bir adam, nezarete memur zabit olsun, nefer olsun, her zaman onlarla görüþebilir. Halbuki bir senedir, hem âmir, hem nezarete memur hükûmet-i milliyece iki mühim zât kaç defa odamýn yanýndan geçtikleri halde, kat'â ve aslâ ne benim ile görüþtüler ve ne de halimi sordular. Ben evvel zannettim ki, adâvetlerinden yanaþmýyorlar. Sonra tahakkuk etti ki, evhamlarýndan... Güya ben onlarý yutacaðým gibi kaçýyorlar. Ýþte þu adamlar gibi eczasý ve memurlarý bulunan bir hükûmeti, hükûmet diyerek merci' tanýyýp müracaat etmek, kâr-ý akýl deðil, beyhude bir zillettir. Eski Said olsaydý Antere gibi diyecekti: مَاءُ الْحَيَاةِ بِذِلَّةٍ كَجَهَنَّمَ * وَ جَهَنَّمُ بِالْعِزِّ فَخْرُ مَنْزِلِى Eski Said yok; Yeni Said ise, ehl-i dünya ile konuþmayý manasýz görüyor. Dünyalarý baþlarýný yesin! Ne yaparlarsa yapsýnlar! Mahkeme-i Kübra'da onlarla muhakeme olacaðýz der, sükût eder. Adem-i müracaatýmýn sebeblerinden sekizincisi: "Gayr-ý meþru' bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir adâvet olduðu" kaidesince, âdil olan kader-i Ýlâhî, lâyýk olmadýklarý halde meylettiðim þu ehl-i dünyanýn zalim eliyle beni tazib ediyor. Ben de bu azaba müstehakým deyip sükût ediyordum. Çünki Harb-i Umumîde Gönüllü Alay Kumandaný olarak iki sene çalýþtým, çarpýþtým. Ordu Kumandaný ve Enver Paþa takdiratý altýnda kýymetdar talebelerimi, dostlarýmý feda ettim. Yaralanýp esir düþtüm. Esaretten geldikten sonra Hutuvat-ý Sitte gibi eserlerimle kendimi tehlikeye atýp, Ýngilizlerin Ýstanbul'a tasallutu altýnda, Ýngilizlerin baþlarýna vurdum. Þu beni iþkenceli ve sebebsiz esaret altýna alanlara yardým ettim. Ýþte onlar da bana, o yardým cezasýný böyle veriyorlar. Üç sene Rusya'da esaretimde çektiðim zahmet ve sýkýntýyý, burada bu dostlarým bana üç ayda çektirdiler. Halbuki Ruslar, beni Kürd Gönüllü Kumandaný suretinde, Kazaklarý ve esirleri kesen gaddar adam nazarýyla bana baktýklarý halde, beni dersten men'etmediler. Arkadaþým olan doksan esir zabitlerin kýsm-ý ekserisine ders veriyordum. Bir defa Rus Kumandaný geldi, dinledi. Türkçe bilmediði için siyasî ders zannetti; bir defa beni men'etti, sonra yine izin verdi. Hem ayný kýþlada bir odayý câmi yaptýk. Ben imamlýk yapýyordum. Hiç müdahale etmediler, ihtilattan men'etmediler, beni muhabereden kesmediler. Halbuki sh: » (M: 80) bu dostlarým güya vatandaþlarým ve dindaþlarým ve onlarýn menfaat-ý îmaniyelerine uðraþtýðým adamlar, hiçbir sebeb yokken, siyasetten ve dünyadan alâkamý kestiðimi bilirlerken.. üç sene deðil, belki beni altý sene sýkýntýlý bir esaret altýna aldýlar; ihtilattan men'ettiler. Vesikam olduðu halde dersten, hattâ odamda hususî dersimi de men'ettiler; muhabereye sed çektiler. Hattâ vesikam olduðu halde, kendim tamir ettiðim ve dört sene imamlýk ettiðim mescidimden beni men'ettiler. Þimdi dahi cemaat sevabýndan beni mahrum etmek için, -daimî cemaatým ve âhiret kardeþlerim- mahsus üç adama dahi imamet etmemi kabul etmiyorlar. Hem istemediðim halde, birisi bana iyi dese, bana nezaret eden memur kýskanarak kýzýyor; nüfuzunu kýrayým diye vicdansýzcasýna tedbirler yapýyor; âmirlerinden iltifat görmek için beni tâciz ediyor. Ýþte böyle vaziyette bir adam, Cenâb-ý Hak'tan baþka kime müracaat eder? Hâkim, kendi müddeî olsa, elbette ona þekva edilmez. Gel sen söyle bu hale ne diyeceðiz? Sen ne dersen de.. ben derim ki: Bu dostlarým içinde çok münafýklar var. Münafýk kâfirden eþeddir. Onun için, kâfir Rus'un bana çektirmediðini çektiriyorlar. Hey bedbahtlar! Ben size ne yaptým ve ne yapýyorum? Îmanýnýzýn kurtulmasýna ve saadet-i ebediyenize hizmet ediyorum! Demek hizmetim hâlis, lillah için olmamýþ ki aks-ül amel oluyor. Siz ona mukabil, her fýrsatta beni incitiyorsunuz. Elbette Mahkeme-i Kübra'da sizinle görüþeceðiz. حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ نِعْمَ اْلمُوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ derim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts