el-dumano Posted April 16, 2007 Share Posted April 16, 2007 17.Söz "Yeryüzünde ne varsa Biz dünya icin bir süs olarak yarattik ki, insanlardan hangisi daha güzel isler yapacak diye imtihan edelim. Onun üzerindeki herseyi Biz elbette kup kuru bir toprak haline getirecegiz." Kehf Suresi, 18:7-8 "Dünya hayati bir oyun ve oyanlanmadan baska birsey degildir." En`am Suresi, 6:32 (Bu Söz, Ýki Âlî Makam Ve Bir Parlak Zeylden Ýbarettir.) Hâlýk-ý Rahîm ve Rezzak-ý Kerim ve Sâni'-i Hakîm; þu dünyayý, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir þehrayin suretinde yapýp bütün esmasýnýn garaib-i nukuþuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrý ayrý hesabsýz mehasin ve in'amattan istifade etmeðe muvafýk ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaþagâha gönderir. Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniþ olan o bayramý; asýrlara, senelere, mevsimlere hattâ günlere, kýt'alara taksim ederek herbir asrý, herbir seneyi, herbir mevsimi, hattâ bir cihette herbir günü, herbir kýt'ayý, birer taife ruhlu mahlukatýna ve nebatî masnuatýna birer resm-i geçit tarzýnda bir ulvî bayram yapmýþtýr ve bilhassa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanýnda masnuat-ý sagirenin taifelerine öyle þaþaalý ve birbiri arkasýnda bayramlardýr ki, tabakat-ý âliyede olan ruhaniyatý ve melaikeleri ve sekene-i semavatý seyre celbedecek bir cazibedarlýk görünüyor ve ehl-i tefekkür için öyle þirin bir mütalaagâh oluyor ki, akýl tarifinden âcizdir. Fakat bu ziyafet-i Ýlahiye ve bayram-ý Rabbaniyedeki Ýsm-i Rahman ve Muhyî'nin tecellilerine mukabil Ýsm-i Kahhar ve Mümît, firak ve mevt ile karþýlarýna çýkýyorlar. Þu ise "Rahmetim herseyi kaplamistir." A`raf Suresi, 7:156 rahmetinin vüs'at-i þümulüne zahiren muvafýk düþmüyor. Fakat hakikatte birkaç cihet-i muvafakatý vardýr. Bir ciheti þudur ki: Sâni'-i Kerim, Fâtýr-ý Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alýndýktan sonra, ekseriyet itibariyle dünyadan, merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandýrýyor, istirahata bir meyil ve baþka bir âleme göçmeðe bir þevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ý aslîlerine bir meyelan-ý þevk-engiz, ruhlarýnda uyandýrýyor. Hem o Rahman'ýn nihayetsiz rahmetinden uzak deðil ki, nasýl vazife uðrunda, mücahede iþinde telef olan bir nefere þehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sýrat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandýrýyor. Öyle de, sair zîruh ve hayvanatýn dahi, kendilerine mahsus vazife-i fýtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve þiddetli meþakkat çeken zîruhlarýn, onlara göre bir çeþit mükâfat-ý ruhaniye ve onlarýn istidadlarýna göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd deðil ki bulunmasýn. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar. La ya`lemi`l-gaybe illallah. Lâkin zîruhlarýn en eþrefi ve þu bayramlarda kemmiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve mübtela olduðu halde, dünyadan nefret ve âlem-i bekaya geçmek için eser-i rahmet olarak iþtiyak-engiz bir halet verir. Kendi insaniyeti dalalette boðulmayan insan, o haletten istifade eder. Rahat-ý kalb ile gider. Þimdi, o haleti intac eden vecihlerden, nümune olarak beþini beyan edeceðiz. Birincisi: Ýhtiyarlýk mevsimiyle; dünyevî, güzel ve cazibedar þeyler üstünde fena ve zevalin damgasýný ve acý manasýný göstererek o insaný dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattýrýyor. Ýkincisi: Ýnsanýn alâka peyda ettiði bütün ahbablardan yüzde doksandokuzu, dünyadan gidip diðer bir âleme yerleþtikleri için, o ciddî muhabbet saikasýyla o ahbabýn gittiði yere bir iþtiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurane karþýlattýrýyor. Üçüncüsü: Ýnsandaki nihayetsiz zaîflik ve âcizliði, bazý þeylerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaþamak tekâlifi ne kadar aðýr olduðunu anlattýrýp, istirahata ciddî bir arzu ve bir diyar-ý âhere gitmeye samimî bir þevk veriyor. Dördüncüsü: Ýnsan-ý mü'mine nur-u iman ile gösterir ki: Mevt, i'dam deðil; tebdil-i mekândýr. Kabir ise, zulümatlý bir kuyu aðzý deðil; nuraniyetli âlemlerin kapýsýdýr. Dünya ise, bütün þaþaasýyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ý dünyadan bostan-ý cinana çýkmak ve müz'iç daðdaða-i hayat-ý cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ý tayeran-ý ervaha geçmek ve mahlukatýn sýkýntýlý gürültüsünden sýyrýlýp huzur-u Rahman'a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir. Beþincisi: Kur'aný dinleyen insana, Kur'andaki ilm-i hakikatý ve nur-u hakikatle dünyanýn mahiyetini bildirmekliði ile dünyaya aþk ve alâka pek manasýz olduðunu anlatmaktýr. Yani, insana der ve isbat eder ki: "Dünya, bir kitab-ý Samedanîdir. Huruf ve kelimatý nefislerine deðil, belki baþkasýnýn zât ve sýfât ve esmasýna delalet ediyorlar. Öyle ise manasýný bil al, nukuþunu býrak git. Hem bir mezraadýr, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrefatýný at, ehemmiyet verme. Hem birbiri arkasýnda daim gelen geçen âyineler mecmuasýdýr. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârýný gör ve onlarda tezahür eden esmanýn tecelliyatýný anla ve müsemmalarýný sev ve zevale ve kýrýlmaya mahkûm olan o cam parçalarýndan alâkaný kes. Hem seyyar bir ticaretgâhtýr. Öyle ise alýþ-veriþini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarýndan beyhude koþma, yorulma. Hem muvakkat bir seyrangâhtýr. Öyle ise, nazar-ý ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne deðil; belki Cemil-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoþ ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaralarý irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasýyla akýlsýz çocuk gibi aðlama, merak etme. Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ý Kerim'in izni dairesinde ye, iç, þükret. Kanunu dairesinde iþle, hareket et. Sonra arkana bakma, çýk git. Herzekârane fuzulî bir surette karýþma. Senden ayrýlan ve sana ait olmayan þeylerle manasýz uðraþma ve geçici iþlerine baðlanýp boðulma." gibi zahir hakikatlarla dünyanýn iç yüzündeki esrarý gösterip dünyadan müfarakatý gayet hafifleþtirir, belki hüþyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herþeyde ve her þe'ninde bir izi bulunduðunu gösterir. Ýþte Kur'an þu beþ veche iþaret ettiði gibi, baþka hususî vecihlere dahi âyât-ý Kur'aniye iþaret ediyor. Veyl o kimseye ki, þu beþ vecihten bir hissesi olmaya... * * * ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Onyedinci Söz'ün Ýkinci Makamý (Haþiye) Býrak bîçare feryadý, beladan gel tevekkül kýl! Zira feryad, bela-ender, hata-ender beladýr bil! Bela vereni buldunsa, atâ-ender, safa-ender beladýr bil! Býrak feryadý, þükür kýl manend-i belâbil, dema keyfinden güler hep gül mül. Ger bulmazsan, bütün dünya cefa-ender, fena-ender hebadýr bil! Cihan dolu bela baþýnda varken, ne baðýrýrsýn küçük bir beladan, gel tevekkül kýl! Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül. Bil ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada. Hudabîn isen, o kâfidir, býraksan da bütün eþya lehinde Ger hodbîn isen, helâkettir, ne yaparsan bütün eþya aleyhinde. Demek terki gerektir her iki halde bu dünyada. Terki demek: Huda mülkü, onun izni, onun namýyla bakmakta. Ticaret istiyorsan ger, þu fâni ömrünü bâkiye tebdilde. Eðer nefsine talib isen, çürüktür hem temelsiz de. Eðer âfâký ister isen, fena damgasý üstünde. Demek deðmez ki alýnsa, çürük maldýr hep bu çarþýda. Öyle ise geç, iyi mallar dizilmiþ arkasýnda... * * * (Haþiye): Bu ikinci makamdaki parçalar þiire benzer, fakat þiir deðiller. Kasdî nazmedilmemiþler. Belki hakikatlarýn kemal-i intizamý cihetinde, bir derece manzum suretini almýþlar. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Siyah Dutun Bir Meyvesi [O Mübarek Dut Baþýnda Eski Said, Yeni Said Lisanýyla Söylemiþtir.] Muhatabým Ziya Paþa deðil, Avrupa meftunlarýdýr. Mütekellim nefsim deðil, tilmiz-i Kur'an namýna kalbimdir. Geçen sözler hakikattýr, sakýn þaþma, hududundan hazer aþma, Ecanib fikrine sapma, dalalettir kulak asma, eder elbet seni nâdim. Görürsün en ziyadarýn, zekâvette alemdarýn, O hayretten der daim: "Eyvah, kimden kime þekva edeyim ben dahi þaþtým!" Kur'an dedirtir ben de derim, hiç de çekinmem. Ondan ona þekva ederim sen gibi þaþmam Hak'tan Hakk'a feryad ederim, sen gibi aþmam, Yerden göðe dava ederim, sen gibi kaçmam. Ki, Kur'anda hep dava nurdan nuradýr, sen gibi caymam. Kur'andadýr hak hikmet, isbat ederim, muhalif felsefeyi beþ paraya saymam. Furkan'dadýr elmas hakikat, dercan ederim, sen gibi satmam. Halktan Hakk'a seyran ederim, sen gibi sapmam. Dikenli yolda tayran ederim, sen gibi basmam. Ferþten arþa þükran ederim, sen gibi asmam. Mevte, ecele dost bakarým, sen gibi korkmam. Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem. Ejder aðzý, vahþet yataðý, hiçlik boðazý; sen gibi görmem. Ahbaba kavuþturur beni, kabirden darýlmam, sen gibi kýzmam. Rahmet kapýsý, Nur kapýsý, Hak kapýsý, ondan sýkýlmam, geri çekilmem. Bismillah diyerek çalýyorum, (Haþiye-1) arkama bakmam, dehþet de almam. Elhamdülillah diyerek rahat bulup yatacaðým, zahmeti çekmem, vahþette kalmam. Allahü Ekber diyerek ezan-ý haþri iþitip kalkacaðým, (Haþiye-2) mahþer-i ekberden çekinmem, mescid-i a'zamdan çekilmem. Lütf-u Yezdan, nur-u Kur'an, feyz-i iman sayesinde hiç üzülmem. Durmayýp koþacaðým, arþ-ý Rahman zýlline uçacaðým, sen gibi þaþmam inþâallah. * * * (Haþiye-1): Eyvah diyerek kaçmýyorum. (Haþiye-2): Ýsrafil'in ezanýný fecr-i haþirde iþitip Allahü Ekber diyerek kalkacaðým. Salât-ý kübradan çekilmem, mecma-ý ekberden çekinmem. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Kalbe Farisî Olarak Tahattur Eden Bir Münacat [Yani bu münacat, kalbe Farisî olarak tahattur ettiðinden Farisî yazýlmýþtýr. Evvelce matbu olan "Hubab Risalesi"nde dercedilmiþti.] Ya Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarýma dayanýp derdime derman aramak için cihat-ý sitte denilen altý cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadým. Manen bana denildi ki: "Yetmez mi derd, derman sana." Evet, gafletle saðýmdaki geçmiþ zamandan teselli almak için baktým. Fakat gördüm ki: Dünkü gün, pederimin kabri ve geçmiþ zaman, ecdadýmýn bir mezar-ý ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahþet verdi. (Ýman, o vahþetli mezar-ý ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ý ahbab gösterir.) Sonra soldaki istikbale baktým. Derman bulamadým. Belki yarýnki gün, benim kabrim ve istikbal ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp ünsiyet deðil, belki vahþet verdi. (Ýman ve huzur-u iman, o dehþetli kabr-i ekberi sevimli saadet saraylarýnda bir davet-i Rahmaniye gösterir.) Soldan dahi hayýr görünmediði için, hazýr güne baktým. Gördüm ki: Þu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhanede olan cismimin cenazesini taþýyor. (Ýman, o tabutu, bir ticaretgâh ve þaþaalý bir misafirhane gösterir.) Ýþbu cihetten dahi deva bulamadým. Sonra baþýmý kaldýrýp, þecere-i ömrümün baþýna baktým. Gördüm ki: O aðacýn tek meyvesi, benim cenazemdir ki, o aðacýn üstünde duruyor, bana bakýyor. (Ýman, o aðacýn meyvesini cenaze deðil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzed olan ruhumun eskimiþ yuvasýndan yýldýzlarda gezmek için çýktýðýný gösterir.) O cihetten dahi me'yus olup baþýmý aþaðýya eðdim. Baktým ki: Aþaðýda ayak altýnda kemiklerimin topraðý ile mebde-i hilkatimin topraðý birbirine karýþmýþ gördüm. Derman deðil, derdime dert kattý. (Ýman, o topraðý rahmet kapýsý ve Cennet salonunun perdesi olduðunu gösterir.) Ondan dahi nazarý çevirip arkama baktým. Gördüm ki: Esassýz, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatýnda yuvarlanýp gidiyor. Derdime merhem deðil, belki vahþet ve dehþet zehirini ilâve etti. (Ýman o zulümatta yuvarlanan dünyayý, vazifesi bitmiþ, manasýný ifade etmiþ, neticelerini kendine bedel vücudda býrakmýþ mektubat-ý Samedaniye ve sahaif-i nukuþ-u Sübhaniye olduðunu gösterir.) Onda dahi hayýr görmediðim için ön tarafýma, ileriye nazarýmý gönderdim. Gördüm ki: Kabir kapýsý yolumun baþýnda açýk görünüp; onun arkasýnda ebede giden cadde, uzaktan uzaða nazara çarpýyor. (Ýman, o kabir kapýsýný, âlem-i nur kapýsý ve o yol dahi, saadet-i ebediye yolu olduðunu gösterdiðinden dertlerime hem derman, hem merhem olur.) Ýþte þu altý cihette ünsiyet ve teselli deðil, belki dehþet ve vahþet aldýðým onlara mukabil benim elimde bir cüz'-i ihtiyarîden baþka hiçbir þey yoktur ki, ona dayanýp onunla mukabele edeyim. (Ýman, o cüz'-i lâ-yetecezza hükmündeki cüz'-i ihtiyarî yerine, gayr-ý mütenahî bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir ve belki iman bir vesikadýr.) Halbuki o cüz'-i ihtiyarî denilen silâh-ý insanî hem âciz, hem kýsadýr. Hem ayarý noksandýr. Ýcad edemez, kesbden baþka hiçbir þey elinden gelmez. (Ýman, o cüz'-i ihtiyarîyi, Allah namýna istimal ettirip, her þeye karþý kâfi getirir. Bir askerin cüz'î kuvvetini devlet hesabýna istimal ettiði vakit, binler kuvvetinden fazla iþler görmesi gibi.) Ne geçmiþ zamana hulûl edebilir, ne de gelecek zamana nüfuz edebilir. Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faidesi yoktur. (Ýman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alýp kalbe, ruha teslim ettiði için; maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünki kalb ve ruhun daire-i hayatý geniþtir.) O cüz'-i ihtiyarînin meydan-ý cevelaný, kýsacýk þu zaman-ý hazýr ve bir ân-ý seyyaldir. Ýþte þu bütün ihtiyaçlarýmla ve zaîfliðimle ve fakr ve aczimle beraber altý cihetten gelen dehþetler ve vahþetlerle periþan bir halde iken; kalem-i kudretle sahife-i fýtratýmda ebede uzanan arzular ve sermede yayýlan emeller aþikâre bir surette yazýlmýþtýr, mahiyetimde dercedilmiþtir. Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fýtratýmda vardýr. Umum onlara karþý alâkadarým. Onlar için çalýþtýrýyorum, çalýþýyorum. Ýhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniþtir. Hattâ hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hacet vardýr. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardýr. Elde olmayan, ihtiyaçta vardýr. Elde bulunmayan ise hadsizdir. Halbuki daire-i iktidar, kýsa elimin dairesi kadar kýsa ve dardýr. Demek fakr ve ihtiyaçlarým, dünya kadardýr. Sermayem ise, cüz'-i lâ-yetecezza gibi cüz'î bir þeydir. Ýþte þu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hacet nerede? Ve bu beþ paralýk cüz'-i ihtiyarî nerede? Bununla onlarýn mübayaasýna gidilmez. Bununla onlar kazanýlmaz. Öyle ise baþka bir çare aramak gerektir. O çare ise þudur ki: O cüz'-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i Ýlahiyeye iþini býrakýp, kendi havl ü kuvvetinden teberri edip, Cenab-ý Hakk'ýn havl ü kuvvetine iltica ederek hakikat-ý tevekküle yapýþmaktýr. Ya Rab! Madem çare-i necat budur. Senin yolunda o cüz'-i ihtiyarîden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum. Tâ senin inayetin, acz ve za'fýma merhameten elimi tutsun. Hem tâ senin rahmetin, fakr ve ihtiyacýma þefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapýsýný bana açsýn. Evet, herkim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serab hükmünde olan cüz'-i ihtiyarýna itimad etmez; rahmeti býrakýp ona müracaat etmez... Eyvah! Aldandýk. Þu hayat-ý dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi' ettik. Evet þu güzeran-ý hayat bir uykudur, bir rü'ya gibi geçti. Þu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider... Kendine güvenen ve ebedî zanneden maðrur insan, zevale mahkûmdur. Sür'atle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ý ademe sukut eder. Emeller bekasýz, elemler ruhta bâki kalýr. Madem hakikat böyledir; gel ey hayata çok müþtak ve ömre çok talib ve dünyaya çok âþýk ve hadsiz emeller ile ve elemler ile mübtela bedbaht nefsim! Uyan aklýný baþýna al! Nasýlki yýldýz böceði, kendi ýþýkçýðýna itimad eder. Gecenin hadsiz zulümatýnda kalýr. Bal arýsý, kendine güvenmediði için, gündüzün güneþini bulur. Bütün dostlarý olan çiçekleri, Güneþin ziyasýyla yaldýzlanmýþ müþahede eder. Öyle de: Kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan; yýldýz böceði gibi olursun. Eðer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlýkýn yolunda feda etsen, bal arýsý gibi olursun. Hadsiz bir nur-u vücud bulursun. Hem feda et. Çünki þu vücud, sende vedia ve emanettir. Hem onun mülküdür. Hem o vermiþtir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et; tâ beka bulsun. Çünki nefy-i nefy, isbattýr. Yani: Yok, yok ise; o vardýr. Yok, yok olsa; var olur. Hâlýk-ý Kerim, kendi mülkünü senden satýn alýyor. Cennet gibi büyük bir fiatý verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor. Kýymetini yükselttiriyor. Yine sana, hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir. Öyle ise, ey nefsim! Hiç durma. Birbiri içinde beþ kârlý bu ticareti yap. Tâ beþ hasaretten kurtulup, beþ rýbhi birden kazanasýn. * * * ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ "[Yýldýz] batýp gidince, [ibrahim] ´Ben batýp gidenleri sevmem' dedi. En'am Suresi, 6:76 Ýbrahim Aleyhisselâm'dan sudûr ile, kâinatýn zeval ve ölümünü ilân eden na'y-i beni aðlattýrdý. Onun için kalb gözü aðladý ve aðlayýcý katreleri döktü. Kalb gözü aðladýðý gibi, döktüðü herbir damlasý da, o kadar hazîndir. Aðlattýrýyor, güya kendisi de aðlýyor. O damlalar, gelecek farisî fýkralardýr. Ýþte o damlalar ise, Nebiyy-i Peygamber olan bir Hakîm-i Ýlahî'nin Kelâmullah içinde bulunan bir kelâmýnýn bir nevi tefsiridir. Güzel deðil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünki zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aþk-ý ebedî için yaratýlan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli. Bir matlub ki, gurubda gaybubet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasýna, fikrin merakýna deðmiyor. Âmâle merci olamýyor. Arkasýnda gam ve kederle teessüf etmeye lâyýk deðildir. Nerede kaldý ki kalb ona perestiþ etsin ve ona baðlansýn kalsýn. Bir maksud ki, fenada mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünki fâniyim, fâni olaný istemem; neyleyeyim?.. Bir mabud ki, zevalde defnoluyor; onu çaðýrmam, ona iltica etmem. Çünki nihayetsiz muhtacým ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük derdlerime deva bulamaz. Ebedî yaralarýma merhem süremez. Zevalden kendini kurtaramayan nasýl mabud olur? Evet zahire mübtela olan akýl, þu keþmekeþ kâinatta perestiþ ettiði þeylerin zevalini görmek ile me'yusane feryad eder ve bâki bir mahbubu arayan ruh dahi feryadýný ilân ediyor. Ýstemem, arzu etmem, tâkat getirmem müfarakati... Der-akab zeval ile acýlanan mülâkatlar, keder ve meraka deðmez. Ýþtiyaka hiç lâyýk deðildir. Çünki zeval-i lezzet, elem olduðu gibi; zeval-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecazî âþýklarýn divanlarý, yani aþknameleri olan manzum kitablarý, þu tasavvur-u zevalden gelen elemden birer feryaddýr. Herbirinin, bütün divan-ý eþ'arýnýn ruhunu eðer sýksan, elemkârane birer feryad damlar. Ýþte o zeval-âlûd mülâkatlar, o elemli mecazî muhabbetler derdinden ve belasýndandýr ki, kalbim Ýbrahimvari aðlamasýyla aðlýyor ve baðýrýyor. Eðer þu fâni dünyada beka istiyorsan; beka, fenadan çýkýyor. Nefs-i emmare cihetiyle fena bul ki, bâki olasýn. Dünyaperestlik esasatý olan ahlâk-ý seyyieden tecerrüd et. Fâni ol! Daire-i mülkünde ve malýndaki eþyayý, Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatýn adem-nüma akibetlerini gör. Çünki þu dünyadan bekaya giden yol, fenadan gidiyor. Esbab içine dalan fikr-i insanî, þu zelzele-i zeval-i dünyadan hayrette kalýp, me'yusane fizar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, Ýbrahimvari eniniyle mahbubat-ý mecaziyeden ve mevcudat-ý zâileden kat-ý alâka edip, Mevcud-u Hakikî'ye ve Mahbub-u Sermedi'ye baðlanýyor. Ey nâdan nefsim! Bil ki: Çendan dünya ve mevcudat fânidir. Fakat her fâni þeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can-ý canan olan Mahbub-u Lâyezal'in tecelli-i cemalinden iki lem'ayý, iki sýrrý görebilirsin. An þart ki: Suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen... Evet, nimet içinde in'am görünür; Rahman'ýn iltifatý hissedilir. Nimetten in'ama geçsen, Mün'im'i bulursun. Hem her eser-i Samedanî, bir mektub gibi, bir Sâni'-i Zülcelal'in esmasýný bildirir. Nakýþtan manaya geçsen, esma yoluyla Müsemmayý bulursun. Madem þu masnuat-ý fâniyenin maðzýný, içini bulabilirsin; onu elde et, manasýz kabuðunu kýþrýný, acýmadan fena seyline atabilirsin. Evet masnuatta hiçbir eser yok ki, çok manalý bir lafz-ý mücessem olmasýn, Sâni'-i Zülcelal'in çok esmasýný okutturmasýn. Madem þu masnuat, elfazdýr, kelimat-ý kudrettir; manalarýný oku, kalbine koy. Manasýz kalan elfazý, bilâperva zevalin havasýna at. Arkalarýndan alâkadarane bakýp meþgul olma. Ýþte zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ý dünyevî böyle silsile-i efkârý, hiçe ve ademe incirar ettiðinden, hayretinden ve haybetinden me'yusane feryad ediyor. Hakikate giden bir doðru yol arýyor. Madem uful edenlerden ve zeval bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecazî mahbublardan vazgeçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi bîçare nefsim, Ýbrahimvari gýyasýný çek, kurtul. Fýtratý aþkla yoðrulmuþ gibi sermest-i câm-ý aþk olan Mevlâna Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiþ: demiþtir. (Haþiye) (Haþiye): Yalnýz bu satýr Mevlâna Câmî'nin kelâmýdýr. 1 - Yani: Yalnýz biri iste, baþkalarý istenmeye deðmiyor. 2 - Biri çaðýr, baþkalarý imdada gelmiyor. 3 - Biri taleb et, baþkalar lâyýk deðiller. 4 - Biri gör, baþkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanýyorlar. 5 - Biri bil, marifetine yardým etmeyen baþka bilmekler faidesizdir. 6 - Biri söyle, ona aid olmayan sözler malayani sayýlabilir. "Ondan baska hicbir ilah yoktur." Hasir Suresi, 59:22 "Batip gidenleri sevmem" En'am Suresi, 6:76 Evet Câmî pek doðru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mabud; yalnýz odur. Çünki bu âlem bütün mevcudatýyla muhtelif dilleriyle, ayrý ayrý naðamatýyla zikr-i Ýlahinin halka-i kübrasýnda beraber "Lâ ilahe illa Hu" der, vahdaniyete þehadet eder. in açtýðý yaraya merhem sürüyor ve alâkayý kestiði mecazî mahbublara bedel, bir Mahbub-u Lâyezalî'yi gösteriyor. * * * ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ [bundan yirmibeþ sene kadar evvel Ýstanbul Boðazýndaki Yuþa Tepesinde, dünyanýn terkine karar verdiðim bir zamanda, bir kýsým mühim dostlarým beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanýma geldiler. Dedim: "Yarýna kadar beni býrakýnýz, istihare edeyim." Sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti. Þiire benzer, fakat þiir deðiller. O mübarek hatýranýn hatýrý için iliþmedim. Geldiði gibi muhafaza edildi. Yirmiüçüncü Söz'ün âhirine ilhak edilmiþti. Makam münasebetiyle buraya alýndý.] Birinci Levha [Ehl-i Gaflet Dünyasýnýn Hakikatýný Tasvir Eder Levhadýr.] Beni dünyaya çaðýrma Ona geldim fena gördüm. Dema gaflet hicab oldu Ve nur-u Hak nihan gördüm. Bütün eþya-yý mevcudat Birer fâni muzýr gördüm. Vücud desen onu giydim Ah ademdi çok bela gördüm. Hayat desen onu tattým Azab ender azab gördüm. Akýl ayn-ý ikab oldu Bekayý bir bela gördüm. Ömür ayn-ý heva oldu Kemal ayn-ý heba gördüm. Amel ayn-ý riya oldu Emel ayn-ý elem gördüm. Visal, nefs-i zeval oldu Devayý ayn-ý dâ' gördüm. Bu envâr, zulümat oldu Bu ahbabý yetim gördüm. Bu savtlar, na'y-ý mevt oldu Bu ahyayý mevat gördüm. Ulûm, evhama kalboldu Hikemde bin sekam gördüm. Lezzet, ayn-ý elem oldu Vücudda bin adem gördüm. Habib desen onu buldum Ah! Firakta çok elem gördüm. Ýkinci Levha [Ehl-i Hidayet Ve Huzurun Hakikat-ý Dünyalarýna Ýþaret Eder Levhadýr.] Dema gaflet zeval buldu Ve nur-u Hak ayan gördüm. Vücud, bürhan-ý Zât oldu Hayat, mir'at-ý Hak'týr gör. Akýl, miftah-ý kenz oldu Fena, bab-ý bekadýr gör. Kemalin lem'asý söndü Fakat, þems-i Cemal var gör. Zeval, ayn-ý visal oldu Elem, ayn-ý lezzettir gör. Ömür nefs-i amel oldu Ebed ayn-ý ömürdür gör. Zalâm zarf-ý ziya oldu Bu mevtte hak hayat var gör. Bütün eþya enis oldu Bütün asvat zikirdir gör. Bütün zerrat-ý mevcudat Birer zâkir, müsebbih gör. Fakrý kenz-i gýna buldum Aczde tam kuvvet var gör. Eðer Allah'ý buldunsa Bütün eþya senindir gör. Eðer Mâlik-i Mülk'e memluk isen Onun mülkü senindir gör. Eðer hodbin ve kendi nefsine mâlik isen:Bilâ-addin beladýr gör, Bilâ-haddin azabdýr tad, Bilâ-gayet aðýrdýr gör. Eðer hakikî abd-i hudabin isen Hududsuz bir safadýr gör. Hesabsýz bir sevab var tad Nihayetsiz saadet gör... [Yirmibeþ sene evvel Ramazanda ikindiden sonra Þeyh-i Geylanî'nin (K.S.) Esma-i Hüsna manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, esma-i hüsna ile bir münacat yazayým. Fakat o vakit bu kadar yazýldý. O kudsî üstadýmýn mübarek Münacat-ý Esmaiyesine bir nazire yapmak istedim. Heyhat!. Nazma istidadým yok. Yapamadým, noksan kaldý. Bu münacat, Otuzüçüncü Söz'ün Otuzüçüncü Mektub'u olan Pencereler Risalesine ilhak edilmiþti. Makam münasebetiyle buraya alýndý.] Link to comment Share on other sites More sharing options...
el-dumano Posted May 16, 2008 Author Share Posted May 16, 2008 Ey nefsim! Kalbim gibi aðla ve baðýr ve de ki: "Fâniyim, fâni olaný istemem. Âcizim, âciz olaný istemem. Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. Ýsterim, fakat bir yâr-ý bâki isterim. Zerreyim, fakat bir þems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtý umumen isterim." BARLA YAYLASI; ÇAM, KATRAN, ARDIÇ KARAKAVAÐIN BÝR MEYVESÝDÝR [Makam münasebetiyle buraya alýnmýþ. Onbirinci Mektub'un bir parçasýdýr.] Bir vakit esaretimde dað baþýnda âzametli çam ve katran ve ardýç aðaçlarýnýn heybet-nümâ Sûretlerini, hayret-fezâ vaziyetlerini temaþa ederken pek lâtif bir rüzgâr esti. O vaziyeti, pek muhteþem ve þirin velvele-âlûd bir zelzele-i raks-nümâ, bir tesbihât-ý cezbe-edâ Sûretine çevirdiðinden; eðlence temaþasý, nazar-ý ibrete ve sem'-i hikmete döndü. Birden Ahmed-i Cizrî'nin kürdçe þu fýkrasý hatýrýma geldi. Kalbim, ibret mânâlarýný ifade için þöyle aðladý: Barla Yaylasý Tepelicede çam, katran, ardýç, karakavak meyvesi hakkýnda yazýlan Farisî beyitlerin mânâsý hatýrýma geldi. Kalbim dahi ibret mânâlarýný ifade için þöyle aðladý: Yâni: Senin temaþâna, hüsnüne, herkes her yerden koþup gelmiþ. Senin cemâlinle nazdarlýk ediyorlar. Her zîhayat senin temaþâna, san'atýn olan zemin yüzüne her yerden çýkýp bakýyorlar. Aþaðýdan, yukarýdan dellâllar gibi çýkýp baðýrýyorlar. Senin cemâl-i nakþýndan keyiflenip, o dellâl-misâl aðaçlar oynuyorlar. Senin Kemâl-i san'atýndan neþ'elenip, güzel güzel sadâ veriyorlar. Güya sadalarýnýn tatlýlýðý, onlarý da neþ'elendirip nazeninâne bir naz ettiriyor. Ýþte ondandýr ki; þu aðaçlar raksa gelmiþ, cezbe istiyorlar. Þu rahmet-i Ýlahiyenin âsârýyladýr ki; her zîhayat, kendine mahsus tesbih ve namazýn dersini alýyorlar. Ders aldýktan sonra, herbir aðaç yüksek bir taþ üstünde arþa baþýný kaldýrýp durmuþlar. Herbirisi, yüzler ellerini Þehbâz-ý Kalender (Haþiye) gibi (Haþiye): Þehbaz-ý Kalender, meþhur bir kahramandýr ki, Þeyh-i Geylanî'nin irþadýyla dergâh-ý Ýlahîye iltica edip mertebe-i velâyete çýkmýþtýr. Dergâh-ý Ýlahîye uzatýp muhteþem bir ibâdet vaziyetini almýþlar. (Hâþiye) Oynattýrýyorlar zülüfvâri küçük dallarýný ve onunla, temaþa edenlere de lâtif þevklerini ve ulvî zevklerini ihtar ediyorlar. Aþkýn «Hay Huy» perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sâda veriyorlar.(Nüsha) Fikre þu vaziyetten þöyle bir mânâ geliyor: Mecâzî muhabbetlerin zeval elemiyle gelen aðlayýþ, hem derinden derine hazîn bir enîni ihtar ediyorlar. Mahmudlarýn, yâni Sultan Mahmud gibi mahbûbundan ayrýlmýþ bütün âþýklarýn baþlarýnda, hüzün-âlûd mahbûblarýnýn naðmesinin tarzýný iþittiriyorlar. Dünyevî sâdâlarýn ve sözlerin dinlemesinden kesilmiþ olan ölmüþlere; ezelî naðmeleri, hüzün-engiz sâdâlarý iþittiriyor gibi bir vazifesi var görünüyorlar. Ruh ise þu vaziyetten þöyle anladý ki: Eþya, tesbihat ile Sâni'-i Zülcelâl'in tecelliyat-ý esmâsýna mukabele edip, bir naz-niyaz zemzemesidir, geliyor. (Haþiye): Þehnaz-ý Çelkezî, kýrk örme saç ile meþhur bir dünya güzelidir. Nüsha: Þu nüsha mezaristandaki ardýç aðacýna bakar: Kalb ise, þu herbiri birer âyet-i mücesseme hükmünde olan þu aðaçlardan sýrr-ý tevhidi, bu i'câzýn ulüvv-ü nazmýndan okuyor. Yâni, hilkatlerinde o derece hârika bir intizâm, bir san'at, bir hikmet vardýr ki: Bütün esbâb-ý kâinat birer fâil-i muhtar farzedilse ve toplansalar taklid edemezler. Nefis ise, þu vaziyeti gördükçe; bütün rûy-i zemin, velvele-âlûd bir zelzele-i firakta yuvarlanýyor gibi gördü, bir zevk-i bâki aradý. "Dünya-perestliðin terkinde bulacaksýn" mânâsýný aldý. Akýl ise, þu zemzeme-i hayvan ve eþcardan ve demdeme-i nebat ve havadan gâyet mânidar bir intizâm-ý hilkât, bir nakþ-ý hikmet, bir hazine-i esrar buluyor. Her þey, çok cihetlerle Sâni'-i Zülcelâl'i tesbih ettiðini anlýyor. Heva-yý nefs ise þu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alýyor ki, bütün ezvak-ý mecâzîyi ona unutturup, o heva-yý nefsin hayatý olan zevk-i mecâzîyi terketmekle, bu zevk-i hakikatte ölmek istiyor. Hayal ise, görüyor; güya þu aðaçlarýn müekkel Melâikeleri içlerine girip herbir dalýnda çok neyler takýlan aðaçlarý cesed olarak giymiþler. Güya Sultan-ý Sermedî, binler ney sâdâsýyla muhteþem bir resm-i küþadda onlara onlarý giydirmiþ ki; o aðaçlar câmid, þuursuz cisim gibi deðil.. belki gâyet þuurkârane mânidar vaziyetleri gösteriyorlar. Ýþte o neyler; semâvî, ulvî bir musikîden geliyor gibi sâfî ve müessirdirler. Fikir o neylerden, baþta Mevlâna Celaleddin-i Rumî olarak bütün âþýklarýn iþittikleri elemkârane teþekkiyat-ý firaký iþitmiyor. Belki, Zât-ý Hayy-ý Kayyum'a karþý takdim edilen teþekkürat-ý Rahmâniyeyi ve tahmidat-ý Rabbâniyeyi iþitiyor. Mâdem aðaçlar, birer cesed oldu. Bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek herbiri, binler dilleri ile havanýn dokunmasýyla "Hu Hu" zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarýnýn tahiyyatýyla Sâniinin Hayy-ý Kayyum olduðunu ilân ediyorlar. Çünki bütün eþya "Lâ ilahe illa Hu" deyip, kâinatýn azîm halka-i zikrinde beraber zikrederek çalýþýyorlar. Vakit-bevakit lisan-ý istidad ile Cenâb-ý Hak'tan hukuk-u hayatýný "Ya Hak" deyip hazine-i rahmetten istiyorlar. Baþtan baþa da hayata mazhariyetleri lisanýyla "Ya Hayy" ismini zikrediyorlar. * * * [bir vakit Barla'da Çam Daðý'nda yüksek bir mevkide, gecede semânýn yüzüne baktým. Gelecek fýkralar, birden hutûr etti. Yýldýzlarýn lisan-ý hal ile konuþmalarýný hayalen iþittim gibi bu yazýldý. Nazým ve þiir bilmediðim için þiir kaidesine girmedi. Tahattur olduðu gibi yazýlmýþ. Dördüncü Mektub ile Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkýfýnýn âhirinden alýnmýþtýr.] YILDIZLARI KONUÞTURAN BÝR YILDIZNAME Dinle de yýldýzlarý þu hutbe-i þîrînine Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiþ. * * Hep beraber nutka gelmiþ, hak lisanýyla derler; "Bir Kadîr-i Zülcelâl'in haþmet-i Sultanýna * * Birer bürhân-ý nur-efþanýz vücûd-u Sânia Hem vahdete, hem kudrete þâhidleriz biz. * * Þu zeminin yüzünü yaldýzlayan Nâzenin mu'cizâtý çün melek seyranýna. * * Bu semânýn arza bakan, cennete dikkat eden Binler müdakkik gözleriz biz (Haþiye) Tûbâ-i hilkatten semâvat þýkkýna, hep kehkeþan aðsanýna Bir Cemil-i Zülcelâl'in, dest-i hikmetle takýlmýþ pek güzel meyveleriyiz biz. * * Þu semâvat ehline birer mescid-i seyyar, birer hâne-i devvar, birer ulvî âþiyâne, Birer misbah-ý nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareleriz biz. * * Bir Kadîr-i ZülKemâl'in, bir Hakîm-i Zülcelâl'in birer mu'cize-i kudret Birer hârika-i san'at-ý hâlýkane; birer nâdire-i hikmet, birer dâhiye-i Hilkat, birer nur âlemiyiz biz. * * Böyle yüzbin dil ile yüzbin bürhân gösteririz, iþittiririz insan olan insana. Kör olasý dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem iþitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz. * * Sikkemiz bir, turramýz bir, Rabbimize müsahharýz. Müsebbihiz, zikrederiz abîdane. Kehkeþanýn halka-i kübrâsýna mensub birer meczublarýz biz." dediklerini hayalen dinledim. * * * ____________________________ (Haþiye): Yâni Cennet çiçeklerinin fidanlýk ve mezraacýðý olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizât-ý kudret teþhir edildiðinden; Semâvat âlemindeki melâikeler o mu'cizâtý, o hârikalarý temaþa ettikleri gibi, ecram-ý semâviyenin gözleri hükmünde olan yýldýzlar dahi, güya melâikeler gibi zemin yüzündeki nâzenin masnuatý gördükçe Cennet âlemine bakýyorlar. O muvakkat hârikalarý bâki bir Sûrette Cennet'te dahi müþahede ediyorlar gibi bir zemine, bir Cennet'e bakýyorlar. Yâni o iki âleme nezaretleri var demektir. Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts