el-dumano Posted January 29, 2007 Share Posted January 29, 2007 15. Söz "And olsun ki, dünya semasini Biz Kandillerle süsledik ve seytanlar icin o kandilleri birer tas yaptik." Mülk Süresi, 67:5 Ey kozmoðrafyanýn ruhsuz mes'eleleriyle zihni darlaþan ve aklý gözüne inen ve þu âyetin azametli sýrrýný, o sýkýþmýþ zihninde yerleþtiremeyen mektebli efendi! Þu âyetin semasýna yedi basamaklý bir merdivenle çýkýlabilir. Gel, beraber çýkacaðýz! Birinci Basamak: Hakikat ve hikmet ister ki: Zemin gibi, semavatýn da kendine münasib sekeneleri bulunsun. Lisan-ý þer'îde o ecnas-ý muhtelifeye, melaike ve ruhaniyat tesmiye edilir. Evet, hakikat öyle iktiza eder. Zira zemin küçüklüðü ve hakaretiyle beraber, zîhayat ve zîþuur mahluklardan doldurulmasý ve arasýra boþaltýlýp yeniden zîþuurlarla þenlendirilmesi iþaret eder, belki tasrih eder ki: Þu muhteþem burçlar sahibi, müzeyyen kasýrlar hükmünde olan semavat dahi, zîþuur ve zevil-idrak mahluklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi, þu âlem sarayýnýn seyircileri ve þu kâinat kitabýnýn mütalaacýlarý ve þu saltanat-ý rububiyetin dellâllarýdýrlar. Çünki kâinatý hadd ü hesaba gelmeyen tezyinat ve mehasin ve nukuþ ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedahe mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzarýný ister. Evet, hüsün elbette bir âþýk ister; taam ise, aç olana verilir. Halbuki ins ve cin, þu nihayetsiz vazifeye, þu haþmetli nezarete ve þu vüs'atli ubudiyete karþý milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibadata, nihayetsiz melaike enva'ý ve ruhaniyat ecnasý lâzýmdýr. Bazý rivayatýn iþaratýyla ve intizam-ý âlemin hikmetiyle denilebilir ki: Bir kýsým ecsam-ý seyyare, seyyarattan tut tâ katarata kadar, bir kýsým melaikenin merakibidirler. Onlar bunlara izn-i Ýlahî ile binerler, âlem-i þehadeti seyredip gezerler. Hem denilebilir ki, bir kýsým ecsam-ý hayvaniye, hadîste "Tuyurun Hudrun" tesmiye edilen cennet kuþlarýndan tut, tâ sineklere kadar bir cins ervahýn tayyareleridirler. Onlar, bunlarýn içine emr-i Hak ile girerler, âlem-i cismaniyatý seyran edip o cesedlerdeki hasselerin pencereleriyle, cismanî mu'cizat-ý fýtratý temaþa ederler. Elbette kesafetli topraktan ve küduretli sudan mütemadiyen letafetli hayatý ve nuraniyetli zevil-idraki halkeden Hâlýk'ýn, elbette ruha ve hayata münasib þu nur denizinden ve hattâ zulmet bahrinden bir kýsým zîþuur mahluklarý vardýr. Hem çok kesretli olarak vardýr. Melaike ve ruhaniyatýn vücudlarýna dair "Nokta" namýnda bir risalemde ve Yirmidokuzuncu Söz'de iki kerre iki dört eder derecesinde bir kat'iyyetle isbat edilmiþtir. Eðer istersen ona müracaat et. Ýkinci Basamak: Zemin ile gökler, bir hükûmetin iki memleketi gibi birbirine alâkadardýrlar. Ortalarýnda ehemmiyetli irtibat ve mühim muameleler vardýr. Zemine lâzým olan ziya, hararet ve bereket ve rahmet gibi þeyler semadan geliyor, yani gönderiliyor. Vahye istinad eden bütün edyan-ý semaviyenin icmaý ile ve þuhuda istinad eden bütün ehl-i keþfin tevatürüyle, melaike ve ervah semadan zemine geliyorlar. Bundan, hisse karib bir hads-i kat'î ile bilinir ki: Sekene-i arz için, semaya çýkmak için bir yol vardýr. Evet nasýl herkesin akýl ve hayal ve nazarý her vakit semaya gider. Öyle de: Aðýrlýklarýný býrakan ervah-ý enbiya ve evliya veya cesedlerini çýkaran ervah-ý emvat, izn-i Ýlahî ile oraya giderler. Madem hýffet ve letafet bulanlar oraya giderler. Elbette cesed-i misalî giyen ve ervah gibi hafif ve latif bir kýsým sekene-i arz ve hava, semaya gidebilirler. Üçüncü Basamak: Semanýn sükût ve sükûneti ve intizam ve ýttýradý ve vüs'at ve nuraniyeti gösterir ki: Sekenesi, zeminin sekenesi gibi deðiller; belki bütün ahalisi muti'dirler. Ne emrolunsa onu iþlerler. Müzahame ve münakaþayý îcab edecek bir sebeb yoktur. Zira memleket geniþ, fýtratlarý safi, kendileri masum, makamlarý sabittir. Evet zeminde ezdad içtima etmiþ, eþrar ahyara karýþmýþ, içlerinde münakaþat baþlamýþ; o sebebden ihtilafat ve ýzdýrabat düþmüþ ve ondan imtihanat ve müsabakat teklif edilmiþ ve ondan terakkiyat ve tedenniyat çýkmýþ. Þu hakikatýn hikmeti þudur ki: Beþer, þecere-i hilkatin en son cüz'ü olan meyvesidir. Malûmdur ki, bir þeyin semeresi en uzak, en cem'iyetli, en nazik, en ehemmiyetli cüz'üdür. Ýþte bunun için semere-i âlem olan insan en câmi', en bedi', en âciz, en zaîf ve en latif bir mu'cize-i kudret olduðundan, beþiði ve meskeni olan zemin, âsumana nisbeten maddeten küçüklüðüyle ve hakaretiyle beraber manen ve san'aten bütün kâinatýn kalbi, merkezi, bütün mu'cizat-ý san'atýn meþheri, sergisi ve bütün tecelliyat-ý esmasýnýn mazharý, nokta-i mihrakýyesi ve nihayetsiz faaliyet-i Rabbaniyenin mahþeri ve ma'kesi ve hadsiz Hallakýyet-i Ýlahiyenin, hususan nebatat ve hayvanatýn kesretli enva'-ý sagiresinde, cevvadane icadýn medar ve çarþýsý; ve pek geniþ âhiret âlemlerindeki masnuatýn küçük mikyasta nümunegâhý ve mensucat-ý ebediyenin sür'atle iþleyen tezgâhý ve menazýr-ý sermediyenin sür'atle deðiþen taklidgâhý ve besatîn-i daimenin tohumcuklarýna sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraasý ve terbiyegâhý olmuþtur. Ýþte arzýn [glow=red,2,400](Haþiye)[/glow] bu azamet-i maneviyesinden ve ehemmiyet-i san'aviyesindendir ki, Kur'an-ý Hakîm, semavata nisbeten, büyük bir aðacýn küçük bir meyvesi hükmünde olan arzý, bütün semavata denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatý bir kefede koyuyor. Mükerreren "Göklerin ve yerin Rabbi." Ra'd Süresi, 13:16 der. Hem arzýn þu mezkûr hikmetlerden neþ'et eden sür'atli tahavvülü ve devamlý tegayyürü iktiza eder ki; sekenesi de ona göre mazhar-ý tahavvülat olsun. Hem þu mahdud arz, hadsiz mu'cizat-ý kudrete mazhar olduðundandýr ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarýna, sair zîhayatlar gibi fýtrî bir had ve hulkî bir kayýt konulmadýðý için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuþtur. Enbiyadan, evliyadan tut, tâ nemrudlara, tâ þeytanlara kadar uzun bir meydan-ý imtihanlarý peyda olmuþtur. Madem öyledir, elbette firavunlaþmýþ þeytanlar, hadsiz þeraretiyle semaya ve ehline taþ atacaklar. [glow=red,2,400](Haþiye): [/glow] Evet, küre-i arz küçüklüðüyle beraber semavata karþý gelebilir. Çünki nasýlki daimî bir çeþme, vâridatsýz büyük bir gölden daha büyük denilebilir. Hem bir ölçek ile bir þey ölçerek baþka yere nakledilen ve onun elinden geçmiþ ve ona girmiþ çýkmýþ bir mahsulâtla, zahiren binler defa ölçekten büyük ve dað gibi bir cisimle o ölçek müvazeneye çýkabilir. Aynen öyle de: Küre-i arz, Cenab-ý Hak onu san'atýna bir meþher ve icadýna bir mahþer ve hikmetine medar ve kudretine mazhar ve rahmetine mezher ve Cennetine mezraa ve hadsiz kâinata ve mahlukat âlemlerine ölçek ve mazi denizlerine ve gayb âlemine akacak bir çeþme hükmünde icad etmiþ. Her sene kat kat ve katmerli yüzbin tarzda, masnuattan dokunmuþ gömleklerini deðiþtirdiði ve çok defa dolup maziye boþaltarak gayb âlemine döktüðü bütün o müteceddid âlemleri ve arzýn müteaddid gömleklerini nazara al; yani, bütün mazisini hazýr farzet. Sonra yeknesak ve bir derece basit semavata karþý müvazene et. Göreceksin ki: Arz, ziyade gelmezse, noksan da kalmaz. Dördüncü Basamak: Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâlýký olan Zât-ý Zülcelal'in, ahkâmlarý ayrý ayrý pek çok namlarý ve ünvanlarý ve esma-i hüsnasý vardýr. Meselâ: Ashab-ý Nebi safýnda küffara karþý muharebe etmek için melaikeleri göndermesini iktiza eden hangi isim ve ünvan ise, o isim ve ünvan iktiza eder ki, melaike ile þeyatîn ortasýnda muharebe bulunsun ve ahyar-ý semaviyyîn ve eþrar-ý arzîn mabeynlerinde mübareze olsun. Evet küffarýn nüfus ve enfaslarý kabza-i kudretinde olan Kadîr-i Zülcelal, bir emir ile, bir sayha ile onlarý mahvetmiyor. Rububiyet-i âmme ünvanýyla, Hakîm ve Müdebbir ismiyle bir meydan-ý imtihan ve mübareze açýyor. Temsilde hata olmasýn, görüyoruz ki: Nasýlki bir padiþahýn daire-i hükûmeti itibariyle ayrý ayrý pek çok ünvanlarý, isimleri bulunur. Meselâ: Daire-i adliye onu "Hâkim-i Âdil" namýyla yâd eder. Daire-i askeriye onu "Kumandan-ý A'zam" namýyla bilir. Daire-i meþihat onu "Halife" ismiyle zikreder. Daire-i mülkiye onu "Sultan" namýyla tanýr. Muti' ahali ona "Merhametkâr Padiþah" derler. Âsi insanlar ona "Kahhar Hâkim" derler. Daha bunlara kýyas et. Ýþte bazý vakit oluyor ki, bütün ahali onun elinde olan o padiþah-ý âlî; âciz, zelil bir âsiyi bir emir ile i'dam etmiyor. Belki Hâkim-i Âdil ismiyle onu mahkemeye gönderir. Hem muktedir, hem sadýk bir memurunu taltife liyakatýný biliyor. Fakat hususî ilmiyle, hususî telefonuyla onu taltif etmiyor. Belki haþmet-i saltanat ve tedbir-i hükûmet ünvanýyla mükâfata istihkakýný teþhir etmek için bir meydan-ý müsabaka açar; vezirine emreder, ahaliyi temaþaya davet eder. Bir istikbal-i siyasî yaptýrýr. Muhteþem bir imtihan-ý ulvî neticesinde bir mecma-ý âlîde onu taltif eder. Liyakatýný ilân eder. Daha baþka cihetleri bunlara kýyas et. Ýþte "En yüce sifatlar Allah'a mahsustur." Nahl Süresi, 16:60 ezel ve ebed sultanýnýn pek çok esma-i hüsnasý vardýr. Tecelliyat-ý celaliye ve tezahürat-ý cemaliye ile pek çok þuunatý ve ünvanlarý vardýr. Nur ve zulmet, yaz ve kýþ, Cennet ve Cehennem'in vücudunu iktiza eden isim ve ünvan ve þe'n ise; kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler... Kalb etrafýndaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkýnda melaike ve þeytanlarýn mübarezesine kadar o kanunun þümulünü iktiza eder. Beþinci Basamak: Madem arzdan semaya gidip gelmek var. Semadan arza inip çýkmak oluyor. Ehemmiyetli levazýmat-ý arziye, oradan gönderiliyor ve madem ervah-ý tayyibeler semaya gidiyorlar. Elbette ervah-ý habise dahi, ahyarý takliden semavat memleketine gitmeðe teþebbüs edecekler. Çünki vücudça letafet ve hýffetleri var. Hem þübhesiz tard ve reddedilecekler. Çünki mahiyetçe þeraret ve nühusetleri vardýr. Hem bilâþek velâ þübhe, þu muamele-i mühimmenin ve þu mübareze-i maneviyenin âlem-i þehadette bir alâmeti, bir iþareti bulunacaktýr. Çünki saltanat-ý rububiyetin hikmeti iktiza eder ki: Zîþuur için, bahusus en mühim vazifesi müþahede ve þehadet ve dellâllýk ve nezaret olan insan için tasarrufat-ý gaybiyenin mühimlerine bir iþaret koysun, birer alâmet býraksýn. Nasýlki nihayetsiz bahar mu'cizatýna yaðmuru iþaret koymuþ ve havarik-ý san'atýna esbab-ý zahiriyeyi alâmet etmiþ. Tâ, âlem-i þehadet ehlini iþhad etsin. Belki o acib temaþaya, umum ehl-i semavat ve sekene-i arzýn enzar-ý dikkatlerini celbetsin. Yani o koca semavatý, etrafýnda nöbettarlar dizilmiþ, burçlarý tezyin edilmiþ bir kal'a hükmünde, bir þehir suretinde gösterip haþmet-i rububiyetini tefekkür ettirsin. Madem þu mübareze-i ulviyenin ilâný, hikmeten lâzýmdýr. Elbette ona bir iþaret vardýr. Halbuki hâdisat-ý cevviye ve semaviye içinde þu ilâna münasib hiçbir hâdise görünmüyor. Bundan daha ensebi yoktur. Zira yüksek kalelerin muhkem burçlarýndan atýlan mancýnýklar ve iþaret fiþeklerine benzeyen þu hâdisat-ý necmiye, bu recm-i þeytana ne kadar enseb düþtüðü bedaheten anlaþýlýr. Halbuki þu hâdisenin, bu hikmetten ve þu gayeden baþka ona münasib bir hikmeti bilinmiyor. Sair hâdisat öyle deðil. Hem þu hikmet, zaman-ý Âdem'den beri meþhurdur ve ehl-i hakikat için meþhuddur. Altýncý Basamak: Beþer ve cin, nihayetsiz þerre ve cühuda müstaid olduklarýndan, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuðyan yaparlar. Ýþte bunun için Kur'an-ý Kerim, öyle i'cazkâr bir belâgatla ve öyle âlî ve bahir üslûblarla ve öyle gâlî ve zahir temsiller ve mesellerle ins ve cinni isyandan ve tuðyandan zecreder ki; kâinatý titretir. Meselâ: Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çýkýnýz, meseline iþaret eden "Ey cinler ve insanlar toplulugu! Eger göklerin ve yerin sinirlarindan cikip gitmeye gücünüz yeterse, haydi, cikin. Fakat Allah'in verecegi bir kuvvet olmadan cikamazsiniz. Artik Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edersiniz? Üzerinize saf atesten bir alevle bakir gibi kizil bir duman Salinir da, birbirinize hicbir yardiminiz da dokunmaz." Rahman Süresi, 55:33-35 âyetindeki azametli inzara ve dehþetli tehdide ve þiddetli zecre dikkat et. Nasýl, ins ve cinnin gayet maðrurane temerrüdlerini, gayet mu'cizane bir belâgatla kýrar. Aczlerini ilân eder. Saltanat-ý rububiyetin geniþliði ve azameti nisbetinde ne kadar âciz ve bîçare olduklarýný gösterir. Güya þu âyetle, hem "...Onlari (yildizlari) seytanlara atilan mermiler yaptik." Mülk Süresi, 67:5 âyetiyle böyle diyor ki: "Ey hakareti içinde maðrur ve mütemerrid ve ey za'f ve fakrý içinde serkeþ ve muannid olan cin ve ins! Nasýl cesaret edersiniz ki isyanýnýzla öyle bir Sultan-ý Zîþan'ýn evamirine karþý geliyorsunuz ki; yýldýzlar, aylar, güneþler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuðyanýnýzla öyle bir Hâkim-i Zülcelal'e karþý mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli muti' askerleri var; faraza þeytanlarýnýz dayanabilseler, onlarý dað gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranýnýzla öyle bir Mâlik-i Zülcelal'in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibadýndan ve cünudundan öyleleri var ki, deðil sizin gibi küçücük âciz mahluklarý, belki farz-ý muhal olarak dað ve arz büyüklüðünde birer adüvv-ü kâfir olsaydýnýz, arz ve dað büyüklüðünde yýldýzlarý, ateþli demirleri, þüvazlý nühaslarý size atabilirler, sizi daðýtýrlar. Hem öyle bir kanunu kýrýyorsunuz ki, o kanun ile öyleler baðlýdýr, eðer lüzum olsa, arzýnýzý yüzünüze çarpar. Gülleler gibi küreniz misillü yýldýzlarý üstünüze yaðdýrabilirler." Evet Kur'anda bazý mühim tahþidat vardýr ki, düþmanlarýn kuvvetli olduðundan ileri gelmiyor. Belki haþmetin izharý ve düþman þenaatinin teþhiri gibi sebeblerden ileri geliyor. Hem bazan kemal-i intizamý ve nihayet adli ve gayet hilmi ve kuvvet-i hikmeti göstermek için, en büyük ve kuvvetli esbabý, en küçük ve zaîf bir þeye karþý tahþid eder ve üstünde tutar; düþürtmez, tecavüz ettirmez. Meselâ þu âyete bak: "Eger (siz iki hanim) Peygambere karsi birbirinize arka cikarsaniz, süphesiz ki onun dostu Allah'tir, Cebrail'dir ve salih mü'minlerdir. Üstelik melekler de onun yardimcisidir." Tahrim Süresi, 66:4 Ne kadar Nebi hakkýna hürmet ve ne kadar ezvacýn hukukuna merhamet var. Þu mühim tahþidat, yalnýz hürmet-i Nebinin azametini ve iki zaîfenin þekvalarýnýn ehemmiyetini ve haklarýnýn riayetini, rahîmane ifade etmek içindir. Yedinci Basamak: Melekler ve semekler gibi, yýldýzlarýn dahi gayet muhtelif efradlarý vardýr. Bir kýsmý nihayet küçük, bir kýsmý gayet büyüktür. Hattâ gök yüzünde her parlayana yýldýz denilir. Ýþte bu yýldýz cinsinden bir nev'i de, nazenin sema yüzünün murassa zînetleri ve o aðacýn münevver meyveleri ve o denizin müsebbih balýklarý hükmünde, Fâtýr-ý Zülcelal, Sâni'-i Zülcemal onlarý yaratmýþ ve meleklerine mesireler, binekler, menziller yapmýþtýr ve yýldýzlarýn küçük bir nev'ini de, þeyatînin recmine âlet etmiþ. Ýþte bu recm-i þeyatîn için atýlan þahablarýn üç manasý olabilir: Birincisi: Kanun-u mübareze, en geniþ dairede dahi cereyan ettiðine remz ve alâmettir. Ýkincisi: Semavatta hüþyar nöbettarlar, muti' sekeneler var. Arzlý þerirlerin ihtilatýndan ve istima'larýndan hoþlanmayan cünudullah bulunduðuna ilân ve iþarettir. Üçüncüsü: Müzahrefat-ý arziyenin mümessilât-ý habiseleri olan casus þeytanlarý, temiz ve temizlerin meskeni olan semayý telvis etmemek ve nüfus-u habise hesabýna tecessüs ettirmemek için, edebsiz casuslarý korkutmak için atýlan mancýnýklar ve iþaret fiþekleri misillü, o þeytanlarý ebvab-ý semadan o þahablarla red ve tarddýr. Ýþte yýldýz böceði hükmünde olan kafa fenerine itimad eden ve Kur'an güneþinden gözünü yuman kozmoðrafyacý efendi! Þu yedi basamaklarda iþaret edilen hakikatlara birden bak. Gözünü aç, kafa fenerini býrak, gündüz gibi i'caz ýþýðý içinde þu âyetin manasýný gör!. O âyetin semasýndan bir hakikat yýldýzý al, senin baþýndaki þeytana at, kendi þeytanýný recmet!.. Biz dahi etmeliyiz ve "Ey Rabbim, seytanlarin yanimda bulunmasindan, Sana siginirim." Mü'minun Suresi, 23:98 beraber demeliyiz. "Tam ve kesin delil ve herseyde acik ve kat'i sekilde eserleri görünen hikmet Allah'indir." En'am Süresi, 6:149 "Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ögrettiginden baska bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmetli herseyi kusatan Alim-i Hakimsin." Bakara Suresi, 2:32 * * * Link to comment Share on other sites More sharing options...
el-dumano Posted April 9, 2008 Author Share Posted April 9, 2008 Onbeþinci Sözün Zeyli ( Yirmialtýncý Mektub'un Birinci Mebhasý) Hüccet-ül Kur'an Aleþþeytan ve Hizbihî... Ýblisi ilzam, þeytaný ifham, ehl-i tuðyaný iskât eden «Birinci Mebhas:» bîtarâfâne muhakeme içinde þeytanýn müdhiþ bir desisesini kat'î bir Sûrette reddeden bir vakýadýr. O vakýanýn mücmel bir kýsmýný on sene evvel lemaât'ta yazmýþtým. Þöyle ki: Bu risalenin te'lifinden onbir sene evvel Ramazan-ý Þerifte Ýstanbul'da Bayezid Câmi-i Þerifinde hâfýzlarý dinliyordum. Birden þahsýný görmedim, fakat mânevî bir ses iþittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim, baktým ki bana der: -«Sen Kur'aný pek âlî, çok parlak görüyorsun. Bîtarâfâne muhakeme et, öyle bak. Yâni bir beþer kelâmý farzet bak... Acaba o meziyetleri, o zînetleri görecek misin?» dedi. Hakikaten ben de ona aldandým. Beþer kelâmý farzedip, öyle baktým. Gördüm ki: Nasýl Bayezid'in elektrik düðmesi çevrilip söndürülünce ortalýk karanlýða düþer. Öyle de o farz ile Kur'anýn parlak ýþýklarý gizlenmeðe sh: » (S: 191) baþladý. O vakit anladým ki, benim ile konuþan þeytandýr. Beni vartaya yuvarlandýrýyor. Kur'andan istimdad ettim. Birden bir nur kalbime geldi. Müdafaaya kat'î bir kuvvet verdi. O vakit þöylece þeytana karþý münazara baþladý. Dedim: -Ey þeytan! Bîtarâfâne muhakeme, iki taraf ortasýnda bir vaziyettir. Halbuki hem senin, hem insandaki senin þâkirdlerin, dediðiniz bîtarâfâne muhakeme ise; taraf-ý muhalifi iltizâmdýr, bîtaraflýk deðildir. Muvakkaten bir dinsizliktir. Çünki: Kur'ana kelâm-ý beþer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, þýkk-ý muhalifi esâs tutmaktýr. Bâtýlý iltizâmdýr, bîtarâfâne muhakeme deðildir, belki bâtýla tarafgirliktir. Þeytan dedi ki: -Öyle ise ne Allah'ýn kelâmý, ne de beþerin kelâmý deme. Ortada farzet, bak.Ben dedim: -O da olamaz. Çünki münâzaun-fîh bir mal bulunsa, eðer iki müddeî birbirine yakýn ise ve kurbiyet-i mekân varsa; o vakit o mal, ikisinden baþka birinin elinde veya ikisinin elleri yetiþecek bir Sûrette bir yere býrakýlacak. Hangisi isbat etse o alýr. Eðer o iki müddeî birbirinden gâyet uzak, biri maþrýkta, biri maðribde ise; o vakit kaideten sahib-ül yed kim ise onun elinde býrakýlacaktýr. Çünki ortada býrakmak kabil deðildir. Ýþte Kur'an kýymettar bir maldýr. Beþer kelâmý Cenâb-ý Hakk'ýn kelâmýndan ne kadar uzaksa, o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktýr. Ýþte, seradan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasýnda býrakmak mümkün deðildir. Hem ortasý yoktur. Çünki vücud ve adem gibi ve iki nakýzeyn gibi iki zýddýrlar. Ortasý olamaz. Öyle ise, Kur'an için sahib-ül yed, taraf-ý Ýlâhîdir. Öyle ise, onun elinde kabûl edilip, öylece delâil-i isbata bakýlacak. Eðer öteki taraf onun Kelâmullah olduðuna dair bütün bürhânlarý birer birer çürütse, elini ona uzatabilir. Yoksa uzatamaz. Heyhat! Binler berahin-i kat'iyenin mýhlarýyla Arþ-ý âzam'a çakýlan bu muazzam pýrlantayý hangi el bütün o mýhlarý söküp, o direkleri kesip onu düþürebilir? Ýþte ey þeytan! Senin raðmýna ehl-i hak ve insaf bu Sûretteki hakikatlý muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ en küçük bir delilde dahi Kur'ana karþý îmanýný ziyadeleþtirirler. Senin ve þâkirdlerinin gösterdiði yol ise: Bir kere beþer kelâmý farzedilse, yâni Arþ'a baðlanan o muazzam pýrlanta yere atýlsa; bütün mýhlarýn kuvvetinde ve çok bürhânlarýn metânetinde birtek bürhân lâzým ki, onu yer- sh: » (S: 192) den kaldýrýp arþ-ý mânevîye çaksýn... Tâ küfrün zulümatýndan kurtulup, îmanýn envarýna eriþsin. Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için senin desisen ile þu zamanda, bîtarâfâne muhakeme Sûreti altýnda çoklarý îmanýný kaybediyorlar. Þeytan döndü ve dedi: Kur'an beþer kelâmýna benziyor. Onlarýn muhaveresi tarzýndadýr. Demek, beþer kelâmýdýr. Eðer Allah'ýn kelâmý olsa; ona yakýþacak, her cihetçe hârikulâde bir tarzý olacaktý. Onun san'atý nasýl beþer san'atýna benzemiyor, kelâmý da benzememeli? Cevaben dedim: -Nasýlki Peygamberimiz (A.S.M.) mu'cizâtýndan ve hasaisinden baþka, ef'al ve ahvâl ve etvârýnda beþeriyette kalýp, beþer gibi âdet-i Ýlâhiyyeye ve evâmir-i tekviniyesine münkad ve mutî' olmuþ. O da soðuk çeker, elem çeker ve hâkezâ... Herbir ahvâl ve etvârýnda hârikulâde bir vaziyet verilmemiþ. Tâ ki ümmetine ef'aliyle îmam olsun, etvârýyla rehber olsun, umum harekâtýyla ders versin. Eðer her etvârýnda hârikulâde olsa idi, bizzât her cihetçe imam olamazdý. Herkese mürþid-i mutlak olamazdý. Bütün ahvâliyle Rahmeten lil-âlemîn olamazdý. Aynen öyle de: Kur'an-ý Hakîm ehl-i þuura îmamdýr, cin ve inse mürþiddir, ehl-i kemâle rehberdir, ehl-i hakikata muallimdir. Öyle ise, beþerin muhâveratý ve üslûbu tarzýnda olmak zarurî ve kat'îdir. Çünki cin ve ins münacatýný ondan alýyor, duâsýný ondan öðreniyor, mesâilini onun lisanýyla zikrediyor, edeb-i muaþeretini ondan taallüm ediyor ve hâkezâ... Herkes onu merci yapýyor. Öyle ise, eðer Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm'ýn Tur-i Sina'da iþittiði Kelâmullah tarzýnda olsa idi, beþer bunu dinlemekte, iþitmekte tahammül edemezdi ve merci' edemezdi. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi bir ulül-azm, ancak birkaç kelâmý iþitmeye tahammül etmiþtir. Mûsâ Aleyhisselâm demiþ: Þeytan döndü, yine dedi ki: Kur'anýn mesâili gibi çok zâtlar o çeþit mes'eleleri din namýna söylüyorlar. Onun için, bir beþer, din namýna böyle bir þey yapmak mümkün deðil mi? sh: » (S: 193) Cevaben Kur'anýn nuruyla dedim ki: Evvelâ, dindar bir adam din muhabbeti için "Hak böyledir. Hakikat budur. Allah'ýn emri böyledir" der. Yoksa, Allah'ý kendi keyfine konuþturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah'ýn taklidini yapýp, onun yerinde konuþmaz. düsturundan titrer. Ve sâniyen, bir beþer kendi baþýna böyle yapmasý ve muvaffak olmasý hiçbir cihetle mümkün deðildir. Belki, yüz derece muhaldir. Çünki birbirine yakýn zâtlar birbirini taklid edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin Sûretine girebilirler. Mertebece birbirine yakýn zatlar birbirini taklid edebilirler. Muvakkaten insanlarý iðfal ederler, fakat daimî iðfal edemezler. Çünki ehl-i dikkat nazarýnda alâküllihal etvâr ve ahvâli içindeki tasannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârlýðýný gösterecek, hilesi devam etmeyecek. Eðer sahtekârlýkla taklide çalýþan; ötekinden gâyet uzaksa, meselâ âdi bir adam, Ýbn-i Sina gibi bir dâhîyi ilimde taklid etmek istese ve bir çoban bir padiþahýn vaziyetini takýnsa elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendi maskara olacak. Herbir hali baðýracak ki: Bu sahtekârdýr. Ýþte, hâþâ yüzbin defa hâþâ!.. Kur'an, beþer kelâmý farzedildiði vakit: Nasýl bir yýldýz böceði bin sene tekellüfsüz hakikî bir yýldýz olarak rasad ehline görünsün.. hem bir sinek bir sene tamamen tavus Sûretini tasannu'suz, temaþa ehline göstersin.. hem sahtekâr, âmi bir nefer; namdar, âlî bir müþirin tavrýný takýnsýn, makamýnda otursun, çok zaman öyle kalsýn, hilesini ihsas etmesin.. hem müfteri, itikadsýz bir adam; müddet-i ömründe daima en sâdýk, en emin, en mu'tekid bir zâtýn keyfiyetini ve vaziyetini en müdakkik nazarlara karþý telaþsýz göstersin, dâhîlerin nazarýnda tasannu'u saklansýn? Bu ise yüz derece muhaldir, ona hiçbir zîakýl mümkün diyemez ve öyle de farzetmek dahi, bedihî bir muhali vâki farzetmek gibi bir hezeyandýr. Aynen öyle de, Kur'aný kelâm-ý beþer farzetmek; lâzým gelir ki: Âlem-i Ýslâm'ýn semâsýnda bilmüþahede pek parlak ve daima envar-ý hakaiki neþreden bir yýldýz-ý hakikat, belki bir þems-i Kemâlât telakki edilen Kitab-ý Mübin'in mahiyeti; hâþâ bir yýldýz böceði hükmünde tasannu'cu bir beþerin hurafatlý bir düzmesi olsun ve en ya- sh: » (S: 194) kýnýnda olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkýnda bulunmasýn ve onu daima âlî ve menba-ý hakaik bir yýldýz bilsin. Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, sen ey þeytan yüz derece þeytaniyette ileri gitsen buna imkân verdiremezsin, bozulmamýþ hiçbir aklý kandýramazsýn! Yalnýz mânen pek uzaktan baktýrmakla aldatýyorsun! Yýldýzý, yýldýz böceði gibi böyle küçük gösteriyorsun. Sâlisen: Hem Kur'aný beþer kelâmý farzetmek, lâzýmgelir ki; âsârýyla, tesiratýyla, netâiciyle âlem-i insâniyetin bilmüþahede en ruhlu ve hayat-feþan, en hakikatlý ve saadet-resan, en cem'iyetli ve mu'cizBeyân, âlî meziyetleriyle yaldýzlý bir Furkan'ýn gizli hakikatý; hâþâ muavenetsiz, ilimsiz birtek insanýn sahtekâr, âdi fikrinin tasannuatý olsun ve yakýnýnda onu temaþa eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehalar onda hiçbir zaman hiçbir cihette sahtekârlýk ve tasannu' eserini görmesin.. daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlasý bulsun! Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, bütün ahvâliyle, akvaliyle, harekâtýyla bütün hayatýnda emaneti, îmaný, emniyeti, ihlasý, ciddiyeti, istikameti gösteren ve ders veren ve sýddýkînleri yetiþtiren en yüksek, en parlak, en âlî haslet telakki edilen ve kabûl edilen bir zâtý; en emniyetsiz, en ihlassýz, en itikadsýz farzetmekle, muzaaf bir muhali vâki görmek gibi þeytaný dahi utandýracak bir hezeyan-ý küfrîdir. Çünki þu mes'elenin ortasý yoktur. Zira farz-ý muhal olarak Kur'an Kelâmullah olmazsa, arþtan ferþe düþer gibi sukut eder. Ortada kalmaz. Mecma-i hakaik iken, menba-ý hurafat olur ve o hârika fermaný gösteren zât, hâþâ sümme hâþâ eðer Resulullah olmazsa; a'lâ-yý illiyyînden esfel-i safilîne sukut etmek ve menba-ý Kemâlât derecesinden maden-i desais makamýna düþmek lâzýmgelir. Ortada kalamaz. Zira Allah namýna iftira eden, yalan söyleyen en edna bir dereceye düþer. Bir sineði, daimî bir Sûrette tavus görmek ve tavusun büyük evsafýný onda her vakit müþahede etmek ne kadar muhal ise, þu mes'ele de öyle muhaldir. Fýtraten akýlsýz, sarhoþ bir divane lâzým ki, buna ihtimal versin. Râbian: Hem Kur'aný kelâm-ý beþer farzetmek lâzýmgelir ki; Benî Âdem'in en büyük ve muhteþem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) mukaddes kumandaný olan Kur'an, bilmüþahede kuvvetli kanunlarýyla, esâslý düsturlarýyla, nafiz emirleriyle o pek büyük orduyu, iki cihaný fethedecek bir derecede bir intizâm verdiði ve bir inzibat altýna aldýðý ve maddî-mânevî teçhiz ettiði ve sh: » (S: 195) umum o efradýn derecatýna göre akýllarýný tâlim ve kalblerini terbiye ve ruhlarýný teshir ve vicdanlarýný tathir, âza ve cevarihlerini istimal ve istihdam ettiði halde; hâþâ, yüzbin defa hâþâ kuvvetsiz, kýymetsiz, asýlsýz bir düzme farzedip yüz derece muhali kabûl etmek lâzým gelmekle beraber.. müddet-i hayatýnda ciddî harekâtýyla Hakk'ýn kanunlarýný Benî Âdem'e ders veren ve samimî ef'aliyle hakikatýn düsturlarýný beþere tâlim eden ve hâlis ve makul akvaliyle istikametin ve saadetin usûllerini gösteren ve tesis eden ve bütün tarihçe-i hayatýnýn þehadetiyle Allah'ýn azabýndan çok havf eden ve herkesten ziyade Allah'ý bilen ve bildiren ve nev'-i beþerin beþten birisine ve küre-i arzýn yarýsýna bin üçyüzelli sene Kemâl-i haþmetle kumandanlýk eden ve cihaný velveleye veren ve þöhretþiar þuunatýyla nev'-i beþerin belki kâinatýn elhak medâr-ý fahri olan bir zâtý; hâþâ yüzbin defa hâþâ sahtekâr, Allah'tan korkmaz ve bilmez ve haysiyetini tanýmaz, insaniyyetin âdi derecesinde farzetmekle yüz derece muhali birden irtikâb etmek lâzým gelir. Çünki þu mes'elenin ortasý yoktur. Zira farz-ý muhal olarak Kur'an Kelâmullah olmazsa; arþtan düþse, orta yerde kalamaz. Belki yerde en yalancý birinin malý olduðunu kabûl etmek lâzýmgelir. Bu ise ey þeytan, yüz derece sen katmerli bir þeytan olsan bozulmamýþ hiçbir aklý kandýramazsýn ve çürümemiþ hiçbir kalbi ikna edemezsin. Þeytan döndü, dedi: Nasýl kandýramam? Ekser insanlara ve insanýn meþhur âkýllerine Kur'aný ve Muhammed'i inkâr ettirdim. Elcevap: Evvelâ, gâyet uzak mesâfeden bakýlsa, en büyük þey, en küçük þey gibi görünebilir. Bir yýldýz, bir mum kadardýr denilebilir. Sâniyen: Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakýlsa, gâyet muhal bir þey, mümkün görünebilir. Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semâya bakmýþ. Gözüne bir beyaz kýl inmiþ. O kýlý Ay zannetmiþ. "Ay'ý gördüm" demiþ. Ýþte muhaldir ki; hilâl, o beyaz kýl olsun. Fakat kasden ve bizzât Ay'a baktýðý ve o saçý tebeî ve dolayýsýyla ve ikinci derecede göründüðü için o muhali mümkün telakki etmiþ. Sâlisen: Hem kabûl etmemek baþkadýr, inkâr etmek baþkadýr. Adem-i kabûl bir lâkaydlýktýr, bir göz kapamaktýr ve câhilane bir hükümsüzlüktür. Bu Sûrette çok muhal þeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklý onlarla uðraþmaz. Amma inkâr ise; o adem-i sh: » (S: 196) kabûl deðil, belki o kabûl-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklý hareket etmeye mecburdur. O halde senin gibi bir þeytan onun aklýný elinden alýr. Sonra inkârý ona yutturur. Hem ey þeytan! Bâtýlý hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inad ve muðalata ve mükâbere ve iðfal ve görenek gibi þeytanî desiselerle, çok muhalâtý intaç eden inkâr ve küfrü o bedbaht insan Sûretindeki hayvanlara yutturmuþsun. Râbian: Hem Kur'aný kelâm-ý beþer farzetmek, lâzýmgelir ki: Âlem-i insâniyetin semâsýnda yýldýzlar gibi parlayan asfiyalara, sýddýkînlere, aktablara bilmüþahede rehberlik eden ve bilbedâhe mütemadiyen hakk ve hakkaniyeti, sýdk ve sadakatý, emn ve emaneti umum tabakat-ý ehl-i Kemâle tâlim eden ve erkân-ý îmâniyenin hakaikiyle ve erkân-ý Ýslâmiyenin desatiriyle iki cihanýn saadetini temin eden ve bu icraatýnýn þehadetiyle bizzarure hak hâlis ve sâfi hakikat ve gâyet doðru ve pek ciddî olmak lâzým gelen bir kitabý; kendi evsafýnýn ve tesiratýnýn ve envarýnýn zýddýyla muttasýf tasavvur edip, -hâþâ sümme hâþâ- bir sahtekârýn tasniat ve iftiralarýn mecmuasý nazarýyla bakmak; Sofestaîleri ve þeytanlarý dahi utandýracak ve titretecek þenî' bir hezeyan-ý küfrî olmakla beraber; izhar ettiði din ve þeriat-ý Ýslâmiyenin þehadetiyle ve müddet-i hayatýnda gösterdiði bilittifak fevkalâde takvâsýnýn ve hâlis ve safi ubûdiyetinin delaletiyle ve bilittifak kendinde görünen ahlâk-ý hasenesinin iktizasýyla ve yetiþtirdiði bütün ehl-i hakikatýn ve sahib-i Kemâlâtýn tasdikiyle en mu'tekid, en metin, en emin, en sadýk bir zâtý; -hâþâ sümme hâþâ, yüzbin kerre hâþâ- itikadsýz, en emniyetsiz, Allah'tan korkmaz, bir vaziyette farzetmek, muhalâtýn en çirkin ve menfur bir Sûretini ve dalaletin en zulümlü ve zulümatlý bir tarzýný irtikâb etmek lâzýmgelir. Elhasýl: Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci Ýþaretinde denildiði gibi; nasýl kulaklý âmi tabakasý i’câz-ý Kur'an fehminde demiþ: Kur'an, bütün dinlediðim ve dünyada mevcûd kitablara kýyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onlarýn derecesinde deðildir. Öyle ise ya Kur'an, umumun altýndadýr veya umumun fevkinde bir derecesi vardýr. Umumun altýndaki þýk ise, muhal olmakla beraber, hiçbir düþman hattâ þeytan dahi diyemez ve kabûl etmez. Öyle ise Kur'an, umum kitablarýn fevkindedir. Öyle ise mu'cizedir. Aynen öyle de, biz de ilm-i usûl ve fenn-i mantýkça sebr ve tak sh: » (S: 197) sim denilen en kat'î bir hüccetle deriz: Ey þeytan ve ey þeytanýn þâkirdleri! Kur'an, ya arþ-ý âzamdan ve ism-i âzamdan gelmiþ bir kelâmullahtýr veyahut -hâþâ sümme hâþâ, yüzbin kerre hâþâ- yerde sahtekâr Allah'tan korkmaz ve Allah'ý bilmez, itikadsýz bir beþerin düzmesidir. Bu ise ey þeytan! Sâbýk hüccetlere karþý bunu sen diþyemedin ve diyemezsin ve diyemeyeceksin. Öyle ise bizzarure ve bilâ-þübhe Kur'an, Hâlýk-ý Kâinat'ýn kelâmýdýr. Çünki ortasý yoktur ve muhaldir ve olamaz. Nasýlki kat'î bir Sûrette isbat ettik, sen de gördün ve dinledin. Hem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ya Resulullahtýr ve bütün Resullerin ekmeli ve bütün mahlukatýn efdalidir veyahut -hâþâ yüzbin defa hâþâ- Allah'a iftira ettiði ve Allah'ý bilmediði ve azabýna inanmadýðý için itikadsýz, esfel-i safilîne sukut etmiþ bir beþer farzetmek (Haþiye) lâzýmgelir. Bu ise ey Ýblis! Ne sen ve ne de güvendiðin Avrupa feylesoflarý ve Asya münafýklarý bunu diyemezsiniz ve diyememiþsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememiþsiniz ve demeyeceksiniz. Çünki bu þýkký dinleyecek ve kabûl edecek dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendiðin o feylesoflarýn en müfsidleri ve o münafýklarýn en vicdansýzlarý dahi diyorlar ki: "Muhammed-i Arabî (A.S.M.) çok akýllý idi ve çok güzel ahlâklý idi." Mâdem þu mes'ele iki þýkka münhasýrdýr ve mâdem ikinci þýkk muhaldir ve hiçbir kimse buna sahib çýkmýyor ve mâdem kat'î hüccetlerle isbat ettik ki, ortasý yoktur. Elbette ve bizzarure senin ve hizb-üþ þeytanýn raðmýna olarak bilbedâhe ve bihakkalyakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resulullahtýr ve bütün Resullerin ekmelidir ve bütün mahlukatýn efdalidir. _____________________ (Haþiye): Kur'an-ý Hakîm, kâfirlerin küfriyâ tlarýný ve galiz tâbiratlarýný ibtal etmek için zikrettiðine istinaden, ehl-i dalaletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklüðünü göstermek için þu tâbiratý farz-ý muhal Sûretinde titreyerek kullanmaða mecbur oldum. Link to comment Share on other sites More sharing options...
el-dumano Posted April 9, 2008 Author Share Posted April 9, 2008 ÞEYTANIN ÝKÝNCÝ KÜÇÜK BÝR ÝTÝRAZI Sûre-i i okurken Þu âyetleri okurken þeytan dedi ki: "Kur'anýn en mühim fesahatýný, siz onun selasetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki þu âyette nereden nereye atlýyor? Sekerattan tâ kýyamete atlýyor. Nefh-i Sur'dan muhasebenin hitamýna intikal ediyor ve ondan Cehennem'e idhali zikrediyor. Bu acib atlamaklar içinde hangi selaset kalýr? Kur'anýn ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak mes'eleleri birleþtiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetiyle selaset, fesahat nerede kalýr?" Elcevap: Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyân'ýn esâs-ý i’câzý, en mühimlerinden belâgatýndan sonra îcazdýr. Îcaz, i’câz-ý Kur'anýn en metin ve en mühim bir esâsýdýr. Kur'an-ý Hakîm'de þu mu'cizane îcaz, sh: » (S: 199) o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki; ehl-i tedkik, karþýsýnda hayrettedirler. Meselâ: Kýsa birkaç cümle ile, Tufan hâdise-i azîmesini netâiciyle öyle îcazkârane ve mu'cizane Beyân ediyor ki; çok ehl-i belâgatý, belâgatýna secde ettirmiþ. Hem meselâ: Ýþte Kavm-i Semud'un acib ve mühim hâdisatýný ve netâicini ve sû'-i akibetlerini, böyle kýsa birkaç cümle ile î'caz içinde bir icâz ile selasetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda Beyân ediyor. Hem meselâ: Ýþte cümlesinden cümlesine kadar çok cümleler matvîdir. O mezkûr olmayan cümleler, fehmi ihlâl etmiyor, selasete zarar vermiyor. Hazret-i Yûnus Aleyhisselâm'ýn kýssasýndan mühim esâslarý zikreder. Mütebâkisini akla havale eder. Hem meselâ: Sûre-i Yûsuf'a kelimesinden sh: » (S: 200) ortasýnda yedi-sekiz cümle îcaz ile tayyedilmiþ. Hiç fehmi ihlâl etmiyor, selasetine zarar vermiyor. Bu çeþit mu'cizane îcazlar Kur'anda pek çoktur. Hem pek güzeldir. Amma Sûre-i Kaf'ýn âyeti ise, ondaki îcaz pek acib ve mu'cizanedir. Çünki kâfirin pek müdhiþ ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehþetli inkýlabatýnda kâfirin baþýna gelecek elîm ve mühim hâdisata birer birer parmak basýyor. Þimþek gibi fikri, onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamaný, hâzýr bir sahife gibi nazara gösterir. Zikredilmeyen hâdisatý hayale havale edip, âli bir selasetle Beyân eder. Ýþte ey þeytan! Þimdi bir sözün daha varsa söyle... Þeytan der: Bunlara karþý gelemem, müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar ve insan Sûretinde çok þeytanlar var, bana yardým ediyorlar ve feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini okþayan mes'eleleri benden ders alýyorlar. Senin bu gibi sözlerin neþrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem! * * * Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts