Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Adalet şahıs ve makam tanımaz

„Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum.

Kopar belki ama çekmeye gelmez boynum.“

Mehmet Akif Ersoy

Adalet makam tanımaz. En azından tanımamalı. Profesör, cumhurbaşkanı, devlet adamı, savcı, doktor, öğretmen, işci, işsiz, akraba, dost… hukuk karşısında hepsi ve herkes eşittir. Eşitliğin olmadığı yerde adaletten bahsedilmez.

Adaletsizliğin olduğu yerde de huzur olmaz. Bir toplum yaşadığı devletin adaletine güvenmiyorsa, adaleti kendisi yerine getirmeye çalışır. Yargısız infaza başvurulur. Halbuki hiç bir devlet adalet ve cezalandırma mekanizmasını paylaşmak istemez. Bu konuda tekel olmak ister.

Bireyin adalet anlayışı da devletin ve hukukcuların adaleti kadar önemlidir. Nitekim bunlarda bireylerden oluşuyor. Bir birey için adalet kavramı çok önemlidir. Adaletli insan güvenilir ve emin olur. Adaletli insan bir diğer insanı külliyen iyi veya kötü, dost veya düşman, adaletli veya adaletsiz diye ayırmaz. Sadece şahışların fiiliyatlarını bu şekilde kategorize eder.

Mesela x şahıs y fiilinde adaletsiz davranmış ise, bu davranış şahsın her zaman adaletsiz olduğu anlamına gelmez. Terside geçerlidir. Yani bir cani dahi elbette farklı konularda adaletli olabilir. Demek ki gerçek adalet için sadece fiiliyatı değerlendirmek gerekiyor. Şahıslar değerlendirildiğinde tarafgirlik hastalığı başlar.

Kur´an-ı Kerim´de sürekli adalet duygusuna vurgu yapılır. Tarafgirliğe ve adaletsizliğe düşmemek için şu müthiş ayeti dinlemek gerekir: “Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa adaletten asla ayrılmayan, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır” (Kur´an, 4:135).

Bu anlayış sadece teoride kalmamış, pratiğe de dökülmüş. İslam tarihinden adalet ile ilgili bazı örneklere bakalım:

Osmanlı´ya gidelim. Fatih Sultan Mehmet bir yahudi iyle beraber kadı´ya gidince, Fatih, “Ey kadı, buraya beni çagırdın ve dinledim. Ve sen yahudiyi haklı buldun. Eğer sen, ben padişahım diye haksız olduğum halde beni haklı bulsaydın ve yahudinin hakkını yeseydin kellenini kılıcımla uçuracaktım“ der. Kadı hemen cevabını verir: “Ben seni buraya gerçekleri gör diye çağırdım. Benim de kılıcım yanımdaydı. Eğer sen burada haksız olduğunu bilerek ve görerek, gücünü kullanarak bu yahudinin hakkını yeseydin bu kılıcımla ben senin kelleni alacaktım“ der. Yahudi müslümanların bu adalet anlayışı karşısında hayretler içerisinde kalır ve müslüman olur.

Hz. Ali´de benzer bir durum ile karşılaşır: Bir hristiyan mimar ile beraber kadı´nın önüne çıkan Hz. Ali mahkemeyi kaybeder. Hz Ali haliyle bu işe çok şaşırır. Boynu bükük bir vaziyette oradan ayrılırken kendi kendine adeta şöyle seslenir: “Allah! Allah! Zırh aslında benim olduğu halde, şu andan itibaren resmen hristiyanın elinde kalıyor. Bu ne kadar hazin bir manzara. Ama işin bir de diğer yüzü var. Bu hakimi ben tayin ettiğim halde hakim benden korkup da taraf tutmuyor, benden yana tavır sergilemiyor ve benim gösterdiğim delilleri ve şahitleri kabul etmiyor. Bu ise ne kadar yerinde bir davranış ve ne kadar ince bir adalet anlayışıdır.“ Davayı kazanan hristiyan mimar ise şu cümleleri söyler: “Müminlerin Emiri, beni kadıya götürdü. Kadı da çekinmeden kendisini tayin eden Emir’in aleyhinde hüküm verdi. Ben gördüğüm bu manzara karşısında şehadet ederim ki, bu din hak bir dindir.Ve yine şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz.Muhammed (s.a.v) O’nun elçisidir.“ Herkesin taraf olduğu, herkesin kendi hatalarını görmediği, sadece karşı tarafı eleştirmekle iş yapıldığı bu günlerde bu hikaye hepimize kapak olsun.

Aynı şekilde Selahaddin Eyyubi de bir hristiyanla mahkeme önüne çıkmıştır.

İdeoloji, particilik, cemaatcilik, ırkcılık anlayışlarının kol gezdiği bir zamanda böyle davranışları beklemek, elbette utopik kalıyor. Çünkü sözgelimi ideolojik saplantsı olan bir insan x şahısı adaletsiz dahi olsa, adaletli bir karşı ideolojiden olan y şahsa tercih eder. Bu şekilde kendisi dahi adaletsizlik etmiş olur. Her tartışmada, her konuda, gerçeği araştırmadan karşı taraftan sevmediği bir insanı yerin dibine gömen ve sevdiği insanı yere göğe sığdıramayan bir insanda adalet aramak, kaybolmuş şehir Atlantisi aramak gibidir.

Tersini gerçekleştiren insan cüretkardır. Çünkü kendi meşrebinden dahi olsa, adaletsizliğe adaletsiz demek zorundadır. Bu durumda aidiyet duyduğu gruptan dışlanmayı göze alır. ”Sen değişdin. Sen döneksin. Karşı tarafın adamısın” veya “Vah vah, onu da kaybettik” sözlerine mağruz kalır. Mahatma Gandi´nin sözleri bu konuya merhem olur: “Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman daha iyidir.”

Çünkü adalette torpilsiz davranan, yanlız kalmaya mahkumdur. Evet, her konuda olduğu gibi maalesef adalet konusunda dahi torpil geçerlidir.Fakat adelete ve hukuka torpil karıştığında toplumun huzuru bozulur. Güven azalır, şiddet yükselir.

Adaletsizliğin olduğu yerde güven de olmaz. Herhangi bir değerlendirmede karşı taraf sizi tutuyorsa torpil yapar, tutmuyorsa sizi kıskanır. Yani objektif, adaletli ve hakkıyla değerlendirmez. Araya tarafgirlik girer. Tarafgirlik şeytanı melek, meleği şeytan gibi gösterir. Bu yanlışa düşmemek için adaletli olmak gerekir.

Onun için huzurlu ve güvenilir bir toplum için gerçek adalet şarttır. William Watson der ki: “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.”

Cemil Şahinöz, Moral Haber, 22.06.2009

http://www.moralhaber.net/yazidetay.php?Yazi_id=11975&yazar=493

Öztürk

http://www.ozturk.de/kose.php?id=154

Haber Ayna

http://www.haberayna.com/yazarlar/cemil-sahinoz_22/adalet-sahis-ve-makam-tanimaz_477.html

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...